2. Bölüm

2. BÖLÜM

ipek cavusoglu
istanbulfeyyniiss

İkinci bölüm-

"Eğer herşeyi berbat ettiğini, kaybetmeye başladığını, yenildiğini hissedersen güzel kızım. Bu sözümü unutma, Ağaçlar her yıl yüzlerce yaprağını kaybediyor fakat o hala heybetli, uzun ağaç sadece üzerindeki yapraklarsız çıplak görünüyor, ağaç birşey kaybetmeyecek, yapraklar yol kenarlarında insanların ayaklarının altında ezilecek. yıllar senden sevdiklerini götürebilir fakat bir diğer yıl tekrar o yapraklar büyüyecek, yeşerecek. ve çiçeklerle renklenecek. Sadece bekle. Güzel günler gelecek." Annem bana bu sözü yıllardır söylerdi. İlk söylediğinde 5 yada 6 yaşındaydım. Annem hergece karanlıktan korktuğum için benim yanımda uyurdu, bana gece boyu masallar okuyup, ilahiler, şiirler ve bazende bu şekilde sözler söylerdi. O zaman pek dikkat etmemiştim, çünkü yapraklarım hala dallarımın çevresinde sıkıca tutunuyordu. Pastadaki mum sayısı arttıkça yapraklar yavaş yavaş çürüdü ve esen ilk rüzgarda yerlere döküldü.

Erzurum'un donduran soğuğundan daha soğuk birşey var ise bu kesinlikle ellerimdi. İçimde yanan intikam ateşleri bütün hayatımı yaksada ellerimi ısıtmaya yetmiyordu. Bembeyaz üşümekten eklemleri kızaran ellerimle tuttuğum kahve bardağından bir yudum aldım ve kurumaktan yara olup soyulan dudagımı yaladım. "E hadi ama kızım! Bakışacakmıyız bu şekilde?" Dedi karşımda oturan en yakın arkadasım zeynep. Üstünde zincir bi giyim markasının büyük logolu pempe bir kapuşonlusu vardu. Altına giydiği siyah eşortmanı ve nike ayakkabıları ile benden tamamen farklı görünüyordu. Süveterimin altındaki gömlek, siyah dar kotumun dizlerine gelen çizmelerim, diz seviyemin altına gelen kabanımla ben tamamen bir cenazeye gider gibi görünürken o cıvıl cıvıl ve Erzurum'un donucu havasına ayak uydurmuştu. "İyiyim.. daldım biraz.. sabahın 8'inde beni buraya sürüklemeseydin daha iç açıcı bir sohbetimiz olurdu. Tabii anlayana." Diye mırıldandım. "Off! Hadi ordan be lavin! Saatlerce hapishanedeki psikopat katillerle ilgilendiğini hatırlatayım. Haftada iki kez zor görüşüyoruz artık, kırılıyorum ama bak” dedi ve sahte bir üzüntüyle işaret parmagını gözünden yanaklarına doğru kaydırarak göz yaşı efekti yaptı. Hafifçe gülümsedim “son zamanlarda çok dalgınsın lavin. Birşeyin varsa söyle. En yakınınım ben senin ciğerini biliyorum ve kesinlikle birşeyler döndürüyorsun” yüz ifadesi artık ciddileşmişti, ela ve yeşil karışımı gözlerini kısmış yüzümde bir duygu belirtisi arıyordu. Ona eğer içimde yanan ormanları anlatabilseydim kesinlikle beni o zehirli dumandan çıkarır ve güvenli bir yere yani yanına alırdı, yangınları söndüremezdi fakat beni güvenceye alırdı. Tek birşey söyleyebilsem kelimeler ağzımdan dökülecekti, ama söyleyemiyordum. En çokta bu koyuyordu işte. Çığlık atmak isterken bile konuşamaman.

“Ne dönürebilirim senin arkandan cingöz? Gülerken anlattığım şeylerin arkasından ne yaşadığımı anlıyorsun sen be. Fazla samimi olduk sanki. Artık duygularıma sızıyorsun, bir süre görüşmeyelin bence çünkü bir karışmadığın duygularım vardı onada hafiften el atmaya başladın” hafifçe güldü ve saçını geriye attı “ah lavinikom ah..”

***

Zeyneple ayrıldıktan sonra cezaevine geçtim, revirde herzamanki gibi kimse yoktu. Mustafa tekin'in ölüm belgesini doldurmamın üzerinden 2 hafta geçmişti fakat hala metin bey dosyayı suç ve ceza bakanlığına göndermemişti. Dosya kopyasıyla birlikte masamın arkasındaki arşiv raflarından M harfini bulup onlarca sanık dosyası arasına yerleştirdim.

Masama dönüp oturaccakken masamın üzerindeki kırmızı balmumu damgalı bir mektup gördüm. Kaşlarım çatıldı. Bu deminden beri oradamıydı? Sandalyeme oturdum ve mektubu elime alıp zarfın dışına baktım. Kırmızı damganın beyaz uçan bir kuş simgesi vardı, zarfı çevirdim ve arkasındaki yazıyla karşılaştım

“Dr. LAVİNYA ADEN”

Zarfı açacağım sırada kapının tıklatılma sesi ile hızlıca zarfı masamdaki çekmecenin içine tıktım. içeri giren Metin bey'di, metin beyi bu ölüm olaylarından önce hapishanede görmeniz zordu, nadiren buralarda olurdu ve geldiğinde yanlızca idari işleri kontrol edip odasında takılırdı.Üzerinde şık lacivert bir takım vardı, ütülüydü.

“Gunaydınlar lavinya hanım. Nasılsınız?” nazikçe gülümsemeye çalıştım “iyilik metin bey, iyilik..” ayağa kalktım. “Revirde hasta olup olmadığını gardiyanlara sordum fakat bilmediklerini söylediler. Bende hem kendim göreyim hemde sizi selamlayayım dedim” dedi ve etrafa bakındı “ne güzel yapmışsınız. Yarın şeker düşmesinden gelen 8. Koğuştaki amca dışında kimse gelmedi” dün gelen adam yani ferit amca kızına taciz eden adamı iki el ateş ile öldürdüğü için cezaevine düşmüştü. Çocukken cezaevine giren herkesin suçlu ve kötü biri olduğunu düşünürdüm fakat ferit amca gibi insanlarda vardı. Ferit amca ile aramızda hoş bir sohbet vardı, öldürdüğü kişinin suçlu olması onun suçlu olmasını engelleyememişti. Aynı benim gibi. Bende bir katil, bir suçlu, bir sanıktım. Yutkundum, metin bey nazikçe gülümsedi ve kafasını salladı “peki… biliyorsun lavinya.. son zamanlarda vefat olayları arttı. Sen pozisyonun gereği en yakından ilgilenen kişisin. Gözüne çarpan birileri oluyormu? Yada başka bir durum?” Donup kaldım. Şüpheleniyorlardı. Çok haklılardı, son 5 ay içinde 316 kişilik blokta 129 kişi ölmüştü. Bu aylık en az 25 kişi demekti. Her ay 25 kişinin değişen doğal ölüm sebebleri ile ölmesi normal değildi. Abartıyordum, çok abartıyordum ve mum'um yakında sönecek, dumanında ben boğulacaktım.

Soğuk terler boynuman küçük küçük oluşurken yutkunamadım, tırnaklarımı tek tek sertçe avcuma batırıyordum, boğazımdaki ukde neredeyse nefes almamı engelliyordu. Küçük ben bu hisse çok alışkındı, düşüp dizim yara olduğunda bile ağlamamı tutmaya çalışıyordum çünkü üvey annem ağladığımı gördüğünde tırnaklarını açık, hala kanayan yaranın üzerine koyar, her hıçkırdığımda dahada çok batırırdı. Dişlerimi sıkardım, ağlamamak için tırnaklarımı avucuma batırırdım, bazen bu o kadar acı verici oluyorduki avuçlarımdan kanlar yavaşça süzülünceye kadar batırırdım. Ağlamamayı yavaşça onun sayesinde öğrendim. Bembeyaz yüzüm kaskatıydı en sonunda tırnağımı daha sert avcuma batırdım ve boğazımı temizleyerk “ben- yani.. üzgünüm a-anlayamadım.. demek istediğiniz.. birisimi bunu yapıyor?...” Metin bey in gülümsemesi silinmişti. “Bu sadece bir olasılık. Her ihtimali göz önünde bulunduruyoruz. Onlar ne kadar suçluda olsa bize emanetler. Devlet ölmeleri için buraya gönderseydi idam kararı çıkarırdı ki bu daha basit” hayır daha basit değildi. Zeynep bir savcıydı, idam yasası nerdeyse ben doğmadan önce kalkmıştı. Zeynep, hayatında 18 yaşından az tam 76 kişiyi, reşit olan tam 69 kişiyi hayattan koparmış bir seri katile en ağır cezayı hafif bulmuştu, suç ve ceza bakanlığına idam yasası için yıllarca talepte bulunmuştu, fakat red edildi.

Tam 145 kişiyi öldüren adama idam isteyen en yakın arkadaşım sadece 5 ay içinde 129 kişiyi öldürdüğümü bilse ne tepki verirdi? Peki bana ceza talep eden savcı o olsaydı napardı? Banada mı ağırlaştırılmış müebbeti az bulacaktı? Ne yapacaktı? Ben ne yapacaktım?

“Haklısınız metin bey.. Her ihtimali göz önünde bulundurmalısınız. Ben birşey sezersem sizin odanızın önünde bulurum kendimi emin olun. Bugün suçluya zarar veren birgün hızını alamaz bizede yapar Allah göstermesin..” yapamazdım. Yaparmıydım? Yapmazdım, imkanı yoktu. Neden yapayımki? O suçlular hak ediyor, masum insanlar hak etmiyor. Sağ elimi ağzıma götürüp tırnak etimi dişledim, dilime bulaşan demirimsi tatla kaşlarımı çattım. Tırnağıma baktım. kan.

Kırmızısı acı,vahşet ve çaresizliği temsil eden kan. Avucumdan bileğime kadar kan akıyordu, ama şuan 14 yaşındaki lavinya aden değildim, 25 yaşında olgun okumuş lavinya adendim. 11 yıl sadece bir sayıydı. Yaşadığım her şey dün gibi aklımdaydı, kanımda akan kanda hala izleri vardı. Belkide bunun acısıyla suçluların kanına zehir karıştırıyordum. Geçmiş gider, izleri kalırdı.

“ teşekkür ederim doktor lavinya, çok haklısınız. Bir bilginiz varsa cekinmeden söyleyin. sizinde işinizi böldüm kusura bakmayın, kolay gelsin.” Dedi ve kafasını indirip kaldırdı, ardından kapıdan çıkıp gitti. Nefes verdim, sandalyeme kendimi attım. Dirseklerimi masaya dayadım. Kafamı avcuma yasladım ve derince nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

Zordu. Çok zordu. Nefes alamıyordum, gözlerim buğulu görüyordu, her an düşüp bayılacakmış gibi hissediyordum. Lavinya kendine gel. Lavinya kendine gel. Lavinya kendine gel. Gelemiyordum. Ellerim ayaklarım deli gibi titriyordu. Kalkmak istedim ayaklarım tutmadı. Zorlukla çekmecemen ilaç kutusunuçıkardım ve hızlıca bir sakinleştici hapı dilime yerleştirdim. Masamdaki dünden kalan soğumuş kahve dibi dışında içecek yoktu. Hızlıca karton bardağı kaptım ve habı yuttum. İnanılmaz iğrençti, öğürmeme engel olamadım fakat kusamazdım. Hala birşey yememiştim, saat sabah 10 a yeni geliyordu ve benim midemde sabah zeyneple içtiğim kahve dışında bir besin yoktu. Ardarda öksürdüm. Kolarımı masanın üzerine koydum ve alnımı koluma yasladım. Ağlamamak için artık avcuma bastıramıyordum. Bana hatırlatabileceği çok şey vardı, kendimi tutamayıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Her bir hıçkırığımda avcumdaki kanı kurumuş tırnak izlerine birkez daha bastırdım. Birkez daha ve birkez daha. Avcum tekrar kanıyordu. Hıçkırıklarım daha birinin bitmesine izin vermeden hava ile ciğerlerimin arasına giriyodu ve nefes alamıyordum. Bu havayı hak etmek için hiçbir hakkım yoktu. Kafamı kaldırdım, tavana bakarak şiddetlice ağlamaya devam ettim. Burnumu avcumun içiyle sildiğimde burnuma bulaşan kan ve kan kokusu birkez daha öğürmeme sebep oldu. Kan beni tutmazdı, tutsaydı doktor olmazdım. Çocukluktan alışkındım kan kokusuna, ama şuan burnuma gelen kanın kokusu masum bir çocuğa değil seri bir katile aitti. Pis bir kandı. Benim kanımdı. Sakinleştiricinin etkisini ağlayarak geçirdiğim 10 dakika ama bana 10 yıl gibi gelen bir süreden sonra hissetmeye başladım. sersemledığımde kafamı kollarıma gömdüm ve gözlerim sonunda kapandı. Keşke hiç açılmasalardı.

****

Gözlerimi açtığımda saat 16 olmustu. Ellerimdeki kan kurumuş, koluma gömdüğüm yüzüm rahat hava alabileğim şekilde yana bakıyordu. Gözlerimin altında kuruyan göz yaşları yüzümü geriyordu. Burnumdaki kan kokusu gitmişti. Kendime gelmek için revirin minik lavabosundaki musluğu açtım ve yüzüme su çaprtım. Midem bulanıyordu. Masaya geri oturduğumda metin bey gelmeden saliseler önce masanın altına sıkıştırdığım mektup yattığım yerin tam yanında yüzümün çevrildiği taraftaydı. Kaşlarımı çarptım ve etrafa bakınmadan edemedim. Yavaşça sandalyeme oturdum ve mektubu elime aldım. Birkaç saniye boş boş baktım ardından damgayı elimle yırttım. İçindeki beyaz kağıdı açtım. Noktalı bir a4 kağıdıydı, pek güzel olduğu söylenemeyecek bir el yazısı ile yazılmıştı, eski parşomen kağıdı gibi kokuyordu zarf.

Dr. LAVİNYA ADEN'e

saat 18.00 olduğunda bütün suç aletlerini yok et.

Çamaşır suyu her delili sökmez doktorum.

Sorgulama ve sadece bütün. Aletleri. YOK ET.

{…}

 

 

 

 

 

Bölüm : 14.01.2025 23:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
ipek cavusoglu / SİYAH KAR TANESİ / 2. BÖLÜM
ipek cavusoglu
SİYAH KAR TANESİ

51 Okunma

12 Oy

0 Takip
4
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...