10. Bölüm

10.BÖLÜM: SESSİZLİĞİN OYUNU

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahalii kalkın biz geldikkk🎉

Bu bölümün yeri benim için çok çok ayrı. Söylenen cümleler, yaşanan duygular, bakışlar...

Özenle yazdığım bir bölümde ayrıca bir nevi kitaptan içinde dönüş noktalarından bir bölüm.

Sizi çok bekletmeden bölüme uğurluyorum.

Keyifli Okumalar!

Bölüm Şarkısı;

Güncel Gürsel Artıktaysa - Bu Yüzden

 

"Dönüşmeye, unutmaya, pes etmeye alışkındık."

 

10.BÖLÜM

"SESSİZLİĞİN OYUNU"

 

Hayal kurmaktan vazgeçmeyen yazardan:

 

Mutfağında oturmuş yaptığı makarnayı yiyordu Bulut. Yine derin düşünceler içindeydi. O kadar çok düşünüyordu ki artık kafası almaz olmuştu. Daha iyi düşünmek, daha iyi hareket etmek için uykusuzluğunu gidermeli ve kafasını boşaltmasının gerektiğinin farkındaydı. Daha fazla dayanamayacağını anladığında kendini yatağına bıraktı ve derin bir uykuya daldığında dahi huzursuzdu.

 

Naz ise sıcak duşunu almış yatağında telefonuyla ilgileniyordu. Uzun bir süre telefonuyla ilgilendikten sonra kendini uykuya bıraktığında düşünceler içindeydi.

 

Asya ve Aslı ise derin düşünceli tavırlarını bir kenara bıraktıktan sonra gündelik işleriyle ilgilenmeye başlamıştılar. Gerçeklerden kaçamadıklarını küçük yaşta kabul eden ikili hayatlarına bi' şekilde devam etmeleri gerektiğini bildiğindendi sakinliklerini Asya için zorda olsa korumaya çalışmaları. Bir müddet sonra da kendilerini uykuya bıraktıklarında kırgındılar.

 

Elif ise annesi ve anneannesinin diğer odadaki konuşmalarına şahit oluyordu. Kendini suçlu hissediyordu bütün olanlara karşı. Teyzesi ve Dila için çok endişeliydi, huzursuz hissediyordu kendini. Huzursuzluğunu bir gramda olsa azaltmak için duş almaya karar verdiğinde temennisi düşüncelerinden uzaklaşmaktı. Duşunu aldıktan sonra kafasını boşaltmak için her zaman yaptığı gibi yatağına uzandı ve telefonuna kulaklığı takıp son ses ayarını açtıktan sonra şarkı açtı. Kendini tamamen açtığı şarkıya bıraktı kimisini biliyordu kimisini duymamıştı ancak hiçbir şey vazgeçirmedi şarkı dinlemesini. Geçen zamanı bilmediğinden bir müddet sonra da uykuya daldı.

 

Diğerleri ise diğer günlerde ne yapıyorlarsa onu yapmaya devam etti. Hepsi umut etmeyi mi kesmişti de eski hallerine dönüyorlardı? Yoksa Dila'yı unutmaya mı karar vermişlerdi?

 

Her şey zamanla yarışıyordu. Herkes en sevdiği kişiyi kaybetse bile bir zaman sonra eski haline dönüşüyordu. Alışkanlıklar hiçbir zaman değişmiyordu.

 

Dönüşmeye, unutmaya, pes etmeye alışkındık.

 

Alışkanlıklarda aynı zaman gibiydi. Ne zaman değişiyordu ne de alışkanlıklarımız. Asıl değişen bizdik. Değişen kendimizdik. Bunu kabul etmek istemediğimiz için de bahane buluyorduk.

 

Bahanelerdi yalan mutluluğu veren. Kısa ve bilinmedik.

 

Bahaneler bizi hiç bir zaman kurtarmaz. Çünkü bahaneler bir yalandır ve yalanlar her zaman bizi yanıltır, yanlış yollara sokar. Bir defalıktan bir şey olmaz der geçerdik, kandırırdık ruhumuzu, benliğimizi. Doğruluk ise gerçekten hak eden birilerinde bulunan nadir bir parçaydı. İnsanların karakterleri gibi...

 

Sabaha karşı çalan telefonuyla kendine gelmişti Bulut. Çalan telefonunu ilk başta söylense de asıl kızgınlığı uyuyabilmesineydi. Yatakta doğrulup uyku sersemliği halde gelen aramayı bir kaç çalıştan sonra cevapladı.

 

"Kardeşim bana dediğini yaptım. İstediğin gibi herkesten gizli bir şekilde söylediğin kişiyi takip ettim ve çok farklı şeyle karşılaştım. Sana attığım konuma kaçırıldı adam. Uzun süredir de dışarı çıkılmadı. Etraf çok fazla koruma ile dolu. Ne yapmamı istersin?"

 

Bulut herkesten gizli görevlendirdiği arkadaşı tarafından çok güzel bir bilgiyle uyandırılmıştı. Her şeyden şüphe duyması gerektiğini mesleğinin verdiği tecrübelerden bilen Bulut, arkadaşlarından gizli bir görev işlemişti ve hedefine de ulaşmıştı. Suçlu hisseder miydi? Hayır, ne yaptıysa ansızın kapıldığı güzel hırsız için yapmıştı. Yine olsa aynısını yapardı, emindi.

 

Ufak çaplı sarsıntı geçirdi Bulut duygularına karşılık. Başarmıştı, sevdiği kadına ulaşmıştı. Ne hissetmesi gerektiğini anlayamıyor Erdem'in ne sebeple kaçırıldığını çözemiyordu. Kendine az da olsa geldikten sonra arkadaşına ufak bir konuşma yapıp teşekkür etti.

 

"Kardeşim çok teşekkür ederim, bana çok yardımın dokunacak. Şimdi kendini daha fazla tehlikeye atma ve oradan uzaklaş. Dikkat etmeyi de unutma."

 

"Ne demek kardeşim. Sen de dikkat et bir başka görevde görüşmek üzere."

 

"Görüşmek üzere kardeşim."

 

İnsanlar bazı sözcükleri bir konuşmada tekrar ettikçe komik duruma düşse dahi hiçbir zaman vazgeçmediği huylardandı. Belki de hayatın akışının bir parçasıydı.

 

Bulut, yaptığı konuşmadan sonra hemen yataktan kalkıp evden çıktığında rotası karakoldu. Geçen gün yaptığı saysızlığı anımsadığında nefret bünyesine işliyordu. Biz insanlar en başta kendimize nefret beslediğimiz için bir başkasından da kolaylıkla nefret edebiliyorduk. Kimseye tanınmamak ve fark edilmemek amacıyla kılık değiştirip binanın arka kapısından çıktığından dikkatle ilerliyordu. Çıktığı caddeden geçen taksilerden birini çekip karakola yol aldığında takip edilme durumunu engellemeye çalışmıştı.

 

Karakola çok erken gelen Bulut beklemeye başladığında sabırsızdı. Murat Başkomiser henüz iş başı yapmadığı için başkomiserle görüşememişti, ondan başkasıyla görüşmek istemediği için beklemek zorundaydı başka bir çaresi yoktu şu anlık. Karakolun soğuk koltuklarına oturduğunda düşüncelerinde Dila vardı. Uzun zamandır da olduğu gibi.

 

Ne kadar bir süre beklediğinden haberi bile yoktu.

 

Yaklaşık iki buçuk saat sonra Murat Başkomiser koridorda gözüktü. Bulat'a doğru yaklaşan Murat Başkomiser hala sinirliydi çünkü karşılaştığı o üslubu hak etmemişti. Onlar her zamanki gibi görevlerini yerine getiriyordu. "Günaydın Bulut bir şey mi vardı?" Murat Başkomiser, Bulut'u bu saatte burada görmeye alışkanlık ettiği için çok şaşırmamıştı yine geçen yaşanan olayın üstünde durmadan her zamanki haliyle karşılaşmaya çalıştığından gülümsüyordu. Ne de olsa Bulut'la birkaç yıldır iş yapıyordu bir süre daha da yapardı.

 

"Günaydın Başkomiserim. Evet, çok önemli bir gelişme var. İznin olursa onu konuşmaya geldim." Murat Başkomiser, saygısından bir şeyler söylememek için kendine laf söylemiş olsa dahi yine de demeden geçemedi. "Bakıyorum da fabrika ayarlarımıza dönmüşüz."

 

"Evet, Başkomiserim oldu bir hadsizliğimiz kusuruma bakma. Zaten sana her şeyi anlatacağım o zaman anlayacaksın neden öyle davrandığımı." Bulut öğrendiği mekândan dolayı sabırsızdı lakin bunu dışarıyı belli etmemek için ayrı çaba içindeydi. Karşısında iş yaptığı başkomiser bile bu tanınmamak üzerine yaptığı çabayı görmüş ve anlamıştı belki de o yüzdendi yaşanan saysızlığa rağmen ses tonuna dikkat etmesi, imaları.

 

"İyi bakalım öyle olsun. Hadi geç içeri ben de iki çay kapıp geliyorum." Sevinmişti her ikisi de yapılan durumun anlaşılmasına. Hatalar anlaşıldığı sürece tekrarlanmamak için çaba gösterirdi. Anlar görmezden gelirsek çıkarlarımız ön plandan çıkmaz her daim orada kalırdı.

 

Bulut, başkomiserin sözüne karşı odaya geçip her zamanki yerine oturduğunda kafası planlar yapmaya devam ediyordu. Onun sessizliği planlardı, kaçıştı, direnişti. Beş dakika sonra elinde iki çayla odaya giren başkomiser, Bulut'a çayını verdikten sonra yerine oturduğunda yaşanacak konuşmaya odaklandı.

 

"Evet, Bulut seni dinliyorum." dedi meraklı sesiyle.

 

"Başkomiserim nereden başlayacağımı bilmiyorum ama en baştan senden çok özür dilerim daha erken gelmem gerekirdi." suçluydu, suçlu insanlar özür dilemeyi bilmeliydi.

 

"Tamam, Bulut özür kısmını geçelim artık. Direk en başından anlat." Bilinenler, sesiz kalınanlar konuşulmalıydı.

 

Bulut her şeyi en başından anlattı Murat Başkomisere. Olanları anlatırken kimi zaman duraksadı, kimi zaman yaptığı yumruğunu ısırdı, kimi zaman bacağına sert vurdu ve olanları bir şekilde öfkelerini kusarak anlattı. Sözlerini bitirdiğinde hissettiği rahatlığı aradığı kadını bulduğunda da, kaybetmekten korktuğu kadında da o hissi hissetmek istiyordu.

 

"Bak abi bu konuşma tamamen aramızda kalacak. Ben arkadaşlarıma hiç bir şey demeyeceğim." Güvenmediğinden değildi, b planı yapmasını onlara söylememesindendi saklanılmasını istemesi.

 

"Tamamdır Bulut. Her şey tam da anlaştığımız gibi olacak ve onları oradan kurtaracağız." Gocunma yoktu aralarında ne de olsa hep birlikteydiler bu olayda. Polislere yardımı dokunan Bulut'a kimse bir şey diyemezdi, arkadan sessizce adımlar atması onu suçlu yapmazdı, yapmamıştı da.

 

"Tamamdır başkomiserim, orada görüşürüz."

 

"Görüşürüz Bulut."

 

Bulut, komiserin odasından çıktıktan sonrada yine kimliğini gizledi ve arka kapıdan binaya girerek kendini evine attı. Çok geçmeden herkese mesaj çektikten sonra evini toplamaya geçti.

 

Kime: ÇIKMAZ SOKAKTAN ÇIKIŞ

 

Bulut: Önemli gelişmeler var tedbirinizi alıp aynı şekilde olabildiğince hızlı bana gelirseniz sevinirim.

 

Arkadaşların hepsi iki saat içinde Bulut'un evinde toplanmıştılar. Her biri olan duruma şaşkın ve sabırsızdı. Bulut olanları bitenleri anlattıktan sonra da plan yapmaya karar verdiler. Herkes bir plan için düşünmeye geçmişti. Oysaki yapılacak belliyken. Yer belliydi, nerede olduklarını bildiklerine göre oraya gitmeliydiler ancak izinleri yoktu. Murat Başkomiser uzak kalmalarını söylediğindendi şu an plan yapmaları.

 

"Abi bu adamın bu kadar düşünmeye nasıl beyni error vermiyor?" Batu yine ortaya saçma sapan bir soru atmıştı. Bilmem kaçıncı densizliğiydi bu Batu'nun. Batu'nun sorusu havada asılı kaldıktan sonra plan hakkında konuşmaya geçtiler.

"Gizli bir şekilde oraya gidiyoruz. Binanın nasıl bir şekil olduğunu bilmiyorum ama etrafını sarıyoruz. Orada ikişerli gruplar halinde ilerleyeceğiz. Oradan ne yapıp edip onları kurtaracağız arkadaşlar. Anlaştık mı?" Bulut anlatabileceği en sade şekilde yaptığı planı anlatmıştı tek bir şeyi gizleyerek o da planın içinde polisin yerini.

 

En baştan bu yana polisin işin içinde olduğunu söylemek istememesinin sebebi aralarından birinin karşı tarafa bilgi uçurmasıydı. Kendilerini gizledikleri halde, arka kapıları kullanmalarına rağmen her daim bir adım öndeydiler bilinmez düşmanlar. Böyle bir durumda kaldığı ilk zamandan da deneyimli olduğundandı haini anlayışı. Fakat o kişiyi bilmiyordu. Kendini çok güzel gizlemişti.

 

Herkes anlaştığı şekilde belirlenen bölgede toplandılar. Bulut ve arkadaşları planın olduğu yere geldiklerinde şoka uğradılar. Olay yerinde ambulans ve polisler vardı. Bulut polislere şaşırmasa bile ambulansa şaşırmıştı. Birine bir şey mi olmuştu? Gördükleri gerçekler en çok kızları korkutmuştu. Asya olduğu yerde ağlamaya başladığında ablası hemen koluna girip sakinleştirmeye çalıştı. Elif elini kalbine götürdüğünde sessizdi lakin içindeki çığlıkları duymayan yoktu. Bulut delicesine korku içindeydi. Bir kez daha kaybetmek istemiyordu. Kaldıramazdı.

 

"Geç mi kaldık acaba?" Naz zorla konuştuğunda kimseden ses çıkmıyordu. Asya'nın yakalanmamak için ağlayışını dindirme çabası devam ediyordu.

 

"Öyle gözüküyor." dediği sıralarda sesindeki heyecanı gizleyememişti Ege. Bulut canım dostum dedi Ege'den şüphelenir miydi?

 

"Ne olmuş burada?" Asya sakinleşmeyi başarmış olsa da gözlerinden akan yaşlarla kaçılan soruyu sessiz bir şekilde fısıldadığında dahi duymuştu herkes.

 

"Umarım düşündüklerimiz değildir." Korktuğu her halinden belli olan Elif'ti konuşan. Korkulan gerçek birine bir şey olmasıydı, kimse istemezdi sevdiğine zarar gelmesini. Peki, zarar gören kişi kimdi? Hepsi.

 

Aralarında geçen konuşmalar kısa süreliğine bu şekilde devam etmişti. Daha fazla dayanmadıkları için binaya hızla yaklaştılar. Etraf polislerle doluydu ve içeri girmelerine izin verilmediğinden gizli bir geçiş arıyordu gözler. Onlar içeri girmek için çok çabalamalarına gerek kalmadan depodan sedyede kanlar içinde çıkmıştı Dila. İlk çığlık Elif'ten geldiğinde korkulu gerçekle yüzleşildi.

 

"DİLA!"

 

Dila'nın arkasından ise ağlayan Erdem ve Songül çıktığında bitmiş durumdaydılar. Kızlarını o halde görmek her ikisi içinde yıllar sonra en ağır sınavdı. Dila'nın yaralanmasını fırsat bilen Ahmet kaçmayı başarmış olsa da yakalanan adamlar vardı. Gözlerinin önünden geçen kayıp kız ambulansa yerleştirildiğinde ses çıkmıyordu polisler ve sağlık görevlilerinden başka. Songül ve Erdem'de yerleştirildikleri ambulanslardan sonra harekete geçtiler. Bulut daha ne olduğunu çözemeden gördükleri karşısında şoka uğramıştı. Hepsi de çok şaşkındılar, şoktaydılar. Biraz da olsa kendilerine geldikten sonra apar topar ambulansların peşine takıldıkları halde ne yaşadıklarını adam akıllı anlayabilen yoktu.

 

Hepsinin de düşündükleri şey başlarına gelmişti. Hepsi de çok korkuyordu. Elif gördüklerine daha fazla dayanamadığı için bayılmıştı. Asya ağlamaktan ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Diğer kızlar onları sakinleştirmeye çalışıyordular.

 

Hastaneye vardıklarında ise Elif'i, Erdem'i ve Songül'ü acile aldılar. Dila ise hızlı bir şekilde ameliyata alındı.

 

Ameliyat kapısının önündeki gergin bekleyiş herkesin üstündeydi. Kimisi koridorda bir ileri bir geri adımlar atarken kimisi de oturduğu sandalyeden ayağını sallıyordu. Kimilerinin gözaltları daha şimdiden kızarmıştı. Kiminin de umurunda değilmiş gibiydi.

 

Ameliyat kapısının önünde dört kişi kalmıştı. Bunlardan biri Bulut iken diğer üçü ise Naz, Asya ve Erdem'di. Erdem acildeki bir kaç işlem sonrasında ameliyat kapısının önüne gelmişti. Songül ise geçirdiği ameliyatın etkisini hala atlatamadığı için odaya alınmıştı. Elif ise müşahede altında tutulmaya devam ediliyordu. Aslı, Elif'in yanındaydı. Arkadaşlarının birçoğu gergin bekleyişten çeşitli bahanelerle kaçmışlardı.

 

"Siktiğimin hastanesi ne zaman bilgi verecek?" Gerginliğe daha fazla dayanamayan Bulut, öfkesini kusmaya yer arıyordu. Sesi çok sert ve nefretle çıkmıştı. Ne kadar çok derin nefesler alıp verse de sakinleşemiyordu. Zaten sakinleşmek için de ekstra bir çaba sarf etmiyordu.

 

"Tamam, sakin, illaki bir şey söyleyecekler, biz beklemeye devam edelim." Erdem, Bulut'u sakinleştirmek için nazik bir tonda karşılık vermişti. Fakat bilmediği bir şey vardı. O ne kadar çok ortalığı sakinleştirmeye çalışırsa çalışsın ortalık asla sakinleşmeyecekti.

 

"Zaten anca bekliyoruz."

 

Bulut delirmek üzereydi. Az daha böyle devam ederse ameliyathaneye dalacaktı. Artık beklemek istemiyordu. Bulut'un tek istediği vardı o da Dila'ya kavuşabilmekti. Ne olursa olsun sakin kalması gerektiğinin farkındaydı ancak yapamıyordu. Sakin kalabilmeyi denemek için derin nefesler alıp vermeye devam etmeye başladığında Asya kapının dibinde yere çökmüş bekliyordu.

 

Naz oturduğu sandalyede çok gergindi. İçi içine sığmıyordu. Çok gergin bir bekleyiş yaşadığı her halinden belli olsa da bilinmeyen gizemli bir karamsarlığı vardı.

 

Erdem ise kendini sorguluyordu içten içe. Bu olanların sebebini kendine yoruyordu. Eğer çıkıp gelmeseydi ve Songül'le tekrar görüşmeye başlamasaydı bunların yaşanmayacağını düşünüyor içten içe yiyordu ruhunu. Fakat onun da farkında olduğu şey bunların hepsi bir düşünceydi o da vakit geçirmek için. Çünkü kafasını başka şeylerle yormazsa hastaneyi birbirine katacak kadar öfkeliydi ve bu her halinden belli oluyordu.

 

Ameliyat yazılı olan kapının açılmasıyla hepsinin ayağa kalkması bir olmuştu. İlk hamle Bulut'tan gelmişti.

 

"Dila nasıl?"

 

İkinci hamle ise Erdem'den geldiğinde kalbi yerinden çıkacak gibiydi.

 

"Kızım nasıl doktor?"

 

Aynı sorular ama birbirine o kadar zıt iki karakter. Başka şartlarda tanışmış olsalar aralarında ki ilişki nasıl olurdu? İşte orası bir muamma...

 

"Öncelikle sakin kalmayı deneyelim."

 

"Ne sakin kalması? Artık Dila'nın durumunu anlatır mısın?" Bulut çok sinirliydi. Birinin şu an ona gelip sakin kalmayı deneyelim demesi ona göre o kadar sinir bozucuydu ki doktora saldırmayı bile düşündü. Asya, Bulut'un kolundan tuttuğunda konuşmasa da engel oldu aksi bir durum yaşanmaması için.

 

"İşte bu yüzen demiştim ama neyse." Sakin ve ukala bir şekilde konuşmasını sürdürüyordu doktor.

 

"Ya sabır! Sen beni çıldırtmak için mi geldin?" Doktor, Bulut'u çıldırtmak üzereydi. Bir kez daha Bulut'a diklenirse karşı taraftan saldırıya uğrayacaktı böyle durumları ne kadar tasdik etmese de.

 

"Bulut, sakin!" Erdem araya girerek ortalığı az da olsa yatıştırdı. Bulut yumruk yaptığı sağ elini sıkmaya tırnaklarını avuç içine geçirmeye devam etti. Ne olur olmaz diye elini hazırda tutuyordu diğer taraftan da. Kızıyordu kendine, sinirliydi yetişemediği için.

 

"Dila çok ağır bir ameliyat atlattı. Kurşunu isabet ettiği bölgeden aldık fakat kurşun böbreklere zarar verme noktasındaydı. Bu sebeple de bir kaç tahlil yapacağız. Ameliyat beklendiği gibi geçtiğinden çokta korkulacak bir şey yok. Ağır bir ameliyat geçirmesi ve kurşunla yaralanma olduğu için müşahede altında tutulacak. İç kanama olasılığını da değerlendirdiğimizde yoğun bakıma yatırılması uygun görüldü. Bu önümüzdeki yirmi dört saat çok önemli! Eğer her hangi bir reaksiyon göstermezse servise çıkarabiliriz. Tabii ki kötü olasılığını da unutmayarak... Her şeyi önümüzdeki yirmi dört saat belirleyecek. Geçmiş olsun." uzunca konuşan doktorun davranışları sadece Bulut'a değil bütün bekleyenleri delirtecek seviyede saçma ve gereksizdi.

 

Doktorun yaptığı uzun açıklamadan sonra kendine gelmesi gereken dört kişi vardı. Dördü de şaşkınlık içindeydi. Bulut sıktığı yumruklu elini konuşmanın yarısında serbest bırakmıştı. Bir müddet sonra kendilerine gelerek derin bir oh çekip sarıldıklarında bitmiş değildi sınavları. Yirmi dört saatlik bir bekleyiş kalmıştı geriye. Sabırsız olunmaması gereken, destek olarak geçirilmesi gerekilen bir zaman dilimiydi.

 

Naz ve Bulut yoğun bakıma çıkarken Erdem'de, Songül'ün yanına çıkmıştı. Asya arkadaşı Elif'in yanına gittiğinde ailesini burada görmüştü. Aralarında geçen kısa bir konuşmadan sonra ameliyat hakkında konuştu.

 

305 numaralı hastane kapısını tıklattıktan sonra içeri girdi Erdem. Güler yüzle karşılanmıştı Erdem, Songül tarafından.

 

"Hoş geldin!"

 

"Hoş buldum!" Gerçekten de hoş bir karşılanma olmuştu her ikisi içinde. Kimseden saklanmadan bütün gerçekliğiyle!

 

"Lütfen güzel haberlerde gelmiş ol?" Songül sorarken bile kekelemişti. Çok korkuyordu kızını kaybetmekten, bir daha onu görememekten, duyamamaktan...

 

"İyi mi kötü mü ona sen karar verirsin," sesindeki tedirginliği yatıştırarak sakin bir şekilde konuşmaya devam etti Erdem. "Dila ameliyattan çıktı. Kurşunu çıkardılar fakat kurşunun böbreklere zarar verme olasılığına karşılık bir kaç test yapacaklarmış. Ağır bir ameliyat geçirdiğinden dolayı ve iç kanama olasılığından da dolayı yoğun bakıma aldılar ve yirmi dört saatin her şeyi belirleyeceğini söylediler."

 

Erdem'in üzerinden büyük bir yük kalkmış olması gerekiyordu ama kalkmamıştı. İçi huzursuzlukla doluydu. Bu huzursuzluğun sebebini bilmiyordu. Korkuyordu da.

 

"Hadi söyle derdini? Nedir seni böyle huzursuz hissettiren?" Songül, Erdem'in huzursuzluğunu anlamıştı ve ona konuşması için fırsat verdiğinde Erdem karşılaştığı bu manzaraya gülümsedi. Songül, Erdem'i gerçekten de çok iyi tanıyordu.

 

"Beni gerçekten çok iyi tanıyorsun." Erdem çocuklar gibi sevinmişti. Bu olay az da olsa onu kendine getirmiş gibiydi.

 

"Dila bize karşı nasıl davranacak?"

 

Erdem'in bazı şeylerden korktuğu belli olabilecek derecedeydi aynı bu sorusunun anlamı gibi. Dila şu ana kadar babası olduğunu bilmiyordu. Öğrenmişti ve şimdi ki tepkisi, davranışları nasıl olacaktı? İçten içe kendini yiyip bitiriyordu bu soruyla.

 

"Bilmiyorum Erdem! Bize karşı nasıl davranır kestiremiyorum. Onu çok üzdük hem de çok." İkisi de kendilerini suçlamaya devam edeceklerdi. İkisi de Dila için çok endişelilerdi. Songül'ün gözünden gözyaşları düşmeye başlamıştı. Erdem'inde ondan bir farkı yoktu. Birbirlerine sarıldıklarında sırtlarında yıllar önce yaşanmış gerçekler vardı.

 

"Ona her şeyi anlatacak mıyız?" asıl soru ona babası olabildiğini hissettirebilecek miyimdi lakin Erdem bu sorudan kaçtı. Belki de yüklenmek istemedi yeni bir yük daha.

 

"Evet, kızımıza her şeyi bütün gerçeklikleriyle anlatacağız Erdem." Songül tedavi gördüğü hastane yatağında otur pozisyonundaykenki sevdiği adama destek çıkması.

 

"Kızımıza."

 

Erdem bu sözüne karşılık hüngür hüngür ağlamaya devam etti. Bu sefer Songül'ün kollarında değil dizlerindeydi.

 

"Kızımız bizi affedecek mi?"

 

"Kızımız bizi affedecek bunun sözünü sana verebilirim." Songül verdiği sözden dolayı hiçte tereddüt etmiyordu. Kendinden çok emindi. Ne de olsa o büyütmüştü kızını. Çok iyi tanıyordu onun neye kızıp kızmayacağını. Biliyordu can parçasını.

 

"Eğer ona her şeyi bütün gerçekliğiyle yalanı karıştırmadan anlatırsak bizi anlar ve affeder. Çünkü Dila en çok yalandan nefret eder. Kimin yalan söyleyip söylemeği çok iyi anlayan biri." anlamamıştı Dila ona kimin yalan söylediğini.

 

"Tüm gerçekliğiyle!" diyerek devam etmişti Songül.

 

Erdem ve Songül verdikleri karardan sonuna kadar emindiler. Kendi aralarında bir müddet daha sohbet ettikten sonra ayrıldılar. Daha doğrusu Songül verilen ilaçlardan dolayı uyudu. Erdem de yirmi dört saatin önemini bildiğinden yoğun bakımın önüne geldi ve kızını beklemeye başladı.

 

Yirmi dört saat her biri için zulümdü. Dakikalar işkenceye dönmüştü. Zaman işlemiyordu sanki. O an o saat durmuş gibiydi. Gergin ve korku dolu geçen süreydi dakikalar ve saatler.

 

Sabaha karşı uyuya kalan Naz'ı görmüştü Bulut. Yanına gitti ve ona hafifçe dokunarak uyandırmaya çalıştı.

 

"Naz eve gitmek ister misin? Burada uyumuş kalmışsın."

 

"Hıı. He yok ben bir yere gidemem benim burada olmam gerekiyor."

 

Bulut daha fazla üstelemedi ve gergin dolu bekleyişe geri döndü. Asya sessizce oturduğu yerde beklemeye devam etti. Naz da elini yüzünü yıkamak için lavaboya gitti. Erdem ise Songül'ün ilaç saati geldiğinden servise Songül'ün yanına gitmişti. Dila'nın dayısı ve anneanneside Songül'ün yanındaydılar. Aslı gelip Asya'yı alıp kantine gittiğinde Bulut, Dila ile baş başa kalmıştı. Bulut yoğun bakım camına yaklaşıp elini havaya kaldırdı ve camın üzerinden aşkına ulaşmaya çalıştı. Ancak oradan ona dokunuyormuş gibi oluyor, yanındaymış hissi veriyordu.

 

"Dila artık birbirimize açılma vakti gelmedi mi? Hadi inat etmeyi bırak da uyan. Birlikte hayal kuralım, onları gerçekleştirelim. Seni o kadar çok seviyorum ki anlatamam. Seni iyi ki o gün görmüş..."

 

Bulut' un telefonu çalmaya başladığında konuşma yarıda kesilmişti. Çalan telefonunu cebinden çıkarıp arayanın kim olduğunu gördükten sonra aramayı cevapladı.

 

Ç Arıyor...

 

"Efendim her şey planladığınız gibi işledi. Başka yapmamı istediğiniz bir şey var mı?" karşı taraftan gelen ses Bulut'un gülümsemesine sebep olmuştu.

 

"Paranız hesabınıza hemen yatıyor. Siz dikkat edin ve gerisini bana bırakın."

 

Bulut konuşmayı bitirip telefonu kapattı. Telefonu kapattıktan sonra iştahının açıldığını hissettiğinden kantine gidip kahvaltı yapmaya karar verdi. Kantine gidip kahvaltısını yaptığında kendini suçlu hissetmemek için aynı sözleri tekrarlıyordu içinden.

 

Onların sana ihtiyacı var, onların sana ihtiyacı var...

 

Geri geldiğinde ise burayı bıraktığı gibi bulmadı. Naz lavabodan çıkmış ve geri gelmişti. Aslı, Asya ve Elif'te buraya gelmiş bekliyorlardı. Dila'nın teyzesi olduğunu düşündüğü kadında Elif'in ellerinden tutmuş bekliyordu. Bulut'ta boş bulduğu yere oturduğunda geriye kalan zamanı beklemeye geçti.

 

💦

 

Acılı gerçeklerle canı yanan kızdan:

 

Şiddetli bir baş ağrısı hissediyordum. Karnımda ise katlanılmaz bir acı. En son hatırladığım annemin bağrışları ve benim kanlı ellerimdi. Kendime gelmiştim ama gözlerimi açacak güçte değildim. Gözlerimi açamıyordum ancak hareket edebiliyor, parmaklarımı oynatabiliyordum. Bir kaç parmağımı hareket ettirdikten sonra bir ses duyduğumda irkilmiştim.

 

"Dila beni duyuyor musun?"

 

Duyduğum ses bir kadın sesiydi. Kafamı sağa sola hareket ettirerek gözlerimi açmayı denediğimde acıyla araladım yeşillerimin yuvasını. Gözlerimi açtığımda yoğun bir ışıkla karşılaştığımda açamadan tekrardan kapatmıştım. Yılmadan tekrardan gözlerimi açtığımda öncekinden daha iyi olan ışıktan sonra sesin sahibine baktım. Ses bir hemşireye aitti. Hemşire aynı sorusunu tekrarladığında bulunduğum odayı inceliyordum.

 

"Dila beni duyuyor musun?" Hemşireye karşı bir cevap vermem gerekiyordu. Fakat konuşacak takatim olmadığını hissettiğim için kafamı ile onaylayarak cevap verdim. Hemşire çok tatlı biriydi ve sakınca çıkarmadan cevabımı kabul etti.

 

"Tamam, o zaman ben doktorumuzu çağırıyorum bir de o baksın." Yatağımın ucundaki bir düğmeye bastıktan sonra benimle beklemeye başladı. Beklerken ise yatağımın ucundaki dosyaları kontrol etti. Sakin bir şekilde derin nefes alıp verdim. Çok geçmeden kapının önünden sesler gelmeye başladığında odak noktamı oraya çevirdim.

 

"Beyefendi kolumu bırakır mısınız?"

 

"Doktor Hanım siz bizim doktorumuz değilsiniz. Ben sizin doktor olduğunuzu nereden bileceğim. Ne de olsa ağır bir olay atlattık." Duyduğum sesi hemen tanımam neyi değiştirirdi bilmiyordum ama o ses Bulut'tan geliyordu. Bulut'un sesini duyduğum anlarda bir kez daha yaşadım depoda olanları. Hatırladıkça, tekrar tekrar o ana gittiğimde ölüden farkım kalmıyordu. Hissizleşiyordum resmen. Doğrulmaya çalıştığım da ise ağır bir sancı ile yatmaya mahkûm edildim. Kapı açıldı ve içeri bir kadın doktor peşine de sırayla Bulut, Asya, Elif, Naz girdi. İlk başta beni görmeyen Bulut'a rağmen kızların hepsi görmüştü. Odada boş buldukları bir köşeye geçen kızların gözleri dolmaya başlarken ses etmediler, ses etmedim. Baktım, sadece baktım.

 

"Bakın bizim hastamızın kontrollerinde ilk defa sizi görüyorum. Kendisi çok ağır bir olay atlattı. Bakın kendisi..."

 

Bulut art arda sıraladığı cümlelerin içinde nihayet bana bakmaya karar vermiş olmalı ki başını yatağa çevirdiğinde şaşkın bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu. Bir kaç adım geri attıktan sonra kendine geldi. Kızlara kayan gözlerine bakmayı kesmedim.

 

"Dila, uyanmışsın?" elalarını yeşillerimle buluşturduğunda büyük bir heyecanla söyleşmişti yüzündeki gülümsemeyle. Gülümsemesinin çekiciliğini arttırdığını biliyor muydu acaba? Sanmam.

 

-ne oluyoruz Diloş hanım-

Sen yine mi geldin.

-geldim kör misin-

Ah, keşke kör olsam.

-çok ararsın beni-

Evet, ararım.

-o zaman-

Kötüsün.

-her daim senin kötün-

 

"Bakın beyefendi, ben Doktor Güneş Lalin. Hastanemizin önde gelen doktorlarındanım." ismini öğrendiğim doktor karşılaştığı muamele sebebiyle gerildiğindendi sesini kontrol ederek bakışlarıyla bağıran. "Sizin yatış zamanınızda zorunlu idari izinde olduğum için bir başka meslektaşım ile karşılaştınızdan tedavinizin başlangıcı o tarafından yapıldı. Siz benim hastamdınız fakat geçici bir süreliğine başka doktor ile ilerlediniz. Olay tamamen bundan ibaret!" Doktor, Bulut'a karşı sinirlense de yaşanan olayı en net biçimde açıklamayı seçmişti. Derin bir nefes alıp verdiğinde odadaki gözler ikisinin üzerindeydi. O sırada şoktan çıkmış olan Bulut, doktora açıklama yapmaya başladığında Asya ellerimi tuttu. Kısa bir an göz göze geldiğim kardeşimle duygusal ana geçiş yapmadan kaçırdık irislerimizi. Sancılarım devam ediyordu.

 

"Bakın doktor hanım..."

 

"İsmim Güneş!" doktor gerçekten Bulut'a sinirlenmişti ki sözünü yarıda kesti. Bu duruma daha fazla dayanmayıp sırıtmaya başladığımda kızlar ve hemşirede sırıtıyordu. Bulut ise ciddi bir duruşa geçtiğinden daha da komik bir hal alıyordu ortam.

 

"Güneş Hanım sizden çok özür dilerim. Gerçekten çok ağır bir olay atlattığımızdan dolayı da hiç kimseye güvenemiyorum, güvenemiyoruz." sol eliyle kızlar ve beni göstererek hareketlendiğinde doktorda bize bakıp tekrardan Bulut'a döndü. "Bu yüzden de sizi sıktım, kusuruma bakmayınız. Zaten diğer doktora kıl olmuştum bir de üstüne siz gelince olan oldu." konuşmasını bitiren güvenlikçim bana bakıp ağız eğdiğinde şaşırdım. Beklemiyordum. Gülümsemesi peşine geldiğinde araladığım gözlerime ilk iyi gelen şey oldu. Kısacık anda o kadar şey yaşanmıştı ki hangi birine tepki vereceğimi seçememiştim. Arkadaşlarım ise şaşkındı bende olduğu gibi.

 

"Bende sizden meslektaşım adına özür dilerim. Kendisi benim hastalarımı geçici süreliğine aldığı için başına buyruk takılmış ve hasta yakınlarını çileden çıkarmış. Sabahtan beri bununla uğraştığım için üzerimde bir gerginlik vardı o da sizde patladı. Yaşanan olaydan dolayı özrünüzü kabul ediyorum." Ortam az da olsa sakinlediğinden tutulan nefesler salınmıştı. Yanı başımda duran Asya elimi tutmaya devam ederken bakış açıma Elif girdiğinde içimdeki çocuk daha çok sevindi. Hemen yanı başına kaydığında yeşillerim Naz'la buluştu.

 

Küçük kızı mutlu eden sevdikleriydi, sevildiğini hissettirenlerdi.

 

"Hayır, hayır sıkıntı değil, özür dilemenize bile gerek yoktu." Kalbimde hissettiğim hissi tanımlayamazken duyduğum sesle Naz'dan ayırdım irislerimi. Sol kolumun üstünde hissettiğim ağrı açılan damar yolumda yol izleyen serumdu.

 

"Şimdi beni hastamla baş başa bırakırsanız sevinirim." yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle asıl benliğine dönmüş olduğunu gösteren doktorumdu konuşan.

 

"Tabii ki!" kızların ses çıkarmadan son kez bana bakıp odadan çıktıklarında onayı veren Bulut'ta terk etmişti. Doktorum yaşadığı olayın etkisiyle gülerken bana döndüğünde derince nefes aldım. Temiz hava almak, rüzgârın etkisini tenimde hissetmek istediğim bir andı.

 

"Hoş bir karşılaşma olmadı ama olsun. Merhaba Dila, ben doktorun Güneş Lalin!" sesindeki samimiyeti ilk konuşmasından hissettiğimden daha yakın hissetmiştim. Seçim yapmadan ansızın giren biriydi, bu ara bu anı çok yaşamıştım. Ona rağmen sevdiriyordu kendini, anlayabilmiş değildim. Daha doğrusu kendimi çözebilmiş. "Yapılan tetkiklerimizde bir sıkıntı göremedim ancak seni biraz daha müşahede altında tutmak durumundayım. Değerlerin normal dengeye girip daha iyi hissetmeye başladığında taburcu ederiz diye düşünüyorum herhangi bit aksilik çıkmadıkça. Söyle bakalım nasıl hissediyorsun?" ilk karşılaşmamız küçük bir tartışma olmasına rağmen doktorum konuştukça açılmış, gülümsemesi büyümüş, sevecenle anlatmıştı olduğum durumu. Hastaneye getirildiğimde ilgilenen doktorun tam olarak ne yaptığını bilmediğimden neden böyle bir tartışma yaşandığını da bilmiyordum. Bir doktor neden meslektaşının hastasıyla ilgilendiği için hasta yakınlarını çıldırtırdı ki? Sonuçta görevi her daim hayat kurtarmaktı.

 

"Şiddetli ağırlarım dışında iyim Güneş Hocam." uyandıktan sonraki ilk konuşmam olduğundan bazı harfleri çıkaramamış yuvarlamıştım kelimelerimi.

 

"Bana Güneş dersen sevinirim. Ağrıların için ise bir müddet daha bu ağrıları çekeceksin. Geçirdiğin ameliyattan ağır hasarlar almadığın için şanslısın fakat bu şanslılığının cezası da ilk günlerde şiddeti ağrıların olacak, tabii ki gün geçtikçe ağrıların azalacak." çocukken hayalini kurduğum o andaydım bir farkla. Doktor olup hasta hakkında bilgi veren değil de o yatakta hasta olup bilgi verilendim, hukuk öğrencisiyken. "Günlük ağrı kesiciler vereceğim ama onlar seni sadece bir kaç saat idare eder gerisi içinde ağrı çekmeye devam edersin maalesef!" sevgide öyle değil miydi? Bir müddet etkisini gösterip sonrasında silinen, yok olan, sahteliğe dönen.

 

"Peki, ağrılarım ne kadar sürer Güneş," kendisine hemen alışmam tamamıyla onun üstümde bıraktığı etkisiydi. Cana yakın kişiliğiyle başarıyordu karşısında yer alanı etkilemeyi. Hangi doktor hastalarına böyle arkadaş canlısı davranırdı ki?

 

-davrananlar vardır illaki şimdi kendini önemli sanma-

Moralimi bozmak için çok beklemiştin iç ses!

-gerçekler kırıcıdır hanımefendi-

Sende öylesin iç ses.

-her zaman gülemeyiz-

Biliyorum.

-o zaman öyle davranmalısın-

Bir naziklik var orada sanki?

-sana da yaranılmıyor vallahi-

Kime çekmişim acep?

-bana olmadığı kesin-

Kesinlikle öyledir canım!

 

Bazı anlarda iç sesimle çatışmalarımı seviyordum. Gergin hissettiğim anlarda sakin kalmamı sağlıyordu. Mutlu olduğum anlarda ortak oluyordu. Bendi, her daim. Saçmaydı lakin iyi ki vardı. Deli olmaya razıyım.

 

"Çok sürmez, bir buçuk haftaya ağrıların diner. Fakat arada bir baş dönmesi ve baş ağrıları olur bunlarda ameliyattan dolayı gerçekleşecek yan etkiler. Kısacası bir aya iyileşmiş olursun tabii sen dikkati elinden kaçırma!" sabaha kadar soru sorsam dahi bezmez güzellikle cevaplamaya devam eder gibiydi. Ne kadar bu gerçekleşemeyecek olsa da.

 

"Çok teşekkür ederim Güneş."

 

"Ben görevimi yapıyorum ama teşekkürünü geri çevirmeyerek rica ediyorum. Şimdi benim diğer hastalarımı da kontrol etmem gerektiğinden kaçıyorum o sebeple de görüşürüz Dila." Başka şekilde karşılaşmış olsaydık arkadaş olmak isteyeceğim biriydi. Sarı saçlarını atkuyruğu yapmış sarı tonlarına kaçan gözlerinin içinde vardı sevgi. Seviyordu yaptığı işi.

 

"Görüşürüz Güneş." dediğimde gülümsemeye çalıştığımda yaşanan o an tekrardan yaşandı, acı kendini hissettirdi. Yüzümü kıstığımda belli etmek istemesem de hemşire de Güneş'te anlamıştı.

 

"Sana dışardaki arkadaşlarını göndermemi ister misin?" sormadan hareket etmeyeceklerini biliyordum ancak böyle bir ana hazır olup olmadığımı düşündüğümde emin değildim.

 

"Olur, tabii ki!" kendim için değildi bu onay, dışarıda korkuttuklarım içindi.

 

"Tamamdır."

 

Güneş ve yanındaki hemşire odadan çıktığında yalnız kalmıştım. Kapının girişinden gelen seslere bakılırsa Güneş bana anlattıklarının aynılarını orada her kimler varsa onlara anlatıyordu. İrislerimi solumda yer alan serumuna çevirdiğimde damarıma yol alan su damlalarının damlayışını izlemeye başladım. Yaklaşık beş dakika sonra kapı tıklatıldığında içeriye peş peşe adımlar atıldı.

 

"Dila," duyduğum sesle başımı kapının tarafına çevirdiğimde bana doğru bir adım daha atan Asya, peşinden de gelen Elif ve Naz'ı gördüm. Ağlamamak için direnmeye devam ettim. Dudaklarım titredi, gözlerim doldu.

 

Gözlerinde gördüğüm korkunun en kötüsünü yaşamıştım bire bir. Günler önce beni bekledikleri o kapıda annemi beklemiş, ölüme bir adım daha yaklaşmıştım. Yine uzun saatler önce yaşadığım için sevinenlerin yerinde de vardım, annem için, hayatım için. Zaman değişmiş korkutan taraf olmuştum, korkmaya devam ederken. Yaşadıklarımı kaldırmak sandığımdan zordu, gördüklerimi unutmak okunulacak kadar kısa değildi.

 

Her bir an, her bir geçmiş, geçen saniye eziyetti, işkenceydi.

 

Asya vakit kaybetmeden sağ elimi avuçların içine hapsettiğinde biriktirdiği yaşlar özgürlüğe ilk defa karışmış gibi akıyordu. Neyi yapmak istemedikçe her daim önüme çıkıyor zorluyordu. Elif, Asya'nın yanına gelip yere çökmeden hafif aşağıya eğilerek saçlarımı okşamaya başladı. En çok korkan kimdi? Elif, Asya, Naz...

 

Diğer kızlara oranla daha aklı yerinde duran Naz ise onların tersine hareket yapıp soluma geçtiğinde orada tekti. Serumlu koluma dikkat ederek yanıma oturduğunda sol elimi de o avuçladı.

 

Gülümsemenin acı bir tarafı olduğunu tekrardan hissetmiştim.

 

Yanılmıştım. Sevgi her daim iyi gelmiyordu.

 

Bilmiştim. Sevgi her daim suçlu bulunan soyut bir kavramdı. İspatlanmaz, hissettirir.

 

Babam. Babam bildiğim adam beni severken öğrendiği gerçekle silip, hayatımı cehenneme çevirebiliyorsa bende onun hayatını cehenneme çevirebilirdim. Gerekli sebebim hazırdı; sevgim. Yıllardır dinmeyen hasretim. Söylediği yalanlar. Yaşattığı gerçekler.

 

Ben Dila Deniz, soyadımı hasret kaldığım çocukluğumdan alıyorum. Şimdi o çocukluğum beklemeyi bitirmiş taarruza geçmişti.

 

"Bizi çok korkuttun!" sıcak dudaklarını alnımda hissettiğimde kardeşimin, Asya'ma ölen özlemim daha da depreşmişti. Direndiğim savaşı kaybetmemi sağlayacak kadar güçlüydü. Sessiz kalıyor, oyunun içine çekiliyordum. Hayır, ben zaten o oyunun içindeydim.

 

"Bende çok korktum," dudaklarımı oynatmamdaki her hareketim karnımda acılarımı arttırsa da yılmadan kurmuştum sözcüklerimi. Canım yansa dahi vazgeçmeyecektim savaşmaktan bunu çok güzel bir dersle öğrenmiştim.

 

"Şşş... Bunları konuşmanın zamanı değil, sen iyi ol gerisi boş!" sol elim onca acıya rağmen arkadaşımın elindeyken her şey geçebilir gibi hissettirse de öyle değildi. Kısa, anlık bir histi bu. Naz'ın sözlerine karşı sessiz kaldığımda cevabım belliydi. Karşı bir sözde bulunmamda her şeyi açıklamaya yetiyordu. Ne de olsa o depoda yaşananları ben biliyordum.

 

Hayır, konuşmak için tamda zamanı. Sırların bitmesinin gerektiği, hayatımda yalanları yakmamın gerektiği andı. Zamana ayak uydurmalı acımasız olmalıydım.

 

"Dila'm biliyorum çok saçma bir soru olacak ama nasılsın, nasıl hissediyorsun?" çekingendi kuzenim. Beş yaşında değildik, yalanlarımızı anlardık. Sekiz yaşında değildik, gözlerimiz konuşurdu. On dört yaşında değildik, yardım eli uzattırdık. On sekiz yaşında değildik, hayaller kurar savaşırdık. Yirmi yaşında değildik, acımasız olur dişlerimizi çıkartırdık.

 

Beş yaşında ilk yalanımızı söylemiştik

-barbie almak için çalmıştık o parayı-

 

Sekiz yaşında suçlandığımızda ilk defa gözlerimizin içine bakarak anlamıştık gerçekleri.

-okulda sırf o erkek çocukla sohbet ettik diye sınıftaki kızın parasını çalmış olmuştuk oysaki çocuk okuldan gidiyordu ve bize veda etmişti-

 

Ön dört yaşında ilk defa en büyük yardımımızı yapmıştık.

-babama mektup çekmiştim annemden gizli, sevdiği çocuğun kirli çamaşırını ortaya dökmüştük Elif'in-

 

On sekiz yaşında sesiz kalan herkesin sesi olmak için kurduğumuz en büyük hayali gerçekleştirmiş, hukuk bölümü kazanarak üniversiteye girmiştik.

-ne zorluklarla kazanmıştık o okulu, hayal kurmaktan vazgeçebilmişken-

 

Yirmi yaşında girdiğimiz kavgada suçsuzduk ancak ona söylenen o söz bütün dengeleri değiştirmişti.

-aşağılayıcı her cümle karşı tarafın acımasızlığına çizik atar, çileden çıkartırdı her ne kadar yanlış olsa da-

 

"Yaşıyorum, nefes alabiliyorum, geçirdiğim her saniye ise koca bir işkence gibi geliyor," bazı harfleri çıkarmakta zorluk çeksem de ilk başta konuşmak istemeyen ben zaman geçtikçe açılıyordum. Belki de alışıyordum. "İyi değilim, iyi olmak içinde savaşmıyorum." dediğimde bilinenleri sesli şekilde dile getirmiştim.

 

İrisleri haykırıyordu. "Savaş."

 

Ruhum konuşuyordu bu seferde. "Savaşmaktan yoruldum."

 

Hayal kırıklıkları koca bir çıkmazdı, battıkça daha çok batar kül olurdun. Bir daha tutuşmamak üzere...

 

"Anlıyorum!" Hayır, beni anlamıyorsun Naz. O kırgın ve pişman bakışların hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Sadece baktım.

 

"Zamanla düzeleceksin Dila'm, inan!" Maalesef ki zamanla düzelmeyeceğim Elif. Zaman geçtikçe daha çok değişeceğim. Pişman olmanın hayatımda bir etkisi olmayacağı için bir tek yanımda ol. Yeter!

 

"Değişeceksin, korkacaksın, yorulacaksın, pes edeceksin ancak yine ve yine benim kardeşim olacaksın. Unutma sen kalp hırsızın, kimseye izin vermedikçe kalbini çaldıramazsın." Asya'm, kardeşim, her şeyim beni neden bu kadar iyi anlıyorsun? Anlama yoksa sende zarar görürsün.

 

İnat etmiş ne olursa olsun ağlamamıştım. Asya ve Elif yanımda yaşlarını akıtsalar da, onca duygulu sözleri duymamda yenilmemiştim. Ufacık bir hareketimden bile nefret edecek duruma gelmem tamamıyla babamın suçuydu. Psikopatça oyunlar oynamasına gerek yoktu. Eğer karşıma çıkıp bütün gerçekleri anlatsaydı daha az yaralanırdım.

 

Babam, çocukluğumun cezasıydı.

 

"Dila'm biz hep buradayız sakın unutma şimdi bizim çıkmamız gerekiyor seni çok yorm..."

 

"Annem nasıl?" Elif'in sözünü yarıda kestiğimde ilk baştan beri düşündüğüm annemi sorduğumda rahatlamamıştım.

 

"Annen iyi, normal odada müşahede altında tutuluyor." sevindirici haberi veren Naz'dı. Uyandığım andan bu yana farklı davranmasının sebebi neydi? Kırgınlığından mı, korktuğundan mı, suçlu hissettiğinden mi? Bilmiyorum.

 

"Sevindim." dediğimde uyandıktan sonraki ilk en güzel, en uzun, en acılı gülümsememdi. Söylemek istediklerim dilimin ucuna gelip o cesareti göstermediği her an daha da çekiliyordum içime, oyuna.

 

"Canını sıkma, her şey düzelecek. Evet, eskisi gibi olamayacaksınız ama el ele olacaksınız annenle bunu sakın unutma!" kuzenimin kurduğu cümlelerde gördüğüm gerçeğe şu an sandığımdan daha çok ihtiyacım vardı. Anneme.

 

Sözlerin bittiği yerdeydik, ne söylersek söyleyelim boşaydı. Yaşanan yaşanmış, yaralanan yaralanmıştı.

 

Yaralanan cam kenarından bekleyen küçük kızdı.

 

"Biz artık çıkalım sende dinlen." Asya'nın bakışlarından anlamıştım gitmek istemediğini. Elif'in titreyen dudakları bu gerçeği reddetmek istese de yapamıyordu çünkü zorundaydı. Naz, yaralanmıştı. Görüyordum. Yetimhane köşesindeki kıza dönüşmüş gibiydi. Anlatırdı bazı günler geçmişini, yaşadıklarını. Biz ona iyi geliyorduk ancak son günlerde yaşananlar bir kez daha itmişti onu yetimhaneye. Belki de o yüzden daha sessiz, daha soğuktu bana karşı. Yanımdaydı ama aynı zamanda da değildi.

 

"Evet, çıkalım!" boşta kalan diğer eliyle yanağına süzülen gözyaşını sildikten sonra ilk adımı attı Asya. "Seni seviyorum hanımefendi!" her şeye rağmen aramızda ki o bağ iyi ki vardı.

 

"Gücünün farkına var kuzi," yapmak için çabalıyorum. "Seni seviyorum!"

 

"Hayatta kal, kendin ol, pes etme, seni seviyorum!" ne çok şey vardı beklenilen. Yapamam Naz. Söylediğin kadar kolay değil hayatta kalmak, kendim olmak, pes etmemek. Kuyudaydım, sırların yuvasının kuyusu. Çıkmak için yüzleşmem, yüzleşmem içinde oynamam gerekiyordu.

 

"Sizleri seviyorum!" fısıltıdan farkı yoktu sesimin. Kızlar ellerini sallayıp son bir defa daha gülümsediklerinde o an yaşandı. Gittiler. Yalnız kaldım. Depoda yaşadıklarımdan sonra yalnız kalmak istemiyor, çekiniyordum. Panikliydim her an bir şey olacak diye. Üzerimde kalan bir izdi. Geçmezdi.

 

Sıkışmış durumdaydım. Tam olarak ne hissetmem gerekiyordu, ne hakkında düşünmeliydim bilmiyordum. Bilmekte istediğime emin değildim. Annemin yaşadıklarını düşünmek bile yeterince yetiyorken babam olduğunu öğrendiğim Erdem Abi'nin yaşadıkları daha da sokuyordu çıkmaza. Büyük bir çıkmaz sokaktaydım, yol ayrımları vardı; dikenli, taşlı, silahlı. Kaçış yoktu, çıkış yoktu, labirentti.

 

Çocukluğum gözümün önünden film şeriti gibi geçerken elimden hiçbir şey gelmiyordu. Kurtulmak için çığlıklar atarken sesim çıkmıyordu. Yardım etmek için çırpınan benliğim hareket edemiyordu. Sanki bir kilit vardı görmediğim. Bağlanmıştım o sokağa, kilit vurulmuştu çıkış bildiğim kapıya. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Dostum dediğim herkes bir yol ayrımındaydı, hangi yoldan devam edersem birini kaybedecek gibi hissediyordum.

 

Oysa istediğim yağmurun altında doyasıya ıslanmaktı. Parklarda hâlâ çocukmuş gibi eğlenmekti. Arkadaşlarımla yılmadan bıkmadan gezmekti. Yaşamdı, mutluluktu.

 

Derin düşünceler içindeyken kapının açılmasıyla irkilerek kendime geldiğimde usulca girene kaydı gözlerim. Az çok kimin geldiğini tahmin etsem de heyecanlanmıştım. Gelen ya babam olacaktı ya da bu aralar farklı duygular hissetmemi sağlayan yabancı.

 

"Rahatsız etmiyorum demi?" sesi çekingen gelmişti. Biraz önce yaşananlardan dolayı utandığı yüz ifadesindeki kızarıklıklardan anlaşılıyordu.

 

Gelen Bulut'tu.

 

"Yok, rahatsız etmiyorsun." Sesimin nasıl çıktığını bile dinleyecek kadar iyi değildim. Ağrılarım ve arada bir giren sancım beni zorluyordu ve zorlamaya da devam edecekti. Bu önümdeki bir ay benim için çok zorlayıcı olacağını düşünmeden edemiyordum.

 

"Nasıl olduğunu sormama hiç gerek yok, zaten nasıl olduğunu da biliyorum." Sesindeki o huzursuzluk tonunu hissetmiştim. Ses tonlarından çok iyi anlayan biriydim ve bu sesin içindeki duyguları hissedebiliyordum.

 

Bulut'un hiç uyumadığını, uykusuzluktan yığılıp kalacağını, öfkesini atmak için çeşitli bahaneler arayışını da anlamıştım. Sinirliydi ve bu sinirini henüz atmış değildi. Huzursuzdu çünkü korkmuştu. Korkmasının tek sebebi ben olamazdım bunu anlamıştım. Bulut'un derinlerde bir yerde bir yarası vardı ve şu an o yara onun canını acıtıyordu. Benim acım şu an fizikselse ise onun acısı da ruhsaldı.

 

"Dila beni, bizi çok korkuttun." Sesi kekelemeli geliyordu. Titreyen dudağını durduramayacağını anladığında devam etti. "Sana bir şey olacak diye çok korktum, korktuk." Bu sefer de sesi titremişti yanılmadığı gibi. Bulut, ruhsal olarak çökmüştü bunu görebiliyordum.

 

"Bulut." İsmini söylemiş olmam yüzünde bir gülümsemeye sebep olduğunda onun gülümsemesinin karşısında bende de bir kalp çarpıntısı olmuştu. Bunun sebebini henüz çözmüş değildim ama bir şeyin farkındayım. O da daha önce böyle duyguları hiç hissetmemiş olduğumdu. Ellerimden birini kaldırdım ve onun asılı olan elinin üstüne koyup konuşmaya başladım. "Sen iyi değilsin bunu hissediyorum ve anlıyorum. Sebebi çok derinlerde bunu da görebiliyorum. Senden ricam kendini bu kadar sıkmaman? İki duyguyu bir yaşayamazsın." Kelimelerimi söylerken bir yerden sonra kafasını eğdiğini görmüştüm. Bir şeylerin canını yaktığı belliydi ve o bunu açmaya hazır değildi. Daha da üstelememeye karar verdim. "Kendine haksızlık yapma Bulut."

 

En son söylediğime karşılık gülümsüyordu. Fakat bu gülümseme gerçek bir gülümseme değildi. Bu gülümseme acının gülümsemesiydi.

 

"Dila, ben en büyük haksızlığı hep kendime yaptım ve yapmaya da devam edeceğim. Bu hiç bir zaman değişmeyecek." Çekindiği ya da ağzına almakta zorlandığı şeyler vardı. Ağır bir yük taşıyordu ve bu yükün altında eziliyordu. Kendini hor görmüştü. Her şey de haklıyım diyebilecek biriyken haksızım diyordu. Hem de en büyük haksızlığı sadece kendine yaptığını söyleyerek.

 

Elalarıydı onu ele veren.

 

"Sen inandıktan sonra her şey çok kolaydır Bulut. En zor şey bile inandıktan sonra kolaydır." Kimi kandırmaya çalışıyordum ki ben? Ne için uğraşıyordum? Daha kendim neyin içinde olduğumu bilmezken kalkmış akıl tavsiyeleri veriyordum.

 

-tam senlik bir hareket Diloş-

Şaşırtmıyorsun iş ses.

-canım-

 

Söylediklerime karşı Bulut'un tek yaptığı birbirine temas eden ellerimizi izlemekti. Arada bir sırıtıyordu. Bir tarafı aşağıya çekmeye çalışırken diğer tarafı ayakta kalmaya çalışıyor gibiydi. Aynı hayatlarımız gibi.

 

İnsan hayatı da inişli ve çıkışlı değil miydi? Bir tarafımız mutlu olmak için elinden geleni yaparken diğer tarafımız onu engellemek için çeşitli bahaneler sunuyordu.

 

Ne kadar çok yıkılsak o kadar çok ayağa kalmaya çalışıyorduk. Fakat bilinçsizce yaptığımız hataların sonuçlarına katlanarak. Birçok gereksiz insanlara gereksiz önem sarf ettik. Sonra da o gereksizlik döndü dolaştı ve başladığı noktaya geri döndü tek farkla o da eskisinden de kötü olmasıydı. Eskiden bir hevesken şimdi acıya dönüşmüştü. Eskiden heyecanken şimdi hüzündü. Bir indik bir çıktık yıllarca, hatalarımızla, yalanlarımızla, sakladıklarımızla.

 

"Keşke her şey inanmakla hallolsaydı." Yabancının darmadağın olduğuna gizlemeye ihtiyacı yoktu çünkü bu her halinden belli oluyordu. Sanki hevesi acıya dönmüştü. Darmadağın ve yalnız!

 

"Bulut, uyumaya ne dersin?" Belki uyuması ona iyi gelecekti. Bilmiyordum ama denemekten zarar gelmezdi. Zaten uyumamak için zorluyordu kendini.

 

Bulut sadece gülümsemiş olsa da anlamıştım uyumak istediğini ama korktuğunu. Ona daha fazla bu kötülüğü yapamazdım. Bu haksızlık olurdu.

 

"Şimdi senden tek isteğim evine gitmen ve iyi bir şekilde dinlenip benim yanıma öyle gelmen." Kendine gelebilmesi için gerçekten iyi bir dinlenmeye ihtiyacı vardı. Belki iyi dinlenmeyecekti ama en azından daha iyi olacaktı ikimiz içinde.

 

Tereddüt ederek kafasını kaldırdığında gözlerimin içine baktı. "İsteğini üzülerek reddediyorum." Acaba söylediğinden haberi var mıydı? Haberi olsaydı bu cümleyi bana karşı hiç kurmazdı.

 

Kendime oturtulabileceğim en ciddi yüz ifadesini alarak konuşmaya başladım. "Kurduğum cümlemin içinde istek kelimesi geçmiş olabilir ama bu benim bir istekte bulunduğumu göstermez beyefendi." Bulut pekte anlamış gibi bakmıyordu. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Bende ciddi duruşumu bozmadan devam ettim. "Bu bir istek değil emirdir Bulut Bey." Belki sesim bir ton yüksek çıkmış olabilir.

 

-kesin belkidir-

 

"Tamam ama en ufak şeyde bana haber vereceksin. Anlaştık mı?" bu kadar hızlı kabul etmesini beklemiyordum. Şaşırtıcı hamlesi karşısında ciddiyetimi bozmamaya çalıştım.

 

"Anlaştık." Anlaşmıştık, iyiliğimiz için. Konuşmuş onun için en doğrusunu yapmıştım ben öyle inanıyordum.

 

"O zaman yarın görüşürüz." isteksizliği sesine yansımıştı.

 

"Görüşürüz Bulut." Bulut'la ayrıldıktan sonra ne kadar süre geçti bilmiyordum. Bulut gittikten sonra dinlenmek için gözlerimi kapatmış olmamın etkisiyle uykuya dalmıştım. Kendime geldiğimde ise hastane odasında tek başımaydım.

 

Bir müddet odanın sessizliğini düşündüm. Derin derin nefesler alıp verdim. Kafamı boşaltmak için çabaladım. Düşündüm taşındım. Olan ne varsa tarafsız bir şekilde gözden geçirdim. Zordu, hem de çok zor. Ağrılarım hala devam ediyordu. Alıştığım için mi bilmiyordum ama zamanla ilk hallerine oranla daha az şiddetliydiler.

 

Odamın sessizliğini bozan kapımın tıkırtısıydı. Oda kapısı tıklatıldı ve içeri annem girdi. Bulut'a ruh halinden dolayı ona hiç bir şey sormayı uygun görmemiştim. Kızlara sormuş olmama rağmen aklım her daim annemdeydi. Kıvılcım ateşten uzak durabilir miydi? Sanmam.

 

"Kızım." akan yaşları mıydı duygulandıran yoksa bana bakan yeşilleri mi?

 

"Anne." Annemi görmem ile gözyaşımın akması bir oldu. Silah sesi beni darmadağın etmişti. Anneme de bir şey olacak korkusu, onu bir daha göremeyecek olmanın korkusu...

 

"Kızım, kızım..."

 

Annemin de ağlaması şaşırmamı sağlayacak bir durum değildi. Her şeyim hızlıca bedenimi sarmaladığında canım acısa da kocaman bir şekilde sarıldım, onun gibi. Sarılmış ağlıyorduk. Konuşmaktan, sorular sormaktan daha iyiydi. Bizim sessizliğimiz ve gözyaşlarımız zaten konuşmuştu. Hiç susmadan, yüksek çığlıklarla...

 

"Çok korktum." hıçkırıkları konuşmasını zorlaştırıyordu. Sultanım, hayatım!

 

"Anne lütfen beni bir daha sakın bırakma!" İkimizde çok korkmuştuk. İkimizde ruhen sıkıntılıydık. İyi olacak mıydık? Bilmediğimiz bir kaç sorudan sadece biriydi.

 

"Kızım şimdi sakin kalmalıyız. İkimiz içinde şu an en iyisi bu." Annem korkuyordu ama iyiliğim için bazı şeyleri arka planda tutacaktı, hissediyorum. Gerçekler gibi. Gözyaşlarını sildikten sonra ellerini saçlarımda gezdirmeye devam etti. Huzur buydu, kısa bir an.

 

"Şimdi söyle bakalım. Çok ağrın var mı?" Yine koruma içgüdüsü.

 

"Ağrılarım çok ama gittikçe alışıyorum. Alıştığım içinde eskisi gibi olmuyor." Doğruları söyleseydim annem asla yerinde duramazdı. Ben ne kadar tam doğru söylemesem de annem zaten gerçekleri biliyordu.

 

"Evimize gidelim ağrılarını nasıl geçireceğimi biliyorum ben." Annelik içgüdüsü her zaman koşulsuz, şartsız vardı. Ne olursa olsun değişmeyen tek şey annelerdi. Benim annem değişmezdi.

 

Anneler hayattaki en büyük şanstı.

 

Ne kadar çok çekingensem de anneme iyi olup olmadığını sormam gerekiyordu. Bu da benim evlat vazifemdi ve ayrıca bunu her türlüde sorardım zaten. O saniyeler, silahın patlama sesi... Unutamazdık.

 

"Anne sen nasılsın? Kendini hiç bir şeye zorlama olur mu?" Annemi her şeyden çok merak etsem de nasıl olduğuna tahmin yürütebilirdim. Onun kötü olduğunu zaten bilsem bile söylerdim her seferinde. İyi olmaya çalıştıkça aynı sorular başa döndürecekti bizi.

 

"İyi olacağım kızım. İyi olacağız, beraber."

 

💦

 

Bir hafta boyunca servisteydim. Ayrıca iki günü yoğun bakımda geçirdiğimden en sancılı o süreci hatırlamıyordum. Sıkıcı bir haftayı geçirmenin etkisinden tam anlamıyla çıkmış değildim. Annem erkenden taburcu edilmiş olsa da hastanede yattığım süreç boyunca yalnız bırakmamış her daim yanımda olmuştu. Şimdi ise yanı başımda büyük işlem için elimi tutuyordu.

 

Sabah kalktığımda taburcu edileceğim doktorların kontrollerimi yaptıktan sonra netleşmişti. Ancak son bir kez daha Güneş'in gelip onay vermesi gerektiğinden hazırlanmış onu bekliyorduk. Annemin yanı başında bizimle olan Erdem Abim vardı. Yani babam.

 

Henüz olayları konuşmuş değildik. Onlar konuşmak istedikçe ben ertelemiştim. Zamanı değildi, hazır değildim. Beklemek benim içinde çocukluğum içinde en iyisi olacaktı. Zamanı geldiğinde o kendini belli ederdi, inanıyorum. Her ne kadar inandıklarım kanatsa da.

 

İnandıklarım yaralıyordu.

 

Kapının tıklanması ile her zamanki güler yüzü ile Güneş içeri girdiğinde yüzüme gülümsememi yerleştirdim. Ne zaman odaya gelse hep güler yüzlü olması geçtiğimiz bir hafta boyunca bana en iyi gelen şeylerdendi. Hastalarına olan ilgilisi hayran ediciydi. "Hemen kontrol edelim prensesimizi!" iyi ki karşıma çıkmışsın Güneş.

 

Yatakta oturduğumdan işini kolaylaştırmıştım. İşine odaklandığı için oda sessizdi. Yanında gelen hemşirede tansiyonumu ve nabzımı ölçüyordu. Anneme baktığımda babamın kollarının altında el ele endişe içindeydi. İlk defa onu bir erkekle, huzurlu görüyordum. Çocukken bile babam sandığım adamla yan yana gelince bile huzursuzdular.

 

"Son kontrollerimize bakarsak her şey yolunda gözüküyor."

 

"Şimdi çıkabiliriz o halde doktor hanım." Erdem Abim uzun bir aradan sonra ilk defa konuştuğunda Güneş eski gülümsemesine geri döndü. Yaratabileceği her hangi bir olaydan kaçmak amacıyla konuşmayı tercih etmediğini hissediyordum. Biliyordum aramızda en çok o konuşmak istiyordu. Fakat artık susma zamanı bitmişti. Artık gerçeklerin zamanıydı.

 

"Tabii ki de çıkabilirsiniz." Son duyduğuma üzüleceğim hiçbir zaman aklımın ucundan geçmezdi.

 

-hastaneye yerleşelim istersen-

Hiç hayır demem iç ses.

-düşününce haklısın-

Ben her zaman haklıydım.

-laflarımı çalma-

Sen bensin unutma.

-unutmak ne mümkün-

 

"Teşekkürler doktor hanım." Güneş'e teşekkür etmişti annem. Sesiz kalmam içimdeki üzüntüydü, gerçeklere adım adım yaklaşmamdı. Güneş son söylemesi gerekenleri söylemek için hareketlendiğinde odak noktamı ona çevirdim kaybetmeden.

 

"Öncelikle ilaç takibimiz devam edecek. İlaçlarımızı zamanında almaya özen göstermemiz her iki taraf için de iyi olur." Güneş gergindi ve bu hal ve hareketlerinden belli oluyordu. Kafası çok dolu gibiydi. Devam etmesi gerektiğini biliyordu. Derin bir nefes alıp verdikten sonra kafasını kaldırıp gülümseye çalışarak devam etmesiydi ilgimi çeken.

 

"Ağrılarımız bir müddet daha devam edecek ama ilk zamanlardakinden daha az. Kendini aşırı fazla yormadan da günlük yürüyüşler yapmamız iyileşmemizi hızlandırır." Derin bir nefes daha alıp verdikten sonra devam etti.

 

"Geçirmiş olduğunuz kötü olaydan dolayı da sizi ruhsal açıdan psikolojiye yönlendiriyorum. Kesinlikle ikinizde gidin çünkü ikinizin de buna ihtiyacı var. Size çok güvendiğim doktorumuzun kartını vereyim. Kendisini hastanemizde bulabilirsiniz. Tekrardan çok geçmiş olsun. Sevgilerle görüşmek üzere!"

 

Güneş cebinden çıkarıp bir kart uzattığında bekletmeden aldım. Veda yaklaşmıştı. "İyi misin?" diye sorduğumda kafasını sakladığında duygulandığını gördüm. "İyi olmaya çalışıyorum sen takma beni." Kısa bir zaman onca his. Kim derdi ki doktorumla arkadaş gibi olacağımı. "İstediğin zaman yazabilirsin," dediğimde numaralaştığımızı bir kez daha hatırlatmıştım. "Aynı şekilde sende istediğin zaman yazabilirsin," dediğinden duygulanmıştık.

 

"Teşekkür ederim!" dedim titreyen sesimle.

 

"Kendine iyi bak ve hayal kurmaktan vazgeçme güzel kız!" geçen günkü konuşmamızı hatırlamıştı. Daha fazla sohbet etmeden yanımızdan ayrıldı. Annem ve Erdem Abiye baktığımda bana bakan gözleriyle karşı karşıya denk geldim. Yatağımdan kalktığımda elimde tuttuğum kartvizite baktım.

 

Uzman Psikolog- Meva Akil

 

Hastane odasından çıktığım anda bütün arkadaşlarımı bir arada gördüm. Asya, Naz, Elif, Batu ve Can gözlerindeki büyük coşkuyla bana bakıyordular. Hemen yanlarından ise Bulut, Aslı, Ege ve Çınar vardı. Hastanede kaldığım sürece boyunca ziyaretlerime gelip hiç yalnız bırakmamıştılar beni. Onlara karşı minnet duygusu beslememek gibi bir şansım kalmıyordu.

 

Şaşkınlığımı gizlemeden her biriyle dikkat ederek sarıldığımda bu anı özlediğimi hissetmiştim. Hayatı sonlanmak üzere olan bir kız için şu anı yaşamak bile büyük lütuftu. Onlarla sohbet ederek çıkışa ilerlemek ise en güzel hediyeydi.

 

Gözlerinde görmüştüm pişmanlığı, korkuyu. Her şeye rağmen yanımda olmalarına âşıktım. Duygularıma tercüman olmaları, anlamaları, hissetmeleri...

 

Doğru arkadaş en güzel hediyeydi.

 

💦

 

 

Eve geldiğimden beri daha iyiydim. Annemin karışımları da iyi gelmişti. Baya toplaşmıştım. Önce kendini toplayıp sonra beni toparlamaya çalışmasını izledikçe dualar ediyordum anneme. Gün geçtikçe daha iyiye gidiyorduk. Sık sık bir araya geliyorduk Erdem Abiyle. Fakat bugünkü bir araya gelmemizin sebebi gerçeklerin konuşulacak olmasıydı.

 

"Bu zamanda beni yalnız bırakmadığınız için çok teşekkür ederim. Zor bir dönem atlattık beraber ve artık gerçeklerin konuşma vakti geldi. Oturdum karşınıza. Sizden ricam her şeyi tüm gerçekliğiyle anlatmanız." Bu konuşmayı yapmam gerekiyordu çünkü yalan istemiyordum. Biliyordum yalan söylemeyeceklerini ancak içimi rahat ettirmek içindi sözcüklerim. Annem derin nefes alıp verdiğinde başlayanın o olacağını anlamıştım. Hazır değildim ama daha fazla kaçamazdım bu yüzleşmeden.

 

"Ben Erdem ve Ahmet'in ofisinde çalışıyordum kızım. Daha 19 yaşındaydım. Üniversite sınavlarına hazırlanmak için paraya ihtiyacım vardı ben de çalışmaya karar verdiğimden ofisteydim. Erdem ile aramızda gelişen şeyler oldu ve birlikte olduk. Ofiste adım çıkmasın diye Erdem'le olan ilişkimizi saklıyorduk."

 

Annem derin nefes alıp vermeye devam etti. Biraz sakinleşince anlatmaya devam etmesi için Erdem Abiye döndü ve baş hareketi yaptı. Hareketin üstünden Erdem Abi derin bir nefes alıp verdi ve anlatmaya başladı. Geçmiş lekeydi ya da iz. Güzel mi kötü mü olduğuna biz karar verecektik. Bu masalı ya bitirecektik ya da yeniden yazacaktık.

 

"Annenle çok güzel bir ilişki yaşıyorduk. Ciddiydik evlenmeyi düşünüyorduk. Tabi ilişkimizi kimse bilmiyordu. Ahmet'le konuştuğum bir gün annenden çok hoşlandığını söyledi. Ben orada bozuntuya vermedim ama Ahmet duracak gibi değildi. Bir müddet sonrada bana geldi ve annenle arasında bir ilişkinin olduğunu birlikte olduklarını söyledi." Konuşmasının bir kısmını büyük öfkeyle anlatmıştı Erdem Abi. Ellerini yumruk yapmıştı kesik kesik nefesini soluyordu. Bu kadar sinirli olması kimeydi?

 

Erdem Abinin siniri üstüne annem elini daha sıkı tutup konuşmayı devraldı. "Ahmet her şeyi yalan anlatmıştı. Aslında benim onunla hiç bir zaman ilişkim olmadı. Bana göz koymuştu. Ben onu her reddettiğimde bana karşı bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Bir akşam mesaiye kalmıştım. Bana içecek getirdi ve beni uyuşturdu daha sonra bana..."

 

"Devam etme anne," yapma bunu kendine de bana da. İstenmeyen bir çocuk olduğumu sesli dile getirme.

 

Bunu hiç beklemediğim için şoka girmiştim. Annemin gözünden yaşlar akmaya başladığında kendini tutamayan tek ben değildim. Babam olduğunu öğrendim o adamda benimleydi, annemdeydi. Duygularıma karşı daha fazla kendimi tutmadım ve gözyaşlarım akmaya başladığında karşımdaki manzara karışıktı. Annem, onu terk etmiş babam, babam bildiğim adamın ihaneti, suçu, pişkinliği.... Çocukluğumun ölümü...

 

Annem anlatacak hale gelene kadar anlatmayı Erdem Abi devraldı.

 

"Ben anneni bile dinlemeden onu terk ettim. Beni aldattığını söyledim, para uğruna beni sattığın söyledim. Ahmet'le de iş ortaklığını bozdum ve yurt dışına çıktım. İkisini de görmek istemedim. Annen benden hamile kalmış. Ailesiyle başı derde girmemesi için de Ahmet'e yalan söylemiş ve onula evlenmiş. Senin için." Bendim bu masalın süveydası, sessiz çığlıkları, oyunu.

 

Sesli ağlamasam da gözyaşlarım sel olmuştu. Ayağa kalkıp karşı koltuğa geçip sımsıkı anneme sarıldığımda babam kendini geri çekti. Ona karşı koyacağım her tepkiden çekiniyordu. Hıçkırıklarım sesine kavuştuğunda daha çok sardık annemle birbirimizi daha çok döktük yaşlarımızı. Erdem Abi bir elini annemin sırtına koyduğun altında kalan elimdi. Çekmedim. Her ikisi de benim için çok şeye katlanmıştı. Şimdi onları görmezden gelmem en büyük suçtu, ızdıraptı. Erdem Abi kendini toparladıktan sonra anlatmaya devam etti.

 

"Ahmet her gün kıza eziyet etmiş. En sonunda şirketi oynadığı kumar borçları yüzünden kaybettikten sonra sizlere yalan söyleyerek yurt dışına kaçmış. Yurt dışına çıkarken de evli kalmak istemediği için anneni boşadı. Seni kızı sandığından da o yalana mecbur kaldı. Sonra ben buraya geri döndüğümde bir gün annenle karşılaştım. Yıllarca içimde biriktirdiğim seslerden dolayı anneni dinlemeye karar verdim. Annen bana bütün gerçekleri anlattıktan sonra onunla tekrardan görüşmeye başladım. Yaşattığım her ceza için güller hediye ettim ona belki iyileştiremeyecekti ama silerdi. Sen beni baban bilmediğin için eve senden gizli girip çıkmak zorundaydım. Olay gecesinde de evde annenin hamile olduğunu öğrenmiştim. Oradan çıkarken o yüzden telaşlıydım çünkü ikimizde beklemiyorduk hamile kalmasını. Hatta bir müddet bunun için seslerimiz yükseldi. Sana nasıl açıklama yapacağımıza karar veremedik." Erdem Abi kimi zaman durdu kimi zaman küfür savurdu ancak gerçekleri bir bir anlatmayı başardı. Öyle ya da böyle hikâyemin gerçeklerini öğrenmiştim. Yalanlarımı, gerçeklerimi öğrenmiştim.

 

-daha çok başlattığımız bir oyunu-

 

"Baban nasıl öğrendi onu bilmiyorum ama bir şekilde öğrenmiş ve bizden intikam almak için elinden geleni yapıyor." Erdem Abi haklıydı. Ahmet adındaki şerefsiz bizden intikam almak için her şeyi yapacaktı. Artık çok daha dikkatli olmalıydık.

 

Anneme kocaman sımsıkı sarıldım ve ondan özür diledim. "Anne senden çok özür dilerim. Sana yaşattıklarım için beni affet." Hüngür hüngür ağlıyordum ama anneme yaşattıklarımı düşündükçe kendimden nefret ediyor daha çok ağlıyordum. Ağlayışlarım bir çözüm değilken.

 

"Şşş kızım o nasıl bir söz, yapma böyle tamam mı?" annemin de benden kalır bir yanı yoktu, hüngür hüngür ağlıyordu. Yıkılmıştık, mahvolmuştuk. Kıvılcım ben ateşi yakmıştım. Annemi.

 

"Anne..."

 

Gözyaşlarımı sildikten sonra ayağa kalkıp Erdem Abinin yanına gittim. Bizim gibi onunda yıkıldığını görebiliyordum. Karşısına geçip oturdum. Gergindi aynı benim olduğum gibi. Ne diyeceğime karar bile verememiştim. Gergin olduğum elime bakıldığında anlaşılırdı. Kendimi toparladıktan sonra Erdem Abinin gözlerinin içine baktım.

 

"Bana zaman verir misin?"

 

Her şey çok farklıydı. Onlara alışmam için zamana ihtiyacım vardı. Zaman her şeyin ilacı mıydı bunu deneyip görecektik.

 

"Kendini ne zaman hazır hissedersen o zaman konuşuruz. Ben her zaman burada seni bekliyor olacağım."

 

Erdem Abinin cevabıyla sevinmiştim. Zaman her şeyi gösterecekti. Yeni bir başlangıç yapmak benim için çok zor olacaktı.

 

Annemle o gece beraber uyuduk. Çok uzun sohbetler edip kendimize gelmek için geçmişi deştik. Birbirimizin kıymetini bir kez daha anladık her deşmede. Bir kez daha anne kız olduk. Yeniden doğduk, yeniden başladık. Yeni ve kocaman bir yol vardı önemde ama önce Ahmet Deniz sorununu ortadan kaldıramam gerekiyordu.

 

Hayat yine kendini yenilemişti ya da biz yenilenmiştik. Zaman aynıydı ama biz değişmiştik. Ben artık Ahmet'in kızı Dila değildim. Ben, Erdem'in kızı Dila'ydım.

 

Kendime verdiğim söz ile yeni hayatıma başlayabilmek için yapmam gereken çok önemli şeyler vardı. Telefonumu çıkartım Bulut'u aradım. Telefon çaldı çaldı ama karşı taraf açmadı. Hızlıca mesaj yazıp gönderdiğimde kendimi yatağıma atıp düşünmeye devam ettim.

 

Kime: Bulut.

 

Dila: Acil görüşmemiz lazım!

Dila: Şaka, konuşmamız gereken konular var yarın bulaşabilir miyiz?

BÖLÜM SONU

 

Neler oluyor bu lanet kitaptaaaa...

Çok ayrı bir bölümdü vallahi, ne diyeceğime karar bile veremiyorum. Umarım çok çok beğenmişsinizdir sizlerde. En özel bölümlerden aynı zamanda.

Karakterlerin çocukluklarının bir şekilde birbirine değmesi, söylenen sözlerin ağırlığı ama bünyedeki etkisi çok farklı, çok eşsiz. Şu ana kadar okuduğunuz en uzun bölümdü ama son değil aramızda tamam mı?

Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?

Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?

Burasıda sizin düşünceleriniz ve sorularınız için olsun.

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Wattpad/Inkspired: izzetcanduman

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 26.11.2024 21:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...