Köyde gün bitmek üzereydi. Güneş dağların arkasında kaybolurken gökyüzü altın ve turuncu bir renk almıştı. Annem, her zaman yaptığı gibi yine askerlerin yardımından bahsedip duruyor, özellikle de Ali'nin ne kadar efendi biri olduğundan övgüyle söz ediyordu. Ama onun bu sözleri bana biraz fazla dokunuyordu. İçimde bir yerlerde Ali'yi düşündüğümü fark ettikçe garip bir huzursuzluk hissi sarıyordu beni.
Akşam yemeğinden sonra, köyün kenarındaki patikada yürümeye çıktım. Biraz temiz hava almak, kafamı toparlamak istiyordum. Ama ne zaman kafamı toparlamaya çalışsam, aklıma hep aynı yüz geliyordu: Ali.
Patikanın sonunda, beklemediğim bir şekilde, onu gördüm. Bir ağacın altında, elleri cebinde, önündeki taşı ayağıyla oynatıyordu. Kalbim bir an duracak gibi oldu. Tam geri dönsem mi, yoksa yanına mı gitsem diye düşünürken o beni fark etti.
"Avukat Hanım?" dedi, sesi her zamanki gibi sakin ama biraz şaşkın. "Burada ne yapıyorsunuz?"
Bir an dilim tutuldu. "Yani... yürüyüşe çıkmıştım. Siz?"
Yüzbaşı, hafif bir tebessümle başını eğdi. "Bazen buraya geliyorum. Sessiz bir yer. Düşünmek için."
Onun bu cümlesi içime dokundu. Kendimi bir anda onun yanında buldum. Sessizlik içinde yan yana durduk, gökyüzündeki renklerin değişimini izlerken ama içimde bir şeyler söylenmek için kıpırdanıyordu.
"Yüzbaşı," dedim, sesim biraz titrek çıkmıştı . Ne oluyordu bana, neredeydi o duruşmalardaki sert kadın?
"Her zaman bu kadar...şey...düşünceli misiniz?"
Gözlerini karşıdaki dağa sabitledi ve derin bir iç çekti "Düşünceli olmak mı? Belki de mesleğin bir parçası. Sürekli bir şeyleri planlamak, insanları korumak...bazen bu yük fazla gelebiliyor."
Bu sözleriyle, her zaman güçlü ve sert görünen Ali'nin ardındaki o derinlik bir an için gözlerimin önünde belirdi. Bu adamın ne kadar yalnız olduğunu düşündüm.
"Yalnız hissettiğiniz oluyor mu?" diye sordum. Soruyu sorarken biraz çekinmiştim, ama bir şekilde bu soruyu sormam gerektiğini hissettim.
Ali, bu kez bana döndü. Gözleri gözlerimle buluştuğunda, içimde bir fırtına koptu sanki. "Bazen" dedi basitçe. "Ama bu yalnızlık kötü bir şey değil. İnsan, yalnızken kendini buluyor."
Bir süre daha sessiz kaldık. Ama o sessizlik, rahatsız edici değildi. Tam aksine, Ali'nin varlığı beni garip bir şekilde rahatlatıyordu. Fakat aynı zamanda, onun bu duvarlarının arkasında ne olduğunu merak ediyordum.
"Yüzbaşı," dedim bir kez daha, bu kez daha cesur bir şekilde. "Hep bu kadar mesafeli olmak zorunda mısınız?"
Ali'nin yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi. "Mesafeli mi?" diye sordu.
"Evet" dedim. "Sanki...sanki bir şeyleri kendinize saklıyorsunuz. İnsanları kendinizden uzak tutuyorsunuz. Neden?"
Bu soru onu düşündürdü. Kaşlarını hafifçe çattı, ama yüzünde bir kızgınlık değil, daha çok kararsızlık vardı. "Bazı şeyler, insanın içinde kalmalı, Avukat Hanım." dedi sonunda. "Bazı duygular, dile döküldüğünde anlamını yitirir."
Bu sözler beni derinden etkiledi ama aynı zamanda beni daha çok konuşmaya itiyordu. "Peki ya...bu duyguların paylaşılmaya değer olduğunu düşündüğünüz bir an olursa?" dedim, sesimin titrememesine özen göstererek.
Ali, gözlerini tekrar bana çevirdi. Yüzündeki ifade yumuşamıştı. "Belki bir gün," dedi, alçak bir sesle.
Onun bu sözleri, bana aynı anda hem umut hem de belirsizlik verdi ama o an, onun bir adım daha atmasını istedim. Daha fazlasını bilmek istiyordum.
"Belki o gün...şimdi buradadır," dedim, kendimi şaşırtacak bir cesaretle.
Yüzbaşı, bu kez derin bir nefes aldı. Gözleri tekrar gökyüzüne döndü. "Avukat Hanım," dedi, sesi daha sıcak ama bir o kadar da ciddi. "Benim hayatım her zaman kolay değildir. Görevim, aldığım sorumluluklar...bunlar beni her zaman başka şeylerin önüne koyar. Ama..."
Bu "ama" beni olduğum yere mıhladı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
"Ama bazen, hayatın içinde bir an gelir, tüm o sorumlulukların arasında bir nefes alırsınız," dedi. "Ve o nefes, başka her şeyden daha anlamlı gelir."
Onun bu sözlerini anlamıştım. O nefes ben miydim? Ama bunu yüksek sesle soracak cesaretim yoktu. Bunun yerine sessizce gülümsedim.
Bir süre daha sessiz kaldık. Ama bu kez, sessizlikte kelimelerden daha fazlası vardı.
Yüzbaşının o güçlü, kararlı duruşunda, kendime dair bir şey bulmuş gibiydim.
"Gitmeliyim," dedi ama bu kez sesi biraz yumuşaktı, hatta neredeyse pişmanlıkla doluydu.
"Tabii," dedim, ayağa kalkarak. "İyi akşamlar, Yüzbaşı."
Hafif bir gülümsemeyle başını eğdi "İyi akşamlar, Avukat Hanım."
Onun uzaklaşan siluetini izlerken, içimde tarifi zor bir duygu vardı. Sanki çok özel bir şey paylaşmıştık, ama o şey, ikimizin arasında bir sır olarak kalacaktı. Ve bu sır, benim için daha değerli bir hale gelmişti.
Yüzbaşı uzaklaşmaya başlamıştı ki, bir anda hava değişti. Köyün diğer taraflarından gelen garip bir ses duyuldu; önce bir motor uğultusu, ardından yükselen bir çığlık. Kalbim sıkıştı. Ali de duraksadı, bir an için bana baktı, sonra dikkat kesildi.
"Bir şeyler oluyor," dedi, sesi soğukkanlı ama tetikteydi. Gözlerindeki bakış bir anda değişmişti, o sakin adam gitmiş, yerine profesyonel bir asker gelmişti.
"Ne oluyor?" diye sordum, sesimdeki titremeyi gizleyemiyordum.
"Burada bekleyin," dedi ve etrafında hızlıca bakındı. Ama beklemek... bu kelime beni asla durduramazdı. Birkaç saniye sonra, köyün merkezinden silah sesleri yükseldi.
Silah sesleri birden yaklaştı, patlamalarla karıştı. O an, bir şeyin çok yanlış gittiğini anladım. Ali hızlı adımlarla yanıma geldi. "Buradan ayrılmamız gerek," dedi, ses, bu kez daha emrediciydi.
"Peki ya köy? Annem? İnsanlar?" diye sordum panikle.
"Onlara ulaşacağım. Ama önce sizi güvenli bir yere götürmeliyim," dedi. Elini koluma koydu ve beni patikadan aşağı doğru yönlendirdi. Ayaklarım istemsizce harekete geçti, ama içim korkuyla doluydu.
O sırada, patikanın biraz ilerisinde bir şey patladı. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Patlamanın şokuyla yere düştüm. Kulaklarımı tutarak doğrulmaya çalıştım, ama her şey bulanık görünüyordu.
Yüzbaşı, hemen yanıma çömeldi." İnci! İyi misin?" dedi, sesi endişeliydi ama kontrolünü kaybetmiyordu.
"Evet, sanırım..." dedim, ama o sırada arkamızdan yükselen silah sesleri ve bağrışmalar bizi harekete geçmeye zorladı.
Ali, beni kolumdan çekerek bir kayanın arkasına sürükledi. "Burada kal!" diye bağırdı ama nasıl kalabilirdim ki? Çevremizdeki dünya alev almış gibiydi. Silah sesleri yankılanıyor, bağrışlar kulaklarımı dolduruyordu.
Ali, tabancasını çıkarmış, dikkatle çevreyi izliyordu. Sanki bir plan yapıyordu, ama benim beynim sadece kaçmayı düşünüyordu.
"Ali!" dedim, ama o, bir elini kaldırarak beni susturdu. "Şşş...birileri yaklaşıyor."
Duyduklarıma inanamadım. Yaklaşıyor mu? Kim? Neden? Ama sorularıma cevap verecek zaman yoktu. Ali birden kayadan çıkıp birkaç el ateş etti. Hedefini göremiyordum, ama seslerin kesilmesi onun isabetli olduğunu gösteriyordu.
"Silah eğitimin var mı?" diye sordu bana bir anda, beni tamamen hazırlıksız yakalayarak.
"Ne? Hayır!" dedim, panik içinde.
"Tamam," dedi sakin bir şekilde. "O zaman burada kal ve hareket etme, Sana zarar gelmesine asla izin vermem."
Ali'nin arkasından bakarken, içimde bir şeyler koptu. Onun bu kadar soğukkanlı olması beni rahatlatıyordu. Çünkü o, bir askerdi. Bu onun işi olabilirdi, ama benim hayatımın en kaotik anıydı.
Tam o sırada, patikanın yukarısından birkaç kişi belirdi. Yüzleri kapalıydı ve ellerinde silahlar vardı. Kalbim duracak gibi oldu. Ali bir an bile tereddüt etmeden hedefe odaklandı ve birkaç el daha ateş etti. Yerde bir şeylerin düştüğünü gördüm.
Ama diğerlerinden biri, Ali'nin üzerine doğru koştu. Nefesimi tuttum bir şey yapmam gerektiğini hissediyordum. Elimde gelen ilk taşı aldım ve onu alıp fırlattım. Attığım taş, adama isabet etti. Adam sendeledi ama düşmedi, bu arada Ali'nin beni fark ettiğini görebiliyordum.
"İnci!" diye bağırdı, sesi öfke ve endişeyle karışmıştı ama o anda başka bir saldırgan daha belirdi ve birkaç el ateş etti.
Ali hızla hareket edip son adamı da etkisiz hale getirdiğinde, ayakta durmakta zorlanıyordum. Her yerim titriyordu. Gözlerim yaşlarla dolmuştu, ama ağlayamıyordum. Çünkü ağlamak, bu karmaşanın içinde bir lüks gibiydi.
Ali yanıma geldi. "Tamam, bitti," dedi, nefes nefeseydi ama gözlerindeki kararlılık hala oradaydı.
"Bitti mi gerçekten?" diye sordum, sesim çatlamıştı.
"Şimdilik," dedi. Sonra beni omuzlarımdan tutup gözlerimin içine baktı. "İnci, korktuğunu biliyorum ama sana bir şey olmayacak. Buna izin vermem."
Onun bu sözleri içinde bulunduğum tüm korkuyu, paniği bir anda unutturdu. Sadece onun gözlerine baktım ve bir an için her şeyin yoluna gireceğine inandım.
Ali beni hızla karakolun yakınlarına götürdü. Telsizden timine talimat veriyor, köyün durumunu kontrol ediyordu. O konuşurken onun ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha gördüm. Ama bu güç, sadece fiziksel değildi; onun içindeki cesaret, bana güven veriyordu.
Köyün güvenli olduğunu duyduğumuzda, derin bir nefes aldım. Ama bu yaşadığım korkunun kolay kolay geçmeyeceğini biliyordum. Ali, benimle aynı patikada durmuş, köye bakıyordu.
Ona doğru döndüm. "Sizin için bu normal bir gün mü?" diye sordum, sesim yorgun ama alayvari bir tavırla.
Ali, hafifçe gülümsedi. "Hayır," dedi. "Ama sizinle birlikte olunca her şey biraz daha...karmaşıklaşıyor."
Bu kez gülümseme sırası bendeydi. O an, onun ne kadar tehlikeli bir dünyada yaşadığını daha iyi anlamıştım. Ama aynı zamanda, onun yanındayken kendimi güvende hissettiğimi de fark ettim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |