
Herkese merhabalar,
Beşinci bölüme hoş geldiniz.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Keyifli okumalar...
5:Dört Milyona Eş Değer
Sabah kalktığımda evin bile alışık olmadığı kadar ses vardı. Gözlerimi açtığımda odamın kapısından sesler geliyordu. Pamuk odamın kapısını tırmalarken bir yandan da havlıyordu. Yataktan çıkıp üstümü başımı düzelttikten sonra kapıyı açtım. Pamuk beni bile görmeden ayağımın yanından geçti ve yatağımın üzerine atladı. Yatağımın üzerine kurulmuştu bile. Rahatını bozmadan uykulu gözlerle ona bakıp, “Sana da günaydın.” dedim. Başını kaldırdı, cevap verir gibi havladı ve ondan sonra yattı. Güldüm bu haline kapıyı Pamuk için açık bıraktıktan sonra odadan çıktım.
Sesler mutfaktan geliyordu. Mutfağa gitmeden önce lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım ondan sonra mutfağa geçtim.
Mutfak kapısının önünden içeriye baktım. Gökhan abim bütün marifetini gösteriyordu. Abiniz varsa ve aşçıysa bir adım öndesinizdir demektir. Patates kızartmasından, sucuklu yumurtaya, fırından yeni çıkmış muhtemelen peynirli poğaçaya ve yeni alındığına yemin edebileceğim peynir, zeytin, bal ve reçel çeşitlerine kadar her şeyi hazırlamıştı.
Her şey hazırdı ama mutfakta bir kaos hakimdi. Salatalığı ve domatesi katleden bir Görkem abim.
Gökhan abim yeni doldurduğu vişne reçelini tezgahın üzerine bırakırken Görkem abimin doğradığı bir salatalık dilimini eline aldı. “Ne beceriksiz herifsin lan sen? Bu ne? Bunu yiyen kişiye heimlich manevrası yapmak gerekir.” dedi. Bu serzenişinde haklıydı çünkü doğradığı salatalık dilimi üç parmak kalınlığındaydı.
Görkem abim doğradığı salatalığı alıp ağzına atarak imha etti ve yeni bir salatalık dilimini kesti. Eline aldı ve Gökhan abime gösterdi. “Bu nasıl?”
“Göknil oradan bir şiş getir abicim yaprak döner olarak şişe takarız.” dediğinde güldüm çünkü bu sefer de haklıydı. Salatalık dilimi kağıtla aynı kalınlıkta sayılırdı.
Gülerek yanlarına gittim. “Gençler bir salatalık doğrayacaksınız beyin ameliyatı yapmıyorsunuz.” dedim. Görkem abimin elinden bıçağı aldım. “Bir insanın hiç mi ortası olmaz? Vur dedik öldürüyorsun.” Salatalığı doğrarken onun takıldığı bıçağı elinden almış olmamdı.
“Bıçağı neden elimden aldın uğursuzluk getirir, kavga ederiz.” dedi Görkem abim. Göz devirerek güldüm. “Kavga etmediğimiz bir gün var mı?”
“Doğru.” dedi bana hak vererek.
Ona sataşarak, “Dün beni o kadar zorbaladınız yemek yapamıyorum diye bugün bir salatalığı doğrayamadın. Seni alan kız yandı.” dedim.
“Beni mutfağa sokana hapis cezası verilmeli ne anlarım ben yemek yapmaktan.” diyerek savunmasını yaptı. “Beni alan kız yandıysa seni alan erkek çoktan kül olmuştur.”
“Ne alakası var? Benim gibi birini bulduğu için yatsın kalksın dua edip, şükür namazı kılsın.”
“Ha sevgilin var yani?”
“Duyma yetini kulakların değil de başka bir uzvun yapıyor herhalde. Sevgilim mi var dedim ben sana?”
“Ne çemkiriyorsun be? Ben biliyorum zaten senin sevgilin olmadığını.” Dediğinde kaşlarımı çattım.
“Nereden biliyorsun?”
Görkem abim elini havada sallarken, “Daha neler neler biliyorum.” dediğinde şüpheyle ona yaklaştım. “Neler biliyorsun?”
Bir süre yüzüme ciddiyetle baktıktan sonra kahkaha attı. “Mesela sana hiç bir erkeğin dayanamayacağını biliyorum.”
Bir an yediğim haltları öğrendi zannettim. Hâlâ gülerken koluna vurdum. “Gerizekalı.” diye ona kızarken o hâlâ gülüyordu.
Birbirimizle uğraşarak kahvaltıyı hazırladık. Bugün dersten önce Mert ve Müjde ile buluşmak için sözleşmiştik o yüzden kahvaltımı hızlıca yaptıktan sonra giyinmek için odama gittim.
Siyah saten ayak bileğimin bir karış üstüne gelen bir etek giydim. Üzerine beyaz bir bluz giydikten sonra buz mavisi kısa kot ceketimi giydim. Saçlarımı düzleştirdikten sonra hafif bir makyaj yaptım. Takılarımı da taktıktan sonra siyah kol çantamı ve siyah güneş gözlüğümü aldım. Ajandamı da alıp odadan çıktım. Kapının önünde beyaz spor ayakkabılarımı giyerken, “Ben çıkıyorum.” diye içeriye seslendim.
“Tamam dikkat et. Paran mı var mı?” diye soran Gökhan abimdi.
“Evet, gittim ben görüşürüz.” dedikten sonra evden çıktım.
Otobüse bindikten sonra okulun yanındaki kafeye gelmiştim. Ben cam kenarında bir masaya geçip diğerlerini beklerlerken ilk gelen Müjde olmuştu.
Yüzü asık, göz altları çökmüş ve sıfır makyajla yanıma geldi. Çantasını masanın üzerine bıraktı. “Merhaba.” dedi kısık çıkan bir sesle.
“Ne oldu sana? Ne bu halin?” dedim endişeyle. Dün ayrılırken gayet iyiydi ne olduysa bizden ayrıldıktan sonra olmuş olmalı.
Yanıma otururken boş bakışlarla masaya bakıyordu. Koluna nazikçe dokundum. “Müjde iyi misin?” Anlatmadıkça endişem daha çok artıyordu.
Boş bakışlarını bana cevap verdi ve direkt konuya girdi. “Mert beni seviyormuş.” dediğinde şaşırdım çünkü Mert’in Müjde’yle konuşacağını hiç düşünmemiştim.
“Cesaretini topladı demek ki.” dediğimde hayretle bana baktı.
“Nasıl yani sen biliyor muydun?”
Yalan söylemedim. “Evet biliyordum ama sana söyleyemezdim çünkü Mert’e söz verdim.”
“Nasıl böyle bir şeyi benden saklarsın ya? Arkadaşın değil miyim ben senin?” Onun yükselmesine rağmen ılımlı bir şekilde yaklaştım.
“Tabii ki arkadaşımsın ama Mert’te arkadaşım. İkinizi de birbirinizden ayıramam. Bana güvenip sana olan duygularını bana anlattı, ben de dinledim. Ben aranıza girmek istemiyorum. Bu konuda ikinizi ilgilendirir ama iyice düşünmeden karar verme olur mu? O seni gerçekten seviyor. Senin her hareketini ezberleyecek kadar çok seviyor. Konu sen olunca öğrenmeye çok hevesli. Sonucu ne olursa olsun birbirinizi kırmamaya çalışın.” dedim. Omuzları düştü ne yapacağı hakkında hiç bir fikri yoktu.
“Dün Kaan’la sahilde buluştuk.” dediğinde anlamadığım için kaşlarımı çattım. “ Kaan?” dedim soru sorar gibi.
Güldü ama neşeli bir gülüş değil da daha çok kendine kızar gibi güldü. “Platonik sevdiğim çocuk vardı ya o.” dedi.
Anlatmaya devam etti. “Verdiği kitabı okumuştum sonrada sahilde onunla buluştum. Bana ne dedi biliyor musun?”
Sormamı beklemeden anlatmaya devam etti. “En başından beri onu sevdiğimi bildiğini söyledi. Bir de benimle dalga geçer gibi bundan bir ders çıkarmam gerektiğini söylüyor ama haklı salaklık bende böyle özenle seçmiş gibi en sevilmeyecek kişileri seviyorum sonra da alıyorum ağzımın payını olan yine bana oluyor.” dedi kendine kızarak.
“Böyle biri için üzülmeye değmez boş ver. Hayatının hiçbir yerinde sevilmediği için senin sevgini anlayamamış.”
“O umurumda bile değil ki zaten ne olduysa ondan sonra oldu. Kaan’ın yanından ayrıldıktan sonra ağlıyordum ama onun beni sevmediği için değil hep en yanlış kişiyi sevdiğim için ağlıyordum. Yolda birini çarptım o da Mert’miş. Beni takip etmiş ağlarken beni görünce Kaan’ın yanına gitti. Kaan’ı dövmeye başladı onu döverken bana olan duygularını farkında olmadan söyledi. Ne yapacağımı bilemedim etraftakiler ayırmaya gelince oradan uzaklaştım. Peşimden geldi konuşmak istediğini söyleyince tersledim.” Tam bu noktada derin bir ofladı. “Bayağı bir yükseldim ben. Hak etmediği şeyler söyledim.”
“Tamam hemen kötü taraftan bakma en azından hatanın farkındasın ve bunu düzeltmek için elinde bir fırsatın var. Sinirlendirdiğin, korktuğun, kaçtığın şey Mert’in sana olan sevgisi değil, değil mi?” diye bir soru yönelterek onu düşünmeye ittim.
Sessiz kaldı. Kafasında bir şeyleri düşünüp tartığını bakışlarından anladım. Kendi tahminlerimi söyleyip onu biraz daha düşünürdüm. “Bence senin asıl korktuğun bir erkek tarafından daha kırılman. Mert’e olumlu bir cevap verdikten sonra seni kırmasından korkuyorsun. Bu senin hayatın ve kararını etkilemek istemem ama bir arkadaşın olarak sana şunu söyleyebilirim Mert seni üzmemek için elinden geleni yapar. Sen belki farkında değilsin ama senin gözünün içine bakıyor. Böyle bir adam seni üzmez.”
Bu sefer derin derin ofladı. “Başım büyük bir dertte gibi hissediyorum. Evet desem şüphelerim, hayır desem içimde bir yerler beni rahat bırakmıyor. Gece düşünmekten doğru düzgün uyuyamadım bile.” dediğinden tahminimde haklı olduğumu anladım.
Konuşmadık bir süre. İkisinin arasındaki bu durum netliğe kavuşmadığı sürece ister istemez bir gerginlik olacaktı. Önemli olan bu gerginliği kalp kırmadan iyi yönetebilmekti.
Kapıdan içeriye Mert girince Müjde ilk fark etmedi. Masadaki bakışlarını kaldırdı ve ileriye baktığında Mert’i gördü. Anlık olarak masanın üzerindeki ellerini nereye koyacağını bilemedi. Masanın altına indirdi rahat edemedi tekrar masanın üzerine çıkardı. Mert bize yaklaştıkça daha çok geriliyordu. En son saçmaladığını fark etmiş gibi ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve bakışlarını da masaya dikti.
Mert’e baktığımda Müjde’den farkı yoktu. Büyük bir ihtimalle o da gece uyuyamamıştı çünkü gözlerinin içi buradan bile fark edilecek şekilde kırmızıydı. Saçları dağınık ve etrafa boş bakışlarla bakıyordu. Gözleri Müjde’ye değince bakışlarındaki o boş ifade değişti. Bir insan gözleriyle bile sevebilir mi deseler onlara Mert’i gösterirdim çünkü Müjde’ye bakarken onun için dünya durmuş gibiydi hatta ona baktığı saniyeden itibaren adımları sekteye uğradı.
Bakışları yoğun sevgisini belli ederken aynı zamanda kederli de bakıyordu. Müjde’ye bence kırgın değildi çünkü bu zamana kadar onu bir karşılık beklemeden sevmişti ama Müjde’nin bu kadar sert çıkması onu üzmüştü.
Yanımıza geldiğinde benim karşıma oturmuştu. “Günaydın.” dedi. Müjde sessiz kalırken ben, “Günaydın.” dedim.
Mert, Müjde’ye bakarken, Müjde ona ısrarla bakmıyordu. Müjde’yi rahatsız etmemek için bakışlarını ondan çekip bana baktı.
Kafasıyla hafifçe Müjde’yi işaret etti. Kafamı salladım ‘biliyorum’ der gibi. Bu devirde iyi bir dost bulmak zordu ve ben ikisini de çok seviyor ve güveniyordum bu yüzden onlar için elimden ne geliyorsa yapmaya hazırdım.
Bu gergin ortamı dağıtmak için ilgiyi başka bir yere çektim. “Evet savaş boyalarımızı sürme vakti geldi. Planı dün anlattığım için bir daha anlatmıyorum bir an önce şu işe başlamak istiyorum.” dedim hevesli.
Plan tam olarak şöyleydi, Mert gelirken diz üstü bilgisayarını getirmişti. Onunla bir uygulama üzerinden bir afiş hazırlayacağız. Afiş şaka ekibinin reklam afişi olacaktı ama afişi gördükten sonra bence böyle reklamlarının yapılmasını istemezlerdi. Sonra bu afişi matbaa da çoğaltıp onların ofisinin yakınlarına asacaktık. Bütün gün afiş asmakla uğraşmamak için sadece ofisin çevresine asacaktık. Afişlerden iki tanesi ayırıp, bir tanesi de ödev için kullanacağız, diğerini ise ben bizzat kendi ellerimle Akın’a götüreceğim.
Mert bilgisayarını açarken elinin üzerinde dünden kalmış yara izleri dikkatimi çekti. Yaralar kabuk tutmaya başlamıştı, yaralar dünün sert geçtiğinin bir kanıtıydı.
Mert, “Ben bir taslak oluşturayım bunun üzerine yavaş yavaş ekleme yaparız, olur mu?” dediğinde ona döndüm. “Aslında ben dün belki bir fikir olur diye kabaca bir taslak çizdim.” Ajandaya dün çizdiğim taslağı açıp onlara gösterdim.
Müjde, eline bir kalem alıp taslağın üzerinde bir şeyler çizdi ve Mert geldiğinden beri ilk defa konuşarak, “Bence burası böyle olursa insanların daha çok dikkatini çeker. Daha çarpıcı duruyor.” dedi. Mert göz ucuyla ona bakarken ben Müjde’nin gösterdiği yere bakıyordum.
Grafiti yazı tarzıyla “ŞAKA GİBİ ŞAKA EKİBİ” yazmıştı. Bu hoşuma gitmişti. Mert gözlerini zor bela Müjde’den çekip afişi hazırlamaya başlamıştı. Aradan yaklaşık on beş dakika geçmişti. Mert başını ekrandan kaldırmadan çalışıyordu arada ona müdahale ederek bende bir şeyler ekliyordum.
Müjde, “Ben bir lavaboya gidiyorum.” diyerek ayaklandı. O arkasını dönüp gidince Mert ekrandan başını kaldırıp arkasından baktı. Öyle içli içli bakıyordu ki arkasından Müjde görse bence içi giderdi.
“Ne yapacağım ben şimdi? En azından önceden yüzüme bakıyordu.”
“Hemen karalar bağlama. Daha hiçbir şey bitmiş değil.” dediğimde çaresizce bana baktı.
“Görmüyor musun? Yüzüme bile bakmıyor o böyle davrandıkça bütün gücüm gidiyormuş gibi hissediyorum.”
“Bak Müjde’nin genel olarak erkeklere karşı bir güvensizliği var. Bunu tetikleyen de hayatında yaşadığı bazı olaylar. Sen dünyadaki en güvenilir adam bile olsan içinde bir şüphe olacak bu sadece senin içinde geçerli değil. Ona biraz zaman vermelisin bu durumu hazmetmesi lazım ondan sonra tek hedefin onun korkularını gidermek olacak. Korkuları gittiğinde sana daha ılımlı yaklaşacağına eminim.” dediğimde anlamaya çalışır gibi kaşlarını çattı. “Ne yaşadı da kimseye güvenmiyor?”
“Bunu benim anlatmam doğru olmaz o anlatmak istediğinde sana anlatacaktır.” dedim ve ekledim. “Üzmeyeceğini biliyorum ama eğer onu üzersen senin kafanı kırarım.”
“Eğer öyle bir şey yaşanırsa sana gerek kalmadan ben kendi kafamı kırarım.” dedi.
“Hadi devam edelim.” diyerek tekrar ekrana döndük. Müjde’de çok geçmeden gelmişti.
Ders saatine kadar afişi hazırlamıştık. Ders saatinde eşyalarımızı toplayıp kafeden ayrıldık.
4 Saat Sonra
Bugünkü iki saatlik dersimiz bitmişti. Afişleri çoğaltmak ve ofisin yakınlarına afişleri asmak iki saatimizi almıştı. Elimizde iki tane afiş kalmıştı birini ödev için ayırdık diğerini de özel bir teslimat için bizzat ayırdım.
Sokaklara astığımız afişleri büyük ilgi çekmişti. Sosyal medya hesaplarında milyon takipçileri olduğu için onları tanıyan insanlarda haliyle çok fazlaydı. İnsanlar afişler de gördüklerine inanamıyorlardı. Afişleri durup bakan fazlaca genç vardı. Bazıları telefonunu çıkarıp afisin fotoğrafını bile çekiyordu.
Elimde rulo yaptığım afiş, yanımda Müjde ve Mert’le bugünkü son görevimizi yerine getirmek için şaka ekibinin ofisine gelmiştik.
Koridorda yürürken artık insanlar bana alışmış gibi bakıyorlardı. Tabii kendileriyle biraz mesaimiz olmuştu.
Akın’ın odasının önüne geldiğimde Müjde ve Mert’e bakarak, “Hazır mısınız? Seyir zevki yüksek bir gösteri sunacağım size.” dedim.
“Hazırız hazır olmasına da biraz ileriye gitmiyor muyuz?” diyen Müjde’ydi.
“Az bile yapıyorum.” dedim. Dört milyon izlenmenin karşılığı da en az dört milyon kadar büyük olmalıydı.
En neşeli halimle daha önceki gelişlerimde yapmadığım şeyi yani Akın’ın odasının kapıyı çaldım ve içeriden gel komutu gelince kapıyı açtım.
“Yine ben, yine ben, yine ben.” diyerek neşeyle içeri girdim. Ekip ve Betül buradaydı.
Betül memnuniyetsiz bir sesle, “Bende bugün bir şey eksik diyordum.” dediğinde istifimi hiç bozmadım. “Ya sen beni mi özledin? Eee tabi eksikliğim böyle koyar insana.”
“Keşke geleceğini önceden haber verseydin çekirdeğimi hazır ederdim.” diyen Bertan’dı. Bu çocukla normal şartlar altında tanışsaydık çok iyi arkadaş olabilirdik. Herkes ona ters ters bakınca yine hiç umurunda değilmiş gibi masanın önündeki tekli koltuğunda yayıldıkça yayıldı yetmezmiş gibi koltuğun önündeki sehpaya ayaklarını uzattı. Allah herkese Bertan’ın rahatlığından versin.
Akın oturduğu sandalyede arkasına yaslanırken parmaklarının arasında bir kalem çeviriyordu. “Hayret bu sefer tek gelmemişsin?”
“Hizmetinizden çok memnun kaldım da arkadaşlarıma da önerdim. Onlarda seve seve sizinle tanışmayı kabul ettiler.”
“Bizi öve öve bitiremedin mi yoksa göme göme toprak mı yetiremedin?”
“Saçmalama tabi kii de ikinci şık.” dediğimde güldü.
“Peki sen ve arkadaşlarının yine, yeni ve yeniden neden geldiğini sorabilir miyim?”
Hep o mu sinir edecek biraz da ben sinir edeyim moodunda, “Tabii ki sorabilirsin izin veriyorum.” dediğimde yüzüme bakmaya devam ediyordu.
“E sorsana.” deyince ya sabır der gibi kafa salladı. “Neden geldin?”
“Seni özledim.” dediğimde kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. “Şaka şaka senin neyini özleyeceğim.” dedikten sonra asıl konuya giriş yaptım. “Buraya size seyir zevki yüksek bir şov yapmaya geldim.” Gözlerinin içine bakarak söylediklerimle yaptığım imayı hemen havada kaptı. Çünkü ona geçen sefer geldiğimde seyir zevki yüksek bir hamle yapacağımı söylemiştim.
Oturduğu sandalyede dikleşti. “Ne yaptın?” diye sorduğunda zevkten dört değil dört yüz köşe olduğumu saklayacak değildim.
Ellerimi iki yana açtım, “Onu söyleyemiyoruz maalesef.” dedim. Hepsinin surat ifadeleri çok komikti. Bir taraftan merakla bakarken diğer taraftan çıtayı ne kadar çıkardığımı sorgular gibi bakıyorlardı.
Bu hallerine gülmek istedim. Güldüm de. “Şaka şaka sabahtan beri o kadar uğraştık tabi ki de söyleyeceğim. Hatta söylemeyeceğim,” Elimdeki rulo yaptığım afişi salladım dikkatlerini afişe çekmek için. “Göstereceğim.” dediğimde şimdi hepsinin meraklı bakışları elimdeki afişteydi.
Bir adım arkamda kalan ve olayı dışarıdan izlemeyi tercih eden Mert ve Müjde’ye döndüm. Müjde’ye bakarak, “Bant sendeydi değil mi?” dediğimde çantasından bandı çıkardı. Akın’ın masasının tam karşısındaki duvarın dibine gittik. Afişi açıp duvara koyduk Mert afişi tutarken bizde bantla sabitledik. Afişin önünde dikildiğimiz için şu anlık kimse göremiyordu.
İşimiz bittiğinde afişe son kez bakıp önünden çekildik. Ellerime afişe doğru uzatarak büyük bir gururla takdim ettim. “İşte seyir zevki yüksek bir afiş hazırladık.” Hepsi afişi incelerken şaşkınlıktan ağızları açık kalmıştı.
Tek bir kişi şaşkın değil de sinirlenmiş duruyordu o da Akın’dı. “Bunu nasıl yaparsın.”
Boş bulduğum bir koltuğa oturdum. Mert ve Müjde’de yanıma oturmuştu. Bacak bacak üstüne atıp onun sinirinin aksine oldukça rahat bir şekilde konuşmaya başladım. “Şimdi şöyle ki okulda bir hocamız bize grup ödevi olarak istediğimiz bir şeyin reklam afişini hazırlamamızı istedi. Eee bende dedim ki sizinle o kadar mesaimiz oldu. Bir teşekkür mahiyetinde size bu reklam afişini hazırladık. Yoksa beğenmediniz mi?”
Afiş onların reklamını yapmak için değil de daha çok onların imajını çizecek cinstendi.
Ekibin kameramanı arkadaş arasında konuşurken adını duyduğum Kenan konuşmuştu. “Bundan sadece bir tane mi var?”
Ellerimi iki yana açıp dudaklarımı büzdüm. “Bilmem. Sizce bir tane midir?”
Hepsi başlarına gelecekleri biliyorlardı ama bir ümit der gibi bana bakmaya devam ediyorlardı.
Tatlı gülüşümle, “Bence bir tane değildir. Sonuçta o kadar uğraştık neden bir tane olsun değil mi? Tüm insanlık bu afişi görmeli.” dediğimde hepsi bu kadar ileri gideceğimi tahmin etmemiş gibi şaşkındı.
Geçen sefer geldiğimde saksıya yere düşüren sarışın kız, “Peki bu afişlerden sadece buradakilerin haberi var değil mi?” dedi bir ümit.
“Bence yersiz bir soru oldu bu Zeynep. Etrafa asmayacaklarsa neden çoğaltsınlar ki?” diyen ayaklarını uzatmış oturan Bertan’dı.
Zeynep’e odaklandım. “Soruna net bir cevap veremem ama şunu söyleyebilirim ki bu afişlerden sadece buradakilerin haberi yok. Belki çevredeki sokaklara asmışızdır belki de İstanbul’un bütün sokaklarına. Bence çoktan sosyal medyaya düşmüşsünüzdür. Sonuçta milyonluk sosyal medya hesaplarınız var yani sizi tanıyan çok, bu demek oluyor ki bu afiş salgın bir hastalık gibi hem sokaklarda hem de sosyal medyada yayılacak bu da benim işime gelir.”
Betül sinirle üzerime yürümeye çalıştı ama Müjde ona engel oldu. “Yavaş gel!” dedi sert sesiyle. İyi dostlar edinmiştim.
Betül olduğu yerde kalırken sinirden tepiniyordu. “Sen neyine güveniyorsun be? Kimsin kızım sen?! Bir anda çıkıp geldin yaptığın her şey bize zarar!”
Ayağa kalktım ve tam Betül’ün karşısına geçtim. “Sizin benim hayatıma girdiğinizden beri yaptığınız şeyleri ben size yapıyorum. Var mı bir itirazın? Hayır yani varsa bile ben ilgilenmiyorum da haberin olsun.”
İşaret parmağımın ucuyla onu kenar ittim. “Şimdi kenara çekil benim muhatabım sen değilsin.” dediğimde şaşkın bir sinirle bana bakıyordu. “Bu ne cüret?” dediğinde elimin tersini salladım. “Yav he he.” Nasılda kuduruyor ama?
Betül’ü kenara ittiğimde Akın’la göz göze geldim. Dalga geçer gibi gülerken elimle afişi gösterdim. “Kabul et seyir zevki yüksek. İnsanın baktıkça bakası geliyor.”
