53. Bölüm

49

Sara
ineffable3107

1 Ay Öncesi

Nerdeyim?

Burası neresi?

Ben kimim?

Gözlerimi tamamen araladım. Hastanede miyim? Neden buradayım?

Kemiklerim sızlıyordu sanki. Doğrulduğumda kimseyi görmedim. Bacaklarımı serbest bırakarak yatakta oturdum. Kimdim ben?

Ayaklanmak istediğimde yere bir şey düşmüştü. Defter. Ne defteriydi bu?

Serum olmayan elimle ona uzandığımda bedenimin ağrıdığını hissediyordum. Titreyen ellerimle defteri aldım. Sayfalarını karıştırdım.

Ecmel Sera Sayar.

Adın bu.

Bunu yazan da benim. Günden güne unutmamı sağlıyorlar burada. Yediğim yemekte, içtiğim suda bir şeyler var. Bunu biliyorum.

Yazılar o kadar dağınıktı ki yazan kişinin sanki bir acelesi varmış gibiydi. Eğik eğik yazılmıştı.

Bu cümlelerden sonra bu yazıları yazanın ben olduğumu anladım. Ne yaşamıştım ben?

Defteri bir sayfa çevirdim. Başkası hakkında bir şeyler yazılıyordu. Erkekti.

Kuzey Araf Yıldırım.

Bu kişinin benim kocam olduğunu, düğün günü vurulmadığımı, beni kaçırmaları için bir yalan olduğunu yazıyordu. Yutkunarak okumaya devam ettim.

‘’Bu kadar şey yazıp iyi bir şey bırakmış ol!’’

Bir sayfa daha çevirdiğimde numara yazıyordu. Tam o sırada kapı açıldığında defteri kapatıp örtünün altına saklamıştım. Bir doktor ve hemşire geldiğinde anlamadığım dilde bir şey söylemişlerdi.

Burası neresiydi böyle?

Hemşire serumumun hızını arttırdığında ikisi çıkmışlardı. Çıkarken bir de kapımı kilitlemişlerdi! Sanki bir şey biliyordum da kaçacaktım. Serumu kolumdan çektiğimde kanamasını önemseyemedim. Defteri tekrar elime aldığımda odanın telefonunu aramaya başladım.

En alt çekmecede tozlu bir ahize bulduğumda gülümsedim. Kurtulma şansım vardı. Fişe taktığımda çıkan sesi engellemek için parmağımla düğmelere bastım.

Ağladığımı hissettim. Çaresizin tekiydim.

Yere çömelip elimle yüzümü kapattığımda tüm bedenimin titrediğini biliyordum. Titreyen ellerim deftere ulaştığında az önceki sayfayı tekrar açtım. Güçsüz parmaklarımı zorlayarak numarayı tuşladım.

Kulağıma yasladığımda yine anlamadığım bir dilde konuşmuştu. Ses öttüğünde açılmadığını anladım. Mesaj bırakabilirdim. "Kuzey."

Adı buydu.

"Kuzey, beni kurtar lütfen." Blurlu gözlerle etrafıma baktım. "Nerede olduğumu bilmiyorum, ama beni bulursun sen. Lütfen beni bul."

Kafamı çekmeceye yaslarken ağlamam şiddetlenmişti. "Ölmek istemiyorum."

Burnumu çektiğimde canım ölesiye yanıyordu. "Kim olduğumu bilmiyorum, sadece beni bulmanı istiyorum."

Oda öylesine kötüydü ki penceresi bile ulaşamadığım yerdeydi. Buradan kurtulmalıydım. O beni bulamazsa ben onu bulmalıydım.

Telefon kapandığında bunu gizlemek için geri yerine koydum. Güçsüz adımlarım odanın köşesindeki lavaboya gittiğinde aynada kendime baktım.

Bu ben miydim?

Saçlarım sarıya kaçan bir renkti ve dağınıktı. Bu halimi hiç beğenmemiştim. Elimle düzelttiğimde yüzümü inceledim. Ruhsuzdum. Ölü gelin gibiydim.

Makas bulmaya çalıştım. Saçlarım aynı urgan gibi beni boğacak türdendi.

Titreyen ellerim makas bulduğunda aynanın karşısına geri geçtim. Omzuma bile gelmeyecek kadar kestim. Elimle taradığımda her saniyesinde ağlamıştım. Neden ağladığımı dahi bilmiyordum.

Saçlarımı öylece lavabonun içinde bıraktım. Bu oda benim cehennemim olurdu. Nefes alma sürem bile kısıtlıydı. Burada kalamazdım.

Düşünmem gerekiyordu.

Umarım çok düşünmezdim ve Kuzey beni bulurdu.

O geceden sonra bir ay boyunca onu aramayı hiç bırakmadım.

Şimdi

Haftalardır bugünü bekliyordum. Bugün bitiyordu her şey. Ben bulunmamıştım ama bulacaktım.

Geceleri kapımı kilitlemiyorlardı. Bunu keşke önceden farketseydim ama geç değildi. Öğleden sonra verdikleri serumlar o kadar uykumu getiriyordu ki bazen gözlerimi açmaya bile gücüm kalmıyordu.

Bir gün ilk defa kendimi zorladığımda serumun gidiş iğnesini çıkardım. Serum öylece kolumdan aşağı akarken damarıma girmiyordu. Böylece kendime gelmem daha kısa sürüyordu.

Bir gece dışarı çıktığımda benim olduğum katta başka oda yoktu. Cehennem gibiydi. Asansör vardı ama kartlı çalışıyordu. Bunu da akıl etmiştim.

Benimle ilgilenen çok doktor vardı ve biri ilgimi çok çekmişti. İki kartı vardı, biri odasının biri de asansör kartıydı. Listeye baktığımda onun benimle ilgileneceği geceyi daha uygun bulmuştum.

Her zamanki gibi halsiz davrandığımda ilacın dozunu arttırmalarını istedim. Dillerimizi anlamadığından serumu kastedip iki tane istediğimi söyledim. Buna kafasını salladığında yanında hemşire olmaması işime gelmişti. Getirdiği setten kesici bir şey aldığımda yerimden kalkıp boynuna sapladım.

Bağırmasına izin vermeden sargı bezlerini ağzına soktuğumda kartlarını aldım koşar adımlarla odadan çıkıp kapıyı kilitledim.

Titreyen ellerimle kartları okutup asansöre bindim. Gergindim. Çok ağrım vardı. Sayısız damar yolu açılmıştı ve kollarım yer yer morluk içindeydi.

Önce laboratuvar katına geldim. Amacım bir iz bırakmaktı. Nasıl bir hastaneyse geceleri terk edilmiş gibiydi. Kimse yoktu.

Amacıma ulaşıp bir yangın çıkarmayı denedim. Bunu yapmadan tüm kameraları kırmıştım. Issız yerden çıktığımda yangın alarmı çalmıştı. Bunu ön göremediğimden asansörler devre dışı kalmıştı. Tüm gücümle koşup merdivenlerden çıktım. Bacaklarımın gücü yoktu. Temizlemecilerin olduğu kata geldiğimde herhangi bir hemşire kıyafeti giydim.

Adımlarım daha yavaş olmak zorundaydı çünkü bacaklarım ağrıyordu. Hastaneden çıkana kadar akla karayı seçtiğimde bunu başardım. Ara sokaklardan geçip olabildiğince uzaklaşmaya çalıştım. Bu sürede bir sürü itfaiye görmüştüm. Üstümdeki kıyafetlerden kurtulduğumda sadece askılı bir atlet ve şortla kalmıştım.

Üşüyordum.

Önemi yoktu.

Ayağımda hasta terlikleri vardı. Çıkmalarını önemsemeden koştuğumda daha çok uzaklaşmak istedim. Uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşmalıydım.

Meydan gibi bir yere geldiğimde çokça insan gördüm. "BENİ ANLAYAN BİRİLERİ VAR MI?"

Herkes bana anlamsızca baktığında ağlamaya başladım. Beni kimse anlamıyordu. Nasıl bir cehennemdeysem neresi olduğunu dahi bilmiyordum.

Omzuma birisi dokunduğunda hızla geri çekildim. "İyi misiniz?"

Karşımda gayet alımlı bir kadın vardı. Benden daha iyi görünen bir kadındı. Ruhsuz ve çökmüş değildi. İyiydi. "Türksünüz!"

Halime baktığında üzüldüğünü çoktan anlamıştım. Zor değildi. "Ah bakın," titreyen ellerimle belime sıkıştırdığım defter parçalarını aldım. Defteri saklamak çok zordu, bu yüzden sayfalarını koparmıştım. Ellerim zangır zangır titriyordu. "Burada bir yerde, eşimin numarası yazmalı. Onu arayabilir misiniz?"

Mahçupça baktığımda bir süre konuşmamıştı. O telefondan anladığım kadarıyla benim konuştuğum her gece ona mesaj olarak gidiyordu. Arama olarak değil. "Türkiye de mi eşiniz?"

Kafamı salladım. "Be-Ben nerede olduğumu bilmiyorum. Bildiğim tek şey ona güvenmem gerektiği."

"Almanyadayız." Yutkunduğumda ne kadar uzakta olduğumu farkettim. Telefonu çıkardığında uzattığım kağıtlardaki numarayı bulmaya çalıştı. Bir bana bir kağıtlara baktığında ondan korkmuştum. Yardım edecek miydi?

Numarayı tuşlayıp kulağına koyduğunda uzun bir süre açılmadı. Bir yandan ağlamam devam ediyordu nedensizce.

Tekrar aradığında açılmıştı sanırım. "Alo?"

Karşıdan gelecek cevabı beklemiştik. "Kuzey Araf Yıldırım," dedi kağıtlara bakarak. "Görüştüğüm kişi sizsiniz değil mi?"

Elbette oydu. Sera bana yalan söylemezdi! "Çok özür dilerim."

Kulağından telefonu aldığımda bunu yaptığım için kendimden nefret etmiştim. "Kuzey!"

Tepki gelmediğinde ağlamam şiddetlendi. "Kuzey, benim. Ecmel, Sera, her neysem! Ama yaşıyorum."

En sonunda bir ses duyduğumda gülümsedim. "Ecmel."

Ağlamamı kesmek için nefes almaya çalıştım. "Beni almaya gel." dedim. "Yalvarırım gelip beni al."

Nefesim daraldığında telefonu kıza geri uzattım. Endişeyle bana bakıyordu. "Daha fazla konuşacak durumum yok, lütfen ona anlatın nerede olduğumu."

Onu tanımıyordum ama güveniyordum. Yüzünü dahi bilmediğim bir adama güveniyordum şu an. Bir ay boyunca beni burada bırakan adama güveniyordum. Çünkü Sera öyle istiyordu. Defterin ben de kalan sayfalarında, onlarca kağıt ondan bahsediyordu. Sera belki de son anlarını yazmıştı oraya, ben belki kim olduğumu bilmiyordum ama ona güveniyordum.

Kız onunla bir şeyler konuştuğunda kapatınca bana döndü. "Seni buradan götürmeliyim."

Korkuyla geri çekildim. "Nereye?"

"Eşinin bizi bulacağı bir yere," Etrafına baktı. "Burası senin için güvenli bir yer değil, merak etme onları tanıyorum ben." Elimi tuttuğunda korkuyla ona bakmaya devam ettim. "Buğra'yı tanıyorsundur."

"Kağıtlarda yazdığı kadar. Ondan bahsedilmiş mi bilmiyorum." Elimden tuttuğu gibi beni sakince yürüttüğünde bir arabanın önüne geldik. "Benden korkma, lütfen."

Ellerini omzuma koyduğunda ondan korkmamamı söylemişti. Ben kendimden bile korkuyordum şuan.

Bana güven dolu bir şekilde gülümsediğinde arabanın kapısını açtı. "Gel, ben koruyacağım seni."

Ürkek adımlarımla arabaya bindiğimde ellerimi sıkarak birbirine kenetledim. Deli dehşet korkuyordum.

"Adını da mı hatırlamıyorsun?"

"Bildiğim kadarıyla Ecmel Sera." Şuan bir yabancının arabasındayım. Ondan korkmuyordum. Benden korkar diye korkuyordum.

"Senin adın ne?"

Gülümsediğini hissettim. "Beste, ben."

Sadece kafamı salladım.

Araba durduğunda gergince etrafa baktım. Küçük bir villaydı. O arabadan inince ben de inmiştim. Evin etrafında birkaç adam gördüğümde hepsinin bana bakması beni ürkütüyordu. "Korkma onlardan, onlar bizi korumak için buradalar."

Bana iyi davranıyordu.

"Gel." Elini uzattığında hala titremeyi bırakmayan elimi ona bıraktım. Birlikte yürüdüğümüzde çantasından çıkardığı anahtar ile kapıyı açmıştı. Önce benim geçmem için elini uzattı. "Geç bakalım."

Adımlarım evin içini bulduğunda beni salona getirdi. "Sen otur, ben hemen geleceğim."

Hızla ona döndüm. "Evden gitmeyeceksin değil mi?"

Burukça gülümsedi. "Hayır, kıyafet getireceğim sana."

Tek kalma korkum vardı. O lanet oda beni o kadar korkutuyordu ki bir sürü korkum oluşmuştu. Tek kalmaktan ve karanlıktan aşırı korkar olmuştum. Tekrar yanıma geldi.

"Çapraz odada bir banyo var, orayı kullanabilirsin. Belli ki üşüyorsun ve benden korkuyorsun." Yutkunarak bir şey dememeyi tercih ettim.

"Kıyafet de ayarladım sana." Kafamı salladım.

"Eğer hatırlarsam, bu iyiliğini hiç unutmayacağım." Gülümsediğinde elini yanağıma koydu. Bundan irkildiğimi hissettiğinde hemen geri çekmişti.

"Ben sana sıcak bir şeyler yapacağım." Tekrar kafamı salladığımda dediği odaya kadar bana eşlik etti. Benimle odaya girmediğinde korkularım geçmişti.

Benim için banyoyu hazırlamıştı. Rahat davranmaya korkuyordum. Buradan da mı kaçmalıydım?

Şortumun cebindeki kağıtları aldım. Görülmemesi gereken şeyler yazıyordu. Onları bir yere bıraktığımda üstümdeki yüklerden kurtuldum. Suyun altına girmemle titreyen bedenim kendine gelmişti.

Bunu kısa sürdürdüğümde kurulanarak verdiği kıyafetleri giydim.

Yatağın ucuna oturup ağladığımda geldiğim halden nefret ettim. Hiç bilmediğim, tanımadığım bir evde biriyleydim. Ve ondan korkuyordum.

Benden korkmasından değil, her şeyden korkuyordum.

Üstümden çıkardıklarımı çöpe attım. Nefret ediyordum. Islak saçlarımı sweatin kapüşonu ile kamufle ettiğimde havluya ihtiyaç duymadım. Kağıtları tekrar yanıma aldığımda kaybetmemem gerektiğini biliyordum.

Salona ilerlediğimde televizyon açıktı. O gayet rahattı. "Daha iyi hissediyor musun?"

Usulca kafamı salladığımda tekli koltuğa oturdum. Koltuğun köşesine kadar yanıma geldi. "Nasıl göründüğünü biliyorum. Zordur senin için."

Hem de çok.

"Ama şanslısın ki seni tanıyorum. Seni almaya gelecekleri de tanıyorum."

Tepkisizliğimi korumaya devam ettim.

"Kuzey dediğin kişi benim abim gibidir. Biz hepimiz buradaydık." Burası benlik değildi. Burası bana cehennemdi.

"Hiç mi bir şey hatırlamıyorsun?"

Son zamanlarda bir şey hatırlamıştım.

*********

"Çok üşüyorum." dedim çıplak kollarımı sıvazlarken. Dizlerimi karnıma kadar çektiğimde en azından onun üşümesini engellemek istiyordum.

"Özür dilerim." dedim ellerimi karnıma sararak. "Seni koruyamıyorum."

Canım yanıyordu. Daha ne kadar bu cehennemde kalacaktım bilmiyordum ama günden güne onu koruma içgüdüm kayboluyordu. Onu koruyamazsam yaşamamın bir anlamı yoktu.

"Babanın haberi olsaydı, bizi korurdu. Bize sakın kızma tamam mı? Bana kız ama ona kızma, lütfen."

Ona daha söyleyecek çok şeyim varken odanın kapısı açılmıştı. Gözlerimi silerek o yöne dönmediğimde yine o gelmişti. "Hala mı ağlıyorsun sen?"

Ondan uzaklaşmak için iyice duvara sindim. "Neyse, bugün acıların son bulacak."

Yanıma ilerlediği her saniye ondan iğrenmelerim çoğalıyordu. "Yürü bakalım." Kolumdan sertçe tuttuğunda canım fazlasıyla yanmıştı. "BIRAK BENİ!"

Güldüğünde ilerletmeye devam etti. "Bunu sürekli söylüyorsun, bıraksam çok önceden bırakırdım küçük kız."

Beni bodrumda bir yere indirdiğinde korkularım çoğalmıştı. Ona karşı gelemiyordum çünkü gücüm yoktu. Halsizdim.

Birkaç doktor ve bir sedye vardı. Ne yapacaklarını anladığım an ellerimi karnıma sardım. "HAYIR!"

Beni o cehennemde bırakıp kapıyı ardıma kilitlediğinde kapıyı yumrukladım. "ÇIKAR BENİ! ALLAHIN CEZASI BIRAK BENİ!"

Üstüme gelen adamları ittirmeye çalıştım. "NE İSTERSEN YAPARIM! BIRAK! O DAHA ÇOK KÜÇÜK!"

Hoparlörden ses geldiğinde o yöne döndüm. "Ne istersem mi?"

Korkuyla kafamı salladım. "Beni öldür, gerekirse o doğsun ama lütfen beni öldür. Ona zarar verme."

Ona yalvardığımda pis gülüşünü duydum. "Normalde uyutacaktım ama hayır. Madem ne istersem yapacaksın, hanımefendinin bilinci açık olacak. Her saniyesini hissedecek."

"HAYIR!" Defalarca bunu sayıkladığımda adamlar benim kollarımdan tutup sedyeye getirmişlerdi. Çırpınışlarım çok güçsüz ve faydasızdı. Ellerimin ve ayaklarımın bağlandığını hissettiğimde her şey çok geçti.

Görmemek için kafamı geriye attığımda ağlamaya devam ettim.

Çok özür dilerim bebeğim, yemin ederim çok özür dilerim. Seni koruyamadığım için çok özür dilerim.

*

Hiç unutamayacağım bir andı. Onlar acımasızca onu benden almışlardı. Canım hiç yanmadığı kadar yanıyordu.

Hepsi odadan çıktıklarında bileklerimi çözmüşlerdi.

Ellerim karnıma gittiğinde onu hissedememek canımı yakmıştı. Her şeyin farkındaydım, görmüştüm. Bilincim açıktı. Onun gidişini resmen izlemiştim. "Söz veriyorum." dedim hıçkırıklarımın arasından.

"Söz veriyorum bebeğim, seni bizden alanların canına okuyacağım!"

************

"Hatırlamıyorum."

Usulca kafasını salladığında üstelemedi. Telefonu çaldığında sehpaya uzandı. "Bu da benimki."

Ekranda Buğra yazıyordu. Onunla konuşmak için benden uzaklaşmıştı. Bu işime geliyordu. Bir yandan mutfağa ilerlediğinde geri dönerken iki elinde de kupa vardı.

"Al bakalım." dedi birini bana uzatırken. Kendimi çocuk gibi hissetmiştim onun karşısında. "Bu nedir?"

"Sıcak çikolata." dedi güler yüzle. "Ne seversin bilmiyorum ama çikolatayı herkes sever."

"Tadını bilmiyorum." diye mırıldandım. Sadece ellerimi kupaya çerçevelediğimde üşüme hissim artık yoktu. Ona güvenip bunu içmeli miydim? İçine bir şey koyma düşüncesiydi beni korkutan.

Sadece minik bir yudum aldığımda tadını beğenmiştim. "Teşekkür ederim."

Benimle konuşmak istediğinin farkındaydım. "Biraz uyumak ister misin?"

"Uyurken gidecek misin?" Güldüğünde çok güzel gözükmüştü gözüme. "Hayır, gitmeyeceğim. Yanından ayrılmak gibi bir niyetim yok bu gecelik."

Kafamı salladım. Kupayı bıraktığımda içmediğimi görmüştü. Ondan uzaklaşarak dediği odaya tekrar girdim. Bedenim titremeye başlamıştı. Sadece yatağın üstüne yattığımda cenin pozisyonunu alarak dizlerime sarıldım. Gözlerimi sıkıca kapattığımda uyandığımda tekrar burada olmak istedim. Rüya olmasını istemedim.

*******

Gözlerimi açtığımda hemen odaya baktım. Rüyada değildim. Gerçekten buradaydım. Hava hala karanlıktı. Bu kadar mı az uyumuştum?

Ayaklandığımda kapıya yaklaştım. İçeride sesler vardı. Gelmişti. Ya da gelmişlerdi. Bir sürü ses vardı. Beste'nin "Uyuyor şimdi." dediğini seçmiştim tek.

Aynaya baktığımda sweati kafamdan sıyırdım. Saçlarımı düzelttim. "Bunu neden yapıyorum?"

Kendime ayrı kızdığımda odanın kapısını açarken ellerim titremişti. Olabildiğince sessizdim. Salona gittiğimde beni görünce hepsi susmuşlardı. Gergindi ortam. Beklemiyorlardı beni görmeyi.

Hiçbirini tanımıyordum. Bunlar kimdi?

"Hassiktir!" Birisi bunu söylediğinde içtiği suyu püskürmüştü.

Yanındaki onu "Sid!" diye uyarmıştı.

Hızlıca salondan ayrılıp odaya geri girdim. Kapının arkasına yaslandığımda birinin girmesini istemedim. Kapı tıklatıldığında omzumun üstünden baktım. "Kimsin?"

"Ecmel." dedi o ses. Araf.

Kapıyı açtığımda odanın içine hızlıca ilerledim. Yatağa oturduğumda en köşeye geçtim. Ondan korkmak istemiyordum. Kapıyı kapatarak içeri geldiğinde ona dönmedim. "Neyin var?"

Sesi endişeli ve korku doluydu.

"Korkuyorum." dedim titreye titreye.

"Benden de mi?"

Bu mümkün müydü?

"Beni al dedin." dedi önümde eğilirken. "Seni almaya geldim." Titreyen ellerime uzandığında tutmasını istemiyordum. Titriyordum çünkü.

Ellerimi geri çektiğimde zorlamadı. Doğrudan gözlerime bakıyordu. Ona baktım. Onu tanımadım.

"Neredeydin?"

Cevap gelmedi. "Bir aydır neredeydin sen?"

"Ben-" Dumur olmuş gibi bakıyordu bana. Cebimden çıkarıp numara yazan kağıdı aldım. "Bu sana ait değil mi? Neden telefonlarımı açmadın?"

Bilmiyordu. Onu aradığımı bilmiyordu.

"Her gün seni aradım." Sesim de titriyordu. "Bir ay boyunca seni aramadığım dakika olmadı. Neden beni bulmadın?"

"Bilmiyordum." dedi hemen. "Yemin ederim bilmiyordum." Yanağıma uzanmak istediğinde ondan geri çekildim. "Gelmedi. Allah belamı versin ki gelmedi."

"Siktir, yemin ederim gelmedi." Bunu sayıklarken telefonunu çıkardığında her yerini kontrol etti. "Bak, yoksun." Gözüm sadece ekrandaki resme kaydı. Bu ben miydim? Elindeki telefonu aldığımda resme dikkatlice baktım.

Saçlarım sarı değildi, gülüyordum. "Bu ben miyim?"

Kafasını salladı.

Aynaya baktım. Kimim ben?

"Değişmişsin, değiştirmişler seni." dediğinde sesi çok acı doluydu. "Ama hala benim Ecmel'im gibisin. Öyle bakıyorsun."

"Tanımıyorum." dedim. "Seni de tanımıyorum, kendimi de tanımıyorum!" Ondan iyice uzaklaştım.

"Ne yapayım peki?" Tekrar karşıma geçti. "Seni almadan gider miyim sanıyorsun?" Yutkundum. "Bunca zaman sonra seni bulmuşken bırakacak mıyım?"

"Ölmüştün!" dedi acı içinde. "Gittin sandım. Ama yine de seni aramayı bırakmadım."

Bu sefer benden uzaklaşmadığında ellerini yanağıma koydu. "Ve şimdi yaşıyorsun. Tekrar benimlesin." Saçlarımı sevdiğinde bundan emin olmak istedi. "Seni çok özledim."

Bana sarıldığında hıçkırmıştım. Can yakan bir sarılmaydı. "Yemin ederim seni çok özledim."

Ellerim öylece kaldığında ona sarılmadım. Geri çekildiğinde ellerini tekrar yanağıma götürdü. "Ne yaşadın, ne yaşattılar sana bilmiyorum ama bulacağım. Yemin ederim ki bulacağım, sana seni geri vereceğim."

Tepkisiz kaldığımda sadece ona baktım. "Sana güveniyorum."

Birden bunu söylediğimde yutkunuşunu izledim. "Sera öyle istiyor, ben de öyle istiyorum."

Saçlarımı sevdiğinde ne kadar üzgün olduğunu farkettim. "Kötü mü gözüküyor?"

Kafasını iki yana salladı. "Gördüğüm en güzel kadınsın." Nedense gülümsedim. "Saçların ne zamandan beri böyleler?"

"Ben kestim." dedim yalanlamadan. "Canımı yakıyordu."

Gördüğüm fotoğrafta uzundu ve biçimliydi. "Tekrar uzar ama değil mi?"

"Uzayacak."

"İçeridekiler kim?" diye sordum. "Bizim arkadaşlarımız, hepsi senin için buradalar." Benim için mi?

"Beni götürecek misin buradan?" Kafasını salladı. "Ne zaman istersen o zaman götürürüm seni."

Parmağındaki yüzüğü gördüğümde duraksadım. "Biz gerçekten evliyiz."

Gömleğinin üstüne çıkardığı künyeye ve dolanmış olduğu tektaş yüzüğe baktım. Üstünde adım yazıyordu. Bana aitti. "Yüzüğü takmamı istiyor musun?"

Bunu ona sorduğumda birkaç dakika duraksadı. İki dakika önce korkudan ölürken şimdi bunu sormamı mı garipsiyordu? Belli ki ona acı vermiştim.

Yüzüğü bana uzattığında ondan aldım. Takmadım ama cebime koydum. "Ben de kalsın olur mu?"

Üstelememişti.

Bana tekrar sarıldığında anlam veremedim. "Gerçekten yaşıyorsun."

"Yaşıyorum." dedim onu destekleyerek.

Canım acıyordu. Bana sarılması canımı acıtıyordu. Benden geri çekildiğinde elimi tutarak defalarca öpmüştü. "Canımın içi."

"Benim canım."

Gözlerimden yaş aktığında bunu görüp hemen silmişti. "Ağlama, lütfen canım."

"Çok korkuyorum." dedim ağlayarak.

"Korkma, korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok. Ben yanındayım artık."

Burnumu çektiğimde kendi gözlerimi sildim.

Yine ve yine ondan uzaklaştım. Korkularımı yenerek ilk defa insan içine çıkmak için odadan ayrıldım. Salona girdiğimde hiçbirine bakmayıp Beste’nin yanına oturdum. Şuan sadece onu tanıyordum. ‘’İyi misin?’’

Usulca kafamı salladım. O da arkamdan odadan çıktığında karşımdaki tekli koltuğa oturdu. Herkes bir anda bana baktığında ne diyeceğimi bilmiyordum. ‘’Saçların çok güzel olmuş, Sera.’’

Az önce suyu püskürten kişi konuştuğunda elim saçlarıma gitti. Eskiden neden boyuyordum acaba? ‘’Teşekkür ederim.’’

Kızlardan biri konuşmuştu. ‘’Nasılsın?’’

Berbattım.

‘’İyiyim.’’ Beste’ye döndüm. Hala güler yüzle bana bakıyordu. ‘’Bana birazcık su verebilir misin?’’ Yutkunurken boğazım acıyordu. Kafasını sallayıp yanımdan kalkmıştı hemen. ‘’Sen dur, ben getiririm.’’

Adamlardan biri kalktığında konuştum. ‘’Hayır!’’

Hepsi bir anda bana döndüğünde korkmuştum. ‘’Ben getiririm, tamam.’’ Beste sadece bana baktığında kafamı salladım. Bakışlarımı hepsinden çektim. Ağzımı bıçak açmadığında getirdiği sudan sadece bir yudum alıp bıraktım. Bu kadarı yeterliydi.

Herkes bir şeyler söylememi bekliyordu. Az önce konuşan adam yine bize dönmüştü. Bu sanırım Buğra denen adamdı. ‘’Nerede buldun onu?’’

Beste bana döndüğünde bir şey demedim. ‘’Nerede bulduğumun bir önemi yok bence.’’ Gözlerim televizyona kaydığında yazılan yazıları anlamamıştım ama haberde kaldığım hastane vardı. ‘’Ne yazıyor orada?’’

Beste televizyona döndü. ‘’Gece bir hastanede yangın çıkmış, çok sayıda profesör ölmüş. Ondan bahsediyor.’’

‘’Laboratuvarda çıkan yangın bazı aletlerin patlamasına neden olmuş.’’ Dedi adamın biri.

