13. Bölüm

13.BÖLÜM: KELEBEKLERİN KIPIRTISI

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahalii kalkın biz geldikkk😮 bu ara çok sık görüşür mu olduk ne🤔

Yine uzun bir bölüm ve yine bizzzz😂

Keyifli Okumalar!

Bölüm Şarkıları;

Köfn - Bi' Tek Ben Anlarım

Giveon - Heartbreak Anniversary

Cem Adrian&Birsen Tezer - Beni Hatırladın Mı?

 

 

"Hayatımda her şeyin kötü gittiği bir zamanda karşıma çıkması ve şu an hayatımın en güzel yerinde yer alması bir mucizeymiş gibi geliyordu."

 

 

13.BÖLÜM

 

"KELEBEKLERİN KIPIRTISI"

 

Kayıp olduğu günden çıkamayan çocuktan:

Davadan davaya koşmak nedir bilir misiniz? Savunduğunuz şeylerin doğruluğundan ne kadar emin olabilirsiniz ki neyin doğru olduğunu bilmezken.

 

Hep zordu!

 

Her zaman zordu!

 

Ne istediğimi bilmediğim bir dönemde yaşamıştım yaşayacaklarımı. Yaşayacaklarım daha doğrusu yaşadıklarım beni, şu an olduğum noktaya getirmişti. Çok savaşmıştım hem de aklımın alamayacağı kadar fazla.

 

Bir şeyler başarmak için, kendime bir gelecek yaratmak için hep savaşmıştık hem de savaşmak nedir bilmezken. Hikayemin gerçekliğini bilmezken de savaştığımda anlamıştım ki benim hayatım sadece savaşmaktı.

 

Her şeyiyle, her anıyla!

 

Bazı şeyleri anlatmak için ne kadar kelime sarf edersek edelim anlatamaz, kendimizi yorduğumuzla kalırdık.

 

Yorgunluk, kendini unutmana kadar götürür. Yorgunluk adı altında yaşadıklarımız, bizi yorgunluk demeye iter. Aslında yaşadıklarımız hiç bir yorgunluk ifadesine denk değildi!

 

Hep yorgunduk ama neye yorgunduk bunun gerçeklerini biliyor muyduk? Bildiğimi sanmıyordum.

 

Yine çıkmış olduğum bir davanın iç düşüncesiyle savaşıyordum. Adliye koridorlarında yürümeye başladığım andan evimin kapısının kilidini açtığım ana kadar ne düşündüğümün farkında değildim. Neler düşünmüştüm, neler geçirmiştim aklımdan bilmiyordum. O kadar fazla şeyler düşünmüştüm ki ne yapmam gerektiğini şaşırmış durumdaydım.

 

Sıcak bir duşun bana iyi geleceğine inancımdan kendimi direk banyoya attığımda aynada ki yansımam beni tatmin etmese de o sıcak duşa ihtiyacım vardı. Küvetin dolması için suyu açtığımda beklemeye geçtim. Banyoyu hafiften saran buharları hissetmeye başladığımda gözlerimin dolmasını yorumlamaktansa susmayı seçtim.

 

Küvet istediğim dereceye gelince suyu kapatıp içine çok sevdiğim deniz kokusunun şampuanını sıktığımda banyoyu kaplayan deniz kokusunu içime çektikçe çekesim geldi. Dolan gözyaşlarım akmaya başladığında kendimi duşa atmanın vakti geldiğini hissettim.

 

Üstümdeki siyah tişörtümü bir çırpıda çıkardıktan sonra vücudumda ki morlukları görmezden gelerek pantolonumu çıkardım. Odadan gelen telefon sesiyle irkilsem de kendim için iyi geleceğini düşündüğümü yapmaya devam ettim. İç kıyafetimi çıkardıktan sonra kendimi direk deniz kokulu sıcak suya bıraktım. İçime çektiğim deniz kokusu o gün itmeye devam ederken gözlerimi kapattım, hapsettim karanlığa sesimi, geçmişimi.

 

Sıcak suyun ve deniz kokusunun rahatlatıcı hassasiyetini hissettiğim de anca kendime gelmeye başlamıştım. Bugün neden bu iç karartıcı duruma düştüğümü bilsem de kendime itiraf etmekten korktuğum için susuyordun. Susan çocukluğumdu.

 

Sıcak su çıplak tenime değdikçe yaralarım sızladı, yaralarım sızladıkça hislerim acıttı. Hatırlamamak için sarf ettiğim geçmişim yine gün yüzüne çıkarak yaralamıştı beni. Ne kadar çok kaçmaya çalışsam o kadar peşimden gelmiş ne kadar çok unutmaya çalışsam kendini her defasında acı bir şekilde hatırlatmıştı. Yüzleşmektense hep kaçtım, hep sustum ama daha fazla dayanamıyordum.

 

Kendimde bulamadığım cesareti Dila'da bulduğum için mi onu her şeyim, geleceğim, dünyam yapmıştım? Galiba tek de bu sorumun cevabını cevaplayabilirdim.

 

Dila bende olmayan cesaretimdi!

Dila benim gerçeklerimdi!

Dila benim ilacımdı!

Dila benim diğer yarımdı!

Dila bende olmayan, kaybettiğim tarafımdı!

 

Dila, benimdi ve her şeyimdi!

 

Gözlerimden akan yaşlarımı nereye kadar yok sayabilirdim ki? Onlardan nereye kadar kaçabilirdim? Onları hiç olmamış gibi sanabilir miydim?

 

Kaçtım!

 

Her şeyden kaçtım. Kendimi sıcak suya bıraktım ve her şeyden kaçtım. Düşüncelerimden, anlayışlarımdan, andan her şeyden kaçtım. Bana iyi geleceğini düşünerekten kaçtım.

 

💦

                                 

 

Ne kadar süre sıcak suyun içinde uyuyakaldım bilmiyordum. Soğuyan suyun hissi ile gözlerimi açtığımda o anla yüzleşmek yerine yine kaçtım. Kendimi hızlı bir şekilde soğuk sudan çıkartıp sağ tarafımdaki beyaz dolaptan asılı olan siyah renk bornozumu çıkarttığımda hızlı bir şekilde ıslak vücuduma geçirdim. Banyoya girerken buhardan kendimi göremediğim aynanın çoktan buharı gitmişti. Aynadan kendime baktığımda ilk zamankinden daha iyi gözüktüğümle karşı karşıyaydım.

 

Banyodan çıktıktan sonra sağa yönelerek evin odama giden koridoruna döndüm. Gri tonlarında olan koridorda yavaş adımlarla kendimi yatak odama attığımda odamın iştihamına bakmadan direk ahşap olan büyük dolabıma ilerledim. Dolabın aynalı olan kapağını yan tarafa doğru ittiğimde tişörtlerimle karşılaştım. Tek tek tişörtlerimi incelerken günü düşünerek kendime kıyafet seçtim. Günü evde geçireceğimi düşündüğüm için hemen siyah sade desenli pijama takımımı giydim. Saç havlumla saçımın ıslaklığını aldıktan sonra yüzüme siyah nokta ve bakım maskesi sürdüm.

 

Halsiz hissettiğim için yatak odasından çıktığımda mutfağa doğru yöneldim. Çok gitmeden mutfağa vardığımda kendime ıhlamur koyup ısınmasını beklemek için oturma odasına geçtim. Bugün işlerle ilgilenmek istemediğim için televizyonun karşısında bulunan L koltuğuma savurdum ruhsuz bedenimi .

 

Ne izleyeceğime daha karar vermemişken sürdüğüm maskenin zamanı dolduğu için söylenerek banyoya çıkartmaya gittiğimde komik durumdaydım. Takanda bendim söylenende. Maske çıkarken bir tık zorlasada çıkarttığımda rahatlamıştı yüzüm. Ihlamur çayım kaynadığı için bardağıma doldurup evimde en sevdiğim yere kendimi dinlenme köşeme attım. Yatak odamın yanındaki küçük odayı dinlenme odası tasarlamıştım ve bu, bu evde yaptığım en iyi yerdi.

 

Odanın kapısından girince sağ tarafta beyaz renk L şeklindeki kitaplığım karşısında beyaz masam ve adliye için soruşturma belgeleri vardı. Camın önüne koyduğum orta boylarda beyaz renk olan küçük daire masam yanlarında siyah renk puflar ise odaya ekstra hava katıyordu.

 

Çayımı masaya koyduktan sonra kendimi sol taraftaki pufa atıp camdan gökyüzünü izledim. Hemen aşağıdaki trafiği izlediğimde insanların gereksiz telaşlarına şahit oldum. Evimin camından İstanbul'u rahat görebilmeyi özellikle seçmiştim çünkü kendime yarattığım mahkemedeki cezamdı bu en çokta karşımdaki denizinin uçsuz bucaksızlığını izlemek cezamdı. Kendimi tamamen ana bıraktım yine ve yine o güne, o ana, savunmasılığımda kayboldum.

 

Fazla sorgulamadan günü kapatmak istiyordum lakin isteklerim gerçekleşmemek için diretiyor ayrı bir savaş veriyordular. Kara düşüncelerin arasında bitirdiğim çayımı yenilemiştim. İki bardak ıhlamur içtiğimde uyku yapınca beklemeden kalkıp bulaşıklarımı bulaşık makinesine yerleştirdikten sonra saatlerdir kıvrandığım yere gittim. Hiç düşünmeden kendimi yatağıma attığımda düşünmeye fırsat vermeden kapattım göz kapaklarımı.

 

Ortalık siyaha büründüğünde en olmam gereken yerdeydim.

 

💦

                                 

 

Kelebeklerin kıpırtısını hisseden kızdan:

 

Naz'ın evinden çıkalı uzun zaman olmuştu. Yaşadığımız tartışmayı bitirdikten sonra daha iyi anlaştığımızdan kahvaltı yaptıktan sonra evden ayrılmıştım. Ne kadar kırıcı cümlelere sarf etmiş olsamda gördüğüm tepki de haksızlık içeriyordu. Nefes alabiliyorken annemle vakit geçirmek istemem bir bahane olmamalıydı. İster istemez Naz'a da hak veriyordum çünkü annesini hiç görmemiş bir kız olarak annemle geçirildiğim vakit onu kötü hissettirmiş olabilirdi. Sonuçta onun öncelikleri bizdik öyle hissettirmişti hep.

 

Yazın kavurucu sıcaklığı kendini bastırmaya devam ederken insanların bu sıcakta dışarı çıkmasını anlamlandıramıyordum. Öğlen saatlerinde evlerinde olsalar bende rahatlıkla gitmek istediğim yere girsem ne güzel olurdu tabii ki gitmek için Bulut'a ulaşabilirsem. En son bir davasının olduğunu söylemişti. Dava çıkış saatini tahmin ederek aramama rağmen ne kadar ararsam arayayım ulaşamamıştım.

 

Endişenlemeye başlamışken korku bünyeme yerleşmeye an an devam ediyordu. Dün onun sesinden duyduğum kabus daha da artıyordu korkumu. Neden açmıyordu telefonları anlamış değildim. Hiç böyle yapmamış her defasında telefonlarımı açan Bulut, bu sefer açmamıştı. Anlam vermek istemediğim için kalbimi susturdum. Eğer bir anlam verirsem kalbim kırılırdı ve bu en son isteyeceğim şeydi.

 

Ne yapmam gerektiğini şaşırmış durumdaydım. Zaman ilerledikçe endişem de artıyordu. Bir şey oldu diye korkularım çığa dönüşmüş yıkılmak için saniyelik sesi arıyordu. Kalbim aralıklarla sancılanıyor, nefes alışlarım kesinleşiyordu. Harekete geçmeli onun için bir adım atmalıydım aksi takdirde hiçte iyi şeyler olmayacaktı.

 

-geç kalmadın mı-

İç ses...

 

İç sesime ne kadar hak vermek istemesem de hak verdim. Zaten iç ses de benim düşüncem değil miydi? Of aklım iyice karışmaya başlamıştı. Kafayı yemek dedikleri bu olsa gerekti. Sevdiğin, değer verdiğin birinden haber alamamanın ne derece kötü hissettirdiğini anlamış, bizzat hissetmiş biri olaraktan şu an tekrardan o hissi yaşamak en kötü işkenceydi.

 

Bulut'a ulaşmak için yollar ararken aklıma yakın arkadaşı Ege geldiğinde ilk başta sevinen ruhum çok geçmeden karşılaştığı gerçekle paramparça olmuştu. Sanki görünmez bir cam tutuyordum elimde ve o cam her kalbimin kırılışında parçalanıp batıyordu benliğime, kanatıyordu yaralarımı. Ege'ye ulaşmanın verdiği zorluk daha çok sızlamıştı kanayan yaralarımı. Nereye başımı çevirirsem, hangi birine elimi atarsam elimde kalıyordu. Huzuru hissettiğin gövdeye bile ulaşamamak mezar kazıyordu ruhuma. Ege'ye ulaşmam gerekiyordu lakin daha numarası bile yoktu bende.

 

Bulut'un açtığı grupta olabilirdi ama hangi numara ona aitti bilmiyordum. Kaydetmemiştim hiçbirinin numarasını. İstememiştim çünkü o an babamın gerçekliğine şahitlik etmek demekti. Onlarla girdiğim bu yolda en büyük ihaneti yaşamışken rahatlıkla daha fazla hatırlatacak adınlar atamazdım. O zamandan silemediğim tek kişi kalbimin sahibiydi, kalıpları yıkmayı başaran çocuktu. Şimdi ise Ege'ye ulaşmak için bir şeyler yapmak zorundaydım.

 

-hadi az daha gayret bulacaksın-

İç ses yeter beni daraltıp durma zaten aşırı derecede stresliyim.

-sen kaşındın kızım bak bakalım ben sana daha neler yapıyorum-

Gerçekten şu an sırası değil.

-sana kaldıysak hiçbir zaman zammı değil-

Sana laf yetiştirmektense susarım daha iyi.

 

Buldum!

 

Aslı! Eğer Aslı'yı arayıp ondan Ege'nin numarasını istersem Bulut'a ulaşmak daha kolay olurdu. Aslında Aslı'ya sa Bulut'un yerini sorabilirdim ancak Ege'ye sormak daha doğru geliyordu çünkü sohbet ettiğimiz anlardan birinde grupta kayıplar varsa ona Ege'den ulaşmak sanıldığından daha kolay oluyormuş. Herkesi bilir, herkesi en iyi o tanırmış.

 

Hızlı bir şekilde telefonumdan Aslı'nın numarasını bulup aradığımda sakin kalmaya çalışıyordum. Telefon çalmaya başladığında nasıl konuşmam gerektiğini düşünmek beni germeye devam etsede ona kapılmamak için ekstra enerji harcamak zorundaydım. Kulaklarıma ilişen ses her saniye kalbimin şiddetini artırıyordu.

 

"Efendim Dila!" Karşı taraftan duyduğum ses dördüncü arama sesinden sonra gelince heyecan vurmuştu gerginliğimin arasına. Oysaki her zaman konuştuğum biriydi.

 

"Merhaba Aslı Abla!" Sesimin nasıl çıktığını düşünmektense devam etmeyi tercih ettim.

 

"Merhaba canım, bir şey mi isteyecektin?" sesi her zamanki ablalık iç güdüsünü oluşturan sesiydi. O an, yaşanan anın arasında beni mutlu etmesine şaşırmak istesem de asıl sorunuma odaklanmam gerektiğinden ertledim duygularımı.

 

"Evet, abla senden Ege'nin numarasını isteyecektim gruptaki numaraları kaydetmemiştim de." Ne olacağını düşünmeyi kestiğim için akışa bırakmıştım. Sesimin ne halde çıktığını umursamadım. "Ege mi? İyi de neden? Bir sıkıntı mı var canım?" Abla içgüdüsü...

 

"Evet abla, Ege. Bulut'a ulaşamıyorum da ona soracaktım." Sorgulamasını istemiyordum çünkü verecek bir cevabım yoktu. Kalbi kırık insanların verecek bir cevabı olmazmış, soracak onca sorulara rağmen. Bunu anladığım ilk an hissettiğim acının tarifi yoktu. Kimliğimin yalan olduğu saniyelerde yaşamıştım bu hissi.

 

"Tamam canım atıyorum ama beni de haberdar et!" Sorgulamaması içimden onlarca teşekküre bedeldi. "Tamam abla, çok teşekkür ederim!" abla dememize alıştığı kesindi. "Rica ederim canım!" telefonu kapattığımda durağa doğru ilerlemeye başladım.

 

Aradan çok geçmeden Ege'nin telefon numarası geldiğinde hislerim iyice birbiri girmişti. İlk başta durup düşünmem bile çıkmaza sokuyordu. Galiba bütün yollar çıkmaza çıkıyor. Kaçış yok, çıkış yok.

 

Ne diyecektim Ege'ye? Kimse sevgili olduğumuzu bilmiyordu. Durduk yere niye bu kadar endişeye girdim diye sorgularlar mıydı ki?

 

-of yine mi çıkmaz-

 

Hızlı olmak zorundaydım yeterince zaman kaybetmiştim. Ege'nin numarasını çevirdiğimde aramaya geçtiğimde korkumun hâlâ artıyor oluşu işi zorlaştırıyordu. Telefon çalmaya başladığın da hemen açar diye düşünüyordum ama telefonun çaldıkça açılmaması kopmamı engelleyen sınıra ilerliyordu. Durağa vardığımda ne yapacağımı bilmiyordum, nereye gidecektim ki? Senkronizeden gelen ses kapanmaya yüz tutmuşken saniyelik adımla açılmıştı telefon.

 

"Efendim!" Çok şükür Allah'ım, çok şükür!

 

"Selam, Ege, ben Dila!" Nasıl başlayacağımı bilmesemde bir yerden başlamak zorundaydım. Duraktan bir kaç adım uzaklaşarak duyacaklarıma kendimi hazırlıyordum. Bulut için bir şeyler yapmak zorundaydım ve alacağım cevaptı korkutan. Bulut nasıl benim için yapıyorsa ben de onun için yapacak, bulacaktım onu. Aynı şeyleri yaşamıyorduk belki ama kalplerimiz birdi.

 

"Sen olduğunu biliyorum Dila sadece şaşkınım!" Gelen seste şaşkınlığını kanıtlıyordu zaten. Benim aramam gayet şaşırtıcı bir şeydi sonuçta. Sadece olayı çözmek için bir araya geldiğim kişilerden biriydi Ege. Benim için öyleyse onun gözünde de aynı yere sahip olmalıydım.

 

"Biliyorum aramamı beklemiyordun ama mecbur kaldım." Lafı dolandırmaya gerek yoktu direk konuya girecektim. "Mecbur mu kaldın?" Sesindeki o şaşkınlık hala gitmemişti. "İyi de neden?" korku salmıştım aradıkça. Aslı'yı da, Ege'yi de korkutmuş olmak yanlış bir şeyse kalsın yanlış olsun.

 

"Ben," bir insan ne diyeceğine karar veremeyecek kadar dili dolanır mı? Kötü düşünceler zihnimi ele geçirmişken attığım her adında zorlanıyordum. Direk söylese miydim diye düşünmek bile istemediğim halde yaşamış, kendimi o soruda bulmuştum.

 

-sanki başka çaren var ya-

İç ses...

 

"Bulut'a ulaşamıyorum. Saatlerdir arıyorum ama açmıyor, mesaj atıyorum geri dönmüyor. Senin haberin var mı?" Saniyeler dakikalara döndükçe yaşattığım cehennemi sonlandırmış gibi dursam da öyle değildi cehennemi sonlandırmamış daha da içine girmiştim.

 

"Bulut'a mı ulaşamıyorsun?" İşittiğim sesin verdiği his kırık olan camları daha da parçaladı parçalayacak küçük bir cam parçası bırakmadan.

 

"Evet, ulaşamıyorum haliyle de çok merak ettim çünkü normalde böyle yapmazdı." İnandırmaya çalışıyordum oysaki kurduğun sözcükler daha çok bana dokunuyor gibiydi.

 

"Evet, normalde böyle yapmaz fakat bazı günler dışında." Derin düşünceli bir şekilde gelen ses sızlayan yüreğimi daha da sızlatmıştı. Neden sürekli canım yanmak zorundaydı?

 

"Bazı günler derken?" Bir şeyleri anlamak için çabalıyor, çabaladıkça onun çıkmazına giriyordum. Göz bebeklerinde gördüğüm acıyı iliklerime kadar hissettim. Yanında değildim, gözlerinin içinde de değildim lakin o duygu başucumdaydı.

 

"Bulut, bazı günlerde kendini eve kapatır. Evde sık sık duş alır, ıhlamur içer, boş bir şekilde televizyon çalar ve hep uyur. Neden yaptığını..." Sustuğunda bazı şeyleri söylemek istemiyordu anlaşmıştım. " Onu söyleyemem ama dediklerin o belirtileri veriyor,Dila. Bulut, büyük ihtimalle evde uyuyordur."

 

"Anladım ama ben eve nasıl girebilirim?" Bazı şeyleri hızlı düşünüp karar vermek daha iyi olduğuna inanıyordum şu an da yaptığım gibi. Evini biliyordum bir keresinde sohbet ederken evine davet etmiş konuk atmıştı.

 

"Yedek anahtarı ben de var ama yanımda değildi evimde." İçimde oluşan korku az da olsa kesilirken yanına eklenen buruk sevince şükrettim. "Peki senden alabilir miyim?" lütfen kabul et çünkü günüm buna bağlı. Sesini duymaya, gözlerinin içine bakmaya ihtiyacım var ki eminim aynı duyguları kalbini çaldığını çekinmeden dillendiren aşık adamda söyler, hisseder ve isterdi.

 

"Malesef ben şehir dışına çıkmak zorunda kaldığım için şehir dışındayım ama annem evdedir. Sana evin adresini atayım git annemden iste ben de haber veririm anneme. Zaten ev, Bulut'un evine yakın." Doğru söylenmişti, grupta kayıp varsa Ege bilmişti. Aslı'yı aradığımda hiçbir yorum yapmamış bana da haber ver demişti demekki haberi yoktu ya da bilgisi.

 

"Tamam, sen konumu at gerisini ben hallederim. Her şey için de teşekkür ederim." annemi aradığımız o güne gittiğimde Ege'nin heyecan arayan sesi kulaklarıma çınlattığında hissettiğim soğumayı gün yüzüne çıkarmadan son duyduğum sesiyle telefonu kapattım.

"Rica ederim." Her ne kadar yardımı dokunsa sa Batu ve Ege'ye hissettiğim soğuma olup olmadık anlarda karşıma çıkacaktı deneyimlenmiş olmuştu.

 

Ege'nin attığı konuma doğru hareket etmek için geçen boş taksilerden birini çevirdiğimde kendimi rahatlaya çabaladım. Bulut'un neden o halde olduğunu bilmemek canımı sıkmakla kalmamış bütün duygularımı karman çorman etmişti. Kısa süre içerisinde ona bu kadar bağlandığımı tekrar tekrar görmek bir yandan gülümsetse de diğer yandan ürpermemi sağlıyordu. Yolda ilerlediğim sürece düşündüğümde ona haksızlık yaptığımla karşı karşıya kalıyordum.

 

Bulut, her seferinde sürekli benim yanımda oluyordu ama ben onun yanında olamıyordum. Bencil bir insandım ben. Hem de çok. Sevdiği adamı tanımayan, kendi geçmişine takılıp kalmış hissiz bir kızdım. Büyümemek için çocuk kalan o kazıdım.

 

💦

                                   

Asansöre binip on altıncı katı tuşladığımdan beri gerginliğim daha da artmıştı. Ege'nin attığı konuma gidip annesinden anahtarı aldıktan sonra kendimi olabildiğince hızlı bir şekilde Bulut'un evine atmıştım. Zaman işledikçe endişem daha da artıyordu. Korkuyordum! Bulut'un neden böyle olduğunu bilmiyordum ama öğrenmek için onu asla zorlamayacaktım. Kendini ne zaman yakın hissederse o zaman anlatırdı. İnanıyordum!

 

Asansör katları birer birer çıkarken hislerimin kıpırtısı kendini gün yüzüne çıkardı. Bulut'a yakınlaştığımın bilincinden miydi bilmiyorum ama kalp atışlarım hızlanmaya, karnımda ki kelebeklerin kıpırtısını çoğaltmaya başlamıştı.

 

Asansör kapısının açılmasıyla içime derin bir nefes çektiğimde adımlarımı tüm hislerimle attım. Asansörden çıktıktan sonra gözüken kapı numaralarını kontrol ederek sola döndüğümde ihtişamlı koridorda ilerlediğimde binanın büyüklüğünü göz önünde bulundurursam koridorların şık dekoltesine şaşırmamam gerekirdi. Göz alıcı koridoru geçip kapının kilidini açmaya geçtiğimde titreyen elime baka kaldım. Bir adım daha ilerlediğimde istediğim yerde olacaktım ancak şu an karışan duygularım çıkmazın içine daha da sokuyordu.

 

Kapıya anahtarı taktığımda suçluluk duygusu ağır basan duygumdu. Bulut'un evine ilk girişim böyle olsun istemezdim ama bunu yapmak zorundaydım. İçerde ya başına bir iş gelirse, içeri girdiğimde onu kötü bir durumda bulursam soruları zihnimi kemirirken ağır basan duygularıma yenilemezdim. Eğer yenilersem asıl suçluluk duygusunu o zaman hissederdim.

 

Kapı kilidini çevirdiğimde duygularımı daha da belirgin hissetmeye başlamış olsam da evin içine girdiğimde kokusunu hissetmek her şeyden koparmış sadece ona odaklanmamı sağlamıştı. Aşk bu olmamalıydı sevdiğinin kokusunu hisseder hissetmez mayışmamalıydın. Düşüncelerim yaşananların tersiydi. Sadece bir kaç saatte özlediğimin farkına varmak bile tanımadığım bu Dila'yı yabancılaştırırken sevdirmeye devam ediyordu. Hayatımda her şeyin kötü gittiği bir zamanda karşıma çıkması ve şu an hayatımın en güzel yerinde yer alması bir mucizeymiş gibi geliyordu. Ne kadar çok inandığım da üzülmekten korksam da her daim inanmaya devam edecektim.

 

O bendi ve hep ben olacaktı.

 

Evin girişinden iki tarafa giden uzun koridoru göz gezdirdiğimde gri tonlarda olan uzun koridor sade bir şekilde dizayn edilmişti. Duvarda asılı olan sadelikten şaşmayan sanat eserli tablolar alma değilde çizilme gibi duruyordu. Eve girdiğimden bu yana sesi çıkmadığına göre uyuyor olması ihtimaldi. Yatak odası olduğunu düşündüğüm sol tarafımda kalan koridorun sonundaki odaya adımlar atmaya başladığımda kalbime söz geçirmeye çalışıyordum.

 

-kız sen ne yapıyorsun ya çocuk müsait değilse-

İç ses lütfen şu an yanlış düşüncelere sokma beni onun iyi olduğunu görmeye ihtiyacım var.

-hırsız gibi girdik çocuğun evine ne iyiliğinden bahsediyorsun-

Zaten bende bir hırsız olduğuma göre sorun yok o sebeple sus iç ses.

-seni vicdanınla baş başa bırakıyorum-

 

Kapının ucuna geldiğimde iç sesimin dediğiyle çelişkiye düşmemek için gözlerimi kapattığımda odaya adım attım. Birkaç adım attıktan sonra olduğum yerde beklediğimde ses duymayı umuyordum lakin aradan geçen kısa süreye karşı duyduğum tek ses kalbimin hızlı atışının arasında alınan derin nefeslerdi. Gözlerimi göreceğim her manzaraya hazırlayacak açtığımda tatlı bir uykuda gibi gözükse de rahatsız olduğunu gördüm. Geniş yatağındaki diğer yastığa sol elini atmış sarılmış daha çok çekmişti kendini yastığa. Sanki gitmesini istemez gibi sarılıyor, arada bir yüzünü buruşturuyordu. Yataktaki bu halini ne kadar tatlı bulsamda onun gördükleri pek tatlı değildi.

 

Gözlerimi ondan kaçırıp odayı incelemeye başladığımda girişin sağında kalan ahşap bir dolap vardı. Dolabın kapakları aynalı olması ilgimi çekerken girişten solda ise geniş ahşap yatağı vardı. Yatak çarşafı siyah renkti ve oda beyaz tonlarda boyamalıydı. Ahşapa olan düşkünlüğü odaya farklı bir hava katmakla kalmamış en güzel parçası olmuştu.

 

Odayı incelemeyi bitirdiğimde Bulut'a sürpriz yapmak istediğim için mutfağa doğru yöneldim. Ege bugünlerde çok bir şey yemediğinden bahsettiği için aç olduğunu düşünmüştüm. Gün akşama doğru yol almışken güzel bir akşam yemeği fena fikir değildi. Mutfağa geçmeden önce evini turaladığımda zevkinin hoşuma gitmediğimi söylemek yalan olurdu. Sadeliğin şıklığı olan ev hayallerini kurduğum türdendi.

 

Yatak odasından çıktıkta sonra sağ bitişiğindeki oda da beyaz renk L şeklinde kitaplık, masa, dava dosyaları, küçük masa ve puf vardı. Odanın rahatlığı kitap okuma isteği getirtecek düzeydeydi. Gri tonlardaki koridorun ortasında ise beyaz renklerle döşenmiş banyosu vardı. Koridorun sonunda ise oturma odası vardı. Kapıdan girer girmez sağ tarafında yemek masası, solunda yeşil tonlarında L koltuk ve büyük boy televizyon odayı dolduran eşsiz parçalardı. Duvardaki tablolar hep çizim tablolarıydı. Evindeki huzur hissettiğim türden bir huzur değildi.

 

Mutfağa geçtiğimde ise siyah mermerin kapladığı uzun mutfak onalara uyum sağlayan beyaz kapaklarla karşılaştım. Küçük yemek masası ise mutfağa ayrı bir ortam katmıştı. Balkona çıkan kapıyı açtığımda aşağı bakmaya ürperdim. On altıncı kattan aşağı bakmak cesaret isterdi.

 

-o kadar cesaretin yok canım-

İç ses canımı sıkman nasıl olur?

-çok sıkıcı olur benimle seninle uğraşmam gerek-

Emin ol bende seninle uğraşmaktan zevk alırım ama şu an odaklanmam gereken bir süperiz var.

-sen şuna zehirlenme sürprizi desene-

Hatırlatırım ben çok güzel yemek yaparım.

-ne demezsin canım-

 

Buzdolabının kapağını açtığımda yapmak istediklerim için gerekli malzemelerin olmasını diliyordum. Eve gelirkenki ruh halimle şu an ki ruh halim aynı değildi. Endişelerim gitmiş yerini sevinç almıştı. Onunla güzel zaman geçirmek, kıpırtılarımı canlandırmaya yetiyordu.

 

-kelebeklerin kıpırtısı-

 

💦

 

                                 

Kaybolduğu günde ruhunu bulunan çocuktan:

 

Siyaha bürünen renk yavaş yavaş renklenmeye başladığında göz kapaklarım usulca aralandı. Ortamı saran karanlık ise akşam olduğunun habercisiydi. Üstümdeki battaniyeyi ne zaman üstüme aldığımı hatırlamıyordum.

 

Rahat bir uyku çekmek çok iyi gelmişti ruh halime. İçimdeki sıkıntıyı anca bu yollarla atabilirdim. Odamdaki loş ışığın yansıması dolabımın aynasına yansıyordu. Karşımda duran ayna ise bana böyle olmaz der gibiydi.

 

Kendi yüklerimi sevdiklerime yüklendirmektense tek başıma yüklemek daha iyiydi. Kendi zorluklarımı da bir başkasına çektireceksem benim yaşamamın bir anlamı kalmıyor ki. Onun gibi olmaktansa kendi savaşımı kendim vermeli bir başkası kukla haline getirmemeliydim.

 

Unutmak ya da unuttuğunu sanmak. Unutmak için direttiğimiz her şey her daim aklımızda zihnimizin en derinlerinde kalıyor. Ne kadar çok unuttum desem de hiç bir zaman hiç bir şeyi unutmamıştım. Her şey dün gibi aklımdaydı.

 

Unutmak mümkün olmayan bir acıydı.

 

Eğer ki unutmak mümkün olsaydı acılarımız da birer birer geçerdi. Zamanla alıştığımız acılar bize sevinci getirebilirdi. Fakat çok sevdiğim sanatçının şu sözlerini çok haklı buluyorum.

 

*Her acı zamanla geçmez...*

 

Acılarımız geçmedi, geçmeyecekte.

 

Uyanık olmama rağmen yatakta yatmaya devam ediyor iç düşüncelerime dalıp gidiyordum. Gözlerimin önünden gitmeyen o günün etkisini hâlâ hissediyor olmak cezadan başka bir şey değildi.

 

"Çat!" İçeri taraftan gelen cam karılma sesiyle irkilerek kendime geldiğimde sesten korkmuş olmakla birlikte şaşkına uğramıştım. Evde kimse yokken nasıl cam kırılma sesi gelebilirdi ki?

 

Hızlı bir şekilde yataktan kalkıp gelen sese doğru ilerledim. Adım attıkça sesler çoğalmıştı. Dikkat edildiği belliydi lakin yine de çıkan sesler ele veriyordu. Mutfaktan gelen sese yaklaştıkça içimde bir şeylerin kıpırdamaya başlaması garipti. Anlam veremediğim şekilde kalp atışlarım hızlanıyor yerinden çıkacak gibi atıyordu. Kapıya doğru yaklaştıkça burnuma gelen parfüm kokusu çok tanıdık geldiğinde anladım neler olduğuna fakat anlık gelen istekle kapıdan içeri bağırarak girmemle çığırtı koptu.

 

"Yakaladım seni!" yüzündeki korkuyu gördükçe bir taraftan kendime kızarken diğer taraftan kahkaha atamamak için zorlanıyordum.

 

"Aaaaa." Yeşillerinin içinde oluşan o korku kalbimi sızlattığında gülme isteği tamamen kaybolmuş yerini pişmanlığa terk etmişti.

 

"Dila?" beni merak etmesini anlardım ama eve geleceğini hiç tahmin etmemiştim.

 

Karşımda gördüğüm kişi hayal miydi gerçek miydi? Hiç beklemediğim bir şekilde karşımdaydı ve korkmuş gözlerle gözümün içine bakıyordu. İrislerim gözlerinin içine baktıkça eridim. Mutfağa girerken ki kıpırtıların, kalp atışlarımın nedenini anladığımda ihtimal vermemiştim gerçekleşmesine ancak gerçekti. O evimdeydi.

 

"Bulut!" Yüzündeki ifadede eksilme olmamıştı. Korku. Fakat korkmakla birlikte başka bir duygu daha vardı üzüntü.

 

Beni gördüğüne üzüleceğini düşünmezdim ama şu an karşımda öyle duruyordu. Moralim düzelmesi gerekirken gördüğüm yüz ifadesiyle iyice düşmüştü. Ona belli etmek istemediğim için yüzüme sahte bir gülüş kondurduğumda onun o güzel gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Hissetmiştim acısını tetiklediğimi.

 

 

"Senin burada ne işin var?" Şaşkınlığımı açıkça belli ediyordum. Eve nasıl girdiğini bilmesem de onunla kendi evimin içinde olmaktan mutlu oldum. Ne kadar çok üzüldüğünü görmüş olsam da onunla olmak bana iyi gelecekti.

 

İnanıyordum, çünkü onun gözleri öyle gösteriyordu.

 

"Sana ulaşamayınca çok merak ettim o yüzden seni görmeye geldim." Yüzünde gördüğüm kırgınlık ifadesini hâlâ görüyor olmak onlarca hançeri sırtıma saplamakla eş değeri. Kendi ellerimde sapladım her hançeri sırtıma. Kalp hırsımı böyle görmek ister istemez beni de etkiliyordu iyi hissetmeme rağmen.

 

Bir cevap vermek istedim ama cevap veremeyeceğimi anlayınca, merak ettiğim soruyu sordum. "Eve nasıl girdin peki?"

Onu sorguya çekmiş gibi gözüküyordum büyük ihtimalle. İçimden bir ses aklımdan geçenlerin doğru olduğunu fısıldarken inanmak istemedim. Eğer öyleyse bana ihanet edilmiş olurdu. Ki bu da en nefret ettiğim şeyken yapılması kendimle olan yüzleşmeme itecekti. İhanetlerin kol gezdiği bir sokakta büyümüşken ihanete uğramanın vereceği hisse hazır değildim.

 

"Anahtarla." Valla mı? Ben bunu nasıl bilmem. Kınayan bakışlarımı üstüne attığımda bakışıyorduk. Dila, beni anlamış olacak ki yüz ifadesi değiştiğinde gözlerini kısıp yüzünü aşağıya bükmüştü. O kadar tatlı duruyordu ki bir anlık kendimi kaybettim. Olduğum noktadan bambaşka bir noktaya geçiş yaptım. Hafif tebessümüm de bana katıldı. Fakat sorumu tekrarladım alacağım cevabı bile bile. "Tamam, eve anahtarla girdin. Peki anahtarı kimden aldın, Ege'den mi?"

 

"Sana ulaşamayınca Ege'yi aradım, o da anahtarı alabileceğimi söylediğinde ben de aldım." Suçlu olduğunu kabul eder gibi bakış atmış, utanmaya yüz tutmuş yanakları kızarmaya başlamıştı.

 

Duydukalarım beklediğim cevaptı. Anahtarımı en yakın arkadaşıma vermiştim ama o da benim bu zamanlarda ki ruh halimi bile bile Dila'ya anahtarı vermişti. Benim bu günlerde yalnız kalmak istediğimi her şeyden çok iyi bilen Ege, bunu bana nasıl yaptı? Bunu en yakın zamanda soracaktım.

 

"Bak bana kızma yaptığımın suç olduğunu farkındayım. Evine senden gizli girmemeliydim." Suçluluk duygusu karşımdaki güzelliği daha ön plana çıkartırken ruh halimin ne halde olduğunu unutuyordum. An an çekiliyordum ona, eşsiz güzelliğine.

 

En çokta bu duygudan nefret ederdim, yaptığının suç olduğunu bilerek gerçekleştirmek. Yaptığım meslekte suçluluk oranları yüksekken onlara karşı savaşmak nefretimi artırıyordu. Belki de nefret ettiğim için savaşıyordum o duygularla ve bu savaş benliğimi keşfetmemi sağlıyordu çünkü kaybederken kazanmak istiyordum. Belki de onun içinde kendimi bulduğum içindi avukatlığı sevmem.

 

Bir insanın suçluluk duygusunun yüz ifadesi bile bu kadar tatlı olabilir mi? Oluyordu. Ben Bulur aradığım her şeyi Dila'da buluyordum. Google gibi diyen bir ses vardı içimde. Aslında her şey iç sesimizdeydi. İçimize attığımız her şey bizim gerçeklerimizdi. Gerçekler ortaya çıkmadan da sırlarımız bizim evimizdi.

 

Sırlar ve gerçeklerin arasındaki tek bağ bizlerdik.

 

"Dila,tamam sıkıntı yok." Sadece gülümsedi. Onu endişelendirmek istemediğim için sakin kaldım. Zaten üzüm zamandır bana ulaşmaya çalıştığını hesaba katarsak aksi bir durum gerçekleştiremezdim, gerçekleştirmezdim de. Onu o kadar çok endişelendirmiştim ki şu an evimde karşımda duruyordu. Olduğum durum için bencilce davranmaya gerek yoktu.

 

"Peki cam kırılması neydi? Bir yerinde bir şey var mı?" Yataktan sıçrayarak kalkmamı sağlayan sesi sorgulamak için geç kalsamda asıl zamanı şu andı. Mutfağa girdiğimde eliyle durmamı işaret ettiğinde olduğum yerde kaldım. Gözlerinin içine baktığımda suçluluk duygusu hâlâ oradaydı.

 

Gözlerimiz birbirindeyken parmaklarıyla oynadığını görmüştüm kısa bir an. Dudaklarını araladığında çekindi belli oluyordu. Nasıl başlaması gerektiğini bulmaya çalışır gibi de bir hali vardı. Onu bu kadar düşünceli görmek beni korkutuyor aklımdan bin bir türlü şeyler geçiriyordu.

 

"Bardak kırdım," dediğinde kalbimdeki sızı tekrardan sancılandı. "Korkma bir yerimde de bir şey yok sadece bardak takımın bozuldu." Şu dakikalarda bile tatlılığına tatlılık katıyordu. Yerdeki kırıkları çöp poşetinde olduğunu gördüğümde düşünmeden ona adım attım.

 

"Kızım deli misin sen bardağı boş ver sana bir şey olmamış ya." Ellerini ellerimin içine aldığımda gözlerimden kaybolmayan bakışları daha da derinleşti. Yüzündeki gülümsemeyi defalarca kez izleyebilir, defalarca kez onunla bu anı yaşayabilirdim. Onunla olduğum her an benim için apayrıydı.

 

"Topladım zaten sıkıntı yok. Fakat böyle ayakta durmaktansa oturma odasına geçelim mi?" Ona yaklaşmışım bu anlardaki hal ve hareketleri bir şeyler karıştırdığını göstermekle kalmamalı davette bulunmuştu. Dışdan okumayı çok rahat yapıyordum, mesleğim sağolsun.

 

"Geçelim bakalım," dediğimde ellerinş avuç içimden çeken aşkım önde ben arkasında terk ettik mutfağı. Uykudan uyandığımdan yaşaran göz altımı elimin tersiyle sildiğimde Dila'nın da tavsiyesi ile oturma odasından içeri girdim. Duyduğum kıkırtıyla önümden çekilen Dila ile şoka uğradım Dila'nın sesiyle birlikte.

 

"SÜRPRİZ!"

 

Dila'nın kıpırtılarını, üzüntüsünü her şeyi anlamıştım. Ona, onu dinlemeden kırıldığım için kendimden nefret ettim. Ne zaman geldiğini bilmiyordum ama saatlerdir yaptığı sürpriz için uğraştını anlayabilirdim. Onu korkuttuğum için daha çok nefret ettim kendimden.

 

Karşımda duran masaya baktığımda harika göründüğüne hiç şüphem yoktu. Bu masayı yapmak için ne kadar uğraştığını bilmesem de anlayabilirdim. Beni endişe etmekle kalmamış evime kadar gelmiş bize güzel bir akşam yemeği hazırlamıştı. Romantikliğe bak be kimin aşkı? İçimde ki sese mi güldüm yoksa Dila'nın güzeller güzeli gülüşüne mi bilmiyordum ama bugün gülümseyebildiğim içim sevinmiştim. Nasıl olmuş der gibi bakışlarıyla karşı karşıya geldiğimde sesiz kaldım. O baktıkça ben gülümsedim ben gülümsedikçe de o gülümsedi.

 

O kadar güzeldi ki yüz hatların da kaybolmak istedim. Yeşil gözleri bana inancı, umudu gösteriyordu. Güzel nemli duran dudaklarındaki gülümsemesi pes etmemeyi gösteriyordu. Saçlarındaki dalgalar neşeyi gösteriyordu. Yüzündeki tatlı ifadeler hayatın sembolü gibiydi. Bana hayatımın her anını gösteriyordu ve ben onunla olmaktan öyle çok mutluyum ki bunun tarifi yoktu.

 

 

"D... Dila sen..." Kekelemiş olmama aldırmadan gülümsemeye devam ettiğinde ellerimi tutarak gözlerimin içine baktı. Yaşam bildiği bu enkazda kurtuluştu onun varlığı.

 

"Bir şey söylemene gerek yok çünkü ben seni duyuyor ve anlıyorum." Dudaklarını araladığında bakışlarım oraya kaymıştı. Ruhum iyileşirken yok olduğum yerde sadece ona baktım hem de her şeyden kaçarken. Tuttuğu sağ elimi kaldırarak kalbimin üstüne koyduğunda ellerimiz benim kalbimin üstünde birleşmişti ve bu an her şeye değerdi. "Tamda burdan duyuyorum seni, baradan hissettiklerini anlıyorum." Söylenen sözcükleri işittikçe zamanın durmasını diledim. Zaman durursa yaşarım gibi hissettim, zaman durursa sonsuza denk mutlu oluruz sandım. Olanlara karşı nasıl bir yüz ifadesi içindeydim bilemiyorum ancak Dila beni görüyordu. "Sen yalnız değilsin çünkü artık ben varım."

 

Eğer zamanı durdurup tekrar tekrar aynı şeyi yaşamak ister misiniz diye sorsalardı kesinlikle bu anda kalmak isterdim daha az önce dememiş gibi. Ellerimiz birbirine sım sıkı kenetlenmişken o andan kopmak istemedim. Ellerimiz kalbimde, gözlerimiz gözlerimizde. O ana karşı gelmektense birbirine arzuyla bakan bize karşı gelmeden dudaklarına dudaklarımı değdirdiğimde sanki birbirimizin eksik tarafıyken tamamlanıyor gibi öpüşüme karşılık verdiğinde arzu şehvete dönmüştü.

 

Kara günü bile sevdirecek bir kızdı o. Çocuk Bulut'a hayatın devam edebileceğini gösteren gelecekti.

 

Kendimi geri çektiğimde ise bu sefer de Dila dudaklarımızı değdirmiş ayrılmamıza izin vermemişti. Nefes alış verişini hissettikçe anın büyüsünde kaldım. Hiç tatmadığım bu duygunun her anını dolu dolu yaşamak istedim. Kendimi yanında huzurlu hissettiğim kadının kollarında olup, onunla yaşamak diledim. Ne kadar süre birbirimizde kaldık bilmiyorum ama hiç bitmesini istemediğim bir andı. Dila kendini çektikten sonra masanın yanına gittiğinde yaşadığı utangaçlığının arkasına sığınmıştı. Masanın başına geçtiğinde sol başköşedeki sandalyeyi kendine doğru çektiğinde heyecanının arasına sıkıştırdı cümlelerini.

 

"Ben çok acıktım eminim ki sen de acıktın, artık oturalım mı?

 

"Oturalım bakalım." Sırıtarak Dila'nın çektiği sandalyeye oturduğumda yaşadığımız anın tam tersi olaması gerekirken olmaması değişik hissettirmemiş aksine güzel hissettirmişti. Benim oturmam ile Dila'da karşımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda derince soludu. Onun tatlı telaşını izlemek onunla olduğum huzura bir yenisini daha ekletti. Ne yapacağını bilmediği halleri çok tatlı duruyordu. Baktıkça baktım çünkü en güzel filmi asıl şimdi izlemeye başlamıştım. Dün sabah sınav öncesinde söyledi sözlerde düşmüştü zihnime.

 

Söyle o sinemaya asıl sinemayı daha izlememiş.

 

Masaya koyduğu ışıltı şeyleri nereden bulmuştu anlamış değildim. Masaya ayrı bir renk katan led ışıklar yanmayan mumlardan daha hoş duruyorlardı. Siyah tabağın üstüne koyduğu solmuş beyaz gül beni geçmişe götürsede hayran hayran baktım. Zordu her şey ama kolaylaştırmak için yapıyordu birçok şeyi. Kırmızı renk olan şarap bardaklarımıza su doldurunca kahverengi tonlarında gözükmeleri değişikti, ve komikti. Masa daha şimdiden harika gözükürken dalmamak için beklemek zorlayıcıydı.

 

"Şarap bardaklarına su mu doldurdun? Yoksa ben mi yanlış gördüm?" Şaşkınlığımı gizleyememek değildi bu tamamen onunla uğraşmaktı. Seviyordum onunla olmayı, onunla uğraşmayı...

 

"Hayır, doğru gördün. Ben şarap tüketmiyorum Bulut ve senin de tüketmeni istemiyorum." Belki de bu yüzden aşıktım bu kadına. Kendini düşünürken bile illaki düşündüğü birileri oluyordu. Saftı belki ama iyiydi. Her şeyden önce iyi insandı. Maalesefki hayat iyileri kaybettirmeye zorlayıp en acımaz savaşlara sokan harabeydi.

 

"Tamam bundan sonra içmem yeter ki sen iste." Ağızımdan sökülen her harfe kalıbımı basardım.

 

Güzel bakışlarıyla yine baktığında bana mutlu olmam için yeterliydi. Onunla geçireceğim her anı bu gülümsemeyle yaşamak isterdim. Hiç eksik olmasın isterdim bu bakışlar. Biz her daim birlikte olalım, savaşlar olmasın aramızda. Bir çıkmazın içinde olmayalım mesela. Bambaşka bir dünyada yine birlikte olalım fakat bu sefer biz ne istersek sadece onun gerçekleştiği bir yer olsun. Ne peri gibi güzelliği üzersin ne de ben üzüleyim. Geçmişimiz en güzel haline bürünsün. Onlarca keşkelerimiz silinip yerine onlarca iyi kileri bıraksın.

 

"O zaman servise başlayayım." Dila yan tarafındaki yemeklerden sırayla koyarak önümüze yerleştirmeye başladığında yardım etmek istesem de izin vermediğinden onu bekledim. İzledim. Sırayla ve itinayla tabaklara yemekleri koyarak yerlerine yerleştirdi. Her şeyi bitirdikten sonra enfes yemekleri yemeye başlamak için elalarıma baktığında ondan başka yeri görmeyen gözlerimle karşılaştığında sadece baktı.

 

"Afiyet olsun!" aradan geçen kısa zamana rağmen kopmak istemediğimiz belliydi lakin önümüzdeki yemekleri soğutmak haksızlık olacağından fısıltı gibi çıkan sözleri ilişti kulaklarıma.

 

Keşke zihnimden geçenleri okuyabilsen, keşke kalbimin ne derece şiddetli attığın bilsen, keşke içimden sıraladığım onca iltifatları duysan Dila.

 

"Şimdiden ellerine sağlık sürpriz peri kızım." şaka olmalıydı öyle değil mi? Ben hakkaten şimdi Dila'ya sürpriz peri kızım mı demiştim hemde içimden geçirirken. Yaptığım patavatsızlığa rağmen kötü hissetmemiş aksine söylediğim için rahatlamıştım. O kadar tatlı bir şekilde şaşırmıştı ki şaşkınlığı beni yerle bir etmişti. Daha şimdiden böyle oluyorsam daha sonrasını kestiremiyordum bile.

 

Bu kız bana kafayı yedirtirdi.

 

"Sürpriz peri kızım mı?" şaşkınlığını bilememe rağmen hâlâ öyle bakmasına rağmen yine de susmamıştı. Sanki o da duyulmak istiyordu sanki o da hissedilmek istiyordu onu hissettiğimi, duyduğumu bile bile. Bazen insanlar bile bile atardı o adımları çünkü attığı adımların getireceğim hisse ihtiyaçları vardı.

 

"Evet sürpriz peri kızım. Bugünlük benim sürpriz peri kızımsın, " dediğimde hayran dolu bakışları utanmama zorluyordu. "Yarını da yarın düşünelim peri kızım." Dila söylediklerimden sonra kıkırdadığında başını onaylar gibi hareket ettirmekle kalmamış masanın üstündeki elini elimin üstüne koymuştu.

 

"Peki o zaman balık." bakışlarım ellerimizdeyken duyduğum söz ile yeşillerine baktığımda kendinden emin bakışları vardı. Benim gibi dik duruşa geçmesiyle anlaşılıyordu az çok ne yapacağı.

 

"Balık mı iyi de ne alaka şimdi?" şaşkınlığımı gizleyememiş onun dik duruşuna karşı kalbimin atışını koymuştum o ne kadar bilmesede.

 

"Ne var sen de bugün benim balığımsın. Olmaz mı?" sesindeki çocuk heyecanını en derinlerde hissettiğimde içimde yarım kalmış sevinçler kendini hissettirmişti. Yüzümde ki ifadeyi bozmamak için direttiğimden içimdeki yangın görünmüyordu. Ona karşı dürüst olmak gerekirse hoşuma gitmişti iltifatı. Denizi o güne rağmen seven ben için en anlamlı iltifattı.

 

"O... olur." Dediğimde içimdeki kırılgan çocuğu arkaya atıp cezbedici gülüşlerimi saçtım ortaya çünkü karşımdaki neşesini bozmak istemedim. Hoşuma giden bu durum için bir suçlu aramaya gerek yoktu çünkü suçlular kalplerimizdi. Söz geçiremediğimiz kalplerimiz.

 

Değişikti. Anlaşma stilimiz bile farklıydı. Belki de değişik olmamızdı her şeyi güzel yapan, her şeyi olduğu gibi kabul ettiren. Sevdikçe kaybolan, kör olan gözlerimiz bu seferde tatlılığın körüydü, esiriydi.

 

İstediği kadar balık diyebilirdi. Gerçi neden balık dediğini anlamış değilim ama çözerdim yakında. Peri kızımın yaptığı enfes yemeklerinden her yediğim bir lokmada onun gözlerinin içine bakmak çok farklıydı. Onu o şekilde görmek, hayalini kurmaktan bin kat daha güzel ve eğlenceliydi.

 

Masaya oturduğumuz andan beri çok güzel vakit geçirmiş güzel sohbetler etmiştik. Beni hiç zorlamamıştı konuşmam için. Neden bu halde olduğumu, neden böyle davrandığımı kısacası ne sorması gerekiyorsa sormayıp bambaşka şeyler yapmıştı.

 

Birlikte vakit geçirmek anlatılmayacak kadar güzeldi derler ya işte tamda öyleydi. Artık inanıyordum geçirilen güzel vakitlerin anlatılamayacağına. Onu çözmüş olmak ya da çözdüğümü sanmam mutlu ediyordu. İstediğimi yaptırabilecektim sonuçta. Uzun bir yoldu belki de çıktığımız bu yol. Peki ne kadar uzun sürecektik biz? Mutlu olmayı hep seçiyorduk; üzülmemek için, kolay olduğu için, rahat olduğu için, unutulduğu için...

 

Her şeyin bir sonu vardı. Bizim sonumuz çizilmiş miydi yoksa çizilecek miydi?

 

Peki sırlarımız bizi hangi çıkmaza yitecekti? Her sırrın bir çıkmazı, her çıkmazın da bir sırrı vardı. Bunu çözmek bile zorken biz yaşayan taraftık, çoktan girmiştik bir çıkmaza.

 

Bir çok şeyi o masaya bıraktık. Benim duygularımın sebebini bıraktığımız gibi peri kızımın o günkü huzursuzluğunu da, ikimizin korkularını da, ikimizin endişelerini de bıraktık o masaya. Zordu belki ama biz yine kolay gelecek tarafı seçip kaçtık, uzaklaştık, bizi bekleyen bütün gerçeklere rağmen.

 

Yemeklerimizi yemiş toplama aşamasına geçmiştik. Peri kızım yemek artıklarını bir köşede ayıklarken ben de masadaki kalan tabak ve bardakları mutfağa getirmiştim. Onun bir işle meşgulken izlemek kadar güzel bir şey yoktu. Bir şeylerin uğraşları içindeyken o kadar masum duruyordu ki ona hayran kaldım. Bu birlikte yapacağımız işi daha da neşelendirmek için şarkı açmaya karar verdiğimde yavaş adımlarla mutfaktan çıkıp oturma odasın geçip ben uyurken kapattığı televizyonu açtım. Radyo kısmını açarken eş zamanlı olarakta müziğin sesini yükselmiştim.

 

Radyoda çalan şarkı kendini yenilediğinde usulca olmak istediğim yere geri döndüm. Uyandığım andan beri yan yana olmamıza rağmen hâlâ özlem duyabilirdim ona. Şarkı ritmini tutarken mutfakta olmayı başardığımda vereceği tepkileri göreceğim için çocuksu heyecanımın içine kapıldım. Yüzümdeki tebessüm yerini almışken sanatçının sesi duyuldu.

 

*Tenin üzerinde kayan bi' buzdur*

*Uzak bakışların*

 

Peri kızım bulaşıkları makineye yerleştirirken duyduğu sesle kaşlarını çatarak bana doğru döndüğünde anlamıştı olanı. Evin içini dolduran ses ile gülümsemesi büyüdü. Birlikte eksilmeyen en güzel parçamızdı gülümsemek.

 

"Sen delisin, harbiden!" gözlerinin içindeki parlamayı görmek bile günümün en güzel hediyesiydi.

 

"Evet deliyim ama tek senin." nasıl gerçekleşti bilmiyorum ama içimden ne geçtiyse onu söylemiştim. Emimin ki bugünü anlattığım kayıtta ona güzel sözler sarf edecektim.

 

*Hiç izlememiş olsaydım bu filmi*

*Canımı acıtırdı*

*Ama seni bilmek, seni bilmek*

*Seni bilmek beynimde bi' kurşun*

 

Şarkı tüm hızıyla devam ederken Dila anı daha da büyülemek için yanıma geldiğinde gözlerimin içine bakmaya devam ederken beklemediğim anda yanağımdan öptüğünde donakaldım. Hiç bir şey olmamış gibi arkasına dönmeye yeltendiğinde elinden tuttum. Bakışları tekrardan bana çevrildiğinde usulca sardım kollarımı bedenine.

 

*Seni bilmek, seni bilmek*

*Seni bilmek en büyük ceza*

 

Kokusunu içime çekerken kazıyorum zihnimin en ücra köşelerine. Olurda bir gün uzak kalırsam unutmayayım kokusunu. Eğer ki unutmak istemediğiniz kokuları zihninizin en ücra köşelerine hapsederseniz unutmazdınız. Salık olan saçını arkaya itelediğimde boynuna bir öpücük kondurduğumda gözlerini kapatarak bedenini şarkının ritmine bırakarak dans etmemizi sağladığında kulağına yaklaşarak şarkıya eşlik ettim

 

*Her anın aklımda, her kıvrımın*

*Sanmasınlar asla seni benden ayrı*

*Savrulur, savrulur saçlarında hayatın*

*Seni sorsunlar benden, bi' tek ben anlarım*

 

Sesime karışan sesiyle kapalı olan gözlerini açtığında irislerimdeydim. Hararetli olan şatoyla ettiğimiz dans ters olduğundan kendimizi sıkın ritmine bıraktık. Saçma dediğim her hareketi yanında yapıyordum. Saçma değildi, eşsiz güzellikti. Birbirinin içinde olan ellerimizi ileri geri oynatırken ayaklarımızda onlara ayak uyduruyordu. Bir tur etrafında döndürdüğümde attığı kahkaha içimdeki çocuğa bir ışık daha yaktı. Filizlenmesini istemediğim o duygu filizlenmeye inat etmişti, yeniliyordum ona. Dans etmeyi bırakması ilse kendini daha çok yakınlaştırarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Nefesi yüzüme çarparsan yüzünde oluşturduğu ifadeye bakıyordum. Dudaklarını aralığından daha da çok çekildim ona.

 

"Şarkınında dediği gibi seni bi' tek ben anlarım. Her ne olursa olsun, ne zaman olursa olsun seni hep anlayacağım, her zaman yeterki sen bana güven." Sarf ettiği her sözcükte dolmaya başlamıştı gözüm. Her kelimesine aşık olabilirdim ki olmuştum. Bazen kendime bakıyorum ve ben bu peri kızını hakedecek ne yaptım diye sorguluyordum. Her şeyimle onu mutlu etmeye çalışıyorken bunun aynısını hissediyor olmak tarifsiz bir duyguydu. Her şeyiyle beni mutlu etmeye çalışıyorken bu duyguyu yaşamamak imkansızdı.

 

Çok farklıydı bu duygu. İlk başta ve en önemlisi ise kendini değerli hissettiriyordu. Hiç bir şeyin zor olmayacağını sadece inanman gerektiğini hissettiriyor, yalnız kaldığında bile gülmeyi öğretiyordu. Hastalığının gitmesi için içtiğin ilaçlar misali. En büyük ilacın olduğunu hissettiren bir duyduydu. Yaşanabilecek en güzel duyguları yaşatan tedaviydi.

 

"Ben seni hak edecek ne yaptım?" dediğimde asıl merak ettiğim yaşamı harabe olan bana nasıl oldu da vazgeçtiği nefeslerim değerini gösterdiği, nasıl hayatı sevilecek yere çevirdiğiydi. Her miliminde kendimle yüz yüze geldiğim bir periyken nasıl oluyorda esir alabiliyordu yara bere olan çocukluğumu. Çıkmazdaydık biz oysa ki çıkmazda olan çocukluklarımızdı. Daha geçmişimi öğrenmemişken gösterdiği şefkâtti şimdiden iyi gelen, iyileştiren.

 

"Doğdun." duyduklarım kalbimi dayanılmayacak kadar hızlı attırmayı başardığında şaşırmamıştım geldiğim noktaya. Farklı bir anlamda da okumuştum bu sözü. O üzücüydü ama bu kalpten götürecek derecede şiddetliydi.

 

"Seni o kadar çok seviyorum ki seninle bütün duyguları yaşamak istiyorum, her anı yaşmak istiyorum ve emin ol ne olursa olsun her zaman ilk sana anlatırım peri kızım." fevkalede bir giriş yapmışken nasıl oluyordu da sonunda dramaya bağlıyordum anlamış değildim. Hesap vermeye kalksam iş sesimle birbirimize girerdik o kadar yani.

 

Peri kızımın bakışlarındaki hayranlık başardığımın göstergesiydi. Onun yüzünü her zaman böyle görmeliydim. O yüz ifadesinin hiç bir türlü eksik kalmaması gerekiyordu. Şaşırmasına rağmen kolların bedenime sardığında ne yapmam gerektiğini şaşırmıştım. Aradan geçen kısa zamana rağmen bedenini geri çekip parmak uçlarına basarak biraz boyunu uzattığından dudağıma küçük bir buse bırakmıştı."İyi ki varsın balığım!" onun sesinden duymayı en sevdiğim sözcük tamlaması buydu. Sonuna eklediği o iltifat daha da güzelleştirmişti cümleyi.

 

"Sende iyi ki varsın peri kızım ve iyi ki de varım." her iyi ki demesine iyi ki karşılı vermek hoşuma gidiyordu. Kendini beğenmiş diyebilir di ama bu benim sevgimi gösterme şeklimdi. Öpücüğüne karşılık vereceğim zaman yüzünü sağa çevirdiğinden yanağına öpücük kondurmuştum.

 

Yaşanan durumun şaşkınlığı içerisindeyken yüzündeki kazanma sırıtması garip hissettirmiyordu. Yanağından öpmek değildi şaşırmamı sağlayan kendini bilerek geri çekmesiydi asıl şaşkınlığım. Gözlerimiz birbirine değdiğinde gözünün önüne gelmesi yakın olan saçını geriye itelemek istesemde içimden gelen sesle geri çekildim. Beden böyle bir şey yaptığını sorgulayacağım sırasında konuşamama izin vermemiş bir bir dizmişti sözcüklerini.

 

"Bundan sonra ben ne zaman istersem o zaman dudağımdan öpebilirsiniz balık bey." Hayır, hayır bu kabul edilmezdi. O güzel anlarda ben peri kızımı öpemeyeceksem o güzel anın büyüsü kalmazdı. Onunla o güzel duyguyu defalarca kez yaşamak isterken neden kısıklı yaşayayım ki. O benimdi ve bana böyle davranmamalıydı. Biliyordum, o istemedikçe ödemeyeceğimi ama yine de inatlaşmak, çocuk kalmak istedim. Belki de borçlu kalan çocukluğumun listesinden bir madde silmekti inadım.

 

"Hayır ben seni istediğim zaman öpebilirim." karşısında çocuklaştığım halimi görmenin neşesi vardı üstünde hissediyordum. Şimdiden kızaran yanaklarıda buna dair kanıttı.

 

"Hayır tabiki de ben istemediğim sürece beni öpmeyi geç dokunamazsın bile." Sertti. Salmaya ise niyeti yoktu, bunu bakışlarından da hal ve hareketelerinden de gayette iyi anlayabiliyordum. O kadar sert göz teması kuruyordu ki korkmamak mümkün değildi. Netti ve olmaktan da sakınmayacaktı. Şakalaşmanın dozunu bir tık fazla kaçırmış gibiydik. Daha demin önüme gelecek olan saçı geriye kulağının arkasına itmek isteyipte vazgeçtiğim saçını kendisi geriye kulağının arkasına ittiğinde bakışlarım oraya kaymıştı.

 

"Tamam o zaman iddiaya girelim. Eğer seni bir gün içinde öpersem istediğimi yapacaksın ki seni öpücem ve sende bunu izleyeceksin." kaybetmek ya da kazanmak onunla bir iddia içinde olup yarışmaktı güzel ve eşsiz olan. Seviyordum bu kızı, getirdiklerini.

 

"Tamam, kabul ediyorum. Ben kazanırsam benim bir gün kölem olucaksın yani kısacası sözümden çıkmayacak ve bana hizmet ediceksin." Güzel teklif sunmuştu. İlk başta düşünsem de kararına saygı duyarak onaylamıştım teklifini. Kazanan belliyken onun teklifi değildi kafamı kurcalayan benim ona neler yaptırmak istediğimdi. Çok yormadan keyfini çıkarmalı, sevgilimle eşsiz köleli bir gündü dileğim. Tabii ki de gerçekten kölem olmayacaktı fakat biraz uğraşmanın cezası olmazdı.

 

"Tamam ama aynı ceza senin içinde geçerli olucak."

 

"Tamamdır, yarın görüşmek üzere." Yavaştan gitme vaktinin geldiğinin kanıtıydı bu. Onunla birlikte geçireceğim günleri hayal ettim çünkü bugünkü akşam yemeği benim için hayallerden bile güzeldi ve bunun sonuna gelmiş olmak beni üzüyordu. Sürpriz peri kızımın hayallerinden dönüp hazırlandığını farkettiğimde ona teklif sundum. Kaşla göz arasında mutfağıda toplamıştık.

 

"Seni eve bırakayım benide bekle odadan arabanın anahtarını alayım." Eve bırakırsam yüzünü biraz daha görme fırsatım olucakken bunu asla kaçıramazdım.

 

Kapının önündeki daire küçük pufa oturmuş ayakkabısını giyiyordu peri kızı. Hızlı adımlarla yatak odama doğru gidip konsolun üstündeki arabanın anahtarını aldım. Odadan tam çıkarken dolap kapağının açık olduğunu farkettim. Kapatmış olmam gerekiyordu çünkü kapatmıştım. Çok düşünmeden dolap kapağının açık olan rafların birinde olan deniz kokulu parfümümü sıkıp dolabın kapağını geri kapatıp hızlıca çıkışa ilerledim. Ayakkabılarını giymiş olan peri kızını daha fazla bekletmeden hızlı bir şekilde ayakkabımı giyip evin kapısını kilitlerken Dila asansörü çağırmaya geçmişti.

 

Asansör katları birer birer çıkmaya devam ederken ben de peri kızımı izliyordum. Tatlı bir telaşa girmişti ve ben bunu izlemekten çok keyif alıyordum. Telefonunu çantasından çıkarmış mesaj yazmakla meşgul olan sevgilime baktım. Bakmak bile hayran olmak için yeterliydi. Asansör kata ulaştığında kapıları açılmasıyla içeri girip otoparkın bulunduğu kat olan -1 butonuna basıp aynadaki yansımamızı izlemeye başladım.

 

Cebimde olan telefonu çıkarttığımda fazla düşünmeden hızlıca kamerayı açıp aynaya doğru tuttum. Nasıl çıktığımızı umursamadan fotoğraf çekmem ile peri kızım kızsada en güzel fotoğrafımızı belki de ilk fotoğrafımızı çekmiştim o sebeple onun kötü olma şansı yoktu. Ne kadar kızmış olsa sa sonradan poz vermesiyle biribirinden güzel şahane fotoğraflar çekmiştik.

 

Kolumun altına girdiği fotadan dil çıkardığımız fotoğraflara kadar çekmiştik. Hatta deli dolu şekilde şarkımız ilan ettiğimiz bi' tek ben anlarım şarkısını söylediğimiz videomuzu bile vardı. Haliyle on altıncı kattan eksi bire inmem uzun sürüyordu. Tabi bu deli dolu anlarda peri kızımı defalarca kez öpmeye çalışmış hüsranla sonlanmıştı çabalarım.

 

Arabayla yolcuğumuza başladığımız andan beri hep aynı şarkıyı söylüyorduk.

 

Harika olan ortamda araba sürmekle kalmayıp geceye yüz tutmuş bu saatlerde peri kızıma tekrardan araba sürdürmüştüm. Evde geçirmiş olduğumuz anla kalmayarak dışarıda da güzel vakitler geçirmiştik. Güzel anların sonuna geldiğimizi ise peri kızımın sürdüğü arabanın evlerinin önünde durmasıyla son bulduğunu anladığımda yıkılmıştım. Daha gece yarısı bile olmamışken ondan ayrılmak zulümdü. Onca yıla rağmen bugünümü güzelleştirmeyi başarmışken günü onun yeşillerinde bitirmek isterdim. Şoför koltuğunda oturuyorken hile yapıp öpmeye çalıştığım her anda yenilmiştim. Kız harbiden inat etmişti. Arabadan iner inmez kapısına koşup bir yardımcı gibi kapısını açtığımda inmesi için de elimi önüne tuttum. Yarın değil miydi hizmet günü ben niye şimdiden başlamıştım ki?

 

Şaşkın Bulut, aşkından kör olmuşsun gözünün önünde yenilgiye gidiyorsun hemen toparlanıp kendine gel. Bulut ol, savaşan güçlü adam, çocukluğundan al o gücü. Kalbimin sahibi sanki bu anı beklermiş gibi uzattığım elimi sımsıkı tutarak indiğinde gülüşleri büyüktü.

 

"Aferin peri kızım araba sürme işini kaptın atık ehliyet alabilirsin." Onun başarılarını görmek çok güzeldi, onurlandırıcıydı. Binalarının kapısına doğru adımladığımızda arabayı park ettiği için dualar okuyordum. Son ana kadar zaman geçiriyor fırsat kolluyordum.

 

"Gerçekten mi, başardım mı?" sesine kaçan çocukluğu güzel giden geceye bir yenisini daha eklerken aynı fırsatta acıda ekliyordu. Bilmiyordu bana ne ara hangi anlamda ifadeler verdiğini. Bilmiyordum ona tam olarak ne zaman çekildiğimi. Daha doğrusu kendimi inandıramıyordum o gerçeklere çünkü peşimi bırakmayan yalanlar vardı.

 

"Gerçekten başardın. Başvurman için hiç bir engel görmüyorum." Yeşil gözlerindeki heyecan dolu bakışları sevincinin sembolüydü.

 

"Tamam o zaman," Sesindeki titreme beni gülümsettiğinde tırnaklarımı olduğun an için elimin içine, yumuşak bir bölgeye bastırdım. İnanmak zorundaydım böyle bir anın yaşandığına. "İlk fırsatta yani yarın ehliyete yazılıyorum." İddialı bakışlarını da attığına göre yeni bir hedef belirlenmişti.

 

"Tamamdır, emir alındı." Vedalaşmak için ona sarıldım. Sanki hiç ayrılmayacakmış gibi sarılmamız gözümü doldursa da akıtmamak için tuttum. Bu güzel akşamı berbat etmemek için tuttum. Her zamanki gibi içime attım ve tuttum. Bu akşamın sırrını bilene kadar tuttum. Yeniden öpmeye çalışmamla sendelemem bir olmuştu çünkü öpmeme izin vermemek için itmişti. Beklemediğim bu atak için geriye sendelediğimde dengemi kaybetmiştim. Yola savrulduğum için tutanacak bir yer ararken ayaklarımın birbirine dolanması düşmemi sağlıyordu ancak son anda dengemi sağlamama yardım ermek için kolumu tuttuğunda bir adım bana doğru gelmişti. Her ne olursa olsun dengemi sağladığımda ikimizi kurtarmış olmam yakınlığımızı arttırmıştı. Kollarımın arasında olan kızı kendi mahallesinde hay safa yakındım. Röntgenci komşulara malzeme çıkmıştı.

 

"Seni seviyorum balık," balık mı? Bu kız beni delirtiyor. "ama kendini iddiayı kaybetmeye hazır et çünkü sana acımayacağım." Acırdı bana, bize. Bir şey yapacağından değildi bu sözleri eminim ki kazanırsa güzel vakit geçirmek içindi planları. Bir kere onda sevdiği, değer verdiği birini köle yapacak göz yoktu.

 

"İddialıyım diyorsun." Ses tonumu alaycı bir tona çevirdiğimde vermek istediğim mesajı verdiğime inanıyordum. Gözlerinde gördüğüm parıltıydı güzelliği gösteren.

 

Hizmet etmeye hazır ol." dediğinde temasımızı bozduğunda başka hiç bir şey dememe izin vermeden terk etti. Koşarak eve gittiğinde gülmeden edememiştim demek ki kazanma ihtimalim vardı. Hem kazansın istiyordum hem de kaybetsin. Ama her türlü güzel vakit geçirecektim onunla bu akşam olduğu gibi. Bu akşamın tarihini asla unutmayacaktım buna geçmişi unutmadığım kadar emindim.

 

21 Haziran.

 

Arabaya bindikten sonra kendimi en yakın sahil kenarına attığımda balık diye hitap etmesini sağlayan o denizi izlemekti amacım aslında tekrardan o günü yât etmekti. Boş bulduğum bir banka oturduğumda saat dokuz buçuğa geliyordu. Denizi izlemek yıllar önce hayatımın değiştiği o günden kalan bir huydu. Aslında anmaktı denizi izlemek çocuk Bulut için. Sevdiğin birini senden alan bir denizse izlerdin onu bilip bilmeden. Kaybolurdun yine bulurdun kendini.

 

Kaybettiğim bir savaşın en ortasındaydım. Çocukluğum alabileceği en büyük yarayı almıştı. Ailem dediğim o yuva bir cehenneme döndüğünde kurtarmam gereken iki candan birini kurtarmıştım. Annemi alan bir hikayede kardeşime iyi gelmek için savaşıyordum kimle savaştığımı bilmeden. Kaçtığım o gün benliğimi yeni bir serüvende bulduğum da kalbim pır pır atıyordu. Yıllar önce o çıkmazdayken görmüştüm yeşil gözlerinin iyi geldiğini. O günden bugüne çok dinlemiştim onu, tanımazdı Dila beni anacak ben Aslı'dan duyardım onun ismini, kalbinin iyiliğini, babasını beklediğini...

 

Şimdi kalbinin en güzel yerindeydim. İlaç olan bakışlarında görüyordum ilaç olduğunu. O benim için neyse bende onun için oydum. İsminin anlamını çok güzel taşıyordu, bir kalp hırsızıydı. Ondan hoşlandığımı anladığımda karşısına çıkmayı çok istemiştim lakin başımdaki bela engellemişti beni. On beş yaşında annemi kaybetmiştim, on beş yaşında bilmediğim bir savaşın piyonu olmuştum. Baş belam patronumdu, kim olduğunu bile bilmediğim o adamdı. Kardeşimi benden çaldığı gün en büyük nefretimi kazandığı gündü. Belki savaşırdım onun için ama kardeşimin hayatıyla tehdit edildiğim o an bütün kaçışlarım sona ermişti. Yıllardır büyümüştüm onun kara ellerinde yine de pes etmemiş bir gelecek yaratmıştık Bulut'a.

 

Geçmiş bugün gibi hissettirmeye devam ederken dolan göz yaşlarımın akması için serbest bıraktım. Geçmişim için ağladığım bu akşam artık geleceğim için de ağlamıştım. Peri kızımın başrolünde olduğu gelecek hayallerim için dökülen yaşlarım mıh gibi kazıyordu önüne çıkacak her engeli. Kurtulmuştum hırsızımla tanıştığım gün. Kardeşimi kurtarmıştım onun sır dolu hayatından. Yarım kalmıştık biz, yaralı ruhumuz kanarken tutunmuştuk birbirimize. Şimdi karşısına çıkıp benim hayatın böyle böyle demek imkansızdı. Bilmiyordum ama bir engel vardı ona anlatmamamı sağlayan.

 

O an hep dinlediğim şarkıyı açarak dalgaların sesine karışmasını istedim. Yabancı bir şarkıydı ama benim hayatımı gösteren en güzel şarkıydı. Hayatıma girip darmadağın ettikten sonra çıkanlara yine de bir şekilde hareketi güzelleştirmeye başaranlara diye içimden geçirdiğimde şarkıyı açmıştım. Düşünceler ise bir bir zihnimi kemirmeye başlamıştı.

 

Sözler annemeydi.

 

Giveon - Heartbreak Anniversary

 

Ne kadar çok kaçtıysam o geceden o da o kadar yakındı.

 

Teşekkür etmem gereken biri vardı bugünümü güzelleştirdiği için. Cebimde olan telefonumu aldığımda mesajlar kısmına gittim beklemeden. Ege'nin ismini seçtiğimde mesaj kutucuğu açılmıştı ancak tam olarak ne diyeceğimi bilemiyordum. Fazla düşünmeye gerek yoktı aslında ne hissediyorsam yazsam en güzeli olacaktı.

 

Bulut: İlk başta sana o kadar çok kızdım ki beni sattığın için, ihanet ettiğin için sonra baktım ki sen o adresi ve anahtarı vermeseydin ben bu güzel akşamı yaşayamayacaktım. Senin sayende zor geçirdiğim bu günü bile bile bana neyin iyi geldiğini anladığında onu yaptın. Teşekkür ederim kardeşim çünkü senin sayende bu akşamı çok güzel geçirdim. Sen sormadan da söyleyeyim. Evet, Dila ile sevgiliyim. Seni seviyorum, iyi geceler.

 

Mesajı gönderdiğim saniyelerde kalbimin üstüne oturan bir his vardı. İyi olmadığı verdiği acıdan belliydi. Sanki biri büyük bir adım atmıştı ve ben o adımdan etkilenen parçaydım. Anlam vermediğim bu duygunun sebebini düşünmek bile yorucuyken hissetmek ayrı bir sancıydı. Yangına dökülen benzin daha da katlamıştı içimdeki ateşi. Yanıyordum ancak bilinmezlikte.

 

Sahilde yürüyen adımlar dahi rahatsız etmeye başladığı ne yapacağımı bilemiyordum. Yerimden kalkmak istesemde bir güç vardı engelleyen. Neler olduğunu anlamaya çalıştım o sıralarda duyduğum ses işe afalladım. "Bulut."

 

Siyaha bürünüp sakinleşmek için kapattığım gözlerimi tanıdığım o sese çevirdiğimde şaşkındım. Yüzünde oluşan ifade hiçte iyi bir ifade değildi. Kendini bilmiş gibi bakarsan zafer bakışı da atıyordu. "Senin burada ne işin var?" dilim tutulmuştu. Kalbimdeki sızı daha da derinleşirken bu anın garipliğin içine daha çok çekildim.

 

"Tanışmaya geldim," dediğinde şaşkınlığım daha da artıyordu. Banktaki boş kısma üstüne dikkat ederek oturduğundan telefonun ekranı açıldığında saati gördüm. 23.17

 

"Zaten tanışıyorduk neden bir daha tanışalım ki?" ne saçmalıyordu bu, bilmiyorum ancak duyacağım şeyler pekte hoşuma gidecek türden değili bunu anlamıştım. Yüzündeki sırıtmayı biraz daha büyüttüğünde ukala tavırları devam ettim. Tırnağımı etime geçirdiğimde hissettiğim acı daha da büyümüştü. "Hayır, tanışmıyorduk ancak şimdi ikimizde bütün gerçekliğimizle baştan tanışacağız Bulut Aras." ses tonu gittikçe nefrete dönerken ismimin tam halini baskılayarak söylediğinde vereceğim tepkiyi ölçüyordu.

 

"A... anlamadım," dediğim sırada kahkaha atmamak için zor duruyor gibiydi. "Emin ol seni öğrendiğim de bende böyle olmuş anlam verememiştim ama maalesef ki varsın." Zihnime düşen kesit kesit sözler geçmişe gitmemi sağlıyor daha çok endişelendiriyordu. Tahminler ardı sıra sıralanırken karşımda gördüğümün gerçek yüzü hangisiydi? "Telefonun çalıyor istersen bir bak," sesi bir nefrete kaçarken bir neşeye bürünüyordu. Bakışları üsten üsten bakarken telefonumun zil sesi araya girdi. Bir dakika, ben tam olarak şu an ne yaşıyorum?

 

Elimde tuttuğum telefonun ekranına bakarken düşüncelerim bir kez daha vurdu. Gördüm harf her şeyi açıklarken kabul etmek istemedim gerçekleri.

 

P ARIYOR...

 

Aramayı cevaplayıp cevaplamamak arasında kaldığımda üzerimdeki bakışlar açmam için yeterliydi. Gönül isterdi ki arayan başka birisi olsun çocukluğun katili değil.

 

"Tekrardan merhaba, Bulut Aras umarım çok özletmemişimdir." duyulan ses an an korkmamı sağlarken yüzleşeceğim gerçekler yaralıyor, parçalıyordu. Patrondu o, beni aramazdı ancak şu an onun arıyor olması, yanımdaki, söylenenler...

 

"Ne istiyorsun?" cılız çıkan sesim en son böyle çıktığında bitirmiştim bu oyunu. Şimdi ise bitirdiğim bu oyun tekrardan karşındaydı.

 

"Sence seni bir intikam için büyütürken bir anda oyundan saf dışı bırakır mıydım? Hayır, bırakmazdım. Koşacaksın beyefendi sandığın gibi kimseyi kurtarmadın kardeşin hâlâ ellerimde ve sen görevini başarıyla yerine getirdin tebrik ederim." görev? Günüm güzel gidiyordu neden berbat etmek için bugünü seçtiniz neden? Bitmişti bu oyun, bitmişti her şey. Sesinden duyduğum kibir, kendini beğenmişlik karşımdakinin değişik tavırları, söylenenlerden kaçmak istiyordum.

 

"Hayır, bunu yapmış olamazsın," dediğimde gerçekleri kabullendiğimin ilk adımıydı.

 

"Ben değil sen yaptın. Dila'yı kendine aşık ettim emin ol ki bu başarını mükâfatlandıracağım aklın kalmasın." Çıkmazın içinde koca bir çukura düşmüştüm. Aşık olduğum kadınla gelecek hayalleri kurarken önümüze çıkmasından korktuğun o engel katilim değilmiş benmişim.

 

"Sen o musun?" olma diyemedim, yapma diyemedim, gerçek değilsin diyemedim ancak çocukluğumun mahvedicisi depremin şiddetini yaşattı.

 

"Eve, oyum; Ahmet Deniz." Zamanın tersine döndüğünü hissettiğin o anda yıkıldım. Kabul etmek istemediğim o isim kendini açıklarken sadece kalbimdeki sese gittim. Balık diyen o sese hapsolmak bir daha dışarı çıkmamak istediğimde kalbimde oluşan diğer sancı gözlerim önüne çiçeğimi getirdi. Bana ihtiyacı vardı. "Sen bu intikamın piyonu değilsin Bulut direk başrolü, kurbanısın o yüzden çıkmayı bırak ölene kadar savaşacaksın. Unutma kardeşinin sana ihtiyacı var." Şaşırtmıyordu söyledikleri çünkü bağışıklık kazanmıştım.

 

"Sen en baştan kötüydün, var olamadığın bir hayat için intikam istedin. Kafayı yemişsin lan sen, bırak benden çaldığın hayatı o kızın suçu neydi da çocukluğunu mahvettin. Şerefini siktiğim birde beni oyununa dahil ediyordun yer miyim ben bu numaralarını bu saatten sonra he yer..."

 

"Haddini aştığın her an kardeşinin işkencesini çoğaltıyorsun," yaşadığım şokla saydırmaya başladığın o dakikada lafımı yarıda kesip kükremişti. Yanı başımdaki hainse bu anı bekliyormuş gibi elinde tuttuğu telefonu açıp gözlerimin önüne çıkarttığında ekranda gördüm çiçeğimdi. Elleri ayakları hasat yatağında başlıyken vücuduna verilen enjekte titremesini sağlıyordu. Dediklerini yapmış söylediğin her hadsiz sözcüğe işkence yazmıştı. "Yapma, yapma duydun mu yapma," yanaklarımdan süzülen yaşları umursamadan ekrana bakmaya devam ettiğimde sayıklıyordum. Seçenekler yine gelip bulmuştu beni.

 

"Şimdi karar ver Bulut Aras; kardeşininin yaşaması mı, ölmesi mi? Tik tak tik tak zaman darılıyor." ihanet bedenimi sarıp sarmaladığında ne yapacığımı bilmiyordum. Karşı karşıya gelen iki hayata kendi hayatım desem kabuk görmezdi ancak bilinmeyen bu yolda onlarsızda olmazdı. Kafam karışmıştı. Duygularım yerle bir olmuş parçalanmıştı. Bulut yoktu, ölmüştü. Deniz bile dalgasını en şiddetli hale getirmişken içindeki yanağın sınırını aşmıştı.

 

"Ne istersen yapmaya hazırım yeter ki kardeşime zarar verme." İhanet gelip çattığında bu çıkmaz daha büyümüştü. Kurtarmam gereken bir değil iki hayat vardı ancak bunu bilen tek ben olmalıydım.

 

"Bu işteki ortağanla tanış çünkü bundan sonra tek değilsin," gözlerim yanımdakine döndüğünde bakışlarında yatan o alçaklığa odaklandım. "Benden haber beklerken aşkı kullanmaya bak çünkü kötü günler çok yakında." senkronizeden gelen kapanma sesiyle gözümden akan yaşarda dinmişti. Başarmıştım yaşları yenmeyi.

 

"Neden yaptın bunu, neden Dila'ya ihanet ettin, o kız sana güvenirken nasıl oynadın?" perimin kaybolduğu o günlerde inanmıştım arkadaşlarına. Hissetmiştim aramızda bir hain olduğunu ama aklımın ucundan dahi geçmemişti. O yapmazdı çünkü oyunculuğu süperdi.

 

"Kendini benden ayırma çünkü ikimizde aynıyız Bulut." Kabul etmek istemediğim en acı gerçekte buyduya. Nasıl olurduda onca mesaja rağmen anlamamıştım ihanetin kucağında olduğumu?

 

"Biz, seninle, hiçbir, zaman, aynı, olmadık, olmayacağızda, bunu, o, geri, kafana, sok!" kimsem kimim ama ben asla sizin gibi olmayacaktım. İhanet etmezdim, edemezdim o ruha. Yok olan ben oludum ama yinede ihanet etmezdim. Yalan söyleyemezdim hırsızıma. O yalan sevmezdi.

 

"Emin ol Bulut seninle aynı olmak gibi bir derdim yok, sen sözünde dur yeter." Sözümde duracağım hiç merak etme, bu cennetinizi size cehennem yapacağım. Bildiğiniz Bulut'u siz öldürdünüz haliyle yenisinden haberiniz yok.

 

"Yok olacaksın biliyorsun demi, kimse senin iyiliğini düşünmeyecek." Acıma Bulut, acıma. Acırsan acınacak duruma düşersin.

 

"Yok olan ben değil aşkın olacak o yüzden şimdilik keyfini çıkar çünkü sandığından daha kötü günler bekliyor sizi, unutma kimseye güvenmez patron." Her sözünün altında yatan ima, göndermeler bile tehditti. Kardeşime verilecek en ufak işkence bendim. Benim varlığım ölümdü.

 

"Sende unutama her oyunun içinde gizlenen başka kimlikler vardır senin olduğun gibi." Gizli oyunların olduğu bu masalda bir oyunda ben yaratırdım hiç sıkıntı değil.

 

"Ve seninde olduğun gibi. Ne sanıyorsun Bulut, Dila'yı kurtaracağını mı?" niyeti belliydi, görevi belliydi.

 

"Dila sana içini dökerken hiç mi sızlamadı kalbin çünkü ben ihanet edeceğimi öğrendim an nefret ettim kendimden." ihanet etmek kolay olan taraftı ancak ihaneti fırsata çevirmek zor olandı.

 

"Senin beni sorgulamaya hakkın yok," sert çıkışından anlamıştım canının acıdığını fakat umurumda olan bir durum değildi. Oturduğu banktan kalktığında nefret dolu bakışları yine kuşanmıştı. "Yapacağın her yanlış adım kardeşinin işkencesi olduğunu unutmadan beklemede kal aşık olan salak." Yanımdan ayrılmak için arkasını döndüğünde son bir söz daha söylemişti. "İzlemede olduğunun farkındasındır diye umuyorum beyefendi farkında değilsen de attık farkından şimdi görüşene kadar hoşça kal!"

 

Sahilde tekrardan tek kaldığımda düşüncelere çekilmemek imkansızdı. İhanet eden bendim kurban olan kalbim. Haksızlıktı bu, her çocuk için en büyük haksızlıktı.

 

Yalanlar ve sırlardı ihaneti doğuran. Mutlu olmak adı altında söylenen her yalan zamanla sıra, sırlarda gün geçtikçe gerçeklerin yerini aldı. Gerçekler acıtırdı, yakardı, pişman ederdi. Sırlar kimisi için kaçışken kimisi içinde mutluluktu. Yalan söylemiyorum demek en büyük yalandı. Saklamak bir çözüm değildi elbet her şeyin gün yüzüne çıkacağı bir gün vardı. O gün gerçeklerin en acımasız şekilde ortaya saçıldığı, gözlerden akan yaşların hesabının yapılmadığı, kalplerin onlarca yükün altında kaldığı gündü.

 

Saklanan her şey bir müddet yüz güldürürdü zamanı gelen gerçekler ise her daim yaralardı.

 

Sakladığım geçmişim peşimi bırakmıyordu. Kaçmak için çırpındıkça o bataklığa tekrar tekrar batıyordum. Yalan söylemek istemeyen kalbimle savaşırken sadece iki isim bütün dengemi alt üst ediyordu. Kalbim beni durdurmaya çalışırken aklım verdiği savaşı her seferinde kazanıyordu fakat bir taraftan kazanırken diğer taraftan kaybediyordum. Her iki tarafta kalbimi söküp atacak kadar güçlü hislere ev sahipliği yapıyordu. Hangi tarafta kalırsam kalayım her seferinde kalbimde, aklımda diğer tarafta kalıyordu. İki isimdi hayatımı yerle yeksan eden, iki isimdi kalbimin sızısını arttıran, iki isimdi aklımla savaş veren, iki isimdi yönümü kaybettiren.

 

Kayıp olmuştum hislerim arasında. Onlarca duygunun arasında sıkışıp kaldığım her anda bir seçim karşılıyordu beni, elimi uzatacak bir dal bulmak isterken her seferinde seçimlerle karşılaşmaktı yenilgiye uğratan. Yeniliyordumi, kalbime, çiçeğime, hayallerime, inandıklarıma, hissettiklerime... Savaş veriyordum sırlar ve gerçeklerle. Sanki bir masalın ortasındaydım, önümde beni bekleyen iki yol vardı. İki yol, iki seçim. Onlarca masal varken yalanların yuvasının masalının içinde olmak bir tesadüf müydü, bilmiyorum. Bilmediğim, tanımadığım bir masalın kahramanı mıydım, kurbanı mıydım, gerçekleri miydim?

 

Bir bilinmezliğin içinde kendi kalemimle bir masal yazıyordum, aslında farklı bir masal yazmak için diretiyordum. En zoru da buydu, sonunu bildiğin bir masalı değiştirmek istemek. Sıfırdan masal yaratabilmek yerine başlamış bir yaşamı değiştirmek en zorlu savaşta savaşmaktan daha ağır ve daha zordu. Nasıl ki okyanusun, denizlerin sonunu göremiyorsak sonu belli olan bir masalı da değiştiremezdik, değiştiremezdim.

 

Yağmurların ıslattığı topraktan gelen o kokuyu anımsayabilmek için gözlerimi kapattığım her gün o yağmurun altında değişen yaşamımı hatırlıyordum. O gün, tarihlerin değiştiği, hissettiklerimin karman çorman olduğu, korktuğum gerçekle yüzleştiğim, yalnızlığın anlamını acımasızca öğrendiğim o gün...

 

21.06.2013

 

Kaybettim bu masalı, kaybettim yeni bir masal yazmayı, kaybettim seçimleri, kaybettim hissettiklerimi, kaybettim nefesimi, kaybettim hayallerimi.

 

İsmim Bulut, yaşadıklarım sanıldığı kadar kolay değildi. İsmim Bulut, hayallerim gerçekleşemeyecek kadar imkânsız değildi. İsmim Bulut, hissettiklerim ruhumu parçalayacak kadar basit değildi. İsmim Bulut, bu masalın neresinde yer alıyorum bilmiyorum ama bildiğim tek şey varsa bir kalpte yer almak istediğimdi. İsmim Bulut, hala o günde, o andayım. İsmim Bulut, iki isim arasında bir savaş içindeyim.

 

Bildiklerimle kazandığımı gördükten sonra duramazdım, kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. O zavallı çocuk gittiği gün yeni bir ben yaratmakla kalmamış baştan sona çizmiştim ismimi. Öldürmüştüm içimdeki çocuğu, külleriyle saklamıştım yaralı ruhumu.

 

Bulut. (üstü çizili)

 

Bilmediğim her şey için kurban olmayacaktım, eğer ben her şeysem göze aldıklarımla da kabul edilecektim. Tanımadığım her kimse onunla savaşacaktım. Tatmadığım bu hissi tattıktan sonra bırakamazdım, yapamazdım. Beni bekleyen bir kalp varken onu terk edemezdim. İşte tam da bu çıkmazda her iki isim için savaşacaktım.

 

Dila.

Çiçek.

 

Çoktandır girmiştim bir çıkmaz sokağa. Ne zaman girdiğimi dahi hatırlamıyorum daha doğrusu ne zaman itildiğimi bilmiyorum. Elimden tutulduğunu sandığım o gündü belki de bu çıkmaza girdiğim gün ya da çaresizce beklediğim o günlerde inandığım umuttu. Umut etmemeyi öğrendiğim halde yeniden bir umuda tutuldum. Bu sefer sonunu göremiyordum. Mademki girmiştim çıkmaz sokağa mürekkebi yenileyip bir başlık atabilirdim, yeniden tekrardan... Lakin başka biri olarak, sadece mutlu olmak için, kaçtığım benliğimle.

 

İsmim Bulut, bu masalın sonunu değiştireceğim.

 

Hayır, ismim sadece Bulut değil. Resmiyette kabul ettiğim ama kullanmaktan uzak durduğum kimliğimle, bütün benliğimle, bütün ismimle yeniden, tekrardan masalın ortasında ya da en başında...

 

Hayır, bu kez ismimin üstünü çizmeyeceğim.

 

Bulut Aras.

 

💦

                                  

 

Geleceği için adım adım ilerleyen kızdan:

 

Yapmış olduğum güzel sürprizim ile ona iyi geldiğimi güzel bakışlarından ve gülüşünden anlamıştım. Onu bu kadar üzen şeyi sormaktansa öne iyi gelmeyi seçtim. Zaten biliyordum bana bir gün anlatacağını.

 

Harika bir akşam yemeği geçirmiştik. Yemekle kalmamış bizim şarkımızı bulmuş ve delice araba sürmüştük. Harika ötesi bir gün geçirmiştim onunla. Şimdide beni eve bırakmış ve eve gitmişti. Son kez sarıldığında gözlerinin dolduğunu anlamıştım ama sormadım. Yaralarını deşip kanatmaktansa yara bandı olup iyileştirmek istedim.

 

Yanımda anahtarım olmadığı için zile bastığımdan kuşatıyordum. Kapı hızlı bir şekilde açıldığında merak dolu bakışlardı karşılayan. Karşımda annem ve babamı görmem ile utangaçlığım artmış yanına suçluluk duygusunu da hissettim eklemişti çünkü çok geç kalmıştım. Güzel geçirdiğimiz geceden sonra sabah kalkmış evden çıkmıştım, çıkışta o çıkıştı. Annemi anlamamak olanaksızdı.

 

Ayakkabılarımı hızlı bir şekilde çıkarırken defalarca kez özür diliyordum onlardan. "İyi akşamlar!" dediğimde annem sesiz kalkıştı lakin bu beni bekliyormuş gibi hissettirmişti. "İyi akşamlar kızım,"diyen babam sessiz kalmamıştı. Odama doğru yönlendiğimde ise annem beni durdurmuştu. Bakışlarım bir annem bir babama kayarken bir şey söylemek istedikleri belliydi. Bulut'a giderken mesaj atmıştım ancak bir anda böyle yakın olmam hoşlarına gitmeyebilirdi.

 

"Kızım biraz konuşabilir miyiz?" Evet, annem beni bekliyordu. Suçluluk duygum harlanırken babama bakış attığımda samimi bakışlarıyla karılaştım. Hafifçe sırıttığımda çekinsemde cevap verdim.

 

"Tabii ki de anneciğim." Annemin yönlendirmesiyle oturma odasına geçtiğimizde uzun olan koltuğa oturmuştu babamla annem. Çaprazlarında kalan koltuğu oturduğumda parmaklarımla uğraşmaya başlamıştım. Güzel bir akşam geçirmiştim umarım duyacaklarım kötü hissettirmezdi.

 

"Kızım hiç uzatmak istemiyorum," dediğinde annemin bu kadar güçlü olduğunu bir kez daha görmek onur vericiydi. Sesindeki korku ve heyecanı anlamlandırmak istiyordum. Babamın elini tuttması hoşuma gittiğinde kısa bir an ellerine bakmıştım ancak tekrar konuşmasıyla bakışlarımı ona çevirdim. "Biz evlenmeye karar verdik."

 

Şoka uğramadım desem yalan olurdu. Bekliyordum böyle bir karar ama bu kadar da erken olmasını beklemiyordum. Annemin mutlu olduğunu görmek beni çok mutlu edecekti bunu biliyordum. Annemin sevdiği adamla hayatını geçte olsa birleştirecek olması çok güzeldi ve ben buna asla karşı gelmezdim hem babama alışırken bunun olması kadar güzel bir hediye yoktu.

 

"Anne, ben sizin bunu ne kadar çok istediğini biliyor ve anlayabiliyorumda," gözlerindeki ışıltıyı gördüğüm de iyi ki dedim, iyi ki babam gelmiş. "Tabii ki de birbirinizi bu kadar sene dün gibi severken hayatlarınızı birleştireceksiniz bunu bana danışmanıza bile gerek yoktu. Sizi mutlu görmek beni çok mutlu eder hemde. Hem siz bunu zaten hakkettiniz." Annemi ve babamı karşımda böyle görmek çok güzeldi. Biberilerine artıları neşeli bakışlar zaferimizdi. Korkuyordum bu güzel günlerin bozulmasından ancak yine de düşünmeden geçemiyordum. Kendimi tamamen akışa bıraksamda hedeflerim, hayallerim vardı.

 

Onlar bu mutluluğu çoktan hakketmişti. Annem yaşadığı onca şeyin bedelini ödemişti hemde misliyle ve şimdi mutlu olma sırası ondayken sorulacak hesap ise bende. Hem annem için hem babam için hem de çocukluğum içim soracağım hesap vardı. Şu an hayatım düzene girmiş gibi gözüküyor olabilirdi ama ben istemediğim sürece düzene de giremezdi. Yarım bırakılan tüm ayrılıkları tamamlayacaktım. Yarım bırakılan tüm sözleride tamamlayacaktım.

 

Oturduğum yerden kalkıp annemin yanına geçtiğimde önüne eğildim. Ellerini sımsıkı tuttuğumda elleri avuçlarım içindeydi. Huzurun, güvenin içindeydi. Mutluluğun içindeydi. "Annem seninle bu maratonu en güzel ve keyifli şekilde tamamlayacağımıza eminim. Birlikte olursak hayallerinden pardon hayallerinizden daha güzel günü taçlandırcaksınız." Bir elimle ise babamın elini tuttuğumda içimdeki hislerin yerini bulduğunu anladım. Eksik parçamı bulmuştum hem babamdı hemde balığım. Babamın elini tutmam ile babamın bakışları beni bulduğunda geri kalmayan anneminde bakışları bendeydi. Sevinmiştiler. İki olmuştu babamla bu derece yakınlaşmamız.

 

"Size hayalinizden daha güzel bir düğün yaşatıcam sadece bana güvenin ve inanın." İkside mutluluktan ilk birbirlerine baktılar, başlarını aşağı yukarı hareket ettirip birbirlerini onayladıktan sonra beni yanağımdan öptüler. Babam sol yanağımdan, annem sağ yanağımdan öptüğünde huylanmışım.

 

"Her şeyi birlikte yapacağız kızım. Biz bir aileyiz ve o gün bizim en güzel günümüz. Üçümüzün." Aldığım öpücüklerden sonra babamın en içten söyledikleri gözlerimin dolmasın sağlamıştı.

 

Göz yaşlarımız aktığında hepsi sevinçtendi. Sevincim üçümüz sözüneydi. Onlar değildi bizdik... Dolu dolu söylemek istedim. İçimden ise defalarca kez bağırdım.

 

-BİZDİK, BİZ, ÜÇÜMÜZ-

 

Babam gözlerimin içine baktı. Bir şey sökmek istiyordu ama bunun için çekiniyordu görebiliyordum. Bir müddet düşündükten sonra diğer elini elimizin üstüne koyduğunda elimi ellerinin arasına aldı.

 

"Kızım," tereddüt ettiğini bakışlarından anlamıştım. "Biz annenle evlendiğimizde annen benim soyadımı alıcak. O adamın soyadını taşımak zorunda değilsin istersen sana soyadımı vermek benim için onur verici." Babam resmî olarakta kızı olmamı istiyordu. Resmî kaynaklara göre ben Ahmet Deniz'in kızıydım. Fakat ben Erdem Özkaya'nın kızıydım.

 

"Hayır, istemem!" Yanlış anlaşılmamak için hemen toparlamaya geçtim. "Ben bu ismimle var oldum ve olmayada devam edicem. Yani ben her şeyi bu kimlikle yaşadım, yaşamayada devam ediyorum. Yanlış anlaşılmak hiç istemem ben Dila Deniz olarak var oldum, öylede kalmak istiyorum."

 

"Tabii ki de sen nasıl istersen kızım." yanlış anlaşılmamak en güzel şeydi. Çocuk Dila bu teklife hayır demezdi ancak şu an ki ben gerçekleri görebiliyorken, bu kimlikle savaşabiliyorken sonuna kadar gitmek istiyordum.

 

"İyi geceler!" dediğimde onları baş başa bırakıp odama çekilmek günün etkisinden çıkmak istiyordum. Eşsiz bir gün geçirmiştim har saniyesinde.

 

"İyi geceler!" diye ilk kişi annem olduğunda sulu sulu öptüm yanağından oturduğum yerden kalkarken. Benim gibi huylandığını belli ettiğinde babamın sesini duydum. "İyi geceler!" yüzümde oluşan aile gülümsemesini kısmadan gözlerinin içine baktığımda mutluydu.

 

Odama geçtiğimde ise hala aynı şeyi düşünüyordum. Soyismimi değiştirmek istemezdim. Ben bu acıları bu kimliğimle yaşadım ve bu kimliğimlede o acıları kudurtacaktım. Üstümü değiştirip geceliklerimi giydiğimde vakit kaybetmeden yatağıma uzandığımda sadece bugünü düşünüyordum. Her anıyla, her şeyiyle çok güzel bir gün geçirmiştim defalarca kez söyleyebilirdim.

 

Geceden başlayan eski anne kız günü, sabah yakın arkadaşımla kahvaltı fakat kavgalı, endişe, korku, güzel bir akşam yemeği, kazanılacak bir iddia, bizim şarkımız ve annemle babamın güzel haberi. Günümün özetiydi bu. Asla unutamayacağım bir gündü.

 

21 Haziran.

 

Telefonuma gelen bildirimle irkildim. Şu an anın büyüsünde olduğum için bildirime bakmadım. Fakat mesaj bildirimi kendini tekrarlayınca merak ettiğimde komodinin üzerine koyduğum telefonumu elime aldım. Ekranda gözüken numara bilinmeyen bir numaraydı.

 

Bilinmeyen Numara: Her şeyin bu derece basit bir şekilde düzene gireceğini mi sanıyorsun Dila Deniz? Bu kadar salak olmazsın heralde ya da olursun niye olmayasın.

 

İlk mesajla ne okuduğumu anlamasamda irkilmiştim. Nasıl bir mesajdı bu, neler oluyordu? Hızlı bir şekilde gelen ikinci mesajı okumaya geçtiğimde ister istemez ürpermiş korkmuştum.

 

Bilinmeyen Numara: Yaptığın seçimleri tekrar gözden geçirmen gerekiyor. Mesela Bulut Aras'la sevgili olman gibi. Asıl hikaye şimdi başlıyor Dila. Senin için en zor günler yaklaştı bundan kaçamazsın. Her şeyin bedelini ödemeniz gerekiyor.

 

Gelen mesajla neye uğradığımı şaşırmış durumdaydım. Neydi şimdi bu? Ne demek istediğini apaçık söylemişti. Benden hesap soracaktı ve bunu canımı acıtarak yapacaktı. Neden bugündü, neden her şey tam düzene oturmaya başlamışken atılıyordu bu mesaj? Bulut' la olan ilişkimizi nadir bilen kişilere rağmen bu kişi nerden biliyordu ve en önemli soru da şuydu;

 

Bu gizemli kişi kimdi?

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitaptaaa!

Bu nasıl bir bölüm, bu nasıl bir çift🥹 yazmak ayrı düzenlemek ayrı güzel beeee. Vallahi bebeklerim çok güzel, çok.

Bölümün etkisinden hala çıkamayanlar bendensiniz.

Her bir cümle, her bakış çok kıymetli çok.

Tabii ki peşimizi bırakmayan bir bela da var onu unutmayalım.

Galiba uzun bölüm yazmayı sevmişim:)

Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?

Sizce gizemli kişi kim?

Peki Bulut, onun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?

Burasıda sizin düşünceleriniz ve sorularınız için olsun.

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Wattpad/Inkspired: izzetcanduman

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 26.11.2024 21:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...