48. Bölüm

44

Sara
ineffable3107

Korumaları atlattığımda ağlayarak oradan çıktım.

Canım yanıyordu. Midemin bulandığını hissettim. İşte tam şu an ölmek istiyordum.

Loş ışıklı bir sokakta yürüdüğümde sokak lambasının altına oturdum. Tek başıma geldiğim bu Antalya bana hiç iyi gelmemişti. Direğe kafamı yasladığımda hıçkıra hıçkıra ağladım.

O adamın dudakları bana değdiği an kendimden nefret etmiştim. Böyle bir şeye izin verdiğim için kendimden iğreniyordum. Döndüğümde Araf'ın yüzüne nasıl bakacaktım? O benim gelmemi dört gözle beklerken ben ona ihanetimi nasıl söyleyecektim?

Bu benim için bir ihanetti.

Giydiğim ince cekete iyice sarıldığımda gözyaşlarım bir an olsun durmamıştı. O adamın pis gülüşü aklıma geliyordu.

Yağmur yağmaya başladığında hiç aldırış etmeden oturmaya devam ettim. Telefonumun titremesiyle çantamdan çıkarıp baktım. Damlacıkları sildiğimde yazan ismi okumaya çabaladım. Araf arıyordu. Açamazdım.

Burnumu çektiğimde telefonu meşgule atıp cebime koydum.

Oturduğum yerden kalktığımda hiçbir şey olmamış gibi otele döndüm. Odaya girene kadar hiç kimseyle konuşmadığımda yatağın üstüne oturdum. Kafamı yastığa gömüp iyice ağlamaya başladım.

İşte bu histen ölesiye nefret ediyordum. Sarhoşken bana güvenmediğini söylemişti. Ben napacaktım? Eğer böyle bir şeyi öğrenirse ben ne diyecektim?

Telefonum tekrar çaldığında cebimden çıkardım. Israrla aramaya devam ediyordu. Yine kapattığımda kendimi toparladım. Yüzüm gözüm dağılmıştı hep. Yüzümü yıkadığımda ağlamamı kestim.

Telefonu elime aldığımda onu aradım. "Aklımı sikmekten başka bir şey yapacak mısın sen?"

Bağırmasıyla telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. "Ne boklar dönüyor orada?"

"Bir şey olduğu yok." dedim titreyen sesimle.

"Odaya ağlayarak girmişsin." Derin bir nefes aldım. Ağlamamak için kafamı yukarı kaldırdım. "Ecmel, sana ne oluyor diye soruyorum?"

"Yok bir şey."

Sahne iptali mesajı geldiğinde üstten okudum.

"Adamların uçağı hazırlatabilir mi?"

"Ben ne diyorum sen ne diyorsun!" Sinirlendiğinde ağlamak istiyordum.

"SANA HİÇBİR ŞEY YOK DEDİM!" Boğazım yırtılırcasına bağırdığımda telefonu yüzüne kapattım. Yatağın önüne kadar kaydığımda ağlamamı durduramadım.

"Canım acıyor." Kendi kendime mırıldandığımda ellerimle gözümü kapattım. "Çok canım acıyor."

Telefonum çaldığında annemin aradığını görmemle hemen kendimi toparlayıp açtım. "Efendim anne?"

"Canım, nerdesin?"

"Oteldeyim, bir şey mi oldu?" Yatağa geri oturduğumda cevabı gecikmedi. "Hava uyarısı vermişler orada da, dikkat et olur mu?"

"Geleceğim ben birazdan, merak etme."

"Ay iyi o zaman, dikkatli gel anneciğim." Telefonu kapattığımda öylece bakındım.

Kendimi toplayıp onu tekrar aramak isterken o beni arıyordu. "Çocuklar kapıda bekliyor."

Telefonu yüzüme kapattığında çok canım yanmıştı. Valizi alıp çıktığımda kapıda bekleyen biri almıştı. Bindiğim araba direkt olarak havaalanına geldiğinde uçağın oraya ilerledik. Biraz ıslandığımda bunu umursayacak halde değildim.

Uçak çok sonra kalkmıştı. Bu halde uçulması mümkün bile değilken onun sayesinde bunu sağlıyorlardı. Yeterince ağlama isteğim vardı zaten.

Saatler sonra indiğinde gece yarısını geçmiş bir vakitti. İnmeye korkuyordum çünkü beni bekliyordu. Toplantısı vardı ve onun burada olmaması gerekiyordu.

Bunun bir çare olmadığını anladığımda adımlarım gitmese bile uçaktan indim. Elimi sıkıca tuttuğunda tek kelime dahi etmedi. Koltuğun önüne geldiğimizde adamlarını gönderdi. Önüme eğildikten sonra ellerimi tuttu. "Sorun ne canımın içi?"

"Bir şey yok." dedim ellerimizi izlerken. Bana dokunması canımı yakıyordu. Elini yanağıma koyduğunda bunu istememiştim. "Ağlamışsın."

"Beni eve götür." Elini yanağımdan çektiğimde ayağa kalktım. "Yoruldum, uyumak istiyorum."

"Gidelim." Elimi tekrar tuttuğunda ben gevşek bırakmıştım. "Araf." Mırıltım ona ulaştığında yürümeye devam ediyorduk. "Söyle."

"Sarhoşken bana güvenmediğini söylemiştin ya." Kafamı kaldırdığımda yutkunduğunu farkettim. "Bana güveniyor musun?"

"Bunu sorman hata." diye kestirip attığında arabaya bindik. "Kendi evime götür."

"Anlayamadım?" Bana döndüğünde önüme döndüm. "Eve gitmek istiyorum derken gerçekten evime gitmek istiyorum, Araf."

"Ben değil miyim evin?" Gözümden yaş aktığında bunu umursamadım.

"Üsteleme artık. Eve gitmek istiyorum diyorum!" Kafamı cama çevirdiğinde gözlerimden akan yaşa engel olamadım.

"Öğrenemez miyim sanıyorsun sen? Orada ne olduğunu bulamaz mıyım?" Kolumu tuttuğunda beni kendisine çevirdi. "Başkasından öğrenmek istemiyorum, lütfen."

Gözlerimin içine baktığında benden bir şeyler duymak istedi. "Senin evine gidelim."

Kolumu ondan çektiğimde cama geri döndüm. Bunu ona söyleyemezdim ama ondan uzak da olamazdım. Direksiyonu sıktığında arabayı hareket ettirdi. Hızı asla düşmediğinde sinirini bir şeylerden çıkarması gerektiğini düşündüm. Ne yapacağımı bilmiyordum.

Telefonuna bildirim geldiğinde ben de o yöne dönmüştüm. Bunu farkettiğinde şaşırmıştı. "Sen bak."

Hiç çekinmeden telefonunu bana uzattığında almadım. "Onunla alakalı değil."

O an resmimizi çekmiş olma ihtimalleri gelmişti. Bu gerçek vücudumu elektrik gibi çarptığında söylemem gerektiğini hissettim. Söylemeliydim.

Eve geldiğimizde salona geçmiştim. Bana su getirdiğinde içip sehpaya bıraktım. Yanıma oturup yüzüme baktı. "Anlat, ne oldu?"

"Bana güveniyorsun değil mi?"

Derin bir nefes aldığında inkar etmesine izin vermedim. "Araf, bana güvendiğini duymaya ihtiyacım var."

"Sana güveniyorum." dedi hiç ikiletmeden.

"Kulisten çıkarken adamın biri geldi." Kafasını salladı. "Başta izleyici sandım ama beni birden öptü." Bakışları değiştiğinde ellerini benden uzaklaştırdı. "Hiçbir şey yapmadım. Ben hiçbir şey yapmadım. İttim onu hemen."

Ben kendim ondan uzaklaştım. "Bunun için kendimden nefret ediyorum." Ellerimle yüzümü kapattığımda başımı eğdim. "İğrenç hissediyorum."

Koltuktan kalktığında evden dışarı çıktı. Ne yapacağını beklediğimde hiçbir ses gelmiyordu. Evin kapısı sertçe açıldığında gözlerimi kapattım. Aynı sertlikle kapı geri kapandığında ağlamak istiyordum.

Sehpanın üstüne oturup önüme eğildiğinde ellerimi yüzümden çekti. "Bana bak."

"Eğer şu an sakinsem bunu hemen anlattığın için, tamam." Asla sakin değildi. "Bunun için kendini suçlarsan," Gözlerini yumdu. "Sakın, sakın bunu yapma."

"Araf." diye fısıldadığımda gözlerimden akan yaşı sildi. "Sakın ağlama bak. Ben inanıyorum sana bebeğim, eğer bir şey görsem de ben sana inanırım."

"Kendimi kötü hissediyorum." Çenem titriyordu konuşacağım diye. "Ben varım." Yanıma geçip beni kendine çektiğinde kucağına oturttu. "Ben varım, her zaman olacağım."

Çenemden tutup başımı kaldırdığında yüzümü inceledi. "Bu hayatta kimse sana isteğin dışında dokunamaz, buna ben dahil."

Burnumu çektiğimde kafamı salladım. "İyi ki sen varsın, Araf. İyi ki yanımdasın." Kollarımı boynuna doladığımda ellerini sırtımda hissettim. Geri çekildiğimde ellerimi yanağına koydum. "Sana ihanet etmiş olmuyorum değil mi?"

Yumruğunu sıktığında bu halim onu sinirlendiriyordu. "Sen değil ama başkaları bunu yapıyor demek ki."

Konuyu değiştirmek istercesine konuştu. "Ne aldın, göstermeyecek misin?"

Aldığım şeyin heyecanını bile unutmuştum. "Elbise. Vitrinde çok güzel duruyordu, haftaya istemeye geldiğinizde giymek için almıştım."

"Rengi neymiş bu elbisenin?" Ellerini belime yerleştirdi. "Krem gibi ama değil de, beyaza benziyor."

Açık renk yüzünü buruşturduğunda güldüm. "Siyah giyemezdim, üzgünüm."

"Sen hep böyle gül, bebeğim."

********

"Buldunuz mu tüm kayıtları?"

Yanına sığınan kızı uyuttuktan sonra bu mevzuyu çözmesi gerekliydi. "Her taraftakilere bakıyoruz, efendim. Daha kolay olması için gösteri sonrasını baz alıyoruz."

"Hızlı olun, gerekirse etraftaki kameralara da bakın. Gözden kaçan bir şey olmasın." Telefonu kapattığında omzunun üstünden uyuyan kıza baktı. Duş almak istediğinde onu beklemiş, uyuyana kadar başında durmuştu.

Sonunda atılan kayıtlar geldiğinde koltuğa oturdu. Ne çıkacağını merak ediyordu.

Anlattığı doğruydu. Kulisten çıktığında bir adamla kısa bir konuşma yapıp gidecekken adam kolundan tutup onu zorlamıştı. Attığı tokat sonrası hızla koşarak arka taraftan çıkmıştı.

Hemen geri aradı. "Arka tarafta bir yere gidiyor, oraya da bak nereye gitmiş."

Çok geçmeden o da geldiğinde bir sokağa benziyordu. Sokağın girişindeki kameraya bağlandığında ne yaptığını izledi. Ağlayarak yere çöktüğünde lambanın direğine yaslandı. Bu hali onu çok üzdüğünde içindeki sinire engel olamadı.

İzlediği videoları David'e attığında adamı bulmasını istedi. O bulurdu.

"Araf." İnce bir ses geldiğinde o yöne döndü. Gözleri kapalıydı ama ona sesleniyordu. Tekrar yanına yattığında onu kendine çekti. "Söyle."

Gözleri hafif aralandığında karşısındaki adama gülümsedi. "Adını söylemeyi seviyorum."

"Ben de adımı senden duymayı seviyorum."

Kafasını kaldırıp ellerini yanağına koydu. Dudağına uzanıp uzun bir öpücük bıraktığında gözlerini açtı. "Şimdi iyi hissediyorum."

Buna şaşırmıştı. Beklemiyordu. "Neden öyle bakıyorsun?"

Kendisi ona dokunmaya korkarken başkaları istediği gibi istediği insanlara dokunuyordu. Bunun cezasını çok kötü kesecekti.

"Öptüğüm için mi?" Korkusunu hissetti. "Eğer başkası beni öp-" Susturan şey onun dudakları olduğunda onu bırakmadı.

"Bunu düşünmene izin vermem." Kafasını salladı.

Yüzü düştüğünde ellerinin arasına aldı. "Neyin var senin böyle?"

"Sana ihtiyacım var." dedi kırık bir sesle. "Sana çok ihtiyacım var, Araf."

"Sen benden gitmezsin değil mi?" diye sordu.

"Bunu kimse isteyemez zaten, ne senden ne benden. Bunu isteyecek kişinin gözünün yaşına bakmam, konu senken ben ne yapacağımı bilir miyim?" Kafasını salladı.

"Yarını da birlikte geçiririz değil mi? Zaten haftasonu, burada kalırız." Konuşması onu güldürdüğünde saçlarını öptü. "Kalırız tabi benim güzelim."

Zaten kapanan gözlerini iyice yumduğunda daha da konuşmadı.

*********

Gözlerimi araladığımda bana sarılan kollar yoktu. Yan tarafıma döndüğümde bana sırtı dönük bir şekilde yattığını farkettim. Bu hoşuma gitmemişti.

Kolumu ona sarıp sarıldım. Hala tık yoktu. Uyku sersemi konuştuklarımızı hatırlıyordum. Ya gerçekten uyuyordu ya da bana şaka yapıyordu. Bacağımın birini üstüne attığımda elimi omzuna koydum.

Yüzüne eğildiğimde gerçekten uyuduğunu anladım. Yanağına ve dudağına küçük öpücükler kondurduğumda nihayet gülümsemişti. Kendini düzelttiğinde tamamen üstüne yatmış bulunuyordum. "Günaydın."

"Günaydın." dedi boğuk bir sesle.

Ellerimi göğsünde birleştirdiğimde gözlerimi kırpıştırarak baktım. "Noldu?"

"Bu sabah farklı bir yakışıklısın sanki, Alberto." Buna sinir olduğunu bildiğimden cevap vermesin diye dudaklarımızı birleştirdim. Geri çekildiğimizde ellerimi yanağına koydum. "Sus payı mı verdin lan sen bana?"

Sabah siniri yerine geldiğinde gülmeme engel olamadım. Ellerini belimde hissettim. "Bu şekilde bir sus payı alacaksam, bana böyle seslenebilirsin."

"Çok ismin var." dedim yakınırcasına. "İstediğimi söyleyebilirim bence."

Kaşları çatıldı. "Hiç bakma öyle, herkes her ismini söylerken ben tek isimle yetinemem!"

Güldüğünde ben gülmedim. "Sen özelsin, senden başka bana Araf diyen var mı?"

Yoktu. Olmamalıydı zaten de.

"Tamam hak verdim birazcık." Kafamı göğsüne yasladığımda bir elini saçlarıma götürdü. "Kimse bizim aramıza girmez değil mi?"

"İzin vermem."

Kafamı kaldırdığımda yüzüne bakıp inceledim. "Dün gece çok korktum, bana inanmazsın başka düşünürsün diye."

"Parmağında benim yüzüğüm var, Ecmel." Kafamı salladım. "Sana inanıp güvenmesem neden böyle bir şey yapayım?"

O da doğruydu. "Geçen söylediklerim mi senin aklını bulandıran?"

"Boşver, tamam." Üstünden kalkıp yanına geri geçtim. "O günü hatırlamıyorum." dedi. Bunu zaten biliyordum. Yatakta doğruldum. "Hadi kahvaltı yapalım."

"Kaçma benden." Kendisi de doğrularak elimi tuttu. "Hatırlamıyorum." Kafamı salladım. "Hatırlama zaten."

Eğer dediklerini duyarsa daha çok sinirlenirdi. Kendine sinirlenmesini istemiyordum. "Çok mu ileri gittim?"

Yüzüne baktığımda gözlerindeki korkuyu görebildim. Belki de ilk defa onun canı yansın istedim.

"Ölseydin de gitmek gibi bir tercihin olmasaydı."

Onun cümlesini aynen söylediğimde yanından kalktım. O an sadece bana güvenmediği aklımdaydı ve bu cümlenin ağırlığını yeni idrak ediyordum. Aşağıya inmeden kitaplığa baktığımda en önde kendimi görmek beni mutlu etmişti.

O cümle onu dağıtmaya yeterdi.

Mutfağa ilerleyip bir bardak su içtiğimde kendime geldim. Bardağı tutan elimdeki yüzüğe baktım. Kısa bir an düşündüm. Ben onu gerçekten seviyor muydum?

Arkamdan sarıldığında gözlerimi kapattım. ‘’Çok özür dilerim.’’

Bunu ondan duymak zordu. ‘’Gerçekten çok özür dilerim.’’ Etrafımda döndüğümde yüzüne baktım. O pişman ifadesini görüyordum. ‘’İlk defa bu kadar savunmasızdım, o anda beni gördüğün için özür dilerim.’’ Elimi yanağına götürdüğümde parmak ucumda yükselerek dudağını öptüm. ‘’Sorun değil.’’

Aslında sorundu. İkimiz için büyük bir sorundu. ‘’Pankek yapalım!’’

Ellerimi çırparak ondan uzaklaştığımda gerekli olan malzemeleri çıkardım. Hamurunu çırptığımda o beni izlemekle meşguldü. ‘’İşe yara.’’ Diye emrettiğimde en azından meyve doğrasındı. ‘’Ben yarayacağım işe?’’ Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda oflamıştı. ‘’Sen şimdiden böyleysen evlendiğimizde işimiz var yalnız.’’ Benden uzaklaştığında çekmeceden bir bıçak aldı. Çıkardığım meyve tabağındaki çilekleri kesme tahtasında kesmeye başlamıştı nihayet.

Tava ısındığında ikimize de yetecek kadar hamur yapmıştım. Tek tek olmasını beklediğimde tabağa koydum. ‘’Çok mu seviyorsun gerçekten?’’

‘’Seni mi?’’ Ona döndüğümde onun sorduğu bu değildi anlaşılan. ‘’Ha,’’ Tabağa baktım. ‘’Pankek, evet.’’

Yüzyılın ilk potunu az önce kırmıştım sanırım. ‘’Beni sevdiğini zaten biliyorum.’’

Onu onayladığımda orta tezgahtaki yere oturduk. Tabağını ona uzatıp yemesini bekledim. ‘’Nasıl olmuş?’’

‘’Güzel.’’ Dedi mırıltıyla. Çikolata ve çileğe uzandığını onu yiyecek olması beni şaşırtmıştı. Tatlı sevmiyordu. Hazırladığı pankek dilimini bana uzattığında yememi bekledi. ‘’Ya!’’

Onun yaptığı pankeki yediğimde mutlu olmuştum. Masanın üstündeki şişeye ve bardağa uzandığında ‘yok artık’ dercesine ona baktım. Buzdolabına uzanıp bana portakal suyu çıkardığında bardağa koyup önüme uzattı. ‘’Neyse, bana iyi bakıyorsun.’’

‘’Senden başka kimsem var mı?’’ İçtiğim portakal suyunu öksürdüğümde gülerek sırtıma vurdu. ‘’Deme öyle.’’ Sandalyemi ona doğru ittirerek bedenine sarıldım. ‘’Senin hayatında yoksa benim hayatımda yok.’’ Yanağını öpüp geri sarıldım.

Belimden sarılıp yüzüme baktığında ellerimi omzuna koydum. ‘’Çok mu düşünüyorsun sen beni?’’ Kafamı salladığımda gözlerine baktım. Onu ondan çok düşünüyordum. ‘’Düşünmeyeyim mi?’’

‘’Düşün.’’ Diyerek dudağımı öptü. ‘’En çok sen düşün.’’

Kollarımı boynunda birleştirdiğimde yüzüne yaklaştım. ‘’Başka ihtimal yok. Senin, benden başka ihtimalin yok.’’

Kendime sorduğum soru yanlıştı, onu deliler gibi seviyordum.

‘’Alışverişe gidelim mi?’’

‘’Bu anı böyle mi bozacaksın gerçekten?’’ Güldüğümde onu öpmemi beklediğini anlamıştım. Ona biraz daha yaklaştığımda dudaklarımız birleşecekken durdum. ‘’Birlikte alışveriş yapalım mı?’’

‘’Alışveriş?’’ Ben kafamı sallarken o kalçamdan tutup kucağına çekmişti. ‘’Ne alışverişiymiş bu?’’ Dudaklarımızı birleştirdiğinde tepkisine güldüm. Elim ensesine kaydığında beni öpmesi nefesimi kesiyordu. Bu bir gerçekti. Oturduğum yerde bacaklarımı ona doladığımda beni kendisine bastırmıştı. Benim noktalarımı biliyordu. Altımda hissettiğim sertlik beni inletirken o bu durumdan gayet hoşnuttu.

İkimiz bir araya gelince dur durak bilmiyorduk.

Geri çekildiğinde elini yanağıma koydu. ‘’Sen, sana doyamayacağım kadar çok güzelsin.’’

Alnım alnına yaslıyken gülümsedim. ‘’Araf, ben seni çok seviyorum.’’ Bu cümleyi iliklerime kadar işlediğimde ellerim yanağına gitti. ‘’Bana ne yaptığını bilmiyorum ama ben seninle anladım ki, başkasını böyle sevemezmişim.’’

Ona içim gidiyordu, her seferinde.

********

Alışverişimiz erken bittiğinde onun işi olduğu için beni evime bırakıp gitmişti. Onunla alışverişe gitmek bir hataydı, buna emindim. Elimi sürdüğüm parçaların hepsini alıp evine göndertmişti. Kahve almak istediğimde bile beyefendi sıra beklemek istemediğini söyleyip adamlarından birine aldırıp özel olarak bize getirtmişti. Dünya gerçekten onun etrafında dönüyordu. Mağazalardaki insanlar onu tanıyor, gerçekten de saygı duyuyorlardı. Güç bela bir takı mağazasına girdiğimizde ona saat almak istemiştim, bunu hiçbir şekilde kabul etmeyip tüm mağazayı almakla tehdit etmişti. Evet, Araf bu kadar ileri gitmişti.

Yine de kendim beğendiğim bir saatin fotoğrafını çekip internetten onun evine sipariş ettirmiştim. Sonradan haberi olması daha iyiydi.

Üstümü değiştirip aşağıya indiğimde dedenin burada olduğunu farkettim. Ona karşı artık bir sahiplik ekim yoktu. Beni kaybettiğini söylemem ona yeterliydi. ‘’Napıyorsunuz?’’

‘’Biz iyiyiz tatlım, sen napıyorsun?’’ Babamın sorusuna gülümsedim. ‘’Çok iyiyim, şekerim.’’ Kolunu kaldırdığında yanını işaret etti. ‘’Gel bakayım.’’ Pıtı pıtı ilerlediğimde kolunun altına girdim. ‘’Babacığım.’’

‘’Sen de gidiyorsun.’’ Üzülür gibi konuştuğunda kafamı kaldırdım. ‘’Sanki ölüme gidiyorum baba, çok da uzağa gitmiyorum yani.’’ Güldüğünde annem hemen konuştu. ‘’Deme öyle kızım!’’ Uyarıyı aldığında Ece’yi göremedim. ‘’Ece gitti mi?’’

‘’Yok, odasında. İner birazdan.’’ Kafamı salladığımda dedemin tarafına dönmedim.

‘’Yemek hazır.’’ dendiğinde hepimiz masaya kalkmıştık. Ece de gelmişti. ‘’Sera, hoşgeldin.’’

‘’Hoşbuldum. Uyudu mu bebek?’’ Kafasını salladığında elindeki kameralı telsizle masaya oturdu. Çok akıllı icattı. Telefonuma bildirim geldiğinde cebimden çıkarıp üstten okudum. Araf’ın nerede olduğunu belirten bir mesajdı. Ona cevap verip telefonu geri cebime yerleştirdim.

Geçen sevkiyat sırası dedemin bana verdiği korumalardan birini Araf’ın tarafına aldırıp bana onunla ilgili şeyleri haber vermesini sağlamıştım. Bazen o limana ve mekanına giderken bana haber vermiyordu. Şu anda da limanda olan depodaydı. Dün ne olduysa sanırım o adamı buldurtmuştu. Yoksa orada olmasının bir sebebi olamazdı. Onun için her şey çocuk oyuncağı gibiydi. O yüzden bulsa bile şaşırmıyordum artık, bugün tamamen inanmıştım.

Yemekten sonra salona geçtik. ‘’Az bir işim var, onu halledip geleceğim.’’

Dedem bunu söylediğinde babam atlamıştı hemen. ‘’Ne işiymiş bu saatte?’’

‘’Öyle bir şey değil, merak etme.’’ Gerildiğimi hissettiğimde onunla vedalaşmadan odama çıktım. Bir diğer telefonumdan Toprak’ı aradım. ‘’Sera, bir şey mi oldu?’’

‘’Büyükbaba nereye gitti?’’

‘’Haberim yok, bir yere mi gidiyormuş?’’ Sanırım onunla da görüşmüyorlardı. ‘’Neyse tamam, bulacağım ben.’’ Onu kapattığımda giyinme odasına girip hazırlandım. İhtiyacım olan şeyleri aldığımda odadan çıktım. Babamı kontrol edip odasına girip hızlıca aşağıya ilerledim. Arabaya binip otoparktan çıkınca telefonu elime aldım. Büyükbabada da bende de ayrı bir telefon vardı. Bu sadece ona ulaşmam için değil, hastalıklarına da bakabiliyordum. Onunla ben ilgilendiğim için kalp atış hızına kadar görebiliyordum. Bir yola bir konuma bakarken kaç kere kaza eşiğinden dönmüştüm. Tam çekmiyordu her neredeyse.

‘’Sabır.’’ Telefonu yan koltuğa fırlattığımda hızımı arttırdım. Arabanın ekranından konuma gittiğimde çok saçma yollardan geçiyordu.

Tesis gibi bir yere geldiğimde kapıda bir koruma vardı. Beni görür görmez eli beline gittiğinde belimdeki silahı kenara aldım. Arabayı durdurduğunda camı açtım. ‘’Kime gelmiştiniz?’’

‘’Sayar geldi, diyin. Tanırlar zaten.’’ O silahını çıkarana kadar onu vurduğumda etkisiz hale gelmişti. Aklı sıra benimle oynayacaktı. ‘’Sizin kapıya koyacağınız adamı sikeyim!’’ Bariyere çarpıp içeri tarafa ilerlediğimde büyükbabanın arabasını bulmaya çalıştım. Nihayet bulduğumda telefondaki yere ilerlemek için arabadan indim. Karanlıktan yolu tam kafamda çizemediğimden çarptığım basamak bileğimi burkmama sebep olmuştu. ‘’Kahretsin!’’

Bu beni yıldıramadığında tökezlememeye çalışarak içeriye geçtim. Adam yoktu, bu iyiydi. Yukarı çıkan tek bir merdiven gördüğümde o tarafa ilerledim. Merdivenin altına geçtiğimde gelen sesleri hissettim. Büyükbabanın adamları değildi. Gelen iki adam büyükbaba hakkında kötü konuştuklarında onlara sinirlenmiştim. Merdivenden indikleri an ikisini de vurduğumda arkalarına bakamadan yere yığılmışlardı. İyi ki susturucu takmıştım, yoksa başıma üşüşülürdü.

İkisine ait silahlardan şarjörlerini aldığımda yukarı ilerledim. Duyduğum ses Furkan Yıldırım’a aitti. Onun ne işi vardı burada? Arkamdan biri yanaştığında hızla arkamı döndüm. ‘’Toprak!’’

‘’Neredeymiş beyefendi?’’ Fısıltıyla sorduğumda yukarıyı işaret ettim. Onu anlamıştım. Hem de çok acı bir şekilde. Biz her şeye sahiptik ama Toprak sadece büyükbabaya sahipti. Onu kaybetmek istemiyordu. ‘’Dışardaki adamlar bizim, sakın sıkmaya kalkma.’’

Beni uyardığında gözlerimi devirdim. ‘’Sen de sinirle büyükbabaya sıkmaya kalkma.’’

‘’Saçmalama!’’ Bana bir şarjör uzattığında tip tip baktım. ‘’Lazım olur sana, bakma öyle.’’ Cebimden iki tane çıkardığımda gülmüştü. ‘’Kime ne öneriyorsam gerçekten!’’

Yukarı çıktığımızda gelen seslerle duvara sindik. İki adam geçtiğinde Toprak ikisine de ıslık çalmıştı. ‘’Mal!’’

Adamlar bize bakarken bellerindeki silaha elleri gittiğinde ikimiz çoktan onları vurmuştuk. ‘’İşin gücün şov Toprak!’’

‘’Huyum kurusun.’’ Dedi şarjörünü değiştirerek. Bendekinin birini ona uzattım. ‘’Sen de kalsın, lazım olur.’’ İmayla konuştuğunda seslerin geldiği yöne ilerledik. ‘’Sadık nerede?’’ Furkan dedenin katı sesini duyduğumda onun da aynı amaçla burada olduğunu farkettim. ‘’Muhtemelen ölmemek için adamlarıma yalvarıyordur.’’

Odanın kapısını sertçe açtığımda konuşan adama yürüdüm. ‘’NE DİYORSUN LAN SEN?’’

Sinir o kadar tepeme atmıştı ki bundan sonra ne yapacağımı ben bile kestiremiyordum. ‘’Sera! Ne işin var burada?’’ Furkan dedeye bakmadan adama ilerliyordum. Beni görmeyi beklemiyordu. ‘’Dedesinin küçük prensesi de gelmiş!’’ İşte bu son damla olduğunda nazikçe Furkan dedeye baktım. ‘’Bundan sonrası için sizden özür diliyorum.’’

‘’Sahne senin tatlım!’’

‘’Kim prenses?’’ Masaya ulaşıp önünde durduğumda adamları tepemde silahlarını çekmişlerdi. Yapacağım tek hamle beni vurmaları demekti. Göz ucuyla Toprak’a baktığımda yapacağım şeyi anlamıştı. Adamın saçlarına asıldığımda bir hamleyle belimdeki silaha davranıp tepemdeki iki adamı vurdum. Gerisini Toprak hallettiğinde hiçbir adamı kalmamıştı. ‘’KİMMİŞ PRENSES?’’

‘’BIRAK BENİ KALTAK!’’

‘’Kaltak senin gibilere denir piç kurusu!’’ Hala saçını çektiğimde üstünde hiçbir şey olmadığını anladım. Yoksa bu zamana kadar bana müdahale etmeden durmazdı. ‘’Tek bir soru soracağım.’’ Hala bağırdığında zor konuştu. ‘’Sor! Allahın belası sor!’’

‘’Yaşamak istiyor musun?’’ Kibarca sorduğumda gözlerine baktım. Benden korkuyordu. ‘’Evet!’’

‘’İyi.’’ Kafasını masaya yatırdığımda sertçe vurmayı ihmal etmemiştim. ‘’Şimdi o adamlarını arıyorsun, büyükbabamı buraya getirmelerini söylüyorsun.’’ Ses gelmediğinde kafasını masaya vurdum. ‘’ANLADIN MI BENİ?’’

‘’A-Anladım.’’ Kafasını salladı. ‘’Ama burada çekmez telefon!’’

Bende çare tükenmezdi.

‘’Çeken yer buluruz, hiç dert etme sen!’’ Kafasına asılıp yürüttüğümde Furkan dede ve Toprak sanki film çekiyormuşuz gibi bir ellerinde mısır eksik, beni izliyorlardı. ‘’YÜRÜ!’’ Neyse ki çok güçlü değildi. ‘’Torunum merdivenlerden yavaş in! Düşme!’’ Furkan dede uyardığında güldüm. ‘’O İŞ BENDE!’’

‘’Ne biçim adamlarsınız siz!’’

‘’Bırak beni manyak kadın!’’ Hala saçına asıldığım için canı acıyor olmalıydı. ‘’Sus sen!’’

Nihayet dışarı çıktığımızda kendini yere atmıştı. ‘’DELİ KADIN BIRAK!’’

‘’Sensin deli!’’ Üstüne yürüdüğümde etrafımdakileri gözüm görmüyordu. Ama hatırladığım şey Furkan dedenin tüm adamlara ‘’Karışanın topuğuna sıkarım.’’ Demesiydi. Ellerini kafasına kapatmış yerde yatıyordu adam. Adını dahi bilmediğim bir adamı öldürecektim!

Yanına eğildiğimde saçlarına tekrar asıldım. Kafamdaki tokayı çıkardığımda önüme gelen tüm saçlarımı ittirdim. Tokayı bıçağa çevirerek boğazına dayadım. ‘’ARA ŞU LANET ADAMLARINI!’’

‘’Araba-Arabada telefonum.’’ Bir diğer elimle bir araba anahtarı aradığımda göremedim. ‘’Yukarıda.’’ Toprak içeri ilerlediğinde buna vaktim yoktu. Eğer bu adam büyükbabama en ufak zarar verirse onu öldürmekten beter edecektim. ‘’Hangisi senin araban?’’ Dayadığım bıçak onu öksürtmüştü. ‘’KONUŞ!’’

‘’Bu!’’ Dediğinde en yakındaki beyaz arabayı gösterdi. ‘’İyi, bekle burada.’’ Bıçağı alıp onu bırakacağımı sanarken bıçağı cinsel organına soktum. Yeterince bağırdığında ondan uzaklaşıp arabasına ilerledim. O yerde kıvranırken arabaya geldiğimde camına tıklattım. Kırılırdı. Dirseğimi cama vurarak camın ortasını kırdığımda silahın kabzasıyla camları içeri ittirdim. Koltuğun arasında bir telefon gördüğümde onu alıp kıvranan adamın yanına gittim. Umarım bu geceden Araf’ın haberi olmazdı.

İçindeki tek numarayı aradığımda ağzına yaklaştırdım. ‘’Sakın yanlış bir şey söyleyeyim deme!’’

Hem kıvranıp hem konuştuğunda büyükbabamı buraya getirmelerini söyledi. O konuştuktan sonra kendi kulağıma koydum. ‘’Bana bak! On dakika içinde burada olmazsanız, o çok sevdiğiniz patronunuza veda edersiniz!’’ Sinirle kapattığımda üstüne fırlattım.

‘’Son zamanlarda izlediğim en iyi şeydi!’’ Furkan dede konuştuğunda adamın yanına oturdum. ‘’Bağırma artık! Kafam şişti.’’ Hala bağırıyordu. Nasıl ölmemişti daha?

‘’Gelinime su götürün!’’ Adamlarına söylediğinde hepsi korkuyla bakıyordu. ‘’Efendim, siz götürseniz?’’ Korumanın elinden suyu aldığında yanıma ilerledi. ‘’Ver şunu, beceriksiz!’’

‘’Al çocuğum.’’ Suyu bana uzattığında hayır diyemezdim. ‘’Şu ömrüm uzasa da şu olayı Kuzey’in çocuklarına anlatsam!’’ Yanlışlıkla güldüğümde iki araba yanaştı. Buğra ve Araf. Yeterince kişi varken bir de onlar eksikti. ‘’LÜTFEN KURTARIN BENİ!’’

Yerdeki adam sinirimi bozduğunda oturduğum yerde ona ilerledim. ‘’SEN HALA KONUŞUYOR MUSUN?’’ Saçlarına asıldığımda kafasını yere vurdum. ‘’KİM YALVARIYORMUŞ ÖLMEMEK İÇİN, SÖYLE!’’ Alt tarafındaki bıçağı oynattığımda acı içinde inledi.

‘’Ecmel!’’ Araf’ın bağırışı beni durdurmadığında adamı öldürmek istiyordum. Toprak hala izliyordu. Bir de beni koruyacaktı güya! Araf beni yerden kaldırdığında ona dönmeyerek kollarını çektim. ‘’Bir yerin kanıyor mu?’’ Telaşla sorduğunda kazağıma baktım. Koyu gri olmasına rağmen aptal adamın kanları gözüküyordu. ‘’Benim değil.’’

Kazağı bir çırpıda çıkardığımda altıma giydiğim siyah tişört işe yaramıştı. Tek sorun uzun kollu giyebilirdim. ‘’Napıyorsun sen burada?’’

‘’Asıl sen napıyorsun?’’ Diye sordum nefes nefese. ‘’İşin vardı.’’ Sinirle bana bakıyordu. ‘’Konu senken benim iş yapmam mümkün mü?’’ Kaşlarım havalandı. ‘’Değil mi?’’ Sinirle saçlarını çekiştirdiğinde ondan uzaklaştım. Adama soktuğum bıçağı çektiğimde yine bağırıyordu. ‘’Ya amma kafa ütüledin! Sabahtan beri bağırıyorsun!’’

Toprak ve Buğra güldüğünde ne ara yakın olduklarını anlamadım. Kanlı bıçağı kazağımla temizlediğimde çok hijyenik olmasa da kan görüntüsü yoktu en azından. Araf yanıma geldiğinde sıkıca kolumu tuttu. ‘’Sakın, eve gitmiyorsun. Konuşacaklarımız var seninle.’’ Bana olan soğuk tavrı beni korkuttuğunda ona baktım. ‘’Bir şey mi var?’’

Bir araba yanaştığında içinden büyükbaba inmişti. ‘’Sayar!’’

Koşarak ona ilerlediğimde hemen sarıldım. ‘’İhtiyar!’’

‘’İyisin değil mi?’’ Onu incelediğimde gayet iyiydi. ‘’İyiyim, biraz sohbet ettik tabi arkadaşlarla.’’ Gülümsedim. ‘’Biz de sohbet ettik, bak.’’ Yerde kıvranan adamı gösterdim. ‘’Senin sohbet daha iyiymiş.’’

Ona ilerlediğinde mevzularını bilmediğimden karışmadım. Araf bir sinirle yanıma geldiğinde elimden tutarak bulunduğumuz yerden uzaklaştırdı. ‘’Noluyor?’’

‘’Sen daha iyi bilirsin, noluyor!’’ Arabaya geldiğimizde kapıyı sertçe açıp beni oturttu. Bu tavrı beni inanılmaz korkutmuştu. Yutkunduğumda o çoktan binmiş arabayı çalıştırmıştı. Arabayı hızlı sürdüğünde geri yaslandım. ‘’Biliyor musun, bence de sana güvenmemeliyim.’’

Beynimden vurulmuş gibi ona döndüm. ‘’Anlamadım?’’

‘’Bana güvenmeyen sevgilime güvenmeyeceğimi söylüyorum, bunda anlaşılmayacak şey yok!’’ Sinirini anlamıyordum. ‘’Dur bir yerde!’’ Bağırdığımda beni dinleyip kenara çekti. ‘’Ne diyorsun sen?’’

‘’Birisi o adamlara Girdap’ın ben olduğuma dair belgeleri vermiş.’’ İyi de bunun benimle ne alakası vardı? ‘’Kim biliyor musun?’’ Kafamı iki yana salladım. ‘’Senin o orospu çocuğu koruman! Dedenin adamı sandığın kişi öbür tarafta kalan adammış!’’ Yutkunduğumda ona bakmak istemedim. Ben gerçekten aptalın tekiydim! ‘’Ulan adam bir haftadır içimizdeymiş! Girmediği yer kalmamış!’’

‘’Ben sana nasıl güveneceğim?’’ Acı içinde ona döndüğümde bunu istemiyordum. ‘’Sana nasıl aynı bakacağım ben?’’

Kıyametin kopmasına yakın olduğunun belirtileriydi bunlar.

44.Bölüm Sonu

Oy vermeyi unutmayın.

 

Bölüm : 24.11.2024 02:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...