‘’Özel bir oda varmış hastanede.’’ Kuzey konuştuğunda hepimiz ona bakmıştık. ‘’En önemli doktorları o odada sıkışıp kalmış.’’ Direkt bana bakıyordu. Yutkunduğumda bakışlarımı ondan çektim. ‘’Kim varmış ki o özel odada?’’

Kızlardan biri sorduğunda hepsi bana dönmüştü. ‘’Ben değilim!’’

Hepsine konuştuğumda Beste de bana bakıyordu. ‘’Anlatabilirsin canım.’’ Uzanıp elimi tuttuğunda artık ondan korkmuyordum.

‘’Peki.’’ Dedim yerimde düzgünce otururken. ‘’Bir gün uyandığımda kendimi o odada buldum, hiçbir şey hatırlamıyordum. Adımı dahi bilmiyordum yani.’’ Hiçbiri beni kesmediğinde anlatmaya devam ettim. ‘’Cebimde bir defter buldum. Orada bazı şeyler yazıyordu.’’

‘’Ne gibi şeyler?’’

‘’Kendim hakkında. Sanırım önceden, yani nerede kalıyorsam bana verdikleri yemeklerde ve sularda ilaç varmış.’’ Kuzey’e döndüm. ‘’Unutmam için.’’

‘’Defterde bir numara yazıyordu. Oda eski bir şeydi ve çok eşya da yoktu. Kırık bir çekmecede telefon vardı. Ordan o numarayı aramıştım.’’

Hepsi Kuzey’e döndü. Öylece güldüm. ‘’Bir ay boyunca her gece aradım, açan olmadı.’’

‘’Nasıl kaçabildin peki?’’ Kızlardan biri sorduğunda o tarafa döndüm. ‘’Bilmiyorum, yani çok ani oldu tabi. Odada bir pencere vardı, tepede bir şey. Hava kararmaya başladığında bana bir serum veriyorlardı. O serumu yediğimde kendimi hareketsiz buluyordum hep. Bunu fırsat bilip kapımı kilitlemiyorlardı. Çünkü kalkamıyordum.’’

‘’Geçen gün serumu almayı bıraktım. Yedi farklı doktor geliyordu, onları gelişinden kaç gün geçtiğini anlıyordum. Bu gece gelen doktor, oranın başhekimiymiş. İki farklı kartı vardı. Benim bulunduğum kata sadece kart ile geliniyordu.’’

‘’Bu gece için iki serum yemek istediğimi söyledim. Sonra ona zarar verip odaya kilitledim. Kartları alıp yukarı çıktım. Kimse beni tanımasın diye katın birinde durmak zorunda kaldım. Laboratuvar katıydı. Orada hastanenin bazı bölgelerine giden yük asansörleri var, yanıcı bir maddeyi ona koyup odadan çıktım. Hastaneden çıkmak için de hemşire kıyafeti giydim.’’

‘’Bu kadar, yani sonra kaçtım işte, uzağa.’’

‘’Sen oraya kadar koştun mu?’’ Beste şaşkınlıkla sorduğunda kafamı salladım. ‘’Seni bulduğum yerle o hastanenin arasında kilometreler var!’’ Yutkundum.

‘’Kötü bir şey yapmadım.’’ Dedim dudaklarım titreye titreye. Beste elini omzuma koyduğunda öylece durdum. Ama ağlamadım. ‘’Şimdi ne yapacağız?’’

Herkes Kuzey’e bakıp ne diyeceğini merak ediyordu. Ben de dahil. Bana bakıyordu. ‘’O ne istiyorsa onu.’’

Ben bilmiyordum. Ben hiçbir şey bilmiyordum ve bilmek istemiyordum.

Aslında bildiğim bir şey vardı, artık. Az önce ondan almış olduğum yüzüğü çıkarıp parmağıma geçirdim. Ondan daha almam gereken şeyler olduğunu da hissediyordum. Şimdi değildi. Beste bana döndüğünde ona baktım. ‘’Burada istediğin kadar kalabilirsin.’’

Sadece ona gülümsedim. Kuzey’ döndüm. ‘’Eve gitmek istiyorum sadece.’’

Ev neresiydi?

Ev, Araftı.

49.Bölüm Sonu.

Oy Vermeyi unutmayınn.

Eğer Araf'ın telefonu gelen sesli mesajları kabul etseydi belki de bir ay sürmeyecekti bile.

 

Bölüm : 30.11.2024 20:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...