Oy verip yorum yapmayı unutmayalım :) İyi okumalar...
Karakoldaki tatlı kaosun ardından gece olmuştu. Tim kendi köşelerine çekilmiş, karakolda alışılmış bir sessizlik hâkimdi. Gökyüzünde yıldızlar vardı ve etraf neredeyse huzur verici bir şekilde sakindi. Ama içimde aynı huzuru bulamıyordum. Son günlerde olan her şey öylesine karmaşıktı ki… Kendimi bir çıkmazda hissediyordum.
Kaldığım odanın penceresinden dışarı bakarken, ay ışığının karakolun bahçesine vurduğunu gördüm. Sonra, bir köşede oturmuş, sessizce sigara içen Ali’yi fark ettim. Elindeki sigarayı usulca dudaklarına götürüyordu; bakışları uzaklardaydı. O kadar sakin görünüyordu ki, bir an için ona yaklaşıp yaklaşmamayı düşündüm. Ama içimdeki bir dürtü beni hareket ettirdi.
Bahçeye doğru yürüdüm. Ayak seslerimi duyunca başını kaldırdı ve beni fark etti. “Uyumadınız mı?” diye sordu, sesi her zamanki gibi sakindi ama bir şekilde daha yumuşak bir tınısı vardı.
“Hayır,” dedim. “Uykum yoktu. Siz de uyumadınız galiba?”
Başını iki yana salladı. “Bazı şeyler kafamı kurcalıyor. Bazen düşünceler insanı uyutmaz.”
Onun yanına oturdum. Sessizlik birkaç saniye boyunca aramızda kaldı. Ama bu rahatsız edici bir sessizlik değildi. Daha çok, kelimelerin gereksiz olduğu bir an gibiydi.
“Böyle anlarda ne düşünüyorsunuz?” diye sordum, bakışlarımı ona çevirdim.
Bir an sustu, sanki nasıl cevap vereceğini tartıyormuş gibi. Sonra sigarasını söndürüp bana döndü. “Çoğunlukla yaptığım seçimleri düşünüyorum,” dedi. “Hayatta kim olduğumu, doğru şeyleri yapıp yapmadığımı.”
Onun bu kadar açık konuşması beni şaşırttı. “Doğru şeyleri yaptığınıza inanıyor musunuz?” diye sordum.
Gözlerini bana çevirdi. “Bazen emin olamıyorum,” dedi alçak bir sesle. “Ama doğru insanlar olduğunda yaptığınız her şey anlam kazanıyor.”
Kalbim, bu kelimelerle hızlanmaya başladı. Konuştuklarımız sanki yalnızca bir sohbet değil, daha derin bir şeydi. “Peki, ya yanlış insanlar?” diye sordum.
Bakışları birkaç saniye yüzümde kaldı. “Yanlış insanlara rastladığınızda, hayatınızda bir boşluk hissedersiniz. Ama doğru birine rastladığınızda…” dedi, cümlesini bitirmedi.
Yutkundum. “O zaman?” diye sordum, sesim neredeyse fısıltı gibiydi.
“Her şey değişir,” dedi. “Ve bu değişim bazen korkutucudur.”
Aramızda yine sessizlik oldu. Ama bu sefer farklı bir sessizlikti. Söylenmeyen kelimeler, söylenenlerden çok daha ağırdı. Ali gözlerini gökyüzüne çevirdi. “Sizi gördüğüm günden beri,” dedi birden, “kendi hayatımı sorgulamaya başladım. Sanki alışık olduğum her şey… yetmiyormuş gibi.”
Nefesim kesilmişti. Kalbimin sesini duyacak kadar derin bir sessizlik vardı. “Neden böyle hissediyorsunuz?” diye sordum.
Ali bir süre sustu, sonra yüzünü bana döndü. “Çünkü sizinle konuştuğumda, hayatın başka bir tarafını görüyorum. Daha sıcak, daha samimi bir tarafını. Sizde bir şey var, İnci. İnsanları çekiyor. Ama bu, aynı zamanda beni korkutuyor.”
Kelimeleri üzerime ağır bir battaniye gibi düştü. “Neden korkutuyor?” dedim.
“Çünkü,” dedi, sesi biraz daha alçalarak, “bu hislerin beni zayıflattığını düşünüyorum. Ama bir yandan da… belki de beni güçlendirdiğini.”
“Zayıflık değil,” dedim, sesim titriyordu ama bunu gizlemeye çalışmıyordum. “Birine karşı bir şey hissetmek zayıflık değildir, Ali.”
Ali’nin gözleri gözlerime kilitlendi. Aramızdaki mesafe çok azdı ama sanki o mesafe bir uçurum gibi hissediliyordu. “Bunu nasıl bu kadar kolay söyleyebiliyorsunuz?” diye sordu.
“Çünkü doğru insanlara rastladığınızda, hislerinizin sizi korkutmasına izin vermezsiniz,” dedim.
Ali bir an sessiz kaldı. Sonra elini hafifçe masanın üzerine koydu, benim elimden birkaç santim uzakta. Elimi onun eline yaklaştırmak istedim ama yapamadım. Sadece ikimiz de orada oturduk, birbirimize bakarak.
Sonunda Ali derin bir nefes aldı. “Bilmiyorum, İnci,” dedi. “Ama siz yanımdayken, her şey daha kolay geliyor. Belki de gerçekten korkularımı bırakmam gerekiyordur.”
O an, içimde bir sıcaklık hissettim. Korkularını bir yana bırakması için ona destek olabileceğimi düşündüm. “Bazen bırakmak gerekir,” dedim.
Ve o gece, kelimelerin yetersiz olduğu bir şekilde birbirimizi anlamıştık. Ay ışığı üzerimize vuruyor, yıldızlar ise sessizce tanıklık ediyordu.
Ali’yle yıldızların altında o konuşmayı yaptıktan sonra kalbimde garip bir huzur hissetmiştim. Onunla olmak, sanki dünyadaki tüm kaosu dışarıda bırakıp sadece ikimizin olduğu bir alan yaratıyordu. Ama gerçek hayat, bu sakin anlara pek de izin vermiyordu.
Ertesi sabah, toparlanmak için Ali’nin karakoldan ayrılma zamanı yaklaştığını biliyordum. Timle vedalaşırken herkesin ne kadar rahat ve şakacı olduğunu görüp gülümsedim. Ama içimde bir şeyler eksikti. Sanki yakında bir şey olacakmış gibi bir his…
Tam bir dağ yolundan geçerken, arabanın önünden bir anda patlama sesi geldi. Ali bir refleksle direksiyonu sağa kırdı ve araç durdu. “İnci, eğil!” dedi, sesi şimdi ciddi ve buyurgandı.
Arabanın arkasında bir siper bulmaya çalışırken silah sesleri duyulmaya başladı. Neler olduğunu tam anlayamadan, kendimi Ali’nin koruyucu kollarının arasında buldum. Beni arabanın arkasına doğru çekti.
“Ne oluyor?” diye sordum, nefes nefese.
“Pusu,” dedi kısa ve net bir şekilde. Gözleri kararlılıkla doluydu. “Burada kal. Ben dışarı çıkıyorum.”
“Hayır!” diye itiraz ettim. Ama o beni sakin bir şekilde omuzlarımdan tuttu.
“Beni dinlemen gerek, İnci. Sadece burada kal ve kendini koru.”
Ali dışarı çıktığında, silah sesleri daha da arttı. Telsizden timin diğer üyeleriyle konuştuğunu duyabiliyordum. Kafamdan bin bir şey geçiyordu. Ona bir şey olursa ne yapardım? Ya buradan sağ çıkamazsak?
Cesaretimi topladım ve arabanın arkasından başımı hafifçe kaldırarak etrafa baktım. Ali, ileride bir kayaya siper almış, düşman ateşine karşılık veriyordu. Onun bu kadar soğukkanlı ve odaklanmış hâlini görmek beni etkiledi ama aynı zamanda korkutuyordu.
O sırada telsizden bir ses geldi. Serkan’ın sesi: “Komutanım, beş dakikaya yanınızdayız. Dayanın!”
İçimde bir umut kıpırtısı belirdi. Timin yardıma geldiğini bilmek bir nebze rahatlatıcıydı. Ama Ali’ye bakarken onun hiçbir şekilde yardım beklemediğini, tek başına bile bu çatışmayı kazanabileceğini düşündüm.
Bir an geldi, sanki zaman yavaşlamış gibiydi. Düşman ateşi kısa bir süre kesilmişti. Ali’nin yanıma döndüğünü gördüm. “İnci, bir şey olursa… ne yapman gerektiğini biliyor musun?” diye sordu.
“Hayır,” dedim, korkuyla. “Ama bir şey olmayacak. Çünkü buradan birlikte çıkacağız.”
Gözleri bir an için bana derin bir şekilde baktı. “Söz mü?” diye sordu alçak bir sesle.
O anda, timin diğer üyelerinin araçları görünür hale geldi. Serkan ve İsmail, araçtan inip hemen ateş açmaya başladılar. Geri kalanlar da koordineli bir şekilde düşmanı etkisiz hale getiriyordu.
Ali bir kez daha yanıma geldi ve elini uzattı. “Güvendesin,” dedi.
Çatışma bittikten sonra herkes derin bir nefes aldı. Tim, Ali’ye doğru koşup, “Komutanım, yine kahramanlık peşindesiniz,” diye şakalar yapıyordu. Ama Ali sadece onlara başıyla teşekkür etti.
Bana döndüğünde ise yüzünde bir yorgunluk ama aynı zamanda bir rahatlama vardı. “Sözünü tuttun,” dedi, hafif bir gülümsemeyle.
O an, onun hayatımda ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladım. Tehlike her an yanımızda olabilir ama o, bana hem cesareti hem de gücü öğretiyordu. Bu sadece bir çatışma değildi. Bu, onun kalbini daha iyi anlamam için bir fırsattı. Ve her geçen an, ona olan hislerim daha da derinleşiyordu.
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |