
Ey ahali kalkın biz geldikkkk🤍
Güzelce okuyun yine uzun bir bölümle geldim. Uzun lafın kısası biraz gülelim...
Keyifli Okumalar!
Bölüm şarkıları;
Furkan Olgaç - Yarım Veda
Manga - Yine Yeni Yeniden
Sezen Aksu - Kaybolan Yıllar
"Fakat o yanımdayken dünyadan soyutlanıyor, bambaşka bir yerde yeni bir kişiliğe dönüşüyordum."
12.BÖLÜM
"SEVİNÇ ÇIĞLIKLARI"
"Korktum. Her şeyin bu kadar normal olmasından korktum."
"Hayır!" Gözlerimi büyük bir korkuyla açtığımda güneşin odama vuran sıcaklığını hissettim. Saniyeler önce kalbimin şiddetli çarpıntısının sebebi bir sesken yüzleştiğim diğer gerçek rüya aleminden çıkmış olduğumdu. Gördüğüm bir rüya mıydı? Hayır, bu bir rüya olamazdı. Çünkü bu kabustu. Karanlığın içinde kaybolmuştum, ışık olduğum noktayı aydınlatırken defalarca aynı sesi, aynı cümleleri söylerken duymuştum. Ve o ses çok tanıdıktı. Kafamın içinde defalarca tekrarladığım sözler, odamın kapalı perdesinden süzülen gün ışığı, hâlâ adam akıllı dinmemiş kalp atışım, ne düşüneceğimi şaşırmış halim...
O sözleri söyleyen Bulut'tan başkası değildi. Gece nefesini hissettiğim o çocuk sabahın bilmem hangi saatinde kabuslarımdaydı.
Beni sakinleştiren sesi korkmamamı sağlarken gözlerini görememenin verdiği ufak sevinçteydim. Eğer ki gözlerini görmüş olsaydım bu sesin bir rüya olduğuna inanmazdım.
O günden sonra gördüğüm kabuslar dinmişti lakin şimdiki kâbus değildi o bir sesti. Geçmişin veya beklemekte olan geleceğin... Ya bu ses bir mesajsa ve ben uyarılıyorsam.
İyi de kim tarafından?
-yine paronalaştın-
İstemsizce oluyor iç ses.
-sakin kalmayı dener misin sadece bir kâbus-
Sadece bir kâbus, sadece bir kâbus...
Tekrarladım defalarca kez. Sakin kalabilmek için buna ihtiyacım vardı. Baş ucundaki komodinin üzerindeki suluğumu kavradığımda nefes düzenim daha iyiye gitmişti. Kapağını açıp saniyeler sonra hissettiğim su her ne kadar sıcak olsa da rahatlamamı sağlıyordu. Yarısına kadar içtiğim için kalan diğer yarısını da bir dikişte bitirdiğimde hâlâ sesin etkisindeydim. Boş suluğu yerine bıraktığımda yatakta doğruldum.
Korktum. Her şeyin bu kadar normal olmasından korktum.
Duyduğum o sesi defalarca kez tekrarlıyordum ruh halimi düşünmeden. Yatakta doğrulduğumdan sırtımı yatak başlığına yaslamış düşünüyordum. Evet, hayatımın hızlı şekilde düzene girmesini beklemiyordum. İllaki bir pürüz ortaya çıkardı. Polisten kaçtıkları için şu an odak noktaları biz değildik diye umuyorum ya da an kovalıyordular. Yine ansızın bombayı salmak için.
Babam bildiğim adamın gelecek olmasının korkusunu taşıyordum. Bir zamanlar gelmesi için beslediğim o duygular körelmiş küle dönmüştü. Giderken çocukluğumun eline bıraktığı meşaleyi söndürmüş karanlığın içine terk etmişti. Derin düşüncelerimin arasında telefonuma gelen bildirim ana dönmemi sağlamıştı. Komidinin üzerindeki telefonumu aldığımda Bulut'un mesaj attığını gördüm. Mesaja bakmak için bildirimi dokunduğunda aklım hâlâ ondan duyduğum sözlerdeydi.
Bulut: Günaydın, güzel sevgilim.
Mesaja baktıkça baktım. Dakikalar önce yaşadıklarımdan sonra böyle bir mesaj almak güldürmüştü. Tabii ki güldüren diğer parça mesajı atan kişiydi.
Kendimi kaybetmek istedim; tüm satırlarda, tüm harflerde. Kendimi unutmak istedim; yeniden hayata başlamak için. Duygularımda kayboldum. Hasta değildim ancak basan sıcak hiç öyle hissettirmiyordu. Odayı dolduran gün ışığının etkisi de büyüktü tabii ki. Sadece bir mesajla bu hale geldiysem diğer durumlarda ne hale gelirdim? Orası ayrı bir muamma.
-sen neler diyorsun öyle Diloş Hanım-
Ne demişim ki ben?
-diğer durumlar, basan sıcak tövbe tövbe-
İç ses! Ben öyle bir imada bulunmamıştım senin aksine. İnsanı çıldırtırsın.
-çıldıracak olan sensen en güzeli-
Kötüsün, iç ses. Hem de herkesten fazla-
-sadece senin kötün-
Elimin boşluğunun farkına vardığımda telefonu yatağa düşürdüğümle karşılaştım. Heyecandan telefona bile sahip çıkamıyorum. Neyse ki yatağa düşmüştü yere düşüp kırılsaydı yenisini almakla uğraşamazdım daha yenilemişken. Telefonu düştüğü yerden geri alıp mesaj yaza tıkladım. Ne yazabilirdim, nasıl bir cümle kurabilirim? Basit bir günaydın demek geçmiyordu içimden, bir anlamı olmalıydı, bir iltifat. Ruhumu, benliğimi derin düşüncelere teslim etmemek için aklıma ilk gelen cümleyi yazmadım. Eğer yazmış olsaydım içime sinmezdi. Fazlada düşünmek istemediğim için biraz geçmişe, geceye gittim.
Hislerimi çıkarttım ortaya. Önüme bir beyaz sayfa açtım, elimde ise kalem. Tükenir veya tükenmez bu tamamen benim ona katacağım anlamdaydı.
Yıllardır babasını bekleyen küçük kız her gün olduğu gibi tekrardan karşımdaydı. Cam kenarında beklemekten bıkmayan o kız şimdi uzak duruyordu beklediği o noktadan. Uzaklaşmıştı hayata, küçüklüğüne. Aslında uzaklaştığı inandığı yalandı. Söylenen yalanlar, oynan oyunlar ardı sıra ortaya çıkarken kayboluyordum bir çıkmazın içinde. İnsan girdiği çıkmazda kaybolur muydu? Ben oluyordum, elimden ise hiçbir gelmiyordu. Öyle hissediyorum.
Sadece birkaç saat öncesine gitmek aradığım cevabı vermeye yetmişti. Elimde zorla tuttuğum telefonun kilidini açtığımda usulca harflere dokundum. Mesajımı yazdığımda ise ilet botununa gülümsemelerle baktım. Yanımda değildi, gözlerimin içine bakmıyordu ama her türlü yanaklarımı kızartmayı başarıyordu. Daha fazla görüldü de kalmaması için mesajı gönderdim.
Dila: Günaydın, diğer yarım.
Mesajı attığım saniyesinde çevrimiçi yazısı alana girdiğinde gülümsemem dahada büyüdü. Zordu son yaşadığım olaydan sonra içtenlikle gülebilmek, hayata dair yeni umutlar kazanmak. Fakat o yanımdayken dünyadan soyutlanıyor, bambaşka bir yerde yeni bir kişiliğe dönüşüyordum. Seviyordum yeni Dila'yı, korkmuyordu, kaçmıyordu gerçeklerinden, uzaklaşmıyordu kalbinden. Dinliyordu, içinden ne geliyorsa onu yapıyor en çok da kaybettiği solmuş gülümsemesini filizlendiriyor, içtenlikle gülümsüyordu.
Aradan geçen saniyeler dakikalara dönüştüğünde sohbetten çıkış yaptım. Gözlerim altta kalan diğer mesajları seçtiğinde hiçbirini okumadım. Sohbetlerin gözüktüğü ekranı aşağıya kaydırdığımda telefonuma elime aldıkça baktığım o manzaraya ilerledim. Geçmişten kaçmak isteyen küçüklüğüm, gerçeklerle yüzleşmeye cesareti olmayan yaralı bir hırsız içindi bu gösteri. Titreyen parmağım durduğunda her gördüğümde olan olmuş yine kalbim kırılmıştı. İrislerim o grubu seçti özenle.
ÇIKMAZ SOKAKTAN ÇIKIŞ.
Hemen altında yazan son mesaj daha çok yakıyordu ruhumu.
Bulut kişisi sizi gruptan çıkardı.
Gülümsememin içine gömdüğüm acıyı zorlanmadan açığa çıkardığımda gocunmuyordum. Sanki olması gereken buymuş gibi geliyordu. Kızmamıştım hiçbirine sonuçta ne yaptıysalar beni kurtarmak içindi. Çıkmam gerekiyordu, onların ise birbirinden haber alması. Yine de başka bir grup kurmalarını isterdim. Kaçırıldığım gün telefonuma el koymuştu Ahmet Deniz. Eminim ki içini kurcalamış işine yarayacak bir bilgi aramıştı. İstediği kadar kurcalasın bulacağı en büyük koz ona yazdığım sözlerdi, gönderilmemiş mektuplardı...
İnatla yazmıştım babama mektupları. Yazmaya başladığım ilk zamanlarda sadece onu özlediğimi yazar gelmesini isterdim. Yazılan mektuplar hiçbir zaman sahibine ulaşmamış, özlem dolu sözler seslendirilmemişti.
Sessizdi içimde kalan çocukta, sessizdi yazılan her cümlelerde. Sessizdi sözlerim, sessizdi gözleri.
Başaramamıştım o zamanlar. Fakat şimdi okuyanlar okumuştu, görülmemesi gerekenler görülmüştü. Yaralandığım o gün uğruna mektuplar yazdığım adam kaçarken unutmuştu mektuplarını. Polis yaptığı aramada telefonuma ulaştığında sevinmemiştim. Her duruma karşı yaptıkları o inceleme ise benden alınan en acı gerçekti. Okumuştular. Huzursuz hissettirmişti öğrendiğim ilk anda. Dilimin ucuna çok söz gelmişti lakin hiçbirini seslendirememiştim.
İçimde biriktirdiklerim günü gelip ya yangına dönüşecekti ya da çığa. Yıkım yaratmak için vardım sanki. Kaçtıkça çekiliyordum bu masalın içine, yandıkça yok olmuyor tekrardan doğuyordum. Aklımda fikrimde şaşmıştı. Onlarca soru zihnimi kemiriyordu bir cevap bulabilmek için. Yoktu, onlara o cevabı verecek bir kişi.
Hastaneden çıkıp evime geldiğimde annem vermişti kirlenen telefonumu; mektuplarımı, anılarımı, hayallerimi... Kaldırmıştım o telefonu. Dokunamazdım, yapamazdım. İçinde biriktirdiğim her an çok önemliydi ne kadar yalan içinde olsa da. İnsan yalan olduğunu bile bile açar mıydı kilitlerini?
Hayatım ansızın gelen telefonla değişmişti. Neye uğradığımı şaşırdığım zamanlardı. Korkudan ölmek derecesine kadar ilerlemiştim. O günden sonra uzak kalıyordum telefondan ister istemez. Neden olduğunu bilsem de üstüne gitmiyordum yenmek için. Bitirmiştim o hikâyeyi, kapatmıştım geçmişin sayfalarını. Aklıma gelmedikçe elime almıyorum sahte dünyamı.
Çok düşünüyorum. Derin düşüncelerle yol arkadaşı olduğum bir dönemdeydim. Ufak bir sesle, eksik bırakılmış sözle, acıyla bakılan gözlerde kayboluyordum. Kayıptım duygularımın arasında. Bulunmak isteyip istemediğimi dahi bilecek seviyede değildim. Karamsardım, her şekilde kötü yorumların içinde buluyordum kendimi. Engel koymaya çalıştıkça başarısız oluyordum. Çıkmazın içindeydim, bildiğim bir çıkış yolu yoktu. Şimdi tekrar soruyorum kendime, insan çıkmazın içindeyken kaybolur muydu? Ben kaybolmuştum tekrar ve tekrar; umutlarımda, hayallerimde, şarkılarda, kitaplarda, sözlerde...
Yolumu şaşırmıştım.
-geçmişi unut Diloş anda kal bize iyi gelecek olan şimdi-
Deniyorum iç ses, sandığından çok deniyorum. Olmuyor ama yapamıyorum, direttikçe daha çok çekiliyorum o bataklığa. Sessiz kalmak geçmiyor içimden ancak ona itiliyorum. Biliyorsun, kaçan benim kovalayan ise geçmiş.
-kaçtıkça daha çok çıkacak geçmiş önümüze, kaçma diyemem ama yüzleş Diloş, benim için, bizim için-
Korkuyorum, her şeyimi kaybetmekten.
-kork çünkü bu yolda korkmuyorum diyen kaybedecek-
Ya yapamazsam, ya yarım kalırsam bu hikayede ne de olsa ben başlattım.
-başlangıç değil önemli olsan sonu ve sonu değiştirecek olan senden başkası değil-
Sonu değiştirmek istediğimden emin değilim?
-eminsin, yıllardır beklediğim adam değildi gelen belki ama istediğin oldu baban geldi-
Baba bile diyemezken nasıl olacakta sonu değiştireceğim?
-sevgiyle, kaçmadan güvenerek, deneyerek, düşerek, ağlayarak ne hale gelirsen gel sonu değiştir Diloş çünkü o son senin ellerinde, sayfayı doldur; geçmişi sil geleceği baştan yaz-
Varlığının farkına var diyorsun, gerekirse yık ama o sonu yaz diyorsun.
Düşüncelerimin içine sızan mesaj bildirimi ile sıçradığımda telefonun tekrardan düşürdüğümü fark ettim. Kucağımda olan telefonu elime alıp kilidini açtığımda mesajın Asya'dan geldiğini gördüğümde sınav sabahında olduğum zihnimin en derinlerde aydınlandı. Anlık gelen bu his heyecanın ve gerginliğin başladığı noktaydı.
Asya'm: Aşkoooo, sınav teklifimin cevabını değiştirdiğini ve bana yardım edeceğini söyleeeee.
Asya'm: Lütfen!
Bu kız gerçekten beni güldürmeyi bir şekilde başarıyordu yanımda olsa da olmasa da. Onunla küçüklüğümden bu yana tanışıyor olmak, kardeş olmak çok ayrı bir seviyedeydi. Her daim elimi tutmuş, yanımda yer almıştı bir kez olsun karşı tarafta olduğuna şahit olmamıştım. Babasıyla ne yaşarsa yaşasın, babamı beklememe hep saygı duymuş itinayla izlemişti bekleyişimi. Aslında aynıydık biz; ikimizde bizi yaralayan o adamı bekliyorduk. Biri çok uzaktaydı diğeri hemen yanı başında. Beklediğimiz sevgiydi diğer yandan da.
Asya'yı daha fazla sinir etmeden mesaj yazmam gerekiyordu lakin alacağı cevap onu zaten sinir ederdi.
Dila: Sana da günaydın aşkom ancak cevabım hala aynı.
Dila: HAYIR!
Mesajı okuduğu zamanki yüz ifadesini çok merak etmesem de ciddiye almayacağını bildiğimden rahattım. Her sınav öncesi bu konuşmayı yaşardık sırf birbirimize trip atmak için. Akşam eve gittiğinde kopya kâğıdı hazırlamıştı bundan hiç şüphem yoktu. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama o sıra Bulut'tan mesaj geldi.
Bulut: Şu mesajı görmek kalpten gitmemi sağlıyordu şaka değil.
Bulut: Seni seviyorum ve bu hayatımda kendim için yaptığım en iyi şeydi.
Bulut: Şu an çevrimiçisin, mesajları okudukça utanıyorsun haliyle bu da yanaklarının kızarmasını sağlıyor.
Bulut: Eğer fotoğrafını atarsan şoförünüz sizi sınava yetiştirmek için hizmetinize girer.
Ardı sıra yazdığı mesajların etkisindeydim. Söylediği olmuş her mesajını okudukça utanmıştım. Uzun zamandır en içten mutlu hissettiğim sabahın içindeydim. Sebebi tam olarak aşkım mıydı yoksa bazı şeylerin düzene girmesi mi? Kararsızdım.
Dila: Seni hain sevgili bana hizmet etmek için şart mı koşuyorsun?
Dila: Hayatıma ansızın girip bana yardım ederken şartın yoktu şimdi de şartın olmasın.
Dila: Maalesef sana fotoğraf yok, üzülebilirsin.
Dila: Seni bekliyor olacağım, bir hırsızın kalbini çalan adam.
Daha fazla oyalanmadan yataktan kalkıp telefonumu komodinin üzerine bıraktığımda ansızın ortadan kaybolmama nasıl bit tepki verecekti, yanıma geldiğinde neler olacaktı? Telefonu kapatmadan önce saatin en son 08:37 olduğunu görmüştüm. Yetişmem gereken bir sınav olduğundan odak noktamı tamamen ona çevirdim.
Yatağımı topladıktan sonra hızlı bir şekilde duşa girdim. Yaklaşık yirmi dakika sonra kahvaltı yapmak için odamdan çıktığımda zamanı iyi kullandığım için mutluydum. Geçirdiğim yirmi dakikaya sığdırdıklarımı düşündüğümde keyfim daha da yerine geliyordu. Duş almış, saçlarımı kurutmuş, elbise seçip hafif makyajımı yapmıştım. Üzerime giydiğim siyah sade elbisemle harika göründüğümün düşüncesiyle mutfağa girdiğimde annemin benim için hazırladığı sofrayla karşı karşıya geldim. Yüzümde oluşan saf tebessümün bir açıklaması var mıydı, bilmiyorum ancak dolan gözlerimi geri itelediğimde çok duysal birine dönmenin işkencesine saydırıyordum içimden.
-işin içinden çıkamayınca anca beni suçla-
Yalan mı söyleyeyim iç ses, seni benden başka duyan mı var?
-kötüsün-
Senin bir sözün vardı bilir misin; sadece senin kötün.
-gül sen gül ben sana ödetirim bunu-
Bekliyor olacağım.
"Uyandın mı kızım? Bende seni uyandırmaya geliyordum." Yine beni düşünmüştü annem. Ne kadar kötü olursa olsun ben onun her şeyiydim. Aramızda küslük olmazdı bizim hiçbir zaman. Dinlerdik birbirimizi, kırmazdık kalplerimizi tabii iyiliğimiz için söylemeyi tercih etmediğimiz anlarda oluyordu.
Her ne kadar annem küçüklüğümün en büyük yalanını söylemiş biri olsa da anlayabiliyordum o kadını, sesini duyuyordum sessizliğinin. Kırılan kalpler düzelmezdi, düzeltmeye yetmezdi çabalarımız. Kalp kırmamaya dikkat eden biriydi annem, beni yetiştirirken de en güzel şekilde vermişti öğütlerini. Yalanı sevmezdim, kırmızı çizgim gibiydi. Eğer ki bizzat söylenen yalanı yakalarsam soğurdum karşımdaki kişiden tabii ki geçerli bir bahanesi yoksa. Fakat her ne kadar bahaneler olsa da o soğuma devam ederdi.
Bahaneler yalanları kurtarırdı güveni değil. Ağızdan çıkan sözler anı toparlardı kalbi değil. Sırlar ince bir ipti, her an düşebilir, yere yapışabilirdiniz.
"Günaydın, sultanım, kalbimin sahibi, anam," adımlarım yerinde durmamış anneme ilerlemişti. Konuşmam bitmeden sımsıkı annemi sardığımda içinde olduğu anı garipsemiyordu. Sulu sulu yanağından defalarca kez öptüğümde gülümsemesi kahkahaya dönüyordu. "Çok teşekkür ederim, her şey için. İyi ki varsın." Dilimin ucuna geleni saklamamış dökmüştüm dışarıya.
Akmaya hazır olan yaşlarımı akıtmamak için direttiğimde burnumu geri çektim. Kokum kokusuna karışırken bunu anlamaması imkansızdı.
Annemi çok özlemiştim. Onunla eskiden ne yaptıysak hepsini tekrar tekrar yapmak istiyordum. Onunla eski halimize dönmek istiyordum. Onunla o olmayı istiyordum. Her saniyesiyle, her detayıyla, her anıyla, her cümlesiyle, her gülüşüyle ve her elimi tutuşuyla o olmayı istiyordum. Sonsuza denk!
"Günaydın, annem!" sesini ayarlamaya çalışsa da yenilmiş yine titremişti. Kollarımdan ayrıldığında ellerimi tutup öptü. "Yapma böyle, hadi otur kahvaltını yap, sonra sınavına girip mezun ol dünyam." Bütün güler yüzünü kuşansa da duygusaldı.
O olmak istediğim her ayrıntısıyla izledi beni. O olmaktan asla bıkmayacağım haliyle sevdi beni. O olmaktan vazgeçmeyeceğim her anımızla yanımda oldu. Ona hayran kaldığım her ayrıntısıyla o, oydu; hiçbir zaman bıkmadan bakacağımdı.
Annemi iteleyerek yerine oturttuğumda içeriye babam girmişti. Yüzümüzdeki gülümseme büyüdüğünde o da güldü. Alışmıştık birbirimize. Mutfak tezgahının üzerindeki bardaklara çay doldururken babamın içeri girerken günaydın demesine karşı cevap vermiştik annemle. Masada eksik olan yere, yerime oturduğumda yıllardır alışmak istediğim o sabah rutininden birindeydim ve alışmıştım. Aradan ne kadar zaman geçmiş olsa da her daim konuşacak bir konu bulabiliyorduk. Geçirdiğimiz günlerde bol bol sohbet eder daha yakından tanırdık birbirimizi. Annem babamı, babamda annemi tanıyordu. Her ne kadar konuşmuş olursak olalım hâlâ nasıl tanıştıklarını, nasıl âşık olduklarını sormamış, dinlememiştim ikisinden de.
Yeşillerim gözlerinde gezerken bugünü anlamalarını istiyordum. Unutmazdılar normalde yani annem hiç unutmazdı doğum günümü. Arkadaşlarımdan da bir kutlama mesajı yoktu. Son olaylardan sonra unutulmasında kimseyi suçlayamazdım çünkü önüne geçen sağlık sorunları vardı. O sabah kimse doğum günümü kutlamadı yine de içimde kırgınlık oluşmadı. Ya ben çok saftım ya da fazla insanlara güveniyor bir bahane arıyordum onları aklamak için.
-her ikisi de canım, sen insanlara gerektiğinden fazla güveniyorsun saf salak şey seni-
İç ses hayatıma girenleri özenle seçtiğimi biliyorsun.
-bu devirde bana bile güvenme Diloş-
Haklısın ama yine de bugün saf olmak istiyorum.
-gerektiği kadar olursan sevinirim çünkü burada beni delirtiyorsun-
O zaman delirmen için daha fazla saf olacağım.
-ödeşme oldu iki-
Kahvaltımı yaptıktan sonra odamdan eşyalarımı almaya gittim. Çantamı ve gerekli eşyaları yanıma aldıktan sonra annemi tekrardan öpüp evden çıktım. Babamla sarıldığım her anda yeşermeye tutuşmuş küçük kız büyüyordu. Babam okula götürmek için teklif etse de onu annemle baş başa bırakmak istediğim için kabul etmedim. Hem onunla plan yapmıştık birlikte vakit geçirmek için haliyle kendimi ona hazırlarken bugün olmazdı. Telefonuma gelen onlarca arama ve mesajları geçip tek bir kişinin mesajına baktım. Ekranda gördüğüm diğer yarımdı.
Bulut: Kötüsünüz hanımefendi!
Bulut: Kalbimi bu derece şiddetli arttırdıktan sonra ansızın ortadan kaybolamazsınız!
Bulut: Kayboldun.
Bulut: Hanımefendi artık gelseniz mi?
Bulut: Özledim.
Bulut: Dudaklarının sıcaklığını hâlâ hissediyorum...
Bulut: Dün gece çok güzeldi benliğimi çalan kız. İyi ki doğdun, iyi ki benimlesin, iyi ki varsın, iyi ki varım.
Bulut: Evden çıktım yanına geliyorum umarım hazırsındır.
Bulut: Az önce Aslı'yla konuştum sen neler yapmışsın öyle? Asya evde sana kızıyormuş, hatta kızlara bu yine yaptı yapacağını diye söyleniyormuş.
Bulut: Kötüsün.
Bulut: Geldim, seni bekliyorum sevgilim, beni seven, kalbîme âşık olan hırsız.
Asansörün kapıları açılmaya yüz tutmuşken yüzümün kızardığına emindim. Peşi sıra sıralamıştı mesajlarını. Sevmiştim onu, ona ait olan her parçayı. Bulut'un mesajlarında çıkıp Asya'nınkilere bakarken asansörden çıkmış çıkışa ilerliyordum.
Asya'm: Bir kez de şaşırt be kızım!
Asya'm: İnsan hiç mi değişmez?
Asya'm: Bazen diyorum ki bu kız benim kardeşim olamaz olsa dediğimi yapardı ama nerdeeee...
Asya'm: Sen anca kendini kurtar, beni hiç düşünme.
Asya'm: Beni, beni, Asya'nı.
Asya'm: Okulda görüşeceğiz kötü kalpli kardeş parçası.
Asya'm: BİR DAKİKA GEÇ KAL O OKULA BAK BEN SANA NELER YAPIYORUM!
Yok bu kız benim hayatımda olduğu sürece saniye içinde duygularım değişecekti. Attığı her mesajda kahkahalara boğuluyordum. Ses voltajıma dikkat etmeye özen göstersem de onun ciddilik seviyesi bozuyordu.
Asya'm: Aşkommm sence hangi ruju süreyim?
Asya'm: Saatlerdir neredesin be kızım bozulmuş ruj oldum beklemekten?
Asya'm: Acaba Batu bugün ne giyecek?
Asya'm: Sıkıcısın Dila, çok sıkıcısın hem de.
Asya'm: ŞİMDİ BANA KAYBOLAN YILLARIMI VERSELER DİYEN SEZEN ABLAM ÇOK HAKLI.
Asya'm: Yaşam belirtisi göster artık vallahi evini basacağım.
Asya'm: Vayyyyy...
Asya'm: Demek sizi evden BULUT Bey alacak.
Asya'm: Ve ben bunu niye ablamdan öğreniyorum.
Asya'm: Ne halt yersen ye seni düşünende kabahat.
En son mesajını okuduğumda ise bina kapısının kilidini açıyordum. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda girişte beni bekleyen, gece dudaklarımda nefesini hissettiğim sabahta kâbusum olan o adam vardı.
Aşağıda beni hazır halde bekleyen diğer yarımın ela gözlerine baktım. O gözlerden başka yere odaklanmak istemedim. Tüm asilliğiyle bana doğru adımlar atarken karşısında resmen eridim bittim. Derin iç çektikten sonra kendime gelebildiğimde merdivenleri inmeye başladım. Bana elini uzatan diğer yarımın gözlerinin içine baktım ve tüm güzel tebessümümle elini tuttum. Onu görmek bile fazla tebessüme sebep oluyordu.
-kızım adamı bakışlarınla vurdun-
İç ses gerçekten hiç zamanı değil.
-ne zaman zamanı acaba-
"Her halinle güzel olmak zorunda mısın?" aradan geçen saatlerdi ancak sesini duymam bile araya yıllar geçmiş kadar özlem hissettirmişti.
"Asıl sen her halinle yakışıklı olmak zorunda mısın?"
Beni benden aldığı yetmezmiş gibi kalpten götürmeye niyet etmiş gibiydi. Sırf iltifatları yüzünden ölebilirdim. Ela gözleri de yeterli bir sebepti.
"Atla arabaya yoksa geç kalacaksın."
Sınav öğrencisi olduğumu unutmuş olabilirdim ama unutturmayacak üç kişi vardı. Biri Asya, biri annem diğeri Bulut'tu. Asya ona kopya vermediğim için en az bir ay dırdır edecekti. Bulut bu sınavı bana asla unutturmazdı. Sonuçta sınavın sonunda meslektaş olacaktık. Annem kendi ayaklarım üstünde durduğumu görmek için asla unutturmazdı.
Arabaya yerleştiğimde radyodan çalan sakinleştirici müzik gerginliğime meydan okuyordu. Duygularımın karmaşıklığına iyi gelecek yerde olduğum için gerginliğimi sakinlikle atmaya çalıştım. Zaten o yanımdayken aksi bir durum imkansızdı. Kısa sürede onca güzel hissi yaşatan bir adamdı. Yolculuğumuz sessiz geçtiğinde dahi sıkılmamıştım. Ben yol boyu onu izlerken o ise her fırsat bulduğunda bakmıştı bana. Asla bitmesini istemediğim yolculuğumuzun sonuna geldiğimde oflayarak inmiştim arabadan. Bulut ise gülmüştü benim gitmemi zorlaştıracağını bilerek.
"Maalesef sinema filmimiz araya girdi, aradan sonra kaldığı yerden devam eder güzel hanımefendi, kalp hırsızım." O güzel gülüşlerine iltifatlı alayını aldığında kıkırdadım. Sinir bozucu bir durumun içine girmeden aslında elim ayağıma dolaşmadan okula ilerlesem güzel olurdu.
"Söyle o sinemaya asıl sinemayı daha izlememiş." Anı kurtardı demek istesem de asıl kurtarıcı sınavın başlayacak olmasıydı. Hızlı bir şekilde yanından gülerek ayrılıp okula yön aldığımda bünyemizdeki mutluluğun anlamı farklıydı. Acı çekmiştim, acı çekmişti her ne kadar anlatmamış olsa da anlamıştım.
Bahçedeki kalabalığa aldanmasan hızlıca giriş kapısına yol aldım. Güvenlik kontrollerinden geçtikten sonra sınav yerimi buldum ve sınıfa girdim. Sınıfta bana bakan kişilerin yüzüne bakmadan ortadan üçüncü sıra olan yerime oturduğunda Bulut'un yanındayken giden gerginliğim tekrardan gün yüzüne çıkmıştı. Yanımdaki sırada oturan Asya, bana ne kadar sinirli olsa da elimi sımsıkı tuttuğunda anlamıştı. Sınıfta olan fısıldaşmayı önceden takmazdım fakat şu an ki fısıldaşmanın ana konusu bendim, ailemdi, çocukluğumdu. İnsanlar kendilerine bakmadan konuşmaya çok meraklıydı. Gözü kendini görmeyen her varlık kaçtığı gözler ona çevrildiğinde ruhsuz oluyordu.
Komiktiler.
-bırak kendini beğenmişleri-
Onları bırakalı çok oldu zaten iş ses.
-hayır, şu an onların konuşması seni rahatsız ediyor bırak ne konuşuyorsa konuşsunlar sen kendin ol, her daim-
Neden hayat bu kadar acımasız olmak zorunda ki?
-acımasız olan hayat değil, insanlar-
Tamam iç ses sınava gireceğim başka konulara sapmayalım şimdi.
-sapan sendin ben değil-
Hayır, sen arttın lafı ortaya bende devam ettim.
-bence de bitirelim bu konuşmayı-
Kesinlikle.
Yaklaşık beş dakika sonra görevli öğretmenin sınıfa girmesiyle derince soludum. Etrafı saran gürültü sınav kağıtlarının önümüze gelmesiyle önce azalmış sonra tamamen kesilmişti. Önüme gelen sınav kağıdına baktığımda duygulanmamak elde değildi. Yıllardır süren bir hayatı bitirecek birkaç soruydu. Saat ona geldiğinde hoca sınavı başlattı. Son yaşadığım olaylardan sebeple çalışmadığım sene sonu sınavına girmiştin.
Soruları çözmeye başladıkça rahatlatıyor, kendime geliyordum. Tabii ki bundan sınavımın düşündüğümden daha iyi geçiyor olmasının da etkisi fazlaydı. Yanımda oturan Asya'ya göz ucuyla baktığımda zorlanıyormuş gibi değildi. Hocaya yakalanmadan geri kağıdıma döndüğümde kaldığım yerden devam ettim. Sessiz olan sınıfta belli bir zaman geçtikten sonra ayaklanmalar başladı. Bazı kişiler boş kâğıt verirken bazı kişilerde doldurduğu kâğıdı veriyordu. Her ne kadar kalan birkaç sorumu çözebilecek olsam da dikkatimi sorulara veremiyordum. Gözümün önüne gelen annem ile sorularla uğraşmaya devem ettim. Fakat bir soruyu çözdükten sonra sınavın bitiş zil sesiyle daldığım yerden kendime geldim.
Sınav kağıtlarını teslim ettikten sonra Asya'yla sınıftan çıkıp kalabalık olan okul koridorunda ilerlemeye başladık. "Sınavın nasıl geçti?" Asya benden önce davranarak şu an bütün koridorun konuştuğu konuya giriş yaptığında yüzüme yerleştirdiğim gülümsemeyle bakışlarımı ona çevirdim.
"Düşündüğümden daha iyi geçti, hem de yaşadığım son olaylara rağmen." Bu bir şans mıydı, bilmiyorum. Her ne olursa olsun başarabildiğim için mutluydum. Yıllarımı bunun için harcamışken mutlu olamamak elde değildi.
"Ne! Kızım bu çok iyi." Asya ondan beklenen tepkiyi verdiğinden şaşırmamıştım. Kol kola çıkışa doğru ilerlemeye devam ettik. "Senin sınavın nasıl geçti?" duyacağım cevabı az çok bilsem de içimde bir yerlerde oluşan korkuyu defedememiştim. Hâlâ orada durup bir şekilde hayatı bana zindan etmeye çabalıyordu. Görmedim, görmemeye de devam edecektim. Asya sorum üzerine bakışlarını bana çevirdiğinde yüzünü buruşturmasıyla karşılaştım. Nerede olduğumuzu düşünmeden bütün koridorun dönüp bize bakacağı kadar yüksek sesle kahkaha attı.
-manyak bu kız-
Hem de baya manyak.
-sanki sen çok normalsin-
Biz ne zaman normal olduk?
-bu ara laflarını bana sokmaya başladın nereden geliyor bu cesaret-
Senden iç ses, senden.
-yalancısın-
Senin yalancın.
-rolde çalıyorsun-
Her daim evet, unutma ben bir hırsızım.
-unutur muyuz efenim-
İç sesimle olan bazı didişmelerimden sonra aşırı derecede kahkahalar atasım gelse de hep tutmuştum.
"Kızım çok iyiydi. Dün akşamki kitap hatimim işe yaradı." Bu kızın bu hallerine bayılıyordum. Sevdiği ve istediği bir şeyi elde ettiğinde ondan mutlusu olmazdı ve bu sevincini dışarıya çok iyi şekilde aktarırdı. İyiydi, saftı.
Okuldan çıkıp Bulut'a doğru yürümeye başladığımızda içimde tuttuğumu söylemek için kıvranıyordum. Vereceği tepkiyi şimdiden düşündüğümde kalbim delicesine atmaya başladı. Asya tam yeni bir söze başlayacakken susturup pat diye konuşuverdim. "Asya, sana söylemem gereken bir şey var ama aramızda kalacak?" soruma karşı ilk başta somurttu, haklıydı. Çok geçmeden yüzünü normal haline getirdiğinde konuştu. "Kızım ilk defa bir şey paylaşmıyorsun benimle. Bu lafın kırdı da neyse çatlatmada söyle." Konu aramızda kalacak denildiyse Asya etrafında ne varsa takmaz kaybolur tüm odak noktasını söylenenlere verirdi.
"Asya, biz, biz Bulut'la sevgiliyiz."
"NE!"
Asya verdiği tepkiyle bütün okula sesini duyurmakla kalamamış bildiğin çığlık atmıştı. Fakat onun çığlıkları sevinç çığlıklarıydı. Asya'ya çimdik atmam ile kendine geldiğinde duyduklarının şokundaydı. "Bekliyordum ama bu kadar erken değil," dediği sırada bir diğer şoku ben yaşamıştım. Okula daha fazla rezil olmamak için adımlarımızı hızlandırdık. Bulut'un yanına vardığımızda ise sanki bu anı bekliyormuş gibi potunu kırdı Asya.
"Hadi hayırlı olsun enişte bey."
Şaşkın yüz ifadelerimizle göz göze geldik. Biz şaşkın şaşkın birbirimize bakarken Asya, sırıtmaya devam ediyordu. Adalet işte. Bulut yaptığım yüz ifadesiyle beni anladığında sırıttı. Ne diyeceğimizi bilmiyorduk, nasıl bir tepki vermemiz gerekiyordu, bilmiyorum. Kendi aramızda gülerken yanımıza bizim çocuklar gelmesiyle ortam çoğaldı. Onları görmek bana iyi gelir diye düşünmüştüm ama şu an hiçbir şey hissetmiyordum. Belki de bana baktıkları yüz ifadelerindendi bu soğukluk. Hepsi de birer geçmiş olsun dediklerinde ne kadar sevmesem de o cümleyi kurumuştum, sağ ol! Grup mesajlarına girmiyordum, adam akıllı onların mesajlarına da bakmadığım içindi bu konuşma. Sınav hakkında konuşulmaya başladığında kısa cevaplar verip daha fazla beklemeden Bulut'la okuldan ve yanlarından ayrıldık.
Her birinden daha çok bana soğuk davranan Elif'e takılmıştım. Kötü hissettirmişti. Yalnız kalmıştık büyük üniversite bahçesinde. Gözümün ucuna gelen yaşı tuttuğumda zoruma gitmişti.
"Sevgilim, sınavın nasıl geçti?" okul bahçesinden çıkıp anayola bağlanırken kısa bir bakışla gözlerimin içine bakmıştı. Arabanın içini dolduran çığlığım yüzündeki çapkın gülüşünü büyütmüş, tuttuğu elime sıcak, yumuşak bir buse bırakmıştı.
"Çok iyiydi, hem de düşündüğümden de." çocukluğunu güzel hatırlamayan ruhum onun yanında en çocuksu haline bürünüyordu.
"Tebrik ederim, sevgilim!" o güzel gülüşleri beni benden alıyordu.
"Teşekkür ederim, sevgilim!" Bu kelime ne kadar da yakışmıştı sesime. Bundan sonra bıkmadan söyleyebilirdim. Belki yanına küçük bir iltifat eklenebilirdi ya da lakap. Sevdiklerime lakap takmayı severdim.
-kocam nasıl olur-
Kitap okumuyoruz iç ses.
-yani sadece kitap karakterlerine mi kocam diyoruz-
O, onların lakabı iç ses bizim başka bir şey bulamamız lazım.
-sende söylemen gerekene söylemiyor gerçek bile olmayan adamlara diyorsun-
Ne güzel insanım işte.
-hem de çok-
"Ben annemi arayım merak etmesin." arabaya bindiğimde nereye gideceğimizi bilmiyordum, söylememişti planını. Üzerimdeki kırgınlığı kenara atıp sadece ona bıraktım kendimi. Doğum günümü kutlayan tek kişiydi. Telefonumu çantadan çıkartıp son aramalardan annemi aradığımda sesimi kontrol ediyordum. Çalan telefon ilk çalışta açılmasıyla annemin o güzel sesini duydum. Kadın telefon başında tetikte bekliyormuş.
"Alo! Kızım nasıldı sınavın?" Benden daha heyecanlı olan annemi memnum edeceğimden dolayı sevinerek cevabımı verdiğimde elimi kalbime götürdüm. Delicesine atıyordu. İyi ki dedim o zaman: iyi ki hayatımda sevdiklerim var.
"Çok iyiydi anne. Bütün olumsuzluklara rağmen çok iyiydi." Kulaklarımı dolduran sevinç çığlıkları aradığım huzuru hissettiriyordu. Ailem, sevgilim, arkadaşlarım. Kara bulut üstümüzden çekilmemiş olsa da savaşmaya devam ediyor, dimdik ayakta duruyorduk.
"Sana şükürler olsun Allah'ım. Tebrik ederim kızım." Emeklerimizin karşılığını almanın verdiği gururdu bu. Yıllarını harcadığın anların kahramanıydı. Uzun uğraşların kazandığı gündü.
"Teşekkür ederim, anneciğim!" Annemin arkasından duyduğum sesle afalladım. Kalbimin üstünde olan elim o an daha çok hissetti atışları. Hızlıca dolan yaşlarım sinir etse de huzurun bir başka noktasıydı o ses. Çocukluğumun sesiydi.
"Ben de tebrik ederim, kızım! Başarılarının devamını dilerim!" Erdem Abi yani diğer taraftan da babamın sesiydi o ses. Sevinmiştim. Yaralıydım ben, yaramı saran bir babaya ihtiyaç duymuştum her daim. Yıllar geçmiş büyümüştü o kız ama hâlâ o yaralar yerindeydi. Kanamaya da devam ediyordu. Şimdi ise yaralarımın iyileştiği o andaydım. Bambaşka bir yara kazanırken diğer taraftan kanayan yaralarım kapanıyordu. Babam kapatırken, babam bildiğim kanatıyordu.
Sessizlik sarmıştı arabanın içini. Bulut karışmıyordu, annem ve babam benden gelecek tepkiyi bekliyordular. Radyodan çalan şarkı, basılan kornalar, yürüyen insanlar... Gözlerim her birinde gezinmişti, ne diyeceğimi bilememiştim. Karmaşıklık en net şekilde kendini göstermeye devam ediyordu. Onca güne rağmen bu duyguları yaşamaktan kurtulamıyor daha çok çekiliyordum içine. "Teşekkür ederim!" sesim sessiz bir fısıltı gibi çıktığında kalbim kırılmıştı. Alışabilmiş değildim adam akıllı. Bazen rahatça konuşabiliyorken bazen de kekeliyor, ne diyeceğimi bilmiyordum.
Araftaydım.
Aramızda oluşan hissi daha fazla onlara hissettirmek istemediğim için geç geleceğimi söyleyip telefonu kapattım. İki haftadır hayatıma alışmaya çalışıyor, çalıştıkça daha çok sorularla karşılaşıyordum.
Babam! Ne zaman diyecektim? Nasıl diyecektim? Bambaşka bir şekilde büyümüşken şimdi nasıl olacaktı bu? Nasıl başaracaktım? O kadar çok soru vardı ki babamla aramızda hangi birine cevap arayacağıma şaşırmıştım. Evet, iki hafta boyunca birbirimizle vakitler geçiriyor sohbet ediyorduk ama yeterli gelmiyordu. Bazen fazla bile geliyordu. İlk başta benim çocukluğumla aramıza ördüğüm soğuk duvarı kaldırmam gerekiyordu. Eğer başarabilirsem her şey benim için daha kolay olacaktı. Derin düşünceler içinden bir diğerine atlarken Bulut'un sesiyle kendime geldim.
"Sevgilim, bir sıkıntı mı var?" Bulut yine korumacı tarafa geçerken sadece gülümsedim. Ona da acımasız davranıyordum. Benimle uğraşmak zorunda değildi. Beni çekmek zorunda değildi. Ama yapıyordu. Her şeyi benim için yaparken ona kötü davranamazdım. Hele ki bir de ona sırılsıklam aşıkken.
Bu kadar hızlı aşkın varlığına inanacağımı sanmamıştım.
"Hayır, sevgilim bir sıkıntı yok, sadece babam da tebrik etti." içimde kalmasını istemediğim için onunla paylaştığımda ilk başta yaralandığını hissettim.
"Ne güzel işte!" benden daha çok sevinmesi, buruk gülümsemesi açıklıyordu gerçekleri. Belki de benimle aynı düşünmüyordu. Zaten o benimle aynı düşünmezdi o sadece beni düşünürdü. Kısa sürede çözmüştüm onu, kendinden önce gelirdi sevdikleri. Yaralarını saklardı, söylemez, içinde yaşardı. Canı yansa da susardı, yanmasa da. Sessiz savaşır, sessiz oynardı.
"Bulut, babama baba diyebilecek miyim?" Kafamdan geçen sorulardan birini sorarken dahi haksızlık yapıyor gibi hissediyordum. Onu zorlamak istemiyordum ama gözleri dolmuştu. İşte o zaman Bulut'u öğrenmek, çözmek istedim. Her şeyiyle yanında olmak istedim lakin o sessiz kalmaya devam etti. Bende sormadım. Bencilceydi.
"Ben bunu başaracağına çok inanıyorum Dila, babana baba diyeceksin hem de olması gereken yerde. Kendine inanmak zor geliyorsa bana inan, bana güven!" Tekrardan elimi tuttuğunda varlığını iliklerime kadar hissetim. Yanaklarımdan aşağıya süzülen gözyaşımı boşta kalan elimin tersiyle sildiğimde yola baktım. Sıcaklığını hissettikçe daha sıkı tuttum ellerini. O eli salmamak yeni gayemdi.
Bana neyin iyi geleceğini biliyor oluşu şaşırtıyordu. Çok iyi tanıyordu beni, düşüncelerimi, hislerimi...
Belki de hep benim varlığımı hissettiğindendi. Hep yanımdaydı. Bazen garipsediğim boşluk hissi Bulut olabilir miydi? Benim gibi o da hissetmiş midir ki beni? Onun varlığına hep bilen bir tarafım var mıydı gerçekten?
Hayatımı düzene sokmaya çalışırken güvende hissettiren bu duyguyu anlamaya çalışıyordum. Uzaktı bana, onunla oldukça tanımlarını buluyordu. Boşluk hissi bugünlerde tamamlanmıştı. Kabul ediyorum, hayat ansızın gelişen bir yerdi. Umduğunu değil karşına çıkanla savaşıyor, onunla var oluyordun. Gelmesini beklediğim adam birken gelen ikiydi. İki farklı kalp, iki farklı ses, iki farklı koldu.
Bir lekeye, iki muhafız.
Bir çocukluğa iki kahraman.
Bir sevgiye iki gerçek.
Saklananlara rağmen iyi ki gerçekler.
"Araba sürmeye ne dersin, küçük hanım?" Yine derin düşüncelerimden savuran Bulut'un sevecenli sesiydi. İçimde yeşeren çocukluğum bulunan teklifle dünyaların sahibi olmuştu. Benim çoktan öğrenmiş olmam gereken şeyi şu an öğrenme yolunda olmam ise komik duruyordu.
-bazı gerçekleri ben söylemeden fark etmen ne kadar hoş-
Nerede kalmıştın sen ya, çok özlettin kendini.
-canım benim ne çok seviyorsun beni-
Her zaman severim unutma.
-unutturur musun-
Unutturmam.
"Harika olur," dediğimde karnımdaki kelebekler varlığını hissettirdi. Titreyen vücuduma ayak uydurmakta zorlanıyordum. Sürekli böyle titremeye devam edersem yaşayamazdım. Her şey anıyla güzelken ben onu mahvedemezdim. Yanımdaydı, hep olacaktı o yüzden daha fazla heyecanlanmamalıydım. Her şeyi anıyla yaşayıp tadını çıkarmalıydım. İnanıyordum ve inanmaya da devam edecektim: o varsa ben vardım.
"Tamam o zaman. Biraz bekle araba süreceğin yere gidelim." Benim kadar heyecanlı olduğunu hissediyordum. Onunla her şeyi en güzeliyle hissetmek verilen en güzel hediyeydi. Yirmi iki yaşımın en güzel hediyesi.
"Emredersiniz komutanım!" dilimin ucuna geleni saklamadan söylediğimde aramızda oluşan yüksek kahkahalar diğer arabaların camlarını çatlatacak derecedeydi. Öyle güzel güldü ki beni benden aldı. Daha fazla dayanamadım ve yüzünü bana çevirip dudağına küçük bir öpücük kondurduğumda yanaklarım yanmaya başlamıştı. Yola odaklı olduğu için ilk başta afallasa da gözlerinde oluşan tutkuyu görmüştüm. Her şeyden çok şu an bana karşılık vermek istediğini anlamamak aptallık olurdu. Karşı atakta bulunamadığı için hesabını ilk fırsatta soracaktı biliyordum. Kırmızı olmuş al al yanaklarımı düşünmek bile istemediğim için yola odaklandım.
Arabada çalan şarkı ile kendimizden geçmemizi sağladığından keyfimiz yerindeydi. Bulut'un parmakları direksiyonda şarkıya ritim tutarken şaşkın şaşkın baktım ona. Şarkı ritmini yükselttikçe ona eşlik etmeye başladık, kafayı sıyırmıştık. Delirmiş gibiydi hem araba sürüyordu hem de dans edip şarkı söylüyordu. Ben ise kahkaha atarak ona eşlik ediyordum. Şarkı hızlı ritmine devam ederken Bulut bir anda sustu. Çok geçmeden arabayı kenara çektiğinde bakışlarım ondaydı. Ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışıyordum. Elaları, yeşillerimde kaybolduğunda ellerimi avuçlarının içine aldı.
Kalbim lütfen yerinde kal.
"Yine bana gel." Sustu. Derin bir nefes aldı. Değişikti. "Beni deli deli sev." Masumiyetlik akıyordu o güzel ela gözlerinden. Gözlerini kapatırken yanındaki camı açıp derin bir nefes çekti içine. Gözlerini açtığında gözlerime odaklandı. "Beni yine, yeni, yeniden sev."
Varlığımı unuttuğum saniyelerde arabada çalan şarkının sözlerinden birkaç tanesini söylerken eriyordum. Her söz bin kat daha zirveye ulaştırıyordu. Kayıp kız mutluluktan yağmur yağdırıyordu. Tek onun sesi vardı kulaklarımda, dünyamda. Ne yapmaya çalıştığını anladığımda ise beni susturması bir olmuştu. Sağ işaret parmağı dudaklarımın üzerine yerleşmişken en içten körelen duygu daha da belli ediyordu kendini. Benden ayrılmadan konuşmaya devam ettiğinde sadece ondaydım.
"Sevgilim, beni her zaman, her an, her şeyle sev. Beni ben olduğum için, benimle kendin olduğun için sev. Beni deli deli sevki senin ruh hastan olayım. Doktorun olup seni yine ve yeniden seveyim. Baktıkça her ayrıntına âşık olayım. Seninle sen olduğun için olayım. Her zaman, her an, her saniye beni sev, benimle ol çünkü ben seni ömrümün sonuna kadar hep seveceğim."
Duygularımın açıklanacak bir anlamı yoktu. Şaşkın şaşkın bakıyordum gözlerinin içine. Söylediklerine karşı al al olan yanaklarıma baktığında yüzünde oluşan arsız bir tebessüm... Durdu! Gözlerimin içendeydi, elinde olsa daha da içine girecekti. İrisleri aşağıya dudaklarıma indi yutkunmuş alev olmamı sağlamıştı. Hiç düşünmeden, çelişkiye düşmeden dudaklarını dudaklarımla buluşturdu. Şu an beni öptü, öptü... İlk defa bu anın içindeymiş gibiydim daha az önce öpen ben değilmiş gibi. Son ses gelen manga şarkısı şahitlimizdi birleşmemizin.
*Seni hep kollarımda*
*Yine bana gel*
*Yan yana yine beni sev*
Yan koltuğunda olmama rağmen elleri belimi bulup kendine çektiğinde daha çok yapıştım dudaklarına. Öpüşmemiz şiddetlenirken ellerim onun yüzündeydi. Gözlerimi kapattığımda sadece sıcaklığını hissediyordum. Kulaklarıma dolan şarkı bize eşlik etmeye devam ederken utanmaz gibi onunla ilgilenmiyorduk. Demiştim ama bunun hesabını ilk fırsatta soracak diye.
-terbiyesizsin-
Sanki sen değilsin!
*Hadi beni yine sev*
*Beni deli deli sev*
*Beni yine yeni yeniden sev*
Dudaklarımız birbirinden ayrılınca boşluğa düşmüş gibi hissettim. O boşluk hiç gitmeyecek gibiydi. Derin bir nefes çektiğimde içime yavaşça yutkundum. Gözlerimi açtığımda yanan gözleriyle karşı karşıyaydım. Soluduğum karbondioksitler beni yok edecek gibiydi. "Seni hep seveceğim, seninle sonsuza kadar delireceğim, sevgilim!" Ve büyülü an.
-ne büyülü andı ama-
Lütfen daha fazla bir şey söyleme iç ses, lütfen!
-susmam, susamam-
Tamam susma ama şu an değil, gerçekten şu an değil.
-hadi bu seferlik iyilik yapıp seni tutkunla baş başa bırakayım-
Gerçekten çok iyilik yaptın ya.
Yaşadığımız romantik zamandan yarım saat sonra araba süreceğim alana gelmiştik. Arabada şoför koltuğuna oturana kadar her şeyin kolay olduğunu düşünüyordum fakat şu an elim ayağıma dolanıyordu. Bana gülen Bulut'u direk es geçiyorum.
"Şimdi en sondaki debriyaj, ortadaki fren ve en sağdaki büyük olanda gaz!" Kıs kıs gülerek konuşan Bulut'a sinirli bir bakış atmam ile ciddiye büründü. Bir zahmet alay konusu olmayayım, teklif eden o, kay eden yine o. Olmazdı böyle iş. Neyse ki ters bakışım işe yaramıştı.
-hah şöyle hanımcı ol-
"Şimdi debriyaja sol ayağınla sonuna kadar bas ve kontağı çevir!" Bulut'un dediklerini birer birer yaparken söylemeden geçememiştim. "Bu kadarını biliyorum herhâlde o kadar salak değilim." Yanı başımda sinirlendirmeye devam etmeye devam etti. "Tabii ki salak değilsin ben sadece en baştan anlattım her şeyi iyiliğin için," yüzümde gördüğü bakışlar etki etmiş olmalı ki hızlıca toparlamaya geçmişti. Bu sefer alaycı gülüşler bendeydi. Dediğini yapıp arabayı çalıştırdığımda çok heyecanlanmıştım, tirtir titremiştim.
"Ayağını debriyajdan kaldırma ve sağ ayağınla frene biraz bas!" Yavaşça ayağımı frene dokundurdum. "Şimdi vitesi bire at!" Bu kısımları bilmiş olsam da Bulut'a pür dikkat odaklanmıştım. "El frenini de indir!" Sakinliğimi koruyarak titreyen parmaklarımla el frenini tuttum, düğmesine basıp aşağıya indirdim. "Aferin, çok güzel! Şimdi ayağını frenden çek! Sonra da ayağını debriyajdan yavaşça çek," adım adım ilerlemesine hayrandım. Ayağımı gazdan çektiğimde sol ayağımı da dediği gibi yavaşça debriyajdan çekmeye başladım. "Şimdi biraz gaza dokun ve dümdüz önüne bak!" Ayağımı debriyajdan yavaş yavaş çekerken birazda gaza dokunduğumda araba hareket etmişti.
"Yaptım, Bulut, yaptım!" Başarmış olmanın verdiği sevinçle çığlık atmıştım. Çok farkı hayal etmiş bu anı, her ne kadar farklı olsa da şu an ki anı daha çok sevmiştim.
Yavaşça Bulut'un söylediklerine uyarak araba sürmeye başladığımda hâlâ inandırıcı gelmiyordu. Kalkarken, dururken birkaç defa arabayı istop ettirsem de pes etmedim ve tekrar tekrar denedim. Yaklaşık iki buçuk saat sonra ilk andan daha fazla ustalaşmış olsam da kurt gibi acıktığımdan durmuştum. Diğer koltukta oturan, karnının sesini duyduğum Bulut'a baktım. Sessiz anlaşmamız ile yemek, yemek için yola koyulduk.
Yol boyunca ettiğimiz delice sohbetlerimiz bizi mekâna hızlı ulaştırdı. İstanbul'un gözde mekânı olmasına rağmen sessizdi ortalık. Yoldan vızır vızır geçen arabalara sırtımızı dönüp mekânın girişine doğru yöneldik. İçeri girmemizle büyük bir tufan koptu.
"SÜRPRİZ!"
Gözlerimi mekânda gezdirdiğimde herkesin burada olduğunu gördüm. Kalabalığın arkasından elinde pastayla gelen annemi görünce gözlerimden yaş aktı. Bana yaklaşmasıyla bir tufan daha kopmuştu. Telefonlardan çekinen videolara aldanmadım, nasıl gözükürüm derdine düşmeden akıttım yaşlarımı.
"İYİ Kİ DOĞDUN DİLA!"
Herkes doğum günümdeydi. Okulda kimi sevmişim kimi sevmemişim hiç takılmadan herkes davet edilmişti, şaşırtan ise her birinin gelmiş olmasıydı. Etraftakilerin gözlerine baktığımda herkesin hangi vazifeyle burada olduğunu anlamıştım. Çoğunluk o aşağılayıcı bakışlarını atmak için gelmişti. Okulun başarılı öğrencisi olduğum için pek beni sevmeyen onlarsa şu an doğum günü partimdeydi.
-e meraktan kızım-
Dedikodu yapacak konu lazım oldu herhâlde iç ses.
-anca dedikodu yapar onlar zaten sen gül gerisi önemli değil-
Yine beni telkin ediyorsun.
-evet, ediyorum hatta arttırıp diyorum ki: sevdiğin kimse seni unutmadı her şey bir sürprizden ibaretti-
Umut etmiştim biliyor musun iç ses, bir şey olacağına inanmış etmiştim.
-iyi ki de etmişiz bak ne güzel oldu-
Çok güzel oldu.
"ÜFLE!" Hep bir ağızdan gelen çağrının arasından kısa süre ne hissettiğime baktım. Mutluluk vardı kalbimin bir köşesinde. Ne kadar sevinsem de diğer taraftan sızlıyordu kesikler. Büyükçe çizim atılmıştı yaşamıma ve bu çizik kendini çok güzel hissettiriyordu. Akan yaşları elimin tersiyle silip mumlara eğildiğim sırada Asya var olan tüm gücüyle restoranı inletmişti.
"BEBEĞİM, DİLEK TUT!
Acınası bir halde gibi hissetmeme rağmen dileğimi dilediğimde usulca mumları üfledim. Misafirler alkış yaparken sahteyle gerçek arasında kalmış gülücüklerimi kuşandım, gözlerim uzunca babamda kaldı. Nedense bu sürprizin onunla alakası varmış gibi hissediyordum.
-sevindik, bizi düşünen babamız var-
Hayaller gerçekleşiyor iç ses, yıllar yıllar önce dilenen dilek bugün gerçekleşti.
-baban yanındayken üfledin mumları-
Evet, babam yanımdayken tamamlanmış hissiyle üfledim mumları.
-umarım bu seferki dileğimizde tutar-
Umarım iç ses, umarım.
Kesik olan tüm yaralarım sevdiğim bütün kişilerle iyileşsin, temiz bir sayfayla yeniden yazalım başlangıç; yara almadan, saklanmadan, oyunlar oynamadan.
Kutlamaları birer birer kabul ettikten sonra yemek masalarına oturmuştuk. Kurt gibi aç olsam da sakince yemiştim yemekleri. Yanı başımda oturan annem, diğer yanı başımda oturan ise babamdı. Sevdiğim adam ise tam karşımda oturuyordu. Asya çaprazımda otururken Bulut ile sohbet halindeydi. Annemin yanında oturan Naz ise bizim çocuklarla karşılıklı oldukları için sohbet halindeydi. Tanıdığım, tanımadığım herkes masalarda boş bulduğu yere oturmuş bir şekilde sohbet halinde olacak birilerini bulmuştu. Kimin neyi konuştuğunu kestiremediğim için önümdeki yemekle ilgilenmeye devam ettim.
"Sürprizi sen mi planladın," sesimi zorda olsa ayarlayabildiğimde duyulmamak için kısık sesle konuşmuştum babama. Onca sese rağmen ilk andan beri beni duyan babam ise yüzündeki gülümsemeyi silmeden masanın altında kalan elimi tuttuğunda duygusallığa daha da yaklaştım. Yeni toparlanmışken şimdi tekrardan dağılmak istemediğim için içimden defalarca kez telkinde bulundum. "Kaybettiğimiz yılları telafi edemeyiz biliyorum ama yeni anılar yazarak o geçmişe büyük bir çizik atabiliriz kızım," geçirdiğimiz günlere rağmen kurduğu en uzun cümlelerden biriydi ilk yüzleşmemizden sonra. "Evet günlerdir beraberiz farkındayım fakat bugün bizim başlangıcımızın miladı olsun istedim, seni düşündüğünden daha çok sevdiğimi hisset istedim. Bana uzattığın eli sımsıkı tuttuğumu gör istedim. Dilerim ki bu el bir ömür elimin içinde olur.
"Dürüst olmak gerekirse küçükken hep bu anın hayalini kurmuş bir gün gerçekleşecek olmasının umuduyla yaşamamıştım. Belki de kendimi ayakta tutabilmek için yarattığım bir hayalden başka bir şeyde değildi ama yıllar sonra tamda istediğim şekilde gerçekleşmiş olması bile mucizeydi." Elimi çekmemiştim, gözlerim gözlerinin içindeydi ve emimin ki birkaç kişinin odak noktasındaydık. Aldanmadım hiçbirine sadece babamda kaldım. "Evet, beklediğim adam sen değildin, evet bu geceyi seninle hayal etmemiştim ama ona rağmen sadece elimi tutuşunla bile kat kat fazlasını yaşattın. Belki sana o cümleyi söyleyemiyorum ama kalbimin en derininde hissediyorum varlığını," baba, keşke içimden geçtiği gibi seslide söyleyebilseydim. Yanağından aşağıya süzülen yaşını gördüğümde boşta kalan elimin içiyle sildiğimde elim yüzünde kaldı. Kirli sakallarını hissederken yaşlar akmaya devam ediyordu. "Teşekkür ederim, kahramanım; teşekkür ederim yaşattığın her duygu için. Yıllar geçmiş olsa da iyi ki varsın!" Akan yaşlarımı da bu sefer babam sildiğinde kollarıyla sarmalamıştı beni. Gövdesine sindiğimde odunsu kokusunu içime çektim.
Asla unutmayacağım tek doğum günümdü.
Babamla sarılmamızın üzerine bir alkış tufanı daha olduğunda dahi hemen ayrılmadık. Ağlamamış yerinde durdurmuştum yaşlarımı. Babamın yan tarafından gelen sesi tam olarak anlamasam da sahibini tanımıştım, dedemdi. Restorana ilk girdim dakikalarda görmüştüm her birini, onlarda bizim gibi yeni duruma alışmaya çalışıyordular. "Teşekkür ederim kızım, bana yaşattığın her an için onlarca kez teşekkür ederim." Huzurlu gövdesinden ayrılmadan önce kulağıma fısıldamıştı cümlelerini. Yemeğe geri döndüğümüzde ise bize duygulu bakış atanlar çoktu: annem, anneannem, babaannem, dedem, Asya, Elif, Bulut, Naz, teyzem...
Doğum günümü hatırlayanın tek Bulut olduğunu düşünürken babamın bana sürpriz yapması aşırı mutlu etmişti her ne kadar sızlayan kesikler olsa da. Yeni yaşım bana bir şeyler katmaya ilk günden başlamıştı ve asla da durmayacak gibiydi. Üzüntüler bile bir sürprizle geçiyorken benim kalp sancım niye sevgilere rağmen geçmemişti, bilmiyorum. Üzüntülerim de aynı sıvılar gibiydi; bulundukları kabın şekillerini alıyordu. O an neysem onlarda öyleydi. Benim ne halde olacağımı düşünmeden atılan adımlarda öyleydi koca bir çıkmaz.
Güzel kahkahalar ve sohbetler eşliğinde yemeklerimizi yedikten sonra mekânda müzikler çalmaya başlamıştı. Oynayacak havamda olmasam da kalkmış bir iki şarkıda eşlik etmiştim oynamalara. Pasta kesimine daha olduğu için dışarı bahçeye çıkmaya karar verdiğimde oynayanların arasında sızdım. Yavaş adımlarla yürürken gördüğüm bazı kişilere selam vererek kendimi bahçeye attım. Aldığım temiz hava beni düşüncelere iterken duyduğum sesle irkildim.
"Dila, müsaitsen konuşabilir miyiz?" Arkamı döndüğümde Elif'le karşılaştım. Çekingen bir sesle sormasına rağmen teklifini kabul ettiğimde ilerdeki bankı göstererek oturmaya yönelttim. "Tabii, gel şöyle oturup konuşalım."
Sağ tarafımızda kalan banka oturduğumuzda parmaklarımla oynamaya başladım. Bahçe içeriden gelen şen kahkahalarla ve hoş sohbetlerle doluydu. O güzel ortam huzur bulmak için defalarca izlenebilirdi. Aynı benim yaptığım gibi. Öğlen sınav çıkışı ve günlerdir Elif'in soğuk davranmasından dolayı ne diyeceğimi bilmediğim için susuyor ondan gelecek olanı bekliyordum.
Sessizdik. Konuşmak için defalarca hareketlenmişti ama yapamıyordu. Ne söylemek istiyordu da bu kadar zorlanmıştı? Korkuyordum, Elif'in sessizliği beni korkutuyordu. Onu anlamak istiyordum ama şu an bu olanlara bir anlam yükleyemiyordum. Her zaman sevecen olan Elif miydi bu sessiz kız? Benimle kavgalar eden kuzenim nereye kaybolmuşta yerine sessiz kızı bırakmıştı.
Sessiz kalmayı bende seçmiştim hem de defalarca kez. Neye inanmak istemiştim bu sessizliklerimde ya da ne istemiştim sessizliklerimle? Sessiz kalmayı bir çözüm yolu olarak görmemin sebebi neydi peki? Nedenler ve niyeler peşlerimizi bu denli bırakmazken sessizliklerde kalmayı tercih ediyor, içimize çekiliyor kendi başımıza savaşmayı seçiyorduk.
Sürekli bir seçim ve tercihler içindeyiz. Hep bir şeylerin arasında kalıp seçim yapmak zorunda bırakılıyoruz. Zorda kalmayı bile tercih ettiğimiz bu hayattan ne bekleyebiliriz ki? Tercihlerimizin içinde boğulduğumuz sürece bir beklenti içinde olmamalıyız.
Kaç bank şahitlik etmişti sessizliklere? Kaç bank ağlamıştı bizimle sessizce? Kaç bank mutlu olmuştu bizimle? Şu an oturduğumuz bu bank kaçıncı sessizliğine şahit oluyordu? Onlarca insanların gerçek dostuydu bu sessiz banklar.
Bizimle ağlar, bizimle gülerlerdi. Bizler onlara ne aktarmak istersek onu aktarırdık. Hiç düşünür müydük ki onların da duygularının olabileceğini? Bizim kendi aramızda anlaşabilmemiz için bir dil varken cansız varlıkların kendi aralarında anlaşabilmeleri için bir dilleri var mıydı? Onlarda bizler gibi olamazlar mıydı?
-şu an bir bankla ilgili empati yapıyor olamazsın Diloş-
Haklıyım iç ses.
-tabii sen haklısın ben karışmayayım en iyisi-
Artık yorulmuştum sessizliklere. Aslında ben her şeye için çok yorulmuştum. Ne yapmam gerektiğini düşünmekten de yorulmuştum. Ben yorulmuştum...
Elif sessizliği bozmayı istediğini her hareketinden belli ediyordu ama yapamıyordu. Ne kadar zaman geçmişti bir fikrim yoktu. Oturmuş gecenin karanlığında parlayan yıldızları izliyorduk. Parlayan yıldızlar kadar parlasaydık belki burada olmazdık. Belki bu kadar zorlanacağı konuşmayı yapmak zorunda hissetmezdi, Elif.
Peki, benim hissizleşmiş olmam! Hiçbir şey hissetmiyordum. Hiçbir şeye karşı bir his barındıramıyordum içimde. Soğumuştum her şeyden, herkesten. Eskisi gibi olmayacağı içindir belki de bunlar. Her şey onun bir daha olmayacağını anladığımız zaman yitiriyordu kendini.
"Dila!" Zor da olsa başarmıştı sessizlikten çıkmayı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes çekti içine, sanki her şeyi temizlemek ister gibiydi. "Ben senden, sizden çok özür dilerim!" tekrardan sustuğunda bu zorlandığı ve kekelediği içindi. Kekeliyordu çünkü sesi titriyordu. Gözünden yaş akmasıyla afalladım. Anlam vermek istiyordum, Elif'i anlamak istiyordum.
Lütfen Allah'ın, lütfen düşündüğüm şey olmasın!
"Ne özürü diliyorsun, Elif anlamıyorum?" Sesim belki soğuktu belki de hissiz ama çıkmıştı ağzımdan. Yaralayıcı bir ton muydu, bilmiyordum. Elif, kendini tutmaya çabaladıkça bir yerlerde canı yandığındandı kararsızca oturuşu. Konuşmak istiyordu ama onu engelleyen düşünceleri var gibiydi.
"Eğer seni o gün ikna etmeye çalışmasaydım, bu yaşananlar hiç yaşanmayacaktı. Ne sen böyle bir yük alacaktın ne de teyzem bu denli acı çekecekti." Gözünden akan yaşlar hiç durmadı. Dolan gözlerim akmak için beklemedi bile. İkimizde ağlıyorduk, sessizce. Zorlanıyordu! Anlamıştım.
"Elif!" ismini söylerken titreyen sesime mi yoksa ismini uzatmama mı şaşıracaktı ki. Zorlanmıştım, aynı Elif gibi! "Yaşananlar hiçbir zaman," durdum, derin bir nefes aldım sessiz ağlayışımın arasından. "senin suçun olmadı. Böyle düşünme lütfen!" Nefes verdim. Onunla bütün acılarım gitsin istedim. Gitmedi, hatta battıkça battı kalbime.
"Hayır, Dila eğer partiye seni ikna etmeseydik gelmeyecek annenin yanında olacaktın ve her şey şu ankinden çok farklı olacaktı." Sesi titremişti hem de her kelimesinde. Neden böyle bir konuşma yaşıyorduk anlamıyordum. Anlamak istemiyordum.
"Yapma Elif, lütfen yapma! Çok zor, bu olanlar, duygularım hepsi çok ağır. Ben her saniye bunu düşünüyorum. Gitmeseydim diye binlerce kez dedim. Binlerce kez pişmanlığını yaşadım. Anladım ki ne çok ağırsa ne çok zorsa peşinden gelen pişmanlıktandı." Öyle bir baktı ki gözlerimin içine orada ölmek istedim. "Çok yoruldum, Elif! O kadar çok yoruldum ki hissizleştim. Hiçbir şey hissetmiyorum, hissedemiyorum; çok ağırlar, taşıyamıyorum. Bana sende bir yük yükleme, lütfen!"
İnsan doğum gününde ağlar mıydı? Ben ağlamıştım. Kollarımız birbirini sardığında akmaya başlamıştı yaşlarımız. Ağlamak istemiyorum dedikçe daha çok çok ağlamaya başlamıştım. Bu duygusallık delirtiyordu. Bütün yüklerimle orada yüzleştiğimde ilk kez orada yenildim. Oradan çıkınca savaşıma devam edecek, kendimi kaybetmeden bütün olanların hesabını soracaktım. Yaşattıklarını yaşatacaktım onlara. Yarım kalan vedayı tamamlayacaktım. Yarım kalan her şeyi tamamlayacaktım.
Hiçbir şey yarım kalamazdı, kalmayacaktı.
Yokluğumuzun anlaşılmaması için kendimize çeki düzen verdikten sonra içeri girdik. Fakat ondan önce teşekkürümüzü eksik geçmemiş yaralasa da şükretmiştik bu konuşmaya.
"Teşekkür ederim, Elif çok iyi geldi." içimde biriktirdiklerim susmaya devam ederken az da olsa dışarıya dökebildiklerim içindi bu teşekkür.
"Ben de çok teşekkür ederim, bana da çok iyi geldi." Yaşlarımız silindiğinden rahatlamış haldeydik.
"İyi ki varsın, kuzen!"
"Sen de iyi ki varsın, kuzen!"
Mekâna geri giriş yaptığımızda eğlencenin devam ettiğini gördüm. Gözlerim ilk başta diğer yarıma kaydığından Aslı ve Ege'yle konuştuğunu gördüm. İçerdeki hoş sohbetleri izledim, defalarca kez izledim hem de. Ortamı saran hoş sarı renkli ledler lokantaya farklı bir renk katmıştı. Duvarları piramit taşlarla kaplıyken eski bir hava hissi veriyor olması da güzelliğine etki etmişti. Oynayanlardan gözlerimi ayırıp sultanıma baktığımda gülerken görmek çok mutlu ettiğinden rahatça nefes verdim. Onun toparladığını görmek iyileşmemi dahada hızlandırıyordu. Etrafa gülücükler saçan annemi geçtim. Babama baktım. Ne zaman baba diyeceğimi bilmiyordum ama baba sıcaklığını alabiliyordum. Karizmalığına laf yok.
Karizma demişken gözüm tekrardan diğer yarıma kaydı. Beni benden alan o tatlı gülüşü yüzündeydi. Saçları yorgunluktan dağılmış olsa da çok yakışıyordu. Onu gözlerimi almadan defalarca izleyebilirdim. Sadece onu izleyebilirdim.
-tamam en aşık sensin-
Evet, benim.
Eğlencenin ardından bir saat daha süren parti pasta kesiminden sonra bittiğinden ayrılmalarda yaşanmıştı. Bana yaptıkları sürpriz parti çok iyi geldi demek istesem de idare etmişti. Toparlanmamda etkisi büyük olacağından emindim. Hatta benle kalamayarak anneme de çok iyi gelecekti. Yüzündeki gülümsemenin geri gelmesinin kahramanı babamdı. Hayatımıza girdiğinde acı çeksek de yarabandı olmayı başarmış yapıştırmıştı usanmadan.
Annemle eski günlere dönme isteği kafamdan çıkmıyordu. Uzunca düşünür hatırlardım o günleri. Yalnızdık, beklentilerimiz vardı hayattan. Tutunduğumuz dallar bizdik, hayallerimizi ayakta tutanda bizdik. Ne olursa olsun her daim yan yana olmayı başarmıştık.
Parti bitip herkes gittiğinde Bulut'tan ayrılmak biraz zorlasa da artık beraberdik ne zaman istersem birlikte olacağımızdan çok da takılmamıştım. Verilen hediyeleri babamla bagaja koyduğumuzda çocuktum. En son kalan arkadaşlarımla da sarılıp ayrıldıktan sonra günün bitiyor olmasına sevinmiştim. Aradan zaman geçse de kalabalık içinde olmak bir yerden sonra sıkıyordu. Arabada arka koltukta oturmuş anne ve babamın yüzlerindeki gülücükleri izleyip gülüyordum. Mutluydum ve bundan delice korkuyordum. Onları izlemek bana iyi geliyordu. Mutlu olduğun şeyleri defalarca kez izlemek daha da mutluluk getiriyormuş. Annemle babam sohbet etmeye başladığında yorulduğumdan onları kendileriyle bıraktım.
Telefonumu elime alıp gelen mesajlara bakmaya başladım. Binlerce mesaja baktıktan sonra Naz'dan mesaj geldi. Partide daha yeni görüşmüştük ama yine de yazmıştı.
Naziş: Aşkım itiraz kabul etmiyorum, yarın sabah kahvaltıda bende olacaksın.
Naziş: Nokta!
Mesaja o kadar çok güldüm ki annem arkasına dönüp niye güldüğümü sorduğunda dahi cevap verememiştim. Benim gülen halime şahit olduklarından onlarda gülmüş araba bizim kahkahamızla dolmuştu. Sinirlerim o kadar bozuktu ki güldüğüm bu durum bile kendinden şüphe ederdi. Gülmekten karnım ağrıyınca mesaja geri dönmeyi akıl ettim. Geldiğim halden zorla yazdığım mesajı on saat sonra gönderebildiğimde hâlâ gülüyordum.
Dila: Tamam, siss! Yarın sabah onda orada olacağım.
Kahkahamı durdurduktan sonra anneme ve babama dönüp eşlik ettim. Babam araba sürmeye devam ederken radyodan çalan şarkıyı söylüyorduk. Evin önünde durduğumuzda annemle arabadan indiğimizde babamın inmeyip açtığı camdan konuşması beni şaşırttığından yaşanan karmaşıklığı çözmeye çalıştım. Bizimle kalmaya devam ettiği günlerdeyken bugün inmemesi garipti. "İyi geceler hanımlar, yarın görüşürüz." Babamın söylediklerinin üstüne şaşkınlığım devam ederken annem bunu bekliyormuş gibi geri cevap verdi.
"Görüşürüz, hayatım."
Babamın arabayla evin önünden ayrılması üzerine annem koluma girdiğinde binaya ilerledik. "Anne ne oluyor?" dediğim sırada küçük dilimi yutacak dereceye gelmiştim. "Bir şey yok kızım sadece baban bu gece bizimle kalmayacak." sakindi, aklında gezen tilkiler karmaşıktı. "Neden ki?" varlığını kaybetme korkusu bedenimi sardığında annem aynı sakinliğiyle tekrardan konuşmuştu. "Azıcık daha sabır kuzum sonra anlayacaksın." Beni bekleyen bir sürpriz vardı zannımca. Asansöre bindiğimizde aynadan dağınık saçlarımıza rağmen poz verip resim çekindik. Dördüncü kata çıkan asansörden inip evin kapısına açıp karanlığın hâkim olduğu koridorun ışığını açıp eve girdik. Hala olaya anlam verememişken annemin oturma odasının ışığını açmasıyla şoka uğradım.
"Anne! Gerçekten mi? Planın bu muydu?" koltukların üstüne bırakılmış iki battaniye, önündeki masanın üstünde olan içecekler ve aburcuburlar...
"Eski günlerdeki gibi kızım." Pijama partisi diye bağırmak isteyen sesimi susturup sıkıca sarıldım anneme. "İyi ki doğdun yaşam sebebim, iyi ki seni doğurmuşum bana en iyi gelen ilk kişisin." Doğum günümde kutlasa da asıl hediyesini verdiğinde tekrardan en içten şekilde kutlamıştı.
"İyi ki varsın anne, çok teşekkür ederim." On dakika sonra buluşma şartıyla odalarımıza pijamalarımızı giymeye dağıldığımızda zıplaya zıplaya ilerlemiştim odama. Yüzümüzdeki büyük gülümsemeye minnettardım. Bu gece aldığım en güzel hediyeydi annem, düşüncesi. Odama girdiğimde yüz ifademi ayna da görünceye kadar bu kadar neşeli olmamıştım. Her şeyi unutmuş ve annemle eskisi gibi olmanın sevincinin içindeydim. Sabaha kadar sohbet edecektik. Daha neler, neler yapacaktık kim bilir... Dolabımı açtıktan sonra sarı renk olan penguen desenli pijamamı giydim. Çantamdaki telefonumu çıkarıp Bulut'a mesaj attım. Malum gece konuşma sözü vermiştik birbirimize.
Dila: Diğer yarım, annem bana sürpriz yaptığından gece konuşamayacağız. Önceden yaptığımız gibi birlikte pijama partimizi yapacağız. Sana iyi geceler, tatlı rüyalar!
Mesajı büyük neşeyle yazıp göndermemle görmesinin arasından saniyelik zaman farkı vardı. Tetikte bekliyor olmasını neşeme neşe katmaya devam ederken fark etmişim bu akşam ne kadar çok neşe dolmuştum. İçimde bir yerde ne kadar kırılganlık olsa da gülebiliyor olmak büyük bir lütuftu. Makyajımı sildiğim sırada gelen mesajı vakit kaybetmeden okudum.
Bulut: Adına çok sevindim, sevgilim! Size iyi eğlenceler, seni seviyorum!
Bulut: 🧚💚
Gelen mesaj ile yüzümün kızarması bir olmasına rağmen mesaja baktıkça baktım. İçeri annemin yanına gitmem gerektiğinden görüldü attığım mesaja geri döndüm.
Dila: Bende seni seviyorum, diğer yarım!"
Dila: 💦🖤
Anında çevrimiçi oluşuna kalbimi bıraktığımda ellerimde yanaklarıma hafifçe vurup kendime gelmemi sağladım.
-yine ballısın Diloş Hanım-
Öyle olduk galiba iş ses.
-galibayı atalım direk olduk-
İç ses âşık -olmak güzelmiş.
-zaten güzeldi Diloş sadece doğru insana-
Bulut doğru kişi mi?
-ona sen cevap vereceksin bunun içinde zamana ihtiyacın var-
İçeri girdiğimde annemi yerini almış buldum. Annem beni gördüğünde gülerek karşılık verdi. "Geç mi kaldık biraz?" Maalesef ki geç kalmıştım. Bunu çok takmadan içeceğimi alıp hızlı bir şekilde yerime geçtim. Onu yanağından kocaman öptükten sonra geceyi başlattım.
"Hadi o zaman gece başlasın!"
Annemin gözlerinin içine baktım. Onun yeşil gözlerini çok sevdiğim içinde mi benim gözlerimin rengi yeşildi? Hep onun o güzel yeşil gözlerinde kaybolmak istemiştim. Oradan başka hiçbir yerde olmak istememiştim ta ki diğer yarımı görene kadar.
Diğer yarım. Defalarca kez söyleyebilirdim, bıkmadan, usanmadan söylerdim, sonsuza kadar. Dolu, dolu söylerdim hem de. Ondan hiç gitmek istemeyecek kadar severdim, ondan hiç ayrılmayacak kadar izlerdim. Hep severdim! O, benim diğer yarımdı. Gözle göremediğim tarafım, gözle göremediğim hislerimdi. O, bendi ve ben olacaktı.
Annemin gözlerinin içindeki umudu gördüm. Gözlerimi alamadığım o yeşil gözler birçok şeye fazla umut yüklemişti. Anladım. Gördüm. O da biliyordu olmayacağını ama yine de tutunmuştu küçük bir umuda çünkü yaşama felsefesi buydu. Hep umut etmişti annem ama hiçbir umut ettikleri, umut ettiği gibi olmamış yanıltmıştı. Ne için savaştıysa hep yenilmişti. Şimdi en çok korktuğumda tekrardan yenilmesiydi, yenilmemizdi.
Gülümsemesini gördükçe daha çok güldüm, hissizliğimle... Ne sanmıştım ki? Her şeyin eskisi gibi mi olacağına inanmıştım hem de ortalıkta her şey diye bir şey yokken. Neden hep inanmak istiyor, kimseyi suçlu bulamıyordum? Hiç temiz olmayan bu yaşamımda, neden temiz bir inanca tutulmuş diretiyordum?
İzbe bir yaşamın başrolüydüm. Sanki bir romanın yazılan acı dolu karakteriydim. Yüklendikçe yükleniyor, kaçtıkça yüzleşmeye zorlanandım. Yazıyordum gece gündüz denmeden, hissediliyordum.
Hiç bitmeyecek olan nedenlerimi bir kenara bırakmam gerektiği için zorda olsa gerçekleştirip yaptım. Bütün hislerimi de o nedenlere gömdüm. Hiçbir şey bitmediği gibi başlamamıştı da!
"Anne!" Nasılda duygusuz bir seslenişti. Belki de bütün anın büyüsünü bozmuştum. Annemin hevesini de. Zorlanıyordu annem ama biliyordu aramızda bir konuşmanın geçeceğini. Dolan gözlerimi daha ne kadar tutacağım ise bir muammaydı.
"Ç... çok acıdı mı?" gözlerimin içine bakıyordu ve ben gözlerinin içine baka baka vurdum onu. Annem dolan gözyaşlarını saklamayıp saldığından ne kadar dolu olduğumuzu bir kez daha hissettim. İçimi dökmüş olsam da hâlâ o duyguları barındırıyordum. Karşımdaki ağlayışlar sessizdi. Bir hıçkırığı bile yoktu ama ağlıyordu. Konuşmak istedi defalarca, yine defalarca sustu.
"Ben," konuşmayı denedikçe zorlanırken devam etmek için çok çabalıyordu. "Çok yoruldum, Dila! O kadar yoruldum ki kendimi bir yere sığdıramıyorum artık. Bomboş, hiçbir şey yok!" annem, bana, Dila dedi. Ne zaman canı yanıyorsa o zaman ismimle hitap ederdi. Dolan gözyaşlarımı daha fazla tutamayıp bıraktığımdan lanet okuyordum. Ne ağlak birine dönmüştüm resmen.
"Hep umut etmekten, hep bir şeyleri düzene sokmaktan, aman sen bir şey anlama diye deli gibi uğraşmaktan çok yoruldum. Daha fazla dayanamıyorum. Ben de mutlu olmak istiyorum, ben de dertsiz tasasız yaşamak istiyorum. Seninle doyasıya eğlenebildiğim zamanları istiyorum. Ben sadece huzur istiyorum." Sesi ne kadar çok titrediyse o kadar çok gözyaşı döktü. Sessiz ağlayışlarımızı gözlerimizin içine baka baka yaşadık. Ruhsuzduk. Yine de annem susmadı. " O da olmuyor zaten."
Annemin bütün söyledikleriyle yerle bir olmuştum. Kendimi suçlamaya çoktan başlamıştım. Yeri miydi ki bu konuşmanın? Zamanı mıydı? Yine her şeyi mahvetmiştim. Anneme baktım ve patlayışımız orası oldu.
"Anne!" Sarılmamız ile sessiz ağlayışlarımız yerini seslere bıraktı. Yüz ifadem nasıldı bilmiyordum ama annemi böyle görmek beni yerle bir etmişti. Ben bu haldeysem annemi düşünmek bile istemedim. Onu yıktığım gibi toparlamalıydım. Ama nasıl yapacaktım?
Yine sorgulamaya başlamadan konuyu değiştirmem gerekiyordu. Ama nasıl? Dakikalarca bekleyecek zamanım yoktu hemen karar vermem gerekiyordu.
- hadi kızım bir şeyler bul-
İç sesimde bana katıldığına göre bir şeyler bulmalıydım. Belki de bulmuştum.
"Anne, bana âşık olduğun zamanları anlatır mısın?" Annemi neyin mutlu ettiğini biliyordum. Onunla bu geceyi eğlenmek için yapıyorduk oturup ağlamak için değil. Onunla eskisi gibi olmaya çalışırken ağlamanın yeri değildi. Biz başaracaktık buna inanıyordum.
Annem dediğimle ilk başta afalladı. Sonra yüzündeki o tatlı tebessüm beni de mutlu ettiğinden hayran hayran baktım ona. Çok düşündü. Düşündükçe yüzünde gülücükler açtı. O gülücüklerde geldi beni buldu. Çok defa konuşmaya çalıştı ama nereden başlayacağına bir türlü karar veremiyordu. Hiçbir şey anlatmasa da olurdu. O yüzündeki gülücükler her şeye bedeldi.
"Şirkette çalışmaya başlayalı bir ay olmuştu. Biz öğlen arasındaydık ve herkes yemek yemeye bir yerlere gitmişti. Ben ise küçük bir iş nedeniyle bir yere çıkmamıştım. Aranın bitmesine az kala işi bitirdiğimde terasa çıktım yemek yemek için." Annem o kadar heyecanlıydı ki anlatırken ki yüz ifadesi çok tatlıydı. Pür dikkat dinleyişime geçip ayrılmayan gözlerimi anneme diktim. O hiç susmadan devam ediyordu çünkü ruhu nefes alıyordu.
"Terasta oturmuş yemek yerken pat terasa baban çıktı ama nasıl karizmalıkla girdi görmen gerekiyordu bir de o gün ki giydiği takım elbise ona bir yakışmış onu da görmen lazımdı." durup soluklandığında bir bardak su içip heyecanlı konuşmasına devam etti.
"Baban ben işe girdiğimden beri yurt dışındaydı. Şirkette ismini çok duymuştum ama görmek o güne nasip oldu. Onun da gözleri benden hiç ayrılmadı o terasta. Ben yemek yedim o da bana eşlik edip getirdiğim yemekleri benimle yedi. Orada tanıştık babanla. Bütün bakışmalarımız her şeyi anlatıyordu ama biz görmezden geldik. Tanışmamızdan bir hafta bile geçmeden sevgili olduk."
Annem her baban deyişinde içimde burukluk hissettim. Annem gibi heyecanlıydım ama annem benden daha fazla heyecanlı ve mutluydu. Anlatırken attığı kahkahalar, gülücükler beni aşırı mutlu etti ki bütün negatifliği unuttuk ya da görmezden geldik ve eskisi gibi yaptık.
Annem babanla yaşadığı aşkı dolu dolu anlatırken zaman tıkır tıkır işledi. Annemin ne kadar süredir aşklarını anlattığını kestiremiyordum. Baştan başlayarak ayrıldıkları yere kadar anlattığında hikâyeye daha fazla hakim oldum. Hatta babam sandığım adamın yaptığı adi şerefsizlikleri de dalgınlığına gelip anlattığında nefretim çoğalmıştı. Öğrendiklerimle hikâye daha yeni yeni oturmuştu kafamda.
Annemin konuşmasından sonra film açtık ve film izlemeye başladık. Güçlü bir kadının hikayesini anlatıyordu film. Karakter kocasından ve babasından şiddet görmesine rağmen ne yaşarsa yaşasın asla pes etmeyip çocukları için her şeyi yaptığında dahi canı acımıyordu. Yine kocasından şiddet gördüğü bir anda ona isimsiz biri yardım edip kocasından kurtarıyordu. İsimsizle kaçan kadın kocasından boşanıyor ve kendi ayaklarının üstünde durup çocuklarına baktığında gururlanmıştım. Ona yardımcı olan isimsizle yakın arkadaş oluyor geri kalan hayatını çocukları için yaşıyordu. Son! Film tadında bitmesiyle anneme döndüğümde gülücükler saçan anneme bir gülücük daha eklemek istedim.
-filmde film olsa bari-
Sen ne zaman benim beğendim bir şeyi beğendin ki bunu beğenesin iç ses.
-demek ki zevkli değilsin Diloş-
Bence zevk konusu değil bu beni deli etme aşkı.
-kız nasıl çözdün olayı-
Komiksin iç ses.
-her zaman-
"Anne!" o kadar tatlı bir seslendim ki anneme annem ilk başta afalladı. "Efendim, kızım!" duyduğum mayışmış sesi beni güldürdü. Kendimi hazır hissettiğimde derin bir nefes aldım. "Anne, ben sekiz yaşındayken parka gitmiştik, bizim mahallede hatırlıyor musun?
"Kızım biz her gün parka gidiyorduk hangi günden bahsediyorsun?" aldığım cevapla hem zort olmuştum hem de mutlu olmuştum. "Hani benim erkek çocukları döğdüğüm gün var ya ondan bahsediyorum." Annemin yüz ifadesi hatırlamış gibiydi.
"He, hatırladım. Ne olmuş o günde hep çocukları dövdün soruncuda cevap vermedin." Annem sinirli sinirli bakıyordu ama çok tatlıydı. Defalarca baktım anneme, baktıkça baktım.
"Ben çocukları hep dövdüm çünkü sana hakaret ettiler. Bana dediler ki: 'Senin annen kötü biri. Babanla ayrılmışlar, hep kavga ettikleri için. Senin annen ahlaksız biri, babanı evde tutamamış hem de çok güçsüz biri.' İşte bende onları dövdüm ve onlara dedim ki: 'Siz gidin ilk önce kendi annenize bakın. Bir kere benim annem çok güçlü. Eğer ben sizi burada dövdüysem bu annemin güçlü olmasından.' diyerek pataklamıştım çocukları."
Annem ben konuştukça şaşırmış, şaşırdıkça daha çok dikkatli dinlemişti. Yeşilleri beni izlerken tekrar ve tekrar kahkaha atıyordu. İşte bu anda kalmak istedim. Hiç bitmesin ve ben hep anneme böyle bakayım istedim. Annemle birlikte bende kahkaha attığımda dilekle diledim. Derince soluklandığımda gülmekten yaşarmıştı gözlerim.
"Anne, eğer ki ben buralara gelebildiysem hepsi senin güçlü duruşundandı. Sen o kadar güçlü davranmasaydın biz birlikte olamayacaktık ve ben avukat olmayabilirdim. İyi ki varsın, annem!" bedenlerimiz birbirini hapsettiğinde pijama partisi olmuştu drama partisi.
"Asıl sen iyi ki varsın, canım benim! Seni çok seviyorum, kızım! Sen, benden daha çok güçlüsün buna çok inan olur mu?" sırtımda hissettiğim ellerinden biri saçlarıma ulaşmış okşuyordu. Başımı omzuna yaşlandığımda sakinleşmiştik. Onunla sohbet etmek binlerce terapiye denkti.
Tıpta yeri yok ama anne iyileştirirdi. Hayır, anne olmayı hak eden her anne iyileştirirdi.
"Anne, ben sana bir şey söyleyeceğim!" saklamaktansa söylemeyi tercih ettiğimden rahattım. "Söyle, kızım!" Sesi o kadar naifti ki beni benden alıyordu. Acaba duyduklarından sonra nasıl bir tepki verecekti?
"Biz, Bulut'la sevgiliyiz." Sözü dolandırmadan söylediğimde derin bir rahatlama hissettim. Fakat annem hiç de şaşırmış gibi değildi.
"Ben bunu zaten biliyordum, kızım!" Nasıl ya? Nerden bilebilirdi ki?
"Ne! Ama ben bunu sana ilk defa söylüyorum." Şaşkındım.
"Anneler hisseder ve anlarlar, bir gün sen de anlarsın." ağzım açık kalmışken annem daha da eğleniyordu.
Yine o klişe laf edilmişti. Her anne kızına neden böyle diyordu? Anne olursan anlarsın. Bir gün ben de anne olduğumda bir şeyleri anlamak ve onlara güç vermek istiyordum. Annemin gülen yüzüne baktım. O yüz ifadesi hiç gitmesin istedim. Hep öyle kalsın ve mutlu olsun istedim.
"Anne, geçmişe gitmek ister miydin?" Anneme aklıma gelen ilk soruyu sorduğumda saçmalığını düşünmeden cevaplamasını bekledim. İlk başta şaşırdığında çok geçmeden düşünmeye başladı. Yine düşündü yine mutlu oldu. İşte o an anladım ki annem ben olana kadar mutlu bir yaşam sürmüştü ne zaman ben hayatına girmişim o zaman gülüşleri solmuştu. Kendimden pişman olduğum sırada annem cevap vermişti.
"Evet, geçmişe gidip en mutlu olduğum zamanda kalıp orada durmak isterdim." benim olmadığım bir andı büyük ihtimalle. Git anne, git ki hep mutlu ol.
"Peki, kaybettiğin yıllarını değiştirme şansın olsa değiştirir misin?" ben değiştirir olduğum o günü silerdim hayatından anne.
"Kesinlikle değiştirirdim çünkü hayatımız çok farklı olabilirdi." farklı bir hayatta ne sen vardın anne ne de ben.
"Olsun anne, böyle de çok güzeliz." kimi kandırıyordum ki ben annemi mi, kendimi mi? Bazı sözcükler her ne kadar nesnel olsa da öyle değildi çünkü her sözcük bir başkası içim milyonlarca anlam içeriyordu. Sözcükler nesnel olduğu kadar da özeldi. Benim hissettiklerim banaydı, bir başkasının hissettiğinde ona.
-sözcükler nesnel olduğu kadar da özeldi, güzel sözmüş Diloş Hanım-
Tabii ki iç ses kim söylüyor sonuçta.
-hemen havalan zaten-
Sana çektiysem, tüh!
-kırıcısın-
Anneme defalarca baktıktan sonra geceyi bitirmek için son adımı atıp anneme aklıma gelen ilk şarkıyı ithaf ettim. "Songül Hanım, bu şarkı benden size gelsin!"
Telefonumdan şarkıyı seçip açtığımda giriş tonundan anlayan annemle beşlik çaktığımızda Sezen Aksu'yla şarkıya giriş yaptık. Annem resmen şarkıyı yaşadı ki şarkı boyunca da eşlik etti. Güldü, ağladı ve geceyi bitirdi. Birbirimize iyi geceler öpücüklerini attıktan sonra sarılıp uyumaya geçtiğimizde gün aydınlanmaya başlamıştı.
O gece benim unutulmaz gecemdi. Annemle eskisi gibi olmaktı o gece. O gece hüzündü, sevinçti, tarihti, kaybolan yıllarımızdı, gelecek yıllarımızın gecesiydi. O gece anemin gecesiydi. O gece bizim gecemizdi.
Bizim gecemizin kapanışını ise, Sezen Aksu'dan Kaybolan Yıllar şarkısı taçlandırmıştı.
💦
"Ya kızım, konuşsana, öyle boş boş oturmaya mı geldin?" Naz yine başlamıştı gevezeliğe.
"Ya, Naz ne konuşmamı istiyorsun, anlamadım ki!" sert çıkmış olabilirdim ama napayım geldiğimden beri bir susmamıştı.
"Tamam ya sustum, yap kahvaltını." Trip atmaya geçiş yapıldığına göre gün burada uzayacaktı. Kendimi bu azaptan kurtarmak için, Naz'ın suyuna gitmem gerekecekti. Naz'ın tripini çekemeyecek kadar uykusuzdum. Annemle yaptığımız geceden sabaha kaldığımız için iki saatlik uykuyla buradaydım.
Ortamı kaplayan sessizliği benim bozmam gerektiğini biliyordum ama yine de susmak istiyordum. Ben sustukça Naz benim konuşmam için bazı hareketler yapmakla kalmayaraktan garip sesler de çıkarmıştı. Aslında bu yaptıkları hoşuma da gitmiyor değildi.
-hem de nasıl hoşuna gidiyor-
Sus, sus!
Naz' a, Bulut'tan bahsetmek istedim ama bazı şeyler için erken olduğunu düşündüğümden vazgeçtim. Onunla iletişime geçmek zorundaydım yoksa günü bana zehrederdi. Neler yapabileceğimi düşünüyordum ama az daha sessiz kalmaya devam edersem bu evden sağ çıkamayabilirdim. Naz'ın bakışlarından ölmek üzereydim. Onun bakışlarını görüyor olsaydınız hepimizi yok edecek kadar kötü baktığını anlardınız. Konuşmak için kendimi hazır hissettiğime göre güne başlayabilirdim.
-gün mü? emin miyiz gün olduğuna çünkü sorguya gireceğiz de-
Haklısın iç ses.
-e bir zahmet-
"Naz, yaptıklarından dolayı sana gerçekten çok teşekkür ederim." Sesim isteksiz çıkmış olduğunu düşündürse de Naz'ın bakışları nihayet der gibiydi.
"Hele şükür konuşmaya başladın çünkü günün sonuna kadar susacağını düşünmüştüm de." Bakışlarını sözleriyle de doğrulamış oldu.
"Haklısın ama uykusuzum Naz. Söyledim de sana lütfen anla beni." Naz bunun bir bahane olduğunu söyleyeceği bakışlarını attı ve düşündüğüm bir şeyi daha doğruladı.
-ne zaman şaşırttı ki-
Sende arkadaşlarıma kin kusmak için yer arıyorsun vallahi.
-arkadaş sevmiyorum ondandır-
"Bahane uydurmasak mı acaba?" Haklıydım, hiç olmak istemediğim kadar hem de.
"Annemle bütün yaşananlardan sonra eskisi gibi bir şeyler yapmak bahane oluyorsa, tamam bahane uydurmam bir daha." Sesim sert çıkmış olabilir miydi?
-olabilir miydi yi atmalısın-
İç ses niye hep haklısın!
"Ben de yanılmıyorsam geceniz başlamadan konuştuğumuzu ve anlaştığımızı zannediyorum." Naz'ın bitmek bilmeyen inatçılığıyla uğraşmak istemesem de başlamış bulundum.
"Neden ikimizin de haklı olabileceğini düşünmek yerine hep bahane arıyorsun? Bir kere de haksız çıksan olmuyor mu?" Bu sefer hem sesim sertti hem de ağır konuşmuştum.
Hep haklı olmak zorunda mıydık? Her seferinde bir bahane adı altında bir şeyler sunmak zorunda mıydık? Neden hayatın bize engeller çıkarttığını kabullenmek yerine bir suçlu arıyorduk? Hayatın bir sınav olduğunu söyleyip neden bu sınav olarak karşımıza çıkan engellerde hep bahane adı altında kaçmaktan yana oluyorduk? Madem bir sınavın içindeyiz o zaman bahane uydurmak yerine o sınavı nasıl geçeceğimizi düşünelim ve yapalım.
-aşkım biraz sakinleş ortada bir şey yok-
İç ses beni çıldırtmak mı istiyorsun?
-hayır, aksine sakin kalmanı istiyorum-
O zaman öyle davran.
"İleri gitmiyor musun?" sesi kısıktı ve yüz ifadesi kırılmış gibiydi. Neden böyle yaptın ki Naz, neden? Biliyordun sinirlerimin bozuk olduğunu. Onca şeye rağmen bahane yaratma diyorsun?
"İleri giden ben miyim?" susmadım, sonrasında pişman olacağımı bile bile konuşmaya devam ettim.
"Dila, bu söylediklerin a... ağır." Kalbi kırılmıştı bunu anlayabiliyordum. "B...beni biliyorsun, ben sana takılıyorum ama senin yaptığın adil mi?" yine de beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Ağır mı? Sadece benim söylediklerim mi ağır? Ben sana diyorum ki annemle bir şeyler yaptım sen bana bahane uydurma diyorsun. Ben ölümden döndüm ve toparlamak için elimden ne geliyorsa yapıyorum ama sen bana bahane uydurmaktan bahsediyorsun. Sence kiminki daha ağır?"
"Dila, bence daha fazla konuşmayalım, yoksa bir birimizin kalbini kıracağız ki sen bunu çoktan yaptın ama ben yapmak istemiyorum. O yüzden lütfen daha fazla konuşmayalım." Haklıydı!
Sustuk. Belki bu daha iyi olacaktı ikimiz içinde. Kalbini kırdığımın farkındaydım. Fakat kafam çok karışıktı. Ne yapmam gerektiğini şaşırmış durumdaydım. Çok ağır dönemden geçiyordum ve bu benim psikolojimi alt üst etmişti. Her şey zorken daha da fazla zorluyordum. Nasıl geçecekti bu dönem bilmiyordum. Ne kadar zor dönemden geçsem de bu döneminde içinde güzellikler vardı.
Bulut...
Bana hayatın farklı bir yüzünü göstermişti. Neler yaşadıysak yaşayalım onların da bize bir şeyler öğrettiğini göstermişti. Evet, bizi üzebiliyordu, kırabiliyordu ama bizi biz yapıyordu. Biz yaşadıklarımızla bizdik. Biz onları ne kadar kabul etmek istemesek de onlar bizim bir parçamızdı.
Yaşadıklarımız bizdendi ve bizden olmaya da devam edecekti.
Derin bir nefes aldığımda düşündüğümden hızlıca kararımı verdim. Pişmandım çünkü olmam gerekiyordu. Ağır konuşmuştum bunun farkındaydım. Ne söylemem gerektiğini kararlaştırmaya çalışıyordum ama oluşuna bırakmak daha doğru geldiğinden öyle yaptım.
"Naz, biliyorum çok büyük eşeklik ettim. Farkındayım kalbini çok kırdım. Kabul ediyorum ağırdı hem de çok ama beni anla lütfen! Çok zorlayıcı bir dönemden geçiyorum ve ben bunu kolaylaştırmak yerine zorlaştırıyorum." Naz beni dinlemeyi seçmişti ama ben kendimi anlatmayı doğru seçebilmiş miydim? Gözüm dolmasından tiksinerek konuşmaya devam ettim. "Eskiye dönmek için çabalıyorum ama başara bilir miyim bilmiyorum? Senden gerçekten çok özür dilerim. Beni affedebilecek misin?"
Affedilmek! Bunu hakkediyor muydum?
"Seni anladığım için affettim. Senin de bu zor dönemini atlatman için elimden ne geliyorsa daha daha fazlasını yapacağımı bilmeni isterim." biliyorum, benim için yapmayacağın şey kalmadı. Ne badireler atlattınız sırf hayatım için.
"İyi ki varsın!"
"Sen de iyi ki varsın!"
Peki biz birbirimizi affedebilmiş miydik? Farklı hayatlar yaşarken farklı duygular hissetmek bize neyi anlatmaya çalışıyordu? Bir şeylerin değişeceğini bile bile yine de o çıkmaza girmeye devam edecek miydim? Belki bu sefer çıkmazda yeni bir sapak bulurdum. Nerden bilebilirdim o sapağın beni çok farklı serüvene atacağını?
-neler oluyor kız-
İç ses...
BÖLÜM SONU
Neler oluyor bu kitapta, hiç benden beklenilecek bir şey değil oysa ki:)
Fazla söze gerek yok sürekli ağlayacak değiliz biraz gülelim demi amaa🤫
Uzun uzun yazdım ki güzelce eğlenelim diye, iyi yapmış mıyım?
Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?
Dila mı haklı, Naz mı?
Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?
Burasıda sizin düşünceleriniz ve sorularınız için olsun.
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Wattpad/Inkspired: izzetcanduman
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |