
Mahalleye dönmüştüm ama hâlâ suratlar düşüktü. Sanki ben eve değil, kabristana dönmüşüm gibi herkesin suratında "bizi affet, ey kutlu kişi" yazıyordu. Yani henüz kimse pankart açmadı ama Çağan’ın eline fırsat geçse, basardı yazıcıdan.
Sabah biraz geç uyandım. Aslında herkes uyanıktı ama benimle göz göze gelmeye çalışan tek bir kişi bile olmadı Sadettin Amca, ben geçerken güvercin taklidi yaptı. Akın zaten “ben hiçbir şey duymadım” suratındaydı. Baran köşe başında sakız çiğner gibi düşünüyordu. Çağan ise... Çağan kapının önüne sandalye atmış, eline kitap almış, üstelik ters tutmuş. Yanından geçerken başımı çevirdim.
O da “Güzel kitap bu... kafa açıyor” dedi.
Ben sustum. Ama içimden “Senin kafayı açsak acaba içinden ne çıkar?” dedim.
Sonra Reha geldi. Elinde poşet.
“Abi ben kahvaltılık getirdim. Uzlaşma kahvaltısı. Zeytinli barış, peynirli özür...”
“Feza seni gönderdi değil mi?” dedim.
Gözlerini kaçırdı.
Yani kardeşim... bari dürüst olun da en azından yeni bir yalan daha yazmak zorunda kalmayayım.
Beste ve Dağhan abi kapıma konuşmak için gelmişti ama konuşmak istememiştim.
Ama herkesin yaptığı saçmalıklar bir yere kadardı. Asıl konu Mirza'ydı. Gün boyunca hiçbir şey demedi.
Hatta Sadettin Amca “Mirza dün sabaha kadar buradaydı kızım, ondan mı sessiz bu çocuk?” dedi.
Sustum.
Akşam oldu, hava serinledi.
Ben yine o ağacın altına yürüdüm, kendimi yere atarken yanımda bir gölge belirdi.
Mirza.
Yere oturdu.
Hiç konuşmadan.
Yalnız bir fısıltı kadar yakınımdaydı.
“Ben konuşmam sanıyorsun, ama aslında senin her kelimeni içimde tekrar ediyorum,” dedi.
Baktım. Gerçekten baktım.
Böyle bir bakış, yalnızca çocukken bisiklet sürerken ilk düşmediğimde kendime bakmıştım.
“Ben,” dedi, “sadece yanında olmak istedim. Ama yanında olmak susmaksa, o artık yan yana olmak sayılmıyor galiba.”
Baktım gözlerine.
Dudaklarımda hafif bir eğrilik. Ne gülüyorum, ne surat asıyorum.
Hani bazen kalbinde biri konuşur da sen sadece bakarsın... işte öyle.
“Mirza,” dedim. “Sen ilk kez sustuğun için değil... ilk kez korktuğun için affedilmezsin.”
Bir saniyelik sessizlik oldu.
Sonra “O zaman,” dedi, “korkmadan durayım mı burada?”
Ve ben, ilk kez birine “dur” demedim.
O akşamdan sonra herkes sırayla saçmalamaya devam etti. Çağan bana özür şiiri yazdı.Akın çaktırmadan çay bıraktı kapıma. Baran bir gün “Yüzün biraz gülüyor gibi... ben daha fazla susayım mı?” dedi.
Ama içimden “Kızlar bunu film yapsa beğenmeyiz, ben yaşıyorum...” dedim.
Bu sırada da Feza'yla da o geceden sonra asla ama asla konuşmamıştım yazdığı mesajları "okundu" da bırakıyor yolladığı haberci kuşunu yani Reha'yı da geri yolluyordum hep.
Feza'ya sinirliyim evet ama hala daha ondan hoşlanıyorum.
O da sanırım bu sinirimin farkında sadece uzaktan bakıyor bana. Böyle oldukça daha da uzaklaşıyoruz gibi hissediyorum ama bazen bazı hisler bu şekilde yaşanmazsa öfke hep diri kalır.
Sinir ayrı, hissettiklerim ayrıydı ama güven bende tek şeritli bir yoldu.
Annem ben geldiğimden beri benden kaçıyordu nereye kadar kaçacaktı bilmiyordum kafamın içinde sürekli o adamın söyledikleri dönüyordu ve ben daha çok düşünüyordum düşündükçe de kafayı yiyecek gibi oluyordum.
Oturduğum yerden kalktım annem mutfaktaydı oraya doğru giderken içimden "Madem sen gelmiyorsun o zaman ben gelirim Zeynep hanım." diye geçirdim.
Dizimin bağı çözüldü, ama ayakta kaldım.
Kapının pervazına yaslandım, oysa yıllardır onun sırtına yaslanmak istemiştim.
"Anne," dedim.
O döndü.
