
Ey ahali kalkın biz geldikkkk😎
Size uzun bir bölüm getirdim, hemde o kadar ağlattın biraz mutlu et düşüncesiyle🤫
Uzun lafın kısası bölüme yorum yapmayı unutmayın ve küçük yıldızımıza dokununuz🥹
Keyifli Okumalar!
Bölüm Şarkıları;
Ufuk Beydemir - Ay Tenli Kadın
Kıraç - Kan ve Gül
"İyi ki varsın ve iyi ki varım."
11.BÖLÜM
"SENİN İÇİN"
Derin düşünceler neden bu kadar sorgulayıcıydılar?
Ne zaman daldığımı hatırlamadığım kesintisiz uykumdan hiç uyanmak istemiyordum. Yaşadığım onca şeye rağmen sıcacık yatağıma bu kadar özlem duyacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi. Benim için hayat kadar önemliydi sıcak ve yumuşak yatağım. Onunla birlikte her yere gidebilirdim.
Bir sıcak yatağa hasret kaldığında anlıyordun asıl sıcaklığın yatak değil de sevdiğinin kokusu, göğsü, sesi olduğunu.
Uyuyakalmadan önce hatırladıklarımla kendime geldiğimde hala sorgu içindeydim. Bulut'la anlaşmamız üzerine bugün buluşacaktık. Yatağımda oturur pozisyona geçtiğimde şaşırtmayan şekilde yine derin düşüncelerin içine çekiliyordum. O kadar çok yorulmuştum ki ne düşünmek istiyordum, ne de dinlemek, konuşmak. İstediğim tek şey sessizlik ve huzurdu.
-şu dönemde zor gibi sanki-
Emin ol ki hiç şaşırtmıyorsun iç sesciğim!
-şaşırtmamayı severim-
Sen, şaşırtmamayı, seversin!
-ne kadarda içten söyledin öyle-
Ne demezsin!
-onu bunu boş ver kalk acıktım ben-
Sen hep açsın zaten.
-sende öylesin-
Aynıyız.
Ne kadar çok sıcak yatağımdan çıkmak istemesem de zorlukla terk ettim yatağı. Tersine adımlar atan iç sesime rağmen kendimi soğuk banyoya attığımda ilk büyük adımı tamamlamıştım. Musluğu açmam ile aynaya bakmam bir olduğundan çökmüş yüzümü gördüm. Hastanede ilaçların etkisiyle sürekli uyumama rağmen hala uykusuz hissediyordum bu da gözaltlarıma yansıyordu.
Aynadaki yansımama baktıkça ruh halimin hiçte iyi olmadığını görebiliyordum. Aldanmadım, kafama takmak için çok erkendi. Avuç içlerime doldurduğum soğuk suyu yüzeme boca edince daha iyi ayılmıştım. Seviyordum bu aktiviteyi. Elimi ve yüzümü havluyla kuruladıktan sonra odaya geri dönüp yatağımı topladım. Odamdan çıktıktan sonra mutfağa geçtim aç midemi doldurmak için. Mutfağa girdiğimde annemin çoktan kalktığını ve kahvaltı hazırlamayı bitirdiğini gördüm. Hayallerim suya düşmüştü.
-kahvaltı hazırlamak için erken kalkman lazım hanımefendi-
Kalkarız bizde iç ses.
-kesin kalkarsın canım sana laf söyleyen mi var-
Sen söylüyorsun emin ol o yetiyor!
-bir yetmesin bak o zaman neler oluyor-
Sakin canım ne dedim ben?
-hiçbir şey-
Evet!
Bu gidişle kafayı yiyecektim. İç sesimle olan karmaşık ilişkimi birine yakalandırmazsam ne mutlu bana.
Mutfak kapısına doğru yaslanıp yüzümde oluşturabileceğim en samimi gülüşümü aldım. "Günaydın annem!" Sultanım, hayatım, her şeyim özlemişim bu sözleri söylemeyi.
-şımarma-
Karışma.
Arkadan anneme sarıldığımda onun kıkırtısına şahit olmak günün en güzel hediyesiydi. Arkasını dönüp yanağımdan makas aldıktan sonra beni masaya oturmam için davet etti. Bu kadın beni seviyor ya! Sevmesin de ne yapsın? Her zaman iki kişi oturduğumuz bu masaya yapılan serviste değişiklik vardı. Üç servis tabağı, üç çay bardağı, üç çatal... Bazı günlerde arkadaşlarım gelirdi bize ama onların verdiği hisle şu an hissettiklerimin arasından dağlar kadar fark vardı. Masaya yerime oturduktan sonra Erdem Abinin mutfağa girmesiyle beklenen kişide gelmiş oldu.
Üç sayısını sevdiren o kişi...
Üç sayısını değerlendiren his...
"Günaydın hanımlar acaba buraya oturabilir miyim?" yüzüne yerleştiği büyük gülümsemesine bakılırsa keyfi gayet yerindeydi. Ne de olsa ailesiyle ilk defa aynı evdeydi. Hiçbir sır olmadan. Annem de gülümseyerek karşılık verdiğinde gözler bendeydi. "Günaydın Erdem, tabii oturabilirsin." Otur baba, otur ki ölen ruhum canlansın.
Ölen çocukluğum, içinde beslediği ruh.
"Günaydın." Anneme ve ona rağmen olabileceğim en samimi ifademle cevap verdim Erdem Abiye. Keşke bazı sözcükler dilimden kolaylıkla çıkabilse. Bana zaman verdiğinden dolayı bazı şeyleri ağırdan alacaktım. Yaşadığım şeylerden sonra hayatım çok değişecekti bunu anlıyor ve hissediyordum. Hislerimde yanılmak ise en büyük isteğimdi.
Sözcükler ne kadar kolay gözükse de bir araya gelmesi kadar söylenmesi basit değildi. Yazabilirdim, silerdim ancak dudaktan çıkan her sözcüğün geri dönüşü olmazdı. Sözcükler seslendikçe can yakardı. Sözcükler yazıldıkça savaşırdı. Sözcükler sustukça cezaydı benliğine.
Güzel sohbet eşliğinde kahvaltımızı yapmak onca kara güne rağmen en güzel gelen gerçekti. Ailem, ben, hayallerim... Korktuğum o anı yaşıyordum. Ailemle beraberdim ancak bunu mahvetmek için canla başla çalışan biri vardı arkamızda. Hançeri sırtımızdan vurmak için an kovalıyordu. Her şeye rağmen savaşabilecek miydim? Deniyorum!
Bugün kendime söz verdiğim gibi evi temizlemede de anneme yardım ettim. Ne kadar hayatımıza kaldığımız yerden devam etmeye çabalasak da değiştiremeyeceğimiz gerçekler vardı. Kaçmadan, kabullenerek direnmeli, yılmadan emin adımlarla atmalıyız adımlarımızı. Birbirimize en ihtiyaç duyduğumuz andaydık. Ufak bir iş bile bizim için şu an en zorlayıcı işti. Hissettiğimiz o duygu, kaybetmenin en büyük dozu...
Annemle evi temizlemeye geçince Erdem Abide evden ayrılmıştı. Yine annemle baş başa kaldığımızda ister istemez kaç gün önce yaşadığımız anlar geçmişti gözümüzün önünden. Düşünmemek için diretsek de kendimizi o anda bulamamamız olanaksızdı. Dikkati bırakmadan anlamlanmaya başlayan yuvamızı temizlemeye koyulduğumuzda zaman algımızda bir yerden sonra duraksamıştı. Aradan geçen koskoca üç saatlik temizlik bitince bir oh çekmek şart olduğundan eksik kalmamış, en içten söylemiştik.
Bir an anneme kızıyor gidip yatmasını söylerken diğer anlarda da annemin bana söylemlerini işitiyordum. Kendimizi düşünmeden birbirimizi düşünüyorduk. Öncülüğüm annem; öncülüğü ben. Geçirdiğimiz ameliyattan dolayıydı belki de duygusal yaklaşmamız, her hareketimizde kontrol etmemiz. Sağlığımız için ne gerekiyorsa onu yapmıştık önemini acı şekilde öğrenmişken. Kaybedemezdik birbirimizi. Temizlik bittiğinden dolayı odama çıkıp güzel bir duş almayı düşünüyordum ancak önceden yapmam gereken bir şey olduğundan rahatlamaya çalıştım. Annemin yanına koltuğa oturduğumda aynı şekilde onunda yorulmuş olduğunu, kendine gelebilmek için soluklandığını gördüm. Aynı renklere sahip olduğumuz gözlerinin içine baktığımda yüz ifademi masumiyete çevirerek sinsice yaklaştım hayatıma.
"Anne ben şimdi banyo edeceğim ve dışarı çıkacağım. Eğer yalnız kalmak istemiyorsan sen de benimle gelebilirsin." Dışarı çıkacağımdan dolayı annemi yalnız bırakmak istemiyordum. Korkuyordum. Ben duygularımı her ne kadar belli etmemeye çalışsam da annem çoktan anlamıştı. Ondan kaçmak ne mümkündü ki! Ellerimi tutup gözlerimin içine baktığı anda nehirlerim akmak için akışa geçmeye zorladığında dudaklarımı ısırdım.
Annemin gözlerinde kendimi gördüğümde ise o mahkemeye çekildim. Sonuçlar en başından belliydi. Suçluydum, her daim. Tüm yorgunluğumu, isteksizliklerimi, ruh halimin kötülüğünü bir bir gördüm yeşillerinde. En sevdiğim renk kâbuslarımdı. Kendimi ne kadar çok ayakta tutmaya çalışsam da iyi değildim. Olamıyordum. İyi olmaya çalışmaktan yorulmuştum. Yorgun olduğum o kadar çok şey vardı ki... Bazı şeyleri anlatamazsınız. Benimde asla anlatamayacağım yorgunluklarımdı. Ne kadar çok yorulduğumu ben bile anlayamazken karşımdaki birine sözcükleri birleştirmek zordu. O yüzdende başka birinden de böyle bir şeyi beklemek hakkım değildi.
-en sevdiğim renk kâbuslarımdı-
Annemin iyi olmasını dilesem de iyi olması için savaşmazdım, savaşamazdım. Renklerini cehennemi yaparak katil olamazdım.
"Kızım, istediğin gibi dışarı çık." sesindeki sevinci yüzüne yansıdığındandı onca şeye rağmen küçük bir anda bile büyükçe gülümseyebilmemiz mucize gibiydi. İçimizden onca sözler, düşünceler kavga ederken. İrislerim en güzel manzarada takılıydı: her şeyimin gülümsemesi. Ona gülümsemek istiyordum ancak içimden gelmiyordu. Zorla yapmak ise tercihlerim arasında yer almıyor demek isterdim lakin annem bunu hak etmiyordu. O güzel olan her adımı, her sözcükleri, her bakışı, her hissi hak ediyordu. O gülümseyen en güzel kadın olmayı hak ediyordu.
O mutluluğu hak ediyordu yanında benim gibi bir hırsızı taşırken.
Hayatını çalmıştım, hayallerini lekelemiş, aşkını mateme itmiştim. Ben Dila, onun biricik kızı ancak bir tane depremi. Şiddeti ölçülemeyecek büyüklükte, gözle görülecek yıkımı.
Şimdi, tam karşısında gözlerinin içine bakmak bir yandan suçlu hissettirse de diğer taraftan ayakta kalmamı sağlayan sevgiydi.
Isırdığım dudağımdan dilime bulaşan kanı hissettiğimde düşüncelerimden çekilip anneme odaklandım. Ben vardım bu deprem vardı, ben vardım yine bu deprem katlanılır hale geliyordu.
Yıkarken düzeltiyordum. Tek annemi, hayatımı, nefesimi!
Anneme bahane sunacaktım çünkü başka çarem kalmamıştı. "Ama anne se-" daha cümlemi bitirmeden sözümü yarıda kestiğinde şaşırmadım. Dudağım acısını belli ediyordu. Acı çekerken aldığı samimi yüz ifadesini gördükçe içim gidiyor, cezalıyordum kendimi. Tepki vermemeye özen gösterdiğimde yanlış anlaması canımı daha da çok yakardı. "Teyzenler gelecek zaten, istediğin gibi çık olur mu?" Annem beni geçiştirmek için mi öyle söyledi bilmediğim için bunu sorgulayacaktım. İstemsizce de olsa sözüne inanarak koltuktan kalktığım da gözlerim üstündeydi.
"Seni seviyorum," bu ara sıkça kullanıyordum. Neden olduğunu tam olarak çözemesem de annemin her an gidecek olması düşüncesi itiyordu içimde tutmamaya.
"Seni, seviyorum, prensesim!" ne zaman kırıldığımı bilse ya da bir çıkmazın içinde olduğumu anlasa hiçbir şey yokmuş gibi iltifatlarda bulunurdu annem. Tabii ki her gün karşılıklı güzel sözler söylerdik ancak bazı anlardaki o sözlerin verdiği o duyguyu anlardık. Okurduk. Annemi arkada bırakıp odama geçtiğimde hızlıca telefonumu elime alıp teyzeme mesaj attım.
Dila: Teyze bize mi geleceksiniz?
Telefonu yatağımın üstüne atıp banyoya ilerledim. Kendimi banyoda suların altında bulduğumda yine düşünmelere geçmiştim. Düşünmeden edemiyordum. Takıldığım o kadar çok noktalar vardı ki nerden başlasam bilmiyordum. Aslında bilmediğim o kadar çok şey vardı ki adam akıllı düşünemiyor o sebeple de çıkış yolu bulamıyordum. Bilmek isteyip istemediğimi dahi bilmediğim karışıklığın içindeydim.
Ruhumu en kısa sürede toparlamam gerekiyordu. Zaman akıyordu, beklemeye ise hiç niyeti yoktu. Ayak uydurmam gereken bir yaşam, doğruları bulmam gereken düşüncelerim vardı. Banyodan çıktıktan sonra hızlıca saçlarımı kuruttum. Aklım teyzemden gelecek cevaptaydı. Annemin beni geçiştirmediğine her ne kadar inansam da alacağım cevaba ihtiyacım vardı. Saçlarımı kuruttuktan sonra vücuduma sardığım havludan kurtulup giydiğim bornozumla odaya geçip dolabımı açtım. Kısa bir göz süzmesinden sonra kafamda yaptığım kombinimi hazırladım. Mavi kot pantolon ve beyaz tişört, mavi kot ceketim ve el cüzdanımı unutmayalım. Komodininin üstünde olan telefonumu elime aldığımda teyzemden gelen mesajı gördüm.
Teyzem: Evet canım geleceğiz. Bir şey mi vardı?
Dila: Yok teyze dışarı çıkacaktım da annemde geleceğinizi söyleyince sormak istedim.
Teyzemin mesajı ile dışarı çıkmamak için sıkıntım kalmamıştı. Fakat bu içimde biriktirdiğim sorunları geçirmemişti. Son olaylardan sonra eskisi gibi olamıyordum. Yapamıyordum, zor geliyordu. Onca ses çıkıyordu her kafadan ama hiçbiri iyi gelmiyordu. Huzursuzluğum hep en baştaydı. Sesleri ayıramaz olmuştum. Hangisi içimdeki ses hangisi duyduğum ses şaşırmış durumdaydım.
-sen beni tanımıyor musun Diloş Hanım-
Tabii ki tanıyorum iç ses.
-öyle demedin ama-
Alınganlık yapma gayette iyi biliyorsun onu hangi anlamda söylediğimi.
-evet, biliyorum, kırdınız Diloş Hanım-
İç ses hiç yeri değil.
-ben kimim ki zaten-
Şu an bana trip atamazsın sen bensin. Bu çok saçma!
-ben saçma mıyım-
Hayır tabii ki?
-bir müddet görüşmeyelim-
Bence de çok iyi olur.
-mumla arayacaksın beni-
Kesinlikle öyle olacak.
İçeriden duyulan seslere bakılırsa teyzemler çoktan gelmişti. Bende çok beklemeden evden çıktığımda da olmamıştı. O his hala yerindeydi. Gitmeye de pek gözü yok gibiydi. Annemi teyzeme emanet ettikten sonra daha rahat hissetmem gerekiyordu ancak hissedememiştim. İçim huzursuzdu. Huzursuzluğuma anlam bulamasam da gitmem gerekiyordu, sözüm vardı.
Dışarı çıktıktan sonra sahilde yürümeye başladığım anda çekildim o ana, başka ses duymadım. Çevremde ne varsa her birinin içindeydim: Sahildeki insanların sesi, kuş sesleri, dalga sesleri, araba sesleri... Etrafımdaki her şey normal akışında ilerliyordu. Kimse kimsenin ne yaşadığından haberi yoktu. Hayat devam ediyor deyip yollarına devem ediyorlardı. Kimse kimseyi umursamıyordu, umursuyormuş gibi yapıyordu. Çevrem istediği kadar sesli olabilirdi ama ben tamamen sessizdim.
Ruhum, çocukluğum susmuştu.
Her şeye karşı sessiz kalmayı seçtim. Olan her şeye karşı susmayı seçtim. Susuyorum diye herkes unuttuğumu sanıyordu. Fakat ben sadece dışarı karşı susmayı seçmiştim. İçimdeki savaşı tek ben biliyordum. Görünmez olmak istedim. Duymamak içindi susmam. Belki daha iyi olurum diyeydi çabam. Sonuçta kimse kimsenin içindeki yaşantıyı bilmiyordu. Herkes kendi iç yaşantısını bilir, ona ya sahip çıkardı ya da yok ederdi.
Gelen telefon aramasıyla sıçradım. Ufacık bir ses o anı tetikliyordu. Kalbim hızla çarpmaya başlıyor, nefesim değişiyordu. Mavi kot ceketimin cebinde olan telefonumu çıkardım ve arayana baktım. Arayan beni çok şaşırtmasa da telefonu açtım.
Bulut Arıyor...
Bugün için sözleşmiştik.
"Efendim, Bulut." Düşüncelerden dolayı sesimin tiz çıktığını sonradan anlamıştım. Karşı tarafın ne halde olduğunu bilmesem de düşünebiliyordum. Bulut'un benim çıkan tiz sesimden endişeleneceğinin farkındaydım. Nasıl hissetmem gerekiyordu? İyi, çok iyi bilmiyordum. Aldığı nefeslere bakılırsa çoktan endişelenmeye başlamıştı. Aramızdaki o hissi çözemedim belki de çözdüm ama kabullenmedim.
-kabullensen ne işe yarayacak acaba-
Anlaşıldı bugün trip çekeceğiz.
-pardon siz kimdiniz-
Bilmem ki ben kimim?
-ha sen şey değil misin iç sesini tanımayan yabancı-
Allah Allah o kim ki?
-aptalın biri-
Aptal!
-sen-
Sen ne oluyorsun?
-zeki, güzel, mutlu, daha sayayım mı-
Sayma iç ses, sayma!
-bende öyle düşünmüştüm-
"Dila iyi misin?" endişeli gelen sesi düşüncelerimi netleştirdiğinde gülümsemek istedim. Yapamadım. Bazı düşünceler kendini çok açık belli eder. Bu da o düşüncelerimdendi. İstiyordum ama yapamıyordum. Sesimi topladım. Denizin uzunluğuna bir kez bakıp ona döndüm.
"İyi olmaya çalışıyorum Bulut. Endişelenecek hiçbir şey yok sadece düşünüyordum."
Söylediklerime karşı tatmin olmadığını aldığı nefeslerden anlamıştım. Kendini nasıl hissettiğini bilmesem de bazı duygularından emin olabilirdim. Benim için neden bu kadar endişelendiğini, neden beni bu kadar düşündüğünü, neden benim için sürekli bir şeyler yapmaya çalıştığını ona sormayı çok istiyordum. Bunu yapacaktım ama zamanı geldiğinde. O zaman, ne zaman kestiremiyordum. Belki de ben sormadan öğrenirdim cevaplarını. Telefondan gelen Bulut'un sesi ile afallamıştım. Yine derin düşüncelere daldığım içim afallamam gayet normaldi.
"Sen öyle diyorsan öyle olsun. Şimdi bana nerede olduğunu söyle oraya geleyim."
Bulut yine her şeye rağmen benim için uğraşıyordu. Ben ise ketum kesilmekten başka bir şey yapmıyordum. Her şeyin, herkesin sahte olduğu bu dünyada Bulut bana gerçek geliyordu. Onunla karşılaştığım için kendimi ne kadar çok şanslı hissettiğimi istesem de anlatamazdım. Bulut'a karşı bir cevap vermem gerekiyordu. Bu sefer hiçbir şeyi kafama takmadan direk cevap verdim.
"Üsküdar Sahili'ndeyim." Evden çıktıktan sonra ilk vapurla kendimi buraya atmıştım. Kız kulesine doğru adımlıyordum. Bulut'a nerede olduğumu söylediğimdeki sesim beni yerle bir etmişti. Ağlamamak için zor tuttuğum gözyaşlarım bu sefer tutamadığım için akmıştı. Ağlamamak için kendimi zorlamak yerine ağlamayı seçtim. İyi geliyor muydu? Hayır, daha fazla ağlatıyordu. Fakat özgür hissettirmeye devam ediyordu vazgeçmeden.
Terk etmeyen eski bendi. Vurulmadan önce. Gerçeklerden önce. Çocuk Dila'da var olan ve şimdiye kalan tek işaret.
"Hemen yanına geliyorum." Telefon kapandı. Duyduğum son ses ise gaza köklenen Bulut'un arkasından çalan kornaydı.
Rotama doğru ilerledikçe yaşamın diğer kesitlerinin içine girmeye devam ediyordum. Yanından geçerken küçük kıza takılı kalmıştı bakışlarım. Elindeki beyaz gül duraksatmıştı. Annemin sığınanda en sevdiği çiçekle geçen güçlü bir kız. Yanı başında oturan kadın annesiydi belki de. Kurdukları stantta açtıkları çiçeklere baktığımda beyaz gülün azlığı de gözüme çarpan başka bir noktaydı. Elimde tuttuğum peçeteye akan yaşlarımı silip kıvırcık saçı dalgalanan o kıza doğru ilerledim. Gülen yüzünü gördükçe küçüldüm. Mutluluğuna şahit oldukça içimdeki çocuğu gülümsetebildim.
"Merhaba güzel kız," ona kötü hissettirmemek için iç savaşıma bir son verip her şey yolundaymış gibi sesimi ayarlayıp konuştum. Duymasına rağmen bakışları hemen annesine kaydığında ondan onay beklediğini anladım. Her ne kadar çiçekler satsalar da çekiniyordu. Güvendiği annesi vardı. Sildiğim yaşlarım akmak için direttiğinde tuttum, salmadım.
"Ben mi güzelim?" sesindeki o mahcupluğa şahit oldukça daha iyiydim. Annesinden aldığı onay onu çok mutlu etmişti. Sevmişti demek ki beni.
"Evet, sen çok güzel bir kızsın." Gülümsemesi büyüdü, mutluluğu arttı. Kaybettiğim kardeşimin bir mesajıydı belki de küçük kızı gülümsetebilmem.
"Teşekkür ederim ama sen daha güzelsin." Sarıya çalan kahvelerine baktığımda bir umut yandı en derinlerde. Küçük bir iltifata bile mutlu olan çocuklara rağmen bu hayat kirliydi. Yetinmeyi bilmeyen her canlıda kanıtıydı.
"Adın ne senin peki?" iyi ki karşıma çıktın beyaz güllü kız.
"Eco!" kaşlarımı çattığımda aldığım yüz ifadesiyle ufak bir kahkaha kaçırdığı küçük kız. En fazla beş yaşında ya vardı ya yoktu. Annesinin de onun gibi büyük gülümsemelerle bize baktığını gördüğümde onlara iyi geldiğimi fark ettim. Burada aşağılanıyordular belki de.
"Bakma öyle," harfleri uzatması hoşuma gitmişti. "Aslında adım Ecrin ama sen bana Eco de çünkü seni sevdim!" Kısa bir an, onca his. Çocukları hep bu sebepten sevmiştim: Masumdular. Neşesini yıkmamak için onun gibi gülümsedim. "Bende Dila ama sende bana Diloş de," dediğimde sağ elimi eğilerek küçüğe uzattım. Hiç beklemeden bana göre minik eliyle avucumu doldurduğunda canını yakmamaya dikkat ettim.
-sana sadece ben Diloş derim-
Sen benim çocukluğumsun ve o da bir çocuk iç ses yani sensin, ben...
-kızgınım sus-
Sen konuştun ben değil.
-tamam, susuyorum sende sus-
"Tanıştığıma memnun oldum güzel Eco." Yanaklarının kızardığını gördüğümde gülümsememe daha da büyüdü. "Bende tanıştığıma memnun oldum çok güzel Diloş." Öpmemek için zor duruyordum. Onca olaya rağmen küçük bir kızdı iyi gelen. Eco elini çektikten sonra masasına bir göz atıp annesine işaret verip kulağına bir şeyler fısıldadı. Ne olduğunu tahmin etsem de heyecanına ortak olup bilmezlikten geldim. Annesinin onayıyla beyaz gülü eline alıp masanın arkasından çıkıp yanıma geldiğinden gülü bana doğru uzattı. "Eğer izin verirsen bu beyaz gülü sana hediye etmek istiyorum Diloş?"
Beyaz güle baktım. Dudağım titrediğinde ne kadar tutmaya çalışsam da bir damla süzülmüştü yaşım. Boyuna gelmek için eğildiğimde yaşımı fark edince boşta kalan sol eliyle yaşımı sildi. "Ağlama, mutlu olman için veriyorum gülü." saf dünyana sahip olmak isterdim Eco. Hep orada kalmak, dışarı çıkmamak isterdim. "Ona ağlamıyorum ki," uzattığı beyaz gülü elime alıp yaşımı sildiği sol elini öptüm. "Ben zor bir zamandan geçiyorum o da canımı yaktığından ağlıyorum ama artık ağlamayacağım. Çünkü senin verdiğin bu beyaz gül hep seni hatırlatacak ve her zaman yaşlarımı silecek."
Güldüğünde burnunun hemen hizasında oluşan gamzesi güzelliğine, masumluğunu daha çok belirginleştiriyordu.
"Eco sayesinde mi?" çocukluk heyecanı her şeye denkti. "Güzel Eco'nun büyük sihiri!" dediğimde havalara uçtu. Yanağımdan aldığı öpücükle yetinmeyip koşup annesinden de bir öpücük aldı. Eğildiğim yerden doğrulduğumda masada duran bir diğer beyaz gülü de diğer elime aldığımda annesinin yanında olan Eco'ya uzattım. "O zaman bu beyaz gülde senin olsun sende hep onu gördüğünde ağlama, savaş olur mu?" nerden bilebilirdim ki annemin sığınağında zamanı unutacağımı. Anlıkta olsa eskisi gibi gülebileceğimi...
Uzattığım gülü aldığında çekimserce konuştu. Sanki bildiği bir durumu yeni fark etmiş gibiydi. "Ama güller solar!" üzüldüğü nokta kaybolacak bu simgeydi. Boşta kalan sağ elimi kalbime götürdüğümde başımla işaret vererek aynısını yapmasını istedim Eco'dan. Hızlıca yaptı. "Evet, bu güller solacak ama kalbimizdeki o gül biz istemedikçe hiç solmayacak Eco. Unutma kalpler sonsuza kadar atar ve bir gün seninle durur işte o ana kadar o gül solmayacak anlaştık mı?" basitti onun gönlünü çelmek. Yalan değildi ama zordu o gülü soldurmamak. Bunu ise yarıştığımız zaman gösterecekti.
"Hiş solmayacak Diloş," cüzdanımdan çıkardığım parayı annesine verdikten sonra öpücük atıp arkama dönmüştüm ki küçüğün sesini duydum.
"Yine gel Diloş ben hep buradayım." Seni kaybettim kardeşim ama onca çocuğun ablası olabilirim. Senin bana gönderdiğin bir mesajsa teşekkür ederim. "Geleceğim güzel Eco."
-gelmek için çabalayacağız Eco-
Yüzümdeki gülümseme çok geçmeden kaybolduğunda hedefim gözükmüştü. Eco'yla gülmenin verdiği o duygu uzun bir süre yeterdi. Toparlamam için verilen mesajlardan sadece biriydi. En güzeliydi. Sol elimde tuttuğum beyaz gül annemin varlığıydı. Adımlarım Kız Kulesine ulaştığında vapura binme yerinden biraz daha ilerleyip boş banklardan birine oturdum. Bulut'la konuşmamızın üzerinden ne kadar geçti bilmiyordum. Ne kadar süre sonra yanıma gelir onu da kestiremediğim için karşımdaki manzarayı izlemeye başladım.
Oturduğum bankta hem ağlıyor hem de sorguluyordum her şeyi. Bu yaşadıklarım beni nasıl birine dönüştürecekti bilmiyordum ama tek bildiğimde eskisi gibi olamayacağımdı. Az önce yaşadığım anlarda böyle gösteriyordu. Bu kadar düşünce, sorgulama bizi bir yerlere vardıra bilseydi keşke. Sorularımızı, sorunlarımızı sadece düşünerek geçirebilseydik. Bazen düşünmek yapılabilecek en mantıklı ilk ve son şeydir. Düşünmeden yaptığımız her şey günün sonunda ayağımıza dolanacaktı. Bunu da bile bile yapmıyor muyduk?
Artık ne isteyeceğimi ne düşüneceğimi de şaşırmış durumdaydım. Şimdi kendimi bile tanıyamıyordum. Zaten neyi tanıyıp tanımayacağımı bile takmıyordum. Her şeyden bıkmıştım. Her şey o kadar boş geliyordu ki... Anlam veremediğim birçok duyguları bir arada yaşıyordum.
İnsan duygularının bile sahte olduğunu düşünür müydü? Ben düşünüyordum. Sahtesiyle, yalanıyla, doğruluğuyla, anlamlarıyla birçok şeyle birlikte sahte olduklarını düşünüyor ve savunuyordum. Sahte kişilikler gibi duygularımız da sahteydi. Beyin ve duygu eş anlamlı olmalıydı. Beyin nasıl doğru ve yanlışı ayırt edebiliyorsa duyguda sahte hissi anlayabilirdi. İkisi de farklı ama aynıydılar. Belki de bu yüzden sezgilerime bu kadar güveniyordum. Hayatımdaki seçimlere büyük özen gösteriyordum.
Beyin bütün organları işleve geçirebilirdi ama bunu tek başına yapamazdı. Yardımcısı duygular ile yapabilirdi. Beyin tek başına bir işe yaramazdı. Beyinin bir işe yarayabilmesi için duygulara ihtiyacı vardı. Beyin nasıl diğer organları işleve geçirebiliyorsa duygularda beyni işleve geçirebiliyordu. Yani iş duyguda başlıyordu beyinde bitiyordu.
Yine sessiz benliğimle sahilde bankta oturuyordum. Önümden binlerce kişi geçiyordu ama kimsede bana nasıl olduğumu sormuyordu. Karşımdaki denize karşı kendi iç sesimle dertleşiyordum. Zamanın beni düzelteceğine inanmıyordum. Kız Kulesine gelenler ise manzaranın tadını çıkarıyordu. Ben ise annemin sığınanda bir adamı bekliyordum.
İnancım dâhil birçok şeyimi yitirmiştim. Ne yapmak istediğimi bile hissedecek ve bilecek durumda değildim. Tonlarca hayal kurarken hayatın acımasız gerçekliğiyle karşı karşıya gelmiştim. Zaten hayallerimin gerçekliğini bile sorgularken bir şeyleri anlayıp karar veremezdim. Bana verilen zamanın ne işe yarayacağı bile ilgilendiğim bir alan değildi. Kendimi en kısa sürede toplayıp gerçek bir Dila olmam gerekiyordu. Benliğimi tekrardan bulmam gerekiyordu ama bunu nasıl yapacağımı ve nereden başlayacağımı bilmiyordum. Tek bildiğim şey ise hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağıydı. Bunu çok iyi bildiğimden ve hissettiğimdendir defalarca kez tekrarlamam.
Oturduğum banka Bulut'un oturmasıyla daldığım düşüncelerden irkilerek uyandım. Sadece düşünerek bile uyuyabilirdim. Burada ne kadar süredir oturduğumu kestiremiyordum. Yanıma oturan Bulut ile göz göze geldiğimizde ne kadar da sefil bir durumda olduğumu gördüm. Ben ben olmaktan tamamen çıkmış ve başka bir kişiliğe dönüşmüştüm. Bulut yaptığı hareketler ile gerginliğini gösteriyordu. Bir şey söylemek istediği her halinden beli oluyordu.
"Sana nasıl olduğunu sorsam büyük eşeklik etmiş olurum demi?"
Sorduğu soru beni hem güldürüyordu hem de sinirlendiriyordu. Daha kendim bile neyin ne olduğunu bilmezken kendimi nasılsın sorularıyla bulmuştum. Amaçsızca burada olduğumu düşünmeme ramak kalmıştı. Hem bütün bıkkınlığımla hem de sinirliliğimle karşı cevap verdim.
"Artık bu soruyu duymaktan bıktım. Yoruldum. İyi değilim işte bunu neden anlamak istemiyor sunuz?"
Bütün dolmalarımın sonu Bulut'ta patladı. Belki de güvende hissettiğim için patladım. Kendimi kimin yanında güvende hissedeceğimi de bilebilirsem tabii. Saniyeler birer birer dakikalara dönüşürken sessizlik ortamı sarmıştı. Bulut'ta benim gibi denize bakarak derin düşüncelere daldığından sessizliğe çekilmişiz. Sessizliği bozan tarafın kim olduğu çoktan belliydi.
"Artık ne yapmam gerektiğini bilmiyorum Bulut? Nereden başlayacağımı, nasıl sürdürmem gerektiğini bilmiyorum?" hissizim demek istesem de öyle değildi. Kendini mahkûm etmiş hislerime rağmen en ön planda olan kaybetmiştik hissi vardı. Sessizliği bozacak taraf olmam bile içimde biriktirdiklerimin temsiliydi. Bir şeyler yapmam gerektiğinin de farkında olduğumdandır sert oluşum. Bulut'a bakarak sözlerime devam ettiğimde kırıldığını anlamıştım. "İstiyorum ki istediğim, hayalini kurduğum şeyleri gerçekleştirebileyim. Fakat bunları yapacak gücü kendimde bulamıyorum."
Bulut dediklerime karşılık ellerimi tuttuğunda kalbim farklı atmaya başladı. Elalarıyla gözlerimin içine baktığında başka bir yere bakamazdım. Onun ellerimi tutması ile kalp atışlarım daha da hızlandı. Kalbim yerinden çıkacak diye ödüm kopuyordu. Kendimi ele vermemek amacıyla hemen toparlandım.
-sen öyle san Diloş Hanım-
"Hala başarabilirsin Dila. Kendine verdiğin bu zaman seni değiştirecek bunu ikimizde biliyoruz." tüm samimiyetiyle konuşması içimdeki kırılan o kızı canlandırmaya yetmiyordu. Söylediklerindeki haklılık payını atlayamazdım ancak içimdeki farklı ses kendini haklı çıkartmakta ustaydı. Araftaydım. Kendime verdiğim zamanın beni çok değiştireceğinin farkındaydım. Belki de bu yüzdendir her seferinde haklılık arayışında kendimi bulmam. "Sen kendine inandıktan sonra yapamayacağın hiçbir şey yok."
Yine bir zaman daha kişilik değiştirecekti.
Bulut'un her cümlesi beni daha da çok çıkmaza sokuyordu. Haklı olamamaktan yorulmuştum. Fakat doğruydu, ben kendime inandıktan sonra yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Okuduğum bölümde yaptığım dereceler dahi birçok şeyi sadece kendime inanarak yapmıştım. Yaşadığım olay istediği kadar kötü olabilirdi ama ben bununda üstesinden gelebilirdim. Eski Dila'yı kaybetmiş olabilirim. Duygularım darmadağın olabilirdi. Ama yanımda benimle savaşacak bir kişi yoktu. Yalnız değildim. Bu sefer benimle savaşacak sadece annem ve Asya değildi.
"Kendime inanmaya devam edersem başarabilirim. Sadece kendi gücümün farkına bir kez daha varmam gerekiyor. Ben bunu başaracağım Bulut." Bazı sözcükler olurdu inatla direttiğiniz o gerçeği en açık şekilde yüzünüze vuran. Öyleydi. Elaları ve deniz arasında gidip gelen yeşillerim uyandırıyordu. Canımı yakıyordu, topluyordu. Kapıları kapatıp kaçışımı engelliyordu. Gözlerimi açmam için yardım ediyordu.
Bulut.
İki günlük yabancı...
O günden bu güne yanımdan ayrılmayan, farklı duygular hissettiren o çocuk.
Asya'nın ablasının arkadaşı...
Gördükçe değişen ben...
Elalarına hayranca bakan yeşillerim.
N'oluyordu?
-n'oluyoruz kızım-
Bilmiyorum iç ses, bilmiyorum.
-sakin mi olsak o kalp atışı nedir-
Olamıyorum.
-olmalısın-
Deniyorum. Zorluyor ama deniyorum iç ses.
-bizim kendimizde olmaya ihtiyacımız var bu duygulara değil-
-benimle tekrarla-
"Nereden başlıyoruz o zaman?" Bulut tüm sevecen yüz ifadesi ile yanımdaydı gitmeye ise hiç niyeti yoktu. Nereden başlamam gerektiğini çokta düşünmem gerekmiyordu aslında. Çünkü başlayacağım noktayı biliyordum. Bulut'a bakarak kafamı aşağı yukarı salladığımda cevap belliydi:
"İlk yapmam gereken mezun olup avukat olmak. Tek yapmam gereken ise son dersi de vermek." Kendimden çok emin bir şekilde konuşuyordum. Bulut sayesinde gücümü tekrardan keşfetmiştim. Emin duruşuma geçtikten sonra kaldığım yerden devam ettim. Bulut'un gözlerinin içindeydim. "Avukat olduktan sonraki ilk işim de çok dişli olmak. Bana yapılan bu kötülüğü unutmadan de en ağır şekilde hesabını sormak olacak. O Ahmet Deniz polisten kaçmış olabilir ama benden asla kaçamayacak. Ona yaptıklarının hesabını birer birer soracağım yeminim olsun ki bu olacak."
Cümlemi bitirdiğimde Bulut bana hayranlıkla bakıyordu. Bulut'un bakışlarından etkilenmemek elde değildi. Daha fazla bakarsam rahatsız olacağımdan dolayı bakışmayı yarıda kestim. Yapamazdım. Savaşmak içim girdiğim bu yolda sapaklara sapamazdım. Rotama sadık kalmalı, şaşmamalıydım. Elimde tuttuğum beyaz güle baktıkça Eco'daydım. Onun tatlılığı, sözleriydi diğer taraftan kendimi görmemi sağlayan. Kız Kulesinden bakışlarımı uzaklaştırıp tekrardan Bulut'a baktığımda sırıttığını gördüm. Ben niye sırıttığını sormadan konuşmaya başladı. Bu anı bekliyormuş gibiydi.
"Birlikte yapacağız Dila. Sana güvenim tam. O zaman hazır mısın çalışmaya?"
Bulut'un konuşmasının beni etkilediğini görmemek imkânsızdı. Neden? Neden bunu yapıyordun be adam? Ben senden kaçtıkça sen neden dibime giriyordun? Bana yardım etmek istemesi ayrıydı ama benimle takım olmak ve birlikte hareket etmek istemesi çok ayrıydı. İnatla diretiyor gibiydi. Dediklerine karşılık şaşkına uğramam gerekiyordu ama ben beklenildiği gibi şaşkına uğramamıştım. Hiç şaşırmadım değil ama beklenildiği gibi de değil. Alışmıştım sanki ya da anlamıştım, hissetmiştim.
"Bunu neden yapıyorsun?" irislerindeki yansımama bakarak dizdim sözcüklerimi.
"Senin için." Gülümsüyordu.
Sadece gülümsedim içinde anlamlar barındırmadan. Gözlerinin içine baktım tekrar tekrar hiç kesmek istemiyordum zaten.
"İyi ki varsın Bulut. Çok teşekkür ederim her şey için."
"İyi ki varsın ve iyi ki varım." Gülümsedim. Hâlâ gözlerinin içindeydim. O ela gözlerinde... Beni benden alan gözlerinde... Sadece bir bakışma ve sözdü beni olduğum noktadan alıp götüren. Kendimi bambaşka bir yerde hissediyordum. Etrafımda üzülebileceğim hiçbir şey yoktu. Kendi benliğimi bir kez daha bulmuş ve hissetmiştim.
Özgürlüğün ne kadar güzel bir şey olduğunu bir kez daha tatmıştım. İstediklerimi istediğim şekilde yapmayacaksam benliğimi bulamam. Benliğimi bulamadığım sürece yaşamış olamam. Kendim, kendim olduğu sürece özgürdü. Özgürlük ise yaşanılmış ve yaşanılabilecek en güzel, en önemli histi. Anlatılması mümkün olmayan sadece yaşanılarak anlaşılabilirdi özgürlük. Kimse savaşmazken ben savaşmak istiyordum.
Ne kadar süre bakıştığımızı bilmiyordum. Bakıştığımız süre boyunca benliğimi hissettiğim en güzel zamandı. Asla kopmak istemeyeceğim bir zamandı. Gözlerine baktım yine ve yine. Gözlerine baktıkça güçleniyordum, gözlerine baktıkça güvende hissediyordum. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama çok rahatlamıştım.
"Neden böylesin?"
Kendimi ana bırakmak istedim. Onunla olabilecek her saniyeyi dolu dolu yaşamak istedim. Kendimi güvende hissetmek istedim. Belki de asıl Dila'yı keşfetmek istedim. Özgürlüğümü istedim. Kendim olmak istedim.
-aşk istedim desene sen şuna-
İç ses her yerdesin.
-hihihi-
"Nasıl?"
Şaşırmıştı. Yüzündeki şaşırma ifadesi o kadar tatlıydı ki kendimi kaybetmek istiyordum. O anda kalmak istiyordum. Asla bitmesin istiyordum.
"Çok farklısın."
Farklı... Bu kelime onu ifade edebileceğim kadar yeterli miydi?
"Beni yanlış anlama ama gerçekten hiçbir şey anlamadım."
Güldü... Sırıttı... Beni bir kez daha yerimden aldı ve bambaşka yerlere götürdü. Safa yatıyor olabilir miydi?
"Görebileceğim, hayal edebileceğim her şeyden, herkesten..."
"Çok farklısın..." sözümü yarıda kesip devam ettirmesiyle şaşkınlığı yaşayan ben oldum. "senin olduğun gibi."
Baktım... Sadece baktım. Senin gibi... O söylediğinde kaldım. Yüzümdeki ifade beni nasıl gösteriyordu bilmiyordum. Kalbim yerinde değildi. Nefes alışverişlerimin hızlanması terletiyordu.
"Seni anlamak istiyorum Bulut?" derin bir nefes aldım. Bulut'un bana bakışlarıyla aldığım nefesi soludum. Bir müddet daha böyle devam ettiğimde beyaz gülün sapıyla ilgilendim. Elime batan diken mesaj gibiydi. Zaten o da odaklanmıştı ne diyeceğime karşı. "Sürekli yanımdasın. Benim için uğraşıyorsun. Neden böyle davranıyorsun?" Şaşkındı aynı benim olduğum gibi. Yeri olmadığını bildiğim halde konuşmaya devam ettim. "Seni çözemiyorum? Sadece bir iki defa karşılaşmamız dışında hiçbir şey yoktu aramızda. Fakat yıllardır beni tanıyor gibisin. Ben ise seni tanımıyorum, çözemiyorum."
Konuşmam bittiğinde karşımdaki Bulut'ta tanıdığım, gördüğüm kişi değildi. Önce yüz ifadesi değişti sonra hal ve hareketleri değişti. Tedirgindi... Korkuyor gibiydi. İşte tam o anda kendimi canlı gördüm. İsimler, cinsiyetler, yaşlar ve birçok şey değişikti ama ruhlarımız aynıydı. Aynada kendine bakmak gibiydi. Ne kadar süre daha sessiz oturduk bilmiyorum. Bulut'u sıkıştırmak gibi niyetimde olmadığı için sessizdik. Sessizliğimiz ve biz.
"İnsanlar acılarını unutmaz Dila. Acılarını bir yerlere gömemezler, silemezler, olmamış gibi davranamazlar. İnsanlar acılarını geçiştirirler, sadece acılarını değil kırgınlıklarını da geçiştirirler Dila, aynı benim yaptığım gibi." Bulut kendinden geçmiş gibiydi. Yorgun, hissiz, kırgın.... Bütün yorgunluklarına ve kırgınlıklarına rağmen devam etti. "Kendimi daha ben çözemezken yaşadıklarım beni oradan oraya sürükledi. Ellerindeki kuklaydım." Gözünden bir damla yaş aktığında canım yandı. Zorlanıyordu ama her şeye rağmen devamda etmekte istiyordu. Bir savaş içindeydi benim gibi.
"Bulut. Bulut. Bulut." Daha fazla buna izin veremezdim. Bulut, gözlerimin önünde mahvolmuştu. Bambaşka birine dönüşmüştü. Tek bir noktaya odaklanmış anlatmak, bağırmak, haykırmak istiyordu. Bunu her halinden anlayabiliyordum. Bulut'un kendisini daha mahvetmemesi için durdurdum onu.
Dalgın olduğu için beni ilk başta duymadı. Birkaç defa ismini tekrarladıktan sonra kendine geldiğinde acısının sandığımdan daha büyük olduğunu anlayabiliyordum. Gözlerinden akan gözyaşlarını görmüştüm. Bulut ağlamak istiyordu ama benim yanımda yapmak için kendini hazır hissetmiyordu bunu anlamamak mümkün değildi. Gözlerimden akan yaşı durdurmam gerekiyordu. Gözyaşlarımı sildim ve derin bir nefes aldım.
"Ne zaman anlatmak istersen dinlemeye hazırım. Fakat şimdi değil. Bugün o gün değil, Bulut. Kendini zorunda hissetmediğin, tamamen kendin anlatmak istediğin de dinlemeye hazırım."
Bunu yapmam gerekiyordu. Kendime yaptığım kötülüğü Bulut'a yapamazdım. Kendini kaybetmesini istemezdim. O nasıl benim yanımdaysa ben de onun yanında olduğumu hissettirecektim. Elini tuttum, gözlerinin içine baktım. Gözyaşlarını sildim. En içten olan bakışımla ona baktım. Anladığımı anlasın istedim.
"İyi ki varsın Dila."
"Sende iyi ki varsın Bulut."
"İyi ki varım ve sende iyi ki varsın Dila."
💦
İki haftanın nasıl geçtiğini anlayabilmiş değildim. O kadar hızlı geçmişti ki neler yaptığım karışmıştı. Bulut'la sohbetimizin ardından çok düşünmüştüm her şeyi. O kadar fazla düşünmüştüm ki bazı geceler uyuyamamıştım. Neler olacağını, ne yapmam gerektiğini, niyelerden, nedenlerden ve daha birçok şeyi düşünmüştüm. Kendime gelmemde büyük etkisi vardı. O günden sonra daha iyiye gitmek için çabalamış, geleceğim için yeni başlangıçlar açmıştım. Bu bir hafta boyunca da psikoloğa gitmiştim. En azından toparlanmama yardımcı olacağı içindi. Annemde gitmişti tabii ki.
Bugünkü son psikolog seansı için hastaneye doğru yürüyordum. Dinlediğim hoş müzik eşlik ediyordu İstanbul kalabalığına karşı. Etrafımda koşuşturan bir ton insana karşı içimdeki bir ton duygular aynı mıydı?
Sessizlik neden bizi yıpratıyordu?
Sessiz kalmayı ne kadar çok seçersek o kadar çok yaralanıyoruz. Sessizlik bizi daha çok yıpratıyor bunu ne kadar çok bilirsek bilelim yine sessizliği seçiyoruz. İçimizde yaşadıklarımızı dışa vurmaktansa içimize gömmeye son vermemiz gerekiyor. İnsanlığın doğasına baktığımızda onları en çok ne yıpratıyorsa onu seçiyordu önünü arkasını düşünmeden. Bulut'un da dediği gibi: "Acılarımızı gömemeyiz, unutamayız, silemeyiz. Acılarımızı sadece geçiştiririz."
Bulut ve benim yaptığım gibi.
-bakıyorum da hemen çocuğun sözünü alıntılamışız-
Yine mi sen iç ses?
-sen var ya sen-
Ee iç ses ben var ya ne?
-kaçma kabullen gerçeği-
Kaçmıyorum iç ses.
-kesin öyledir prensesciğim-
Öyle iç ses!
-bizde inandık-
Aşk yok iç ses.
-benim ağızımdan öyle biz söz çıkmadı-
Beni delirtmek mi istiyorsun?
-sen zaten delisin-
İç ses, defol!
Hastane kapısından içeri girmem ile gergin ortamı sonuna kadar hissettim. Etrafa baktığımda ise yorgunluğu gördüm. Herkesin gözünden yorgunluk akıyordu. Kiminin ki korkunun yorgunluğuydu, kiminin ki acının yorgunluğu, kiminin ki sessizliğin yorgunluğu...
Ne çok yorgunluk vardı hayatımızda, sonu olmayan doğrusal çizgiler gibi. Bir şey iyi olsa peşine yorgunluk, kötü olsa yorgunluk her şey başlı başına yorgunluktu. Bitmeyeceğini bile bile yaşıyoruz yorgunluğa ya da alışıyoruz birçok şeye alıştığımız gibi. Asansöre doğru yürüyordum tüm yorgunluğumla. Kısa bir süre sonra hastanenin son katı olan yedinci kata çıktığımda danışmadan sağ tarafa dönerek hasta bekleme yerinde sıramı beklemeye başladım. Çok değil en fazla on- on beş dakika beklerdim. Sırası gelen seansı için gidiyordu. Seanstan çıkanlarda arkasına bakmadan giderken bazıları da randevu yenileyip öyle gidiyordu. Tahmin ettiğim gibi bir on dakika bekledikten sonra sıra bana geldiğinde oturduğum yerden kalktım. Hastalıklarla ilgili asılmış tabloları es geçerek son seansım için, Meva Akil yazan doktorun odasına girdim.
"Hoş geldin Dila." Güneş doktorun yönlendirdiği psikolog doktoru Meva Akil tüm güler yüzüyle beni selamlamasına iki haftadır alışmıştım. Yapmış olduğumuz altı seans buyunca da aynı güler yüzüyle karşılamışken alışmamak ne mümkündü. Eliyle işaret ettiği koltuğa oturduğumda yüzüme alabileceğim en samimi gülümsemeyi alarak karşılık verdim.
"Hoş bulduk."
Bana alışmıştı artık. Tüm hissizliğime, sessizliğime, tepkisizliğime ve daha birçok şeye alışmıştı. Gri renklerle donatılmış odada istemsizce iyi hissediyordum. Neden olduğunu bilmeden mutlu hissedile bilinir miydi? Ben ediyordum.
"Nasıl geçti günlerin?" önünde açık sayfam, elinde tuttuğu kalemi ve karşısında hissiz olan ben. Başlamak için erken değil miydi? Doğru seanslar kısıtlı süre içerisinde gerçekleşiyordu.
"Başlayalım diyorsun. Peki, tamam başlayalım." Kısıtlı yapılan şeyleri hiçbir zaman sevmesem de bu andan kaçışım yoktu. Zaten kendi isteğimle gelmiştim altı seanstır. Meva Akil, konuşmam üzerine hazıra geçti. Önündeki defterini biraz daha kendine yaklaştırıp kalemini sol eline alıp masasındaki suyunu içtikten sonra hazır hale geldi. Önümdeki beyaz kulplu bardaktan suyumu içerek bende hazır hale geldim. Derin nefes aldım ve Meva Akil'in gözlerinin içine baktım. Bir anlam ifade etmiyordu. Sıradan biriydi.
"Her şey aynıydı. Ne bir eksik ne bir fazla..." Evet, çok sıradan, basit bir cevap vermiştim. Fazlasını yapamıyordum, olmuyordu. Konuştukça açılıyordum, onda da tam değildim zaten.
"Neden değiştirmeyi denemiyorsun?" Meva Akil, gözüktüğünden daha karışık yapısı vardı. Yaşına göre olgundu.
"Değiştirmek... Bir şeyleri değiştirmeme gerek yok. Çünkü ben aynıyım ama diğerleri, diğer şeyler hepsi değişmiş. Kimse aynı değil. Hiçbir şey bıraktığım veya hayal ettiğim gibi değil."
Etrafım tamamen değişmişti. Annem, arkadaşlarım eskisi gibi değildi. Herkes farklı, değişik davranıyordu. Hiçbiri eskisi gibi değildi. Hepsi bana farklı bakıyordu. Bakışlarının anlamları beni değiştiriyordu onlara karşı. Sevdiklerime karşı eski hissettiklerimi hissedemiyordum. Belki de onlarda benim gibi bir şeyler hissetmiyordu bana karşı.
"Neden olumsuz düşünüyorsun?" hiç sevmiyordum bu sorgulu halleri. Duygularımın sorgulanması hoşuma gitmiyordu. Benim duygularım bende kalmalıydı bir başkasına açılmamalıydı.
"Ben olumsuz düşünmüyorum, olan her şey zaten olumsuz. Ve duygularımın sorgulanmasından hoşlanmam. Bunu sürekli söylemekten de hoşlanmam." Serttim çünkü olmak zorundaydım. Kendimi ayakta tutabilmek için sert olmak zorundaydım.
-hayır, sert olmak zorunda değilsin Diloş sadece kendin ol-
Zor olanda buya!
"Tamam. O zaman bu konuyu kapatıyorum." İstediğimde buydu zaten. " Peki, geleceğinden konuşalım Dila. Ne yapmak istiyorsun? Gelecek planların nedir?" zamanı doldurmadan beni bırakmayacaktı bunu anladım. Kendimi rahat hissettiğim bu oda da bugün rahat hissetmiyordum. Sebebini bilmiyordum ama rahat hissetmiyordum.
"Kendim olmak istiyorum. Sadece kendim olmak!" Dudaklarım istemsizce titremeye başladı. Gözlerim dolmaya.
"Kendin olduğunu düşündürmeyen nedir, Dila?" önündeki sayfaya bir şeyler yazıyordu. Kısaydı kalemi sayfalarda gezdirmesi ama buna rağmen nasıl anlıyordu bilmiyorum.
"Bilmiyorum. Ben hiçbir şey bilmiyorum." Sert çıkmış olabilirim. Bu ara sürekli bilediğim şeylerle karşılaşmam... Hayatımı sadece bir sır ile mahvolması... Hiçbir şey bilmediğimdendi.
"Kendine çok fazla yüklenmiyor musun?" bekliyordum bu soruyu. Bu soruyu her seansımızda duymaktan sıkılmıştım. Aynı cevapları vermekten de öyle. Aynı konuları konuşuyorduk bazen ama aynı cevaplar olmuyordu daha doğrusu sorular benzer olup değişiyordu.
"Korkuyorum. Bir bilinmezlik yüzünden her şeyimi kaybetmekten korkuyorum. Kendime yüklenmiyorum, korkuyorum." Hayatım yerle bir olmuşken kendime yüklenemezdim de zaten. Babama alışma süreci içerisindeydim. Annemle yaralarımızı sarıyorduk. Arkadaşlarımla sınavlara hazırlık yapıyordum. Bir şekilde hayata devam etmeye çabalıyordum.
"Seni anlıyorum Dila. Senden istediğim bağırman, haykırman. İçine attığın sürece sen yorulacaksın, kırılacaksın ve sen korkacaksın. Bağır, çağır, korktuğun ne varsa at onu içinden. İşte o zaman kendini bulacaksın." Konuştukça sesindeki o heyecanı hissetmiştim. Anlamıştım bunun ona ne kadar iyi geldiğini. Kendimi bulduğunu sanırken bulamamış mıydık şimdi?
"Gerçekten bulur muyum?" inanmak için o söze ihtiyacım vardı. Biliyordum ama o cevabı ondan duymalıydım.
"Eminim ki bulursun." Gözlerinde gördüğüm o his her şeyi anlamamı sağlamıştı. Bizimle birlikte kendini sürekli keşfediyor, deneyimleniyordu. Eminim ki onunda bizim gibi bir yarası var ve o yarayı bu şekilde geçiriyor.
Gülümsedim. İşte şimdi rahat hissediyordum. Kendimi bulmam gerekiyordu. Odaya girdiğim zaman ki ruh halimle şimdi ki ruh halim aynı değildi. Demiştim ya zamanla açılıyorum diye.
"Çok üzülerek söylüyorum Dila, seanslarımızın sonuna geldik. Ben seninle sohbet etmekten çok memnun kaldım. İstediğin her zaman yanıma gelebilirsin. Ben her zaman bir abin olarak buradayım."
"Bende seninle sohbet etmekten çok memnun kaldım her ne kadar zorlasam da. Her zaman ziyaret etmeye de gelmeye çalışırım ama söz vermeyeyim belki bulduğum ben sandığımız gibi çıkmaz. Tanıştığımıza çok memnun oldum. Görüşene kadar hoşça kal!"
"Bende tanıştığıma çok memnun oldum. Başka bir zamanda görüşene kadar hoşça kal!" uzunca sohbetler etmiştik geçirdiğimiz aktı seans boyunca. Çoğu konuşmamızı önceden yaptığımızdan bugün ki veda seansımızın süresi kısaydı. Tamamen iyileşmemiştim, iyileşemezdim de. Sadece hayatımı bir düzene sokmuş, ansızın gelişecek olaylarda bir atak geçirmemek içindi geçirdiğimiz süreç.
-hoşça kal Meva Akil-
Meva Akil'in, tüm pozitifliği beni çok rahatlatmıştı her seansta. Bir abim olmuştu artık. Bir doktor değil de abi gibi yanaşmıştı bana her daim. Onunla sohbet etmekten, onunla bir şeyler paylaşmaktan dolayı çok sevinçliydim ne kadar bazı sorulardan hoşlanmasam da. Başını ağrıttığımın farkındaydım. Fakat o bunu hiç itiraz etmedi, etmezdi de. Beni kendine yakın mı hissetti bilmiyorum ama onunla tanışmaktan onur duyuyordum. Aynı şekilde Güneş'le de.
Hastaneden çıktıktan sonra hızlı bir şekilde eve gidecektim. Yarın akşam Bulut ile birlikte akşam yemeğine çıkacağımız için hazırlık yapmam gerekiyordu. En son ki yüz yüze konuşmamızın üstünden iki hafta geçmişti. O günü unutmamıştık ama rafa kaldırmıştık. Benden uzaklaşmıştı iki hafta boyunca çünkü beni aradıkları zamanki biriken davalarıyla ilgileniyordu. Sık sık konuşuyor olsak da ilk akşam yemeğimiz olacaktı yarın akşamki yemeğimiz. Onun yanındayken zaman kavramını unutuyordum. Sadece zamanla da kalsaydı tabii...
Evet, hâlâ kabul etmemekte direniyordum.
-anca diren zaten-
Sende değişiksin be iç ses, bir kızıyorsun bir savunuyorsun anlam veremiyorum sana.
-sen önce kendine anlam ver sonra bana bak-
Yine kızgınız bakıyorum!
-sus, ben sana kızgınım kötüsün çünkü-
Niyeymiş o?
-salaksın çünkü-
Hey, n'oluyoruz?
-bir şey olduğumuz yok zaten-
En iyisi susmak bence yoksa kafayı yiyeceğim.
-anca kaç-
Hastaneden çıkmış durakta eve gitmek için otobüs bekliyordum. Telefonumu çantamdan çıkarıp Bulut'u aradım.
Bulut Aranıyor...
Heyecanlıydım. Her zaman ilk çalışta açılan telefon bu sefer açılmamıştı. Tam kapanmak üzereyken telefon açıldı. Daha ben konuşmadan Bulut araya girdi.
"Dila ben seni arayacağım şu an davanın ortasındayım. Bekle beni geri arayacağım."
"Tamam."
Telefonu hiç açmaya da bilirdi ama her şeye rağmen açmıştı. Hem de davanın ortasında. Buna sevinmiş olmam ise şaşırılacak bir şey miydi orayı bilmiyordum.
-kesin bilmiyorsun canım-
💦
"Dila galiba buldum, bunu giysene." yatağıma attığım elbiseleri karıştırırken Asya'mın sesiyle arkama döndüğümde kendi getirdiği elbiselerin arasından pullu, griye kaçan tonlardaki mini elbiseye baktığımda şaşkınlığım sinire dönüyordu.
"Oha! Kızım düğüne gitmiyorum, akşam yemeğine gidiyorum." iki saattir elbise arayışı içindeydik.
Okuldan gelirken Asya'yı da yanıma almıştım çünkü bana yardım etmesini istemiştim. Aramızdaki süslü o olduğu için işime yarardı. Fakat geldiğinden beri beni akşam yemeği için değil de düğün için hazırlamaya çalışıyormuş gibiydi.
-senin tercihin çek şimdi-
Kötüsün iç ses.
-sevdiğim şey-
"Tamam, işte bende onu diyorum; biraz gösterişli ol." Sesindeki imayı anlamamak ne mümkündü. Uzun zaman sonra aramızda bu tarz bir şeye katılan ben olduğum için verdikleri tepkileri anmamak delirtici seviyedeydi. Evet, güzel olmak istiyordum ama disko topu olmak değil.
"Asya! Beni sinir etmeye mi çalışıyorsun?" çıldırmak üzereydim. Gösterdiği kıyafetler güzeldi güzel olmasına ama gösterişliydi. Sade bir akşam yemeği için çok iddialılardı. Sakin kalmak için derin nefes alıp vermeye başladığımda kahkahası sinir kat seviyemi artırıyordu. Bilerek yaptığının farkındaydım.
"Ne sinirleniyorsun kızım? Bulmuşsun gül gibi çocuğu zaten, az gösterişli ol." Kahkahasının arasına karışan sözleriyle gülmemek için zor tutuyordum kendimi. Hemen yenilemezdim, olmazdı. Diren Dila, diren.
-bir zahmet yenilme görmemiş gibi-
İç ses sen kimin tarafındasın?
-her zaman haklının tarafındayım Diloş yani Asya'nın-
Emin ol hiç şaşırtmadın!
-senin gibi-
"ASYA!" sonunda beni sinir etmeyi başarmıştı. Ben, kendim bile böyle bir şey konuşmuyorken onun hemen söyleyebilmesiydi asıl sinirlenmeme neden olan. İtiraf edebilmiş değildim. Kabullenmek için diretmeye devam ediyordum. Yine araftaydım. Son olaylardan sonra her an stresliydim birde üstüne sinir çok güzel olmuştu.
Hayır, iyileşmeye çalıştıkça daha da batıyordum o bataklığa. Merdivenleri çıktıkça bir basamak kırılıyordu tekrardan en başa dönüyordum. Bir ilerlediysem iki geriliyordum. Yaşam devam ederken bir yerelde takılıp kalmıştım. Elimi tutacak çok kişi vardı ancak ben o, o elleri tutamıyordum. Aradığım bir el miydi? Sanmıyorum ancak en güzel sembolü olabilirdi.
Belki de beklediğim babamdı. Çocuk Dila hâlâ o camın önünde bir gün geleceğine inandığı babasını bekliyordu. Büyük umutlar içinde hayaller kurarak.
Babam gelmişti ama hayallerini kurduğum gibi değildi. Aramızda oluşan o boşluğu kapatmak için bu evde bizimle kalıyordu. Yalnız bırakmıyordu annemi ve beni. Üstümüze titriyordu. Ailesiyle tanışmıştım, çok sevilmesekte güler yüzlü olamaya çabalamıştılar. Haklıydılar, kim olsa yirmi bir yıl sonra torunu olduğunu öğrense böyle davranırdı.
Erdem Abim bizim için çabalıyordu. Birlikte zamanlar geçirilmiştik geçtiğimiz iki hafta boyunca. Akşam yemeklerine çıkmıştık ailecek. Ailelerimizle buluşmuş konuşmuştuk. Her ne kadar bize bakılan gözler kötü hissettirse de biz sımsıkı sarılmıştık birbirimize.
Onu babam olarak görmek için çabalıyordum. Çocuk Dila ile didiniyordum hatta.
Bekleme küçük kız çünkü baban o değil. Kabul et, babanı. Kabul et gerçekleri.
"Tamam, bir şey demiyorum. Peki, bu nasıl?" Asya'ya söylendikten sonra tekrardan elbise arayışına geçtiğimizde andan kopmuş geçmişi geleceği düşünmeye başlamıştım. Onun gelen sesiyle tekrardan şimdiki ana çekildiğimde yılmış şekilde ona döndüm.
"Bak Asya yine gösterişli bir şey göstereceksen gösterm-" Asya'nın gösterdiği elbiseyle bakıldığımda sustum. O ise bunalmış bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu. Elbise aradığım elbiseydi. Asya sonunda bir işe yaramıştı her ne kadar yüzündeki ifadesi beğenmediğini belli etse de. Diz kapaklarıma kadar gelen açık mavi bir elbiseydi. Askılı ve beyaz çiçeklerle süslenmişti.
Çiçekler, masumiyetti.
"Asya bu o, bunu giymeliyim." Heyecandan sesimin zor çıktığını anlasam da o çoktan duymuştu zorla. Beğenmeme gösterisi yapacağını bilsem de aslında çoktan beğendiğini biliyordum. Bugün ayrı üstüme oynuyordu.
"İnanmıyorum sana gerçekten bunu mu giyeceksin?"şaşırtmamıştı.
Asya'ya gülmemek için kendimi tutuyordum. Zevklerimiz farklıydı bunu ikimizde biliyorduk. O ne kadar çok gösterişli elbiselerden giymem için ısrar etse de kendi seçtiğim elbiseyi giyeceğimi bile bile diretecekti. Sanıyorum ki kızlarla grupta bunu konuşuyordular. Benimle uğraşma grubu. Asya planlarına sadık kalıp ilk başlarda mırın kırın etse de sonradan bana yardım etmişti. Biz böyleydik, birbirimizle her daim uğraşırdık. Hafif bir makyaj yaptığımda hem fikir olduğumuz için en büyük şaşkınlığımız bunda olmuştu.
-hafif makyaj dediğinde biraz allık, çok belli olmayan pembe rujun ha unutmadan gözüne sürdüğün rimel vardı-
Ee iç ses başka bir şey var mıydı?
-sende mi, yok-
Gül sen gül ne de olsa son gülen iyi güler.
Asya yaşadığı çocukluğundan ve bugünümden dolayı güzellik takıntısı vardı. Her daim şık ve güzel olmalıydı. Kendi olduğu zamanlarda çok güzel olduğunu bilse de bu huyundan vazgeçemiyordu. Takıntı gibi olmuştu.
Hazırlanmam bittiğinde odadan çıkıp dış kapıya geçmiştik. Annem ve Erdem Abim iltifatlarda bulunduklarından istemsizce utanmıştım. Alışkın olduğum bir ortam olsa da her seferinde utanıyor kaçamak cevaplar veriyordum. Yaşadıklarımızdan dolayı yaşama adapte olabilmem için fedakârlıklar yapıyordular bana karşı. Onlar kadar olmasa da bende fedakârlıklar yapıyordum. Asya'yla kapının önünde yalnız kaldığımızda ayakkabı kavgasına tutuşmuştuk. Bugün yaptıkları planı burunlarından fitil fitil getirecektim. Asya topuklu ayakkabıyı giymem için çok ısrar etse de ben spor giyinmeyi tercih etmiştim. Beyaz ayakkabılarımı aynı renk çantama ile elbisemdeki çiçeklere uydurmuştum.
"Yarınki sınavda bana kopya verir misin?" bugün ki bazı kıvranmalarının sebebi şimdi belli olmuştu. Yüzümde oluşturduğum gülümsemeye karşı dudaklarını bükmüş, gözlerini kısmış çocuk gibi bakan Asya'm vardı karşımda.
"Asya çalışmaya ne dersin?" şimdi ters cevaplar verip sinir etme sırası bendeydi. Keyfim gittikçe çoğalıyordu. Mutfaktan gelen annemle babamın sesi ise rahatça nefes almamı sağlıyordu. Aklın annemde kalmayacaktı.
-alış artık Diloş babana, adam sizin için bu evde kalıyor-
Deniyorum iç ses, deniyorum.
-göze aldıklarını daha fazla gör ve öyle dene-
Verecek bir cevap bulamadığımdan Asya'ya geri döndüm.
"Kızım ben yapamıyorum biliyorsun." diyerek mızmızlanmaya devam ettiğinde sonucu her ikimizde biliyorduk ama didişmek ayrı keyifliydi. Canım Asya'm!
"Aynı zamanda yaptığını da biliyorum." inat değil miydi seninle çatışmak. Çocuk ifadesinin işe yaramamış hali ile asıl kendine döndüğünde kahkahalarıma karşı kahkaha atmamak için direndiğini biliyordum. Sesiz kahkahalarım.
"Çok gıcıksın, Dila." sesini alçalttığında yenilmek üzere olduğunu anladım. "Teşekkür ederim, Asyacığım." sinirlenmesine bir adım daha attığımda sevmediği o sözü söylemiştim. Biliyordum ki asla cığımları sevmezdi.
-kötü arkadaşsın-
Kötü iç sessin.
"Ya... Dila yapma şunu." kapının kulpunu aşağıya indirip dış kapıyı açtığımda gülümsememi kesip arkama tekrardan ona döndüm. Kız kardeşim, arkadaşım, her şeyim.
"Tamam, tamam ben çıkıyorum yarın görüşürüz." benden sonra çok kalmayacağını bildiğimden veda ediyordum. Benden sonra getirdiği eşyaları toplayıp gidecekti.
"Görüşürüz bebeğim, iyi şanslar."
Asya'yı öptükten sonra evden ayrıldım. Gelen asansöre bindikten sonra girişin düğmesine basıp aynadan kendimi izlemeye başladım. Yarın son sınavım vardı. Sınavı geçtikten sonra mezun olacaktım. Hedeflerimi bir bir gerçekleştiriyordum. Adım adım ilerliyordum yeni hayatıma, intikamıma. Çıkmadan önce Asya'nın tikiylede oynadığımdan tamamen kendimdeydim. İyileşmeye başlamıştım, en azından öyle hissediyordum. Meva Akil'in son söylediklerini Bulut'la birlikte yapmak istiyordum. Tabii yapabilecek bir yere gidersek.
Apartmandan çıkınca karşımda tüm yakışıklılığıyla Bulut duruyordu. Gözlerinin içine baktığımda alev aldım sanki. Kalbim çok hızlı çarpmaya başlamıştı. Anlam veremiyordum ama nefes almakta zorlanıyordum. İkimizde birbirimize bakıyorduk. Donup kalmıştık ikimizde.
"Çok güzel olmuşsun," dediğinde yanmam daha da artmıştı. Şu an ayakta zor duruyordum. Çok farklı bir anın içindeydim. İsim vermek için ise çok erkendi.
Gözlerine baktıkça o ana çekiliyor, aynı sesini aynı sözcüklerde duyuyordum: Senin için.
"Sende çok yakışıklı olmuşsun." Şu an nasıl baktığımı bilmiyorum ama bayılmak üzereydim. Beyaz tişört bir insana bu kadar mı yakışır. Peki ya pantolon ona ne demeli? Karşımda yakılıyordu.
-kendine gel Diloş-
Gelemiyorum iç ses.
-hey uyan, görende ilk defa erkek görüyorsun sanacak-
Bana ne oluyor iç ses, bu ateşin sebebi ne?
-gayette sorunun cevabını biliyorsun-
Kabul etmek istemiyorum.
Arabanın kapısını binmem için açtığın da kalbimi ele geçirip normal atışına dönmesi için baskı uygulayacak gibiydim. Havanın kararmasına yüz tutmuş gökyüzüne kısa bir bakış atıp içime çektiğim temiz havayla ilerledim. Arabanın kapısını benim için açtı. Tam olarak ne hissetmem gerekiyordu? Flörtüz gülümsememi kuşanarak arabaya binmemin ardından sanki bir yere kaçacakmışım gibi hızlıca sürücü koltuğuna geçiş yaptığından dudaklarımı ısırıyordum. Olası bir rezilliği önlemek için. Radyodan ayarladığı sakin, dinlendirici müzik ile yola koyulduğumuzda heyecanıma yenilmemek için direniyordum. İstanbul'un trafiğine karıştığımızda gideceğimiz yerden habersiz, anda kalmak için gözlerim üzerindeydi. Yola odaklanan bir yakışıklı ile aynı arabanın içinde olmak yanmamı daha da harlıyordu. O kadar rahat hissettiğim bir manzaraydı. Uzunca izlemek istemek suçsa kabul suçluyum. Kendime gelmem ne kadar sürdü bilmiyorum. Dakikalarca arabada sessizken duyulan sesler radyodan gelen dinlendirici müzik ile nefes alışverişlerimizdi. Kendime geldiğimde içimden bir oh çektiğimde ilk andan daha iyiydim. Heyecanım yerinde dursada dinmişti.
-oh-
Kendimizdeyiz iç ses, sakin!
-bunu gerçekten bana mı söylüyorsun-
Evet, sana söylüyorum. Neydi o halin? Çocuğun içine düşünecektin.
-sanki sen düşmüyordun-
Düşmüyordum.
-o yüzden mi hâlâ aptal aptal çocuğa bakıyorsun-
Bir kere kokusu ilgimi çekti o yüzden öyleyim.
-bende yedim-
Ye, yemek zorundasın.
-hangi kokuyu yemem lazım acaba, âşık olan senin kokunu mu-
Kötüsün iç ses, çok kötüsün!
-sadece senin kötün unutma ve hemen ana dön-
Dönüyorum iç ses fakat seninle ödeşeceğiz.
Burnuma gelen kokusu denizdi. Sanki sahilde, sıcak içeceğimle sevdiğim kişilerle sohbet ediyordum. Onun huzura kaçan deniz kokusuydu. Sahilde yanımda oturup konuştuğu o dakikalarda anlamıştım denizi sevdiğini, kokusunu üstünde taşımak isteyecek kadar hatırlamak istediğini.
Elalarının kaçamak bakışlarını yakaladığım bir anın daha içindeydim. Sırıtıyordu. Araç kullandığından kısıtlı zamanlarda bakıyordu gözlerimin içine. O bakıyordu ben daha çok içine düşüyordum. Bulut, kısa zamanlı bakışlar atarken ben ne kadar süredir daha yüzüne bakıyordum bilmiyorum. Evden ayrılalı baya olmuştu ki şu an gittiğimiz yollar ana yolda değildi. Ara sıra geçtiğimiz yerlere baktığımda fark etmiştim.
"Ne kadar süre daha bakacaksın?" gözlerini yeşillerime denk getirip konuştuğunda utandım. Uzun zamandır bakıyor olsam da sustum çünkü lâl olmuştum. Kelimeleri bir araya getirmekte zorlanıyordum. Ana yoldan çıkıp orman yolu gibi bir yerde ilerlemeye başladığımızda korkmamıştım ama hala ne diyeceğimi bilemiyordum. Umarım sesiz kalmamı yanlış yorumlamaz.
"Manzara güzel olunca uzunca bakası geliyor insanın," o kadar düşünceden sonra kendimi zorlayarak titrek sesimle konuştuğunda şaşkındım. Nasıl oldu anlayamadım ama o cümleyi ben kurmuştum. Kabullenmekten kaçtığım duyguyu kabul eder gibi romantikliğe bürünmüştüm. Dünya durmuştu sanki. Kuşlar uçmayı ve ses çıkarmayı unutmuş gibiydi. Tek ses duyduğu sözden sonra gülümsemesi büyüyen Bulut'un nefes sesiydi. Tutmuştum nefesimi, duyacağım cevaba hazırlıyordum aslında kendimi.
"O zaman aynaya bakman yeterli olacaktır kalp hırsızı," yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Böyle bir cevaba hazır değildim, olamazdım da. İsmimin anlamını böyle bir cümlenin içinde duymak içimde körelmiş daha doğrusu varlığını yeni öğrendiğim duyguları açığa çıkarıyordu. Kucağımda birleştirdiğim ellerimin arasında tuttuğum çantamın zinciriyle uğraşmaya başladığımda gözlerimi ondan kaçırmıştım.
"Sana bakmak yetiyor!" kimsin sen? Ben olamazsın çünkü. Dila böyle cümleler kurar mıydı? Sanmam, o daha çok bekleyiş içinde olan bir kızdı. Hem hayatına ansızın giren birine bu derece hızlı tutulmazdı.
Tutulmazdım demi iç ses?
-cevabı benden duymayı istediğine emin misin Diloş-
Eminim, eminim iç ses.
-sen çoktandır hayatına ansızın giren elalara, deniz kokusuna çekildin-
Hayır, çekilmiş olamam, olsaydım hissederdim.
-hissediyorsun, hatta tam şu an-
Hissediyorum galiba.
-galiba fazla at onu-
Hissediyorum.
Son kurduğum cümleden sonra arabanın içinde vuran ara ara ışıklardan biri daha vurduğundan başımı kaldırıp camdan dışarıya baktım. Karanlığın içinde tek tük lambaların arasında kalan karanlığı ise sadece arabanın farları aydınlatıyordu. Ağaçların arasında ilerlediğimiz yoldan yanımızdan arabalar geçse de hâlâ tam olarak nereye gittiğimizi çözememiştim.
Kedime olan itirafımdan sonra bakışlarımı daha çok kaçırmıştım gözlerinden, üzerinden. Rahatsız hissetmesini istemezdim lakin hissetseydi en baştan uyarırdı. Fakat o uyarmamıştı. Hatta ve hatta onu izlemem hoşuna gitmişti.
Giderdi tabii.
Sinyal verdiğinin işareti olan ses radyodan çıkan müziğin arasına karıştığında bakışlarını etrafta gezdirmeye başladım. Tek katlı, uzunca balkonu olduğunu gördüğüm büfe ve lokanta karışımı bir yerin önünde durduğumuzda bizden başka arabanın olmaması dikkatimi çekmişti. Arabayı o kadar boşluğun içinde düzenlice park ettiğinde ona fırsat vermeden inmek istesem de izin vermedi. "İndirmeme izin verir misin?" izin vermedi desem de aslında olan rica etmişti. Sessiz kalarak başımla onay verdiğimde arabadan inip ön taraftan dolaşarak olduğum bölüme geldi. Kapıyı açıp sol elini tutmam için uzattığından hâlâ böyle bir anın içinde olduğuma inanamayarak sağ elimi avucunun içine bırakarak indim arabadan.
-gelde düşme bu harekete-
Tamam, düşmem iç ses.
-yok, düş sen-
Çoktan düştüğünü söylemiştin.
-ne olacak canım bir kez daha düş-
Galiba öyle olacak.
Arkamdan kapanan kapıdan sonra yürümeye başladığımız ilk andan itibaren dalga sesleri duymaya başlamıştım. Beni bir uçuruma getirmişti yanılmıyorsam. Ve yine yanılmıyorsam içeride bizden başka kimse olmayacaktı. Lokantaya doğru ilerlerken kenarda kalan balkonun bitişiğinde başlayan ağaçlık alanın arasında bank gibi bir şey görmüştüm. O karanlığın arasından orayı nasıl seçtim bende bilmiyordum. Lokantanın içine girdiğimizde yanılmadığımı anlamıştım. Lokanta kapatılmıştı sadece ikimiz vardık. Tek bir çalışan bile yoktu. Balkon kısmına çıktığımızda ise uçuruma bakan köşedeki ortada olan masa süslenmişti. Mumlar, güller...
Derin bir nefes çektim içime. Hava hafiften esiyordu. Yağmur yağacak gibiydi aynı zamanda da. Balkonun üstü her ne kadar kapalı olsa da dışarda kalan açık kısma geçmek istiyordum. Uçuruma ve dalgalara daha yakındı. Adımlarımız masaya ulaştığında masanın üstünde bulunan beyaz gül dikkatimi çekmişti. Büyük ihtimalle sahilde oturduğumuz o gün elimde görmüştü. Oturmam için sandalyemi beyefendiliğiyle çektiğinde heyecanım katlanarak arttı. Böyle bir akşam yemeği hayal etmemiştim. Elbiseme dikkat ederek oturduğumda yüzümüzdeki gülümseme küçülmüyordu. Oturmamın üstünden karşıma geçtiğinde oturmadı, derin bir nefes çekti içine. Sanki ihtiyacı vardı ve yine sanki bir hazırlık içindeydi. Her saniyeyi aklıma kazımak için uğraşıyordum.
Bu geceyi unutmak istemiyordum. Gerçi bugün günlerden neydi?
-bırak günü ana odaklan Diloş-
Tamam, kızma iç ses odaklanıyorum.
"Bu akşam emrinizdeyim hanımefendi." Emir? Nasıl bir anın içinde olduğunu anlamak için çaba vermeme gerek yoktu çünkü açık ve netti. Kalbimin atışını duymasını istiyordum. Kendime de kazıyordum aynı zamanda, nasıl bu kadar hızlı kaptırmıştım kendimi?
Fakat bu düşüncelerime rağmen güldüm. Güldük. Sadece güldük, karşılıklı. Böyle devam ederse daha çok kapılacaktım bir Bulut'a.
"Ne arzu etmiştiniz güzel hanımefendi?" oyun oynuyorduk. Tüm komikliğimizle oyun oynuyorduk. Çocukluğumuza dönmüş oyun oynuyorduk. Yaralı çocukluğum, yaralı çocukluğu. Anlamıştım o gün, sahilde; yaralıydı çocukluğu. Birlikte oynadığımız ilk oyunumuzdu. İlklerim oluyordu ve ben bunu hiçbir zaman unutmak istemiyordum. Oyuna katılarak gecemizi başlattığımda gece yeni başlıyordu.
-başlasın bir zahmet-
"Siz ne uygun görürseniz yakışıklı..." seçimi ona bırakarak ana odaklandım ve hemen peşine ekledim. "beyefendi." Mutluydum, o günden sonra en mutlu olduğum gündeydim. Evet, kendimle çelişki içindeydim. Evet, kabullenmiştim duygumu. Yine de kızıyordum Dila'ya, yine de kırgındı küçük kız bize. Oysa bu gece sadece Dila olmak istedim. Sadece Dila. Kalp hırsızı...
"O zaman size enfes balıklarımızdan getiriyorum. İçecek olarak ne istersiniz yeşillerin güzelliğine sahip güzel hanım?" yürüyordu ve bu keyfimi gittikçe artırıyordu. Oyuncu olması gerekiyordu çünkü oyunculuk yeteneği vardı. Şu an bir dizide yaşanacak o rüyadaydım. Başrolü ise bendim.
"Su. Su alayım." Hâlâ ilaç kullandığımdan yediğime ve içtiğime dikkat etmem gerekiyordu. Fakat başka bir gün olsa yine suyu tercih ederdim. Bazı içecekler hiçbir şekilde ilgimi çekmiyor daha çok midemi bulandırıyordu. Tatmama gerek yoktu etkisini görmüş olmak yeterdi.
"Tamamdır güzel hanımefendi siparişinizi hemen getiriyorum." Gülümsemem sahte değildi. En güzeli de buydu. Kimine göre şu an yaşadığımız an cringe gelebilirdi. Mümkündü de. Kullandığımız sözler saçma olabilirdi birilerine ama içinde bulunduğun bu ortamda öyle hissetmiyordum. Ergence değildi gözümde, cringe değildi ruhumda. En baştan oydu, kalbimdi, heyecandı, tutkuydu, kabullenişti.
Geceki oyunumuzun ilk bölümünü atlamış, sipariş vermiş bekliyordum. Bulut mutfağa gittiğinde ne zaman geleceğini düşünmeye başladım. Kulağıma gelen dalga sesi huzurdu. Yaklaşık beş dakika sonra Bulut elleri dolu şekilde yanıma geldiğinde anlamıştım her şeyin çoktan hazır olduğunu. Bende neye şaşırıyorsam ne de olsa etrafta çalışan kimse yoktu. Masayı donattıktan sonra usulca karşıma oturduğunda ne yapacağımı kestiremiyordum. Karşımda oturan Bulut'a bakışlarım hiç normal değildi. Bakışlarımı kaçırarak suyumdan yudum aldım.
"Ellerinize sağlık yakışıklı beyefendi, gayet güzel gözüküyorlar." Böylelikle ikinci bölüme geçmiş olduk. Adım adım, bölüm bölüm işliyorduk bu geceyi unutulmaz sayfalara.
"Teşekkür ederim hanımefendi ama o tamamen sizin güzelliğiniz." Sırıtarak vermişti cevabını. Gözlerinin en içinde görmüştüm ondaki duyguyu. Yine bir hareketi beni olduğum noktadan alıp bambaşka bir yere götürdüğünde de adını koymuştum gördüklerimin. Nasıl ben ona çekiliyorsam o da bana çekiliyordu bunun başka bir açıklaması yoktu. Umarım yoktur.
İster miydim bana çekilmesini? Bilmiyorum ama şu an sadece onunla şimdinin keyfini çıkarmak istiyorum. Ne zaman ki onun zamanı gelir o zaman düşünürdüm isteyip istemediğimi.
"Teşekkürler yakışıklı." Usulca yaklaşıyordum kalbime. Bir zamanlar âşık olmak yok diyen o kız sözüne yeniliyordu ve bu o kızı etkilemiyordu. Çünkü o da neyi istediğini bilmiyordu. Bana her ne kadar kalp hırsızı deseler de ismimin anlamı araftı. Her daim bir seçim arasında kalan, hep çokça yollar olan, çıkmazın kızı olandım.
Dila'ydım. Bir çıkmazdım. Onlarca sokaklarım vardı her birinde başka seçimlerin olduğu. Çıkmaz sokağın bir çıkışı var mıydı bilmiyorum ama benim çıkmazlarımın her daim bir seçim hakkı vardı. Bir umut vardı. Umut etmeye camda bekleyen kızdan öğrendiğim için sevinçliydim.
Masaya getirdiği balıktan bir kısım alarak tadına baktığımda enfes bir tatla karşılaştım. Acaba balığı kim yapmıştı? Kendine de getirdiği balıktan yiyen Bulut kadehini kaldırdı. "İlk akşam yemeğimize..." Karşımda tüm yakışıklılığı ile duran Bulut, şaşkın ve sırıtarak ona bakan ben. Ne kadar komik gözüktüğümüzün farkındaydım. Önümde duran su dolu olan bardağımı masadan alıp kaldırdım, tüm gülümsememle. "Daha çok akşam yemeğimize..."
İkimizde birbirimize bakıyorduk. İkimizde şaşkın ve mutluyduk. Karşılıklı oturduğumuz masalarda nasıl gözüküyorduk diye düşünmeden anın tadını çıkıyorduk. İkimizin de mutluluğu yüzünden okunuyordu. Eları ve yeşillerim şahitti.
-birde beeeen-
"Bana gerçekleri söylerseniz sevinirim beyefendi. Yemekleri sen mi yaptın?" yemeğe başlayıp balığı yediğim ilk ısırıktan beri aklımı kurcalayan soruyu cesaretimi toplamış ve sormuştum. Sırıtıyordu, benim ona baktığım gibi. Bu gece sevdiğim en güzel şey daha öncesinden de dediğim gibi küçülmeyen gülümsemelerimizdi.
"Doğru söylüyorum güzel hanımefendi, hepsini ben yaptım." Beklediğim gibi cevap vermesi şaşırtmamış aksine güldürmüş, kahkaha atmamı sağlamıştı.
"İnanayım mı?" kahkahamı durdurmak zorlasa da arasında fırsat bulup zorla kelimeleri seçip telaffuz ettiğimde benimle birlikte Bulut'ta kahkaha attı.
"Güzelliğinize inandığınız gibi buna da inanınız hanımefendi çünkü aksi mümkün dahi değil." Kahkaham durmuştu. Yanaklarımın kızarıklığı yeni geçmişken bir yenisi daha eklendiğinde çapkın sırıtışı görevini başarıyla yerine getiriyordu.
Aklımı başımdan alıyordu.
Kalbimi yerinden sökmek için yemin etmişti sanki. Her anıyla her zaman kalbimi sökecek gibiydi. Daha önceden hiç hissetmediğim duyguları hissediyordum. Anlam yüklenilemez bir durumdu ilk hissettiğimde ama şimdi kabullendikten sonra daha çok anlama binmişti. Neydi bu duygunun sebebi diye çok sormuştum. Beni benden alıp götüren bu duygu neydi?
Hayır, kabullendiğim çekilme basit kalıyordu. Bu duygu daha büyüktü, aşktı. Sanırsam oydu. O kız haklıydı.
"Neden böylesin?" gözlerine baktığımda okumak, en derinde ne var anlamak istedim. Kaşlarının yukarı oynaması, alt dudağını ısırdığına şahit olmam bir şey yapacağını gösteriyor gibiydi.
-nesin kızım sen bakışta uzmanlık profesörü mü-
"Nasılım?" biliyordu ama beni konuşturmak için bilmezden geliyordu. Sırf beni konuşturup daha fazla utandırmak, yanaklarımın al al olmasını, izlemelerine bir yenisini daha eklemek içindi oyunu. Belki de doğal olan buydu hemen oyun diyerek adlandırmam yanlış olabilirdi.
"Sen gayet iyi biliyorsun." İstediğini eline vermeyecek, sonuna kadar direnecektim. Onu kendi silahıyla vurmak içinde harekete geçmiştim. Keyifliydi bir çift elayla didişmek. Farklıydı da her zamanki gibi. Tanıdığım başka elalarla didiştiğimde var olan o duygu şu an yoktu.
"Ben bir şey bilmiyorum güzel hanımefendi." Oyunu oynamaya devam ediyor o sözcükleri sarf etmeye de devam ediyordu. Bilmezlikten gelmeye de aynı şekilde.
"Ben de bir şey bilmiyorum..." dediğimde yüzünün aldığı ifadeyi bekliyordum. İnat edeceğimizin farkındaydık. Aradan çok geçmeden cümleme ufak bir ekleme yaparak oyuna devam etmiştim. "yakışıklı beyefendi." İnat her şeyi zorlaştırırdı ama bir noktada da güzelleştirirdi. Bizim anımız hangisi olacaktı? Zorlaştıran mı, güzelleştiren mi?
"Yakışıklı olduğumu biliyorsun ama." Bizimki zorlaştıran taraftı galiba. Hazır cevaplılığı bir tık zorlanmamı sağlasa da ondan çokta aşağıya kalır yanım yoktu. Hızlıca düşünüp cevap verebiliyor olmamız didişmeyi harlıyordu. Biri çıkıp şu anımızı izlese ne düşünürdü acaba?
"Ben, senin yakışıklı olduğunu biliyorsam, sen de benim güzel olduğumu biliyorsun, yakışıklı beyefendi." Bir sözcüğü bu kadar dile getirmek sıkmadığında ve hiç rahatsız ettirmediğinde anlıyordum ona çekilmenin basit kaldığını. Gözlerindeki sevinci gördükçe içimde yanmaya devan eden ateşe odun atılmaya devam ediliyordu. Yine de onca şeye rağmen adam akıllı konuşabiliyor, sesimi ayarlayabiliyordum.
"Tamam, kabul ediyorum. Daha fazla uzatarak gecemizi mahvetmek istemiyorum." İnat işe yaramış zorlaştırmayı kesmişti. Gözlerimin içine bakıyordu başka hiçbir yere bakmadan. Dalgaların oluşturduğu ses zamanla yükseliyor ortama farklı bir ambiyans katıyordu. Hava gittikçe bozmaya devam ettiğinde yağmurun yağacağını anlayabiliyordum.
"Gece uzun yakışıklı beyefendi..." Ne demiştim ben? Umarım beni yanlış anlamamıştır çünkü yanlış anlaması çok mümkündü. Ya kızım öyle bir şey denir mi? Kendimi duvardan duvara vurmak istiyordum. Bakışlarından da beni yanlış anladığı belli oluyordu. Bir dakika ya bu da bir oyunsa? Sırf ağızından kaçırdığım sözlerden üstüme oynuyorsa?
-kızım sen gerçekten nesin, ne bu uzmanlık alanları-
İç ses gerçekten sırası değil.
-hayır, tamda sırası sana ana odaklan dedikçe sen uzman çıktın başımıza-
Ne yapsaydım oyuna mı gelseydim?
-evet, gelseydin en fazla ne olabilir ki-
İşte o sözden sonra her şey olabilir.
-olsun ben razıyım sende razı ol-
"B... Ben öyle bir şey demek istemedim." Kelimeleri bir araya getirmek için iç sesimle bir çatışma içindeyken yaşadığım anlık şokla kekelemiştim. Sanmıyorum ki bu anın tadını çıkarmayacağını. Güzel bir manzaraya karşı yemek yerken bu kadar patavatsızca davranamazsın be kızım.
"Ne demek istedin güzel hanımefendi?" İnatlaşan taraf değişmiş Bulut oyunu ele almıştı. Olan olmuştu artık şimdi toparlama zamanıydı. Ne kadar böyle bir olayın içinde olup utanmış olsam da sevmiştim. Güzeldi, kattığı her anıya, duyguya minnettardım.
"Ya ben gerçekten o anlamda demedim. Gecenin uzun olduğundan bahsediyordum. Ya sen öyle bakınca, öyle davranınca ne diyeceğimi ş-"
Ne demiştim ben yine. Bana konuşmak kesinlikle yasaklanmalıydı. Yanlış yerde yanlış şeyler konuşmaktan sıkılmıştım. Kendimi boğmak istiyordum. Keşke sadece boğmakla kalmayı düşünsem...
"Nasıl bakıp, nasıl davranınca?" zorlaştırmaya devam ediyordu. Ne demek istediğimi gayet iyi biliyordu ama benimle oyun oynuyordu. Aslında duymak istediği itiraftı. Daha kendime o itirafı yapamamışken.
"Aklımı kaybettim. Ya sadece bir bakışınla kendimi bambaşka bir yerde buluyorum. Kalbim çok hızlı atıyor yerinden çıkacakmış gibi hissediyorum, senin yüzünden." Bir dakika bile düşünmeden dilimin ucuna ne geldiyse söylediğimde o itirafı yapmış mıydım bilmiyorum ama geceyi güzelleştiren konuşmayı yapmış olabilirdim. Hatta yapmıştım da. Doğruydu, onun bana bakması bile bambaşka bir beni ortaya çıkarıyordu.
Sıcak tenime basmaya, kalbim bir an olsun azalma olmadan devam ediyordu atmaya. İrislerinde gördüğüm hayranlık ise sevincim katlanarak artıyordu.
"İnan ki bende de öyle."
Kalbim yerinden çıkmıştı diyorum ya yalan yoktu gerçekten kalbim yerinden çıkmış kadardı. Sadece bir sözle, bir bakışla kaybolunur muydu? Yanılır mıydı insan bir bakışa? Dila, camın bir köşesinde beklediğin o adam gelmedi belki ama gelen başka bir adam var. Bu adam beklediğine oranla daha fazla duygunun sahibi. Peki, ne istiyordum ben? Kaçmak, yüzleşmek, denemek...
Boşuna ben bir çıkmazın denememiştim.
-hemen dramaquen ol hemen-
Böylesi daha iyi be iç ses, gerisini sende boş ver.
-hayır, kalk ve kendine gel çabuk-
Dakikalarca bakışmamıza rağmen gözlerimiz bir saniye bile bir başka yere bakmamıştı. Bu bir işaret miydi? Fiziksel olarak sessizdik ama ruhsal olarak ikimizde susmuyorduk. Sessizliğimizin konuştuğu zamanlardan birinin içindeydik. Sadece bakışarak bile anlaşabiliyorduk birbirimizi kısa süredir tanıyor olmamıza rağmen.
Kızarmış olduğuma emindim. Utanmamın önüne geçememiştim bugün. Ben geçemedim o da geçirtmedi. Kurduğu her sözde daha da tav oldum ona, daha çok çekildim kalbine. Ne demem gerektiğini bilmiyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sadece bakışarak bir yere varamayacağımızın her ikimizde farkındaydık. Adım atacak o kişi bendim ve bunu bile bile elalarındayken susuyordum. Daha doğrusu ne demem gerektiğini kestiremiyordum. Derin bir nefesi içine çektiğimde usulca soluduğum o anda, cesaretimi toplayarak masadaki suyu içtim. Daha önce ne yaptıysam aynısını yapacak, dilimin ucuna ne geliyorsa söyleyecektim. Hislerimi özgür bırakacaktım.
-çok şükür-
"Ben hislerimin sebebini açıklayamıyorum peki ya sen açıklıya biliyor musun, Bulut?" sorabileceğim en saçma soruyu sakınmadan açık ettiğimde kendim, kendi cevabımı biliyordum. Açıklayamıyorum değildi o, senin ağızından duymak istiyorumdu. Belki o zaman daha inandırıcı gelir kaçmaz kabullenirdim. Evet, her ne kadar kabullenmiş olsam da hâlâ kaçıyordum.
"Bazı hisler açıklanamaz, sadece yaşanır, işte bu da o galiba." bekletilmeden aldığım cevapla şaşırmıştım. Kısa bir süre içinde cevap verdiğinden ilk başta küçük bir kekelemişti ama hızlıca toparlayabilmişti de. Sadece bir cevaba kanar mı insan? Doğru söylediğine hiç düşünmeden emin olmak ister mi? Bana karşı sakinliğini koruyor olması onu en rahat ettiren bir diğer şeydi. Yanındayken ve bu tarz konuşmaların içindeyken elim ayağıma dolaşıyordu.
"Peki, hangi hisler açıklanamaz, yakışıklı beyefendi?" Hem anı yaşıyorduk hem de oyunumuzu sürdürüyordum. Belki şu an bu terimleri konuşmanın için dâhil etmem saçmaydı. Belki de konuşmanın bir anısı, şahiti, imzasıydılar.
"Özlem, özgürlük ve aşk!" Sadece baktım. O ise devam etti. "Benim açıklanamaz hislerim bunlar güzel hanımefendi. Peki, seninkiler nedir?"
Afallamıştım, söylediklerine karşı. Saydığı üç şeyden dikkatimi tek aşk çekmiş gibi sansam da öyle değildi. Ne demek istemişti bana? Âşık olduğunu mu söylüyordu? Kime özlem duyuyordu? Özgürlüğünü kısıtlayan bir durum mu vardı? O gün, o sahilde yaralı bir tarafını gördüğümde özlemi en derinlerinde hâlâ saklıydı. Yardım etmek için çırpındığı günleri anımsadığımda ise başka bir söz daha zihnime düşmüştü.
Ellerindeki kuklaydım.
"Anne sevgisi." Tek ve netti cevabım. Benden beklemediği bir cevap vermiş olabilirdim. Benim için anlatılamayacak tek duygu anne sevgisiydi. Annemin değerini bir kez daha anlamıştım ama çok acımasızca. İnsanlar hep yaşamadığı duyguları anlatamadığını sanıyordu ama asıl yaşadığı duyguları anlatmak anlatamamaktan daha zordu. Hangi kelimeyi sarf edersen o, o duyguyu yansıtmıyor gibi gelecek aklın başka kelimelerle kalacaktı.
"Anneni çok seviyorsun ve onu her şeyden üstün tutuyorsun, ne güzel." Beni anlamaya çalışıyordu, gülümsememizin küçülmediği bu gece başaramamış yine bir yerde yaralı tarafımızı ortaya çıkarmıştık. Annem için bana yardım etmek istemesi, annemi anlattığımda gülümsemesi ama o gülümsemenin burukluğu, özlem duygusu, özgürlüğü...
"Annem... Annem benin her şeyim." Uçsuz bucaksız denize baktığım bir süre sessizleşmiştik. Benimle birlikte Bulut'ta denize baktığında da o buruk gülümsemesi devam ediyordu. Suyumdan bir yudum daha aldığımda hava gittikçe soğuyordu. İçinde olduğumuz konuşma soğukluğu iliklerimize kadar hissetmemizi sağlıyordu. Haziran akşamında bu soğukta neyin nesiydi? İçimdeki kızla terse düşen elalarıyla buluşturdum gözlerimi. Bakışları denizde, dolan gözleri acısının hâlâ dinmediğini gösteriyordu. İşte o an Bulut'un zannettiğimden daha çok yarasının olduğunu anladım.
Biz yaralı çocuklardık. Tanımazdık birbirimizi, anlamazdık yaşadıklarımız ama her şeyden öte hissettiklerimiz birdi. Ruhlarımız birleştiriyordu ellerimizi. Kalplerimizi bu duyguyu ele geçiriyor yaklaştırıyordu kendine.
"Keşke benimde öyle olsaydı, bunu her şeyden çok isterdim." Dolu olan gözlerinden akan gözyaşını avucunun tersiyle sildiğinde kendini tutuyordu. Ya vazgeçmişti ya da vazgeçilendi. İstedim, yaralarına iyi gelmeyi şu an sandığımdan daha çok diledim. İçimizde biriktirdiğimiz duygular ansızın kendini gösteriyor, ben hala buradayım diye hatırlatıyordu. Çok dolmuştuk. Sesimiz kasılmıştı karşı gelmemiştik. Kolay olan oydu çünkü. Susarsam geçer, susarsam biter. Öyle olmamıştı: hiçbir zaman susamamıştık. İçimizde bir yerlerde her daim konuşan, konuşmak için bekleyen sesi kısılmışlar vardı. Belki bir çocuk, belki bir yetişkin... Benim gibi onunda içini dökmesi gerekiyordu. İyi gelecek olan buydu.
"Bulut hadi seninle birlikte içimizde ne varsa hepsinden kurtulalım." Doktorum Meva Akil'in söylediğini yapma vakti gelmişti. Böylelikle gecemizin üçüncü bölümüne geçmiştik. An an birbirimizi keşfettiğimiz bir gece. Hanımefendiydik, beyefendiydik.
Güzel hanımefendi.
Yakışıklı beyefendi.
Saçma ama en güzel hissi tattıran iki sözcük, iki çift iltifat.
"Nasıl olacak o, güzel hanımefendi?" ne kadar daha şaşırabilirim ki dedikçe daha çok şaşırıyorduk. Şaşkın şaşkın bakıyordu ama oyuna devam etmekten de vazgeçmiyordu. Göz göze geldiğimizde masanın üzerinde duran elini avucumun içine aldım.
-bu oyunu sevdim Diloş-
Bende sevdim iç ses.
"Bak denize," sol elimin içinde soğuğa savaş açmış elini hissederken boşta olan sağ elimle denizi gösterdim. Buna ihtiyaç var mıydı bilmiyorum lakin ilgisini çekmiştim. Canına zarar vermesini durdurmuştum. Parmak etlerini soyuyordu. "Uçsuz bucaksız, sonu yok, nerede olduğunu bilmiyoruz, gözleri gözlerime düştüğünde kalbim bir kez daha yükselişe geçti. Bu seferde o boşta kalan sağ elimi avuç içine aldı. Ellerimiz birbirine kenetlenmiş şekilde masanın üstündeydi. Yarım kalmış balıklar, bitmek üzere olan içeceklerimiz. Daha fazla oyalanmadan sözüme devam ettim. "Bağıracağız... İçimizde neyi biriktirdiysek onu bağıracağız, denize karşı. O bizi anlayacaktır" konuşmamı bozacak olsa da ekledim. "yakışıklı beyefendi." Ciddi bir dinleyiş içinde olan Bulut, en son söylediğimden sonra güldü. Beni benden alan o gülüşünü tekrar etti.
Ellerimizi birbirinden ayırdım. Elbisemi rüzgâra dikkat ederek düzelttiğimde ayağa kalkmıştım. Bulut'a elimi uzattığımda bu bir davetti. Sessizlerin sesinin daveti... Bir müddet gözlerimle elim arasında düşünme savaşı verdi. Ne düşündü, ne istedi bilmiyorum ama her şeye rağmen elimi tuttuğunda sanki daha önce birbirine hapis değillermiş gibi heyecanım arttı. Her tutuşun farklı bir imzası vardı. İrislerimiz aynamızdı. Bakışlarımızın bir anlamı olmalıydı. Ve bu anlamı çoktan kabul etmiş itiraf edememiştim.
"İlk sen yapar mısın?" korkuyordu, içinde biriktirdiklerinden. Ezilmişti. Şimdi karşıma biri çıkıp sustuğun ne varsa haykır deseydi korkardım. Bana nasıl güven veriyorsa bende ona o güveni vermek istediğimden usulca kabul ettim teklifini. Bana güvensin, benim ona güvendiğim gibi.
"Tabii yaparım." Bulut'un elimi tutmasıyla balkon kısmından çıkıp açık alana geçtim. Arkadan çekiştiriyor gibi durduğumuz halimize rağmen takip etti adımlarımız birbirini. Lokantadan çok ayrılmadan uçuruma yaklaştım. Önümüzde biten korkuluktan destek aldığımda aynısını Bulut'un yaptığını da gördüm. Tuttuğum elden güç aldım, sessizliklerim ise sımsıkı tutunan ele sığınmıştı. Bulut'ta benim onun elini tutmamdan güç alıyormuş gibiydi. Derin nefesler alıp verdiğimizde kapının kilitlerini açıyorduk. Kapı, tozlu bir defter... Hazır hissettiğimde ise hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anladığım bir diğer andı.
"YORULDUM... O KADAR ÇOK YORULDUM Kİ ARTIK SIĞAMIYORUM İÇİME. KORKUYORUM. DUYDUN MU BENİ? ÇOK KORKUYORUM."
Zordu ama çok iyi hissettiriyordu. Sadece birkaç sözdü söylediklerim ama beni o kadar çok iyi hissettirmişti ki bu duyguyu açıklayamazdım. Tekrardan derin bir nefes aldım. Dolan gözyaşlarımı takmadan devam ettim. Bağırdıkça, sesimi çıkardıkça eli gevşemişti ama varlığı hâlâ yanı başımdaydı.
"HER ŞEYİM OLAN ANNEMİ KAYBETMEKTEN, KENDİMİ KAYBETMEKTEN, SEVİLMEMEKTEN, HAYALLERİMDEN HER ŞEYDEN ÇOK KORKUYORUM. ÇOK ŞEY HİSSEDİYORUM AMA HİÇBİR ŞEY HİSSETMİYORUM. CAMDA BÜYÜK UMUTLARLA BEKLEYEN KÜÇÜK KIZ BEKLEME, BEKLEDİKÇE CANI YANACAK OLAN SENSİN. ÇOK CANIM YANIYOR, DÖRT HARFİ YANYANA GETİRİP SÖYLEYEMEMEK IZDIRAP."
Baba.
Belki azdı bağırmam, belki de çok ama ne olursa olsun işe yaradığı kesindi. Buraya geldiğim zamanki ben değildim o gitmişti uçsuz bucaksız denize. Bulut sıranın onda olduğunu anlayınca elimi tekrardan sımsıkı tuttu. Kendini hazır hissetmek için çabalıyor, destek alıyordu. Nefes alış verişleri normal değildi ancak pes etmekte istemiyordu. İsteseydi elimi tutmazdı. Korkuyordum onun için, hem de çok.
"SENİ ÇOK ÖZLEDİM." Sadece özlem... Ne, kime özlem duyuyordu bilmiyordum ama duyduğu özlemin enkazındaydı. Onu paramparça eden, korkutan duygusu, açıklayamadığı ilk duygusuydu özlem. Gözünden akan yaşlara aldırmadı ve beni paramparça edecek tek bir şey söyledi. "ANNE."
Annem dünyamdı.
Annesi enkazıydı. (üstü çizili)
Son söylediğinden sonra fazla söze gerek kalmadığından olduğumuz yere çökmüştük. Ne kadar süre oturup yıldızların dahi gözükmediği karanlık gökyüzünü izledik bilmiyordum. Uzun bir sessizlik sarmıştı bizi. Etrafımızdaki dalga sesleri içimizi ferahlatıyordu. İkimizde yaşları özgürlüğüne bırakmıştık. Başım onun omzundaydı. Yanında olduğumu belli etmek için koyduğumda birleşik olan ellerimizi bir çift daha sarmıştı. Yanında evimdeymiş gibi hissediyordum. Tam şu an bu duygunun en derinlerinde yer alıyordum. Sanki bir buçuk ay önce hayatı yerle yeksan olan ben değildim. Yarın sınavı olacak birine de hiç benzemiyordum.
Tek tük su damlacıkları düşmeye başladığı sırlarda Bulut ayağa kalkıp lokantaya gittiğinde ne olduğunu anlamak için onu izliyordum. Bir anda oturduğu yerden kalkıp bir açıklama yapmadan gitmesi tedirgin etmişti. Lokantada birkaç düşme sesi gelse de sonradan bu ses müzik sesine dönüştüğünde kaşlarımı çatmıştım. Esen rüzgârla içim titrediğinde ısınmaya ihtiyacım vardı. Gelen müzik sesini tanımaya çalıştığım anlarda içeriden koşarak çıkan Bulut'u görünce gülmeden edemedim.
-sen şuna gülmek için bahane arıyorum desene-
Gülmek için bahane arıyorum iş ses hele o kişi Bulut'sa.
-he şöyle yola gel azıcık-
Keşke sende yola gelsen.
-ben zaten yoldayım-
Kesin öyledir canım zaten benle didişen sen değilsin.
-evet, ben değilim-
Peki, öyle olsun bakalım.
Yanıma geldiğinde hiç vakit kaybetmeden diz çöktü. Sağ elini bana uzattı, tüm yakışıklılığıyla. Boşuna her hareketiyle çekilmiyorum çocukların pamuklarına.
"Bu dansı bana lütuf eder misiniz, güzel hanımefendi?" böylelikle gecemizin dördüncü bölümüne geçmiş olduk. Gülümseyerek elini tutup teklifini kabul ettim. Aksi mümkün değildi karşımda diz çöken oysa.
"Tabii yakışıklı beyefendi!"
Ayağa kalktık. Sol eli belime gidince kalp atışlarım iyice hızlandı bu gece hiç hızlanmamış gibi. Sağ elimi omuzuna, yerine sakince yerleştirdiğim halde bayılmak üzere olduğumu hissetmeye devam ediyordum. Diğer ellerimiz birbirinin içindeyken nasıl görünüyorduk? Şu an bu halimi fotoğraf çekseler onu çıkartır poster yaptırırdım.
Devam eden müziğin sesiyle ritme ayak uydurmaya başladığımızda ilk dansımızıda yapmaya başlamıştık. Sağa bir adım, sola bir adım, nadir arka, ayaklara basmamaya dikkat... Gözlerimiz birbirimizden başkasını görmüyordu. İkimizde hem gülüyorduk hem de dans ediyorduk. Sağa sola, iki arkaya, bir öne... Bazen iki, bazen bir, bazen ileri, bazen geri kafamız nasıl eserse o şekilde devam ettik.
*Senin derinlerinde bir yerde buldum*
*Sımsıkı sarılacak, karışacak köklerimi*
*Görmek, beraber olmak seninle çok güzel belki ama*
*Düşlemek bambaşka*
Şarkıyla birlikte kendimizden geçmiştik. Delice dans ediyorduk, hiç durmadan. Dalgalar, düşen çise ve varlığı net gözükmese de ay bizim seyircilerimizdi. Doğanın muhteşemliğiyle gecemizin en özel ve güzel bölümünü yaşıyorduk. O kadar güzeldi ki bakışı, dans edişi...
*Tenin almış beyazlığını aydan*
*Saçlarının rengi geceden*
*Bundan geceye sevdam*
Diye devam etti şarkı. Sözleri bir bir yaşıyor gibiydik. "Saçların çok güzel hanımefendi." Bulut dansın arasına bu sözlerini sokmuştu. Bir şey demedim ama çok mutlu oldum, her şeye...
*Sen örterken benimle kalbini*
*Al aklım gibi hissimi*
*Al çünkü özlüyorum*
Diye devam etti şarkı. Şarkının bitimine yakın yağmur yağmaya başladığı halde terk etmedik dansımızı. Sağanak yağan yağmur bizi ıslatıyordu. İçeriden gelen müziğin kesilmesiyle kapının oraya koşmam bir olmuştu. Arkamda kalan Bulut yanıma gelmedi ve yağmurda ıslanmaya devam etti. Şarkı değişti, sözler değişti ve biz değiştik.
*Kan ve gül diken aşkım ve sen*
*Birbirine dönük sırt sen ve ben*
*Bilmem anlatabiliyor muyum?*
Şarkı sözlerini duyunca şarkının nereye doğru gideceğini anlamıştım ama anlam verememiştim. Delice dans etmeye devam eden Bulut daha fazla ayrı kalmamak için elimden tuttuğunda sanki tekrardan bu anı bekliyormuş gibi ona ayak uydurdum. Yeniden dansa kalkmam ile Bulut'un şarkıyı bağırarak söylemesi bir olmuştu.
*Seviyorum seviyor musun?*
*Ağlıyorum gülüyor musun?*
*Özlüyorum gidiyor musun?*
*Sevdikçe itiyor musun?*
*Peki öyle olsun*
Gülmeden edememiştik. Sarılarak dans etmeye geçince daha da yakınlaşmıştık birbirimize. Tenim tenine değdikçe yağmurun altında alev alıyor, yanıyordum. Bulut'a eşlik etmeye karar verdiğimde bir sonraki kısmı bağırarak söylüyorduk.
*Sarılıp öpen*
*Ağlayıp gülen*
*Sonra kaçıp giden*
*Fırtınayla sakin gece*
*Bir bilmece*
Yağmur bastırmaya devam ediyordu ve biz dans etmekten asla pes etmiyorduk. Söylediğim kısmın yarısında Bulut nefes almak için susup çok geçmeden geri bana katıldığında bağırarak eşlik etmeye devam etti. Belimdeki elini serbest bıraktığında omuzundaki elimi serbest bıraktım. İç içe olan ellerimizi gevşetip bir tur etrafımda döndürtünce kahkahalar attım, attı.
*Bilmem anlatabiliyor muyum?*
Yağmur ısladıkça ıslatmıştı. Sırılsıklamdık. Sadece dans etmiyorduk. Eğleniyor, şarkı söylüyor, bakışıyorduk. Bu dans sayesinde çok yakındık birbirimize. Üzerimize ateş tutsalar yanardık. Benzin niyetine kullanılabilirdik. Bulut bir anda durdu ve gözlerimin içine öyle bir baktı ki yaşamı unuttum, nefes almayı unuttum, varlığımı unuttum.
-n'oluyorız Diloş n'oluyoruz-
Kaldırdığı elini yanağımın yanına getirdiğinde başımı eline doğru yatırdım. Sıcacık ellerini bir kez daha hissettim tenimde. Yağmur yağıyordu, rüzgâr vardı ama sıcaktık. Islanan saçımı kulağımın arkasına ittirip yüzünü iyice yaklaştırdığında kesik kesik nefes alıyordum. Çok yakındık, çok sıcaktık...
"Seviyorum seviyor musun?"
Bulut iyice yaklaştı. Gözlerimi kapatarak kendimi ana, onun dudaklarına bıraktım. Nefesini dudaklarımda hissettiğimde kalbim duracak gibiydi. Ellerimi vücuduna tam da kalbinin üstüne koyduğumdan kalp atışlarının hızlılığını hissediyordum. Benim kalbim nasıl yerinden çıkacakmış gibi atıyorsa onun da kalbi öyle atıyordu.
"SANA AŞIĞIM VE SENİ ÇOK SEVİYORUM, DİLA DENİZ."
Bağırarak aşkını ilan etmesinin üzerine gözlerimi açtığımda alnına düşen ıslak saç tutamları arasında akan damlacıkların elalara kattığı muhteşemliği gördüm. Bir dakika bile fazla bakamadan dudaklarını dudaklarımda hissettiğimde tekrardan kapattım gözlerimi. Benliğimi on teslim ettim. Yağmur şiddetini artırıyordu bizi gördükçe. Dalgalar bu ana özel daha da şiddetlenmişti resmen. Arka tarafta ise müzik çalmaya devam ediyordu. Müzik, Bulut' u tekrarlıyordu.
Bulut geri çekildiğinde boşluğa düşecekmiş gibi oldum. Ellerimden tutup zaman kaybetmeden çekiştirdiğinde gözlerimi açarak lokantaya koştuk. İçeri girdiğimizde mumları yanan pasta ile karşılaşmanın etkisi içindeydim. Bulut ellerimi salmadan önüme geçip koşarken gözlerimin önüne gelen saçımı tekrardan kulağımın arkasına ittiğinde elimi bırakıp masadaki pastayı eline aldı. Bu kadar şey olurken nasıl sakin kalabiliyordu? Daha az önce öpüşmüştük? Dakikalar önce aşkını ilan ediyordu?
Kabullendiğim o duygu aşktı, her ne kadar itiraf edememiş olsam da iyi ki o duygunun esiri olmuştum.
"Doğum günün kutlu olsun, güzel hanımefendi. İyi ki doğdun, iyi ki varsın ve iyi ki varım. Yeni yaşında hep seninle olmak dileğiyle!"
-bügün bizim doğum günümüz müydü-
Galiba evet!
Bugün benim doğum günümdü. Duvarda asılı olan saate baktım.
00.00
20 Haziran.
Benim doğum günüm.
22 yaşına girmiştim.
Bulut yaptığı sürprizle beni benden almış, büyük etkilemişti beni ve küçük Dila'yı. Anlamını bilmediğim şeyin bana anlamını göstermişti. Hislerimin sebebini çözmüştüm, Bulut sayesinde. Çekilmiştim, âşık olmuştum ama en büyülü o itirafı kolaylaştırmıştı. Bir kez onun sesinden duymak çözmüştü kördüğümü.
"Bulut beni çok mutlu ettin. Çok teşekkür ederim." Şaşkındım, mutluydum ve elim ayağıma dolaşmıştı. Ona yeniliyordum.
"Hadi dileğini tut ve pastayı üfle, bugün senin günün." Bulut yapması gerekeni çok iyi bilen biriydi ve bunu bana göstermişti defalarca kez. Attığı her adım yerindeydi, en güzeliydi.
"Tamam, ama birlikte üfleyeceğiz. Üçe kadar sayacağım." heyecandan zorla konuşabildiğimde istediğim beş yaşındaki kıza aitti. Bir zamanlar babamla üflemek istediğim doğum günü pastasının yanan mumu.
O mum yıllar önce yanmış ve erimişti. Yanmış, yanmış, yanmış ve küçük kızın hayalini lekelemiş en acı güne birinci sırada yazılmıştı.
"1,2 ve 3." Yıllar sonra o küçük kız üflenen mumla tekrardan canlanmıştı. Bulut'un hiç itiraz etmeden dediğimi yapıp benimle birlikte mumu üflemesi çok değerliydi ve hep öyle kalacaktı. Tarih bir kötü günün üstünü çizerken en güzel günlere bir başlık atmıştı.
Aşk.
Bir dilek dilemiştim.
Hayatım boyunca beklediğim babama içten bir şekilde baba diyebileyim.
Bulut'a yaklaştım. Bana yaptığı gibi adım adım yaklaştım ona. İlk tenlerimiz değdi birbirine, sonra nefeslerimiz, çok geçmeden de kalp atışlarımız. Elimi boynuna götürdüğümde ne yapmak istediğimi anlamıştı. İrislerindeki o hayran dolu bakışları görebiliyordum. Sıcaklığını ve kalp atışlarını oradan da hissettim bir kez daha. Kulağına yaklaştım ve onun söylediklerini tekrarladım.
"Seviyorum, seviyor musun?" derin bir nefes çektim içime. Biraz daha yaklaştım. Nefes seslerimi duyabiliyordu. "Seviyorum." Ve ağızımdan çıktı. Hislerimin anlamı ortaya çıktı. İtirafım sakince dökülüverdi dudaklarımdan.
"SANA AŞIĞIM YAKIŞIKLI. TAM OLARAK NE ZAMAN KAPILDIM SANA BİLMİYORUM. BENİ BİR BAKIŞIYLA BAMBAŞKA YERLERE İTEN ADAM, HAYALLERİMİ ANSIZIN GERÇEKLİTİREN ÇOCUK, SENİ SANDIĞINDAN ÇOK SEVİYORUM. KALP ATIŞLARIMI HIZLANDIRAN O İSİM, BULUT."
Dudaklarını bir kez daha dudaklarımda hissettiğimde benim için zaman durmuştu. Yeni yaşım bana Bulut'u verdi. Bana evimi verdi. Bana güç verdi. Bana güven verdi. Bana aşk verdi. Bana babamı getirdi.
"Hoş geldin yeni yaşım, hoş geldin sevgilim, hoş geldin babam."
BÖLÜM SONU
Neler oluyor bu lanet kitapta, bir yerinizde durum canım hızınıza yetişemiyoruz.
O kadar içten yazdığım bir bölüm oldu ki gittikçe daha da değere biniyor bebeğim. Hayaller kurduruyor sonra bir güzel yıkıyor ve yine ayağa kaldırıyor. Çok seviyorum çok, her bir cümlesini, her bir karakterini.
Ahmet'i bile. Sakın kızmayın canım. Bu ne ki siz daha ilerleyen bölümleri görün.
Bu hafta dört bölüm okuyacağız 2023 bitmeden de sezon finaline gireceğiz ama ona daha çok var aklınızda orada kalmasın.
Ve Çıkmaz Sokak sizlerle daha çok ulaşabilsin diye Wattpad ve Inkspired'e de yayında, bir bilgi geçelim dedim.
O zaman sorulara geçelim mi?
Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?
Peki bölüm sonu?
Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?
Burasıda sizin düşünceleriniz ve sorularınız için olsun.
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Wattpad/Inkspired: izzetcanduman
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |