Köydeki işler bitmek bilmezdi. Annem her sabah erkenden beni bir yerlere gönderir, ben de genellikle istemeye istemeye yola koyulurdum. Ama bu sefer, Ali’nin timine bir kez daha uğramam gerektiğini duyduğumda içimde tuhaf bir heyecan belirdi. Annem, “Kızım, askerler çok sevdiler böreği. Onlara bir tepsi daha yap. Ama bu sefer çay da götür, ayıp olmasın,” dedi.
Bir tepsi börek ve büyükçe bir termos çayla yeniden karakolun yolunu tuttum. Kapıya vardığımda, aynı nöbetçi asker beni görünce gülerek selam verdi.
“Yine mi siz, abla?” dedi. Dediğiyle yüzüm kızarmıştı.
“Annem sağ olsun,” dedim, elimdeki tepsiyi göstererek. “Bu sefer çay da var.”
“Askerlerin sizi görünce nasıl sevindiğini bir bilseniz!” dedi ve beni içeri buyur etti.
Yine odaya girdim. İçerisi, geçen seferden daha dağınıktı. Bir köşede bot yığını vardı, diğer tarafta masanın üzerine yarısı yenmiş bir tabak fasulye bırakılmıştı. Bir asker, yerde oturmuş kaskını cilalıyordu. Bir diğeri, Emir tabii ki, yüksek sesle türkü söylüyordu.
“Hey! İnci abla geldi!” diye bağırdı Serkan, beni görür görmez.
Bir anda herkes toparlanmaya başladı. Bu sefer Ali içerde yoktu, ama askerler hâlâ komutanlarının korkusuyla kendilerini düzeltmeye çalışıyordu. Emir hemen yanıma gelip tepsiyi aldı.
“Bu börekler yine komutan beye özel mi, yoksa biz de tadabilecek miyiz?” diye sordu.
Ben gülerek, “Hepinize,” dedim. “Ama fazla kaptırmayın kendinizi. Çay da var.”
Tam o sırada Ali içeri girdi. Onun gelişiyle oda yine sessizleşti. Herkes aniden ciddi bir tavır takındı. Ama ben, Emir’in elinde tepsiyle donup kaldığını görünce, kahkahayı zor tuttum.
“İnci Hanım,” dedi Ali, beni görünce. “Tekrar burada görmek… ilginç.”
“Börek krizi,” dedim gülerek. “Annem dedi ki, askerler böreği çok sevmiş. Bu yüzden bir tepsi daha getirdim.”
Ali hafifçe başını salladı. “Teşekkür ederiz. Ama umarım bu sefer timim size rahatsızlık vermeyecek.”
“Yok, yok,” dedim. “Onlarla eğleniyorum.”
Ali’nin gözleri bir an kısıldı. “Eğlenmek mi?” diye sordu, sanki yanlış bir şey söylemişim gibi.
Tam bir şey söylemeye hazırlanıyordum ki, Emir araya girdi: “Komutanım, İnci abla bizi çok seviyor. Biz onun en sevdiği askerleriz!”
Ali, Emir’e sert bir bakış attı. “Sen önce çayları hazırla,” dedi. Emir hemen toparlanıp çay termosuna yöneldi.
Tam herkes böreğin tadını çıkarırken, telsizden bir anons geldi. Ali hemen ciddileşti. Telsizi eline aldı ve birkaç saniye dinledikten sonra emri timine iletti: “Hazır olun, köyün girişindeki köprüde bir problem varmış.”
Tim hemen toparlanmaya başladı. Ama o telaş içinde işler yine karıştı. Serkan botunu bulamıyordu, Emir yanlış kaskı giymişti, hatta biri telsizi yanlışlıkla yere düşürdü.
“Arkadaşlar, ne yapıyorsunuz? Düğüne mi gidiyoruz, göreve mi?” diye çıkıştı Ali.
Ali’nin sesi o kadar sert çıkmıştı ki, bir an ben bile olduğum yerde toparlanmaya çalıştım. Tim ise aynı anda hem hareket edip hem de işleri daha da karıştırmaya devam ediyordu. Serkan botlarından birini bulmuştu ama diğeri kayıptı. Emir yanlış kaskı düzelteyim derken yerdeki böreklere takıldı ve neredeyse termosu devirecekti.
“Emir, o börekler bizim şerefimiz! Kendine gel!” diye bağırdı Serkan, hâlâ tek botla.
Ali’nin sabrı taşmak üzereydi. Yüzünde o ciddi ifadeyle herkese kısa ama derin bir bakış attı. “Beş dakika içinde araçta olmazsanız, bu börekleri bir daha unutun!” dedi.
Bu tehdit işe yaradı. Çünkü börek, anladığım kadarıyla tim için hayattaki en önemli şeylerden biriydi. Bir anda her şey toparlanmaya başladı. Serkan botunun diğer tekini buldu, Emir termosu düzgünce yerleştirdi ve herkes sıraya geçti.
Ali, bana dönüp daha sakin bir sesle konuştu: “İnci Hanım, bizim çıkmamız gerekiyor. Yine de getirdikleriniz için teşekkür ederiz.”
Ben gülümseyerek, “Kolay gelsin,” dedim. Ama içimden, onların bu hâliyle bir görevi nasıl tamamlayacaklarını düşünmeden edemedim.
Meraktan duramayıp karakoldan ayrıldıktan sonra köyün girişindeki köprüye doğru yürüdüm. Hem yürüyüş yapmak istiyordum hem de onların ne yaptığını görmek. Köprüye vardığımda, timi iş başında gördüm. Ama işler pek de planladıkları gibi gitmiyor gibiydi.
Emir elinde bir ip, köprünün kenarında duruyor ve bir şeyler anlatıyordu: “Komutanım, eğer bu ipi buradan bağlarsak, köprü ayakta kalır!”
Ali ona dönüp kısık bir sesle sordu: “Emir, köprüyü tutmak için ip mi bağlayacağız? Yoksa burada fizik kanunlarını mı baştan yazacağız?”
Serkan, tam o sırada köprünün diğer tarafına geçmişti. Ama geçerken biraz fazla cesur bir adım attı ve köprünün ortasında sallanıp dengesi bozuldu. Bir anlık panik içinde, “Komutanım, bu köprü yaşamaya çalışıyor ama pek başarılı olamıyor!” diye bağırdı.
Ben bu manzarayı uzaktan izlerken kahkahalarımı zor tutuyordum. Ali ise bu sırada Serkan’ı sakinleştirmeye çalışıyor, Emir’e mantıklı bir çözüm bulması için talimat veriyordu.
“Serkan, düşmeden önce orada dur,” dedi Ali. “Emir, ipi bırak. Kimse bu köprüyü elleriyle kurtaramaz!”
Tam bu sırada, timin en sessiz üyesi olan Murat birden konuştu. “Komutanım, köprüyü geçici olarak desteklemek için yere birkaç kalas çakabiliriz. Hem hızlı olur hem de güvenli.”
Ali’nin yüzünde ilk defa bir rahatlama ifadesi gördüm. “İşte bu!” dedi. “Hadi, herkes iş başına!”
Timin kalasları yerleştirip köprüyü desteklemesi çok uzun sürmedi. Ama bu süreç boyunca herkes birbirine takılmadan duramadı. Serkan, Murat’a, “Sen nasıl bu kadar sessiz kalıyorsun? Komutan bile senden fazla konuşuyor!” dedi.
Murat yalnızca gülümseyerek cevap verdi. Emir ise fırsatı kaçırmadı: “Sessizlik bir erdemdir, Serkan. Ama sen bunu hayatın boyunca öğrenemezsin!”
Ali, bu tatlı atışmaları dinlerken sessiz kaldı. Ama gözlerinden, timine duyduğu sevgiyi görebiliyordum. Her ne kadar onlara sürekli kızıyor gibi görünse de, aslında aralarındaki bağ çok derindi.
Köprü operasyonu başarıyla tamamlandıktan sonra herkes toparlanmaya başladı. Tam o sırada Emir, tekrardan bana döndü ve elindeki termosu işaret etti: “İnci abla, iyi ki bu çayı getirmişsin. Yoksa bu görevi başaramazdık!”
Ali’nin kaşları yine kalktı. “Emir,” dedi, sesi biraz sert çıkıyordu. “Görevi çay mı, yoksa akıl mı çözdü?”
Emir hemen gülerek cevap verdi: “İkisi birlikte, komutanım!”
Görev tamamlanınca tim karakola geri döndü. Ben de onlara el sallayıp eve doğru yürümeye başladım. Ama yolda, Ali’nin duruşunu, liderliğini ve timiyle olan bağını düşünmeden edemedim.
Ali’nin bu insanlara ne kadar değer verdiği, onların ise her şeye rağmen ona duyduğu saygı ve sevgi gözden kaçmıyordu. Timin komik ve dağınık hâlleri, Ali’nin ciddiyetiyle birleşince ortaya bambaşka bir tablo çıkıyordu.
İçimden, “Bu insanlar hayatın gerçeklerini, dostluğu ve dayanışmayı çok iyi biliyor,” diye düşündüm. Ve sanırım, onların arasında bulunmaktan biraz da olsa gurur duydum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |