1. Bölüm

Antrenör

Ada Ilgın
ilgin_yazarr

 

Siyah saçlarımı geriye doğru atarak soğuk kahvemden bir yudum aldım ardından siyah blazer ceketimi ve altıma giydiğim siyah şortu düzelttim. Siyah güneş gözlüğümü ise saçlarımın üzerine kaldırdım ardından spor kulübünün içerisine girdim. Girer girmez karşıma Aleyna çıkmıştı. Aleyna kayıtları alıyordu. “Merhaba hocam.” Diye neşeyle şakıdı. Kahvemden bir yudum daha alıp kaşlarımı havalandırdım. “Merhaba, Aley.”

Her zamanki gibi çok fazla uzatmadım. Birkaç kişinin kaydıyla ilgileniyordu. Gereksiz yere insanları bekletmesini istemiyordum. Tek omzuma taktığım sallanan spor çantamla soyunma kabinlerinin bulunduğu odaya girdim. Çantamı direk omzumdan indirip dolabıma yerleştirdim ve ceketimi çıkarıp aynı şekilde onu da çantamın yanına özenle koydum. Dolabı kilitleyip bileğimdeki siyah tokayla saçlarımı sımsıkı bir at kuyruğu yaptım. Hemen ardındansa bitmiş soğuk kahve bardağımı sağımda duran çöp kutusuna attım.

Soyunma odasındaki işim bittiğinde hızlı adımlarla oradan çıktım ve dövüş antremanlarının yapıldığı alana geçtim. Gözlerim en hızlısından alanı tararken hala kimsenin olmadığını gördüm ve rahat bir nefes aldım. Normalde çok daha erken gelir burada biraz çalışırdım fakat dün arkadaşımın anlattığı önemli bir dedikoduyu dinlemekle meşgul olduğum için haliyle epey geç yatmıştım. Sabahsa normalde uyandığım saatten fazlasıyla geç uyanmıştım fakat sorun yoktu. Hala çalışabilirdim. Gözlerim bileğimdeki saate kaydığında yaklaşık on beş dakika sonra herkesin gelme zamanının geleceğini gördüm. On beş dakika on beş dakikadır. Ben yine de hareketler için kendi halimde esnemeye ufak ufak koşmaya başladım. Isınma hareketlerimin bitmesine çok az kalaysa kapı açıldı. Saat gelmiş olmalıydı. Bu düşünceyle yavaşça durdum. Arkamı döndüğümdeyse Aleyna ile karşılaştım. Kaşlarım havalandı istemsizce. “Aleyna?” dedim soru sorar gibi. Onu bu alana girerken çok az görmüştüm. Aleyna başını salladı sakince. “Hocam bir öğrencimiz var ve özellikle sizinle çalışmak istiyor. Bir arkadaşı önermiş. Size sormadan kaydını almayayım dedim. “

Kaşlarım daha çok havalandı. “Pekala, hevesli bir öğrenciyi kırmak istemem. Şu an tek boş günüm cumartesi sabah saatleri. Ona göre kaydını alabilirsin.”

Aleyna hızla başını salladı. “Siz nasıl isterseniz hocam fakat bugün bir deneme dersi almak istiyor ne yapalım? Deneme dersini başka bir güne mi ayarlayalım yoksa araya sıkıştırabilir misiniz?”

Gözlerim kısılırken birkaç saniye düşündüm. Geçen haftaki dersimizde Selen adlı bir öğrencim bir sonraki hafta şehir dışında olacağını ve bu sebeple bu hafta gelemeyeceğini iletmişti. Selen’in dersinin saatinde onu alabilirdim. “Bugün bir öğrencim gelemeyecek onun saatinde alabilirim, Aleyna. “

Memnuniyetle gülümseyip “Tamamdır o zaman hocam. Size iyi dersler.” Diye mırıldandı ve yavaş ama aceleci adımlarla spor alanından ayrıldı. Onun gidişiyle gözlerim kolumdaki saate kaydı. Ders saati gelmişti. Günün ilk dersi Serenay’laydı. Kızıl saçlı kız en hırslı öğrencilerimdendi. Kısa boyuna rağmen o kadar güçlü ve hırslıydı ki. Ayrıca çok zekiydi. Rakibini stratajik zekayla yenerdi. Asla hafife alınamayacak bir rakipti. Zamanla bu konuda madalyalar alacaktı. Elimle siyah saçlarımı düzelttiğimde Serenay yavaş ve sarsak adımlarla yanıma geliyordu. Epey dalgın gözüküyordu. “Günaydın, Serenay.”

Gözlerini kırpıştırdı. “Günaydın hocam.”

Dokunsam ağlayacak gibi gözüküyordu ve ilginç bir şekilde sesi titriyordu. Kaşlarım çatıldı. “İyi misin?”

Başını salladı hafifçe. İyi değildi, belliydi. “Serenay uzun zamandır senin hocanım. Seni çok iyi tanıyorum sende beni. İstediğin zaman içini dökebilirsin.”

Normalde öğrencilerimle çok samimi olmayı sevmezdim fakat Serenay’la yıllardır çalışıyorduk ve zamanla içimde ona karşı bir bağ oluşmuştu. Yıllardır çalıştığım öğrencilerimle resmiyeti fark etmeden kırdığımız bir çok an oluyordu. Yeri gelir benim canım sıkkın olurdu biraz konuşur dersi birkaç saat sonraya ertelerdik. Ne kadar içimi birilerine dökmeyi sevmesem de günlük normal hayatımla ilgili hiçbir şey bilmeyen birine sorunlarımı anlatmak hoşuma giderdi. Kendimi iyi hissederdim, bu konuda onlara çok minnettardım. Fakat ne kadar da olsa böyle anılarımı paylaştığım öğrencilerim bir elin beş parmağını geçmezdi. Resmiyet ve profesyonellik benim için çok önemliydi.

Dalgın bir şekilde omuzlarını silkti. “Sevgilimle en yakın arkadaşım.” Dedi titrek bir fısıltıyla. “Beni aldattıklarını bilmiyordum. Az önce telefonuma davetiye göndermişler…” her kelimesine kısılan sesini kendi bile duyamıyor gibiydi. “Akşam düğünleri varmış”

O noktadan sonra bir damla yaş aktı mavi gözlerinden. Bakışları dalgınca yerdeydi. “Altı sene.” Diye fısıldadı titreyen bir sesle. Buna kendi de inanamıyor gibiydi. “Koskoca altı sene.” Yutkunmaya çalıştı Serenay fakat boğazında bir yumru vardı sanki. “Onunla evlenecektim, ben. Masal’ın yerinde ben olacaktım. Masal’sa nikah şahidim olacaktı.” O an mavi kırgın bakan gözleri yavaşça bana döndü. “Ben çok mu safım, Elfida?” hayal kırıklığı vardı mavilerinde. “Bir açıklamayı bile hak etmiyor muydum gerçekten? “ bir gözyaşı daha düştü beyaz tenine “Telefonuma gelen bir düğün davetiyesiyle öğrenmeyi de hak etmiyordum ama Elfida.” Hıçkırdı, hıçkırdıkça titreyen omuzları sarsıldı.

Dayanamayarak tüm resmiyeti yıktım. Yanına doğru ilerleyip hafifçe sarıldım. “Tamam. Madem onlar bu kadar aptal ve kişiliksiz bizde onların düğününü basarız.” Ağzımdan aniden dökülen kelimelere binlerce küfür yağdırdım. Düğün basmak mı gerçekten Elfida? Kaçıncı yüzyıldasın sen? Tam ağzımı açıp bunun berbat bir fikir olduğunu söyleyecektim ki Serenay’ın sözleri kelimelerimi boğazıma dizdi. “Akşam.” Dedi net bir sesle “Düğünü basıyoruz o zaman, hocam.”

&

Morali az çok toparlanan öğrencimle dersimizi yapmış üstüne üç kişiyle daha ders yapmıştım. Yaklaşık on dakikalık bir moladan sonra ise deneme dersini yapacaktık. Mola sırasında alanın açık olan balkon kısmına geçip demirliklerine yaslandım. Akşam ciddili bir şekilde düğün basacaktık ve buna inanamıyordum. Öyle çok fazla ani tepkiler vermezdim, her kelimem mantıkla düşünülmüş olurdu. O an niye bir anda yükselmiştim yani. Oflayarak derin bir nefes aldım ve spor öncesi dağılmış at kuyruğumu çözüp sıkıca tekrar bağladım. Yüzümde oluşan terleri de elimle hafifçe sildim. Ardından balkondan çıkıp spor alanının tuvaletine girdim ve elimi yüzümü yıkadım. Bu sırada aynadaki aksimle karşılaştım. Beyaz tenim hafifçe kızarmıştı. Bebek saçlarım alnıma yüzümdeki suyla hafice yapışmış haldeyken yüzümde tek bir mimik dahi yoktu. Dudaklarım morarmış ve şişmişti. Derin bir nefes alıp aynadaki aksimle vedalaştım ve yavaşça lavabodan çıkarak tekrar dövüş alanına girdim. Bu sefer alan kalabalıktı. Büyük bir arenadan farksız spor salonunun her köşesinde farklı savunmalar, farklı sporlar çalışılıyordu.

Bu nedenle bağırışmalar, ağlamalar ve kızgın sesler normaldi. Bu saatlerde yarışmalara alınacak öğrenciler çalıştırılırdı yoğunlukla fakat istisnalar olabiliyordu. Mesela benim yarışmaya çıkacak öğrencim bu hafta için ufak çaplı bir izin almıştı ve ben şu anda bu alanda deneme dersi verecektim. Ben buranın düzeni hakkında düşünceler içindeyken solumdan genç bir kızın haykırışı yükseldi. Bu saatlerde bu tarz olaylar sıklıkla olurdu. Hocalar rakibini sakatlamadan ufak darbelerle yarışmada nasıl savuşturacaklarını gösteriyordu. Bu nedenle ne şaşırdım ne de endişelendim. Buradaki tüm hocalar deneyimliydi. Onları göz göre göre sakatlamazlardı. Kız yere doğru kendini bıraktığında ayak bileğini tutuyordu ve acıyla inliyordu. Hocası ise “Bir ay sonra yarışmaya çıkacaksın ve hala bu harketi beceremiyor musun gerçekten?” diye kızgın bir sesle homurdanıyordu. O hocanın davranışı doğru değildi bunu kendi de biliyordu fakat sinirine engel olamamıştı. Bu tarz terslemeler öğrenciyi çalışmaktan soğutabilirdi. Ve bir ay sonraki yarışmaya girmeden öğrencinin dersten nefret etmesini istemezdik.

Hoca da benimle aynı şeyi düşünmüş olmalı ki dişlerini sıkarak gözlerini kapadı, sinirini olabildiğince dindirmeye çalıştığı barizdi. Bu kadar sinirli olmasının bir diğer nedeniyse bu öğrencinin asla çalışmamasıydı, ders saatleri haricinde hiçbir hareketi çalışmadığını ve hocanın bu konu hakkında onu defalarca uyardığını işitmiştim. Yarışma için yeterli bir öğrenci değildi, bunu buradaki herkes görüyordu fakat ellerinden bir şey gelmiyordu. Asıl yarışmacı bir ay önce ağır bir şekilde sakatlanmıştı. Onun yerineyse acemi ve çabasız biri çıkmak zorunda kalmıştı. Hoca ise bu duruma artık katlanabilecek değil gibiydi. Bu öğrenci onun fazlasıyla sabrını zorlamışa benziyordu. Bir aydır en ufak saldırıya korkuyla yaklaşıyor, olup olmadık şeye haykırarak kendini koruma moduna geçiyordu. Selim hocanın bu duruma karşı homurtularını ise duymamak imkansızdı. Her defasında Aleyna’yı yokluyordu yeni kayıt yaptıran eskilerden deneyimi olan biri geldi mi diye. Bu sorulara artık Aleyna’da alışmıştı. Her mola saatinde sormasından olsa gerek…

Derin bir nefes alıp onların her zamanki atışmalarını kulak ardı ettim ve spor alanından çıkıp girişte kayıt alan Aleyna’nın yanına geçtim. “Selam.” Diye mırıldandım ağzımın içinde. O ise laptopa kayıtlarla ilgili bilgileri giriyordu. Başını laptopun klavyesinden kaldırmadan. “Selam, hocam.” Dedi mırıltı şeklinde. Başımı salladım hafifçe. “Deneme dersi için olan öğrencim geldi mi acaba?”

Dudaklarını büzüp gözlerini ekrana kilitledi. “Maalesef hocam. Az önce aradı biraz geç kalabilirmiş. Size söyleyecektim aslında fakat dün akşamki tuttuğum kayıtlar yanmış onları yazdığım müsvedde kağıdından tekrar oraya geçiriyorum bu sırada aklımdan çıkmış. Kusura bakmayın.” Yüzünde mahcup bir ifade vardı. Umursamazca omuzlarımı silktim. “Sorun değil.”

Ardından sakince soyunma odasına girdim. Ufak banka oturdum ve siyah sıkı at kuyruğumu çözerek saçlarımı rahat bıraktım. Öğrencim gelene kadar rahat beklemek istedim. Sımsıkı saçlarım başımı ağrıtmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım ardından siyah saçlarımın yüzüme dökülmesine izin verdim. Beyaz, grimsi tenim gece siyahı saçlarım birleşti. Sonraysa gözlerimi kapattım. Sabahtan beri buradaydım, yorulmuştum. Haliyle uykum gelmişti. Uzun kıvrık kirpiklerim göz altlarıma değdi. Kafamın üzerindeki loş ışık ve çalışan kaloriferle mayıştım. Sonra ne kadar geçtiğini bilemediğim bir süre orada öylece oturdum lakin bir süre sonra tatlı uykuya yenik düştüm.

Bilincim yarı açıktı bunu hissediyordum. Uykum her zaman hafif olurdu bunun için içeriden gelen bağırışmalar bu kadar uyumamı sağlıyordu. Tam anlamıyla uyandığımda bunlar bana rüya gibi kesitler olarak girecekti zihnime. Burnumdan derin bir nefes çektim ciğerlerime daha sonraysa ne kadar süre uyudum bilemiyorum lakin birinin sesiyle gözlerimi zorlukla aralamak zorunda kaldım. “Pardon yanlış mı geldim?”

Kalın ve tok bir erkek sesiydi .Afallayarak “Yanlış yere gelmiş olmalısınız” dedim. Uyku mahmurluğunu bırakıp zihnimi sorusuna yöneltmiştim. “Erkek soyunma odası yan tarafta olacaktır beyefendi.”

Başını salladı ve mahcup bir şekilde gülümsedi ardından uzaklaştı. Uyku mahmurluğuyla esnedim ve kalktım. Siyah saçlarımı tekrar bağladım ardından elimi yüzümü yıkayıp soyunma odasından ayrıldım. “Aleyna şu öğrenci gelecek mi artık?”

Başını salladı. “Gelmişti ama hocam. Soyunma odasındadır.”

Onaylayarak spor alanına girdim. Az önce konuştuğum adam o olmalıydı. Elime boks eldivenlerini geçirip hazırlanmaya başladım. Ayrıyeten boks eldivenlerinin olduğu raftan dirseklerim için beyaz sargı bezlerini indirdim. Dirseklerime hızlı ama özenli bir şekilde sararken aynı zamanda olduğum yerde koşuyor, bacaklarımı antreman için az çok ısıtmaya çalışıyordum. Sargı bezini işim bittiğinde rafa tekrar kaldırdım. Ardından öğrencimin tekrar yanıma gelmesi uzun sürmedi. Gözleri hocasını ararken Aleyna’nın çok fazla işi olduğu için yanında gelmediğini anladım. Sanırım “Git bul hocanı!” diye bağırdı. Böyle bir şey olduysa pek şaşırmam. Yoğun olduğu zamanlar fark etmeden ani tepkiler verdiği çok olurdu. Bu sırada boş bakan genç adama doğru dönerek hafifçe tebessüm ettim. “Beni arıyor olmalısınız.”

Sesimi duyarak bana doğru döndüğünde az önceki boş bakışları saygı ve hayranlıkla doldu. Genelde hocaların kazandığı veya kaç senedir bu işle meşgul olduğu bilgisi öğrencilere verilirdi çünkü burada çok fazla yarışma için gelen öğrenci vardı. Deneyimlerine göre hocalarını kendileri seçsin isterdik. Hayranlığı ve saygısı da bu bilgileri almış oldğunu gösteriyordu. Elimi uzattım tanışmak için. “Elfida Asena. Dövüş hocanız.”

Elimi sıktı. “Karun Karan. Tanıştığımıza memnun oldum hocam.”

Başımı sallayarak elimi çektim ve hemen yanımızda duran ufak armut koltuklara davet ettim onu. Aynı anda oturduğumuzda ciddiyetle başımı salladım. “Evet.” Az önceki tebessümümü silerek daha sakin ve otoriter bir ifadeye büründüm. “Öncelikle tanışalım isterseniz. Basit birkaç sorum olacak.” Başını hafifçe salladı. “Daha önce boks konusunda herhangi bir deneyiminiz var mı? Varsa hangi yer ve kaç sene orada çalıştınız.”

Sakince başını salladı. “Daha önce ciddi bir boks eğitimi almıştım. Bu eğitim dört sene sürdü. Eğitimi aldığım yerse Cassandrie Spor Salonu.”

Hafifçe öksürerek boğazımı temizledim. “Pekala, peki bu dalda bir yarışmaya girmek gibi bir düşüncen/hayalin var mı?”

Dalgalanan bakışları yarışmak için sabırsızlandığını bana açıkça gösterdi fakat boş bir çaba harcamak istemediğim için bakışlarını dile getirmesini bekledim. “Evet bu dalda bir yarışma en büyük hayalim.” Heyecanla çıkan sesi yüzündeki ifadesiz mimiklerin aksine epey hisliydi. Başımı salladım “Kayıt alan Aleyna Hanım detaylı bilgileri bana ulaştırdı. Sadece bu birkaç soruyu kendim sordum bunun nedeninde bu soruların cevabının dersin işleyiş şeklini vs. belirlemem için önemli olması.” Hafifçe tebessüm ettim ve kısaca not aldığım ufak defteri kenara koydum. “İsterseniz başlayım, Karun Bey.”

“Hemen Asena Hocam.”

Kaşlarım istemsizce havalandı. Asena ismini bırakalı yıllar olmuştu. Eskiden Asena’yı tercih ederken günümüzde Elfida’yı kullanırdım. Asena bana sadece acıyı hatırlatıyordu. Bu garipti çünkü anımsamadığım bir şeyi hatırlatıyordu Asena bana. “Elfida” diyerek düzelttim onu “Elfida’yı kullanırsanız memnun olurum.”

Aksi takdirde onu öldürürüz, Asena. Hiç şüphen olmasın.

Ses kime aitti bilmiyorum ama ensemde bir ürperti bıraktı. “Tabii siz nasıl isterseniz hocam.”

Başımı sallayarak boks için gerekli malzemelerin tutulduğu rafı işaret ettim. “Oradan boks eldivenlerini ve sargı bezlerini al ardından gerekenleri uygula. “ sargı bezlerini nasıl saracağını söyleme gereği hissetmedim. Dört sene boyunca bu sporla ilgilenmişti bilmemesine imkan yoktu. Sorgulamadan dediklerimi hızlıca yaptı ardından soğuması için altı tur koşturdum. Ufak koşunun ardından başımla karşıma geçmesini istedim. Karşımda soluk soluğa dururken çıplak göğüs kafesi hızlıca kalkıp iniyordu. Aslında bir sporcu için altı tur koşu hiçbir şeydi lakin uzun zamandır antıreman yapmıyor olmalıydı ki nefes nefese kalmıştı.

İstemsizce dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “Yorulmuş gibisiniz.”

Öğrencilerimle aradaki resmiyeti kaldırmadan profosyönel şekilde alay etmeyi severdim. Diğer türlüleri etik gelmezdi. “Hocam.” Dedi eliyle alnındaki teri silerken “Ayıp oluyor ama.”

Sözlerinden sonra kolunu kaldırıp kaslarını işaret etti. “Bakın şu vücuda hiç yorulur mu sizce?” buradan sonra egosunu kesip ciddiyetle baktı. “Ama altı tur deneme dersi için yine de fazla değil mi hocam. Tövbe haşa sizin sözünüzün üstüne söz koymak haddim değil ama… “derken ki korkusu dudağımın kenarının kıvrılmasına sebep oldu. Kollarımı göğsümün altında bağlayıp tek kaşımı kaldırdım. “Ama?”

Ciddiyetle bakmaya başladığımda sertçe yutkunup bir küfür savurması bir oldu. Bu hamlesiyle birlikte sertçe öksürüp “Evet.” Dedim “Ne diyordunuz.”

“Hocam… Öneri olarak söylüyorum öncelikle bilginiz olsun.”

“Dinliyorum.”

“İlla söyleyin diyorsunuz yani.”

“Ya hemen şimdi konuşursunuz ya da fazladan dört tur daha koşu yaptırırım.” Dediğim gibi sertçe yutkunması bir oldu. İşte şimdi eğleniyordum. “İlk günden biraz fazla üzerime gelmiyor musunuz diyecektim hocam.”

Sahte bir kızgınlıkla “Sen bana karşı mı geliyorsun. Dört tur daha koşu yapacaksın. Çabuk hadi.” Dedim.

“Ne anladım ben bu işten.” Diye ağzının içinde homurdandıktan sonra bana ters bir bakış atıp büyük koridorda koşmaya gitti. Sanırım kurtuluşu olmadığını kabullenmişti.

Derin bir nefes alıp kendimi armut koltuğa attım.

Koşudan Sonra

Dizime gelen sert tekmeden son anda geriye doğru çekilerek kurtuldum. Genç adam gözlerimin tekmeye kaydığını fark ettiği gibi suratıma sert bir yumruk atmak için elini havalandırdı fakat usta bir refleksle sağ elim bileğini tutarak onu engellemeye çalıştı, bu hamle afallasa da geriye çekilmedi. Benden daha güçlü olduğu için bileğimi iteleyip suratıma yumruğunu geçirmesi an meselesiydi öyle ki uyguladığı kuvvetin farkında değil gibiydi. Geriye doğru adım atmazsam burkulacaktı. Bunu anladığım an dizine bacağımla sert bir tekme geçirip kolunu tutan elimi serbest bıraktım ardından hiç beklemeden kafamı eğdim. Yumruğu boşluğa savrulurken bacağına gelen tekmeyle birkaç adım geriledi fakat kendine gelmesi uzun sürmedi. Hızlanarak tekrar üzerime doğru adımladı. Gözleri gözlerimdeyken yumruğunu karnıma geçirdi. Geçirdiği yumrukla iki büklüm olurken gözlerim acıyla kısılsa da altta kalmadım. Dizimi sertçe bacak arasına geçirdim. Bu son hareketlerimizle ikimizde iki büklüm olurken acıyla inleyip hafifçe doğruldum ve yere eğilmiş genç adamın suratına sert bir yumruk geçirdim. Kafası sağa doğru düşerken inleyerek doğrulmaya çalıştı. Az çok doğrulduğunda koluma bir yumruk atmaya çalıştı fakat geriye çekildiğimde yumruğu boşluğa savruldu.

Onunla yaptığımız dördüncü turdu. “Tamam yeter bugünlük bu kadar yeterli.” Dedim. Uzatmaya lüzum yoktu. Haftaya daha detaylı çalışacak, yarışmalar için daha iyi bir temel hazırlayacaktık. Bu hafta çok fazla yorulmak gerekli değildi. Başını sallayarak omzuna attığı mavi havluyla yüzündeki terleri sildi. Derin nefesler alıp verdi ardından elini bana doğru uzattı. “İyi dersti.” Elini sıktım. “Keyifli bir dersti” diyerek göz kırptım. Tüm gün onunla uğraşmıştım. Nedensizce bu çok hoşuma gidiyordu.

Gözlerini devirdiğinde güldüm.

“Bu arada ders dışında size Elfida diyebilir miyim?” dedi tereddütle.

Başımı salladım. “Ders dışında.”

“Peki Elfida sonraki derste görüşmek üzere.”

Gülmeden edemedim. “Bir sonraki derste görüşmemiş olmayı dileyeceksin. Bugünkü çalışmamız hiçbir şeydi.”

Gözlerini saf saf kırpıştırdı. “Nasıl yani?”

Sinir bozucu bir şekilde kıkırdadım. “Hoşça kal.”

Bugün sabrını fazlasıyla zorladığım öğrencimi arkamda bırakarak salondan çıktım ve soyunma odasına girdim. Hızlıca dolabımı açıp ceketimi giydim ardından spor çantamı tek koluma atıp dışarı çıktım. Çıkışa doğru ilerlerken kayıt alanındaki Aleyna’ya “Görüşürüz.” Dedim. Benim derslerim öğlen bitmişti fakat diğer hocalar için Aleyna akşama kadar burada olacaktı. “Görüşürüz hocam.” Dedi yorgun bir sesle.

Başımı sallayıp kapıdan çıktım. Kapıdan çıkar çıkmaz yüzüme soğuk bir rüzgar çarptı. Oldukça sıcaklamış olduğum için bu bana iyi geldi fakat dakikalar içinde şortla üşüyeceğimin bilincindeydim. Ellerimi cebime sokup caddeye kadar yürüdüm. Caddeye gelince hemen bir taksi çevirerek bindim. Küçük bir şehirde yaşadığım için herkesi tanırdım. Her sabah ve öğlen aynı taksicilere denk gelirdim bu sebeple de. Bindiğimde taksicide beni tanıdığı için hiçbir soru sormadan eve doğru sürdü. Samimi olmadığım insanlarla gereksiz muhatap olmayı sevmezdim bu yüzden o da her günkü gibi ağzını açmadı.

Dakikalar içinde sitenin önünde durduğunda parayı verip indim. Sitenin içinden geçip binaya girip asansöre bindim. Saniyeler sonra asansör durduğunda inerek dairemin önünde durdum ve ceketimin cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. İçeriye girdiğimde hızlıca banyoya girecektim ki ev arkadaşımın sesi beni durdurdu. “Elfida! Hoş geldin, yemek falan hazırlamıştım bende.”

Bir ev arkadaşımın olmasını istemezdim fakat bu kişi Melis olunca işler değişiyordu. Melis’le üniversiteden beri aynı evdeydik, normalde ayrılmamız gerekiyordu fakat ikimizde birbirimize alıştığımız için bu fikirden vazgeçmemiz uzun sürmemişti. “Hoş buldum Melo.” Dedim yorgun bir sesle, bu sırada odamdan bornozumu alıyordum. “Ellerine sağlık.”

Bornozu omzuma atıp banyoya doğru ilerledim. “Sen ye, ben bir duş alayım yetişirim sana.”

Banyonun ışığını açıp içeriye girdiğimde Melis’in sesini işittim. “Seni bekliyorum, hızlı çıksan iyi edersin, Elfidaa!”

Kısık bir sesle güldüm. Tatlı gereksiz siniri hep başkalarını düşündüğü an ortaya çıkardı. Bu huyu çok hoşuma gidiyordu fakat o da işten yeni gelmiş sayılırdı. Aç olmalıydı. “Sen ye, Melis. Ben çok aç değilim.” Diye seslendim. Aslında açtım fakat inat edip beni bekleyeceğini bildiğimden ufak bir yalan söylemiştim. Açlığa katlanamayan bir bünyesi vardı.

Her neyse, daha sonra bir şey söyledi mi emin değilim fakat başka bir ses duymadım. Telefonumu çıkarıp sevdiğim rasgele bir şarkıyı açıp çamaşır makinesinin üzerine koydum. Sonrasında hızlıca bir duş alıp çıktım. Bornozumu üstüme geçirip banyodan çıktım ardından odama girip üstüme bol gri, omzu düşük bit tişört altımaysa gri bir eşofman geçirdim. Islak siyah saçlarımın suyunuysa havluyla aldım sonrasında odadan çıkıp salona geçtim. “Selam.”

Melis yemek masasına kurulmuş, söylediği pizzalardan birini yiyordu. Güldüm. “Eline sağlık sözümü geri alıyorum. “ Yavaş adımlarla bende kendimi sandalyeye bırakıp pizza kutularından birini önüme çektim.

“Kıymetim bilinmiyor bu evde. Sen aç kalmayasın diye yemek söylemişim sen git bana laf at.” Diye tatlı tatlı homurdandı. Gülmemek için yanaklarımın içini ısırırken ağzına yüzüne bulaştırdığı yemek kırıntılarını ve boş pizza kutularını işaret ettim. “Ben aç kalmayayım diye yaptığına emin miyiz?”

Kaşlarını çatarak anında başını salladı. “Eminiz.” Diye kesin bir şekilde mırıldandıktan sonra tek kaşını tehditkar bir şekilde havalandırdı. “Aksini iddia eden mi var? Varsa bilelim.”

Gülerek elime bir dilim pizza aldım. “Sakin ol, kraliçe. Senin lafının üstüne laf koymaya cesaret etmem.”

“Bende öyle düşünmüştüm.” Dedi ağzı doluyken.

Yemeğimi huzur içinde yerken aniden aklıma düşen şeyle tüm keyfim kaçtı. Melis’e döndüm. “Akşam düğün var sen gelecek misin?”

Heyecanla gözlerini belertip. “Kim evleniyor?” diye sordu. Tam ona olayı anlatacaktım ki elini kaldırıp beni durdurdu. “Bekle! Ben tahmin edeyim.” Düşünüyor gibi yapıp tekrar bana döndü. “Hikmet teyze mi? Ya da Sena hala.” Tahminlerini sıraladıktan sonra hızlıca “Ayy!” diye bağırdı. “Umarım Hikmet teyze evleniyordur! Kadın yalnızlıktan evin içinde dönüp duruyor. “ tam olayın aslını anlatmak için ağzımı açmıştım ki yine izin vermedi. “Dur hiç konuşma sen! Hikmet teyze evleniyor ve sen bana bunu son gün mü söylüyorsun?” kızgın bir şekilde kaşlarını çattığında yine ani bir duygu değişimi yaşadı. Ben bu kızın enerjisine yetişemem. “Ay! Bekle! Sen ne giyeceksin. Ben tozpembe ya da... Hımm… Su yeşili! Evet buldum! Su yeşili ya da tozpembe bir elbise giyeceğim ben. Hatırlıyor musun geçen sene Sahra’nın doğum gününde bir elbise giymiştim hah işte o elbise çok abartı mı kalır sence?” diye sorup düşünmeye başladı fakat bir süre sonra düşünmeyi bırakıp başka bir konuya odaklandı. “Sen ne giyeceksin? Bekle sen söylemeden söyleyeyim, her yere giydiğin o siyah elbiseyi değil mi?” Öğürüyor gibi bir ses çıkardı. “Gına geldi siyahtan Allah aşkına git renkli bir şey giy artık! Hayır illa pembe, sarı giy demiyorum ki koyu mavi giysen yine razıyım! Kadın kaç yaşına gelmiş evleniyor ve sen onun düğününe “Ölümün geldi.” Der gibi simsiyah mı giyineceksin?” beni kınadıktan sonra konuşmaya devam etti. “Sahi sen şimdi oraya gidince beş dakika sonra küçük çocuklar gibi artık gidelim diye beni darlamaya başlarsın! İki dakika rahat dur be kızım. Hikmet teyze evleniyor ve sen bana hadi kalkalım diyeceksin öyle mi? Hadi oradan valla gebertirim seni! Ayrıca bugün elbiseni ben seçiyorum hadi yine iyisin seni kendi zevkine bırakarak rezil etmiyorum.”

“Beni gömmen bittiyse sana olayın aslını anlatayım.”

Başını salladığında bu düğünün Hikmet teyzenin düğünü olduğundan emindi. “Bugün bir öğrencim ağlayarak yanıma geldi. Ne olduğunu soruncaysa sevgilisinin ve en yakın arkadaşının düğün davetiyesini ona attığını ve aldatıldığını bile böyle öğrendiğini söyledi. Çok üzgün ve kinliydi o an ağzımdan yanlışlıkla “Düğünü basalım.” Cümlesi çıktı ve sonuç bu.” Dediğimde zamanı geri alıp o cümleyi hiç söylememeyi diyordum. Melis ise anlattıklarımdan sonra ağzı bir karış açık bir şekilde bana baktı. “Ne yani Hikmet teyze evlenmeyecek mi?”

Bu cümleyle ensesine şamarı çaktım. “Aptal! Düğün basacağız akşam sen hala Hikmet teyze mi diyorsun?”

Güldü. “ Ne güzel işte hayatımda ilk defa bir düğün basacağım ayrıca gelin ve damat cidden ayıp etmiş. Onların burnundan getireceğim.”

Gözlerimi devirip yemeğime odaklandım. “Yorucu ve uzun bir gece olacak.”

&

Akşam olmuştu. Gece küçük şehri esir almıştı. Ay ışığı penceremden yansıyarak yüzüme vuruyor sokak lambasının gölgesi sokaklarda yer ediniyordu. Yutkunarak gözlerimi camdan aldım. Gece siyahı gözlerim loş ışığa karışıyordu. Aynaya baktım. Üstümde lacivert uzun dar, kolsuz bir elbise vardı. Siyah saçlarım omuzlarıma dökülüyordu. Ayağımdaysa siyah bir çift topuklu vardı. Takı olaraksa inci kolye ve inci küpe takmıştım.

Gözlerim yüzüme tırmandı. Çok az bir fondöten, hafif bir allık, maskara ve bol highiliter kullanmıştım. Derin bir nefes alıp koluma lacivert çantamı geçirdim ardından vakit kaybetmeden odadan çıktım. Çıkar çıkmaz karşıma Melis çıktı. Saten, tozpembe, kısa, büyük bir göğüs dekoltesi olan bir elbise giymişti. Sarı kısa saçları omuzlarındaydı. Bol allık, pembe far, maskara ve highiliter kullanmıştı. Ayrıyeten beyaz takılar, beyaz topuklu ve beyaz çanta almıştı. Gülümsedim. “Nasılsınız peri Hanım?”

Tatlı tatlı güldü. “Sizi sormak lazım Elfida Hanım. Düğün basmaya gidiyoruz sizdeki bu neşe pek hayra alamet gelmedi.”

Güldüm. Koluna girerek çıkışa yönlendirdim. Kapıyı açıp çıktıktan sonra kilitleyip asaönsöre bindik. Saniyeler içinde giriş katına inince apartmandan çıkıp sitenin çıkış kapısına yürüdük. Kapıdaki güvenliğe selam verdikten sonra çıkıp bir taksiye bindik.

Dakikalar sonra düğün salonuna geldiğimizde kapının önünde Sereney’ı gördüm. Dalgınca bir süs ağacına yaslanmış uzun kızıl saçlarını tek bir örgü şeklinde önüne atmıştı. Kollarını göğsünün altında bağlamıştı. Üzerindeyse koyu kırmızı dizlerinde biten spor bir elbise vardı. Ayağında kırmızı beyaz bir spor ayakkabı. Onun dışında kızaran gözlerini saklamak için acemice bir kapatıcı sürmüştü.

Halsiz gözüküyordu, yorgun. Gözleri dolu doluydu. Dudakları titriyordu.

Derin bir nefes alıp yanına gittim. Beni gördüğü gibi başını kaldırıp yorgunca gülümsedi. “Yavaş yavaş salona girelim nikahın kıyılmasına az kaldı.”

Titriyordu sesi. Gerçekten sevmişti değil mi?

Başımı salladım. “Erken gelmişsin. Daha geç geleceğini sanıyordum.”

Omuzlarını silkti umursamazca. “Evde zaman geçmedi senle olan dersimden sonra hazırlanıp geldim.” Yutkundum. O kadar saat burada sevdiği adam ve en yakın arkadaşının düğün salonuna mı bakmıştı?

Serenay gerçekten çok sevmişti.

Başımı salladım hissiz gibi görünmeye çalışarak. “Anladım. Madem öyle girelim yavaşça o zaman.” Başını salladı. Melis’i de alıp açık hava düğün salonuna girdik.

Girişte sıkıntı yaşamamıştık.

İstemsizce etrafa göz gezdirdim. Beyaz tüllerle özenle kaplanmış masaların üstünde kuru vişne çürüğü rengini almış güller vardı. Sandalyelerse şeffaf camdan yapılmıştı. Pistin üst köşelerindeyse beyaz ince tüllere bağlanmış ufak gül şeklinde ampuller asılıydı. Ampullerden yansıyan loş ışık etrafa hoş bir şekilde yayılıyordu. Pistin üzerindeki orkestraysa klasik müzik çalıyordu. Pistteyse gül kurusu renginde bir ışık yansıyordu. Gözlerim sola kaydı. Solda pistin yanında tüllerle etrafı çevrilmiş bir nikah masası vardı. Masa kuru güllerle donatılmıştı. Gözlerimi etraftan çekip diğerlerine baktığımda arkalarından geçen bir garsonla duraksadım. Pasta dağıtılıyordu, birazdan nikah kıyılırdı. “Melis.” Dedim “Bize boş bir masa bulsana.”

Başını sallayıp uzaklaştığında Serenay’a yaklaştım. “Bunu gerçekten istiyor musun?”

“Etraftaki bu hazırlığı gördükten sonra daha da emin oldum, Elfida. Kim bilir belki de benim yanımdan ayrıldıktan hemen sonra gelinlik, damatlık seçmeye gidip dekaraysonla ilgileniyorlardı.”

Gözleri dolduğunda titreyen ellerini yumruk yapıp arkasına sakladı.

“Tamam kendini hazırla o zaman çünkü gerçek bir kargaşa olacak.”

Geri çekilerek onu Melis’in yanına arkalardan bir masaya yönlendirdim. Birinin Serenay’ı tanımaması lazımdı. Derin bir nefes alarak düğün salonun ücra köşesinde kalan gelin ve damadım dinlendiği alana ilerledim. Tam önüne geldiğimde kapıyı tıklatarak geleceğimin haberini verdim. Uygunsuz bir manzarayla karşı karşıya kalırsam cidden kusardım. İçeriden saniyeler içinde “Gelebilirsin.” Sesi yükselince kapıyı açıp içeri girdim fakat girdiğim gibi kaskatı kesildim. Gözlerim kocaman açılırken nefesimi tuttum. Karşımdakinin de benden bir farkı yoktu. Öyle ki başını yere eğip saklanmaya çalıştı.

Ağzımdan istemsizce bir küfür savruldu. “Şansımı sikeyim!”

“Sen ne arıyorsun burada, Asena.” Dedi dehşetle.

“Abimin düğününe geleyim dedim! Sıçtırtma işine, derhal bana neden burada damatlıkla durduğunu açıkla!”

Duraksadı ardından etrafa göz gezdirdi. Kaçacak, saklanacak bir bahane aradı etrafta fakat bulamadı.

“Ben evleniyorum , Asena.”

“Annemlerin neden haberi yok bundan? Sen çocuk gibi nasıl habersizce böyle bir işe kalkışırsın!”

Başını yere doğru eğip burun kemerini sıktı. “Annemlerin haberi var zaten.”

“Ne saçmalıyorsun sen? Haberleri olsaydı ilk bana haber verirlerdi! Farkında mısın bilmiyorum ama ben senin kardeşinim!”

Gözlerini sımsıkı kapatıp sıkıntıyla nefesini verdi. “Burada olmamalıydın, sessizce yok olup gitmeliydin. Elfida Asena hiç var olmamış gibi davranılmalıydı.”

“Ne zırvalıyorsun sen! Açıklama istiyorum.”

Sessizce eğdiği başını kaldırdı. “Git Asena. Zamanın doldu git.”

Bir an önce bana Asena demeyi kesmeliydi.

Gözlerim doldu ama sebebini anlamadım. “Bu düğünü mahvetmeden mi? Asla.”

“Saçmalama def ol git Asena! Buradaki zamanın doldu artık istenmiyorsun!”

Başımı kaldırdım. “Ne demek istenmiyorum?”

Derin bir nefes aldı. “Bugün anlayacaksın şimdi git. Daha fazla bir şeyleri mahvetmeden def ol!”

Kaşlarım çatıldı. “Bugüne kadar neyi mahvettim de benle böyle konuşuyorsun?”

“Def ol, Asena!” dediği gibi solumda duran vazoyu alıp kafasına fırlattım. Vazo kafasında parçalara ayrılırken arkasındaki koltuğa doğru yığıldı. “Elfida Asena’yı öylece kovamazsın! Bunu öğreneceksin hepiniz öğreneceksiniz!”

Bulunduğum yerden çıkıp hızlı adımlarla orkestranın arkasına geçtim. Burada gözükmezken orkestranın arkasındaki tüm kabloları büyük bir hışımla söktüm. Saniyeler içinde müzik dururken aydınlanmalar kapandığı için etraf karanlığa gömüldü. Birkaç uğultu çıkarken uzun bordo tırnaklarımı kablolara bastırdım. Kablolar hasar görürken kullanılmayacak hale gelene kadar tırnaklarımla ezip büzdüm. Arka tarafta ben bunlarla uğraşırken kablolarla ilgilenmek için geldiğini tahmin ettiğim adım sesleri yaklaştı. Hızla ayağa kalkıp göz gözü göremeyen karanlığa doğru adımladım. Arka masalara doğru yaklaştığımda Melis ve Serenay’ın sesinin geldiği yere gittim. “Serenay sahne sende.”

Şaşkınlıkla yutkundu. “Bunu sen mi yaptın?”

“Uzun mesele oralarını boş ver. Karanlık yarattığım için insanları daha da bozguna uğratmış olacağız bu düğünü tamamen mahvetmeye çalışıyoruz değil mi? Eğlenmelerine bile izin vermemeliyiz. Korkuyu hissetmelerini istiyorum.”

Bulanık bir şekilde başını salladığını gördüm. Ardından piste doğru ağır adımlara yürüdü bu sırada Melis’in bileğinden tutup bende piste doğru ilerledim. Serenay piste çıktığı gibi klişe bir şekilde “Bu düğün gerçekleşemez!” diye haykırdığında gözlerimi devirdim. Biraz daha orijinal olabilirdi.

Ardından bizde piste çıktığımızda bu sefer ben bağırdım. “Elfida Asena’nın arkasından iş çeviremezsiniz.”

Bir uğultu yükseldi. Ardından uzun bir sessizlik.

“Elfida…” diye bir mırıltı seçti kulaklarım. “Burada olmamalıydın. Bu dünyadan silinip gitmeliydin, kızım.”

“Ne zırvalıyorsunuz siz? Ayrıca baba… Senin bundan haberin vardı ve bana abimin evleneceğini söylemedin mi?”

İçimde bana fısıldayan bir ses işittim, bu ses beni ürkütmekten daha fazla şey yaptı. “Onlar sana hiçbir zaman bir şey söylemediler, Elfida. Onlar için bir yükten, beladan farksız değildin. Anla artık, hisset damarlarında akan kanı, herkesi deli edecek güç sende varken intikam almalısın. Bugün seni bir hiçliğe terk ettiler, yok olmanı istediler tıpkı yıllardır istedikleri gibi. Anla artık Elfida Asena! Hisset damarlarında akan asil, acımasız kanı.”

Yutkunamadım. Bu ses neydi? Ne intikamı? Anlamıyordum anlamakta istemiyordum. Bir an önce Serenay’ın intikamını alıp def olup gitmek istiyordum. Daha fazla kurcalayıp canımı yakmak istemiyordum ama beni kurcalamaya itiyorlardı, bunu kesmelilerdi! “Serenay hızlı ol buradan bir an önce gitmek istiyorum. İçini dök küfret bağır ağla ama bunu hızlıca yap ve bitir.”

