14. Bölüm

14.BÖLÜM: GÖKYÜZÜNÜN RUHU

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Eyyy ahalii kalkın biz gekdikkkk:')

Çok güzel bir bölümle geldim. Bu hafta iyilik perileri mi üstümde acaba dicem ama bu hafta yazmadığım için şükredin çünkü vize haftamdı. Eğer bölüm yazsaydım acısını çıkarırdım bu kadarda iyi niyetliyim😮

Lafı uzatmaya gerek yok!

Keyifli Okumalar:)

Bölüm şarkıları;

Can Koç - Gökyüzünü Tutamam

The Weeknd - Die For You

Bölüme başlamadan önce beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Bölüm sonunda görüşmek üzere.

 

"Babasından yaralı olan her çocuk hissettiği en ufak sevgiye tutunur yıpratmamak için çabalardı."

 

14.BÖLÜM

"GÖKYÜZÜNÜN RUHU"

 

Neden diye sorular sormayı çoktan bırakmıştım. Fakat yine de umudum vardı; her şeyin düzene girmesine. Normal bir hayat yaşamaya umut etmiştim. Bende ailemle normal yaşamayı istemiştim.

 

Her şey basit bir mesajla başlamıştı. Basit bir aramayla başlayan hikâyem basit bir mesajla devam ediyordu. Hayatım daha bana ne yaşatmayı hedefliyordu bilmiyordum. O kadar fazla şeyler yaşamışken mutlu olmak istemem suç olmamalıydı ama bana cezaydı. Basit hayatımın cezası...

 

Bütün gece gelen mesajı düşünmekten uyuyamamıştım. Yataktan kalkmayı bile istemiyordum. O kadar fazla düşünmüştüm ki bir karar varabilmek için savaşmıştım. Kararımı ise uygulamada asla çekinmeyecektim. Saf olmam gerekiyorsa saf olacaktım. Zeki olmam gerekiyorsa zeki olacaktım. Kurnaz olmam gerekiyorsa kurnaz olacaktım. Kısacası ne olmam gerekiyorsa, hangi kılıfa girmem gerekiyorsa öyle yapacaktım.

 

Güçlüydüm, güçlü kalacaktım çünkü hayatın tadını çıkarmak zorundaydım. Ne kadar kötü şeyler yaşarsam yaşayayım ayakta kalmak ve hayatıma devam etmek zorundaydım; kalanlarla ve gidenlerle.

 

Yataktan kalktığımda dengelerim saniyelik değiştiği bildiğimden benliğimi bunaltmanın bir yararı olmayacağı için günü akışına bıraktım. Öyle olmalıydı, zihnimi gelen mesajla yorduğum sürece isteğimi normal yaşamı elde edemezdim. Direk hayata atıldığımda günümü en güzel şekilde geçirmeyi hedeflemem doğru bir karardı. Sonuçta kazanmam gereken bir iddia, düğün için yapılacak alışverişler ve en güzeli de mezuniyet törenim için hazırlık.

 

Erken kalktığım için anneme ve babama sürpriz yapmaya karar verdiğimde kendimi direk mutfağa attım. Sürpriz bir kahvaltı ikisi için de harika olacaktı. Dolap kapağını açış göz gezdirdiğimde kısa sürede yapabileceklerim için ihtiyacım olan malzemeleri çıkarıp kolları sıvadım.

 

-kız ne yapacaksın-

Sürpriz iç ses. Sürpriz.

 

Ne kadar çok heveslendiğim elimim ayağıma dolaşıyor olmasıyla belli oluyordu. Yaşadığım bu sevinç bile beni çok mutlu ediyordu. Yaşayacaktım çünkü hayat yaşanmak için çok güzel bir yerdi. Bense bunun en güzelini yaşamak istiyordum. Mutfakta geçireceğim süre benim miladım olacaktı, hissediyordum. Her şeyin ya başlangıcı milat olur ya da sonu. Ben başı seçtiğimde öyle kalması içinde her şeyi yapacaktım.

 

Hayatımın güzel geçmesi için yeteri kadar fedakârlık verdiğime inanıyordum. Hayatımda sorun olmadan bir gün geçirmek istemem suç olmamalıydı. Etrafıma baktığımda bir kere olsun kötü düşünmektense iyi düşünmek istemem ceza olmamalıydı. Her şey yolunda dediğim de keşke gerçekten her şey yolunda olsaydı.

 

Kahvaltının önemli noktalarını halletmiştim. Bulut'a attığım günaydın mesajı daha cevaplanmamıştı.

 

-demek ki o kadar erken uyanmışsın manyak-

Hiç uyuyamamıştım ki iç ses.

 

Her dakikası her saniyesi düşünerek geçmişti. Ne yapacaktım düşüncesi kadar kötü, berbat bir düşünce yoktu. Sürekli bu duruma mağdur kalmaksa ızdıraptı. Küçüktüm oysaki ilk kötünün düşüncelerimle ters olduğunu öğrendiğimde.

 

Kahvaltı masasını dizim aşamasına geçtiğime göre sona yaklaşmıştım. Zehirlenmemek için dua ettiğimi es geçerek söylüyorum, masa daha şimdiden harika gözüküyordu. Üç çay bardağı her çay bardağının yanında beyaz peynir. Masanın sağ tarafında yeşil zeytin sol tarafına da siyah zeytin koymuştum. Tabii kendimi unutmayarak kendi önüme de her ikisini bulunduran zeytin tabağı. Yaptığım omletleri hızlıca tabaklara böldükten sonra masada ki yerlerini onlarda aldı.

 

-zaten tek yapmayı bildiğin omlet-

Aa ama iç ses olmuyor böyle. Ben bir kere çok güzel yemek yaparım unutma sende harika olmasından ölürsün.

-hahaha çok komik-

Evet, iç ses çok komiksin. Hatta "Dila'nın yemeklerini yersen ölersin," videosu çekip Youtube de yayınlayalım mı ne dersin?

-çok komiksin derim-

Onu zaten demiştin.

 

Sabah sabah kendimle de uğraştığıma göre modum yerindeydi. Nerden bakılsa bir buçuk saattir kahvaltı hazırlıyordum. Annemle babamın fark etmemesi için olabildiğine sessiz olmaya çalışmak zor olan tarafı. Dün sevdiğim adamın evinde de böyle davrandığımda bardak kırmıştım. Sofranın son kontrollerini yaparken mutfak kapısının ani bir şekilde açılmasıyla korktuğumda çok sesli olmasa da bir çığlık kopardım. "Aaa!"

 

"Dila." Annemin anlamsız bakışlarıyla karşı karşıya geldim.

 

"Anne." kokuyla şaşkınlığın karışımıyla konuştuğumda fısıltıdan farksızdı sesim. Annem ilk şoku atlatıp yanıma geldiğinde ellerimi tuttu. Sıcaklığını hissettiğim o anlarda gülümsediğinde yanağıma ufak bir tebessüm bıraktı. Sabah rutinlerimizde annemle birbirimizi öpmek.

 

"Sakin ol kızım, benim." Yeşil gözleri ve sesinin etkisiyle kendime geldiğimde öpücüğene karşılık vererek defalarca kez öptüm. Huylanacağını bildiğim halde vazgeçmedim öpmekten, hiçbir zamanda vazgeçmemiştim. Annemin kıkırtısı mutfağı doldururken işittiğimi sesle babama döndüm. "Ne oluyor burada hanımlar." Yüzündeki tanıdık tebessümle mutfağa girdiğinde geceden beri öküz oturan kalbim azda olsa sakinlemiş huzura adım atmıştı.

 

Doğum günü sürprizi yaptıkları gün mekana gittiğimiz dakikalarda ettiğimiz sohbete gülerken fotoğrafımı çekmişti Bulut. Yaşadığım anın etkisiyle ne yapacağımı bilemezsen dizmişti gönlümü çarpan sözlerini. "Sen hep gül Dila. Sen o güzel gülüşlerinle kalbimi çalıyorsun. İsminin hakkını veriyorsun hanımefendi. Seni kalp hırsızı seni!" anımsadığım andaki o fotoğraftaki gülüş tam karşımdaydı.

 

"Günaydın, bize kahvaltı hazırladım hadi soğutmadan oturalım." dediğimde kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Aradan geçen haftalar vardı ancak daha yeni yeni alışmıştık birbirimizi tam varlığına. Alıştık derdim önceden ama şimdi alışırım diyebilirdim.

 

"Günaydın!" annem tam da hissettiğim gibi aile olmamızı istediğini belli ederek ilk adımı atan taraf olmuştu. "Ellerine sağlık güzel kızım." dediğinde hiç beklemeden daha yeni öpmemiş gibi yanağımdan öptüğünde hızlıca yeşil zeytinli tabağın olduğu yere geçip oturdu.

 

"Günaydın, kızım." Babam da ilk şokunu atlattıktan sonra hayretle yerine yani siyah zeytinlerin olduğu yere oturduğunda kızaran yanakalarımı geç görmelerini sağlamak için ocakta kaynayan çayı bardaklara doldurmak için tezgaha döndüm. Buhar çıkan demliği elime aldığımda derince soludum. Elimin yanmasına dikkat ederek çayları doldurduğumda yerime oturdum. Başarmış bize sürpriz şekilde kahvaltı hazırlamıştım. Bizler sohbete dalıp giderken zamanda aleyhimize işliyordu.

 

Bize dediğim her an kabul etmeye başladığımın göstergesiydi. Annem de babam da geceden bu duruma şaşkındılar lakin mutluydular. Birbirimizin ailesi olduğunu tamamıyla kabul ettiğimiz andan bu yana bilerek yapmıştık kahvaltımızı. Dün geceden sonra bir başlangıçtı bu. Artık ailem vardı. Beni seven bir babam vardı. Gerçekten babam vardı.

 

Mesajda da denildiği gibi:

 

Asıl hikâye yeni başlıyordu.

 

                                         💦

 

O sabah o evden çıkarken ben iddiayı kazanmak için Bulut'un yanına, annemle babamda nikâh günü almaya gitmiştiler. Biz gerçek bir aile olmak için adımlarımızı atmıştık. Biz olmak için zamanı yenmeye ve sıfırdan başlamaya karar vermiştik. Sadece birkaç güne ya da haftaya, resmi olarak gerçek aileme kavuşacaktım.

 

Sahilde beni bekleyen balığımı çok bekletmiştim. Şampuanından parfümüne kadar deniz kokuluydu ve benim balığımdı. Denizimde yaşayan balığım. Bulut anlatmayacağım her yanımdı.

 

Sahilde yürürken bankta oturmuş uzaklara dalan balığımı gördüm. Yüzü solgundu, burada olmak isteyip istemediğini bilmiyor gibiydi beden dilinden bu anlaşılıyordu. Onun neden böyle olduğunu bilmiyordum ama öğrenmek gibide bir niyetim yoktu. Sadece onu mutlu etmek istiyordum. Her anıyla yanında olmak istiyordum. Kötü hissetmesin benim yanımda hep gülsün istiyordum zaten bu iddia işini öyle ortaya çıkarmıştım. Onu tanıyordum istediğini almadan asla pes etmezdi. Beni öpmemesini sağladığımda onu iddiaya zorladım çünkü onun başka şeylerle uğraşamaya ihtiyacı vardı.

 

-o kadar iyisin ki sağ ol-

Hiç şaşırtmıyorsun be iç ses.

-sende hiç şaşırtmıyorsun Diloş Hanım-

 

Yanımdan geçen pamuk şekerciyi hızlı bir şekilde durdurduğunda iki tane mavi renk pamuk şeker aldıktan sonra hızlı bir şekilde balığımın yanına gittim. Onun ruhsuz halini götüreceğimi biliyordum çünkü balığım duygularını dışa vurmayı seven biri değildi hele de benim yanımdıysa. Niye böyle olduğuna dair bir tahminim vardı ama bunu ona sormayı bile düşünmedim çünkü o bana zamanı gelince anlatacaktı, biliyordum.

 

"Ben geldim." Bütün sevecen tarafımla yanına oturduğumda yanağından öpmemle şaşkınlığı korurken kendini toparlamaya çalışmıştı. Yanına varmış olmam ilk fırsatta etki etmemiş sessizliğini korumuştu. Denizden ayırmamıştı gözlerini. Durgundu sandığımdan fazla.

 

"Hoş geldin peri kızım." Ya ben bu adama âşık olmayacaktım da başka kime âşık olacaktım. Sesi üzgün olduğunu hissettiriyordu ama ayakta durmak içinde elinden geleni yapıyordu. Bakışlarını denizden çekip ani refleksle beni öpmeye kalktığında yine yenildi.

 

"İddiayı kaybetmeye kendinizi hazırladınız mı balık bey?" Pamuk şekerleri saklıyordum daha görmemişti. Yüzündeki ifadeyi değiştirdiğinde toparlamıştı. Alaycı gülümsemesini tekrar kuşandığında alcağım cevabı tahmin edebiliyordum.

 

"Kazanmaya mı dediniz peri hanım?" Güldü. İşte onda görmek istediğim yüz ifadesi buydu. Zamanı gelmişti çünkü daha fazla bekletemezdim. Arkamda tuttuğum pamuk şekerleri çıkarttığımda yakınımızdan geçen insanların bize bakmasını sağlayacağım derecede sesimi yükseltmiştim.

 

"SÜRPRİZ."

 

Şaşkınlığı pamuk şekerlerin rengini görünce artmış gülümsemesinin büyümesini sağlamıştı. Elalarıyla eşsiz bakışını attığında içine düşecektim. Kaybolmak istediğim yerden baktı bana. Titrediğim, ürperdiğim bakışıyla. "Bunları sevdiğimi nasıl biliyorsun?" Bu balık benim yanımda zekâsını kaybediyordu oysaki çok zeki biriydi.

 

"Bilmiyordum, hissettim çünkü sen benim balığımsın unuttun mu?" düşünme fırsatı tanımadan lakapla karışık romantizme geçtiğimde kıkırdamadan edememiştim. Ben onun her detayını hissedebilirdim çünkü o benim eksik tarafımdan biriydi. O bendi ve hep de öyle kalacaktı.

 

Benim bu anda yenileceğimi düşünmüş olmalı ki tekrardan öpmeye kalkıştığında hesaba katamadığı şey benim reflekslerimin muhteşem ötesi olmasıydı.

 

-çok yede az salla-

Sen ne zaman benle aynı fikirde oldun ki iç ses.

-biraz düşüneyim-

Hiç düşünme cevap belli.

 

"Of, Dila!" öpememesinin verdiği etkiyle biraz sinirlendiğinde bile düşmelikti. "Ama teşekkür ederim, iyi ki varsın ve iyi ki varım." onca şeyin arasında kurduğu bu cümle bile en kötü anlarda iyinin olacağına inandıracak kadar güçlüydü. Fakat kendini her zaman beğenmişliği asla değişmeyen tarafıydı. Olsun değişmesin ben onu böyle sevmiştim. Hem ben bu sözünü çok seviyordum.

 

"Rica ederim balık bey." dediğimde yanında olarak destek olmak yeterli gelmiyor, kalbime söz geçiremiyordum. Dolmuştu hissedebiliyordum. Kendini benim yanımda tutmaktansa yanımda bulunabileceğini bilsin, anlasın istedim. Benimle ben olduğunu, her daim onunla var olacağımı hissetsin, gördün istedim. Pamuk şekerlerden birini açmışken diğer elini ellerimin içine aldığımda yanağına bit öpücük daha kondurdum. Gözleri irislemi bulduğumda içindeki kelebekler uçuşmaya başladı.

 

"Bıraksana, niye zorluyorsun kendini? Bırak ağla balığım," kalplerimiz birdi onunla ne hissediyorsa hissetsin ruhumun daralması ondandı. Hissediyorduk birbirimizi. "Tutma kendini ben her halinle seninleyim. Bu omuz ikimizin evi onu sensiz bırakma. Siyahımızla beyazımızla biz biziz bunu ikimizde biliyoruz o yüzden kendini benden saklama. Bak buradayım hiç şüphe etme çünkü hep yanında, başucunda olacağım, söz." Yıllar önce küçük kıza da verilmişti sözler ancak şimdi verdiğim her söz o günün eseriyle gerçekleşecekti.

 

Kendini daha fazla tutmadığında kafasını direk göğüs kafesime yerleştirdi. Elime damlayan ise gözyaşıydı. Yaşlarını tutarak bir yere varamazdı. Ağlamalı, hislerini salmalıydı. Ömrü boyunca yanında taşıyamazdı onları. Onlar onun ağır yüküylen hafifletmek ise onun ellerindeydi. İnsanlar tutmaya, acı çekmeyi zor olan taraf gibi görse de öyle değildi gerçekler. Acıydı, kolaydı, eziyetti. Suçluda sendin masumda.

 

Yaşları arasına karışan su damlacıkları sanki bu anı bekler gibiydi. Üstümüze yağan yağmur bizim antlaşmamızdı. Sağanak yapmış saniyesinde hızlandığında ıslanmamak için kuru yer arayan insanların koşuşturması içinde biz sahilde hâlâ o bankta ruhumuzu göğe teslim ediyorduk. Biz o gün o yağmurla ruhumuzu temizledik. O yağmur göğün ağlayışıydı. Elimdeki damlalarda balığımın gözyaşlarıydı. Biz o yağmurda gökyüzü ile birlikte ağladık. Onunla o yağmurdaki su damlacıkları olduk. Biz gökyüzünün ruhu olduk.

 

Gökyüzü ruhunu teslim ederken biz o ruhu teslim aldık.

 

Onun ağlayışları arasında kaçmaktansa onunla ağladım. Neden ağladığımı bilmesem de ağladım. Ben onu her haliyle kabul etmiş hayaller kurmuştum. Geçirdiğimiz her an kurulan hayallerin bir parçası gibi gerçekti. Sadece benim değil birlikte kurduğumuz hayallerin her saniyesini dolu dolu yaşamak istiyordum. Ben onunla varlığımın tadını almışken onunla yok olmakta bu yolu güzergahıydı. Ruhum onunla yaşamıştı, onunla ölecekti.

 

Âşık olmuştum her hücremle hissedebiliyordum. Onunla göz göze geldiğim her an her saniye yok oluyormuş gibi geliyordu. Ne düşündüğünü bilebiliyordum o yeşillerine bakarak. Onu her anıyla okuyup anlayabiliyordum. Ben ona sırılsıklam âşık olmuştum. Her saniye onu düşünmek hayatımın en güzel anlarıydı ve nerden bakılsa hayatımın her anı her saniyesi onu düşünmekle geçiyordu. Uykum geldiğinde, kaçtığında, canım sıkkınken, mutluyken, kendimi sorguluyorken her anımda her duygularımın içindeyken çıkmak gibi de bir niyeti yoktu. Çıksın da istemiyordum aslında. Ben onunla yaşlanmak istiyordum. Yüzlerimiz buruştuğunda bile onunla aynı bakışlarda aynı hisleri hissetmek istemiyordum, direk yaşamak istiyordum. Ve biliyordum ki inandığım o anları yaşayacaktım.

 

Saniyeler dakikalar geçmişti. Sırılsıklamdık fakat bunu asla umursamıyorduk. Ağlaması dinmiş gibiydi. İlk baştaki gibi hüngür hüngür ağlamıyordu. Gözyaşları sık sık elime düşmüyordu. Sağ elimle saçlarını okşamaya devam ettim. Onun daha sakin olduğunu gördüğümde ise başardığımı hissettim. Bu anı unutulmayacak bir ana çevirmek için yapmam gerekeni biliyordum. Göğsümde yatan balığımın kafasını kaldırarak dik durmasını sağladığımda iki elimin arasına yüzünü alarak akan gözyaşlarını sildim. Balığım gözlerimin içine bakarak gülümsediğinde bir kez daha şükrettim. Yüzündeki gülümseme hiç sönmemesi için elimden gelecek her şeyi yapmaya hazırdım. Ağlarken yediği pamuk şekerler yeterli gelmediğinden neşesini geri getirmeye b planımı aktif hale getirdim.

 

"Seni seviyorum balığım." Derin bir nefes çektiğimde içime onun ela gözlerinin içine bir kez daha derin, bolca anlam barındıran bakışlarda bulundum. "Bebeğim, senin için ölürüm." Bu sözler en sevdiğim şarkının sözlerindendi ve ben bu şarkıyı bize ithaf edecektim. "Çünkü seni seviyorum." Şaşkın şaşkın bana bakıyordu. "Bu şarkı benden sana gelsin bütün geçekleriyle sevdiğim."

 

Telefonumdan son ses çalan şarkı ritmine başlamıştı. Ayağa kalktığında karşımda oturan balık hâlâ şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Sağ elimi eğilerek önüne tuttuğumda yağan yağmura meydan okumuş dans teklifinde bulunmuştum. "Bu dansta güzeller güzeli yağmur altında, size sırılsıklam âşık olan peri kızına eşlik eder misiniz?"

 

Hiç cevap vermeden direk elimi tuttuğunda kabul ettiğini anlamıştım. Elimde tuttuğumda telefona dikkat ederek dans için yakınlaştığımızda nefesini hissediyordum. Yağan yağmuru umursamadan ikinci kez dans edişimizdi. Yaşadığım bu iki dansta asla unutulamayacak kadar değerliydi. Aslında onun her anı benim için değerliydi.

 

*I'm findin' ways to artculate*

*The feeling ı'm goin' through*

*I just can't say ı don't love you*

* 'Cause I love you, yeah*

 

Elleri belimdeyken sıkı sıkı tutuyordu. Kaybetmek istemediğini apaçık belli ediyordu. Ellerim boynundayken burnuma gelen her zaman ki deniz kokusu, yağmurla karışınca daha farklı bir koku çıkarmıştı ortaya. Gözlerimizi bir an olsun ayırmamış sırılsıklam âşıklık sözünü yaşamıştık saniye saniye.

 

Yüzü gittikçe yüzüme yaklaştığında. başlarımızı da birbirine dayamış olduğunda ona kapılmamak için direndim. Nefes alışverişlerini yeterince sıcak şekilde hissediyorken ayakta kalabilmek zordu.

 

-kız sen ne diyorsun, çüş-

İç ses ben öyle demek istemedim biliyorsun. Niye aklını hemen fesatlığa yoruyorsun. Ben ne saçmalıyordum ya. Şuan kendi kendime konuştuğumu bile bile devam ediyordum. Artık saçmalamanın üst zirvesindeydim ki baş tacımı kimse alamazdı.

-hahaha çok komik-

Lütfen, beni rahat bırak iç ses!

 

Bu sefer iç sesimi takmadan ruhumu onun o güzel kollarında dansa bıraktım. Biz dans ettikçe gülümsemeside büyüdükçe büyüyordu. Onun her gülümsemesi içimdeki kıpırtıları canlandırıyorken şuan kalbim yerinden çıkacak gibi hissetmemde kanıtıydı. Onunla her anım aslında bir kanıttı ama biz bunun farkına varamayacak kadar kördük. Ben böyle güzel duyguları hissediyorken onun bana nasıl duygular beslediğini de çok merak ediyordum. Ben Dila, onu merak ediyordum. Zaman ve şarkı akıp gitmeye devam ediyorken ağlayan gökyüzüne karşı gelmemeye de devam ediyorduk.

 

*You know what ı'm thinkin'*

*See it in your eyes*

*You hate that you want me*

*Hate it whwn you cry*

*You're scared that night*

*I'm scared that I'll mis you*

*Happens every time*

 

Gözlerimiz birbirine bu denli güzel bakışlar atarken onun gitmesinden korktuğumu hissettim. Onun gidecek olması asla düşünmek istemeyeceğim şeydi. Ben onu kaybetmekten delice korkarken onunla olmaktan da korktuğumla yüzleşiyordum. Hayatımın kötü olduğu bir dönemde girmesi, hayatım daha da kötüye giderken onu da peşimde sürüklemekten korkuyordum. Beni her zaman yalnız bırakamayan kötü düşüncelerimi sonradan düşünmek için ertelediğimde sadece ona o güzel anımıza odaklandım.

 

Onun kahkahası asla unutulamayacak şarkılardan bile güzeldi. Onun her hali her şeyden güzeldi çünkü ben onu ölecek kadar çok seviyordum.

 

O yağmur yağdı biz delice dans ettik. Şarkımız devam etti biz de devam ettik. Konuşmuyorduk çünkü bakışlarımız her şeyi gösteriyordu. Bizi görenler deli sanırdı ama biz sadece âşıktık. Biz birdik. Şarkı çalıp çalıp bittiğinde bile bizim dansımız başka bir evrende sonsuza kadar devam etmişti. Sözler bitmişti, ritim bitmişti ama biz susmamış şarkıyı söyleyerek dansımızı eşsizleştirmiştik. Tabii ki beyefendi her anı fırsata çevirmekten vazgeçmemiş, anları kovaladıkça ölmeye çalışmıştı. Yenildikçe hırs yapmasını anlıyordum. Hoşumada gidiyordu benim için uğraşması. Yabancı olan şarkı her ne kadar bitmiş olsa da ezberimizde olan kısmı irislerimiz birbirini yakarken söylemiştik.

 

*Even though we're going yhrough it*

*And it makes you feel alone*

*Just know that ı would die for you*

*Baby ı would did for you, yeah*

 

Göğün ruhu bizim şarkımızdı: Die For You

 

                                       💦

 

"Asya ne dersin, bu nasıl?" İki saatten fazladır Asya, Elif ve Naz'la mezuniyet için kıyafet bakıyorduk. Nişantaşı'nda gezmediğimiz mağaza kalmamıştı. Naz kendine çok abartılı olmayan v yakalı uzun kollu krem sade bir elbise seçmişti. Elif zevkini daha bir saat dolmasan sıfır kollu yeşim saten bir elbiseyle göstermekle kalmayıp satın almıştı. Sadece ayakkabıları kalan ikiliye karşı hâlâ kıyafet arayışında olan biz. Hafta sonu olacak mezuniyet töreni için geç haber verilmiş olsa da en güzel şekilde gitmek istiyorduk kızlarla. Hem o kadar yıl okuyup başarmışken bugüne özenden gitmezsek içimizde kalırdı.

 

Balığım ilk başta benden ayrılmak istemese de onu ikna etmek sandığım kadar kolay olmamıştı hatta hayatın devam ettiğini bilmesini söylediğimde klişe laflara bile girmiştim. Sabah yanına gittiğim ilk andaki o ruh halinin gitmesine sevdirmiştim her ne kadar sormasında beni bırakması zor olsada. İkimizide biliyorduk inat uğruna yaktığını fakat hiçbir şekilde bozuntuya vermemiş ciddiye almıştık o anı. Aramızda ne kadar hararetli bir ikna etme zamanı geçti bilmiyorum ama dava saati geldiğinin tıpış tıpış gitmek zorunda kalmıştı. Üzerindeki rahatlık akşama yine buluşacak olmamızdandı. İddiayı kazanmak için elinden geleni yapıyor, fırsatları değerlendirmeden geçemiyordu.

 

"Dila bu çok güzel!" reyonlarda gezmeye devam ederken aramızda beş reyon uzaklığından Elif'in sesi bütün katı doldurduğunda kızıyordum onlara. Yanlarına doğru ilerlediğimde sırada bir çığlık daha yükseldi. "Efsane!" Asya'nın tepkilerine alışmış olsamda şu an yerden yere giriyordum. Bizim gibi alışveriş yapan müşterilerin bakışları kızları bulmuşken çekinerek ilerlemiştim yanlarına. "Kızım siz ne tür manyaksınızda çığlık atıyorsunuz?" ses voltajıma dikkat ederek sert çıktığımda önümde duran Asya'nın çekilmesiyle laflarım kilitlendi. Onca elbise bakmıştım, benzerleri da vardı ancak şu an ki bu elbisenin verdiği hava başkaydı. Kızların gözlerinin içine baktığımda en baştan beri her şeyi beğenen ikiliden farklı Naz'ın fikriydi önemli olan.

 

Siyahı beyazla tamamlamış oldukları elbiseye kıza bir göz gezdirdikten sonra Elif'in elinden alıp üstüme tutuşunda aynalı tarafa itmişti bedenimi. Sırtımda hissettiğim eller gerginliğime gerginlik katarken tam olarak karar veremiyordum elbiseye. Aynadan üzerimde nasıl durduğuna baktığımız sıralarda Elif ve Asya kol kola girmiş hayran dolu bakışlarını atmaya devam ediyordu. Bir kez olsun şaşırtsalar ağlardım. Sessizliğini bozmamış olan Naz bakışlarıyla cevabı çoktan vermişti lakin dediğim gibi kararsızdım. Aslında yalan yoktu bende en çok bu elbiseyi beğenmiştim fakat içime sinmeyen bir şeyler vardı.

 

"Alacaksan kesinlikle bunu almalısın Dila," son söz ondaydı biliyordu. Kızlar bozuk bir bakıl attıklarında sessizce kahkaha atmıştım yeterince ses çıkarmıştık çünkü. Her birinin gözlerinde gördüğüm parıltıya kapıldığımda son bir kez daha baktım aynadan. Derin düşünmeye gerekte yoktu bu kadar, güzeldi, yakışmıştı da gayet alınırdı.

 

"Alacağım," dediğimde rezilliğin daniskası olan arkadaşlarım bir kez daha sevinç çığlığı attığında kovalamamak için dualar ediyor sanki daha demin yan yana değilmişiz gibi ikiliyi tanımamazlıktan geliyordum.

 

Sıra Asya'ya elbise bulmakta kalmıştı. Zor beğenen Asya'ya nasıl bir elbise beğeneceğimizi düşünüyordum. Konu bizden en ufak şeyi bile abartırken oklar kendine çevrildiğinde işler zora biniyordu. Tabii o sıra Elif ve Naz'da çoktan şu elbise daha güzeldi yok bu elbise daha güzel yarışına girmişken başrol kızımız onları izlemekle meşguldü. Mağazanın ayakkabı katı olan üçüncü kata yöneldiğimde bir müddet kafamı dinlendirmekti niyetim. Arkamda bıraktığım sesler zamanla azaldığında ayakkabı reyonlarında mekik dokumaya başladım.

 

Reyonlar arası gezdikçe istediğim gibi ayakkabı aramayı geçtim çünkü nasıl bir şey istediğimi bile karar verememiştim. Boş bulduğum bir köşeye geçip soluklandığımda ayakkabılara uzaktan göz gezdirmek daha cazip gelmişti. Alışverişi çokta seven biri olamamıştım, belli bir zaman sonra içim daralıyordu çünkü. Fakat bugün ani gelişen bu alışveriş işlerin dengesinden bozmuş beni bu süreye katlanmaya itmişti.

 

Düşünceler arasındayken gözüme iki tane ayakkabı çaptığında yanından o kadar geçememe rağmen neden şimdi dikkatimi çekmişti bilmiyorum. Hızlıca standa ilerleyip ayakkabıları incelediğimde hoşuma gitmiş olmaları, kolumda tuttuğum elbiseyle olan uyumları harikaydı. Siyah renkteki topuklu ayakkabının kenarına çizilen küçük papatyalar elbiseyle olan uyumunu o kadar iyi tamamlamıştı ki sanki bir kombin parçasıydı. Elimde kalan diğer topuklu ayakkabı Naz'ın elbisesine tam oturacak tarzdaydı. Ne kadar beğenmiş olursam olayım kurt gibi acıktığımdan oyalanmak istemedim. Çalışan arkadaştan kendi numaramı istediğimde Naz'ınkinden de ayırtmıştım. Ayakkabıları alıp kasaya gittiğimde hâlâ bizim kızlar elbise arayışı içindeydi. Vakit kaybetmeden alışverişi tamamladığımda derince soludum. Yorulmuştum ama değmişti.

 

Alt kata kızların yanına inmek için merdivenlere yöneldiğimde aşağıya inmeden önce bir alt katında reyonlarında gezinmeye karar vermiştim. Sapmış olduğum katta belki bir ihtimal Asya'ya yakışan onunda alacağı bir elbise bulurum umuduyla inmekte doğru bir karar vermiştim. İstediğim gibi bir şey bulduğumda bunu Asya'ya göstermekle yanlış karar olacağını anladığımda daha fazla vakit kaybetmeden aşağı kızların yanına inerken Asya'nın elbisesini ayırt ettirmeyi unutmamıştım. Hâlâ kavgada olan ikiliyi izlemeye başladığımda şaşkın bakışlarla Naz yanıma geldi.

 

İlk başta görünmezliğim devredeyken rahatça gülüyor, çekinmeden sessiz kahkahalar atıp Naz'la dalgalarını geçebiliyordum. Elif ve Asya birini biri beğense diğeri onu beğenmiyor inatlaşmaya devam ediyordular. Gelip geçen insanlar bize bakarken mağaza çalışanları bu duruma alıştığından garip bakışlarla susmaya devam ettiler. Kullar hararetli kavgalarının arasında bizi gördüklerinde bakışları ellerimdeki poşetlerde gezindikten sonra yüzlerini düşürüp trip atma moda geçtiler. İkisi de uğraşılacak gibi değildi.

 

"Kızlar ben çok acıktım gelin yemek yiyelim ondan sonra devam ederiz, lütfen!" ikna etmek şu dakikalarda zor olduğundan dudaklarımı büzüp suratımı asmıştım. Neyse ki onları çok iyi tanıdığımdan ilk başta mırın kırın edeceklerinin bilincindeydim.

 

"Sen tamamlamışsın ki, bize artık ihtiyacın mı var?" tamda bu davranışlarından bahsetmiştim. Asya lafını sokmuş olsa da ilk evet diyecek kişide ondan başkası değildi.

 

"Yani benimde tek ayakkabı işim kaldı onu da halletseydim, senin gibi." Naz'da beklenen cevabı verince her şey aynı tahmin ettiğim gibi ilerlediğinden gözlerimi Elif'e çevirdiğimde bakışları yeterliydi. "Sen ye istersen bizim haliyle alışveriş işlerimiz var," dediği sıradalarda Naz küçük bir kahkaha kopardığında utanmam gerekmiyorsa da utanmamış aksine daha çok dik durmuştum karşılarında.

 

"Aman boş verin ya ilk yemek yiyelim, biriken dedikoduları yapalım alışverişe sonrada devam ederiz. Hem ben çok özledim sizlerle yemek yemeyi." Şu anda zayıf bölgelerine oynamak işime yarayacağı içim gocunmamıştır yaptığımdan. Kuzlarıyla sırayla onaylaması kazınan midemi daha çok beklentiye soktuğunda gelen sesler kendini belli ediyor çekinmemi sağlıyordu. Biri duyacak diye endişenlendiğim o anlarda en fazla duyacak kişiler arkadaşlarım olmasına rağmen yine de o rahatlığı elde edememiştim.

 

Burada yemek için güzel yerler olduğunu her zaman geldiğimizden biliyorduk. Aynı yerde aynı masamıza geçtiğimizde farklı bir şey yapıp menümüzü değiştirmeye karar verdiğimizde uzun zamanadır bakmadığımız menüyü garsondan istediğimizde aramızda geçen bakışmalar imalıydı. Bir erkeği beğenince bizimkilerin girdiği haller komikti.

 

Uzun bir kararsızlığın ardından karar vermiş olacağız ki dördümüzde aynı anda menüyü indirdiğimizde oluşan sesten dolayı yan masada oturan misafirler masaya bakış atıp geri yemeklerine dönmüştü. Cam kenarında olduğum için caddeye kısa bir bakış attıktan sonra tekrardan ana döndüm. "Değişiklik yapmasak olmaz mı?" kurnazcı taraf olan Asya hiç şaşırtmadığından bu adam olmaz bakışlarımız birbirinin üstündeydi. "Bende o fikirdeyim değiştirmeyim," bozacının şahidi şıracı misali Elif, Asya'nın peşine fikir belirtttiğinde anlamıştık hiçbirimizin menüyü değiştirmek istemediğini.

 

Elimi kaldırmam menüyü veren garson çocuk geldiğinde kızları inceldim siparişi kimin vereceğini bakmak için lakin kendi tuzağıma düştüğümde çaresizce siparişi verdim. "İki spagetti, iki çoban salatası, dört Türk Kahvesi, dört su teşekkürler," klasikleşmiş siparişi verdiğimde üç arkadaşıma ters bakışlar attığımda gülmeye başlamıştılar. Hem çocuktan hoşlanan onlardı hem de siparişi bana verdiriyordular akıl sır erdiremiyordu bunaların işine.

 

Kızlar tekrardan garson çocuk hakkında konuşmaya başladığında masanın üstündeki telefonuma elime alış kalbime mesaj attım. Büyük ihtimalle davada olacaktı çıktığında benim mesajımla gülümsenin istemiştim. Ödülü olurdu.

 

Dila: Seni seviyorum balığım emimin ki davayı kazandık çok çok öpüyorum ve tebrik ediyorum. 😘

 

Mesajım tek tik olduğunda suratımı düşürmeden kızlara katıldığımda asıl konulara yeni giriş yapacaktık. Tabi ki önce Asya'mın mızmızlanması olacaktı.

 

"Kızlar," Evet bu Asya'nın başladığının ve konuşma boyuncada asla susmayıp tekrarlar tekrar soracağının başlangıcıydı. "Bana neden elbise alamadık?" bazen bunca senedir Asya'yla nasıl kafayı yemedim diye soruyordum. Cevap vermek dahi kolay olmuyordu bu soruya fakat Asya kendisi beğenemeyen birisi olduğunu atlayarak bize salağa yatıyor olması onun iyi olmadığının garantisiydi. Bu kız gerçekten deliydi.

 

"Asya sen iyi misin?" Sesi gülmeli gelen Naz'da benimle aynı tepkiyi vermişti. Asya'nın bize bakışları ise komikti. Sanki sorusunun cevabını bilmiyormuş gibi davranması da aşırı saçmaydı. "Senin zor beğenmenden olabilir mi acaba, bir düşün bakalım?" kavgayı en çok onunla ettiği için Elif'im sert çıkışı şaşırtmamıştı. Her ne kadar ciddi tonlarda söylenmemiş olsa da haklıydılar.

 

-ben yanlış görmüyorum demi sen arkadaşını suçluyorsun-

Suçlu değil mi sencede?

-ondan önce kendine mi baksan acaba-

Yine ne yaptımda kendime bakacağım?"

-sorunda o ya tam olarak ne yapıyorsun mesela-

İç ses hakikaten ne yeri ne zamanı şu an arkadaşlarımla eğleniyorum.

-zaten konu gerçeklere gelince hep zamanı değil-

 

"Kızlar tamam, kızmaya gerek yok," dediğimde ciddi değildim. Asya, ona çıkışan bize karşı saçlarını topladığında göz ucuyla garsonu kontrol edip ses voltajını ayarlamıştı. Hem Batu'yu seviyorum diyor hemde garsonu kesiyordu gerçekten anlamıyordum bunları.

 

"Tamam, zor beğeniyor olabilirim ama kızmaya gerek yok, sakin olalım ve güzel güzel yemeğimizi yiyelim hadi." Asya'nın anı toparlamasıyla susulduğunda yemeklerimizde gelmişti. Önümüze koyulan yemeklere daldığımızda tek aç olanın ben olmadığını görmüş olmuştum. Sizi alçaklar sizi hem açsınız hem de alışveriş diye tutturuyorsunuz.

 

Mekanda duyduğumuz sesler bizim değil bir başkalarını içeriyordu. Naz'la ben karşılıklı bakışmalar atarken Elif ve Asya sessizliklerini koruyup trip atmaya devam ediyordular. Böyle olmaması gerekiyordu. Böyle olursa ikisi de birbirine kırılacaktı ki zaten kırılmışlardı da. Eğer ki ortalığa el atmazsam bu yemek böyle geçmeyecekti ki bizler bunun böyle olmasını hiç istemezdik.

 

"Kızlar bakın böyle olmaz ortada bir şey yok." İlk onları sakinleştirmem gerekiyordu. İkisini de anlıyordum çünkü yoğun bir gün geçiriyorduk. Bir de üstüne alışveriş stresi... Ellerimdeki çatalı bırakıp ikisinin de ellerini tuttuğumda gözlerinin içlerine bakmaya devam edip en önemli mesajı oradan verdim. "Böyle şeyler olabilirlen sizin birbirinize kızmanın saçma ki biraz düşünün, yoğun bir gündü, tek bir tane değil dört tane elinize arıyoruz..." konuşmam azda olsa onlar sakinleştirmişti yüzlerinden okuyabiliyordum. İkisine verdiğim değer çok ayrıydı. Her biri de benim için çok önemliydi.

 

"Bencede yapmayın böyle kızlar yarının ne gitireceğini bilmiyoruz," Naz'ın sözlerinden sonra gözler bir an beni bulduğundan rahatsızlar nefes çektim içime. Caddeden gelen seslerin arşında bir yerde kırılan kalbimi çok aldanmadım çünkü alışmıştım ve haklıydılar.

 

"Ne dram sevdalısı çıktın be kızım," Asya her ne kadar bıcır bıcır olsa da en seveceği şeydi sürekli duygulu olmak. Şimdi Naz'ın sözlerine verebileceği en iyi cevap vermişti. "Konu yarın değil ki zaten Asya'nın elbisesi," Elif'in kahkaha atarak söylediği cümlesini zorla anlasakta birbirlerine olan bakışmalardan anlamıştım gerçeği. Oyun oynamıştır bize.

 

"Hem Asya ben sana çok güzel bir elbise buldum. Sadece yemek, yemek için yalan söyledim. Yemeğimizi yiyelim gidip efsane elbiseyi sana göstereceğim ve sende bayılacaksın." Oyun öyle değil böyle olur dediğimde her birinin kınayan bakışları beni buldu. Asya'm şaşkınlığın arasındaki çığlığını kopardığında bütün lokantanın bize bakmaması olağan dışı olurdu zaten.

 

"Bunu bana şimdi mi söylüyorsun Dila?" sesinde ki heyecanın yanındaki kızgınlık ve kırılganlık kendini gösterdiğinde onu anlıyordum ama kendime daha fazla hak veriyordum. İnsan açken rahat olmuyordu, olamıyordum. Elif'le, Naz'ın birbirini değen bakışlarının arşında bir tek beni ve Asya'yı bulmamıştı o bakışlar. Olağan bir durumdan kurtulma taktiğiydi.

 

"Ama çok acıkmıştım hem sen beni beni Dila'nı affedersin ya," ciddiye çok bürüneceğimizi düşünmediğim için yumuşatmak amaçlı kemikleşerek her zaman aramızda geçen konuşmalara dayandırmıştım sözlerimi. "Nütfen!" dediğim sırada çocuklaşmış, başımı aşağıya eğerek dikkat çekmiştim. Olabileceğim en fazla komikleşme halim bu kadardı. Bizler hiçbir zaman büyüyemeyecek arkadaşlardık. Asya gülmemek için kendini tutup ciddi kalmaya çalışırken diğer iki arkadaşım dudaklarını içlerine çekmiş sessizce gülüyordular. Onlar bu haldeyken diğer kötü ve iyi haberi paylaşmamış olduğumu fark edince içimden hazırlan dedim çünkü ödeşme vardı.

 

-bencede hazırlan çünkü bunlar seni çiğ çip yer-

Bir kezde güzel şeyler söylesen şaşırırım iç ses.

-kırıcısın Diloş ben her daim seni şaşırtıyorum-

Daha çok kızdırıyorsun.

-o da bir duygu belirtisi-

Ne demezsin canım çok güzel duygu belirtisi.

 

"Naz sana da ayakkabı buldum hem de tam elbisene layık, acayip güzel duruyor." sustuğum o sıra büyün kızgın bakışlar üzerimi bulduğundan çekinerek her birine baktım. Asya daha demin ona gülen arkadaşlarının yaptığını yapıp güldüğünde farklıydı çünkü sessiz kahkaha atmamıştı. Benim için kötü bir haberken Elif için tamamıyla kötüydü çünkü ona bir şey bulamamıştım. Naz için bir taraftan sevindirici haberken diğer taraftan talihsiz haberdi. İkisinin sert bakışları karşısında mağdur olmamak mümkün değildi. İkisi kızdığı bakışlarını üstümde gezdirirken başım dik onlara baktım. Açtım ben aç onların keyfini bekleyemezdim.

 

"Yazdım bunu bir kenara Dila Hanım," canım kuzenimin sözlerine takılmazdım çünkü biliyorumki en fazla bir iki trip atar sonra eski halimize dönerdik. Ne kadar kızgın olsa da ortamdaki bu duruma gülmemek için kendini tuttuğunu görebiliyordum.

 

"Peki, öyle olsun bakalım hanımefendi, ne de sonra görüşeceğiz." Naz'ın gazabından kaçabileceğimi hiç sanmıyorum çünkü her an laf sokmalarına hazır olmalıydım. Diline düştüm bir kere unutana kadar çekeceğiz maalesef!

 

"Aynen öyle sonra görüşeceğiz." Aralarında en hızlı eskiye dönecek olanda Asya'mdı. Takmazdı böyle durumları, aklına geldikçe mızmızlanır, arada bir laf söyler geçerdi o da eğlenmek için. Sevgimizi eskitmez, yıpratmamak için eğlenceye vururdu. Babasından yaralı olan her çocuk hissettiği en ufak sevgiye tutunur yıpratmamak için çabalardı. Bizlerde öyleydik; ben, Asya ve Naz. Aramızda babasından yana şanslı olan tek kişi Elif'ti. Onlara gittiğim o günlerde en çok babasıyla olan ilişkisini kıskanır, enişteme tavır alırdım.

 

"Tamamdır, emir alındı kızlar!" dediğimde klasik bir durumu yaşamıştık. Bizler hep böyleydik birimize kırılıyorsa o bir emirdir.

 

Dördümüz arasından geçen bakılmaların peşine şen dolu kahkahalar attığımızda gülmemek olanaksızdı. Asla bitmesin istedim kahkahamız. Hayatımın düzene giriyor olmasının bir sembolüydü her ne kadar aldığım mesaj düşündürsede, oyunlar içine soksada. Mutluydum o mesajdan sonra kendimi direk hayata atarak en iyi kararı verdiğimi gördüğümde. Ve bu kararımdan da çok memnundum. Ben bu kararla hayatımı düzene koyarak normal bir hayat yaşayacaktım. İnanıyordum.

 

Kızlar benim eğlenceli tarafımdılar. Onlarla en zor günlerimizde bile eğlenmenin yollarını buluyorduk. Her biriyle anlatamayacağım kadar çok deli dolu zamanlarım olmuştu. Asya'yla çocukluğumuzdan beri arkadaştık hatta biz kardeştik. Birbirimizin kardeşi olmuştuk. Aramızdaki bağ asla tarif edilemeyecek kadar güçlüydü. Birbirimize bir şey olacak korkusuyla yaşıyorduk biz. İkimiz de her an her saniye bunu düşüne biliyorduk. Kardeşlik kavramı bizim için farklıydı. Kusurları yoktu kardeşliğin, o sendi sende o. Biz tek vücut iki kafaydık. Her türlü olayda hep birbirimizin en büyük destekçisi olmuş birçok beraber atlatmıştık.

 

Naz'la üniversitede tanışıp yakın zamanda kaynaşmış arkadaş olmuştuk. Herkes bizimle arkadaşlık kurmak isterdi ama biz asla onlarla arkadaşlık kurmak istemezdik. Çünkü hepsi de bizleri kullanmak için arkadaş olmak istiyordu. Bunu onlara baktığımda hissedebiliyordum. Herkesin yapamadığını Naz yapmıştı. Bizi nasıl etkiledi bilmiyorduk ama bir şekilde bizimle arkadaş olmayı başarmıştı ve iyi ki de başarmıştı. Onunla dört yıldır arkadaştık. Çok hızlı şekilde yakın arkadaş olduğumuzda Naz bizim kalıplarımızı kırmıştı. Belki de ona hızlı ısınmamızın en büyük sebebi yaralı çocukluğuydu, bizi anlamasıydı, hissetmesiydi.

 

Okulun popüler iki çocuğu bizimle arkadaş olunca ister istemez grubumuz dikkat çekiyordu. Batu ve Can çapkınlıları ile tanınırken biz dörtlü ikisine kök söktürüyorduk.

 

Kuzenim Elif. Yıllarım onunla geçtiğinde anlamıştım kuzenden fazla olduğunu. Çocukluğumun yarasını en çok görendi o, onunla kaldığım her gün anlardı beni. Küçüktük bizler ne hissettiklerimiz küçüktü ne de düşüncelerimiz. Onunla aynı okullara giderken bize değişik bakardılar bu kadar da yan yana olunmaz diye ama olunurdu. O sadece kuzen değilken aynı okullarda okumak hediye gibiydi. Elini tutan birinin olması en büyük güçtü.

 

O masa bizim için yeni bir başlangıçtan farklı bir şey değildi. Yaşadığım bu zor günlerimde hep yanımdaydılar. Hele ki onların büyük yardımlarını asla unutmayacaktım. Hepsine defalarca kez teşekkür etmiştim, etmeye de devam ediyordum. Bu bağımızda birbirimize asla yalan söylemezdik çünkü bizler yalanı sevmezdik. Onlara olan güvenimden bir kez olsun şüphe duymamıştım çünkü onlar benim her şeyimdi, bir parçamdı.

 

Kahveler içildi, yemekler yendi, sohbetler edildiğinde yapacağımız her şeyi yapmış bir şekilde çıkmıştık lokantadan. Aradan geçen saatin bir önemi yoktu bizler için çünkü sohbetimiz zamanla koyulaşmış, an kaybolmuştu. Hesap ödeme kavgası yapmayı düşündüklerinde ters bir bakış atmıştık her birine çünkü ödenmemiz gerekiyordu onlara bulduklarımı söylemediğim için. İlk başta mırın kırın etmeye çalıştıklarında oyunları o kadar kendini belli ediyordu ki komik oluyordular. Hesabı ödediğim normal hallerine döndüler dedemde onların normal halinde deliceydi.

 

Kızlarla Nişantaşı sokaklarında yürümekten keyif alırdım, arkadaşlığımızın birçok vaktini burada geçirdiğimizden kaynaklıydı. Biz en dolu hikâyelerimizi burada bu semtin bu sokaklarında geçirmiştik. Bizim en eğlenceli yerimizdi Nişantaşı. Ekipçe gelir, eğlenirdik . Ekip demişken ben ekibi özlemiştim. Hem de anlatmayacağım kadar çok özlemiştim. Onları hatırlamak yüzümdeki gülümsemenin nedeni olduğunda kollarımdaki kızların fısıldaşmaları artmıştı. Yüzümdeki gülümsemeyi hemen fark etmeleri komiğime gidince gülümsemem daha da büyümüştü.

 

"Dila," son harfi uzatarak söyleyen Naz'a bakmaktan kaçındığımda tamda beklediğim o soru yönlendirilmişti. "Nedir gülümsemenin sırrı?" bilmemezlikten gelmeleri daha çok komiğeme gidince kaçırdığım bakışları kesip onlarda bulduklarında ekip demek için hazırlanırken benden önce davranan Asya konuşmuştu.

 

"Allah aşkına Naz ya kim olacak tabii ki de sevgili..." Allah kahretmesin seni Asya bir ağızında tutamadın bir de sana kimse bilmeyecek dediğim halde. Asya böyle pot kıran biri de değildi aslında ama şimdi nasıl oldu da pot kırmıştı anlamış değildim. Söylemekten çekinmemiştim kızlara ama balığımı daha yeni yeni tanırken duyurmak istememiştim. Aramızdaki aşkın bir heves olmadığına kökten inandığım o gün her birine büyük heyecanla söylerdim.

 

"Bulut değil mi?" Naz biliyor muydu, nasıl bilebilirdi, o kadar belli oluyor muydu ya? Hiç istemediğim şey o kadar çok belli oluyor muydu, inanamıyordum. Şoka girmiştim. Bu olamazdı olmamalıydı. Zaten don kesmiştim, soruya cevap vermezsem daha da batacaktım. Yapabileceğim şeyi yapmak zorundaydım sonuçta aramızda yalan yoktu.

 

"Evet," dediğimde asıl sorunun cevabı değildi ancak onların sonlardan söyledikleriyle çekinerek cevap vermem tamamıyla balığımın etkisiydi. "O kadar belli oluyor mu ya?" harflerin birbirine karışmasına rağmen beni anladıklarından kalp krizinden ölebilirdim.

 

"Kızım deli misin? Bu en baştan beri anlaşılıyordu. İlk başlarda Bulut'un senin için bu kadar uğraşması, sana çok yakın davranması yani bunlar belli ediyordu. Niye saklamaya gerek duydun ki?" Naz sırıtarak sessiz kaldığınca ben demiştim bakışları atmaya devam ediyordu. Elif sessizliği karşı konuştuğunda bir bir vurmuştu gerçekleri yüzüme her ne kadar o günlerde hislerime tam anlam veremesemde. Asya kırdığı pottan dolayı sesiz kalırken yüzündeki ifadeyi hemen silmesini istedim.

 

"Bilmiyorum ya, bu olanlardan sonra hemen duyulsun istemedim. Sonuçta birbirimizi çok tanımıyoruz." canımı acıtan bir diğer gerçekti bunun varlığıydı. Caddede yürümeye devam ederken ağlamak istemediğim içim direndim . "Seviyorum, evet ama tanımıyorum. Tanımak istiyorum, tanıyorum da hatta yanındayken çok şey öğreniyorum." Bu bir gerçekti; onu seviyordum ama tanımıyordum, ona güveniyordum ama tanımıyordum. Evet, o benim eksik tarafım ama ben eksik tarafımı bile tanımıyordum.

 

Yanındayken öğrendiğim en güzel şey kalbimin atışlarıydı. Onca yaşanmışlık rağmen içten bir gülüştü. Elimi tuttuğu anlarda hissettiğin o tamamlanmış duygusu kaybolduğun o yolda pusulanı bulmuşsun gibiydi. Sevmeyi öğreniyordum ondan, yaşamayı, savaşmayı, onu sevdiğim ne varca her birini öğreniyordum. Bakışlarında görüyordum yeni umurların ve hayallerin yaşattığını, pes etmenin kolay oluşunu. Ondan ne kadar çok şey öğrenirsem öğreneyim yinde onun yalnızlığı yakan bir kibrit.

 

"Nasıl yani sana hiçbir şey anlatmıyor mu, kendini tanıtmıyor mu?" şaşırdığında sessizliğini bozup tekrar konuşmuştu Naz. Asya kızlarla göz göze gelmek istemiyordu çünkü bunların her birini onunla kısa da olsa konuşmuştuk.

 

"Hayır, anlatmıyor ki anlatmasın da zaten. Bir kişiyi anlatılarak tanımaktansa onu keşfederek tanımak, çok daha güzel," bu sözleri gerçekten ben söylemiş olamam demi? Hislerimi bu şekilde ifade edebiliyor olmanın verdiği garip hisle mutluluk birbirine giriyordu. Daha az önce tanımadığım için üzülen ben keşfetmek istediğimi söylerken seviniyordum. Onunla çözüyorum bu Dila'yı. "Ben böyle mutluyum." Göz göze geldiğim anlarda her biri sırıtmaktan çenelerini tutacaktı. Anlamıştım ki bomba sözcükler gelecekti. Mağazanın girişini görüşümde sakin kalmaya çalışarak nefesimi düzenlemeye çalıştım.

 

"Vay, bizimki fena âşık olmuş." Dedi sevecen ses tonuyla Asya. Her seferinde bunu demesinden utansamda duymak hoşuma gidiyordu.

 

"Hem de sırılsıklam âşık olmuş." dediğinde iddialıydı Naz. Grupta sevgili yapacak kişinin ilk o olacağını düşünür ara ara iddialara girerdik o yüzdendi bu bakışları. Mesaj belliydi, bakın benden önce kimin sevgilisi oldu. "Ben konuşamıyorum ama siz anladınız," dediğinde kozların arasından kahkaha oluştu. Ters bir bakış atmak istesemde yapamamış onlara katılmıştım.

 

"Sonunda çocuk aşkına cevap buldu desenize," canım kuzenimin ortaya attığı söz ile kahkahalar kesildiğinde ciddi bir bakışma yaşandı fakat ciddi durmayı başaramayan dörtlü olarak bu da kısa sürmüştü.

 

Sırılsıklam âşık olmuş sözünü zihnimde tekrarlıyor, tekrarladıkça yüzümdeki gülümseme daha da büyüyordu. Bizim meraklılar gülümsememi görünce durur mu? Asla durmamış beni sıkıştırmaya başlamıştılar. Onlara diretmenin zorluğunu biliyordum ki deneyimlemiştim de. Onlara sabah yaşadığım romantik anı anlatmakta kararsız kalsam da anlatmak istiyordum hem de deliler gibi. Balığımı birilerine anlatırsam onun büyüsünden çıkmamış olacaktım ki bu da onu özlememi sağlayacaktı sanki hiç özlememiş gibi.

 

"Kızlar biz sabah bizim oradaki sahilde buluştuk. Onun yanına giderken bankta oturduğunu gördümde üzgündü. Moralini düzeltmek için en sevdiği renkten iki tane pamuk şeker alıp öyle yanına gittim." Heyecandan sesim titremeye devam ederlen kalbim her an yerinden çıkabilirdi. "İlk başta konuştuğumuzda aradan çok geçmeden sürprizimi, pamuk şekerleri verdim. Sonra yağmur yağmaya başladığında biz kaçmayıp bankta oturduğumuzda göğün ruhunu teslim aldık. Onu çözmeye çalıştığım anlardan biri daha." Her sözcüğümde üçlünün dikkat kesilmesi, Nişantaşı sokaklarında aşkımı anlatmam inanılır gibi değildi. Hayal kuruyordum sanki. Kimisi şaşkınlığını belli etmemeye çalışıyor kimisi de apaçık belli ediyordu.

 

-senin arkadaşların ne zaman düzgündü ki-

Yine mi aynı sözler, ayıp iç ses.

-asıl sana ayıp az daha özele in istersen-

Sus, iç ses sus.

-biraz düşüneyim-

 

"Ay, dur, bir şey geliyor demi?" kendini bu derece açık edecek tek kişi Asya'mdı. Gözlerinde okuduğum heyecan daha da gaza getirmişti. İç sesimle olan diyaloğumu geçerek özel olan o kısmı düşündüğümde tekrardan yaşamış gibi yanaklarım kızarmaya başlamıştı, hissedebiliyorum.

 

"Susta kız anlatsın." Elif bu kadar merak etmiş olamazsın. Senin kişiliğinde aşk yokken bu derece meraklanmasını garipsediğimde attığım bakışlar yok artık der gibiydi.

 

"Bırak Elif'in merakını sen kızaran yanaklarının sebebini anlat," Naz diye hayıflanmak istedim o sıra. Çekiştiriliyordum onlar tarafından. Susmak istedikçe daha çok konuşmam için zorluyordular.

 

"Sonra her defasında dinlediğim şarkıyı açtım, siz bilirsiniz." Diretmek istemediğimde usulca döküldü sözcükler dudaklarımdan.

 

"Türkçe olan mı yabancı olan mı?" hepsinin aynı anda aynı soruyu sormaları ikinci defa başıma geliyordu. Ne yapacağıma şaşırmış olmam delice değildi ama ben delice olarak görüyordum. Bunları böyle görmek beni ürpertiyordu.

 

"Yabancı olan." dediğimde cevabı vermem ile şarkıyı anladıklarını yüz ifadelerinden anlamıştım. Onları daha fazla bekletmektense hızlı bir şekilde devam ettim. "Onu dansa kaldırdığımda yağmurun altında dans ettik."

 

"Allah'ım siz sırılsıklam âşıksınız." Diye bir daha bağırdı Asya. Sokaktan geçen insanların dönüp bize bakması abartılacak bir şeyken Asya için hiçte önemli değildi. Asya'nın aşk konularına düşkün olduğunu hepimiz biliyorduk ama bu denli deli olacağını tahmin edemezdik. Tahmin bile edemezken o bize kanıtlamakla geride durmamıştı.

 

Ne halde olursak olalım onlarla geçirdiğim deli dolu vakitler beni ben yapıyordu.

 

Kızlarla mağazaya girdiğimizde işimizi çok uzamayacağı için mutluydum. Konuşmayı yarıda kesip özel kısmı anlatmasam da onlar anlamıştılar. Yaptıkları her ima yanaklarımı kızartmaya yetiyordu. Akşamı düşündükçe heyecanlanıyordum çünkü sürpriz yapacaktım. Biraz ani olacaktı ama öyle olmasını en içten istemiştim. Hayalini kurduğum bir gündü bugün şu an yaşanıcak olması kızların imalarından daha çok delice hissettiriyordu. Sürprizimi gördüğünde ki tepkisini çok merak ediyordum.

 

Saate baktığımda balığımın davadan çıkmış olduğunu gördüm. Daha fazla oyalanmadan eve geçip hazırlanmam gerekiyordu. Kızlarda onlara beğendiklerimi baktıklarında hayran kaldılar. Asya ise ona beğendiğim siyah göğüs dekolteli saten elbiseye bayılırken onu bu güzellikten uzak tuttuğum için bana söylenmekten geri çekilmemişti. Altına vakit kaybetmeden siyah bant topuklu ayakkabıyı aldığında onca saattir bu ayakkabıyı beğenmediğini söylemesi yıldırmıştı. İşin sonundan alan almıştı laf söyleyen yine biz olmuştuk.

 

-diyorum sana arkadaşların deli-

Deli olanlarını seviyorum iç ses.

-deliler olarak birbirinizi bulduğunuzdandır-

 

Naz ise elbisesine uyacak tonlarda şeffaf topuklu ayakkabıyı aldığında bir çoğumuzun düşündüğü o durumu düşünmeden geçememiştim. Naz bu haliyle bile bizden uzun boyluyken topuklu giymiş halini düşünemiyordum. Elif ayakkabı katında ince topuklu bej renkli ayakkabıyı seçtiğinde ayakkabısıyla elbisesinin uyumuna bayılmıştım.

 

Kızlarla geçirdiğim harika dört saatin sonunda ayrıldığımızda bir dahaki buluşmamız mezuniyet töreni olacaktı. Özlediğim ekiple mezun olacak olmak o kadar güzel hissettiriyordu ki içim içimi yiyordu. Ayrıldığımız vakitlerde geç kalıcam korkusu basmıştı lakin Asya'nın arabasıyla eve gidecek olmak az da olsa rahatlatıyordu. Bulut'la kısa bir konuşma geçirdiğimde onunda eve geçtiğini hazırlık yapacağını öğrenmiştim. Onun eve geçip hazırlanmasıyla tekrardan yanıma gelmesini hesaba kattığımda yetişme potansiyelim vardı. Aslında Asya'nın son dakika dondurma da yiyelim diye tutturması bu stresi yaşatmasının sebebiydi. Dondurmanın tadı hâlâ damağımdayken ona saydırmakta ne bilim...

 

-iyi değilsin-

Olmadım ki.

-doğru-

 

Eve hızlı bir şekilde geçiş yaptığımda direk kendimi banyoya attım. Bugünün kirinden kurtulduğum anda gerisi gelirdi. Sıcak suyun etkisini hissettikçe rahatladım. Şampuanımın ve duş jelimin karıştığı kokunun verdiği huzura kapıldım. On beş dakika içinde banyoda ihtiyaçlarımı giderdikten sonra dolabımda kıyafet seçme zamanına geldiğinde sakinliğimi bozmadan attım adımlarımı. Karşımda duran dolaptan bir kombin yapıp hızlı bir şekilde giyinmem gerektiğinden raflarımda göz gezdirirken büyük bir hevesle aldığım açık mavi tonlarındaki elbiseyi gözüme kestirdim. Hemen dolaptan çıkardıktan sonra bir ütü vurdum. Yirmi dakika içinde hazır olmam gerekiyordu.

 

Elbisemi giydikten sonra saçlarımı kurutmaya geçtim. Beş dakika da saçlarımı kuruttuktan sonra hızlı bir şekilde şekillendirici kremimi sürdüm. Saçımı daha dolgun ve gerçekçi gösteren bu keremimden çok memnundum. Saçlarımı bitirdikten sonra abartı olmayacak derecede makyaj yaptım.

 

-abartı dediği bir ruj birde rimel-

İç ses sen benim peşimi bırakmaya ne dersin? Her yerde bana ters düşmek zorunda mısın?

-o zaman ne diye varım tabii ki ters düşeceğim-

 

Ben ne tür bir deliydim ya. Kendi kendime laf atan ilk kişi olabilirdim. Ki bu olağan bir şeydi. Annem ve babam anladığım üzere eve gelmemişlerdi. Hem annemlere hem de balığıma sürpriz yapacaktım. Onların üçünü buluşturacak ve bir akşam yemeği yedirtecektim. Bu sayede tam bir aile olacaktık.

 

Hayal ettiğim ve istediğim gibi.

 

Heyecanımdan dolayı daha fazla evde duramazdım. Kendimi hızlı bir şekilde kapıya attım. İstanbul yaz ayındaydı ama hava bulutluydu. Sabah yağan yağmur havaya farklı bir ortam katmıştı. Kuşların sesleri, işlek cadde, komşuların sesleri, çocukların oyun sesleri bunlar hayatın bir akışıydı ve bunları daha çok sevmeye başlamıştım. Hayat geçiciydi, biz de geçiciydik onun tadını çıkarmak varken somurtup bir kenara geçemezdik. Bizler var oldukça yaşananlarda her seferinde var olacaktı. Onların verdiği duygular yükler her zaman olacaktı. Bundan kaçamazdık ama onların verdiği duygudan kaçabilirdik. Hayatın tadını çıkarmaya baktığımızda onların duygusunu arkaya atarak eskide kalmasını sağlayacaktık.

 

Sokaktan geçen kişilere baktığımda herkesin farklı bir hikâyeden oluştuğunu anlayabiliyordum. Herkesin bir yaşadığı vardı, onu üzen ya da mutlu eden. Bizse her defasında üzüntü dolu hikâyemizi unutamıyorduk. Onları bir kenara bırakıp çekip gidemiyorduk. Bizi onlara yiten şeyler vardı. Anlatamıyoruz çünkü anlamıyoruz. Mutluyu seçmek yerine üzüntüyü seçiyoruz kendi ellerimizle. Onunla var olmaktansa onunla olmamak gerekiyordu ama biz onunla var oluyorduk. Onu bırakıyorduk ama onunla yaşamayı öğrenmekte istemiyorduk. Bir bilinmezlikte kalmayı seçiyorduk. Bu bilinmezlikte kaybolup gidecekken.

 

Sorguladığım anlardan kaçmayı hep isterdim ama yapamazdım. Onlara ayrı bir zaafım mı vardı bilmiyorum. Hayat beni oradan oraya sürüklerken hep sorgulamıştım. Neden? Neden demiştim hep, her defasında. Onunla yaşamayı ben tercih etmemiştim o benim hayatıma kendini zorla sokmuştu. Kaçınmıştım ama bulmuştu beni. Şimdi de bırakmıyordu peşimi. İstiyordum ki bir kere de sorgulamadan, sorgulanmadan bir şey yapabileyim.

 

Olmadı. Her defasında zorladı beni. Babam bildiğim adamın sevgisizliğinden, okulda herkes tarafından kullanılmaktan, hor görülmekten ben kaçtım ama onlar beni rahat bırakmadı. Beni şu an olduğum kişiliğe dönüştürdüler. İsteyerek olmadı katı kurallarım, zorunda bırakıldığım için oldu.

 

Hep başka kişiliğe bürünmek istemiştim. Doktor olmak istemiştim, sevdiklerimi kurtarmak için. İyi bir arkadaş olmak istemiştim, iyi bir anne olmak istemiştim, iyi bir sevgim olsun istemiştim. Her şeyin iyilerini isterken onların kötüleriyle karşılaşmıştım. Kimisi hayalde kalmışken kimisi bir bir saplamıştı bıçaklarını.

 

Gördüğüm zorbalıklardan avukat oldum çünkü benim gibilerin haklarını savunmam gerekiyordu. O adaletsizliğe mağdur kalmışlara adalet aramak içindi savaşım. İyi bir arkadaş olmak için neyim var neyim yoksa onlara verdiğim için zorbalık görmüş dışlanmıştım. Ben onlara sır vermiştim onlar yaymıştı. O yüzden gerçekleri savunmaya karar verdiğimde katı kurallarımı çıkarmıştım ortaya.

 

İyi bir anne olmak istedim ta ki haberlerde çocuğunu kaybeden bir anneyi görene kadar kadar. Aslında çocuğunu kaybetmemişti onu öldürmüştü kocası o da sesiz kalmıştı. O zaman dedim ki: "Çocukların nefesini kesen herkesi doğduğuna bin pişman edeceğim." On yaşındaki bir çocuk olarak bu cümleyi söylemiştim kendime.

 

İyi bir sevgim olsun istemiştim, çevremdeki kötü insanlara karşı ama onların yüzsüzlükleri gördükçe hak etmedikleri sevgimi sınırlandırarak hak ettikleri gibi bakmıştım onlara.

 

Bazı kötü sonuçlar iyi şeyler doğururdu.

 

Koyduğum katı kurallara rağmen çok yakın arkadaşlarım vardı. İyi bir babam vardı, güzel bir mesleğim, beni seven bir sevgilim vardı. Kötü şeylerden doğan iyi şeylere sahipken onlara sahip olmak benim için tanımsızdı. Benim en güzel taraflarım bir zamanlar kötü olan tarafımdan gelmişti. Ben onlarla ayaktaydım, olmaktan da bıkmayacaktım.

 

Arka mahalleden gelen düğün sesleri beni güldürmüştü. Kim bilir ne günler yaşamışlardı. Özenmiştim. Hayallerini kurduğum sevgiyi bulabilecek miydim ya da bulmuş muydum? Bilmiyorum, tanımadığım bu adama duyduğum sevgi hayallerimde ki gibi olacak mıydı? Zaman her şey gibi bunu da gösterecekti.

 

Çalan korno sesi ile daldığım ortamdan çıkıp karşımda duran balığımın asilliğine baktım. Siyah pantolon beyaz tişört giymişti. Tişörtünde ki yazı hoş duruyordu. Markanın reklamıydı ama güzel duruyordu. Bana doğru güler yüzle gelen balığıma sempatik gülümsememi attım. Ona doğru attığım her adımda takılıp düşmek üzereydim. Karşı karşıya geldiğimizde beni öpmeye kalktığında ani refleksimle yanağımdan öptü. Tam isyan edecekken geç kalmamak için lafını kestim.

 

"Ama bu..."

 

"Arabaya geçelim mi artık yoksa geç kalacağız."

 

Şoför koltuğuna oturmadan önce yine kapımı açtığında cezbedici bakışımla gözlerinin içine bakarak önümden geçip yerime oturmuştum. Kendi yerine geçtiğinde radyodan güzel bir şarkı arıyordum. Yol almaya başladığı ilk dakikalarda tınısının verdiği melodiyi sevdiğim için çalan şarkıyı açık bırakıp yerime kuruldum. Heyecanım şu an kendini çok belli etmesede zaman geçtikçe varlığını gösterecekti. Telefonumdan açtığım konum ile balığıma yolu tarif etmeye başladığımda meraklı gözleri yeşillerimi bulmuştu. Sormaktan kaçınmayacağımı bildiğim soru için hazırdım ki bekletmemiş sormuştu.

 

"Sürprizden bir ipucu verir misin peri kızım?" yüzündeki solgunluk gitmişti. Daha iyi görünüyordu. Onun toparlanmasına sevinmiştim.

 

"Gidince görürsün balığım." Şaşırdığında verdiği tepki gülmeme sebep olmuştu. Kahkaha atmam ile bana döndüğünde arabayı sürdüğü için çok bakmadan önüne döndü zorunda kaldığından o da gülüyordu. Bu an asla unutmak istemeyeceğim kadar güzeldi. Onunla araba yolculuklarını seviyordum. Onunla yaptığım sürece sevmediğim bir şey olmazdı çünkü o güzelleştiren en güzel parçaydı.

 

Yarım saatlik yolculuğumuzu sonunda annemle babamın da bulunduğu lokantaya geldiğimizde yemek yiyeceğimizi biliyordu ancak sürprizi hâlâ merak ediyordu. Balığım bizim baş başa kalacağımızı düşünürken annem ve babamla karşılaşınca nasıl bir tepki vereceğini aşırı merak ediyordum. Hatta telefonumla videosunu çeksem fena değildi. Lokantanın kapısından içeriye el ele girdiğimizde görevli isimlerimizi istediğinde cevap vermek için harekete geçtiğimde balığım benden önce davranmıştı.

 

"Bulut Aras ve Dila Aras." Şok oldum. Sırıtan yüzüm bir anda şaşkınlığa döndüğünde anlam verememiştim. Şaşkın şaşkın balığıma bakıyordum.

 

"Yalnız öyle bir isimler mevcut değil," diyen garsonun sesiyle gülmeye devam eden Bulut'tan bakışlarımı çekerek doğru cevabı verdiğimde garson tekrardan listesini kontrol etti.

 

"Dila Deniz olacak."

 

"Tamamdır efendim masanız üst katta sağdan sonuncu masa. İyi akşamlar dilerim." Görevli neye uğradığına şaşırsa da isimlerdeki düzeltmeyi kendi yapmamış emin olmak amacıyla bizden beklemişti. Bu akşam bizden başka Dila ve Bulut olmayacağına göre yanımdaki beyfendinin amacını anlamış olmalıydı. Lokantaya girdiğimizde kalabalığın başladığını görmüştüm.

 

"Neydi bu şimdi?" balığımın ne yaptığına anlam vermiş değildim. Demek istediğini anlamıştım ama neden şu an böyle bir davranış sergilediğini çözmeye çalışıyordum. Onun bu soruyu duyması ile sırıtması bir olduğunda kaşlarımı çatarak baktığımda kalbim hızlanmaya başlamıştı. Gıcıklık değil mi bende bu tavrına karşı koluna bir tane yumruk attığımda acıyan onun kolu değil de benim elim olmuştu. Ben elimin derdine düşmüşken kulağıma eğildiğinde kalpten götürecek sözlerini sıraladı.

 

"Bir gün bu soy ismini kullanacağını hatırlatmak istedim."

BÖLÜM SONU

 

Neler oluyor bu lanet kitapta! Ne demek bu soy ismi kullanacaksın, ne demek? Kafayı yicem, o nasıl bölüm sonu. Bunların enerjisi der susarım canım bebeklerim.

Klasikleşmiş o cümlem, bölümün yeri, sözleri çok ayrı, her bir söz, çok çok önemli. Altında yatanlar onları çok zorluyor. Bulut'un sıkışmışlığı, Dila'nın hayatına devam etme çabası, umutları korkuları...

Konuş konuş bitmez bu sohbet o yüzden ben kaçanzi. Haftaya görüşmek üzere ✌️

Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?

Sizce gizemli kişi kim?

Peki son sahne?

Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?

Burasıda sizin düşünceleriniz ve sorularınız için olsun.

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Wattpad/Inkspired: izzetcanduman

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 26.11.2024 21:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...