Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım lütfen.
Sinirle bitirdiğim yolun ardından Akın’ın çalıştığı ofise gelmiştim. Sinirden sağ ayağımı yere vurarak asansörün durmasını bekliyorum. Umarım ofistedir de bu sinirim boşa gitmez. Ofiste değilse bile bekleyip ona dünyayı dar edeceğim. Salak herif. Üç milyon izlenmiş video ya. ÜÇ MİLYON. Video ya gelen yorumlardan bahsetmiyorum bile. Yorumlar üçe ayrılmış durumda, ilk kısmı benim fazla tepki verdiğimi düşünen kısım, İkinci kısmı beni haklı bulup Göknil’e kızanlar, üçüncü kısımda konudan bağımsız bir şekilde bana açık açık yürüyenlere dolu. Üçüncü kısım diğerlerinden çok daha fazla canımı sıkıyordu çünkü sadece yorumlarda yürümekle kalmayıp sosyal medyadan hesabımı bulup mesaj atıyorlardı.
Sessiz sakin hesabım, gelen mesajlar yüzünden neye uğradığını şaşırdı. Sabahtan beri arayıp duran abilerimi saymıyorum bile. Neden aradıklarını az çok tahmin ettiğim için telefonu açmaya cesaret edememiştim. Bütün bunların hesabını sormak için yanıp tutuşuyordum.
Asansör durduğunda kapılar açıldı ve yeri göğü inleten adımlarımla asansörden çıkıp koridorda ilerledim. Yolunu bildiğim odaya doğru ilerlerken gözüm hiçbir şeyi göremeyecek kadar sinirliydim.
Karşıma geçen sefer geldiğimde gördüğüm o suratsız kız çıkmıştı. Beni gördüğünde, “Yine mi siz?” diyerek misafirperver bir şekilde beni karşıladı.
Kızın dediğini umursamadan yanından hızla geçip hedefime doğru ilerledim. Kız peşimden gelerek beni durdurmaya çalışıyordu. “Hey! Burada böyle aklınıza estiği gibi gezemezsiniz.” Aklıma estiği için gezmiyorum canım direk ben esip gürleyeceğim. Kız kendisini umursamadığım için sinirlenirken peşimden, “Kime diyorum ben?” diye bağırdı.
Akın’ın odasının önüne geldiğim hiç vakit kaybetmeden odasına girdim. Benim peşimden de, “Akın Bey müsait değil. Böyle giremezsiniz buraya.” diyerek gelen suratsız kız.
Kapının girişinde durup tam karşımda masasında oturan Akın’a baktım. Benim evime şaka yapmak için gelen o ekip ve daha önce görmediğim kumral bir kız vardı. Onlarla gülerken bir anda beni görünce yüzünde ki gülüş yavaş yavaş söndü.
Arkamdan, “Akın Bey, kusura bakmayın ben durdurmaya çalıştım ama hanımefendi laf anlayan birisi değil.” diyen kız bana laf sokmayı da ihmal etmemişti.
Sandalyesinde arkasına yaslanıp gözlerimin içine meydan okuyarak baktı. “Tamam. Sen çıkabilirsin.” diyerek arkamdaki kızı gönderdi.
Kız çıktıktan sonra büyük bir şiddetle kapıyı kapattım. Çıkan sesten dolayı yerinde irkilen kumral kız, “Ne yapıyorsun be sen?” deyince çok rahat bir şekilde, “Kapıyı kapattım.” dedim.
“Buraya böyle giremezsin. Ahır değil burası.” dedi tekrar kumral kız konuştu.
Akın’ın gözlerine bakıp, “Öyle mi? Ben içindeki öküz olunca burası da ahırdır diye düşünmüştüm.” dedim.
‘Vay be’ dercesine kaşlarını havaya kaldırdı. Akın söylediklerimi umursamazken, söylediğim laflar kumral kıza dert olmuştu. “Bu ne cüret, bu ne terbiyesizlik. Odaya izinsiz girip ağzınıza geleni söyleyemezsiniz. Ailenden hiç mi terbiye almadın?”
O kadar hızlı bir şekilde kıza döndüm ki buradaki herkes ortalığın karışacağını anlamış olacak ki araya girmeye çalıştılar. Akın bile yaslandığı sandalyeden ayağa kalkmıştı.
Siyah saçlı kız panikten saçlarını karıştırıp kumral kızın yanına gidip koluna girdi. “Betül gel sorun çıkmasın biz bir dışarı çıkalım.” diyerek kapıya yönlendirmeye çalıştı ama kız kolunu savurarak ondan kurtuldu. Yükselen sesiyle, “Ne saçmalıyorsun Aslı sen? Senin panik atağınla uğraşamam.” dedikten sonra bir adım geriledi ve ellerini öne doğru uzatıp, “Görmüyor musunuz ya siz? Bu kız gelmiş burada terbiyesizce konuşuyor ve siz bana sakin olun diyorsunuz. Ailes-“ diyecekken lafını böldüm.
“Bana dediğin hiç bir şey umurumda değil ama bir daha ailemi işin içine katarsan asıl terbiyeyi sana o zaman gösteririm.” dedim net bir şekilde.
“Bir de beni tehdit ediyor ya.” dedi hayretle. “Göstersene.” diyerek üzerime yürümeye başladı. O üzerime doğru gelirken bende ona doğru adım attım.
Akın araya girip, “Betül tamam. Çıkın siz, ben hallederim.” dediğinde bir kere daha şoka girdi.
Betül, “Ama-“ diyecekken Akın tekrar araya girip, “Betül uzatma!” dedi baskın bir sesle.
Betül kovulmanın verdiği sinirle dışarıya çıktı peşinden de ekipteki diğer kişiler çıktı ve odada yalnız kaldık.
Akın rahat bir tavırla arkasını dönüp kalktığı sandalyesine ilerledi ve oturdu. “Ofisi bastığına göre cevabımı aldığını düşünüyorum.”
Sinir kat seviyem artarken bunu dışarı yansıtmaktan çekinmedim. Çantamı masanın önündeki tekli koltuğa rastgele fırlattım ve ellerimi masaya yaslayıp öne doğru biraz eğilip direkt gözlerinin içine baktım. Sakin ama içinde buram buram sinirin olduğu bir sesle, “Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” diye sordum ciddiyetle.
Kendinden emin bir şekilde, “Hayır.” dedi ve ekledi. “Odama yaptıklarından sonra sessiz kalıp oturacağımı düşünmen çok saçma.”
Gözlerimi kapatıp bir iki saniye bekledim. Kabahat bende ki bu adamın iki gün boyunca sessiz kaldığında vicdana gelmiş olduğunu düşündüm. Meğerse planları farklıymış.
Ellerimi koyduğum masadan geri çekildim. “Ben onu ödevimin intikamı olarak yaptım. Sizin yüzünüzden o ödevi yetiştirebilmek için gece geç saatlere kadar çalıştım. Yani senin yaptığın etkiye ben tepki verdim. Etkiye tepki.”
Sandalyesinde rahatça arkasına yaslandı. “Bak ne güzel dedin etkiye tepki. Benim yaptığımda senin yaptığın etkiye, tepki. Bu arada ödevin istediğin gibi oldu mu?”
Sinirle ellerimi saçıma daldırıp karıştırdım yetmedi sağ ayağımı sinirle yere vurdum.
“Çok ciddi soruyorum, sen benimle dalga mı geçiyorsun?”
Beni taklit ederek, “Çok ciddi söylüyorum, seninle dalga geçmiyorum. Sadece yaptığına bir cevap verdim.” dedi.
“Öyle mi?” dedim gözlerimi kısıp ona bakarken.
“Madem öyle benim de senin yaptığına bir karşılık vermem lazım, değil mi?”
“Soğuk savaş mı başlatmak istiyorsun?” dedi sorgular bir ifadeyle.
“Sıcakla, soğukla ilgilenmiyorum. Ben direk savaşla ilgileniyorum. O videoyu paylaşarak savaşı kabul ettiğini varsayıyorum.” dedim ve cevap vermesine fırsat vermeden tekrar ellerimi masaya koydum ve direkt gözlerinin içine baktım. “Sana tavsiyem bundan sonra arkana bakarak yürü sonuçta devir kötü, değil mi?” dedim yüzümde tatlı bir gülümsemeyle.
Geri çekildim ve tekli koltuğa fırlattığım çantamı alıp kapıya yürüdüm. Tam kapının önüne geldiğimde arkamdan seslendi.
“Ben savaşı kabul ederim etmesine ama bende sana bir tavsiye vereyim, hamle sırası sendeyken bu sözlerinin altını doldur ki burada yaptığın şov boşuna gitmesin.”
Odadan çıkmadan önce arkamı döndüm ve yine o tatlı gülümsememle, “Hiç şüphen olmasın. Seyir zevki yüksek bir hamle yapacağım.” dedim ve odadan çıktım. Madem ortalık karıştı bende iyice karıştırırım.
Odadan çıkıp kapıyı sırf gıcıklık olsun diye kapatmadım. Geldiğim yöne doğru dönünce karşıma Akın’ın odadan kovduğu kız ve ekibi çıktı karşıma.
Diğerlerine nazaran daha sakin ve hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi sırtını duvara yaslayan sarışına yakın kumral çocuk ilk konuşanlardan oldu. “Fırtınanın etkisi bitti herhalde sığınaklardan çıkabiliriz.” Gözlerimi devirdim. Sanki ben bile isteye böyle birine dönüşmüşüm gibi konuşuyorlardı. Deli olana değil delirtene bakacaksınız diye boşuna dememişler.
Betül kovulmanın etkisini atlatamamış gibiydi bu yüzden hırsını laf sokarak çıkarmaya çalıştı. “Ne fırtınası be? Olsa olsa meltem olur.”
Yüzüme samimiyetsiz bir gülüşle Betül’e döndüm. “Fırtına mıyım? Meltem miyim? Onu çok yakında göreceğiz.” dedikten sonra göz kırptım ve onu umursamadan yanındaki siyah saçlı kıza döndüm. İsmi hatırladığım kadarıyla Aslı’ydı. “Panik atak olabilirsin bu çok normal bu yüzden kimsenin seni bununla yargılamasına izin verme. Senin yerinde olsam kendimi kimseye ezdirmem hatta sesini yükseltmelerine bile izin vermem.” dedim. Bunları söylememde ki amaç az önce odadayken Aslı sırf ortalık sakinleşsin diye Betül’ü dışarıya çıkarmaya çalışmıştı ama Betül dışarıya çıkmayı bırak Aslı’nın panik atağını yargılamıştı.
Aslı ne demek istediğimi anlayınca yüzündeki içten bir gülümsemeyle, “Teşekkür ederim.” dedi. Evet evime girip şaka ayağına ödevimi mahvetmişlerdi ama anlamadığım bir şekilde bu kıza kanım ısınmıştı. Ayrıca benim en öncelikli düşmanım Akın ukalasıydı.
Tabii ki bu tavsiyem birinin hoşuna gitmemişti. O kişi de Betül’dü. “Ne o az önce içeride şeytandın şimdi melek mi olasın geldi.”
Yüzüne bakıp işaret parmağımla onu gösterdim. “Ben şeytana şeytan,” dedikten sonra bu seferde işaret parmağımı Aslı’ya çevirdim. “Meleğe de meleğim. Bilmem anlatabildim mi?” Betül sinirden renkten renge girerken, sırtını duvara yaslamış ve ortam hiç gergin değilmiş gibi takılan rahat çocuk, “Uzun zamandır böyle iyi laf sokan görmedim. Bu kız bir numara.” deyince Betül’de kayışlar komple koptu. “Kesin şu saçmalamağı. Biri, iki nasihat verdi diye teşekkür eder biri, de iki laf söyledi diye göklere çıkarır. Utanmasanız fan sayfası açacaksınız.”
Betül’e son darbeyi indiren yine rahat çocuk olmuştu çünkü dalga geçer gibi, “Fena fikir değilmiş aslında ben bunu bir düşüneyim.” dedi.
Kendimi gülmemek için ne kadar tutsam da dudaklarım keyifle iki yana kıvrıldı. Kahkaha atmadığıma şaşırıyorum.
“Bu kız eşkıya gibi gelip ofisi basıp Akın’a rest çekti. Bu da yetmezmiş gibi bir de beni tehdit ediyor siz bunu,” dedi ve yüzünü buruşturarak beni gösterdi, “gökler çıkarıyorsunuz. Nasıl arkadaşsınız siz ya?”
Rahat çocukla aynı anda, “Hak etmediğinizi söylemezsin.” dediğimizde ben bile şok olmuştum. Ayarlasan böylesi denk gelmezdi. Betül sinirle odaya girip kapıyı sanki bizi dövüyormuş gibi sertçe kapattığında kimse umursamadı. Anlaşılan arkadaşları bile Betül’e tahammül edemiyordu.
Aslı panik bir sesle, “Bertan, Betül’ün üstüne bu kadar gitmemeliydin. Çok fazla sinirlendi.” dedi.
Rahat çocuğun adı Bertan’dı demek ki. “Sakin ol esmer güzeli onun siniri umurumda bile değil.” dedi yumuşak çıkan bir sesle. Sonra bana dönüp, “Seninle best kanka olup laf sokarak düşmanları kudurtmak isterdim.” dedi gülerek.
“Ödevimi kimin mahvettiğini söylersen belki düşünebilirim.” dedim.
“Üzgünüm ama senin sorunun cevabı ben de yok.” dedi. Tam bu esnada bir kırılma sesi geldi. Sesin geldiği yöne baktığımda küçük sehpanın üzerindeki saksı yere düşmüştü ve saksının başında sarışın, mavi gözlü, sevimli bir kız duruyordu.
Sevgilisine sadık çocuk baygınlık geçirir gibi kıza bakarak, “Yine mi?” dediğinde bu kızın fazlasıyla sakar olduğunu anlamamak imkansızdı.
“Şey gerçekten yanlışlıkla oldu. Elim çarptı.” dedi elleriyle oynayarak.
Kırılma sesi geldiğinde Akın Beyimiz odasından çıkma şerefinde bulundu. Onu umursamadan sarışın kıza bakarak, “Anladım,” dedim imayla. Bakışlarım kızdayken sözlerim Bertanaydı. “Peki o zaman ben gideyim.”
Sesimdeki imayı hepsi fark ettiği için birbiriyle bakışmaya başladılar. Kimseyi umursamadan aralarından geçip çıkışa ilerledim.
Sanki az önce hiç kavga etmemişim gibi büyük bir elitlikle ofisten çıktım.
Aklımda bir plan vardı fakat bunu tek başıma yapamazdım bu yüzden çantamdan telefonumu çıkarttım ve Mert’i aradım. Telefon ilk çalışında açılmıştı. Benim konuşmama fırsat vermeden o konuştu. “Sonunda be. Neredesin kızım sen? Alev topu gibi bir çıktın gittin, bir şey de anlatmadın. İyi misin?”
Yanından doğru dürüst açıklama yapmadan bir hışımla gittiğim için beni merak etmişti. “İyiyim merak etme. Yanına Müjde’yi de alıp okulun yanındaki kafeye gelsenize hem olanları anlatacağım hem de size bir işim düştü.”
“Tamam geliriz de kötü bir şey yok değil mi?” dedi meraklı bir sesle.
“Yok, siz gelin anlatacağım.” dedikten sonra telefonu kapattım.
Otobüs beklemek istemediğim için yoldan geçen boş bir taksiye bindim. Taksiciye adresi verdikten sonra arkama yaslanıp bekledim.
***
Kafeye geldiğimde Mert ve Müjde çoktan gelmişlerdi. Kahve siparişi verdikten sonra bu şaka mevzusunu baştan sonra eksiksiz anlattım. Onlara şaşkınlıklarını atlatmaları için kısa bir süre tanıdım.
İlk tepki Mert’ten geldi. “Vay anasını be! Bizim haberimiz yokken neler olmuş neler. Sözde arkadaşız bir de.” derken cebinden telefonu çıkarıp telefonda bir şeyler yaptı.
“Ya öyle deme. Konun bu kadar uzayacağını düşünmedim bu yüzden de size anlatmak istemedim.”
Müjde gözlerimin içine merakla bakarken, “Peki karşı atak olarak ne yapmaya düşünüyorsun?” dedi.
“Onların yüzünden üç milyon kişiye rezil oldum,” dediğimde elindeki telefona bakan Mert lafımı böldü. “An itibariyle dört milyon oldu.” dediğinde başımdan aşağı kaynar su dökülmüş gibi hissettim. Sitemkar bakışlarla Mert’e bakarken, “Çok sağ ol ya valla.” dedim.
“Ya o dört milyon kişiden biri ailemden biriyse yemin ederim akşama kalmaz yanımıza gelirler.” dedim ağlamaklı bir sesle. Hele abilerim. Normalde ikisi de anlayışıdır ama sonuçta ikisi de abi yani ne yapacakları belli olmaz.
Beni sakinleştiren yine Müjde oldu. “Sakin ol daha görüp görmediklerini bile bilmiyorsun.” dedi.
Tam bu esnada çalan telefonum araya girdi. Ekrana baktığımda ağlamak istiyordum çünkü Gökhan abim arıyordu. Ekranı Müjde’ye çevirdim. “Bugün kaçıncı aramaları biliyor musun? Cesaret edip açamıyorum, ya gördülerse?”
Müjde sıkıntıyla, “Böyle de olmaz açmadıkça onları endişelendiriyorsun.” dedi. Haklıydı açmam gerekiyordu ama cesaret edemiyorum.
Kararsızlıkla, “ Açıyorum o zaman.” dediğimde ikisi de kafasını sallayarak onayladı.
Telefonun son çalışında açıp kulağıma yasladım. Abimin sabırsız sesini duydum. “Sonunda! Bu telefon daha önceki aramalarım da neden açılmıyor?”
Saçma sapan bir açıklama yaptım. “Şey oldu da o yüzden şey edemedim.” dedikten sonra kendi yaptığım açıklamaya göz devirip yüzümü buruşturdum.
“Tam olarak hangi şeyden bahsediyorsun? Duyduğuma göre son zamanlarda bayağı bir şey olmuş.” dediğinde de sesindeki imayı havada kaptım.
“Açıklayabilirim.” dediğinde beklemeden, “Açıkla.” dedi.
Kısa bir süre durduktan sonra aklıma gelen mantıklı bir açıklama olmadığı için omuzlarım düştü. “Açıklayamıyorum, hak ettiysem eyvallah.” dediğimde karşıdan bir gülme sesi geldi gibi oldu ama emin olamadım. Sinirden de gülüyor olabilirlerdi.
“Açıklama yapma hakkını şimdi harcama bence biz oraya geldiğimizde yüzümüze karşı açıklarsınız Göknil’le.” dediğinde şok oldum. Buraya mı geliyorlardı.
“Abi,” dediğimde lafımı kesti ve öldürücü darbesini vurdu. “Yola çıktık bile. Akşam yemek yapın acıktık.” dedi ve kapattı. Emrin olur paşam yeter ki kızma.
Telefonu kulağımdan çektiğimde yüzümdeki ifade nasılsa Mert merakla sordu. “Ne oldu öğrenmişler mi?”
“Buraya geliyorlarmış.” dedim vay benim dertli başım moodunda.
İkisi de ne diyeceğini bilemedi. Aramızdaki en pozitif kişi Müjde olduğu için moral veren de o oldu. “Tamam daha akşama var hemen karalar bağlamaya gerek yok. Bu şaka ekibi için aklında bir plan var mı?”
Kararlılıkla kafamı salladım. “Hem de çok güzel bir plan var.”
Hızlıca planı ve detaylarını anlattım. Anlatmayı bitirdiğimde ikisinin de ağzı şaşkınlıkla açılmıştı. “Kızlar yanlış anlamazsanız bir şey soracağım bu bizim boyumuzu biraz aşmaz mı? Yani bunu yapmak gö- pardon cesaret ister.” dedi Mert.
“Ya hatırlasana Semih Hocanın derste dediklerini iyi bir reklamcı olmak istiyorsanız insanların güvenini kazanmak gerekir. Bunun içinde reklamını yapacağınız şeyin iyi taraflarını gösterdiğiniz kadar kötü taraflarını da göstermelisiniz.” dediğimde söylediklerime bir ekleme yaptım. “Hem Semih Hoca bir grup ödev vermişti. İstediğiniz bir şeyin reklam afişini hazırlayın demişti ya.” Masanın başında oturan bizi gösterdim. “İşte grup, işte reklam afişini hazırlayacağımız konu. Var mısınız?” dediğimde elimi masanın ortasına uzattım
Müjde’nin aklına yatmış olmalı ki, “Haklısın aslında hem ödevi yapacağız hem de senin planını gerçekleştireceğiz. Bir taşla iki kuş. Ben varım.” diyerek elini benim elimin üzerine koydu.
Mert’ten ses çıkmayınca ona baktık. “Ne?” dediğinde gözlerimi devirdim.
“Var mısın? Yok musun?” dedim.
Mert elini, elimizin üzerine koydu. “Sizi ne zaman yalnız bıraktım. Tabii ki varım sonuçta kambersiz düğün olmaz.” dedi.
İkisinin eli elimin üzerindeyken elimi hafifçe yukarıya kaldırıp indirdim ve aynı anda, “Ooo! Bir, iki, üç. Üç silahşörler.”diye hafifçe bağırdım.
Mert, “Bu kadar yaratıcı bir grup adı duymadım.” dediğinde gözlerimi devirdim.
“Daha iyisini sen bul o zaman.” dediğimde burun kıvırarak, “Her konuda mükemmel olduğum için bu işi de ben halledeceğim.” dedi.
Daha fazla oyalanmadan masanın üzerindeki çantamı aldım ve yavaştan ayaklanmaya başladım. “Ben gidiyorum artık malum akşama canım abilerim geliyor. Sevdikleri yemekleri yapalım da belki daha az kızarlar. Sonuçta erkeğin beynine ve kalbine giden yol midesinden geçermiş.” Bu müjdeli haberi daha Göknil’e verecektim.
Ben kalkınca Müjde de kalkmıştı. “Benim de bir işim vardı onu halletmem gerekiyor.” dediğinde mecburen Mert’e kalktı. “Benim bir işim yok. Beni burada bir başıma sap gibi bıraktığınız için bende gidiyorum.” dediğinde güldüm. Hesabı ödeyip kafeden çıktık ve herkes kendi yönüne gitti.
Kafede otururken ne kadar belli etmesem de moralim çok bozuktu ve aşırı derecede de sinirli ve kırgınım. Kaan yani platonik olarak sevdiğim çocuk aynı zamanda kütüphanede bana yardım edip kitap hediye eden ve kahve sözü veren kişi. Verdiği kitabı dün akşam okumuştum. Kafede Göksu ve Göknil’in tuhaf hallerinden sonra merak edip okumuştum.
Kitap, platonik seven bir kadının sevdiği adama yazdığı mektupları anlatıyordu. Adamın hiçbir zaman umurunda olmadığı kadının aslında onu tam bir teslimiyetle nasıl sevdiğini anlatıyordu. Kaan kitabı bana verirken okuduğunu ve çok beğendiğini söylemişti. Bu kitabı bana verirken ki amacını bilmiyordum. Ya ona duyduğum hisleri biliyordu ve alay ediyordu ya da kötü bir tesadüftü. İkinci şık olmasını tercih ederim çünkü bir erkek yüzünden daha kalbimin kırılmasını istemiyorum.
Bir önceki ilişkim de aldatılmıştım. Hem de annemin beni uyarmasına rağmen. Annem ile babam ben ortaokuldayken anlaşamadıkları için boşanmışlardı. Ablam ve ben o günden bugüne annemin yanında kalıyorduk. Babamda da kalıyorduk fakat babam annemden boşandıktan sonra başka bir kadın ile evlenmişti ve evlendiği kadın babamın evinde ne zaman kalsak bize kendimizi hep fazlalıkmışız gibi hissettirdi. Babam bu durumun farkında olup sesini çıkartmayınca da bizde babamın yanına gitmeyi bırakmıştık. Özel günlerde telefonla arıyordum o da toplasan beş dakika bile sürmüyordu.
Annemle babam boşandığında ben beşinci sınıftaydım, ablam dokuzuncu sınıfa yeni geçmişti. Annemi üzmemek için ablam ve ben çok çabaladık. O da bize büyütüp, bakmak için gece gündüz demeden sürekli çalıştı. Annemden ve ablamdan sır saklamazdım. On ikici sınıftayken bir çocukla tanıştım. Adı Ayaz’dı. Her kızın hayalini süsleyen erkeklerdendi o zamanlar okuldaki bütün kızlar onun peşinden koşuyordu o ise peşinden koşan kızları umursamadan benim peşimden koşuyordu. Gençtim ve fazlasıyla toydum. Seviyor sandım sevmese ilgi göstermememe rağmen neden peşimden koşsun dedim. Bir gün kabul ettim teklifini üç ay falan sevgili kaldık. Anneme ve ablama anlattım onu ama anlatırken nasıl heyecanlıyım elim ayağım birbirine dolanıyor. Annem anlayışla karşıladı ve hafta sonu eve öğle yemeğine davet etti. Geldi annemin gözünü boyamak için ona çiçek almış. Saygıyla oturup yemeğini yiyor sorulan sorulara cevap veriyordu.
Ayaz gittikten sonra annem beni yanına çağırmıştı. Söyledikleri dün gibi aklımda, “Kızım bu çocuğa kendini çok kaptırma. İlgili gibi duruyor ama değil gözleri bir farklı bakıyor. Bakışları içten değil. Sakın kendini tamamen kaptırma bak önünde geleceğin için önemli bir sınav var kendini kaptırıp sınavını ihmal etme sonra çok pişman olursun.” demişti. Anneler gerçekten hissediyordu.
Aradan çok geçmemişti ki ilgisi kaybolmaya başladı ve okuldan bir iki kızın dedikodu yaparken söylediklerini duymuştum. Ayaz’ı okulun popüler kızıyla gördüklerini söylediklerini ve bayağı bir samimi olduklarını konuşuyorlardı. İlk başta inanmadım. Bir okul çıkışında Ayaz’a beraber bir şey yapalım dediğimde beni başından savmak ister gibi işi olduğunu söyleyerek beni ekmişti. Şüphelendiğim için okul çıkışı takip ettim. Okulun çoğunluğunun gittiği bir kafe vardı. O kızla kol kola oraya gittiklerini arka taraflarda bir masaya oturdukları gördüm. Sarmaş dolaş gülerek bir şeyler konuşuyorlardı. Gittim yanlarına ağzıma geleni söyledim. Ayaz benden sıkıldığını zaten bir iddia sonucundan benimle sevgili olduğunu söylemişti. Oradan çıktıktan sonra eve gidene kadar çok ağlamıştım. Eve gidince de annemin dizinde ağlamıştım. “Bu gece istediğin kadar ağla ama yarın o çocuk için bir damla yaş döktüğünü görmeyeceğim. Yarın eskisinden de sağlam bir şekilde ayağa kalkacaksın ve hedeflerin için çalışmaya devam edeceksin. Bir erkek için hayallerinden vazgeçtiğini görürsem seni affetmem.” demişti annem. Öyle de yaptım o gece aralıksız ağladım ertesi gün eskisinden daha sağlam ayağa kalkıp eskisinden daha hırslı ve istekli bir şekilde hayallerime sarıldım.
Geçmişte yaşadıklarımı bir daha yaşamak istemiyorum bu yüzden Kaan'ın bana vermiş olduğu kitabın kötü bir tesadüf olmasını o kadar çok istiyorum ki.
Kaan’a mesaj atmıştım ve sahil kenarında buluşmak için sözleşmiştik. Kaan benden önce gelip bir banka oturmuştu. Yanına gidip oturdum. Aramıza da siyah kol çantamı koydum. “Hoş geldin.” dediğinde onun tavırlarını gözden geçiriyordum. Samimi gelmeyen bir şeyler vardı.
“Hoş buldum.” dedim duygu barındırmayan bir sesle.
Biraz sessiz kaldıktan sonra konuyu fazla uzatmadan direk konuya girdim. Çantamdan kitabı çıkardım elimde duran kitaba bir iki saniye baktıktan sonra söze girdim. “Kitabı okudum.” dediğimde o da kitaba baktı.
“Okudun demek. Nasıl buldun peki?”
“Kadını anlayacak kadar kendime yakın, erkeğe güvenilmeyeceğini öğrenecek kadar öğretici buldum.”
Kartlarını açık oynayamaya başlamış gibi, “Ders çıkarmana sevindim. Çıkardığın dersi kendi hayatında da uygularsın diye düşünüyorum.” dediğinde şaşkınlıktan küçük dilimi yutabilirdim. Yüzümdeki ifadeyi hızlıca toparladım bir kere daha bir erkeğin karşısında küçük düşmek istemiyorum.
“Biliyordun yani?” dedim sorar gibi.
Alaycı bir tavırla, “En başından beri.” dediğinde kalbime bir yumruk yemiş gibi hissettim. Duygularımın, hissettiklerimin küçük görülmesi benim lanetim olabilirdi.
Benim konuşmama fırsat vermeden o konuşmaya devam etti. “En başından beri beni nasıl sevdiğini biliyordum. Senin olduğun ortama girdiğimde gözlerini benden alamıyorsun, yanına yaklaştığımda bile kalbinin atış sesini duyabiliyorum. En başından beri her şeyi biliyordum sesimi çıkarmadım çünkü bazı şeyleri kendin anlamanı bekledim.” Alaycı ve üstün bir tavırla beni süzdü. “Sen ve ben yani cümlede bile aynı yere gelince kötü kalıyoruz. Beni severken ne düşündün bilmiyorum ama senin beni sevmen umurumda bile değil.” dediğinde kulaklarımda Göksel’in hangi şarkısından olduğunu hatırlamadığım bir söz yankılandı. Bende bir aşk var onu hep yanlış kalplere bıraktım...
İçimde kopan fırtınalara rağmen dışımda yaprak kımıldatmadım çünkü değmezdi. Bende onun gibi alaycı bir şekilde gülerek, “Seni sevmemin umurunda olmamasına sevindim çünkü beni büyük bir hatadan vazgeçerdin. Bu yüzden sana teşekkür ederim.” Ayağa kalktım ve son kez yüzüne baktım. “Kalbindeki kötülükle sana mutluluklar dilerim.” dedikten sonra ona arkamı dönüp uzaklaştım. Arkamı dönerek dönmez gözümde akmayı bekleyen yaşlar birer birer yanaklarıma döküldü. Ben, biri bana bir şey yaptığında intikam alacak biri değildim. Köşeme çekilir herkesin yaşattığını yaşamasını beklerdim. Karma çok güzel bir şeydi.
Kafam yere eğik, saçlarım yüzümü gizlerken ayakkabılarıma bakarak ağlayıp yolda yürüyordum. Ta ki birine çarpana kadar. Kafamı yerden kaldırmadan, “Özür dilerim.” dedim ağladığım için tuhaf çıkan sesimle bir adım sağa kayıp yoluma devam edecekken çarptığım kişi kolumdan tutarak beni durdurdu. Eliyle nazikçe kafamı kaldırdı ve yüzüme gelen saçlarımı kenara çekti. Gözlerimi bir iki kez kırpıştırdım anın şokuyla. Gözlerimin önündeki görüntü netleşince karşımdaki kişinin Mert olduğunu gördüm.
Gözlerimin içine bakınca ağlamaktan kızaran gözlerimi gördü. Kaşlarını çattı. “Senin bu halin ne? O çocuk mu yaptı?”
Tam ağzımı açıp beni izlediğini mi soracaktım ki bana gerek kalmadan kendi söyledi. “Evet sizi izliyordum bunun için bana sonra hesap sorarsın. Şimdi bana ne olduğunu anlat.”
Konunun bir an önce kapanmasını istediğim için, “Bir şey olmadı alerji,” diyecekken sözümü kesti. “Senin arıdan başka bir şeye alerjin yok.” dediğinde bir kez daha şaşırdım. Mert kararlılıkla neden ağladığımı öğrenmek istediği için, “Peki sen söylemezsen bende o çocuğa sorarım. Söylemezse de ağzını burnunu kırarım zaten kurulmuştum ben o çocuğa iyi olur sinirimi atarım.” dedi ve Kaan’ın olduğu yöne doğru ilerledi.
Her şey çok ani geliştiği için Mert’in arkasından bakakaldım. Allah’tan bu şaşırma anım uzun sürmemişti yanlış bir şey yapmasını engellemek için hızlıca peşinden koştum. Onun adımları benimkinden büyük olduğu için ben ona yetişemeden bize arkası dönük bir şekilde az önceki bankta oturmaya devam eden Kaan’ın yanına gidip o daha ne olduğunu anlayamadan sağ yumruğunu Kaan’ın yüzüne geçirdi. “Bir kere soracağım. Müjde’yi neden ağlattın?”
Mert’in yanına geldiğimde kolundan tutup onu Kaan’dan uzaklaştırmak istedim ama Kaan’ın yakasına öyle bir yapışmıştı ki bırakacak gibi durmuyordu.
“Mert bırak. Herkes bize bakıyor hadi.” dediğimde Mert’in elinin altında olan Kaan büyük bir rahatlıkla güldü. Bana bakarak, “Ne oldu aşkına karşılık bulamadın diye eşkıya arkadaşını başıma musallat mı ettin?” dediğinde onu umursamadım bile tek istediğim Mert’i yanlış bir şey yapmadan geri çekip buradan defolup gitmekti.
Benim isteğimin tersine Mert biraz daha sıkı kavradı Kaan’ın yakasını. “Ne diyorsun lan sen?! Bunun için mi ağladı bu kız?” dedi ve bir yumruk daha attı. “Ben onun gözünden akacak tek gözyaşına kendimi feda etmeye hazırken sen onu bile bile ağlattın mı?” Bir yumruk daha. Aynı zamanda duyduklarımdan sonra hayali bir yumrukta sanki benim kalbime atılmıştı. Mert sanki benim burada olduğumu unutmuş gibi devam etti. “ Ben o her üzüldüğünde kendimi paraladım lan neden üzgün diye! Onunla konuşurken kelimelerimi iki kez düşünüp söylüyorum bilmeden de olsa onu üzmemek için sen benim kıyamadığım kızın kalbini kırıp, ağlattın mı?” Bir yumruk daha. Mert’in kolunu tutan elim istemsizce geri çekildi. Bunları duymaya hazır değilim.
Mert ise benim duymaya hazır olmadığım şeyleri ortalığa dökmeye devam ediyordu. “Benim Allah’ın her günü karşılık beklemeden sevdiğim kızı sen bir kez olsun düşünmeden nasıl ağlatabildin lan?” dediğinde başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissettim.
Çevredeki insanlar gelip Mert’i, Kaan’ın üzerinden kaldırmaya çalışırken ben yavaş adımlarımla arkamı dönüp oradan uzaklaştım. Duyduklarımın şokunu yaşarken nereye gittiğimi bile bilmeden yürümeye davam ettim.
Kendimi dış dünyadan soyutlamışken beni kendime getiren ses arkamdan seslenen Mert’in sesiydi. “Müjde!” diyerek arkamdan bağıran Mert’i duyunca adımlarımı hızlandırdım. Konuşmak için şu an hiç hazır değildim.
“Müjde bir dur!” deyince daha da hızlandım. Arkamdan kolumu tutup beni durdurunca mecburen durmak zorunda kaldım. Karşıma geçtiğinde kolumu canımı acıtmamaya özen göstererek tutuyordu. Kolumu bıraktığında kaçacağımı biliyor gibi bir hali vardı.
“Neyi? Bunca yıl ben seni arkadaşım sanırken senin beni nasıl sevdiğini mi konuşacağız?”
“Bak bunu böyle öğrenmeni istemezdim ama ben tutamadım artık kendimi, kalbimdekileri.”
“İyi,” dedim uzlaşmadan yana olmayarak. “Kalbinden döktüklerini geri topla ve bir daha yayma.” Sözlerim bir bıçak kadar keskindi ve Mert’in yıllarca içinde masumca büyüttüğü sevgiyi kesip attı. Bunun şu an farkında olamayacak kadar sinirli ve kırgındım.
Kolumu elinden kurtardım ve arkamı dönüp ondan uzaklaşmaya başladım. “Bu kadar basit yani? Hiç mi değerim yoktu sende? Beni tek bir kalemde silip attığına göre öyle olmalı değil mi?” dediğinde durdum. Ama beni durduran sözleri değildi, bu sözleri öyle bir ses tonuyla söyledi ki sanki içindeki yıkımı an be an dışına yansıtıyordu.
“Senin duygularını önemsemeyen o herifin arkasından ağlarken seni ölümüne seven bana sırtını dönüp gidecek kadar mı değer verdin?” O an bir şey anladım. Sorun Mert’te değildi. Benim kalbimi ilk önce babam kırmıştı, sonra Ayaz, sonra da Kaan. Ben artık kalbimin bir erkek tarafından kırılmasından korkuyordum. Belki de sadece kalbimi Mert’in kırmasından korkuyordum. Anneannem bir keresinde; kalp en çok sevdiğine kırılır demişti. Ben artık bu kısır döngünün içinde olmak istemiyorum. Çok yara aldım bir dahakine ayakta durabilir miyim bilmiyorum.
Duraksayan adımlarımı harekete geçirdim ve arkama bakmadan yoluma devam ettim. Mert’te durdurmadı zaten. Ben de onun kalbini kırmıştım çünkü.
Kafeden çıktıktan sonra markete gidip hızlı bir alışveriş yapmıştım. Alışveriş yaparken Göknil’i de arayıp durumu hızlı bir özet geçmiştim.
Eve geldiğimde de Göknil’le hızlıca yemekleri hazırlayıp sofrayı bile kurmuştuk. Ben bir koltuğa yayılmış karnımın üzerinde yatan Pamuk’un beyaz tüylerini severken, Göknil de diğer koltuğa yayılmıştı. Çok rahat bir şekilde cellatlarımızın gelmesini bekliyorduk.
Tavana bakarken, “Sence çok kızarlar mı?” diye sordu Göknil.
Dudak büzdüm bilmiyorum der gibi. Sonra da büyük bir rahatlıkla, “Yok be.” dedim. İçimden de aynı anda ‘amin’ demeyi de ihmal etmedim.
Koltuktan sarkan ayaklarımı sallarken duymayı beklediğimiz ama asla hazır olmadığımız kapının zili çaldı.
Göknil yattığı koltuktan kalktı, bende Pamuk’u kucaklayıp koltuğun üzerine biriktim ve bende kalktım. Göknil’le birbirimize baktık. “Başladı bizim mesai.” diyen Göknil’di.
Kapıya doğru giderken, “Kooollaaay gelsiiin.” dedim.
Kolay mı, zor mu? Yaşayıp göreceğiz.
Yüzümüzde en tatlı ifademizle kapıyı açtık ve karşımızda yakışıklı mı yakışıklı dalyan gibi iki tane abimizi gördük.
Biz onlara tatlı tatlı bakarken onlar bize ifadesizce bakıyorlardı.
Çok saçma bir şekilde ellerimi iki yana açıp, “Hoş geldiniz.” dediğimde ikisi de bizi kenara iteleyip içeri girdi.
Büyük abim yani Gökhan abim ellerindeki poşetleri girişe bırakırken, “Geldik de hoş mu geldik göreceğiz?” dedi. Tehlike çanları mı çalıyor yoksa beynimin bana bir oyunu mu?
Gökhan abim içeri geçerken peşinden gelen küçük abim yani Görkem o da elindeki bir bavulu ve iki tane poşeti kenara bıraktı. Bavulu görünce şaşırdım. Bir iki gün kalıp gitmeyecekler miydi?
“Neye şaşırdın öyle masum köylü?” diyen Görkem abime baktım.
“Şey bu bavul ne için abicim?” dedim.
Benim şaşkınlığıma bin basacak bir şaşkınlıkla gözlerini büyüttü. “Abicim mi?” dedi. “Başımıza taşlar mı yağacak yoksa ben ölecek miyim? Sen bana ‘abicim’ demeyi bırak ‘abi’ bile demezsin.” dediğinde şaşkınlığını anladım. Biz evin kedi ve köpeğiydik. Tartışmadan bir günümüz bile geçmezdi. Tabii bir anda ‘abicim’ deyince fazla geldi bünyesine.
“Yok canım ben özünde seni çok seviyorum canım abim.” dediğimde göz devirdi. “Tek problem özümde seviyor olman değil mi? Az sonra çıkacak kaos için yol yaptığını bilmiyor muyum süpürgesiz cadı? Küçük fareler sizi.” diye söylenerek içeri girdi.
Kapıyı kapattığımda Göknil’le birbirimize baktık. Elimi uzattım Göknil’e beklemeden tuttu. “Seninle geçirdiğim günler güzeldi kardeşim.”
Göknil bana sarıldığında bende ona sarıldım. “Yani her sabah seni uyandırmak işkence gibiydi. Bütün ev işlerini bana yıktığını unutmadım ama yine de güzeldi.” Benden daha kinci biri varsa o da Göknil’di.
“Olur canım arada öyle şeyler.” dedim. Biz kapının önünde birbirimize sarılıp dertlenirken içeriden Görkem abim sesini duyduk. “Allah’ım bu ne? Küçücük lan bu. Tek lokmalık bir şey.”
Görkem abimden sonra Pamuk’un havlayan sesini duyduk. Tanışmışlardı demek ki. Salona gittiğimizde Görkem abimin tek eliyle tutup sevdiği Pamuk’u gördük. Yavrum elinden kurtulmak için nasıl çabalıyor.
“Sepet tutar gibi tutmasana hayvanı. Seveceksen adam akıllı sev.” dedim.
Pamuk’u dizlerinin üzerine yatırıp tüylerini okşadı. “Çok tatlı bir şey bu. Ufacık tefecik bir şey. Nereden buldunuz bunu siz.” dediğinde Göknil özet geçerek anlattı.
“Şerefsizler neresini sığdıramamışlar şu küçücük hayvanın.” diye söylendi Gökhan abim. O da çok sevmişti Pamuk’u.
Pamuk’u biraz sevdikten sonra Gökhan abim bize döndü. “Oturun.” dediğinde Göknil’le kol kola ayakta dikiliyorduk. Üçlü koltuğa yan yana oturduk.
Koltukta oturmamıza rağmen Göknil’le kollarımızı ayırmamıştık. Gökhan abim, “Anlatın bakalım.” dediğinde, “Neyi?” diye çok mantıklı bir soru sordum. Gergin ortamlarda saçma sorular sormak benim fıtratımda vardı yani. Bende böyle bir manyağım.
Görkem abim, “1. Dünya savaşının nasıl çıktığını.” dediğinde ortam gergin olmasaydı ağzımı burnumu eğe eğe taklidini yapardım ama işte ortam malumdu.
Ciddi ciddi, “1. Dünya savaşı,” diye anlatmaya başlamıştım ki Görkem abim susturdu. “Senin bu ciddi ortamlarda oluşan mallığını ne yapacağız hiç bilmiyorum. Allah’tan ikizsiniz diye Göknil’e geçmemiş.”
Göknil iltifat almış gibi, “Teşekkür ederim abi.” dediğinde Görkem abim, “İltifat olsun diye söylemedim sana da o mallık geçseydi iki malla zor uğraşırdık.” dedi.
“Haspam.” diye mırıldandım ağzımın içinde.
Omuzlarımı silktim ‘banane’ der gibi.
Olaya müdahale eden büyüğümüz olarak Gökhan abimden gelmişti. “Kesin saçmalamayı. Bir araya gelince hepinizin mallığı gün yüzüne çıkıyor.” Gökhan abim konuşunca herkes suspus olup köşesine çekildi.
“Şimdi hiçbir detayı atlamadan tane tane anlatın. Mümkünse mantıklı bir şekilde.” diye giderayak lafını da sokmuştu.
Bindik bir alamete gidiyoz kıyamete havasında başladım anlatmaya. Benim ara verdiğim yerlerde Göknil anlatmaya devam etti. Anlatmaya bittirdiğimizde Göknil’le birbirimize bakıp derin bir nefes verdik.
Hemen bir tepki vermediler. Görkem abim, “Çok affedersiniz ama rahat mı battı size? Ne bu aksiyon arama çabası?” dediğinde zeytinyağı gibi üste çıkmayı çalıştım. “Sende lisedeyken az kavga etmedin. Demek ki aksiyon arama çabamız senden geçmiş canım abim.”
“Sus kız ben abiyim bir kere.”
Göknil devreye girdi. “Abi olman her şeyi yapabileceğin anlamına gelmez, abi.”
Görkem abim alayla Göknil’e baktı. “Bak sen yürüyen anayasaya hukuka mı aykırı benim istediğimi yapacak olmam.” Göknil’e giderayak okuduğu bölümle ilgili lakap takmıştı.
“Buna verecek çok güzel cevabım var ama bana da yürüyen reklam afişini demenden korktuğum için susuyorum.” dedim.
“Baya yaratıcıymış kullanırım ben bunu.” deyince kusar gibi yaptım. Kendisi lakap takmayı çok severdi.
Yine bizi susturan Gökhan abimdi. “Buraya sizin lakaplarınızı tartışmaya gelmedik. Görkem bir konuda haklı ne bu aksiyon çabası? Biz sizi buraya okumanız için göndermedik mi?” dediğinde bir tık yerimde küçüldüm çünkü buna verecek bir cevabım yoktu. Yanımda oturan Göknil’e ters ters baktım. Israrlı bakışlarım üzerindeyken sonunda bana dönüp ‘ne var’ der gibi omuz silkti. Hep Göknil’in yüzündendi. İkizim olmasaydı şu saniye ispiyonlamıştım ama lanet olsun kardeş bağına.
Malum benim zeytinyağı olma özelliğim olduğu için hemen lafa atladım. “Gökhan abicim biz aksiyonu senden öğrendik. Gökçe ablayla nişanlanmadan önce babası izin vermiyor diye az kalsın kızı kaçırmaya kalkışıyordun. Babası, araya aile büyükleri girince izin verdi. Araya aile büyükleri girmeseydi sizin kavuşma mahşere kalmıştı valla.”
Gökhan abim, Gökçe ablanın adını duyunca hemen yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu. “Ben aklıma koymuştum ama yapmadım. Ayrıca sevdiğim kadın için her şeyi göze alırım ama sizin yaptığınız da bir amaç yok bu yüzden zeytinyağı gibi üste çıkmayı bırak.” dediğinde benim savunmalar bitmişti.
Görkem abim girdi araya, “Sizin meslek seçimleri yanlış olmuş. Göksu’da ki çene kimse de yok.” dedi. Canım abim, bu işten en az zararla çıkmak istediğim için susuyorum ama zamanı gelince burnundan fitil fitil getirmeyi de bilirim.
Benim savunmalarımın bittiğini görünce sonunda Göknil devam etmişti. “Ya şimdi canım abilerim bize kızsanız da, kızmasanız da biz bu haltı yedik yani geri dönüşü yok.” dedi orta yol bulmaya çalışır gibi. Abimler Göknil’e bakarken bende ona hayretle bakıp savunmasını büyük bir merakla dinliyordum.
Göknil, “Bakın biz siz geleceksiniz diye masayı donattık. Bu öğrenci evinin yemek masası daha önce böyle bir ziyafet görmedi. Hadi yemek yiyelim.” dedi. Getir kardeşim alnını öpeceğim. Göknil mezun olduktan sonra artık karşı tarafa yemek yapar davayı öyle kazanırdı. Böyle bir savunma bütün avukatları ve avukat adaylarını şaşırtırdı.
Görkem abim masaya yan gözlerle bakarken, “Valla yalan söyleyemeyeceğim çok acıktım.” dedikten sonra koltuktan kalkıp masaya doğru ilerledi.
Gökhan abimde kalkıp masaya ilerlerken, “Bu konu unutuldu sanmayın.” diye uyarısını da yaptı.
Göknil’de bana ‘ya gör bak nasıl da ikna ettim’ bakışları atarken o da masaya gitti. Geride kalan ben ve Pamuk arkalarından şaşkınca bakakaldık. Biz az önce ne yaşadık yahu. O kadar dil döktüm bana mısın demediler yemeğin adını duyunca hemen unuttular.
Bende ayağa kalktım ilk önce Pamuk’un mama kabını doldurdum sonra da masaya geçtim. Gökhan abimin yanına oturdum. Gökhan abim yemekten önce özenle tabağa dizdiğim baklavalardan bir tane yedi.
“Ben yaptım.” dediğimde Görkem abim, “Senin böyle yeteneklerin var mıydı?” dediğinde ona ellerimi gösterdim. “Bu eller sadece ders çalışmıyor.”
Gökhan abim yüzünü buruşturarak, “Yani nimet bir şey söylemek istemiyorum ama çok kötü olmuş ne annemden ne de benden hiçbir şey öğrenememişsin.” dedi.
“Bütün paramı bu baklavaya döktüm. Adam taze demişti.” dediğimde hepsi güldü. Anlamayan gözlerle onlara baktıktan sonra bende çokgen köşeli jeton düştü. Haince tuzağa düşürülmüştüm.
Hepsine sinirle bakarken, “Gülmeyin be. Ne var yani kendimizi övmek istediysek.” dedim.
Gökhan abim gülüşünü bastırıp kolunu omzuma attı, “ Gülmeyin doğru söylüyor benim kardeşim o kadar hamarat ki haşlanmış patatesi bile yakıyor.” dediğinde tam sevinecekken son söyledikleri yüzünden sevincim kursağımda kaldı. Yani öyle hamaratlıklarım mevcuttu. Hep B12 eksikliğim yüzündendi. Kendi ellerimle ocağa koyduğum patatesleri unutmuştum.
Benimle dalga geçmeleri bitmemiş gibi bu seferde Görkem abim ortadaki sarma tabağını gösterdi. “Adım gibi eminim ki bunu da Göksu yapmıştır.” dedi. Onu da ben yapmamıştım. Küçük dükkanında ev yemekleri yapan Gülcan abladan almıştım ama çok güzel yapıyordu sarmayı.
Ağzımı eğe eğe taklidini yaptım. “Sizi düşünende kabahat. Ah benim babacığım olsaydı benimle dalga geçmenize izin vermezdi.”
“Babam gelince yarım saat nasihat verecekti. Siz de dinliyormuş gibi yapıp aynı haltları yemeye devem edecektiniz.” dedi Gökhan abim.
Görkem abim ekleme yaptı. “Asıl annem ve otuz sekiz numara ev terliğinin gelmesi lazımdı.” Böyle söyleyince içim bir ürperdi. Küçükken az tadına bakmamıştım o terliğin.
“Annemlerin haberi yok. Biz öylesine yanınıza gezmeye geleceğimizi söyledik.” dedi Gökhan abim. Annemin neden gelmediği anlaşılmıştı. Annemin haberi olsa dükkanı falan kapatır da gelirdi.
Yemek bittikten sonra abimler yol yorgunu olduğu için onlara yatak yapmıştık Göknil’le biz de mutfağa toparladıktan sonra kendi odalarımıza çekildik. Biraz ders çalıştıktan sonra uyumak için yatağa girdim. Yarın karşı atak için ilk çalışmalarımızı yapacaktık. Yarın güzel bir gün olacak
Okur Yorumları | Yorum Ekle |