Nefes alamıyordum. Boğazımı saran görünmez karanlık ipler var gibi hissediyordum. “Anla artık Elfida, bir diyarı ele geçirecek güce sahipsin! Neden acınacak durumda gibi bakıyorsun? Onlar senden hep nefret etti, damarlarındaki kan onlara bela açtıkça senden birer adım uzaklaştılar. Anla artık onlar seni ve damarlarındaki siyah kanı kabullenemiyorlar!”

Bana neler oluyordu? Siktir! Çok kötü durumdaydım.

Damarlarımda, derimin altında karınca gibi gezinen bir şeyler hissediyordum anlam veremiyordum. Buradaki herkesi n kalp atış sesleri kulaklarımdaydı, nabızlarına kadar. Gözlerim etrafı siyah görüyordu. Boğazım karıncalanıyordu. Avuç içlerim birini öldürmek için kaşınıyordu. Dudaklarımsa benden habersiz hareket edip duruyordu.

Aferin!” dedi zihnimde gülen bir ses “Siyah kanın seni ele geçiriyor. Yıllar sonra sonunda ona izin verdin! Şimdi kontrolü bana bırak güzelim. Kafan karışık biliyorum ancak alınacak bir intikamımız var. Senin kanına ihanet etti onlar, Elfida. Bana inan birazdan olacakların hepsini senin için bizim için yapıyorum. Onların seni, bizi daha fazla üzmemeleri için. Zor biliyorum ama güven bana.”

Korkacağımı düşündüm, bu kadar şeyden sesten sonra fakat damarlarımda akan kan korkmama izin vermedi. Korku duygusunu hissedemedim. Kalbimin ortasında büyüyen bir karanlık hissettim onun yerine.

“Tanrım!” dedi o ses yine “Sandığımdan daha güçlüsün. Senin kanına sahip hiç kimse bu kadar soğukkanlı olmamıştı.” Neşeyle şakıdı. “Ay! Seninle işleyeceğimiz cinayetler için sabırsızlanıyorum!”

Güldüm. Bu ses işini biliyordu. “Bende.” Dedim kalbimin ortasındaki karanlık yayılırken. “Bende sabırsızlanıyorum.”

Siyah gören gözlerim bulanıklaştı kulaklarım benden habersiz dile gelen dudaklarıma dikkat kesildi. “Ben Elfida Asena. Kimse beni kolayca gözden çıkaramaz. Ben izin versem bile damarlarımda akan kan izin vermez buna. Namı değer Siyah.”

Siyah

Dudaklarım zevkle yukarı doğru kıvrıldı. Namı değer Siyah. Diyarları ele geçirebilecek güce sahip tek soy. Tükenmiş soyun son taşıyıcısı. Evet bendim. Acımasız katil Namı değer Siyah. Bunu nereden biliyordum bilmiyordum ama hissediyordum damarlarımda akan siyah acımasız kanı. Gülümsedim buz gibi bir şekilde. “Soyum kan istiyor, üzgünüm.” Üzgün değildim. Kan görmek istiyordum. Parçalanmış cesetler. Cesetlerin aralarında benden nefret eten tanıdık yüzler görmek istiyordum. Soyum ise bunu benden daha çok istiyordu. Son taşıyıcıydım ben ismimi kimse unutamayacaktı.

“İşte böyle, Elfida. Zihnine uğruyor nesillerin. Hissediyorlar mezarlarında. Senin onlar için akıtacağın her damla kana normalden bin kat güç vaat ediyorlar. Güçle lanetlenmiş taşıyıcıya daha fazla güç vaat ediyorlar. Delirmiş olmalılar Elfida!”

Güldüm. “Söyle onlara güçle lanetlenmiş bir canlıyı güçle kandıramazlar. Döktüğüm her damla kan benim siyah kanıma karışıp can bulacak!”

“Elfida seni bazen anlamıyorum.”

“Bende anlamıyorum.”

Yutkundum ardından gözüm karardı ne oldu bilmiyorum son hatırladığım kapalı bilincimle bir yere doğru savrulduğumdu.

&

Gözlerimi bir bağırışla açmak hoş değildi. “Olamaz.” Diyordu bir ses dehşetle “O diyara geri dönmüş sonumuz geldi!”

Ne diyarı? Delinin teki neden uykumun içine ediyordu ki.

Uyku mahmurluğuyla esnedim ardından uzandığım çimlerin arasından doğruldum. Siyah saçlarım yüzüme doğru gelirken bundan rahatsız olarak bileğimdeki tokayla dağınık bir topuz yaptım. Sonra jeton yeni düştü. Ben neden çimlerin içinde uyanmıştım? Yutkunarak gözlerimi kocaman açtım. Karşımda oradan oraya koşuşturan şey bir elf miydi yoksa ben mi akıl sağlığımı yitirmiştim? Bu düşünce beynimin tam ortasının içine sıçtı. Gözlerimi kapatıp tekrar açtım fakat hiçbir şey değişmedi aksine yaşadığım dehşet büyüdü çığ oldu. Elfin etrafında dönen o kırmızı kuşak neydi. Bir büyüye benziyordu ama ben büyünün nasıl gözüktüğünü nereden biliyordum. “Siktir oradan.” Derken buldum kendimi. Aklımı kaçıracaktım az kalmıştı. “Elfinizide büyünüzü de çiminizi de….”

Sertçe yutkundum ve ayağa kalktım. Etrafta gezdirdim gözlerimi. Ucu bucağı olmayan bir çayır vardı karşımda ve bu çayırda dolaşan birkaç elfle, peri. Peri görmemle daha da dehşete kapıldım. Ellerim siyah saçlarıma gitti. “Sıçarım böyle işe! Neredeyim ulan ben?” Kendi etrafımda boş bakışlarla döndüm. “Umarım ben Alis’imdir ve bu da benim harikalar diyarımdır çünkü prenses ve yedi cücelerdeki salak prenses olmayı planlamıyorum.” Fakat kabul etmek gerekirse hayatımda kendimi hiç bu kadar salak hissetmemiştim. Bu sırada gözlerimin önünden bir şey uçup geçti. Hadi oradan o şey bir ejderha olamazdı değil mi? “Yok canım!”

Gözlerimi kapadım. Başımı yere doğru eğdim. Ellerimle şakaklarıma baskı uyguladım.

Başım ağrıyordu artık. Neler olduğunu, neyin içinde olduğumu anlayamıyordum. Şiddetli ağrıya bir son vermek ister gibi gözlerimi aniden açarak başımı kaldırdım. Aklımı kullanmalıydım neler olduğunu düşünmeliydim. Gözlerim üstümdeki kıyafetime kaydı. Lacivert kolsuz dar uzun bir elbise vardı üzerimde. Bu elbiseyi en son düğüne giderken giymiştim. Bir dakika o düğünde bir şeyler yaşanmıştı, anımsıyordum. Sertçe yutkundum. Derimin altında bir şeyler yürür gibi hissettim.

“Derhal aptallığı bırak. Bu kadar salaklık soyuna bir hakaret.”

Çabalıyorum görmüyor musun?

Bu kadar garipliğin içinde gaipten gelen sesleri sorgulayacak raddede değildim. Başka şeylerin ucunu yakalamalıydım. Derin bir nefes alarak beynimin derinliklerindeki anılara sızmak ister gibi gözlerimi kıstım. O düğüne Serenay için gitmiştik tek değildim yanımda Melis’te vardı. Sonra gelin ve damadı görmek için dinlenme odalarına girmiştim. Oradaysa damatlıkla abimi görmüştüm. Kaskatı kesildim. Sonra bana garip garip şeyler söylemeye başlamıştı. Ne demişti? “Gitmen gerekiyordu, Elfida Asena hiç var olmamış olmalıydı.” Sesi kulaklarımda çınladı. Boş sözler değildi ortaya attıkları değil mi? Bunlar boş şeyler değildi. Sonrasında babamı görmüştüm. “Daha fazla hayatımızı mahvetme” demişti “Artık def olup git, Elfida. İstenmiyorsun.”

Gitmemi istedikleri yer evim değildi şu an anlıyordum. Evime değil ölüme gitmemi istiyorlardı. Hiç tanımadığım bir diyara ölüme gitmemi istemişlerdi benden. Halbuki ben evime gitmemi istediklerini sandığımda bile paramparça olmuştum.

Omuzlarım sarsıldı yer ayaklarımın altında sallandı.

“Bunu yapma, Elfida. Senden nefret eden birileri için yıkılma, inan bana değmiyor.”

Sesi umursamadım bana bir yuva sıcaklığı verecek kadar sıcak beni ürkütecek kadar soğuktu. Yutkundum. Biraz daha düşünmeye zorladım kendimi. O an kanımda gezen karıncalar hissetmiştim. Gözüm siyah bakmaya başlamıştı. Her taraf siyah gözüküyordu. Hatırladığım anılar kanımı dondurdu. Siyah görmüştüm. Ayrıca bir ses duyduğumu hatırlıyorum, şaşkınlığımı atmamı sağlamış, beni yönlendirmişti. O ses sakinleşmemi sağlamıştı.

O ses az önce gram umurumda olmayan sesti değil mi?

Sikeyim! Ayda yılda bir bir şeye şaşırmadım, sorgulamadım o da işime yarayacak şey çıktı.

İçimi okuduğunu anlamam için kahin olmama gerek yoktu. İçimden onunla konuşup iletişime geçmeliydim. Merhaba, tanışıyoruz sanırım. Uzatmayacağım. Bana neden burada olduğumu, beni nasıl duyabildiğini, dünü anlatabilir misin?

Ah Elfida.” Dedi sessiz bir fısıltıyla “Sana anlatacaklarım sınırlı şeyler. Bak beni iyi dinle. Burası senin bildiğinin ötesinde bir yer. Tehlikeli. Barınacak yere, yiyeceğe ve birkaç parça kıyafete ihtiyacın var. Ayrıca iki hançer, at ve bir adet kılıç lazım. Burası güvenli değil. Olanları anlamakla uğraşmadan önce hava kararmadan anlattıklarımı temin etmelisin. Sen çıkarken elbisenin gizli cebinde birkaç mücevher yerleştirmiştim. Buradaki para birimi farklı fakat mücevher her yerde geçer. Dediklerimi yap hemen hızlıca.”

Bana emretmesini sevmedim.

Derin bir nefes alıp şaşkınlıkla soludum. “Sen bu kadar şeyi…” tamam aklımı daha sonra çalıştıracaktım. Şu an hava kararmadan dediği şeyleri temin etmeliydim. Hava soğuyordu. Uzun çayırda rasgele bir yöne doğru yürümeye başladım. Saatlerce yürüdükten sonra çarşı gibi bir yere çıktım. Uzun çarşı eski çağlardaki gibi döşenmişti beni dehşete sokansa etrafta yürüyen alışveriş yapan periler, elfler, kara melekler, iblisler, şeytanlar, büyücüler vardı. Şaşılmayacak şey değildi. Sertçe yutkunup önüme baktım. Birkaç adım ilerideki giysi satan yere girdim. Gözlerim irileşti. Etraf tamamen eski çağlardaki gibi döşenmişti.

Derin bir nefes alarak giysileri incelemeye başladım. Giysiler çok tuhaftı. Hepsi eski çağ elbiseleri gibiydi. Zaten buradaki çoğu yaratık insan formunda olmadığı için büyücülere uygun kıyafetlerden alacaktım. Lacivert, kabarık etekli, belinde korsesi olan bir elbiseyi aldım askıdan, ardından siyah belinde korse olan dar etekli bir elbiseyi seçtim sonrasında rahat bir şeyler aradı gözlerim. Gri bol bir tişört ve siyah bir eşofman buldum güç bela. Bir çiftte siyah uzun bot aldım. Ardından lacivert bol bir hırka seçtim. Derin bir nefes aldıktan sonra kasaya geçtim. Kasadaki büyücü kadını incelemek istiyordu gözlerim fakat göze çarpmamak için kaçamak bakışlardan ileriye gidemiyordum. Ayrıca buradaki herkes değişik bakıyordu bana. Elbisemden olmalıydı. Buralarda bu tarz elbiseler yoktu. Elbisemin gizli cebinden bir mücevher çıkardığımda kadının gözleri ışıldadı. Mücevher verdikten sonra para üstümü alıp mağazadan çıktım. Para üstünden para birimlerini de görme şansım olmuştu. Sark renkti kağıt paraları üstündeyse “Saranthre.” Yazıyordu. Para birimlerinin adıydı büyük ihtimalle

Giysi mağazasının yanında kılıç, hançer tarzı savaş malzemeleri satan bir dükkan vardı. Oraya girip hançerleri incelemeye başladım. Hepsi hemen hemen aynıydı lakin bir tanesinin üzerinde siyah harflerle “Siyah.” Yazıyordu. Çok hoş geldi gözüme ondan iki tane aldım ardından aynı desene sahip bir kılıç aldım. Kasaya girip aynı şekilde ödeme yaptıktan sonra poşetlerimi de alıp çıktım. Yiyecek satan bir yere girdim hemen sonra. Hazır sandiviçler vardı. Onlardan iki tane aldım ardından üç şişe su ve bir çikolatalı süt, iki ekmek, bir gofret aldım. Kasadan çıktıktan sonra battaniye satan bir yere girdim. Kareli ufak bir battaniye ve siyah sırt çantası alıp oradan da ayrıldım. Son olaraksa bir tane beyaz at seçtim. Hava kararmadan gitmek için aceleci davranarak ödememi yaptım hemen sonraysa çarşıdan çıkıp çayırlık alana geçtim.

Ücra alan oldukça ıssızdı ki zaten burada çok durmayacaktım. Hızlıca elimdeki poşetten yiyecekleri çıkarıp aldığım sırt çantasına yerleştirdim. Battaniyeyi de aynı şekilde çantaya sıkıştırdığımda bir ağacın arkasına geçip üstüme gri tişörtle siyah eşofmanı geçirdim. Diğer kıyafetleri de çantaya sıkıştırıp gri hırkamı üstüme attım. Botuysa ayaklarıma geçirip arasına hançerlerimi yerleştirdim. Kılıcıda atımın üzerinde beygire astım. Hızlıca beyaz kraliçemin üzerine bindiğimde sırt çantamda sırtımdaydı. Derin bir nefes aldım.

Başlıyorduk.

Bölüm : 28.10.2024 14:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ada Ilgın / Siyah'ın Kehaneti / Antrenör
Ada Ilgın
Siyah'ın Kehaneti

13 Okunma

7 Oy

0 Takip
2
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...