Elinde süngerin ucu köpüklüydü, sanki kelimemi silmek istermiş gibi baktı.
"Efendim?"
"Ben Emin Kara'yla konuştum."
Buz gibi bir sessizlik. Deterjan köpüğü düştü, sesi bile çıkmadı. Sadece o donuk, geçmişi hatırlatan gözleriyle baktı bana.
"Sen bana hiç ondan bahsetmedin. Sanki yokmuş gibi davrandın."
Yüzü düştü. "Çünkü yoktu, Nida. Bizim için yoktu."
"Bizim için mi, yoksa sadece senin için mi?"
Sandalyeye oturdum. O ayakta kaldı.Bu sefer ben yukarıdan bakıyordum, ilk defa.
"Ben seni sevmedim mi sanıyorsun?" dedi.
"Ben seni sevdiğin için değil, sustuğun için sorguluyorum. Çünkü ben Emin Kara'yla yüzleştiğimde... geçmişimin içinde kayboldum. Ve sen... bana hiçbir pusula bırakmamıştın, anne."
Elini kalbine götürdü, gözleri yaşardı ama damla inmedi. Kadınlar ağlamayı da içlerine öğreniyor belli ki.
"Ben o adamı sevdim," dedi. Sanki bir suç itirafı gibiydi. "Gençtim. Aptaldım. Ama senin varlığın, o hatayı bir mucizeye çevirdi."
"Ben bir hatadan doğmadım," dedim. "Ben senin korkularından doğdum. Ve sen beni, o korkularla büyüttün."
İçini çekti. "Ben seni korumaya çalıştım."
Bu cümleyi kaç kişiden duydum, bilmiyorum. Ama bu kez... daha çok canımı acıttı. Çünkü annemdi.
"Beni susarak koruyamazsın, anne," dedim. "Beni büyüttün. Ama eksik bilgilerle. Ben bu hayatı tam yaşamak istiyorum. Senin geçmişinle, babamın karanlığıyla, mahallemle, Feza'yla, Mirza'yla... hepsiyle.
Senin korkularınla değil."
Yavaşça yaklaştı. Ellerimi tuttu.
"Sen haklısın," dedi.
"Ben eksik bir anneydim. Ama seni hiçbir zaman eksik sevmedim."
İşte o cümle...
İçimde bir şeyin tam ortasına denk geldi.
Düğüm çözüldü mü? Bilmem.
Ama annemin avuçları, yılların suskunluğunu hafif hafif okşuyordu.
Ve o an, ilk defa birini affetmedim sadece...
Kendimi de biraz affettim.
Sabah 08:45. Normal insanlar için çay saatidir. Bizim mahalledeyse... felaket saati.
Evden yeni çıkmıştım, bir yandan telefonumda alarmı susturuyorum, bir yandan da düşünceye dalmışım.
Derken...
Bam!
Baran, elinde tencereyle önümden geçti. Yalınayak. Üstünde atlet. Tencerenin içinde tavuk var. “Yine kaçtı lan bu,” diye bağırıyor.
Kime diyor belli değil. Ama ben hâlâ uyanamadım mı acaba diye kendimi çimdikledim.
Sadettin Amca her zaman ki sandalyesinde oturmuş gazetesini okurken radar gözleri mi yoksa o kaç yaşına gelirse gelsin sapasağlam kulakları mı ya da bence en mantıklısı benim o güzel kokumdan benim geldiğimi anlamış gibi bir hışımla gazetesini indirdi ve yüzüme bakarak "Bugün senin yıldızın yengeç burcuyla ters düşmüş. Onun için bu ara herkese trip atıyorsun." dedi.
"Ben 2000 lerden sonra doğdum yıldız sistemine inanmıyorum" dedim.
“Ben de 1945 doğumluyum, senin trip sistemine inanmıyorum,” diyor.
Kocaman gülümsüyorum ve kendimi hala daha bu mahalleye ait hissediyorum.
Tam eve dönerken Çağan elinde zarfla geldi. “Bu senin,” dedi.
“Ne bu?” diye sordum.
“Mahalle özür dileme birliği adına, resmi barışma mektubu.”
Zarfı açtım.
İçinde tek bir kâğıt:
"Nida, sensiz mahalle tek ses eksik kalıyor:
Senin çemkirmen."
– Saygılarla, Erik Mahallesi
Bir an durdum.
Sonra öyle bir güldüm ki Feza da, Mirza da, Akın da döndü baktı.
Ama bu sefer güldüm, çünkü... ben de dönmüştüm artık.
Sizlere özür mahiyetinde bir bölüm daha yükledim hemencecikk...
Arkadaşlar bir de bir soru ssoracağım sizlere Feza'nın bu hikayedeki yerini kafamda bir türlü oturtamıyorum sizin içinde öyle mi?
Bölüm hakkında düşünceleriniz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 43.32k Okunma |
3.11k Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |