Sabah erken saatlerde, annemle birlikte köy meydanına gitmek için evden çıktık. Hava serindi, ama dağlardan esen rüzgar her zamanki gibi ferahlatıcıydı. Sabahları bu köyde olmayı seviyordum; her şey doğal, herkes samimiydi. Şehirdeki karmaşadan uzakta olmak, bana bazen gerçekten nefes aldığımı hissettiriyordu.
Meydan, her zamanki gibi hareketliydi. Kadınlar peynirlerini, sebzelerini, el emeği ürünlerini tezgahlara sıralamıştı. Çocuklar toprak yolda koşturup oynuyordu. Annemle birlikte bir tezgahın önünde durduk, pazarlık yapmaya başladı. Ama benim dikkatim bir türlü toplanamıyordu. Aklım, her şeyden bağımsız bir şekilde Ali’ye kayıyordu.
O günden beri hep onu düşünüyordum. Mahkeme salonundaki hali, uçakta başlayan o garip ama sürükleyici sohbet ve köyde, bahçemizin kapısında duruşu… Her hareketi, her sözü zihnime kazınmış gibiydi. Kendi kendime kızdım. “Neden bu kadar etkileniyorum? Bu, olması gereken bir şey değil,” diye söylendim içimden. Ama her seferinde bu düşünce daha fazla zihnimi kemiriyordu.
Annem bir şey söyledi, ama ben duymadım. Dalgın bir şekilde boşluğa bakıyordum. Bunu fark etmiş olacak ki durdu ve bana dikkatlice baktı.
“Ne düşünüyorsun, kızım?” diye sordu.
“Hiç,” dedim hemen, sanki bir şey saklıyormuşum gibi hızlıca cevap verdim. Ama annem kolay kolay aldanmazdı. Gözlerimden bir şeylerin geçtiğini görmüş olmalıydı. Yine de daha fazla üstelemedi.
Tam o sırada, köy meydanına doğru yaklaşan bir askeri araç dikkatimi çekti. İnsanlar araçtaki askerlere merakla bakmaya başladı. Kimileri “Neler oluyor acaba?” diye mırıldanıyordu. Ama ben, yalnızca birini görmek istiyordum.
Ali.
Ve yanılmamıştım. Araç durduğunda, önce birkaç asker indi. Ardından o… Yüzbaşı Ali. Üniforması içinde yine aynı soğuk ama etkileyici duruşuyla araçtan iniyordu. Kalbimin hızlandığını hissettim, ama nedenini anlayamıyordum. Onu bu kadar sık düşünmek bile bana garip gelirken, birden bire yine karşımda belirmişti.
Gözlerim istemsizce onu takip etti. İnsanlara kısa bir selam verip meydanın ortasına doğru yürüdü. Birkaç köylüyle konuşmaya başladı. Ama beni fark etmemiş gibiydi. Bu durum, bir yandan rahatlatıcı, bir yandan da garip bir şekilde üzücüydü.
Ona doğru gitmeyi düşündüm. “Neden gidiyorum ki? Ne söyleyeceğim?” diye geçirdim içimden. Ama ayaklarım bir şekilde kendi kendine hareket etmeye başladı. Kalabalığı yararak yanına yaklaştım.
“Yüzbaşı Ali,” dedim. Sesim tahminimden daha sert çıkmıştı. O an neden bu kadar cesur bir ton kullandığımı bilmiyordum. Belki de o an, mahkeme salonundaki tavrını hatırlamış ve ona karşı koyma ihtiyacı hissetmiştim.
Ali döndü, gözlerini bana çevirdi. Bakışlarında yine o kararlılık vardı, ama bu kez sanki biraz şaşırmış gibiydi.
“İnci Hanım,” dedi, adımı söyleme biçimi dikkatimi çekti. O kadar ciddi bir ton vardı ki, kendimi bir sorguda gibi hissettim. “Sizi burada görmek ilginç oldu.”
“Bu benim köyüm,” dedim. “Asıl ilginç olan sizi burada görmek.”
Kısa bir sessizlik oldu. Bu sessizlikte, insanların konuşmaları ve çocukların çığlıkları bile uzak bir yankı gibi geliyordu.
“Görev icabı buradayız,” dedi sonunda. “Siz nasılsınız?”
Onun bu sorusuna bir cevap bulmakta zorlandım. “Nasılsınız” sorusu bile, ondan duyduğumda farklı bir anlama bürünüyordu. Sanki onun dünyasında, nasıllığın bir önemi yoktu. Ama yine de cevap verdim.
Ali hafifçe gülümsedi. Bu, onun yüzünde gördüğüm ilk gerçek gülümsemeydi. Ama kısa sürdü. “Her zamanki gibi,” dedi. Cevabı hem çok basit hem de çok doluydu.
am konuşmaya devam edecekken, meydandan bir bağırış yükseldi. Bir grup çocuk, köyün arkasındaki patikadan aşağı doğru koşuyordu. Bir şeyler olmuştu. İnsanlar hemen o tarafa yöneldi. Ali, bir an bile düşünmeden harekete geçti. Ben de peşinden gitmekten kendimi alıkoyamadım.
Patikaya vardığımızda bir çocuğun düştüğünü ve bir taşın altında ayağının sıkıştığını gördük. Çocuk ağlıyordu, diğerleri korkuyla etrafında toplanmıştı. Ali hemen diz çöküp çocuğun yanına gitti.
“Tamam,” dedi sakin bir sesle. “Buradayım. Kıpırdama.”
Onun o anki sakinliği ve kararlılığı beni büyüledi. Sanki başka kimse yokmuş gibi çocuğun acısını dindirmeye odaklanmıştı. Yardım etmek istedim, ama onun işini yapmasını izlemek dışında elimden bir şey gelmedi.
Taşı kaldırdı ve çocuğu kollarına alıp köye geri götürdü. O an, onun neden bu kadar güçlü bir duruşu olduğunu anlamıştım. Ali, sadece bir asker değildi; o, insanların hayatını değiştiren biriydi.
O gece, olanları tekrar tekrar düşündüm. Ali’nin o çocuğa yaklaşımı, sakinliği, gözlerindeki o derinlik… Her şey beni bir adım daha kendisine çekiyordu. Ama bu his, bir yandan da beni korkutuyordu.
Onun dünyasında yeri olmayan biriydim. Ama benim dünyamda da ona yer var mıydı?
Kendi kendime sordum: “Bu hisler, beni daha ileriye mi götürecek, yoksa geri mi çekecek?”
Bir odaya girdik. İçeride dört asker vardı ve hepsi inanılmaz rahat görünüyorlardı. Bir tanesi ayakkabısını çıkarmış, sandalyede ayaklarını uzatmıştı. Diğeri masanın üstünde kağıt oyunları oynuyordu. Üçüncü kişi pencereden dışarı bakarken, dördüncü ise, beni fark eder etmez yerinden sıçradı.
Herkes bir anda toparlanmaya çalıştı, ama o kadar beceriksizce hareket ediyorlardı ki, gülmemek için kendimi zor tuttum. Ayaklarını uzatan asker sandalyesiyle yere kapaklandı, kağıt oynayanlar kartları hızlıca cebine tıkıştırdı. Pencere kenarındaki asker, sanki nöbet tutuyormuş gibi dimdik durdu.
Tam o sırada Ali içeri girdi. Onu görünce, odaya yayılan panik havası iki katına çıktı. Bir anda herkes ciddiyete büründü.
“İnci Hanım,” dedi Ali, kaşlarını hafifçe kaldırarak. “Burada ne işiniz var?”
“Annem beni gönderdi,” dedim, yüzümde istemsiz bir tebessümle. “Odun taşınacakmış, yardıma ihtiyacımız var. Bir de… börek getirdim.”
Ali’nin yüzündeki sert ifade bir an gevşedi. Ama sonra timine döndü ve ciddi bir sesle, “Arkadaşlar, hazır olun,” dedi.
Bunu der demez, odadaki herkes aynı anda toparlanmaya çalıştı. Ama biri botunu giymeye çalışırken tökezledi, bir diğeri kaskını yanlışlıkla ters taktı. Bu manzarayı görünce kahkaha atmamak için ağzımı elimle kapattım.
Ali ise bu manzarayı izlerken alnını ovuşturuyordu. “İşte benim timim,” dedi, başını hafifçe sallayarak.
Kısa süre sonra hep birlikte bizim eve doğru yola koyulduk. Timin neşeli halleri yol boyunca beni çok eğlendirdi. Yolda birbirleriyle sürekli atışıyor, şakalar yapıyorlardı. Bir tanesi, adı Emir olan uzun boylu asker, diğerine dönüp, “Serkan, bu dağlara alışamadın mı hâlâ? Yüzün pancar gibi olmuş,” dedi.
Serkan hemen karşılık verdi: “Sen önce kendi botlarını doğru bağlamayı öğren de sonra konuş!”
Ben istemsizce gülümseyerek aralarındaki bu diyalogları dinlerken, Ali sessizce yürüyordu. Ama bir noktada, Emir bana dönüp, “Komutan Bey çok sert görünür ama aslında iyidir, değil mi abla?” dedi.
Ali kaşlarını kaldırarak Emir’e baktı. “Ben buradayım,” dedi kısık bir sesle. Emir hemen toparlandı. “Yani… şey… börek harika olacak gibi görünüyor,” diye durumu kurtarmaya çalıştı.
Eve vardığımızda askerler odun taşımaya başladılar. Her biri ayrı bir gösteri yapar gibi çalışıyordu. Biri odunları iki katına yığarken, diğeri sırf dikkat çekmek için kütükleri havaya fırlatıp tutuyordu. Annem mutfaktan başını uzatıp, “Aslanlar gibi çalışıyorlar,” dedi.
Ali sessizce bir köşede durup onları izliyordu. Ama ben onun gözlerindeki gururu görebiliyordum. Onlarla her ne kadar dalga geçse de, onları sevdiği belliydi.
İşler bitince, hep birlikte oturup börek yedik. Timin şakalaşmaları bu kez yemeğin etrafında dönüyordu. Emir, “Komutanım, bu börek size özel yapılmış gibi görünüyor. İnci abla, tarifinizi de alabilir miyiz?” dedi.
Ali’nin yüzü biraz kızarır gibi oldu, ama hiçbir şey söylemedi. Bu durum, timdeki diğerleri için eğlence kaynağı oldu.
“Komutanım, siz neden börek yapmayı bilmiyorsunuz? Öğrenin artık,” diye ekledi Serkan.
Benim ise gülmekten yanaklarım ağrımıştı. Ama içimden, Ali’nin bu timle nasıl baş ettiğine hayret ediyordum. Yine de, onların arasındaki bağı görmek beni etkilemişti.
Sonunda askerler ayrılmak için hazırlanmaya başladılar. Ali tam giderken bana dönüp, “Teşekkür ederiz, İnci Hanım,” dedi.
Ben de gülümseyerek, “Asıl biz teşekkür ederiz, Komutan Bey. Timiniz… şey… çok etkileyici,” dedim.
O an, Ali’nin yüzünde beliren hafif gülümseme, günümün en güzel anıydı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |