3. Bölüm

3. Bölüm

ipek cavusoglu
istanbulfeyyniiss

 

 

 

3. Bölüm

Çocukken söylenen yalanlara inanıyorduk çünkü yalanı söyleyen kişiye güvenirdik,güvendiğimiz için istediğimiz oyuncak ayılar satılmıyor, polisler ve doktorlardan korkuyorduk. Peki şuan? Hala güvendiğim kişiler istediğimi yapmamı engellemiyormu? Ne farkım var 5 yaşındaki lavinya'dan? Tek fark artık o pembe tüylü pofidik oyuncak ayıların satıldığını biliyor, doktor ve polislerin bana söylenen yalanlar gibi olmadıklarını biliyorum. Çocuklukta açılan yaralar, büyüyüncede kanamaya devam eder.

Saat sanki hiç ilerlemiyordu, düşünemiyordum. Sadece elimde tuttuğum zarf ve ben vardım şuan, sağ titreyen elimle ağzımı kapatıyodum, göz yaşlarımı durdurmaya calısıyordum ve mektuba bakıyordum. Napacaksın aden? Ne yapmayı planlıyorsun aden? Yakalandın aden. Hapisi boylayacaksın aden. Sinir krizleri geçireceksin ve senin mesleğini yapan revir doktorları seni sakinleştirmek için aşırı doz verdiğin sakinleştiricileri sana vericekler aden. Beğendinmi lavin? Muradına erdinmi lavin?

Üzül lavin. Ağla, yırt kendini lavin. Senin hak ettiğin bu. Kahraman olduğunu düsünürken seri katil oldun lavin.

Artık dr. Lavinya aden değil, sanık lavinya aden'sin, lavin.

Zarzor nefes alırken ne yapacağımı bilmiyordum, beni kovalayan bir köpek varken çıkmaz bir sokağa girmiştim.

Kimden gelmişti bu? Beni izleyen birisimi vardı? Şırıngayı çamaşır suyu ile temizlediğimi nerden biliyordu? En önemlisi bir delili silmeye çalıştığımı nerden biliyordu? Şuan sorgularsam, beni sorgulayacaklardı ve zamanım yoktu. Saat neredeyse 17:40 tı. 1 saat 40 dakika boyunca kendi kanımda boğulmuştum. Elim ayağıma karıştığında hızlıca ve sert hareketlerle çöpü yere döktüm. Kullanılmış sakinleştirici kutuları, kanlı peçeteler, ve şırınglar yerlere saçılmıştı. O şırıngayı üzeri fosforlu kalem ile çizilmiş gibi tanıdım ve hızlıca elime aldım. Cebime tıkmadan önce kullanılmamış bir iğnenin kapağını aldım ve kullandığıma taktım. Ardından ilaç dolabına gittim ve ağrı kesici şişesine koyduğum böcek ilacını aldım, çantama attım ve koşar adımlarla kabanımı aldım.

Vardiyamın bitmesine daha vardı fakat bilinmeyen bir not'un korkusu ile işimi riske atıyordum. işin mi daha önemli lavin yoksa geleceğinde hücrelerde çürüyüp, çürümeyeceğinmi?. Biri biliyordu ve birşeyler olacaktı.

Revir kapısını sessiz bir şekilde açıp etrafı kolaçan ettim ardından hızlı bir şekilde hapishanenin koridorunda etrafta topuklumun çıkardığı tok ses beni yogun bir baş dönmesi ile bogarken, koridor ne kadar sessiz olursa olsun duvarların soğuk betonunda süzülen çığlıklari duyarak yürüyüşümün hızımı arttırdım. Burnumu sızlatan soğuk yüzüme vurmaya başladığında bana selam veren gardiyanlar duymamazlıktan gelerek çıktım. Kapının önünde medya vardı, gazeteciler 4 bir yanı kuşatmış ve kapının önünde bariyer oluşturmuşlardı. Kesinlikle yanlış giden birşeyler vardı ve benim başıma patlayacaktı. onlarca gazetecinin önünden geçerken yüzümü önüme eğerek geçmeye çalıştım. Halk arasında popüler bir yayım haber programının gazetecisi beni omzumdan tuttu ve neredeyse çekti. ani temaslageriye doğru savruldu ve inanmaz gözlerle ilk kameramanlara, sonrada muhabire baktım.

“Merhaba kusura bakmayın siz durmayınca çekmek zorunda kaldım. aldığımız duyumlara göre cezaevinde ardı ardına kesilmeksizin ölümler oluyormuş polis birkaç görevliye soruşturma açmış haberiniz varmı?” kaynar su başımdan aşağı dökülmedi bu sefer, dünyamdan aşağı nehir gibi aktı. bütün bu tantana, bütün bu gazeteciler,polisler bana geçmişte yaşanılanlar yüzünden hayatlarına veda etmiş kişiler yüzündendi, benim yüzümdendi. Midem bulanıyordu, kusacak gibiydim ve adama uzun süredir bakakaldığımı fark ettim “d..dokunmayın lütfen bana. yaptığınız doğru değil az kalsın düşüyordum!” Adam elini omzumdan çekmedi “hanımefendi kusura bakmayın dedim size. cezaevindeki suçlu yakınlarını tahliye etmişler 2 gündür ziyaret saatleri iptal oluyormuş halk soruyor” adamdan omzumu çekmek için sertçe kolumu çektim fakat adamın ne bırakmaya ne de susmaya niyeti vardı. “pardon bırakılmasının kolumu?! benim bildiğim bir konu değil ve bu yaptığınız bildiğin taci-!” ben daha sözümü tamamlamadan sol kolumdan birinin beni kavrayıp çektiğini hissettim. Muhabirden kolum kurtulmuştu, kafamı kaldırıp beni çeken kişiye baktım, uzun, sert yüz hatlarına sahip esmer bi adamdı. Üzerinde bir takım vardı ve yakasında ‘kolan’ yazıyordu. Beni kolumdan çekerken “Bırak kolumu! sen kimsin!? bana dokunamazsın!” Diye sertçe söyledim. Adamın yüzünde hiçbir ifade yoktu ve bana bakmıyordu bile “merak etmeyin lavinya hanım. Size zarar vermeyeceğim, patronumu ve bileklerimi seviyorum emin olun” kaşlarımı çattım “bileklerin? patronun? Ne diyorsun be??” adam beni siyah uzun bir arabanın önünde durdurdu ve kapı açıldı içerisi mavi Led ışıklarla aydınlanıyor ve bir limuzin gibi dışının aksine pahalı görünüyordu, “arabaya binmeyeceğim! eğer beni şuan bırakmazsam çığlığı basarım bu kadar muhabirin önünde akşam anneler televizyonda seni izler!” yüzündeki soğuk duruş oynamadı bile. “bakın lavinya hanım size zarar verme gibi bi niyetim yok, zorluk çıkarmayın ve binin. Sonra teşekkür edeceksiniz, hadi lütfen.” dedi ve ilk defa bana baktı. Boyu 185-190 arasındaydı, omuzları genişti ve muhtemelen çok antrenman yapıyordu. “Arabaya binmeyeceğini dedim! bin-mi-yo-rum! kim olduğunu söyle!” diye sert ve yüksek sesle bağırdım. Adamın sinirlendiğini hissediyordum fakat saygısını hiç bozmadan “Bakın lavinya hanım. Gitmemiz lazım. Herşeyi zamanla öğreneceksinz. Sadece gelin. Biliyorum tanımadığınız birinin arabasına binmemeniz mantıklı fakat sizi içeride şeker var deyip, kandırıp kaçırmayacağız. Az zamanımız kaldı saat 7'yi 54 geçiyor.” Gitmemeye kararlıydım, bu aptallık olurdu. fakat hiçbir zeki hareketim olmamıştı zaten bu zamana kadar. 6 dakikam vardı, yabancı ve şüpheli bir mektubun söylediği ve benimde inandığım saate, aynı şuanda yabancı ve şüpheli birinin arabasına binmem gerektiğini söylediği ve benim inandığım gibi. Sert bir nefes vererek arabanın içine bindim, benim oturduğum arka kısımda kimse yoktu, tek başımaydım. cam kenarı ve kapıya en yakın koltuklardan birine oturdum. 5 koltuk vardı, 3'ü karşımda birleşik, bir diğeri ise benim koltuğumla 5.yi ayıran masanın hemen ardındaydı. Masanın üzerinde tuşlar vardı. Aynı bir filmden fırlamış gibiydi herşey. arabanın kapısı sürgülü şekilde kapandı ve kolan diye bildiğim adam dönüp ön koltuğun sağındaki koltuğa oturdu. direksiyon kısmı ile aramızda bir televizyon vardı, oradakilerin yüzünü göremiyordum ama kolan'ın orda olduğunu biliyordum. Kalbim göğüs kafesimin delecek şiddetteyken kafamı koltuğa yasladım ve tırnaklarımı avcuma batırmaya başladım. Canım aci bir sızı ile yandığında ellerime baktım ve hafif kurumuş kanlı tırnak izlerimi gördüm avcumda. Nefes verdim ve dudağımı dişledim. Araba ilerliyordu, yollar kalabalıktı fakat bir süre sonra daha arazi bir yola girdi ve içimdeki stresin adım adım panik atağa gittiğini biliyordum. Aferin sana lavin, gene müthiş bir hareket. kesin organlarını tefecilere borçlarını ödemek için kullanacak, beynini Einstein

gibi bir kavanozun içinde donduracaklar. Gene aptalca bir hareket yapmıştım ve ölecektim. Sanırım şuan sadece ölmek istiyordum. Tek kaçış yolum buydu. Mezar taşımı hapishaneye tıkamazlardı sonuçta. Belki suçluların aileleri mezarımı kurşunlar, beni seri katil diye anarlardı ama kesinlikle hapishanenin o soğuk duvarlarındansa mezar taşımın taşlanmasını tercih ederdim. Ruh duymaz, kalp hissetmezdi artık o zaman. Pencere siyah film kaplıydı fakat dışarısı görünüyordu. Artık yol yoktu, ezilmemiş karların üzerinden gidiyorduk, demekki artık arabaların bile girmediği bir yoldaydık. Gözlerim karıncalanıyordu, ne kadar olduğunu anlamadığım bir süre sonra bir yerde durduk. Kapıyı kolan açtı, üzerindeki takımın üzerine uzun polar bi kaban giymişti. Geçmem için kapının önünde yana kaydı ve eliyle gel işareti yaptı. Beni bekleyen ölüm içintitreyen dizlerimle kalktım ve arabadan indim. Ayağım yerdeki kalın kar tabakasına değdiği an ezilmemiş kar sebebiyle kaydım. Kalçamın üzerine düşmek üzereyken kolan'ın kabanını kavradım. Beni kolumdan sertçe tuttu ve öne atıldı. Dikildiğimde boğazımı temizledim ve kolumu ondan kurtardım “iyimisiniz doktor hanım?” ona sert bir bakış attım ve “iyiyim. Sağol tuttuğun için. Gerek yoktu tabi kendim dengede durabilirim.” Kolan'ın sağ yanağındaki derin gamzenin belirginleştiğini ve sırıttığını fark ettim. Gözlerimi kıstım ve “komikmi?! Ben demedim beni erzurum belediyesinin bile bilmediği, tilkilerin bile çıkmadığı dağın tepesine getirin diye!” Göz devirerek önüme baktım ve gömleğimin kolunu parmaklarımla aşağı çekiştirdim. Etrafa baktım. Karşımda üçgen tavanlı, en az 6 katlı tuğla kaplamalı büyük bir otel vardı. Kapının önünde iki siyah takım giyen adam vardı, ikiside oldukça kütlelilerdi ve hazır olda duruyorlardı. Araba arkamızdan uzaklaştı ve kolan otelin önüne yürümeye başladı. Arkasına dönüp bana baktı ve kafasıyla yürümemi işaret etti. Kolan adamlara cüzdanından çıkardığı kartı gösterdi ve sarışın adam kafasını salladı. Arkasından zorlukla kaymamaya çalışarak yürüdüm. İlk girişte loş bir ortam vardı ve oldukça büyük, koyu kahverengi ahşap bir resepsiyon masası vardı. Tasarım oldukça güzeldi. Kafamı sağa çevirdiğimde ise camdan geniş bir kapının yanında bekleme alanı için deri inanılmaz büyük bir L koltuk vardı. Kolan camdan kapıdan içeri girdi ve peşinden gittim. İçerde büyük bir şömine, bir sürü deri kahverengi koltuklar ve masalar, bir bar, arkadaki camdan dolapta ise şişelerce alkol ve hoş bir yerde bir piyano duruyordu. Adeta mafya filmlerinden sıçramış gibiydi ve ürkütücüydü. Ben etrafa göz atarken 3 tane şık giyimli adamın deri koltuklardan şömineye en yakın olanda oturduğunu ve Kolan'ın onların yanına oturduğunu gördüm. Her adamın önünde kristal bardaklarda buzlu viskiler vardı. Adamların hepsi gayet güzel görünüşlü ve bu otel sınırları içinde ben hariç herkesin olduğu gibi uzun, kütleliydi. Onların yanına gittim. Dikkatler bana çevrildi, 25-30 yaşlarında görünen keskin bir camdan daha keskin yüz hatlarına sahip ela gözlü bir adam bana genişçe gülümsedi, ayağa kalktı elini bana doğru uzattı “Merhabalar hanımefendi. ben christopher, namı değer tiger” dedi. Kaşımı kaldırdım ve uzattığı ele bakarak “kibarlığınız için sağolun christopher bey fakat temas sevmiyorum kusura bakmayın” adamın yüzü düştü fakat tekrardan gülümseyerek “peki hanımefendi. Siz nasıl derseniz” ellerini geri çekti ve yerine oturdu. Herkesin dikkati bendeydi ben Kolan'a baktım. “Pardon.. kolan bey bi yalnız konuşabilir miyiz?” Kolan bana baktı ve ayağa kalktı. Bana doğru yürüdü. Onu hafif uzak bir yere çektim ve “tamam bu saçmalığa yeterince katlandım açıkla artık geldik işte!” Dedim. Kolan boyuma gelebilmek için boynunu hafifçe eğdi, “Lavinya hanım. İlk olarak rica ediyorum sesinizi alçaltın yoksa burda bizi kurşuna dizebilecek adamlar var. Buraya sizi getirmemin sebebini… yaklaşık yarım saate görüceksiniz. İçki içermisiniz?” Ona sertçe baktım ve “Kesinlikle. Ben aptalım zaten.. seninle buraya geldim ve tanımadığım bir adamın elinden içki içmeyeceğim. Hangi akla hizmet geldiysem zaten buraya..” diye sertçe fısıldadım. Kolan sırıttı ve “sizi öldürme gibi bir planım olsaydı sizi bir otele getirmezdim değil mi sizcede?” Gözümü uyuz olarak devirdim “burası otel gibi değil kumarhane gibi duruyor. Kesinlikle adm öldürmek için iyi bir yer” kolan sesini alçalttı ve bana biraz daha eğildi, kulağıma doğru “ İğnelerinize dikkat edeceğim doktor hanım..” diye fısıldadı. Dondum, sertçe yutkundum. Biliyorlardı. Bu yüzden burdaydım. Artık her şey yavaş yavaş raylarına oturuyordu. Hızlı nefes almamı yavaşlatmaya çalıştım , ağzımda atan kalbimi susturmaya çalıştım ve sırıtarak adamların yanına giden kolana baktım. Kendimi sakinleştirmeye çalışırken titreyen dizlerimle adamların yanına gittim. Christopher karşıdaki tekli koltuğu işaret ederek “Buyrun rahat edin.” dedi. Gülümsemeye çalıştım ve koltuğa oturdum. Adamlardan en uzağındaydım. Telefonumu çıkardım, sinyal tek çizgiydi fakat internet çekiyordu. Rehberden zeynebe tıkladım. Uzun bir süre profil resmi ve arama tuşu arasında gözlerimi gezdirdim fakat sonra vazgeçip telefonu tuşundan kapadım ve kucağıma koydum. Ne diyecektim? Bazı mafya tipli adamlar beni dağa çıkardı, ve biri katil olduğumu biliyor. KESİNLİKLE İMKANSIZ! Adamlara baktım kendi aralarında bir şey konuşuyorlardı, şöminenin üzerinde bir televizyon olduğunu fark ettim. Kolan neredeyse her 5 dakikada bir kolundaki pahalı gözüken saati kontrol ediyordu. Zamanın geçmesini bekliyordum, korkuyordum, ağlamak istiyordum.

 

***

Ben küçükken yüksekten çok korkardım. Birgün ailevi bir nedenden dolayı acil uçağa binmemiz gerekmişti annemle. Çok korkuyordum, uçak ilk havalandığında parmaklarımı avcuma bastırıyordum,ağlamamak için titreyen dudaklarımı sıkıyordum. Annem yumusak elini parmaklarım ile avcum arasına koydu, “Bak lavin, korku yanlızca zihninin izin verdiği kadar derin olabilir, zihnin seni kontrol etmesin. Zihnini sen yönet” dedi bana.

 

Anneme büyük ve dolmuş gözlerle baktım, yumusacık ellerini sıktım ve “beynimi yönetiyorum.. yüksekten korkmuyorum.. yüksekten korkmuyorum..”.

 

**

 

“Zihnimi ben yönetiyorum ve korkmuyorum.. korkmuyorum.. korkmuyorum..” diyerek mırıldanıyordum birbirine sıkıca bastırdığım gözlerimin dolmasını engellemeye çalışarak. Omzumda bir el hissettim, gözümü açtım ve arkamda dikilen kişi kolandı. Elinde yeni doldurulmuş buzlu bir viski bardağı vardı ve “gösteri başlıyor.” bana göz kırptı ve yerine oturdu. Oturuşunu düzeltti ve geniş bir sırıtışla ortadaki ahşap masadan kumandayı aldı. Televizyonu açtı ve ilk haber kanalına geldi.

 

 

 

 

 

“ERZURUMDA YÜKSEK GÜVENLİKLİ BİR CEZAEVİNE SÜPHELİ ASAYİŞ ŞUBE BASKINI”

Bölüm : 03.02.2025 23:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
ipek cavusoglu / SİYAH KAR TANESİ / 3. Bölüm
ipek cavusoglu
SİYAH KAR TANESİ

51 Okunma

12 Oy

0 Takip
4
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...