
Selam aşklarımm. Bölümü beğenmeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın. Sizi seviyorummmm ♡♡
Çok uzun zaman olduğunu biliyorum ama inanın işten hiç vaktim kalmıyor. Bünyem asla alışamadı sürekli midem bulanıyor sürekli uykum geliyor. 7-6 çalışıyorum, belki iş ağır olduğu için bu kadar yoruluyorumdur çünkü ders çalışırken de bu saat aralığını kullanıyordum hatta bir saat ara verip akşam 7 den 11e kadar tekrar ders çalışıyordum ama asla bu kadar yorulmuyordum. Fırsat buldukça yazmaya çalışıyorum ama ancak bu kadar oldu. Gerçekten özür dilerim. Bir bölüm için bu kadar beklemenin ne kadar sinir bozucu olduğunu biliyorum...
"Şşş, sabret biraz" dedi ve beni de yönlendirerek yürümeye başladı...
"Hazır mısın?" birkaç saniye daha yürüdükten sonra durmuş ve kulağıma doğru fısıldamıştı
"Hazırım" dedim hafifçe sırıtarak. Ne olduğunu bilmiyordum ama güzel bir şeyler hissediyordum
Draco, ellerini gözlerimden çektiğinde, gördüğüm ilk şey karanlıkta parlayan ateş parçalarıydı. Cissy elinde, küçük bir pastayla karşımda durmuş, bana gülümsüyordu
"Doğum günün kutlu olsun" dedi Draco, önüme geçip dudaklarıma hafif bir öpücük kondurarak
Şaşkınlıkla gözlerimi pastadan çekip ona çevirdim. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Ben bile bugün doğum günüm olduğunu unutmuştum
"Üflemeyecek misin?" diye sordu Cissy, gülümseyerek
Ona doğru birkaç adım attım ve mumlarımı üflemeden önce gözlerimi kapatıp dileğimi tuttum. Sonra da mumları üfledim. Cissy pastayı masaya bırakıp bana sarıldı
"Mutlu yıllar" dedi usulca. Ardından masanın üzerinde duran bir paketi alıp bana uzattı
"Hediye mi aldınız?" dedim şaşkınlıkla. Cissy kafasını salladığında paketi açmaya başladım
Paketin içinden çıkan şeyi görünce gözlerim büyüdü, kalbim hızla çarpmaya başladı. Hediyeyi kutusundan çıkarıp elime aldım. Bu, belki de hayatımda gördüğüm en güzel kol saatiydi..
"Büyücü dünyasında bir gelenek. Reşit olan herkese ailesi tarafından bir saat hediye edilir. Artık sen de büyüdüğüne göre annenin saatini almanın zamanı geldiğini düşündüm" dedi Cissy, ben hâlâ saati incelerken
O sözlerini bitirdiğinde bir anda kafamı kaldırıp ona baktım. Annemin saati.. Cümlesi içime işlemişti resmen..
"Bu saat Lyra'nındı" diye devam etti, sesi eskisinden daha yumuşak çıkıyordu. "Gençliğinden beri takardı. Bunu bana, sen daha bebekken vermişti. Bir gün büyürsen ve yanımda olursam sana vermemi istemişti.." dedi ve bir an durdu, sonra yavaşça devam etti "Bir gün, bu zamanların geleceğini çok iyi biliyordu-"
Sözlerini bitirmesine fırsat bırakmadan birden ona sarıldım. Bu artık sadece zamanı gösteren bir saat değil, annemden kalan bir parçaydı. Ve Cissy onu saklamıştı.. Onca yıl..
"Çok teşekkür ederim.." dedim hâlâ ona sarılmışken, boğazımdaki düğümle baş etmeye çalışarak. "Gerçekten, hayatımda aldığım en anlamlı ve en güzel hediye.."
Cissy de bana sarıldığında güldüğünü hissetmiştim
"Khm-khm" Draco hafifçe öksürerek dikkati kendine çektikten sonra konuştu "Sanırım sıra bende" dedi ve bana yaklaşıp cebinden kadife, küçük bir kutu çıkardı
Kutuyu alıp açtığımda, elim refleksle boynuma gitti
"Ben.. onu kaybettiğimi fark etmedim bile.."
"Artık bunu düşünmene gerek kalmayacak" dediğinde, babamın yüzüğüne geçirilmiş kolyeyi kutusundan çıkarmıştım. Draco onu elimden alıp bana biraz daha yaklaştıktan sonra, kolyeyi boynumdan geçirdi ve devam etti "Eskisinden daha sağlam.. Ve kabul et, biraz daha şık"
Kesinlikle öyleydi. Eskisinin zinciri daha kabaydı ve zaten birçok kısmı kararmıştı. Banyoda bile bile çıkarmadığım için bu çok normaldi..
Parmak uçlarımda yükseldim ve Draco'nun yanağından öpüp ona sıkıca sarıldım. Beni nasıl mutlu edeceğini her zaman biliyordu..
~
"Çok yoruldum" dedim mutfaktan çıkarken, bir elim hâlâ midemdeydi. Cissy pastadan birkaç çatal alıp odasına çekilmişti ama Draco ve ben mutfakta biraz daha oturmuştuk. Saat 1'i çoktan geçmişti, pastanın şekeri kafama vurmuştu artık
Merdivenlerin önüne geldiğimizde bir süre basamaklara bakakaldım. "Burası her çıkışımda daha dikleşiyor gibi, farkında mısın?"
Draco bir şey demedi. Sadece usulca yanıma gelip beni kucağına aldı. "Burda şımartılmak isteyen biri varmış demek" diye mırıldandı, yukarı doğru çıkarken
Altımdaki şort zaten kısaydı, bir de Draco beni kucağına aldığında daha da kısalmıştı. Normalde bundan rahatsız olurdum ama koridorda kimse olmadığı için kafama takmamıştım.
Başımı onun göğsüne yasladım. Gözlerim kendi kendine kapanmıştı. "Bence bunu hak ettim" dedim uykulu bir sesle. "Kolların o kadar rahat ki.. sabaha kadar burada uyuyabilirim"
Draco bir an sustu. Sonra alçak, neredeyse fısıltı gibi bir tonda konuştu. "Tehlikeli cümleler kuruyorsun"
Merdivenleri çıkarken ben hâlâ gözlerimi kapalı tutuyordum. Ama bir süre sonra adımlarının yön değiştirdiğini fark ettim. Benim odam sağdaydı, ama Draco sol tarafa, yani kendi odasına yönelmişti
Gözlerimi açıp kafamı hafifçe kaldırdım
"Draco?" dedim, biraz şüpheyle. "Odam diğer tarafta"
"Biliyorum" dedi. Durmadı. Cevabındaki sakinlik beni daha çok tedirgin etmişti.
"Ben sadece şaka yapmıştım, biliyorsun değil mi?" diye kıpırdanmaya başladım. "Yani şey.. senin kucağın güzel falan ama-"
"Güzel olan tek şey kucağım değil Yavru Aslan" dedi ve göz kırptı
Şok olmuş bir şekilde ne cevap vereceğimi bilemeden ağzımı açıp kapattım
"Sen.. sen bazen çok fazla oluyorsun, biliyor musun?"
"Sadece seninleyken" diye fısıldadı ve kapıyı açtı
Odasına girerken hâlâ kucağındaydım. Artık yere inmek için fiziksel çaba göstermekten vazgeçmiştim. Çünkü.. dürüst olayım, hoşuma da gitmişti. Ama bunu asla çaktıramazdım
"Bak cidden, ne zaman yan yana gelsek sürekli birileri tarafından basılıyoruz-"
"Basılsak da kimse şaşırmaz. Çünkü herkes senin kalbinin çoktan bana ait olduğunu biliyor" dedi, beni yatağın ortasına dikkatle yerleştirirken.
Yatağa oturdu ve yavaşça kapüşonlu ceketini çıkarmaya başladı. Hareketleri o kadar sakindi ki, bana da paniklemek yerine izlemek düşmüştü. Yastığa yaslandım, ellerimi göğsümde kavuşturarak ciddileştim
"Eğer bu gece tek bir kötü niyetli hareketin olursa seni bir gelinciğe çeviririm"
Draco hafifçe başını bana çevirdi. "Eğer ben kötü niyetli olsaydım.. bu konuşmayı mutfakta yapıyor olurduk. Yatakta değil"
TERBİSEYSİZ! Yatağa kadar bekleyemezdim mi demek oluyor bu!?
Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki, Draco bir adım yaklaşıp başını yana eğdi. Sanki ne diyeceğimi kelimesi kelimesine biliyormuş gibiydi
"Yapma Y/N. O, 'Ben hâlâ masum küçük bir kızım' ayakları bana sökmez. Yaklaşık iki saattir reşitsin"
Nefesim bir an kesildi. Ne desem bilemedim. Hem utanmıştım hem de sinirle gülmemek için dudağımı ısırıyordum
"Anlaşılan başka bir bahane bulmam gerekecek" dedim dudağımı büzerek
Draco'nun dudakları hafifçe kıvrıldı. "Bahane aramana lüzum yok Y/N.. buraya gelmek için istekli olduğun gözlerinden belli oluyor zaten"
Aferin geri zekâlı! Her söylediğine bir kılıf uyduran birinin karşısında neden hâlâ üste çıkmaya çalışıyorsun ki!?
Draco, odanın camını açıp tişörtünü çıkardı, yatağın diğer tarafına geçti ve devam etti. "Ama merak etme. Yatağın sınırlarını ihlal etmeyeceğim.. sen etmedikçe"
Ben Draco'nun kolunda sessizce yatıyordum. Yani aslında ikimizde konuşmuyorduk. Birkaç dakikalık bu sessizliği ona doğru dönerek ben bozdum
"Draco"
"Hmm?"
"Uykum kaçtı benim"
Draco gözlerini tavandan çekip bana çevirdi ve sırıtmaya başladı
"Bu gülüşü biliyorum" dedim hafif sinirle. Ardından devam ettim. "Aklından bile geçirme"
Draco hafifçe gülerek beni daha da yakınına çektiğinde hiç direnmedim. Göğsüne yaslandım. Tenine.. sıcacık ve yumuşaktı ama altındaki sert kaslarını hissedebiliyordum. Hiç kıpırdamadan öylece durdum. Çünkü bu his, güvende olma hali, çok hoşuma gidiyordu.
Sonra burnuma o koku geldi. Yeşil elma. Temiz, taze ve keskin. Draco'nun kokusu. Ne zaman bu koku burnuma gelse, beynim kısa devre yapıyor gibi oluyordu..
Parmaklarımı yavaşça göğsünde gezdirdim. Teni pürüzsüz, sıcak ve canlıydı. Her nefes alışında göğsü hafifçe inip kalkıyor, ben de onunla birlikte hareket ediyordum sanki. Küçük bir şeydi ama bana iyi geliyordu..
"Bu kadar güzel kokmak zorunda mısın gerçekten?" diye mırıldandım, sesim neredeyse bir iç çekiş gibiydi
Draco hafifçe güldü. "Hayır. Ama senin böyle yüzünü göğsüme gömüp durmanı sağlıyorsa.. değer"
Göz devirdim ama o sırada bile kalbim deli gibi atıyordu. Ne yaparsam yapayım, bu çocuğa fena halde aşıktım
"Keşke bir an önce 22 yaşımıza gelsek.." dedim, iç çeker gibi
"Neden 22?" diye sordu Draco, kaşlarını hafif kaldırarak
"Evlenip kendi hayatımızı kurardık" dedim omzuna yaslanırken
"Y/N, istersek yarın da evlenebiliriz, biliyorsun değil mi?"
"Saçmalama Draco. Biraz gerçekçi olur musun lütfen?"
"Gayet de gerçekçiyim. İkimiz de reşitiz. Evlenmemize engel bir şey yok"
"Off, bak uyurum şimdi"
"Tamam tamam, sustum" dedi hemen. Ama birkaç saniye sonra fısıltı gibi ekledi "Yine de itiraf et... minik Malfoy'cuklar senin de aklını çelmiyor değil"
"Ne çocuğu? Ben daha çocuğum. Bebek falan bakamam ben. En az 29 yaşında-" dedim ama sonra biraz abarttığımı fark edip kendimi düzelttim. "Çok oldu değil mi, en az 27 yaşında belki düşünebiliriz"
"27 mi!? Yuh!"
"Peki, 26 olsun"
"Çok indin ya" dedi dalga geçer gibi
"İyi, sen yabancı değilsin. 25 olsun. Ama daha da inmem ona göre"
"Torun büyütecek yaşta anne baba oluyoruz.." diye sitem etti Draco
"Abartma, annenler 40 yaşlarında değiller mi? Ben ortada bir torun göremiyorum ama"
"Çok istiyorsan-"
"Draco!"
"Ne? Sen söyledin"
"Ben onu mu kastettim!?"
"Ama-"
"Tamam sus. Kapat bu konuyu" dedim ve ekledim "Seninle de iki çift laf edilmiyor"
Draco küçük bir kahkaha atıp beni biraz yukarı doğru çekip elleriyle yüzümü kavradı ve rastgele öpmeye başladı
"Ya bırak, öpme beni" dedim onu ittirmeye çalışarak. Ama gücüm yetmemişti. Hayvan, naz bile yapamıyorum senin yüzüne!
"Sen şimdi konuşmak mı istiyorsun?" diye sordu sonunda öpmeyi kestiğinde
"İstemiyorum. Git başımdan" dedim kafamı diğer tarafa çevirirken
"Tamam tamam, gel trip atma da konuşalım" dedi ve bana daha da sıkı sarıldı. Off aptal! Şöyle yapmak zorunda mısın!?
"Tamam, hadi konuşalım" dedim yeniden heyecanlı heyecanlı ona dönerek. Bu kadar çabuk tav olacağımı düşünmemiştim..
"Aslında birkaç gündür sormak istediğim bir şey vardı ama bir türlü zaman bulamamıştım" dedi bana bakarak
"Sor"
"O gün, Mattheo'ya söylediğin şey.." dedi ve bir an duraksayıp devam etti "Benim bile Draco'dan sakladığım şeyler var demiştin. Ne saklıyorsun sen benden?"
"Önemli bir şey değil ya-"
"Y/N, beni geçiştirme. Onu öğrenene kadar seni bırakmam"
"Gerçekten önemli bir şey değil-"
"Tamam, söyle o zaman"
"Ama şimdi-"
"Aması yok"
Bir an sustum. Kaçacak yerim kalmamıştı. İstemeyerek de olsa, dudaklarım aralandı.
"Ben neden ikinci sınıfta takıma girdim, biliyor musun?"
Draco kaşını kaldırdı. "Kafana gözüne Bludger yemek için? Sürekli süpürgeni kırmak için? Potter'ı kıskandığın için? Sürekli bir yerlerden düşmek için? Her dakika başı ölümle burun buruna gelip tribünden izleyen herkesin yüreğine indirmek için? Yani bilemedim, aklıma bu kadar geldi"
Bir anda istemsizce kıkırdadım. "Hayır"
"Neden o zaman?"
Nedenini söylemeden önce derin bir nefes aldım ve daha önce kızlara bile söylemediğim şeyi Draco'ya itiraf ettim
"Oliver'a aşıktım da o yüzden"
Draco'nun yüzündeki ifade tam anlamıyla dondu. Gözleri bir an kocaman açıldı, sonra alnını buruşturdu. "Sen.. ne!?"
"Ne var, olamaz mı?" dedim ve devam ettim. "Bence oldukça yakışıklı, nazik, zeki, cesur, yetenekli, yakışıklı demiş miydim-"
"Y/N!"
"Üzgünüm" dedim ve gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım
Draco'nun ağzı yarı açık, gözleri hâlâ hafif şoktaydı. Sonra yavaşça burun köprüsünü ovuşturarak hafif sinir ve kıskançlıkla konuştu
"Harika. Hayatımın aşkı, hayatını riske atıp Quidditch takımına Oliver Wood uğruna girmiş!"
"Abartma. Sadece Oliver için değil. Cedric, Terence Higgs ve Adrian Pucey'de vardı"
"Bizim takımdakiler de mi!?"
"Evet. Ve ayrıca o zaman söyleyememiştim, çok içimde kalmıştı ama şimdi söyleyebilirim. Çok kötü birisin Malfoy! Sen arayıcı olunca senin yüzünden Terence takımdan atılmıştı!" dedim ve kollarımı bağlayıp yüzümü diğer tarafa çevirdim
"Çok üzgünüm Y/N" dedi sakin bir sesle. Sonra sinirle devam etti "Haberim olsaydı okuldan da attırırdım!"
"Ha! Zalim şey!"
İkimizde bir süre sessiz kaldıktan sonra Draco yavaşça konuştu
"Wood'a ne zamana kadar.." sinirden devamını getiremeyince bana bir gülme gelmişti ama zorlukla bastırıp cevap verdim
"Birinci sınıftan, dördüncü sınıfın ikinci dönemine kadar"
"Sana inanmıyorum.."
"Ne var? Bu kadar yakışıklı biri, ortak salonda otururken, yanımdan geçerken ya da öylesine konuşurken saçlarını okşayıp iltifat etse sende aşık olurdun"
"Tamam sus, anlatma" dedi ve birkaç saniye sonra tedirgince ekledi. "Sana ne söyledi?"
"Bir keresinde ortak salondayken, Oliver bana çarpmıştı. Beni tutmasaydı düşecektim. Sonra saçlarımı okşayıp gülümseyerek 'Dikkatli ol küçük hanım, böyle güzel bir yüz çizik içinde kalmasın' demişti" dedim hafif bir heyecanla. Ayy, o zamanlar karnımda uçuşan kelebekleri şimdi bile hissedebiliyorum
"Sende gittin bunun üzerine takıma mı girdin?"
"Evet. Çünkü ne zaman düşsem beni kaldırıyordu. Ayrıca yüzümden makas bile alıyordu. Sen biliyor musun küçük bir kız için o makas almanın önemini?"
"Yani ben dururken gerçekten o mu?"
"Özür dilerim, beni merdivenlerden aşağı iten birine aşık olmadığım için lütfen affet beni.."
O an sustu. Cevap falan vermedi. Başını yastığa gömdü, gözlerini tavana dikti. Birkaç saniye sessizlik oldu. Yatakta hafif doğrulup onun yüzüne doğru eğildim
"Ya Draco.. Küçüktüm o zamanlar. Ayrıca üst sınıflardan birinin gösterdiği ilgi her kızın hoşuna giderdi"
Ama Draco hâlâ bana bakmamıştı. Ben de hafifçe doğrulup dizlerimin üzerine oturdum, bir bacağımı onun üzerinden geçirerek tam kasıklarının üstüne yerleştim.
"Bana küsecek misin gerçekten?" dedim dirseklerimi, göğsünün üzerine koyup nerdeyse dudaklarına değerek..
Gözlerini sonunda bana çevirdi. Birkaç saniyeliğine... Sonra yine kafasını başka yöne çevirdi. Tamam, fena kıskanmış. Güzel.
O zaman bende son kozumu oynarım
Vücudumu hafifçe geriye çektim, üzerimdeki tişörtü çıkarıp bir kenara fırlattım. Sonra yeniden onun üzerine eğildim
"Hâlâ konuşmayı düşünmüyor musun?" dedim, yumuşak ama bir o kadar da meydan okurcasına bir sesle
Draco göz ucuyla bana önce yüzüme sonra vücuduma baktıktan sonra hafifçe doğruldu ve sırtını yatak başlığına yasladı
"Bu durumda konuşmak aptallık olmaz mıydı?" dedi ve belimden tutup beni kendine çekti
Onun bu şekilde vücuduma bakması beni feci şekilde utandırıyordu. Dayanabilirim sanmıştım ama dayanamayıp elimle Draco'nun gözünü kapatarak konuştum
"Bakma"
"Neden?
"Utanıyorum"
"Ama sen bana bakıyorsun"
"Aynı şey mi?" dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönüşmüştü
Draco, elimi tuttu, gözlerinden yavaşça indirdi ama parmaklarımı bırakmadı. Bakışları artık daha ciddiydi
"Beni böyle görmen utandırmıyor mesela" dedi alçak bir ses
"Çünkü sen utanmıyorsun"
"Hayır.. çünkü senin bakışlarını seviyorum" dedi ellerini belime yerleştirirken
Bir an sustum. Ne diyeceğimi bilemedim. Kalbim sanki biraz daha hızlanmış gibiydi. Ve sanırım o yoğunluğu bastırmak için, tamamen alakasız bir şey söyledim
"Hava da baya sıcak oldu değil mi?"
Draco hafifçe sırıtarak bana baktı. "Sen üstünü çıkarınca sıcak oldu, evet" dedi alayla.
Utançla omzuna vurduktan sonra kendi yüzümü kapattım
"Yapma şunu!"
"Bir şey yapmıyorum" dedi ve daha kısık, neredeyse duyulmayacak bir sele ekledi "Henüz.."
"Ya!" diye sitem edip Draco'nun kucağından indim ve yataktan kalkmaya yeltendim ama o, bir anda belimden tutup, beni hiç zorlanmadan yeniden yatağa çekti. Bir anda onun altında kaldım. Elleriyle bedenimi sabit tutarken yüzüme doğru eğildi
Önce dudakları nazikçe dudağıma değdi. Hafif, ama belli ki bilerek kısa. Sonra, yavaşça boynuma indi.. Tenime dokunan nefesiyle birlikte, tüylerim diken diken olmuştu.
"Basılacakmışız gibi hissediyorum" dedim yavaşça
Draco, gözlerini benden ayırmadan ve üzerimden kalkmadan yanındaki masanın üstünden asasını aldı ve kapıya doğrultup, o tarafa bile bakmadan bir büyü mırıldandı. Sonra asasını fırlatırcasına bıraktı
"Kapıyı mı kilitledin?" diye sordum, kaşlarımı hafif kaldırarak. "Hani kapı kilitlemek yasaktı?"
Draco dudaklarının kenarına tembel bir gülümseme yerleştirdi. "Benden başka birinin seni böyle görmesine izin vereceğimi mi sandın?"
Bu kadar ciddi bir cümleyi bu kadar sakin söylemesi.. istemsizce kıkırdamama neden oldu. Sonra hafifçe öne eğilip, dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdum.
"Tamam, hadi artık uyuyalım. Yoksa yarın hiç uyanamayacağız" dedim nazlıca
Draco bir an durdu. Gözleri gözlerime kilitlendi, bakışı derinleşti. Ama sonra, belli belirsiz bir iç çekişle başını eğdi ve kafasını göğsüme dayadı. Sessizce birkaç saniye öyle kaldı.
Sonra yavaşça üzerimden kalktı, yanımda uzandı. "Bir de bana kötü derler.." diye mırıldandı. "Asıl kötü olan sesinsin"
O an bir şey demedim, sadece gülümseyerek başımı onun göğsüne yasladım. O da kolunu belime doladı, beni iyice kendine çekti.
Sıcak, güvenli, sadece ikimize ait bir sessizlik çöktü üzerimize. Ama içimde kıpırdayan bir şey vardı.
Aslında.. böyle yapmaktan nefret ediyordum. Draco'nun gözlerindeki o düş kırıklığını her fark ettiğimde.. kendimi eksik, yetersiz hissediyordum. Sanki onun kalbini kırıyormuş gibi. Bende istemiyordum bunu. Ama bazı şeylerin de sırası, zamanı olmalıydı..
Büyücülük dünyasına göre reşittik belki. Ama ben, hâlâ tam anlamıyla büyüdüğümü düşünmüyordum. O da öyleydi. İkimiz de hâlâ biraz çocuktuk aslında. Bu yüzden, hiç değilse yirmili yaşlarımızı görmeden.. hiçbir şeyi aceleye getirmemeliydik.
Beni gerçekten sevdiğini biliyordum. Ama onu kırmadan, üzmeden.. hem kendimi hem onu kollayarak ilerleyecektim
Belki biraz sabır gerekiyordu. Ama sonuçta biz, birbirimizi bekleyecek kadar seviyorduk...
~
Saat tam yedi olduğunda, Draco'nun alarmı çaldı. Odanın sessizliğini delen o kısa tiz sesle gözlerimi açtım. Yavaşça doğruldum, Draco'nun gözleri hâlâ kapalıydı. Uyumaya devam etmeye çalışıyordu belli ki
Yanağına kısa bir öpücük kondurdum. Göz kapakları kıpırdadı, dudaklarının kenarıysa hafifçe yukarı kıvrıldı. Ama hâlâ gözleri kapalıydı, gülümseyerek mırıldandı
"Alarmdan çok daha etkili"
Ben gülümserken yataktan doğrulup kendi tişörtümü aramaya başladım. Ama yoktu. Yastıkların, örtünün hatta yatağın altına bile bakmıştım ama bulamamıştım
"Nereye attım ben bunu ya?" diye mırıldandım, biraz sinirli, biraz uykulu bir sesle. Ama sonra pes ettim ve yerde duran, Draco'nun tişörtünü giydim. Tişörtü şortumdan bile uzundu.
Uykulu gözlerle odadan çıkmak için kapıya yöneldim. Tam kolu çevirip açtım ki, kapı dışarıdan da çevrilmiş ve karşımda Cissy belirmişti
İkimiz de onduk kaldık.
Ben, Draco'nun tişörtü ve yüzümde hâlâ yastık iziyle kapıda. O ise mükemmel fönlü saçları ve saten sabahlığıyla, bir İngiliz asilzadesi edasıyla bana bakıyordu
Gözleri bir saniyeliğine üzerimdeki tişörte indi. Ve o saniye.. ömrümden ömür gitti..
"S-Sandığınız gibi bir şey olmadı!" dedim hızla. "Yani şey... Sadece... uyuduk. Gerçekten! Bu gece bir şey olmadı! Aslında bundan önceki gecelerde de bir şey olmadı ama-"
Arkamdan gelen Draco, hâlâ sıcacık sesiyle konuşmaya başlayınca lafım yarıda kaldı. "Anne. Beni uyandırmaya gelmiştin sanırım?"
Cissy hâlâ şakın olan ifadesiyle konuştu. "E-evet. Uyandığına göre... ben... artık gideyim" diyip hızla uzaklaştı
Draco'ya döndüm, yüzüm kıpkırmızıydı. "Off! Biliyordum işte! Hiçbir şeyden değilse bile bir gün bu rezilliklerimden, bu utancımdan ölüp gideceğim!"
Draco kahkahasını tutamadı. Bir adım atıp beni kendine çekti ve kollarını sımsıkı sardı. "Hadi git hazırlan da kahvaltıya inelim"
Kendimi ondan kurtarıp, yanaklarımı iki elimle tutarak kendi odama doğru yürümeye başladım. Yüzüm hâlâ yanıyordu. Draco da içeri girmiş, kapıyı ardından yavaşça kapatmıştı
Ama o anda, bir şey beni durdurdu. Koridorun öbür ucundan bir bakış... Kafamı istemsizce çevirdiğimde Mattheo'yla göz göze geldim.
Gözleri bana odaklanmıştı. Ne bir şey söyledi, ne de hareket etti.. Sadece... baktı..
Bense hemen başımı çevirdim ve hızlıca odama gidip duşa girdim..
~
Draco ve ben aynı anda odalarımızdan çıktığımızda Draco hızla yanıma geldi ama ben hiç ona bakmadan yürümeye devam ediyordum
"Bir süre yan yana görünmesek olur mu?"
"Hâlâ annemden mi utanıyorsun Yavru Aslan?" dedi Draco kıkırdayarak
"Merlin aşkına, sen utanmıyor musun!?"
"Neden utanayım ki?"
"Azıcık empati yapar mısın lütfen!?" dedim ve devam ettim "Benim yerinde sen olsaydın ve bizi basan kişi Remus olsaydı da utanmayacak mıydın!?"
"Bilmiyorum. Belki de bir ara ona da yakalanmalıyız"
"Malfoy!" diye sinirle bağırıp omzuna vurdum ama o hâlâ sırıtmaya devam ediyordu
Merdivenlerin sonuna geldiğimizde bay ve bayan Malfoy'un kendi aralarında bir şeyler konuştuklarını görmüştük. Onlara yaklaştığımızda ikisi de konuşmayı kesip bize dönmüştü. Tabi ben utançtan Cissy'e bakamıyordum ama..
"Yüzünüze ne olmuş sizin?"
"N'olmuş?" dedi Draco
"Göz altlarınız mosmor. Dün gece geç mi yattınız?"
"B-Ben kitap okuyordum" dedim apar topar. "Saatin farkına varamamışım"
"Ben de" diye ekledi Draco kısa bir tonla.
"Her neyse. Bir an önce kahvaltınızı yapın. Gecikmeden Diagon Yolu'na gideceksiniz. Okul alışverişinizi halletmeniz lazım"
Tam arkasını dönüp gitmek üzereydi ki, Cissy nazik bir öksürük sesiyle onu durdurdu. Lucius durup yeniden bize döndü, ama bu kez doğrudan bana baktı, ya da bakar gibi yaptı
"Neredeyse unutuyordum" dedi bıkkın bir sesle, ceketinin iç cebinden küçük bir hediye paketi çıkartırken. Kutuyu bana uzatırken göz göze bile gelmedi. "Yeni yaşın kutlu olsun.."
Bunu ona, Cissy zorla söyletmediyse bende bir şey bilmiyorum
Şaşkınlıkla uzattığı hediyeyi alıp "Teşekkür ederim.." dedim. Ardından gözlerimi pakete indirip yavaşça hediyeyi açtım
Yüzüklerin Efendisi kitabı..
"Annenle babanın en sevdiği kitaplardan biriydi"
"Ne kadar güzel düşünmüşsün hayatım" dedi Cissy, ellerini Lucius'un omzuna koyup, hafifçe parmaklarının üzerinde yükselerek onu yanağından öptüğünde
"Yaa, değil mi.." dedi Lucius bıkkınlıkla
Onların bu hallerine kıkırdamadan duramamıştım. Draco da bana bakıp gülümsediğinde Lucius resmen bize göz devirmiş, evet kocaman adam bize göz devirmiş, merdivenlere yönelerek uzaklaşmaya başlamıştı. Cissy ise hemen yanından ilerliyordu...
~
"Önce bankaya gidelim" dedim Diagon Yolu'na geldiğimizde
"Paramız var Y/N-"
"Ben kendi paramı çekmek istiyorum" dedim
Draco derin bir nefes verip kafasını sallayınca gülümseyerek onun elinden tutup çekiştirmeye başladım
"Y/N, bırak" Mattheo, birkaç saniye sonra kolumu tutup etrafına bakarak konuşmuştu
Çatık kaşlarla ona döndüğümde, gözlerini takip ederek, bize bakan kişileri görmüştüm. Doğru ya, herkes Mattheo benim sevgili olduğumuzu sanıyordu. Bense Draco'nun elini tutmuş yürüyordum..
İstemesem de Draco'nun elini bıraktım ve ikisinin arasına geçip başımı eğerek yürümeye başladım..
Bankaya geldiğimizde cin cücelerden biri bizimle ilgilenmeye başladı. Çok geçmeden o garip vagona binmiş, şelalenin altından geçip benim kasama gelmiştik bile
Cin cüce kapıyı açtığında gözlerime inanamadım. Tamam, her zaman kocaman bir servetim olduğunu biliyordum ama bu kadarı... Üstelik annemin bıraktığı serveti saymamıştım bile. O kasa çok daha ilerde olmalıydı..
Cin cüceye dönüp konuştum "400 Galleon istiyorum"
"O kadar parayı ne yapacaksın?" diye sordu Draco
"Ne yapacağımı biliyorsun"
"Y/N, bunu konuşmuştuk"
"Sen konuşmuştun bende onaylamamıştım" dedim kasadan çıkarken. Evet sadece kasama bakmak için gelmiştim çünkü küçükken Remus'a yalvarmama rağmen bir kere bile kendi kasama girmeme izin vermemişti
Nedenini anlıyordum aslında. Hiçbir zaman bu kadar paranın kibrine kapılmamı istememişti. Ve şimdi diyorum ki, iyi ki de beni buraya getirmemiş..
Ah Remus.. Beni ne kadar da iyi tanıyormuşsun..
"Neyden bahsettiğinizi bana da söyleyecek misiniz?" dedi Mattheo, ikimizin arkasından kasadan çıkarken
Draco ve ben aynı anda ona dönüp "Hayır" dedik
~
Madam Malkin'in dükkanına vardığımızda, Draco ve ben hiç oyalanmadan ölçülerimizi vermiştik. Yeni formalarımız akşama kadar evde olurdu zaten. Bu yüzden beklememize gerek yoktu.
Oradan çıkınca diğer okul malzemelerini de tamamlayıp doğruca Üç Süpürge'ye geçtik.
Üç Süpürge'ye geldiğimizde, Draco ve Mattheo kaymak birası almak için tezgâha yönelmişti. Ben de boş bir masa bulup oturdum ve etrafıma bakınmaya başladım
Hemen yan masamızda Seamus Finnigan ve Dean Thomas oturuyordu. İkisi de bana dönmüş, dikkatle bakıyordu. Hafif bir tebessümle başımı selamlar gibi eğdim ama Seamus bir anda çatık kaşlrala konuşmaya başladı
"Yoksa sırada biz mi varız, Black?"
"Ne?" dedim kaşlarımı çatarak. Ne dediğini anlamamıştım
"Yüzüne güldüğün herkesi öldürüyorsun ya. Sırada biz mi varız diyorum?"
Seamus devam ettiği sırada Draco ve Mattheo ellerinde biralarla masaya yaklaşmışlardı
Ağzımı şaşkınlıkla açtığımda sesim, düşündüğümden daha az çıkmıştı
"B-Ben-"
O ana kadar sessiz kalan Dean, sözümü kesip konuşmaya başladı
"Sen ne? Bakan'a yaptıklarını duymadığımızı mı sanıyorsun? Adamın nasıl yalvardığını.. seninse gözünü bile kırpmadan onu nasıl öl-"
Draco biraları masaya öyle bir çarptı ki içeceklerin yarısı döküldü
"Bir kelime daha edersen, sırada gerçekten sen olursun Finnigan!"
Draco'nun bu hareketiyle, dükkandaki herkes bize dönmüştü
"Yalan mı!?" diye birden ayağa kalktı Seamus. "Burda ki herkes böyle düşünüyor!"
"Hem, sen neden hâlâ onu savunuyorsun ki Malfoy? Black seni güç uğruna terk etmemiş miydi?"
Dean'ın bu sözlerinden sonra birden ayağa fırladım ve onların üzerine doğru atılan Draco'nun önüne geçip, sıktığı yumruklarını kavradım.
"Draco, herkes bize bakıyor" dedim sessizce etrafıma bakarak
"Daha iyi işte, ibret almış olurlar!" diye dişlerini sıkarak konuştu
"Yapma, böyle davranarak onlara istediklerini vermiş oluruz"
"Böyle davranarak onlara hak ettiklerini vermiş oluruz Y/N" diye araya girdi Mattheo
"Sende başlama Riddle! Bir de seninle uğraşmayalım!" dedim sessizce
Tam o anda, barın ta ötesinden boğuk bir öksürük sesi duyuldu. Üç Süpürge'nin sahibi Madam Rosmerta, elindeki tepsiyi bırakmış, göz ucuyla bize bakıyordu.
Dükkânın içi zaten donmuştu. Kimse bize karışmaya cesaret edemiyordu. Seamus ve Dean bile artık sessizdi. Göz ucuyla birkaç masa ötede oturan yaşlı bir büyücünün titreyen elini gördüm, bardağını kaldırırken neredeyse döküyordu. Herkes, başlarına bela almamak için kıpırdamıyordu bile
Derin bir nefes alıp Draco'nun hâlâ sıktığı yumruklarını gevşetmeye çalışarak gözlerine baktım
"Gitsek iyi olur"
Draco, önce birkaç saniye gözlerime, ardından da yavaşça etrafına baktı. Sonra, hiç istemese de, benim sandalyenin üzerine attığım ceketime uzanıp aldı ve elimden tutarak çıkışa yürümeye başladı. Mattheo da birkaç saniye daha olduğu yerde kalıp onlara, o ürkütücü bakışını attıktan sonra peşimizden gelmeye başladı.
Dükkandan çıkıp yol boyunca ilerlediğimiz sırada, bir anda Draco'ya döndüm
"Teşekkür ederim.. Yani, aslında onlarla başa çıkabilirdim ama.. Bilmiyorum, bu biraz beklenmedik oldu.." dedim ve devam ettim. "Ama yine de, her sorunu bu şekilde kavga ederek çözemezsin. İnsanlar bizim kötü olduğumuzu düşünecek"
"İyi miyiz?" Mattheo, o umursamaz tavrıyla lafa girmişti
Evet, bu biraz saçma bir cümle olmuştu. Heeey, baksanıza! Y/N ve Draco birer Ölüm Yiyen olup korkunç şeyler yapmışlar ama hayır, onlar hakkında kötü düşünmeyelim çünkü onların kalpleri iyi!
Sinirli gözlerle Mattheo'ya dönüp konuştum "Hiç yardımcı olmuyorsun!"
"İnan bana, yardımcı olmamamı tercih edersin"
Sanırım haklı..
"Her neyse, asıl üzüldüğüm şey ne biliyor musunuz?" diye devam etti Mattheo
"Bilmiyoruz, merakta etmiyoruz" dedim ama Matt, beni duymazdan gelerek devam etti
"Kaymak biralarımızı içemeden ordan ayrılmamız"
"Çok istiyorsan geri dönebilirsin" dedim Draco'nun koluna girip ona iyice yapıştığım sırada
"Yarın sabah beni, Gelecek Postası'nın manşetlerinde görmek istemiyorsanız bu hiçte iyi bir fikir olmaz"
Seni hiçbir zaman hiçbir yerde görmek istemiyorum ki.
"Böyle boş boş dolaşmaya devam mı edeceğiz yoksa-?" dedi Mattheo, birkaç dakika daha yürüdükten sonra
"Aslında benim bildiğim bir yer var.." dediğimde, çoktan o tarafa doğru yürümeye başlamıştım...
"Burası mı?" diye sordu Mattheo, burnunu kırıştırıp rahatsızlığını gizleme zahmetine bile girmeden
"Evet, beğenemedin mi?"
"Hayır. Uzun zamandır domuz kokusuna hasret kalmıştım. Geldiğimiz iyi oldu" dediğinde bizden önce içeri girmişti bile
"Daha önce hiç domuz kokusu almadığına yemin edebilirim" dedim Draco'ya döndüğüm sırada
"Neden buraya geldik?" dedi Draco
"Bilmiyorum, sadece gelmek istedim" dediğimde, Draco yavaşça kafasını sallayıp içeri girdi, bende hemen peşinden...
Mattheo, bara doğru yürürken ayağının dibinden geçmek üzere olan fareye attığı tekmeyle konuşmaya başlamıştı
"Hey ihtiyar, burda fare aromalı olmayan herhangi içecek bir şey var mı?"
Aberforth başını bile kaldırmadı. "Bunun için yanlış yerdesin, çocuk"
Mattheo'nun gözleri bir anlığına dondu. Şaşırmış gibiydi ama öfkesini gülümsemesinin altına gömmekte ustaydı. Başını hafifçe yana eğdi, kaşlarını kaldırdı
"Çocuk mu?"
Mattheo'nun yanından geçerek bara oturdum. "Öyle demek istememiştir Matt"
Aberforth bu kez başını kaldırdı. Sert ve yorgun gözlerle doğrudan Mattheo'ya baktı
"Aslında, tam olarak öyle demek istedim. Domuz Kafası sizin gibi çocuklara kapalı"
Mattheo'nun dudakları yukarı kıvrıldı. O sırıtış, hiçte dost canlısı değildi..
"Peki. O zaman bundan sonra bunu dert etmene gerek kalmayacak"
"Mattheo!" dedim, sesimi yükseltmeden ama net bir şekilde. "Kendi egonu tatmin edeceksin diye sevdiğim bir yeri kapattırmana izin vermem!"
Gözleri bana döndü. Birkaç saniye sustu, sonra dalga geçer gibi konuştu
"Sevdiğin bir yer mi? Cidden mi? Sevecek o kadar çok şey varken mi?"
"Evet, hoşuna gitmediyse kalkıp gidebilirsin. Kimse seni burda zorla tutmuyor" dediğim sırada Draco yanıma oturmuş, yüksek taburemden tutup beni kendine doğru çekmişti. Omzum onun göğsüne değdiğinde, aramızda artık mesafe yoktu
Gözlerimi kısıp yavaşça Draco'ya döndüğümde o, kolunu omzuma atıp bana sarılmakla meşguldü
"Bize üç Kaymak Birası" dedi Draco, Aberforth'a bakarak
Aberforth kafasını bile kaldırmadan çatık kaşlarla bize bakıp içeceklerimizi hazırlamaya başladı. Onun o ürkütücü bakışlarından kurtulup yeniden Draco'ya dönüp kafamı kaldırdığımda kısık sesle konuşmaya başladım
"Tükürdüğümü yalamış gibi hissediyorum"
Draco birkaç saniye neyden bahsettiğimi anlamaya çalışarak bana baktı. Sonrasında da hafifçe gülümseyerek konuşmaya başladı
"Malfoy ve ben mi!? Biz sevgili değiliz ve asla da olmayız!" dedi sesini inceltip benim taklidimi yaparak
"Ben böyle konuşmuyorum!" dedim ve çatık kaşlarla devam ettim "Ayrıca sen bunları nasıl duydun? O sırada baygın değil miydin?"
Draco bana bakıp hafifçe sırıttığında dank etmişti
"Numara mı yapıyordun!?"
"Benim için endişelenmen azıcık hoşuma gitmiş olabilir"
"Seni!-" diye çıkışıp karnına bir yumruk indirdiğimde, Draco "Ahh!" dediğinde hafifçe iki büklüm olup sahte bir acı ifadesi takındı. Tam lafı uzatacaktım ki, Aberforth'un önümüze bıraktığı biralar yüzünden cümlem yarıda kalmıştı
Kafamı çevirip ona baktığımda, çatık kaşlarla sol koluma baktığını görmüş ve aceleyle kıyafetimin kolunu çekiştirip işaretimi kapatmıştım
"Bir şeyin görünmemesi, onun yok olduğu anlamına gelmez"
"Özür dilerim. Sözümü tutamadım..."
"Zaten sizden bir beklentim yoktu. Ya birlikte batacaktınız ya da birlikte çıkacaktınız"
"Batmak mı? Sen buna batmak mı diyorsun? Kaç kişi Lordun sağ kolu olacak kadar yükselebilir ve kaç kişi Y/N'nin yerine geçmek için canını bile verebilir tahmin bile edemezsin" diye araya girdi Mattheo
"Merlin aşkına Mattheo! O çeneni sadece Kaymak Biranı içmek için açsan olmaz mı!?"
Yani tabi, başka yerlerinden içmek istiyorsa keyfi bilir
Mattheo, gözlerini Aberforth'dan çekip bana diktiğinde bir tık abarttığımı anlamıştım ama bakışlarımı bozmadım. Ben geri adım atarsam o ileri adım atmış olacaktı. Evet saçma bir felsefe oldu ama olsun..
Matt gözlerini benden çekmeden birasını alıp tek dikişte hepsini bitirdi ve hesabı ödeyip hiçbir şey söylemeden kalkıp gitti
"Vay be, bunu beklemiyordum" dedim şaşkınca. "Hep böyle yapsam hep gider mi?" diye sorarak Draco'ya döndüm. O da en az benim kadar şaşkındı
"İstersen deneyip görebiliriz"
"İsterim" dedim ve bir süre daha kapıya bakıp sonrasında yeniden Draco'ya dönüp hafifçe sırıtarak devam ettim "Yarış?"
Draco gülümseyerek bana baktıktan sonra birasını eline alıp beklemeye başladı
"Bir, iki, üç!" diye sayıp biramı anında kafama diktim..
Birkaç saniye sonra boş bardağımı masaya koyup elimin tersiyle ağzımın kenarını sildim ve zaferle Draco'ya döndüm
"Ben kazandım! Keşke iddiaya girseydik ama-"
"Y/N burnun!" derken masanın üzerinde duran elime damlayan kanı hissetmiş ve içgüdüsel olarak kafamı geriye atmıştım. Burnum, yine kanıyordu..
Draco aceleyle barın üzerinde duran peçeteleri burnuma koyduğunda kafamı indirip ayağa kalktım ve barın arkasındaki aynanın önüne geçip yüzümdeki kanı temizlemeye başladım
Kırık aynadan Draco'nun geldiğini görüp o konuşmadan ben konuşmaya başladım
"Endişelenmene gerek yok. Biramı çok hızlı içtiğim için-"
"Buna inanmamı beklemiyorsun herhalde?"
"Draco-"
"O dilek olayını karıştırmayacağım bile. Bu gün çok yoruldun. Sen yorgunluktan bayılmadan önce eve dönelim" dedi ve yanına gelip eğilerek yanağımdan öptü
Harika, dilek olayını aştığımız için çok mutluyum. En azından bu yüzden kavga etmeyeceğiz..
Kafamı salladığımda Draco, Aberforth'un yanına giderken bende yeniden aynaya döndüm. Neyse ki burnum çok az daha kanayıp durmuştu.
Elimdeki kanlı peçeteleri hemen yan tarafımda duran çöp kovasına atarken, gözüm bir anlığına da olsa yeniden aynaya kaymıştı
"Bu da ne?"
"Y/N?" Draco hesabı ödeyip yanıma gelirken ona döndüm
"Orda bir şey gördüğüme yemin edebilirim"
"O bir ayna, Y/N" dedi delirmişim gibi bana bakarak
Kendimi görsem orda bir şey gördüm der miydim sence!?
"Hayır, yani.." derken yeniden aynaya döndüğümde hiçbir şey yoktu. Belki de Draco haklıydı. Biraz dinlensem iyi olacaktı.. "Her neyse. Dediğin gibi, yorgunluktan bayılmadan ya da aklımı kaçırmadan önce eve dönsek iyi olacak.."
Draco, ceketimi tutarken ben kollarımı geçirmeye uğraşıyordum ki, Aberforth sessizce yaklaştı. Elinde buruşmuş, nemli bir mendil vardı.
"Şunu al. Yüzündeki o şey... midemi bulandırıyor"
Alaycı sayılmayacak kadar ciddi, ciddi sayılmayacak kadar yorgun bir tondaydı
Mendile uzanırken parmak uçlarımız anlık da olsa birbirine değdi. Soğuk. Sert. Ama sanki bir anlığına zamanın sesi kesildi. Sadece gözlerini gördüm. Bir şey anlatmaya çalışan ama dilini kaybetmiş gözleri...
"Y/N? İyi misin?"
Draco'nun sesiyle yerimden sıçrayarak ona döndüm
"Hı?"
"Daldın gittin resmen" dedi elini uzatıp mendili benden alırken. "Ver de yardım edeyim"
Usulca yüzüme eğildi. Mendili yanaklarıma ve çeneme bastırarak kurumuş kanı temizlemeye başladı..
Bitirdiğinde mendili çöpe atıp yeniden bana döndü
"Hadi, gidelim art-" derken benim çatık kaşlarla ona baktığımı görüp cümlesini yarıda kesti. "Ne oldu?"
Cebimdeki keseyi çıkarıp ikimizin de yüzünün önünde salladım
"Yine mi şu borç meselesi. Sana o parayı kabul etmeyeceğimi söylemiştim-"
"Almayacağını anladım zaten" dediğimde Draco'nun kafa karışıklığı ile bana bakmaya devam etmesi üzerine kaş göz işareti yaparak durumu anlatmaya çalıştım. Gözlerimle önce keseyi sonra da Aberforth'u göstermiştim
"Parayı ona vermek mi istiyorsun? Neden?"
"Bilmiyorum. Ama bizden daha çok işine yarayacağına eminim.."
"Peki, senin o, benim için bile, ürkütücü olan hislerine güveniyorum" diyip keseyi elimden aldı ve Aberforth'un önüne gidip konuştu
"Nerdeyse bahşiş vermeyi unutuyordum" dedi ve onun konuşmasını beklemeden keseyi bara bırakıp hızla yanıma gelerek elimi tutup çıkardı beni burdan...
~
"Y/N sen beni dinliyor musun?" ikimizde Draco'nun yatağında uzanmış konuşuyorduk. Yani aslında Draco konuşuyordu ama ben ne hakkında konuştuğunu bile algılayamıyordum..
Draco'nun bu sorusunu duymazdan gelerek düşünceli bir şekilde ona doğru döndüm ve konuşmaya başladım
"Sanırım bazı şeylerin kaderini değiştirdik.."
"Bu da nerden çıktı?"
"Domuz Kafasında olanlar.. Yani, Aberforth bana o mendili uzattığında bir saniyeliğine de olsa ellerimiz birbirine değdi ve ben bir şeyler görd-"
"Draco, konuşabilir miyiz?" odanın kapısı bir anda açılıp içeri Mattheo girdiğinde ikimizde hafifçe doğrularak çatık kaşlarla ona bakmaya başladık. "Ah, sanırım ben pekte uygun bir zamanda gelmedim"
"Sen hiçbir zaman uygun bir anda gelmiyorsun ki" dedim bacaklarımı yataktan sarkıtıp ayağa kalkarken
"Gidiyor musun?" dedi Draco, benimle beraber ayaklanırken
"Hıhı. Yarın erken kalkmamız lazım. Uyusam iyi olur" dedim ve Draco'nun önünde durup hafifçe parmak uçlarımda yükselerek onu öptükten sonra hiçbir şey söylemeden odadan çıktım..
~
"Nerde bu!?"
Yarın sabah yola çıkacağımızı bile bile odamın altını üstüne getirdiğim yetmiyormuş gibi birde günlüğümü bulamıyordum. Merlin, nedir benim bu günlüklerden çektiğim!?
"Hayır yani, yatağımın alt tarafına sabitlediğime kalıbımı bile basabiliri-" derken bir anda sustum ve yavaşça doğruldum. "Dur biraz.. Yoksa.." büyük bir sinirle ayağa kalkıp kapıya doğru hızla yürümeye başladım. "Mattheo!"
Kapıdan fırtına gibi çıktım. Adımlarım sert, nefesim öfkeden kesik kesikti. O aptal. O iğrenç, haddini bilmez!
Odasının önüne geldiğimde kapısını neredeyse tekmeleyerek açıp içeri girdim
Ve tam tahmin ettiğim gibi. Orda oturmuştu. Sanki hayatında yapacak daha iyi hiçbir işi yokmuş gibi keyifle günlüğümü okuyordu!
Hızla onun önüne giderken çoktan asamı çıkarmış, odaya "Muffliato" büyüsünü yapmıştım. Ki, sesim bu odadan dışarı çıkmasın
"SEN NE YAPTIĞINI SANIYORSUN?!" diye bağırdım
Mattheo, başını hiç acele etmeden kaldırdı. O klasik, alaycı bakışını attı ve umursamaz bir şekilde konuşmaya başladı
"Benden nefret mi ediyorsun?"
"Bunu zaten bilmiyormuşsun gibi davranma" dedim dişlerimi sıkarak. "Şimdi ver şunu bana!"
Ama hayır. Tabii ki vermedi. Hatta elini havaya kaldırıp başıyla günlüğü işaret ederek pişkin pişkin devam etti
"Hadi ama. Abartıyorsun. Zaten hepimizin bildiği şeyleri yazmışsın. Sabah uyandım, yüzümü yıkadım, kahvaltı yaptım, akşama kadar oturdum, sonra Draco'yla biraz baş başa vakit geçirip yattım... falan filan..."
Havaya kaldırdığı günlüğü, zıplayarak elinden almaya çalışmış ama başaramamıştım
"Sen ne hakla benim özelimi karıştırıp günlüğümü okuyorsun!? Bu senin haddine mi!?"
"Bunu, beni o yatağın altına itmeden önce düşünecektin" dedi, kibar kibar ama bir o kadar da iğneleyici bir sesle.
Sonra durdu. Bakışları bir anda değişti. Dudaklarında o tanıdık, tehlikeli gülümseme belirdi.
"Yalnız, bu günlüğü bu kadar sıradan şeyler yazmana rağmen oldukça iyi saklamışsın. Neden bu kadar panik olduğunu merak etmeye başladım doğrusu"
Donakaldım. Bir saniyeliğine nefes bile almayı unuttum. Ama sonr hemen toparlandım
Günlüğü almaya çalışmaya devam ederek
"Sana ne?! O benim özelim! Ne yazarsam yazayım, onu okumaya hakkın yok!"
Sesim titriyordu. Öfkeden mi? Panikten mi? İkisinden mi? Bilmiyorum..
Mattheo birazcık eğildi ve benimle aynı hizaya geldi. Sonra aniden gözlerini gözlerime dikti. Bir anda, olduğum yere çakıldım kaldım
Birkaç saniye... birkaç korkunç uzun saniye... Gözlerimi kaçırmam gerektiğini hatırladığımda artık çok geçti..
Mattheo gülümsedi ve yavaşça doğruldu. Sonra günlüğü bana uzattı. Tam orta sayfasından açık bir şekilde..
Kaşlarımı çattım, ona dik dik baktım
"Almayacak mısın?" dedi
"Kapatıp verir misin şunu?"
"Neden?" Gülümsemesinde şeytani bir keyif vardı. "Açık verirsem ne olur ki?"
"Hiçbir şey. Sadece... kapatıp vermeni istiyorum"
Ellerimi arkamda kanetledim. Yanlışlıkla bile olsa günlüğüme değme riskini göze alamazdım..
Mattheo başını yana eğdi. "Kapatıp vermeyeceğim"
"Masaya bırak o zaman. Ordan alırım"
"Neden?" ses tonundaki şüphe neredeyse dokunulabilir olmaya başlamıştı..
"Belki... elden ele bir şey almayı sevmiyorumdur" dedim saçma ama çaresiz bir bahaneye sığınarak
"Ne saklıyorsun Y/N?"
"YA SANA NE! SANA NE BUNDAN! SENİ NEDEN İLGİLENDİRİYOR BU!? NE SAKLIYORSAM SAKLIYORUM, SANA NE!"
"Öğrenmek istiyorum"
"Neden!?"
Mattheo, bu sorudan sonra bir an için durdu. Başta hemen cevap verecek gibiydi ama sonra susmayı tercih etmişti
"Boş versene" dedi ve günlüğümü kapatıp neredeyse fırlatır gibi masaya bıraktı..
Tek bir kelime bile etmeden, sinirle günlüğü alıp odadan çıkmaya yeltenmiştim ama daha birkaç adım atmıştım ki.. Son duyduğum şey, Mattheo'nun panikle ismimi haykırmasıydı...
Bölümü beğenmeyi unutmayın. Sizi seviyorummmm ♡♡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.56k Okunma |
3.76k Oy |
0 Takip |
61 Bölümlü Kitap |