Düz bir ifadeyle bana bakarken, “Bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim.” diye bir itirafta bulundu.
“Eee buradaki şovumun hakkını vermeliydim. Dört milyona eş değer bir hamle yaptığımı düşünüyorum.” dediğimde koltuğundan kalkıp karşıma geçti. “Gerçekten şovunun hakkını verdin seni tebrik ederim.”
Bir adım öne çıkıp aradaki mesafeyi azalttım. “O zaman benden sana bir tavsiye düşmanını hafife alma.” dediğimde dudağının sağ köşesinde yarım bir gülüş belirdi.
“Sana bir itirafta bulunayım mı?” dediğinde şaşırmıştım.
Olumlu anlamda kafamı salladığım da gözlerimin içine bakarak, “Cesur insanlar her zaman hoşuma gider.” dediğinde daha çok şaşırdım.
Elimi gözünün önünde salladım. “Biz düşmanız farkında mısın?”
Kafasını önüne eğdi ve sağ eliyle dudağının kenarını kaşıdı.
“Unutmak ne mümkün.” dedi gözleriyle afişi göstererek. “Bizi sevmediğini biliyorum.”
“Umarım bunu anlamak için fazla efor sarf etmemişsindir. Sorsaydın seve seve söylerdim.”
“Hiç belli etmiyorsun bizi sevmediğini.”
“Huyum kurusun duygularımı hiç belli etmem.”
“Orada bir kıvılcım yandı dikkat edin yanmayın.” diyen Bertan’dı.
Bertan’ın imasını anlamayacak değildim. Akın’a bakarken alayla güldüm, “Şimdi aşk itirafı yaparsan düşer bayılırım.” dediğimde o da alayla güldü. “Ne münasebet.”
Keyifle güldüm. “Ha şöyle biz düşmanız. Öyle de kalacağız.” dediğimde arkadan yine Bertan araya girdi. “Tarih hep büyük konuşanların hüsran sonunu yazmıştır. Hatırlatayım dedim. Asla, “asla” deme.”
“Araya girmesen mi acaba sen?” diyerek Bertan’ı uyardı Aslı.
“Ben sadece büyük konuşmamalarını söylüyorum güzelim.” dediğinde Aslı kaşlarını çattı. Elinin tersiyle Bertan’ın omzuna vururken, “Ben senin nereden güzelin oluyorum be?” dedi.
Bertan oturduğu sandalye de kafasını geriye atıp Aslı’ya baktı. “Bende onu diyorum ya sadece benim güzelim olsana.”
Şaşkınlıktan gözlerim yuvalarından çıkabilirdi. Bu kulaklar, bu gözler bir aşk itirafına şahit oldu. Aslı başta olmak üzere herkes şaşkındı. Hatta o kadar şaşkındık ki Akın ve ben bile konuşmadan olanları izliyorduk.
Mert ve Müjde yanıma geldi. Müjde, “Biz buraya afişi gösterip sinir etmeye geldik. Nelere şahit oluyoruz?” dedi. Haklıydı kız kendine gelen aşk itirafını sindiremeden, başka bir aşk itirafına şahit olmuştu.
“Ne?” diye ilk tepkisini verdi Aslı.
Bertan oturduğu sandalyeden kalkıp Aslı’nın karşısına geçti. “Duydun işte sadece benim güzelim olur musun?”
Aslı ne diyeceğini bilemez bir şekilde kalırken ellerinin titremeye başladığını gördüm. Normalde bile panik atak olan bir kıza çat diye aşk itirafı yapılır mı?
Yerinde bir iki adım sendeleyen Aslı tutunacak bir şey ararken çok geç kalmıştı çünkü çoktan bayılmıştı. Bertan, Aslı yere düşmeden onu yakalayıp zorlanmadan kucağına aldı. Bir taraftan Aslı’yı kontrol ederken, bir taraftan da, “Ne dedim ki ben şimdi alt tarafı benim güzelim olur musun dedim.”
Bu arada araya Akın girdi. “Lan oğlum sen manyak mısın? Alt tarafı diyor bir de manyak üst tarafında kız bayıldı. Kız zaten panik atak birden ilan-ı aşk mı edilir?”
Panik atak kız ve rahat erkek ilişkisi. Eğer bu iş olursa Allah Aslı’ya sabır versin.
“Ya nasıl söyleyecektim? ‘Affına sığınarak ben sana aşık oldum da eğer sen de istersen izdivacına talibim mi?’ deseydim.”
Dayanamayarak araya girdim, “Saçmalamayı bırakıp şu kızı bir yere yatırsanız.” dedim. Bertan, Aslı’yı az önce bizim oturduğumuz koltuğa yatırdı.
Bertan, “Kolonya getirsenize.” derken bir taraftan da Aslı’nın yüzüne gelen saçlarını düzeltiyordu.
Zeynep, “Aslı’nın çantasında olması lazım.” diyerek köşedeki koltuğun üzerindeki büyük boy kol çantasının yanına ilerledi.
Zeynep çantayı karıştırırken bir türlü kolonyayı bulamamıştı. Müjde’yle birlikte Zeynep’in yanına gidip çantanın içindekileri koltuğa döktük. Çantanın içinden çıkanlar beni ve Müjde’yi bayağı şaşırtmıştı. Çantanın içinde küçük boy bir çekiç çıkmıştı. Ben hayretle ona bakarken, Müjde katlanabilir küçük tabureyi eline aldı ve anlamaya çalışarak tabureye bakıyordu.
“Çantada bu katlanabilir taburenin ne işi olabilir?” derken bende çekici gösterdim.
“Ya da bu çekicin?”
Aslı’nın başına toplanan herkes bizim onlara gösterdiğimiz eşyaların sanki çantada olması çok normalmiş gibi hiç şaşırmamışlardı.
“Aslı tedbiri elden bırakmaz.” dedi Akın.
“Fazla tedbirli.” dedi Zeynep
“Her duruma hazırlıklı benim güzelim.” dedi Bertan.
“Hepimizi birden düşünecek kadar tedbirli.” dedi adının Kenan olduğunu öğrendiğim kameraman.
Müjde’yle hayretle birbirimize baktık. Çantadan çıkan tuhaf eşyaları görmezden gelerek sonunda küçük şişedeki kolonyayı bulduk.
Aslı’nın yanına gidip elime döktüğüm kolonyayı koklattım. Elimi hafif hafif yüzüne dokunduruyordum. Yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı.
Gözlerine açtığında karşısında ilk beni gördü. Tebessüm ederek, “İyi misin?” dediğimde başını salladı. Yavaş hareketlerle yerinde doğruldu ve oturur pozisyona geldi. Saçlarını geriye doğru iterken odadaki herkese baktı fakat bakışları tek bir kişi de durdu. O kişi Bertan’dı.
“Sonunda uyanabildin güzelim.” dediğinde Aslı kaşlarını çattı.
“Uyandığına göre vermen gereken bir cevap var gibi güzelim. Ha ne dersin?” dediğinde Aslı’nın gözleri kapanırken tekrar bayılmıştı.
Sinirlerim bozulurken, “Bir de bayıl istersen Aslı.” dedim.
Akın sinirle Bertan’ı göğsünden geriye doğru itti. “Senin yapacağın işin ben taa...” derken devamını dinlememe gerek kalmamıştı.
Herkes Aslı'yı ayıltmak ve bir daha bayılmasını engellemek için seferber olmuştu.
Bir tur daha kolonya ile Aslı’yı ayıltmaya çalıştıktan sonra yavaş yavaş gözlerini açmaya başlamıştı.
Bertan, Aslı’nın yanına gelecekken Akın ensesinden tuttuğu gibi geri çekti.
“Bu kız bir daha senin yüzünden bayılırsa, seni de ben bayıltırım.”
Aslı tamamen ayılana kadar, Bertan geride bekledi.
Aslı koltukta oturur pozisyona gelince gülerek ona baktım. “Bir daha bayılmayacaksan artık biz gidebilir miyiz?”
Mahcup gözlerle bakarken, “Kusura bakmayın ya.” dedi.
Çantamı alıp koluma takarken, “Ne kusuru canım insanlar aşk itirafı aldıktan sonra iki kere üst üste bayılabilir.” dedim.
Aslı, Bertan’a bakarken kendi kendine mırıldandı. “Aşk itirafı.”
Mert girdi araya. “Göksu gidelim mi artık?”
Akın ters ters bakarken, “Daha karpuz kesecektik.” dediğinde aynı bakışlarla ona baktım. “Kalsın. Kabak tadı veriyor.” dedikten sonra Müjde ve Mert’le odadan çıktık.
Ofisten çıktıktan sonra Mert ve Müjde’yle vedalaşıp dağıldık.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |