15. Bölüm

15.BÖLÜM: HAYAL BAHÇESİNİN PAPATYASI

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahali kalkın biz geldikkkk:)

Bölümlerin uzun olduğuna bakmayın bu daha hiçbir şey hihihi

Keyifli Okumalar:)

Bölüm Şarkıları;

Rei - Buğusunda Kaybolurken

Esin İris - Kötü Kötü Şeyler

Bölüme geçmeden önce oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız:)

Bölüm aşırı eğlence içerir....

 

 

"Koş iste koş. Bu hayal bahçemizde koş. Ver elini?"

 

 

15.BÖLÜM

 

"HAYAL BAHÇESİNİN PAPATYASI"

 

"Bir gün bu soy ismini kullanacağını hatırlatmak istedim." Sıcak nefeslerini kulağımda hissettikten sonra kızarmıştım. Ne diyeceğimi, ne yapmam gerektiğini şaşırmış durumdaydım. Merdivenleri çıkıp kata ulaştığımızda sağa dönünce annemle babamı gördümde utangaçlığı bir kenara atarak telefonumu çıkartıp video çekmeye başladım.

 

Onların tarafına doğru adımlar atarken balığımın yüzündeki ifadeleri çekmek çok keyif vericiydi. Aslında onun her anını çekmek çok keyifliydi hele ki o anı birlikte yaşıyorsak. Adımlar attıkça anne ve babama yakınlaşıyorduk ama Bulut hâlâ bunun farkında değildi. Etrafa bakıyordu, insanları inceliyordu. Neden bu denli dikkat edici davrandığını anlamamıştım. Hatta yüzündeki tedirginlik, korku gibi olan ifadesini telefonum çekmese inanacak gibi değildim.

 

Adımlarımız bitmiş anne ve babamın yanına varmıştık ama Bulut hâlâ bunun farkında değildi. Neden böyle olduğunu anlam veremediğim için onu çözemiyordum. Tam da onu ayıltmak için harekete geçmiştim ki arkadan gelen annemin sesini duydum. Elimdeki telefon hâlâ kayıt içindeydi ve bu anları çekiyordu.

 

"Hoş geldin kızım!"Annemin içten gelen ses tonuyla balığımın kendine gelmesi bir olmuştu. İrkildiğini anladığımda hâlâ sırtı dönüktü. Yavaş yavaş arakaya dönmesiyle şaşkın olan yüz ifadesini hem gördüm hem de kayıt altına aldım. Gözleri şaşkınlıkla büyükken yanakları utangaçlıktan al al olmuştu. Onu ilk defa bu halde görüyordum, bu her şeyden çok daha güzeldi. Keyiflendirmişti.

 

"Hoş bulduk anne!" kıkırdayarak anneme cevap vermiştim tek bir farkla: Ben yerine biz diyerek. Annemin tek bana sorduğu soruya balığımı da katarak cevap vermiş olmam iki erkeği hayrete düşürmüştü.

 

Annem arkamda duran Bulut'u görmesiyle aynı balığım gibi o da şaşkınlığa kapıldı. Masada olan biteni çözmeye çalışan babam ise şaşkınlık yüz ifadesiyle bakıyordu. Anlaşılan burada ben dışındaki herkes ne olup bittiğini anlamak için birbirlerine şaşkınlıkla dolu bakışlar atıyordu. Ve bu çok komikti.

 

-katılıyorum ki gerçekten de çok komik-

Çünkü iç ses her şey benim planımdı.

 

Gerçek bir aile olarak yiyeceğimiz akşam yemeğine eksik tarafımı tamamlayan adamlarla gelmek en doğru karardı. Onlar hâlâ birbirlerine bakarken hepsinin yüz ifadesini videoya çekerken gülüyordum. Videoyu kapattığımda olaya açıklık getirmek için ortaya bir adım atarak dikkatleri üzerime çektim.

 

"Öncelikle her şey yolunda birbirinize korku ve şaşkın dolu bakışlarınızı atmanıza gerek yok. Hepinizi ben çağırdım." İçimdeki çocuk rahat durmuyor her an hınzırlık yapmak için yer arıyordu. Onu susturmak sandığımdan zor olacaktı. "O kadarını anladık." Dedi annem. Halen anlam vermeye çalıştıkları karışıklığı açıklayamamıştım.

 

"Madem gerçek bir aile olarak yemek yiyoruz ben de ailemi topladım." dudaklarımdan dökülen her sözcüğe damga basmak istiyordum. Zamanı durdurup bu anı defalarca kez yaşamak, bu hissi her daim hissetmek istiyordum.

 

-aile mi-

Evet, iç ses aile.

 

Benim çekirdek ailem üç kişiydi: Annem, babam ve sonsuz olan sevgim... Benim güçlü olduğum ama bir o kadar da zaafımın olduğu tarafımdı. Bunu her şeyden önce gizlemek zorundaydım. Onları her şeyden saklayıp, gizlersem belki huzuru bulabilirdik.

 

Benim aile dememin üstüne birbirlerine attıkları şaşkın yüz ifadeleri daha büyüdüğünde dayanamamış bir kez daha bu hallerini kameraya aldıktan sonra masaya oturmak için hareket etmemle ortam kendine geldiğinde hayat akışı kaldığı yerden devam etmeye koyulmuştu.

 

Annemin üstündeki siyah uzun elbise onun fiziğini güzel gösteriyordu. Tam fiziğine oturan elbisesine yakışacak tarzda saçlarını bir genç kız asilliğiyle salık bırakmıştı. Babam ise bir çift sevda ile anneme ayak uydurmuş onu bozmamıştı. Siyah pantolon ve siyah tişört! Yaz ayında olmanın verdiği diğer hisle ortam nemliydi.

 

Annem ve babama baktığım da gençliklerini yaşadıkları döneme geçtikleri, o zamanı yaşamak için uğraştıklarını anlamamak mümkün değildi. Onlara sadece bir saniye bile baktığınızda aynı genç âşıklar gibi olduklarını görürdünüz. Çünkü onlar o günlerini şimdi yaşıyorlardı. Onların aşkı hiçbir zaman bitmemişti.

 

Annem ve babamın karşısındaki boş sandalyelerden birine oturduğumda hâlâ ayakta olan balığım onun gözlerinin içine bakıp onay vermemden sonra yanımdaki sandalyeye oturmuştu. Üstünde ki şoku atmış değilken aynı yüz ifadesini görmek sürekli kıkırdamama sebep oluyordu. Daha fazla dikkat çekmemek için balığımı kendine getirmem gerekiyordu yoksa bu gidişle sürekli gülmekten deli sanılırdım.

 

Balığımın sol kulağına doğru ilerleyip kısık bir sesle konuştuğumda sessizliğimi bozmasaydı niyetim. "Seni ailemle tanıştırmak istedim, ilk ve son sevgilim." Balığımı düzeltmeye çalışırken belki daha da şoka soktum. Onun yüz ifadesi değişmemişken ona defalarca kez baktım. Tabii ona tek bakan ben değildim. Bize gözlerini dikmiş şekilde bakış atan annem ve babamı es geçmezsek.

 

Ortamdaki bakışları sonlandıran kişi babam oldu. "Hoş geldiniz!" Babamın yüzündeki ifadeyi yanlış okumadıysam ki yanlış okuduğumu zannetmiyorum. Kaşları çatık, yüzü çatık ve kasık, dudağı büzüşmüş, gözleri de sürekli Bulut üstünde geziyor... Babama bir kez daha baktım, bir kez daha, bir kez daha... Defalarca kez babama baktıktan sonra emindim. Babamın neden böyle olduğunu anlamıştım.

 

Babam beni kıskanıyordu.

 

Babam beni, kızını kıskanıyordu.

 

Babam yıllardır varlığından haberi olmayan kızını kıskanıyordu.

 

Ben daha ona baba diyemezken o beni kıskanıyordu.

 

Yanımıza gelen garsona siparişlerimizi söyledikten sonra ortam sessizliğe gömülmüştü. Herkes birbirine bakıyor bir şeyler için çabalıyor ama sonra vazgeçiyordu. Bu sessizliğin daha fazla sürmesini istemiyordum. Bu akşam yemeğinin bizim için güzel geçmesini istediğim için bu sessizliği nasıl bozabileceğimi düşünmeye başladığımda en saçma olan gibi gözüksede mantıklı olanı gerçekleştirdim.

 

"Eee, anlatın bakalım ne yaptınız bugün?" Sorduğum soruyla birlikte ortalığa attığım tohum umarım işe yarardı.

 

Soruyu sormamla birlikte annem ve babam birbirine bakıp kıkırdamaya başladığında bu hallerine bakılırsa gayet güzel bir gün geçirmiştiler, benim gibi. Balığım ise ilk baştaki şoku atlatabilmiş değilken yüzündeki tedirginlik ifadesi oturduğundan beri gitmemişti.

 

Balığımın bu haline anlam verdiğimi düşünmek istiyordum ki vermiştim de. Onun eksik tarafında aile vardı. Bunu dolan gözlerinden anlamıştım. Onun neden bu denli tedirgin olduğunu, neden korktuğu ve belki de bu zamanlardaki kötü ruhsal durumunun sebebini anlamıştım. Gözlerinde görmüştüm.

 

Gözlerinin içine bakarak gülümsediğimde solgun yüzünün ona yakışmadığını kanıtlı bir şekilde gördüm. Masanın altındaki elini tuttuğumda temasım karşısında irkilmişti. Ona verdiğim destek benim için küçük olabilirdi ancak yaralı Bulut için o el tutuşum o kadar büyüktü ki... Onun az da olsa yüzünü güldürdüğüm ilk anda vermiştim bir söz kendime onun hep gülümsemesini istememiştim şimdi ise en çokta bu gecede hep gülsün istemiştim. Benim ailemi ailesi kabul etsin, yaşadığı yokluğu sevginin iyileştireceği güzellikle kapatsın.

 

"Kızım," annemin gelen sevgi dolu sesiyle onlara döndüğümde Bulut hâlâ utangaç ve tedirgindi ama yüz ifadesi ilk zamanlara göre daha iyiydi; hafif gülümsemiş, nefes alışverişlerini düzenlemişti. "Bugün sözleştiğimiz gibi nikâh tarihini aldık." duyduklarım ile elini tuttuğum eli biraz sıktığımda gözlerim babamla annem arasında geziyordu. Sevinmiştim. İçimdeki o kız hediyelerine kavuşuyordu, inandığı o masallar gerçek oluyordu. Ancak korkan bir tarafı ise hiçbir şeyin bozulmamasıydı.

 

Ben mutlulukla onlara bakarken yanımdaki adamın göz bebeklerinin büyümesiyle gülmem bir oldu. Ben gülünce annem ve babam yanlış anladığında ortam daha komik hale dönüşmüştü. Kendimi gülmemek için zor tutmama rağmen başaramamıştım. Bulut'un ani verdiği şaşırma tepkisi beni güldürmüştü. Yanımda bulunan üçlünün benimle birlikte gülmesi eşsizliğin benim lügatımdaki anlamlarından biriydi.

 

Balığıma sadece gülmek yakışıyordu, diğer yüz ifadeleri ona tamamıyla yabancıydı. Ben ne kadar öyle düşünüyor olsada öyle olmadığına emindim. Çünkü onun bugünlerde ki ruh halleri yeni değildi, geçmişten gelen derin bir konuydu. O derinliği anladığımda kalbimdeki yabancı ama bir o kadarda tanıdık gelen o sızıyı hissetmiştim.

 

"Çok sevindim anne. Peki, ne zamana aldınız?" o kadar gülmeme rağmen sesimin titremesi heyecandandı. Yaşadığım karmaşık duyguda Bulut'un elini fazla sıktığımı fark ettiğimde hızlaca çektim elimi. Annemin ve babamın anlamamasını umuyordum. Elimi çektiğim anda çekmeme izin vermemiş saldığım o eli tekrardan o tutmuştu. Gözlerimi kısa bir an ona çevirmek istesem duyacağım cevaba hazırladım kendimi.

 

"25 Temmuz." Annemin içimdeki o sevinci gözlerinden okuyor olabilmek duygularımın karışıklığına bir yenisini daha katarken diğer taraftanda bir tarafı kendine çekiyordu. Korkuma çekilmedim.

 

"Ne, bu kadar erken mi?" Neden bu kadar şaşırmıştım ki zaten beklediğim bir haberdi. Yaşadığım karışıklığı belli etmemeye çabaladıkça bir şekilde kendine çekmeyi başarıyordu. Desteğini hissettiğim aşkıma dayandım, varlığı iyi geliyordu ilk günden beri.

 

"Aslında daha erkene almak istiyorduk ama en erken bu tarihti biz de aldık." Ses babama aitti. Onun da heyecanlı olduğu her halinden anlaşılıyordu. Fakat tek heyecanlı değildi aynı zamanda sorgulayıcı bakışla balığıma bakıyordu.

 

"İyi yapmışsınız. Hazırlanmak için gayet yeterli süre. Tebrik ederim ikinizi de." Hayranlıkla aşklarını izlemeye devam ettim. Aradan geçen yirmi bir yıla rağmen gözlerinde gözüken o parıltının gitmesi, hâlâ birbirlerine aşkla bakmaları inancımı yeniliyor, onların karşısında hayrete düşürüyordu.

 

"Bende tebrik ederim efendim." Duyduğun efendim ile bakışlarım anlık ona çevirdiğimde bize alıştığını görmekle gözlerime düşen bakışları uyandığını gösteriyordu. Benim üstüme annemle babamın birbirlerine attıkları bakışlar aralarında geçen bir konuşmaydı.

 

"Teşekkür ederiz kızım ve delikanlı." Babam annemle olan bakışmasını kesip konuştuğunda gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Bulut'a karşı attığı bakışlar bile beni hâlâ kıskandığını belli ederken anlaşılmadığını sanıyor olmasıydı güldüren.

 

İstediğim aile tablosu tamda şu an yanımdaydı. Sevilmek, sevmek bunlar hissedilmesi gereken duygulardı. Bu aile tablosu benim en güçlü tarafımdı ve ben bu güçlü tarafı da asla bırakmayacaktım. Onlar benim her şeyimdi. Herkesten öncemdi. Onlar bendi.

 

Onlarla birlikte olmak bile bana mutluluk getiriyordu. Zaman su gibi akıp giderken onların bir gün benden gidecek olması korkusu asla yaşamak istemeyeceğim bir şeydi. Ben onlarsız bir hiçtim.

 

Babam beni kıskanmayı bir kenara çekerek balığım ile konuşmaya başladığında tanıştıkları ilk güne ithaf yaparak içerden çıkardığı için teşekkür etmişti. Saygısını bir an olsun düşürmeyen sevgilime gözlerim doku, büyük bir sevinçle izleyebilirdim ancak olduğum ortam buna izin vermiyordu. Onların sohbeti derinleştirdikçe annemle olan bakılmalarımızdaki imaları anladıkça yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Sohbetlerine daha sonra annemle bakışmalarımızı kesip katıldığımızda ailenin en güzel varlık olduğunu çok içten hissetmiştim.

 

"Buyurun efendim siparişleriniz." Birkaç garsonun siparişlerimizi getirmesiyle masadaki herkesin yüzü gülmüştü. Demek ki herkes kurt gibi açtı. İçten bir şekilde kıkırdamamla birlikte yemeğimi de önüme çektiğimde midemin rahatladığının farkındaydım. Büyük kavuşma gerçekleşiyordu. Garsonlar itinayla yemeklerimizi masaya koymaya devam ederken neden bu kadar çok sipariş verildiğini çözmek istesemde yapamadım, yapamadım. Çünkü garsonların içlerinden birinin Bulut'a, benim balığıma bakakaldığını görmem ve onların arasındaki o bakışma tedirgin etmişti.

 

Garsonun yaka kartına baktığımda isminin Semih Karar olduğunu gördüm. Bu çocuğun neden böyle bir bakış attığını anlam veremiyordum. Bulut'un. restorana geldiğimiz andan beri tedirgin davranışlarını yaptığım sürprize başlamışken şu an yaşanan bu görüntü bambaşka şeylere itmişti düşüncelerimi. Bir şeyler dönüyordu ama ben bunu çözemiyordum?

 

Balığım çocuğun ona dik dik bakmasını fark ettiğinde ise iyice kızardı. Çocuğun hâlâ aynı bakışlarının karşılığında ise buradan git dercesine kafası ve kaşlarını oynattığında anlamıştım gerçekeri. Bulut burada yabancı değildi. Daha önce defalarca kez buraya gelmiş olması gerekirdi ki şu an tanınıyor olmasından korkması. Benim bunu öğrenmemden mi korkuyordu ki, iyi de neden?

 

Bulut'u böyle görünce aklıma dün akşam gelen mesaj düşmüştü. "Yaptığın seçimleri tekrardan gözden geçirmen gerekiyor. Mesela, Bulut Aras'la sevgili olman gibi." Peki, mesaj bana ne demek istiyordu? Bana neyi gösterecekti bilmiyordum ancak ne öğrenmek ne de bilmek istemiyordum.

 

Daha fazla olayı karıştırırsam güzel olması için planlamış olduğum bu geceyi mahvedecektim. Sırf bu sebeple bu olayı kenara çekiyordum ama asla da peşini bırakacak değildim. Çünkü ben ne kadar bir şeyleri düzene sokmaya çalışırsam çalışayım bir şeyler ters gitmesi, bunun her seferinde karşıma çıkıyor oluşuydu. Ve ben bu sefer her şeyi kökünden çözecektim çünkü hayatımı yaşayıp tadını çıkaracaktım.

 

Garsonların girmesi üzerine hepimiz yemeklerimize gömüldüğümüzde sessizleşmiştik. Gerçekten herkesin aç geldiğini gösteren bir tabloydu şu anki halimiz. Önüme hızlıca çektiğim yemeğimi yerken dahi ilk an ki gibi hissettiğim heyecan kendimi hatırlatırken az önce yaşanan diğer olay ise geri plana atmama rağmen aklımdan çıkmıyordu. Belli etmemeye çalıştıkça kalbimin üstünde hissettiğim kötü his kırıldığımın bir parçası gibiydi. Yanında huzuru hissettiğim bu adamın benden bir şeyler saklaması kalbimi kurmakla kalmıştım nefes alışlarımı zorlamıştı. Annemle babamın karşısında gardımı indiremiyor oluşum daha da zorlaştırsa da yemek yedikçe etkisi azalıyordu.

 

"Peki, oğlum ailen ne iş yapıyor? Onlarda mı İstanbul'da yaşıyorlar?" boğazımda hissettiğim ekşimiş tadın gitmesi için suyumu içerken duyduklarım ile öksürmüştüm. Hayır, hayır anne bu soruyu balığıma sormamış ol? Lütfen soruyu sormamış olalım ki bu ruhsal durumdayken onu daha da kötü hale sokmayalım. Olmadı. İçimden reddettikçe dışarıdan gerçekliğiyle yüzleşmiştim.

 

İlk duyduğunda olduğu yerde durmuş tepkisiz kalmıştı Bulut. Hiçbir belirti göstermedi ya da gösteremedi. Sonra ise derin bir nefes aldığında elinde olan çataldaki tatlıyı ağzına attığında yemesi çok uzun sürmüştü.

 

-yemesi mi-

Hayır, iç ses yiyememesi ya da yemeye çalışması ama asla boğazından geçmemesi.

 

Boğazına bir yumru oturmuştu sanki. Ağzında biriken tatlıyı yutabilmek işin suyundan içtiğinde annemin bakışları babamla buluşmuş yaptığını anlamıştı. Suyunu içmiş olan balığım ellerini masanın altına gizleyerek parmaklarıyla oymaya başlamıştı. Titriyordu, gözleri dolmuştu. Görüyordum, cevaplamak istiyordu lakin yapamıyordu. Bir engel vardı önünde, kalbinde, gözlerinde...

 

O an annemle babama attığım bakışlar bir kez daha açıklamıştı geçekleri. Bilmiyordum içinde biriktirdiklerini ancak görmüştüm. Sustuğumda onun bana gelmesini beklemiştim. Gelirdi, biliyordum. O hep gelmişti çünkü. Şimdi yaşanan bu durumda ne yapacağımı şaşırmışken elim kolum bağlanmış gibiydi. Annemi hemen hemen saran pişmanlık dahi bir çözüm gibi gözükmüyordu. Kimseyi suçlamaya gerek yoktu. Eğer suçlu ararsak daha çok yanardı canımız çünkü suçlu ne oydu be başkası. Suçlu bunu bize hissettiren o kişilerdi. Annemin de bir şeyler demek istediğinin farkındaydım ama pişmanlığından bunu yapamıyordu. Yapsa yapardı fakat dili buna gitmiyor gibiydi.

 

Masada ki sessizlik ise asla olmaması gereken bir sessizlikti. Herkes birbirine baktığında kim ne yapacağını bilemiyordu. Herkes birbirinden adım bekliyordu ama kimsede o küçük bir adımı dahi atamıyordu. Yeşillerim inatla ayaktaydı, yenilmemiştim.

 

Balığımın ellerini sımsıkı tuttuğumda onu anladığımı, yanında olduğumu hissettirmek için gözlerinin içine bakmıştım. O beni anlarken üstümüzde olan bakışları umursamamıştım. Ellerini sımsıkı tutmaya devam ettim çünkü buna sandığından çok ihtiyacı vardı. Benim ona ihtiyacım olduğu gibi onun da bana ihtiyacı vardı. Ona yaklaştığımda kulağına tek onun duyacağı şekilde fısıldadım.

 

"Ben her zaman senin yanındayım, bunu sakın unutma."

 

Belki ipi koparan şey benim cümlemdi, belki de her şeyi yeniden açığa çıkaran anemin sorusuydu, belki de bir başlangıçtı bizim burada bu yemeği yememiz. Her şeyin bir sonu vardı ve o asla değişmezken her şeyin başı defalarca değişiyordu. Biz değişmiştik peki, sonumuz değişmiş miydi? Bunu zaman gösterecekti.

 

Bulut'un gözünden akan gözyaşı bizim bir başlangıç yapacağımızın kanıtı gibiydi. Yanağına doğru akan yaşı fark eden Bulut hiç masada durmadan ayaklandığında şaşırmıştık. Dişimiz tutulmaya devam ediyor annem ve babamla birbirimize bakışlar atıyorduk. Bulut kalktığı gibi kendini direk lavaboya atması diğer şokun sebebiydi. Onun hiçbir şey sormadan gittiği lavabo burada yabancı olmadığının kanıtıydı. Bunu bilmeden ve farkında olmadan bana göstermiş ve kanıtlamıştı.

 

-konumuz bu mu Dila-

İç ses sen niye her seferinde haklısın. Ve evet, konumuz bu değil. Konumuz bizim yaptığımız ayıp.

-farkında olman ne kadar güzel-

Şu an sende konumuz değilsin iç ses.

-kırıcısın-

Her zaman.

 

Bulut'un lavaboya gitmesi ile annem ve babama olan bakışım hiçte iyi değildi. Fakat onları suçlayamazdım. Suçlamamıştım da. Yapacağım yanlışın farkında olmak bile en doğru şeydi. Onun yanlışlığının erken farkında olup pişman olmamak kurtarılan zamandı.

 

Annem ve babamla olan bakışmalarımız konuşmaya ihtiyacımızın olmadığını göstermeye yetiyordu. Gözlerimiz konuşmuş bizler susmuştuk. Sözlerimiz susup kalplerimiz konuştuğunda biz susmuş olsakta pişmanlığımız avazı çıktığı kadar bağırmıştı.

 

Aradan ne kadar süre geçti farkında değildim. Bulut'u çok merak ediyordum ama yanına gidecek gücü kendimde bulamıyordum. Yanına gitsem ne diyecektim ki? Ne yapacaktım, nasıl davranacaktım?

 

Bize doğru yürüyen Bulut asla toparlayamamış daha da kötüye gitmişti. Ağlamıştı. Bunu gözlerinin sululuğu ve kızarıklığı belli ediyordu. Paramparça olmuş bir halde gelmişti yanımıza. Masanın yanında ayakta dikildiğinde konuşmak için kelime seçiyordu. Bu haldeyken bile saygısızlık yapmamaya çalışıyordu.

 

"Evet, ailem İstanbul'da yaşıyor," sesindeki titreme her şeyi gösteriyordu fakat o bu sefer susmayacaktı. "Kadıköy Mezarlığında." Annem, babam ve ben bu gerçeği bekliyor olmamıza rağmen yine de şaşırmıştık. Fakat Bulut bu durama hiç hazır değildi. Sarsılmıştı. Gerçek aile yemeğim gerçekte de aile yemeği olmuştu. Sır kalmış mıydı aramızda şimdi? Sanmıyorum. "İzninizle ben gideyim. Hepinize çok teşekkür derim, iyi akşamlar!"

 

Bulut arkasına bile bakmadan çıkışa doğru ilerlediğinde öylece ortada kalmıştım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Karman çorman olmuştum. Gözümden akan yaşı dinlemeli onun peşinden gitmeli , aşkımı yalnız bırakmamalıydım. Annemle babama baktığımda annemi sarmalamış babamı gördüm. Annem ağlıyorken babam onu teselli ediyordu.

 

"Gece evde görüşürüz benim Bulut'a yetişmem lazım." Arkama bakmadan kapıya koştuğumda arkamdan duyduğum sesi çıkaramamıştım. Geçip giden insanlar, garsonlar ve yemek yiyen müşteriler bana bakmaya devam ederken hiçbiri umurumda değildi. Umurumda olan tek kişiye de yetişmek için delice koşuyordum. Çıkışa geldiğimde arabaya binmiş yola çıkacak Bulut'u gördüm. Hiç beklemeden hızlı adımlarla arabaya koştuğumda umudum geç kalmamaktı. Bundaki de ne hızdı mübarek yetişemiyorum. Arabanın çalışması ile kapıyı açıp binmemle Bulut'un yola çıkması bir olmuştu.

 

Teşekkür ederim, teşekkür ederim Allah'ım.

 

Bulut hızlandıkça hızlanmış asla da süratini zorunda kalmadıkça düşürmemişti. Ben yanında kemerimi takmış hem pişmanlık hem de korku yaşıyorken ister istemez korku bünyemde geziyordu. Arabaya bindiğim andan beri ses soluk kesilmişti. Bulut sesli şekilde ağlamasa da gözyaşları asla dinmemiş sürekli akmıştı. Ara ara önüne gelen yaşlarını silmiş eski sessizliğime koltuğumda geri dönmüştüm. Arabada duyulan tek ses yanından geçip gittiğimiz arabaların sesiydi.

 

Ona çok şey demek istesemde her seferinde susmuştum. Korkuma yenik düşmemeye çalıştıkça galiba yenik düşüyordum.

 

Yaklaşık yarım saattir araba sürüyordu, yarım saattir sessizdik ve yarım saattir ağlıyordu. Ben ise hiçbir şey yapamıyordum. Yanında olmaktan başka bir şey yapamıyordum şuan ve bundan delice nefret ediyordum.

 

Annem ve babamı bırakalı ne yaptılar diye merak ediyordum. Ne oldu merak ediyordum fakat annemin yanında babam varken merak etmemem gerekirdi. Ne kadar çok aklım orada kalsa da olmam gereken yerde balığımın yanındaydım. Babam anneme iyi bakardı. Her zaman onun iyiliğini düşünmüştü, sakin kalmalı toparlanmalıydım.

 

Bulut'un ani freniyle kendime gelmiştim. Dalıp gittiğim düşüncelerden nereye geldiğimizi bilmediğimden karanlığın arasından seçtiğim uçurum kenarıyla yüzleştim. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemez durumdayken arabadan hızlı bir şekilde inip uçuruma doğru koşan balığımı görünce korkum attıkça arttı. Hiç düşünmeden arabadan inip peşine koştuğumda hayatım önceliğim değildi. Delice bir şey yapıyorduk şuan. Bulut çok hızlıydı, ona yetişemiyordum.

 

"BULUT, YAPMA."

 

Çığlıklarım mıydı onu durduran yoksa onun yaşama isteğimi, bilmiyorum ancak tam sınırda durmuş olması ağlamamı engellememişti. Eğer bir adım daha atsa şuan suların içindeydi. Düşünmek bile istemediğim o ihtimale karşı yanına ulaştığımda kendime çekerek az da olsa sınırdan uzaklaştırdım. Akan yaşlarına rağmen akan yaşlarımı hiç düşünmeden sarıldığımda sıktıkça sıktım. Kollarımın altında küçüldükçe küçüldüğünde yaşlarını akıtmaktan gocunmadan hıçkırıklara boğuldu. Uçurumda olmanın verdiği his ürpermemi sağlasa da onunla iç içe olmak ilaçtı.

 

Ne haldeydik hiçbir fikrim yoktu lakin bu onun gecesiydi. Belki bir başlangıç gecesiydi ya da arınma gecesi... Yıldızların, gökyüzüne ruhunu teslim ettiği bir geceydi, gündü. Bu gece Bulut'un acı dolu gecesiydi ama yanında ben vardım ve elimden geldikçe o acıyı dindirecektim. Onun bana yaptığı gibi.

 

Çünkü Bulut benim eksik tarafımdı. Çünkü o bendi.

 

"Ben çok yoruldum peri kızı. O kadar yoruldum ki hissizleştim." Durdu, nefes alıp verdiğinde dahi gözünden yaşlar akmaya devam ediyordu. İşte o an daha çok sarılıp koltuklarımın altına aldım. Kulağını kalbimin üstüne getirdim ki orada onu bekleyen bir kalp olduğunu anlasın, hissetsin istedim. Benim hep onunla olacağımı anlasın istedim. "Yaşamak artık benim için bir sevinç değil."dediğinde çocuk Dila'nın yarası kanamıştı. Açılmıştı o yara, kanıyordu, tekrardan acısı canımı acıtıyor bir bir hatırlatıyordu gerçekleri.

 

"Şşş... öyle deme ne olur?" sesimin bu haldeyken ne kadar kötü çıktığı hiç umurumda değildi.

 

"Ama öyle peri kızı... Ben bu şehirde, bu hayatta kayboldum. Kendimi bulmakta o kadar zorlandım ki anlatamam. Ama sen çıktın karşıma. Seni gördüm." Sesindeki değişim beni mutlu etmişti. Fakat buna sevinmemem gerekiyordu. Çünkü bu adil değildi. "Hayatımı canlandıran seni gördüm. Beni bu çıkmazdan çıkaracak olan seni gördüm peri kızı." Onun umuduydum, kurtarıcı belki de anahtarı. Acı bir gülümsemeyle kalakaldığımda rujumu teslim ediyordum yaralı kıza.

 

"Ben de seni gördüm balığım." Bu haldeyken bile cilveleşemezsin be Dila? Hayır, yapardım. Sonuç ona çıkacaksa bu yolda başka şeylerde yapardım. Kollarımın altında gerçekleştirdiği itirafaydı acı gülümsemem. Onca şeye rağmen hâlâ ben...

 

"Ve sen beni bu hayata geri döndürdün. Yaşamam için bir sebep oldun. Geçmişimde ki yaralarımın yara bandı olup beni oradan çekip çıkardın. Ben ise asla kabul etmediğim gerçekle yüzleştim bu akşam."

 

İkimizde ağlıyorduk. Hava gittikçe soğuyordu yani bu da gece yarısına yaklaştığımızı gösteriyordu. Ve biz geceyi burada kapatıp günü burada bu yüzleşmeyle, bu ruhu teslim etmeyle açmıştık.

 

"Sen benim sırlarımın gerçeği oldun peri kızı. Geride bırakacaklarımın kahramanı oldun. Sen benim dünyam oldun," susmuyor konuştukça konuşuyordu. Gelmişti bana, bendeydi. Sakladığı kişiliğinin kapılarını açmış sığınmıştı perisine. "Ben seni bir gün bile kaybetmekten, özlemekten çok korkuyorum. Seni de kaybetmekten, yeniden o sırların, çıkmazın arasına dönmekten çok korkuyorum." Konuşması hoşuma gitsede söylediklerinin kafamı karıştırması olağandı. Anlık olarak yaptığı itiraflardı bu karışıklığın sebebi.

 

Anlam veremediğim bütün duyguları bir arada yaşıyordum. Bulut'u hapisimden kaldırdığımda gözlerinin içine baktım. Hâlâ ağlıyordu, hâlâ perişandı bu her halinden de, ses tonundan de belli oluyordu. Aynı duyguları yaşıyorduk çünkü biz birbirimizin eksik tarafıydık.

 

Biz hep bizdik.

 

"Korkma," dediğimde bilmediğim bir geçmişi kendi geçmişimle birleştirmiştim. Söyleyeceğim her söz onlarca çocuğun, kişinin yarasıydı. "Çünkü kiminin sırrı kiminin gerçeği... Hayat bizi vurmak istedikten sonra her yerden vuruyor. Zamanı bilmediğimiz gibi sırlarında gerçek yüzünü bilmiyoruz. Sırları aydınlatmaya çalıştıkça girdiğimiz çıkmazlarsa bizim gerçeklerimiz oluyor. Evet, can yakıyorlar, kalp kırıyorlar ve yeterince darmadağın da ediyorlar. Hepsi geçip gidecek mi bilmiyoruz ama geçerse arkamızda kalanların eskisi gibi olmayacağını biliyoruz. O yüzden asla korkma, çünkü hayat acımasız ve her an her şey olabilir. O yüzden lütfen bu hayatın tadını benimle birlikte çıkar."

 

Bu bir vazgeçişti, bu bir haykırıştı, bu bir ağlayıştı, bu bir çıkmazın gerçekleriydi, sırrıydı. Bu yol peri kızının ve balığın yoluydu. Bizim birlikte çizeceğimiz yoldu. Bu yolun kalemi her ikimizin elindeydi. Yazmakta silmekte bizim elimizdeydi. Masalın sonunu değiştirecek olanlar bizdik, ikimiz.

 

"Ben sensiz bir hiçim bunu biliyorsun demi?" Bulut neden her zaman beni düşünen taraftaydı? Onun ses tonundaki düzelme bile beni çok mutlu etmişken sürekli itiraflarda bulunası, beni darmadağın ederken güzel duygularla uyandırması...

 

Seviyorum seni aptal şey.

 

"Biliyorum," dediğimde son harfi uzatarak söylemiştim. Ağlamasının dinmiş olmasını görmek rahatlatmıştı. "Sen de benim sensiz bir hiç olduğumu tekrardan hatırla olur mu?" dediğimde itirafa karşılık kabul edilen gerçeklerin itirafıydı.

 

"Olur!" dediğinde gülümsemiş olması kurtarıcımdı. Başarmış, ona iyi gelmiştim. Düzelmesi mucizeydi benim için o derece abartabilirdim.

 

-abartmakta üstüne yok-

Kime çekmişiz acaba Allah Allah!

 

"İyi ki varsın balığım." dediğimde ellerim yüzünde geziyordu. Girmiş olduğumuz iddia zorlamaya başlatmıştı. Şu an onu öpen ben olursam yenilirdim.

 

"Sende iyi ki varsın ve..." söyleceği sözünü bildiğimden cümlenin yarısından sonra ona eşlik etmiş irislerini tamamıyla kendime odaklamıştım.

 

"Bende iyi ki varım peri kızım." demiş olmanın verdiği özgüvenle gülmüş, denizden gelen dalgaların arasında kahkahalarımızı sığdırmıştık.

 

"Vay, çözmüşüz olayı." Kelimeleri uzatarak söylemesi onun düzeldiğini gösteriyordu. Kahkahasını yarıda kesip hayranlığına dile getirmesi tam şu an kalpten götürebilirdi.

 

"Çözdüm artık balık bey." dediğimde sadece birbirimize baktık. O karanlığın içinde yüzleştik , o karanlığın içinde tamamlandık, o karanlıkta tekrardan biz olduk. Tabii ki karanlığın fırsatını kaçırmayan balık bey beni öpmeye çalıştığında anın büyüsüne kapıldığım için tam öpüyordum ki bir saniyeyle kurtarmış tekrardan yenilgiye uğratmıştım. Saate baktığımda ise 00.01 olduğunu gördüğümde yüzümdeki gülücüğü iyice büyüttüğümde onu alt etmenin sevincindeydim.

 

"İddiayı kaybettiniz balık bey. Şimdi yarın tüm gün ben ne dersem onu yapacaksınız. Kendinizi buna hazırlasanız iyi olur." Kazanmış olmanın gururu ile göğsümü germiş yerden kalkmıştım. Benimle birlikte bakışımda kalktığında karşı karşıya gelmiş olduğumuzda onu öpmemek için diretiyordum.

 

"Ben iddiaya girdiğimiz ilk andan beri hazırım." Sesindeki samimiyet beni benden alıyordu. "İddianın süresi dolduğuna göre seni öpmemde sakınca yoktur." Beklediğim olmuş beni öpmüştü. Akan yaşlarından nemlenen dudağını aynı derecede nemli olan dudağımla buluşturduğunda kendimi geri çekmemiş öpüşüne karşılık vermiştim. Öpüşümüz şiddetlenirken bir gündür susuz kalmış gibiydik.

 

İki elini belimde hissetmem ile inlememi içine attığımda zorlada olsa yutkunmuş onun ateşine benzin dökmüştüm. Az daha birbirimizde kalırsak bu iş ileriye gidecekti ki bunu ikimizde şu an için istemezdik. Kendimi geri çekmek için gerilediğimde bellerimde olan elleriyle sıkıcı bedenimi kavgayı sertçe kendine çektiğinde ne zaman kapattığımı hatırlayamadığım gözlerimi tekrardan açmış arzuyla bakan bakışlarıyla karşılaşmıştım. Sert çekişine karşı bir öpücük bıraktığında bedenimi sarıp sarılmıştı. Kokusunu içime çektiğimde yaşamın en güzel kesitindeydim.

 

"Teşekkür ederim peri kızım," dediğinde düzelmiş olmanın sevincini yaşıyordu üstünde.

 

"Asıl ben teşekkür ederim balık, benimle paylamayı seçtiğin için," dediğimde bakışlarını kısa bir an kaçırsada sonradan gülümsemiş kollarının altına alıp daha fazla üşümemize izin vermemiş arabaya ilerletmişti bizi.

 

Saat gece yarısı biri gösterirken balığım beni eve bırakmıştı. Ona iyi geceler diledikten sonra arabadan indiğimde hâlâ etkisini atamadığım dakikaların eseri olan dudaklarıma götürmüştüm parmaklarımı. Apartmana girerken ona söylemem gereken şeyi unuttuğumu hatırlayınca geriye dönmüştüm. Tam arabanın yanına geldiğimde ise açık olan camdan Bulut'un, balığımın bağırarak dediğini duyamam ile onun beni fark etmeden gidişi bir olmuştu. Zihnim geçen güzel geceye rağmen son duygularını tekrarlarken ezilmiştim. Yaşattığım depremin enkazından çıktığımı sarken bir depremle daha o enkaza gömülmüş çıkamamıştım.

 

 

"Sana beni bir daha arama demedim mi?" defalarca kez tekrarladım zihnimde yankılanan sözleri.

 

💦

 

Saatin kaçı gösterdiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Bulut'tan en son duyduklarım beni çok farklı yerlere yitmişti. O gelen gizli mesaj, Bulut'un gittiğimiz mekânda tanındığını anlayacağımızdan korkması, ondan duyduğum en son şey...

 

Bu olaylar beni bir çıkmaza sokuyordu ve ben bundan kaçamıyordum. Kaçmak istiyor muydum bunu da bilmiyordum. Neyi bilip bilmeyeceğimi şaşırmış bir durumda iki saatlik uykumla yeni güne gözlerimi açtığımda ruhsuzdum.

 

Sıcak yatağımdan çıkmak istemiyordum. Bu halimi kanıtlar halde cenin pozisyonunda derin düşüncelerdeydim. Hayatın tadını çıkarmaya karar vereli daha iki gün olmuştu ama ilk günden yine bir köşeye itilmiş, çıkmaza girmiştim. Kaçtığım her şey gün gün yüzüne çıkıyorken asla peşimi bırakmıyordu.

 

Komodinin üzerindeki telefonumun titremesi ile bu derin düşüncelerden ana dönmemi saplamıştı. Az çok bildirimin kimden geldiğini tahmin ediyordum. Telefonu elime aldığımda yanılmadığımı görmüştüm. Ve tabii ki de tahminim doğruydu. Telefon ekranında ki "Balığım" yazısını okuduğumda bu çıkmaza çoktan girdiğimi belki on belki binince defa daha hissettim.

 

O yanındaydı, her şeyiyle benimken garip gelen bu çıkmaz neyin nesiydi anlamış değildim. Birinden çıktım diye sevinirken çıkamamış olduğumla karşı karşıya geldiğim o anlardan nefret ediyordum. İçimde biriktirdiğim umutları yakıyordular.

 

Kaçmak hiçbir şeyin çözümü değildi bunu çok iyi bir şekilde tecrübe etmiştim. Ne kadar çok kaçtıysam her defasında onunla yüzleştiğim bugünlere, korktuğum hale geldim. Onca yarım kalmış cevapsız sorular. Artık kaçan değil kovalayan tarafta olmanın zamanı gelmişte çoktan geçiyordu. Yeni yolda canı yanan ben değil can yakan ben olmalıydım. Kararım netti, kaçmaya ve korkmaya lüzum yoktu çünkü bunu da tek başıma yapmalıydım.

 

-tek başına olmakta emim misin Dila-

Eminim iç ses, hem de hiç olmadığım kadar eminim. Ben bu yolu tek başıma halletmeliyim, çünkü buna mecburum. Hayatımı mahveden herkesten ve her şeyden gizli bir şekilde intikam alıp bu çıkmazdan sırların gerçekleriyle çıkmak zorundayım. Yaralanmamalı, yakmalıyım. İçimdeki büyüyememiş kız çocuğuna bunu borçluyum.

-işte benim kızım, yürü be kim tutar seni-

Güldürme iç ses ciddi bir konu konuşuyuz şurada.

-ciddi olması için gülmen lazım zaten-

Seni mi kırıcam öyle olsun.

 

Uyanmamın üstünden ne kadar zaman geçtiğine dair bir fikrim yoktu ama artık kalkıp bugün ki planımı uygulamalıydım. Yatağımdan kalktığımda direk balığımın yazdığı mesajı görmüş ruhsuzla olsam bir yerle gülümseyebilmiştim.

 

Balığım🖤: Günaydın, peri kızım.

 

Dila: Günaydın, balığım.

 

Gözlerimi kapattığımda bugün için ayakta kalmalı, direncimi korunalıydım. Bugün bizim günümüzde çünkü.

 

Dila: İki saat içinde evin önünde ol ve bugüne hazır ol. Çünkü seni çok güzel şeyler bekliyor.

 

Mesajı atar atmaz kendimi vakit kaybetmeden banyoya attım. Duş almak hem ruh halime iyi gelecekti hem de günümü daha rahat geçmesini sağlayacaktı. Sıcak su çıplak tenimden akıp gitmeye devam ettiği anlarda rahatlıyordum. Su damlacıkları da aynı hayatımız gibiydi, akıp gidiyordu. Ne arkasına bakıyorlardı ne de arkasında bıraktıklarını düşünüyorlardı. Onlar bir şeyleri değiştirip gidiyordu hem de hiç düşünmeden.

 

Geride kalıp her şeyi düşünen biz ise bu zorlukla yaşamayı öğrenmek zorunda kalıyoruz. Hiçbir zorunluluğumuz yok deriz ama o zorunluluğu da yüklenmekten asla geri çekilmeyiz. Onlar hayatlarımızı değiştirmeye devam ediyordu ama biz inatçı keçiler gibi onların zıddına gidiyor ve onu yapıyorduk.

 

Duştan çıktıktan sonra hiç vakit kaybetmeden bakım işlemlerimi ve günlük ihtiyaçlarımı karşıladım. Yarım saat sonra çıktığım odaya geri girdiğimde günün doğan güneşi çoktan camdan içeri girmişti. Günüm tam da istediğim gibi başlamış sadece ayrıntıya katmadığım noktalar dışında.

 

-o zaman doğdu güneşim diyoruz he-

Evet, iç ses öyle diyoruz.

 

Hangi elbiseyi giyeceğimi tam karar verememiş olsam da sonunda karar vermiş vakit kaybetmeden hızlı bir şekilde hazırlanmıştım. Salık bıraktığım saçlar elbiseme uyarken saçıma taktığım sade olup ucuna takılı olan çiçek yaprağı hayatımı temsil ediyordu. Onun takımı olan küpeleri, bilekliği ve yüzüğü de takmıştım. Beyaz spor ayakkabılarımı da giydikten sonra artık hazırdım. En son da ihtiyacım olan eşyalarımı kol çantama aldığında son kez aynadan kendime baktım. Bulut'un yanına inmeden öncede günün planının üstünden bir kez daha geçtiğimde yüzüme yerleşen neşeye baktım. Bizler insanlar ne kadar canımızı sıkarsak sıkalım bir bahane yaratır gülerdik.

 

-aşırı güzel bir gün bizi bekliyor öyle değil mi-

Kesinlikle öyle iç ses, aşırı güzel bir gün olacağından şüphem yok.

 

Odamdan çıktığımda annemin mutfakta kahvaltı hazırladığını görmüştüm. Gece eve geldiğimde beni bekliyor olmalarına pek şaşırmamıştım. Neler olduğunu anlattıktan sonra odalarımıza dağılmıştık. O zaman kalmıştım düşüncelerimde baş başa. "Günaydın annem," dediğimde neşem sesimden dahi belli oluyordu. Onca düşünceye rağmen onun yanına gideceğim içindi mutluluğum.

 

"Günaydın, annem çıkıyor muydun?" elinde tuttuğu bıçağı tezgaha koyduğunda kollarını bedenime dolamış sarılmıştı. Arkdan yanağına attığım öpücüğüme karşılıktı bu sarılış.

 

"Evet, çıkıyorum." Yavaştan hazırlıklara başlamamız gerekiyordu düğün için. Oturup adam akıllı plan yapmalıydık. "Dikkat edin birbirinize," kapıdan çıkmaya hazırlanırken son duyduğumla masumca bakışlar atmıştım anneme. Seviyordum bu kadını hem de sandığımdan daha çok.

 

Babam henüz uyanmadığı için annemle vedalaşıp ayrılmıştım evden. Asansörü çağırdığımda sakin kalmayor çalıştır, dün gecenin ve gelen mesajın etkisinden çıkıp sadece ona, bugüne odaklanmak istiyordum. Defalarca kez tekrarlamıştım aynı sözleri, çok kez istemiştim öyle kalmasını. Asansör geldiğinde vakit kaybetmeden binmiş girişin düğmesine basmıştım. Ay adan son kontrollerimi gözden geçirdiğimde elimi kalbime attım. Son derece şiddetli atıyordu.

 

Kalp atışlarınızı değiştiren bir hisse bağlanmak istediğinizde anlıyordunuz nefes almanın bir diğer güzel tarafını, gerçek olduğuna inanmadığız o duygunun varlığını.

 

Girişe gelen asansörden inip çıkışa ilerlediğimde kendimi toparlanmış balığıma çaktırmamak için uğraşmıştım. Ne kadar çabalarsam çabalayım kapıdan çıktığım an yenilmiştim. Elinde telefonu ile kapının önünde duran balığımı görür görmez yakışıklılığıyla ortadan ikiye ayrıldım. Birbirimizin hangi renk giyineceğini bilmediğimiz halde aynı renk giyinmiştik. Beyaz renk olup baskılı olan tişört, beyaz pantolon ve beyaz renk spor ayakkabı giymişti. Gerçekten de biz birbirimizin eksik tarafıydık.

 

Ona bir adım atmam ile o da bana adım attığında daha demin avucumun içinde hissettiğim kalp atışlarımı dokunmadan hissediyor, duyuyordum. Alnı alnıma değdiğinde huzurluydum ki bu duygunun asla gitmesini istemiyordum. Huzurumu kaybetmek istemiyordum.

 

"Arabada olan bütün özel eşyalarını yanına alıp arabayı bir kenara çek." Emir kipiyle konuşmuş olabilirdim ama onun halinin tatlığına diyecek lafım yoktu.

 

"Anlamadım?" gerçekten de anlamamıştı. Yüzüne bakıp sırıttığımda bu onun yüz hatlarının değişmesine sebep olmuştu. Daha fazla uzatmadım aslında gayet açıktı mesajım ama anlayamamıştı.

 

"Balık beyefendisi kendinizi hayatınızda kolaylıklara bağlamışsınız. Bugün, canın arabandan uzak duracağız," kaş göz hareketiyle arabasını gösterdiğimde bakışlarla oraya kaymıştı. Duyduğu ile üzüntüye katılırken susmayan ben bir sözcük sağa eklemiştim yıkımının üzerine. "Ve bir gün de olsa bugün ki planı benim şartlarımla gerçekleştireceğiz." Neden yaması gerektiğini apaçık şekilde belli ettiğimde kıkırdamıştım.

 

"Ama neden? Buna ne gerek vardı ki?" arabasını bu derece sevdiğini öğrendiğim bir olay olduğundan üzülmesini istemesemde bügün kıyacaktım ona da, bana da. Ellerini tuttuğumda üzüntüsüne destek oluyor, benimle olacağı için gülmesini sağlıyordum.

 

"Ne gerek mi var? Evet, beyefendi buna gerek var çünkü ben öyle istiyorum anladın mı?" amacım sert çıkmam değildi lakin girdiğimiz iddiayı kaybetmişken ilk andan mızmızlanmaya başlaması son olaydan sonra sert çıkmamı sağlıyordu. Önüme çizdiğim sınırı geçmemek için çabalıyor, deprem olmamak için diretiyordum.

 

"Anladım." Şöyle hanımcı ol balık bey. Sen benci olduğun sürece kimse üzülmez bundan eminim.

 

Arabaya şaşkın ifadeleriyle döndüğünde saydırmıştım kendime içimden. Kolaya gelen oyduda ondan. Çok geçmeden az ileride olan boş yere arabasını park edip yanıma geri geldiğinde dönüşünde fark vardı. Ellerinde ki papatya demetini gördükçe büyülenmiştim. Kesin bu çocuk bana büyü yapmıştı yoksa bu duyguları yaşayacak kız değildim. Papatya demetini bana uzattığında titreyerek aldığımda kısa anlık olan ten temasımız arşa çıkarmıştı içimdeki yangını. Onu her hissettikçe yanmam normal olamazdı. Çapkın gülüşüyle gözlerimin içine baktığında bu anı bekler gibi konuşmaya başladığında eşsiz olan cümlelerini sıralamıştı.

 

 

 

"Seni her şeyden çok seviyorum peri kızım." Sesindeki heyecanı çok güzel bir şekilde hissetmiştim. " Hayatıma girdiğin için ve hâlâ da benimle olduğun için teşekkür ederim. Bu güzel papatya demetleri senin kadar güzel olmasa da sana. Her şey için teşekkür ederim."

 

"Yaaa! Seni çok seviyorum."

 

Söz bitti, bakışlar bitti... Biz ise plana benim şartlarımla uygulamaya başladık. Bana en sevdiğim çiçekleri alıp senin kadar olmasa da bu güzel çiçekler sana demesinden sonra bayılmış yok yok ölmüş olabilirdim. Onun ince düşünceleri her gün ona daha fazla âşık olmamı sağlıyordu.

 

Koluna girip yürümeye başladığımız andan bu ana kadar her şey hayallerimden bile güzeldi. Onunla her kolaylıkta yanında olduğum gibi her zorlukta da olacaktım. Yürürken yüzüne baktığımda tatlı haline gördüm. Şuan bana bir anısını anlatıyordu, bense onu izliyordum. Yüzü gülüyordu, o depresif halinden çıkmıştı. Her şeyden en önemlisi de mutluydu. O yüzleşmeden sonra mutluydu. Sonunu değiştirmemişti ama başlangıcını değiştirmişti.

 

"Koş!" İddialı, heyecanlı...

 

"N... ne?" Sersemlik...

 

"Koş iste koş. Bu hayal bahçemizde koş. Ver elini?"

 

Hayal bahçemizde koş. Duyup duyabileceğim en güzel, en önemli cümle. Hem de âşık olduğum adam tarafından. Uzattığı eline baktığımda hız kesmeden yüzüne baktığımda gördüğüm yüz ifadesi kabul etmem için yeterli bir bakıştı. Elini uzattığı elini sımsıkı tuttuğumda hiç beklemeden koşmaya başladık.

 

Durağa giderken koşmaya başladığımız andan beri soluksuz bir şekilde koşmaya devam ettik. Balığımın da dediği gibi hayal bahçemizde en güzel halimizle koşuyorduk. Bu anı asla unutmak istemiyordum ki unutacağımı da zannetmiyordum.

 

Sağ elimde papatya demetleri, sol elim ise onun ellerinin içinde koşuyorduk. Saçlarım uçuşuyordu ama hangi hale geldiğini asla önemsemiyordum. Beni her halimi seven birinin yanında hangi halde olacağımı asla düşünmezdim. Biz birbirimizde boğulurken ne halde olduğumuzu görmüyorduk bile.

 

Otobüse yetişip bindiğimizde soluksuz kaldığımı hissettim. Soğuk, derin ve hızlı bir şekilde nefes alıp veriyorduk. Oturacak yer bulduğumuzda ise hızlı bir şekilde oturduk. Otobüs kartını okuturken balığımın bakışlarına gülmüştüm. Demiştim kolaylığa alışmış diye ancak yinede önceden geçtiği bu yollara şu an ki bakışları komikti. Otobüs kahvaltı mekânımıza doğru hareket ederken onun yani balığımın kollarına kendimi bıraktım.

 

Ve belki de en güzel otobüs yolculuğumu balığımın huzurlu kollarındayken yapıyordum.

 

Dakikalar saniyeleri kovalarken zamanda hızlı bir şekilde ilerliyordu. Otobüsteki küçük kestirmem ise dün geceki derin düşüncelerimden kaynaklanmıştı. Otobüsten indikten sonra ara sokaklara dalarak mekâna doğru ilerledik. Yaklaşık beş dakika sonra mekânın önündeydik. İçeriye baktığımda ise kalabalık olmadığını gördüğümde içime sığmayan sevincim çocuklaşmamı sağlıyordu. Balığımın elleri ellerimin içindeyken huzur kesilmiyordu.

 

Uzun zaman önce sosyal medyada önüme çıkan bu mekana gelmeyi çok istemiştim çünkü yaydığı hisler çok güzeldi. Şimdi mekanın içinde olmanın verdiği o duyguyla gözlerim parıldıyordu.

 

İçeriye girdiğinizde nostaljik bir ortamla karşılaşıyordunuz. Eski sanatçılar ve Yeşilçam filmlerinin posterleri duvarlarda asılıydı. Ahşap masalar ve sandalyeler ise ortama değişik bir hava katarken masaların üstündeki ayçiçekleri ise tam âşık olmalıktı. Masalara doğru ilerleyip cam kenarı olan yirmi beş numaralı masaya karşılıklı bir şekilde oturduk.

 

Çok geçmeden vermiş olduğumuz kahvaltı menüsü hazırlanmış bir şekilde bize servis edildi. Aç olduğum için direk dalacağım yemeklere son kez göz attım. Ben daha yemeklere dalmadan balığım benden önce davranıp ortada duran menemene hızlı bir şekilde dalış gerçekleştirdi. Ben ne olduğuna şaşırırken beyefendi hızlı şekilde yemeye devam ediyordu.

 

"Çok gıcıksın balık."

 

Ses tonumdan da anlaşılacağı belli olan sinirli ses tonum yüzüne acı bir şekilde çarptı. Ağzında olan menemen ile yutkundu. Nasıl bir saygısızlık yapmıştı.

 

-saygısızlık yok ki Dila çocuk aç ne bekliyorsun-

Nasıl saygısızlık değil iç ses? Sonuna kadar saygısızlık! Ben fotoğraf çekip paylaşacaktım belki. O ise hiç sormadan daldı. Tamam, ben de açım bende dalacaktım ama önce sormalıydı. Çok sinirliyim şuan.

 

"Çok pardon ya önce sana sormalıydım. Özür dilerim peri kızım." Yaaaaa ama bu çocuk hep bu kadar tatlı olmak zorunda mı? Bu hep böyle olursa ben ona hiç kızamam ki. Haksızlık ama bu!

 

"Tamam affettim. Hadi kahvaltımızı yapalım balık. Afiyet olsun!" Kızamamıştım.

 

-tam da senlik hareket işte-

Yeter iç ses defol git artık.

 

Sohbete dalmamız ile kahvaltımız olağan akışına geçti. Onunla her yerde her zaman konuşabilir sohbet ederdim. Onun olduğu her şey çok güzeldi zaten. Onsuz yaptığım şeylerin tadı tuzu yoktu. Ve ben anlamadığım şekilde nasıl bu kadar âşık olmuştum bu adama?

 

Babamdan aldığım yaradan sonra karşı cinsime güvenip aşık olabileceğimi sanmamışken onun ansızın hayatıma girip sandığımın olmadığını bakışlarıyla dahi kanıtlamıştı. Şimdi onun gözlerinde görüyordum aşkın ne halde olursan ol seni bulacağını.

 

Aşktı bu seni değil kalbini bulurdu. Yakacaksada, güzelleştirecekse de kalpteydi.

 

Kimi aşk sahteydi, kimi aşk gerçek bunun en güzeli ise kalpten hissetmekti bir daha hissedilmeyecek duyguları.

 

"Peki, şimdi ne yapacaksın? Aklında bir büro var mı?" çayımdan bir yudum daha çektiğim sırada balığımın sorusuyla neyi yapmak istediğini anlamış, gülümsememi biraz daha açmıştım. Gözleri onu ele veriyordu. Onunla mı çalışacaktım yoksa başka bir büroyla mı öğrenmek istiyordu. Onun istediği zaten çok açık bir şekilde belli oluyordu.

 

"Aklımda bir değil birkaç büro var. İş görüşmesi yapacağım ve aralarından biriyle yoluma devam edeceğim." Belki de duymak istemeyeceği bir cevaptı ama bunu söylemek zorundaydım çünkü ona yalan söyleyemiyordum. O bana söylese de ben ona yalan söyleyemiyordum. Evet, bir şey saklıyordum ki saklamanın tek sebebi olayın göbeğinde yer alması. O olayı çözmeden ona bu gizli mesajlardan ve planımdan bahsedemezdim. Onunla sadece hayatı yaşayacaktım. Hayatımı onunla akışa bırakacaktım.

 

"Peki, söylemek istersen tabii, hangi bürolar onlar?" Öğrenmeden asla duramayacaktı. Tatlı haline hayran hayran baktığımda sessizdim. Aradan geçen her saniyede heyacanının arttığını görebiliyordum.

 

"Yani söylerim sıkıntı değil." Onunla bunu paylaşmayı normal buluyordum. Usulsüz bir şey yoktu zaten. "Birçok hatta her avukat gibi Haktan Hukuk Bürosunda çalışmak isterim. Ondan sonra Özdinç Hukuk bürosu, Yılmazlar Hukuk ve Müge Hukuk Bürosu gibi yerlerde çalışmak isterim. Hatta en çok çalışmak istediğimi en son söyledim."

 

Duymak istediği cevabı aldığında ki gülüşü ise son anda cebimden çıkarıp video kaydına aldığım telefon kamerası ve gözlerim şahitlik etmişti. Telefonu gördükten sonra ise gülüşü kahkahaya döndü. O güldüğünde bende güldüğümde hayal bahçemizde ki en güzel anlara bir yenisini daha eklemiş olduk. Onunla olmak benim için bir hediyeydi. Onunla olmak asla şans değildi. Tesadüf ise hiç değildi. Onunla olmak tamamen kayıp olan tarafımın yerine gelmesiydi.

 

Orada durup saatlerce, günlerce ve hatta yıllarca durup o güldüğümüz anı tekrar tekrar yaşayabilirdim.

 

Hesabı istediğimizde balığım ödemek istiyordu ancak aynı zamanda ona asla izin vermeyeceğimide biliyordu. Yine de buna rağmen birbirimizle inatlaşmaya devam ettik. Belki de beş dakika hesap ödeme kavgası yaptıktan sonra yarı yenilgiyi kabul ederek yarıya yarıya ödemeyi kabul etti. Hiçbir zaman hesap ödeme işini karşı tarafa yıkan olmamış, öyle düşüncelere sahip olmuştum.

 

Nostaljik olan bu mekândan ayrılırken asla fotoğraf çekinmeden ayrılmamış, fotoğraf çekinirken ise birbirinden manyakça, delice hareketler yapmıştık. Zaten benim gibi birinin normal bir ilişkisi olabilir miydi?

 

-bizim gibi demek istedin herhalde- Tamam tamam iç ses alınma bizim gibi.

-ha şöyle yola gel-

 

Sahile yakın olduğumuz için oraya inmeye kakar verdim çünkü bugünü yöneten bendim ve ben ne istersem onu yapacaktık. Ki balığım da bundan rahatsız gibi durmuyordu. Sahile inmek için acele etmedik. Ara sokaklara girip fotoğraflar çekindik, sokaklarda oynayan çocuklarla oyunlar oynadık, beğendiğimiz mağazalara girdik.

 

Hatta bir mağazaya girdik ve defalarca kıyafetler denedik. Birçok kişiliğe büründük mağazada. Belki olmak istediğimiz kişiliğe, nefret ettiğimiz kişiliğe, asla olmaktan bıkmayacağımız film dizi karakterlerine döndük. Fakat sonunda gerçek benliğimizle, en sevdiğimiz halimizle ve asla birbirimizi bırakmayacağımız kendi kişiliğimizle çıktık.

 

On dakikada ineceğimiz sahile bir saatte indiğimizde bu durumdan hiçte rahatsız değildik aksine yüzümüzde gülücükler saçıyordu. Saatin bir önemi yoktu ama biriktirdiğimiz anıların o kadar değeri ve önemi vardı ki anlatamayacağım kadar güce sahipti. Sahile indiğimizde saat 13.00' ı gösteriyordu. Sahilden vapura doğru yürüdüğümüz aralıkta ise elimde bitmek üzere olan papatya demetlerini gördüm. Papatya demetlerini ise bugünün bir kanıtı olsun diye bir yerde bıraktığımız veya birilerine verdiğimiz aklıma geldi. Otobüse koşarken bir tane papatyayı alıp yoldan geçen bir çifte vermiştik. Otobüsten inerken ise oturduğumuz yere bir notla bıraktık. Notta ise şu yazıyordu:

 

    

 

 

23.06.2022

Bu papatya bir peri kızı ve bir balıktan siz değerli kişiye ya da kişilere... Siz, siz olun sevdiğiniz kişilere sevdiğinizi hissettirin. Bu papatya sizin umudunuz ve gerçeğiniz olsun. Çünkü bir çıkmaz sizi gerçek hayatınıza ulaştırabilir. Fakat sırsız olarak tüm çıplak gerçekliğiyle... Sadece inanın.

 

D&B

 

   

 

Kahvaltı yaptıktan sonra ise o mekânda oturan yaşlı bir çift vardı. Kahvaltı yapıp sohbet eden yaşlı çiftin mutlu halleri ise o kadar güzeldi ki... O mekânın kanıtı ise bu güzel yaşlı çift olsun isteyip yanlarına gitmiştik. Bizi gören çift ilk başta afallamış olsa da sonra bize alışmıştılar. Onların yanına oturup bir bardak çay içip sohbet ettiğimiz sıralarda dahi sevinçleri yüzlerinden okunuyordu. Çok iyi anlaşan bu çifte ise günün kanıtı olan papatya demetlerinden ikişer tane vermiştik. Onların bize söyledikleri ise çok güzeldi.

 

"Kader teyzem ve Mehmet amcam bu papatyalar bizden size hediye. Biz bugünümüzün kanıtı olarak sizlere bu papatyaları hediye ettik. Sizleri çok sevdim umarım bize sizin gibi oluruz." Tüm samimiyetimle söylemiştim bu cümleleri. Kader ve Mehmet! Bu isimleri asla unutmayacağımı çok emindim.

 

"Bizim için dualarınızı eksik etmeyin olur mu? Biz sizler için dualarımızı eksik etmeyeceğiz." Balığımın her halükarda saygılı olmasını da es geçmezsek tabii.

 

"Bakın yavrum siz sadece birbirinizi sevin. Sakın bakın sakın birbirinize güvenmezlik yapmayın. Her seferin de birbirinize saygı duyun. Sevgi ya da sizin deyiminizle aşk bir oyuncak değil. O kalp o duyguları hissediyorsa hep hissetsin. Bunu sağlamak ise tamamen sizin ellerinizde! O kalp bir kez kırılırsa hiçbir şey eskisi gibi olmaz, olamaz. Bir oyuncağınızı kırdığınızda onun yerine yenisini alabilirsiniz ama o kalp bir kez bile kırıldıysa onun yerine asla yeni bir kalp getiremezsiniz. O kalp bir kez kırıldım mı asla tamir olmaz, inşa edilmez. O kalp o şeyleri unutmaz ama duygular ağır bastırır. O yüzden siz, siz olun birbirinizi asla kırmayın."

 

Kader teyzenin gözlerinin sulu sulu olmasını hesaba katmamış olsak da en güzel hediye buydu bizim için. Bugünün en güzel kanıtıydı bu öğüt ve papatya. Onlarla birkaç fotoğraf çekinip telefon numaralarını aldıktan sonra ise oradan ayrılmıştık.

 

Sokakta oyun oynadığımız çocuklara da, girdiğimiz her mağazaya da papatya bırakmıştık. Bugün bizim için asla unutulmayacak ve asla aynısı yaşanmayacak bir gündü. Sahilde yürümeye devam ederken kale olan vapur sınırlara girmişti. Şimdiki sıra ise bu sahile bir kanıt bırakmaya gelmişti. Etrafı incelerken köpek gezdiren bir kız çocuğu gördüm. Sarı saçları, kahverengi gözleriyle harika gözüküyordu. On sekiz ya da on dokuz yaşında gözüken bu kıza da bir cümle ile papatya hediye etmiştik. "Hayvanları hep sev."

 

Vapura bindiğimizde oturmamış ayakta birbirimize sarılarak denizi izliyorduk. Deniz o kadar güzel gözüküyordu ki yıllarca burada, onun kollarında durup izleyebilirdim. Balığımın ise çok huzurlu olduğu her halinden belli oluyordu. Onun denizi sevdiğini biliyorken bu vapuru da plana katmamak olmazdı. ben katmışımdır he ne dersin iç ses.

 

-e bir zahmet yapıver çocuk senin için neler yaptı-

Sende her yerde baba karşı ol iç ses.

-demekki yanında olacak bir şey yapmıyorsun-

Öyle mi, yazdım bunu.

-en köşeye yaz bebiş-

 

Vapurdan inip Büyükada'ya ayak bastığımızda ise farklı bir duygu hissettim. Bu farklı duyguyu asla tanımlayamazken hiçbir zamanda bunu hissetmemiştim. Neden olduğuna dair bir fikrim yoktu ama iyi ki de olmuştu. Vapurdaki papatya kanıtımızı ise yeni doğum yapmış bir anne ve bebeğe hediye etmiştik. Bebeğine çok iyi bir aile olmalarını dileyerek...

 

Büyükada'nın eşsiz güzel sokaklarında yürürken gözümüze çarpan kahveciye girip birer bardak Türk kahvesi içip çıktığımızda neden ansızın böyle bir şey yaptığımızı çözememiş olmakta iyi gelmişti. Bize kahveleri yapan gence ise papatya kanıtımızı vermeyi unutmamıştık. Büyükada'nın meşhur olayını yapmadan buradan gidemezdik. Bulduğumuz bisikletçiden iki tane bisiklet kiraladıktan sonra sokaklarda hızlı bir şekilde sürmeye başladığımızda içimde ki bir yerlerde hâlâ yaşayan kız çocuğu canlanmış, dünyalar onun olmuştu.

 

Büyükada sokaklarının içinde bisikletle kayıp giderken zamanda akıp gitmişti. Bisikletçiye verdiğimiz papatyayı garipsese de sonunda kabul etmiş ve almıştı. Bisiklet yarışı yapmamız ile daha da güzelleşmişti günümüz. Hızlı olduğum için uçuşan saçlarım gözlerimin önüne gelmediği sürece sıkıntı olmuyordu. Bisiklet yarışını balığımın kazanmasıyla yavaşlayıp durduğumuzda onunda saçlarını rüzgârdan dolayı karışmış olduğunu gördüm. Her haline baktıkça erimem bir suç olmalıydı yoksa kendi katilim olacaktım. Saçlarımızı düzelttikten sonra yeniden vapura doğru yürümeye başladığımızda günün başlarında itiraz eden balık bey sonradan alıştığında inatla benden hızlı yürümeye çalışıyor kendi içinde yarış yapıyordu.

 

Bir ara sapağa saptığımızda kulaklarımız dolduran ses şarkı söyleyen gençlerdi. Gitar çalan erkek 175 boylarında 22 yaşında gibi gözüküyordu. Saçlarının siyahlığıyla gözlerinin siyahlığı birbirine uyumluydu. Hiç sapmamış olarak da simsiyah giyinmişti. Siyah hastası olduğunu düşündüğüm çocuk gitarının tellerini yeniden oynatmaya başladığında eğlenceli bir melodi oluştu.

 

Yanındaki şarkı söyleyen genç kız ise 160 boylarında 20-22 yaşlarında, kızıl saçlı ve ela gözlüydü. Yanımda bulunan çift ela gözlere baktım ve onu çalan şarkıyla dans etmeye davet ettim. Bana hayır demesiyle moralim bozulmuştu. Teklifimi kabul etmeme sebebini anlamaya çalışırken onun sesiyle irkildim. Önüme geçmiş ve diz çökmüştü.

 

"Teklifini kabul etmedim çünkü bu teklifi ben yapmak istedim." Elini uzattığında gülüyordu hem de en içten şekilde. "Bu dansı benimle birlikte ne olursa olsun her seferinde ve her defasında etmeye ne dersin? Bu dansı bana lütuf eder misiniz peri kızım?" iki kalp birbirine bağlandıysa bunu iliklerinize kadar hissedersiniz. Şimdi gözleri gözlerimdeyken, elini tutmam için beklerken hissettiğim bu duygu kalbimin sahibimin o olduğuydu. Ondan önce olmayan aitlik hissi kısa sürede hayatıma girmesine rağmen kendini saklamıyor belli ediyordu.

 

Aşıktım. Ben Dila Deniz, bir yabancıya, hayatımın en güzel yabancısına aşıktım. Bir Bulut'a aşıktım. Onu kalbim yapmış, evim bilmiştim.

 

-az yavaş ilerle hanımefendi-

İlerleleyemeyorum iç ses.

 

"Evet." sesimi her ne kadar kontrol etmek isteyen bir kişiliğe sahip olsamda şu an bunu hiç düşünmemiş akışa bırakmıştım. Belkide sesimin titremesi onca duygunun ismiydi.

 

 

 

*Aşk sahte çıktı*

 

Kızın şarkıya başlaması ile biz de ortaya çıkıp dans etmeye başladık. Bir ileri bir geri, iki yana... Dön şimdi... Şarkı ritmini tutturmaya başladığında biz de delice dans etmeyi hızlandırmış, ritme ayak uydurmuştum. Etrafımızın sarılması ile izleyenlerin bazıları bize katılmış bazıları telefonlarıyla video çekmeye başlamıştı.

 

*Hun hurca kandırıldık*

*Üç beş yalanla*

 

Durmadan dans etmeye devam ederken herkes hayranlıkla bakmayı bırakmış bize katılmaya başlamıştı. Üç beş kişi dışında herkes dans ediyor, bizimle eğleniyordu. Çocuktan, büyüklere kadar... Her yaştan herkes bu güzel anı paylaşıyordu bizimle. Ortamın çoğalması ile birlikte şarkıyı söyleyen gençlerde bize katılarak bağıra bağıra şarkıyı söylemeye devam ettiğinde sözleri bilenler onlara eşlik etmişti.

 

*Aslında sendin her şeyim*

*Kendimden daha fazla sevdiğim*

*Nasıl kıyabildin bana*

*Bundan sonra tek başına*

 

Şarkı bittiğinde ise soluksuz kalmıştık. Her şeye rağmen alkış tufanları kopmuş, gülücükler saçılmıştı. Herkes bu muhteşem sanatı izlemiş ve eşlik etmişti. Hâlâ ayrılmamış olduğum balığa yaklaştığımda alınlarımızı birbirine değdirdim ve bağırarak şarkının bir kısmını söyleyip ona ithaf ettim.

 

"Aslında sendin her şeyim."

 

Dudaklarımızı birbirine değdirdiğinde ise ikinci bir alkış tufanı kopmuştu. Nerede olduğumuz aklımıza geldiğinde ise utanarak geri çekildiğimizde yanaklarımın al al olduğunu hissedebiliyorken yüz yüze geldiğimizde yüzünün kızardığını görmüştüm. Kahkahalara tutulduğumuzda ise çok komik bir ana bürünmüştü. Bu güzel anı kayıt altına alan ve bu anı yaşanmasına sebep olan gençlerin yanına gidip teşekkür ettiğimizde hâlâ anın etlisindeyim. Videoyu aldıktan sonra onlara bugünün önemini anlatıp kanıt olan papatyalarımızdan ikişer tane hediye edip vapura doğru koştuğumuzda el eleydik.

 

Vapurla geri döndüğümüzde hava kararmaya başlamıştı. Kurt gibi aç olduğumuz için hızlı bir şekilde yemek yiyebileceğimiz güzel yer aramaya başladık. Farklı bir şey yapmak istemiş olsakta ne yapabileceğimizi bulamadığımız için ilk gördüğümüz restorana girdik. Boş olan masaya oturduktan sonra siparişimizi verdik. Çok geçmeden de siparişimiz gelmişti. Akşam yemeğini de olabileceğinden daha güzel bir şekilde geçirdikten sonra hesabı ödeyip oradan ayrıldık. Bu sefer inat etmemiş Bulut'un hesabı ödemesini kabul etmiştim çünkü hali hazırda onu bekleyen bir sürpriz vardı. Masaya bıraktığımız papatya ise çok yakışmıştı.

 

Sevmiştim papatya bırakmayı. Anlamı vardı benim içim, anısı, yaşanmışlığı...

 

-senin şu dram aşkın beni öldürüyor-

Abartmaya yer arıyorsun sende iç ses.

-mevzu bahis sen olunca abartmak çok mantıklı geliyor-

Şu an seninle uğraşamam.

-ne zaman uğraştın ki-

Her gün.

-az yalan at-

Sana çekmişim ne yapalım.

-kötüsün-

Öyleyim.

 

Akşam yemeğini yedikten sonra uzunca bir süre sokaklarda yürümüş, şehrin güzelliklerini görmüştük. Dönercinin yanından geçerken on tane döner yaptırdığımızda keyfim daha da yerine gelmişti çünkü bunları yaptırmamızın tek nedeni dışarda çalışıp aç olan çocuk ve kişiler içindi. Dönerlerin yanına da ayran aldığımızda yüzümüze yerleşen gülümseme bugünün en anlamlı gülümsemelerindendi. Yaptırdığımız dönerlerden ve ayranlardan yedi tane çocuğa, üç tanede kişiye hediyeleri vermiştik yanlarında kanıt papatyalarımızla. Onların yüzlerinin gülmesiyle bunu yapabildiğim her gün yaptığım için bir kes daha gurur duymuştum kendimle. Huzur bünyemin en güzel yerine yerleşirken gülümsetebildiğim her çocukta kendi çocukluğumu iyileştiriyordum.

 

El ele bindiğimiz otobüsle Beşiktaş'a gidiyorduk. Elimde kalan papatya sayısı beşti. Onlara her baktığımda yaptıklarımı düşünüyor, düşündükçe de çok güzel bir şey yaptığımı fark ediyordum. İnsanların hayatlarında bir yere dokunduğumu hissetmek çok güzel ve onur vericiydi. Bu seferde otobüs şoförüne vermiştik papatyayı. Mutlu olmuştu.

 

Otobüsten inmemiz ile balığımı koşturmam bir olmuştu. Geç kalmak istemiyordum o yüzden de koşmak zorundaydık. Bulut'a yapacağım bu sürpriz için geç kalmak istemiyordum çünkü bunu yapabilmek için çok uğraşmıştım. Başarmıştım da hem de son günde. Olay böyleyken geç kalmak olmazdı. Kocaman pankartın yanından geçerken balığımın dikkatini dağıtarak pankartı görmemesini sağladım.

 

 

 

İstediğim yere geldiğimizde ise yetiştiğimizi anladım. Hiç kaybetmeden yerimizi bulduğumda beklemeye geçtim. Konser alanındaydık haliyle kimin konserine geldiğimizi tek ben biliyorken . Bulut etrafına bakarak kimin konserine geldiğimizi anlamaya çalışmadı normaldi. Sahneye yakın olduğumuz için arka tarafın kalabalığından pankartları görmesi zordu. Sahneye çıkan sanatçıları yakından görebileceğim için mutluydum. Görmek zorundaydı zaten ben bu bileti almak için çok uğraşmıştım.

 

-kendini bir halt sanmaya devam et-

Benden ne istiyorsun iç ses.

-bilmem ki bende karar veremiyorum-

Çok dengesizsin.

-senin gibi-

 

"Biz kimin konserine geldik peri kızım." Sormadan durabilir miydi ki? Sanmam, onun merakı benim heyecanımdı.

 

"Sürpriz! Az daha dayan lütfen." Ben de diretecektim zaten. Bazen inat ettiğimde neden diye sorar sonra yine inat ederdim. Çocukluğumdan kalan bir huydu inadım. Bitmek bilmezdi, en çokta sevdiğim zamanlarda, sevdiklerim için.

 

Kalabalık dolaşmaya devam ederken onun kollarında huzurun içindeydim. Sahneye çıkan ekip hazırlıklarını yaparken hava kararmaya devam ediyordu. Elimde tuttuğum papatya tanelerinin varlığı neşemdi. Yine geçmişten bir anısını anlatıyordu balık bey. Ondan, onu dinlemek çok güzeldi.

 

Hoparlörden gelen tanıdık ses ile Bulut bana döndüğünde konser alanı alkış tufanıyla kopmaya başlamıştı. Sahneye baktığımızda ise tanıdık sesleri ile karşımızda ki KÖFN grubuydu. Bulut'un yüzündeki mutluluk ifadesini gördükçe iyi ki diyordum. Geçtiği bu zor günlerde yüzünü güldürebiliyor olmaktı önemli olan. Onun yanında olduğunu incitmeden göstermekti sevgi. Aşk ise onu yaşatmaktı.

 

Konser başladığında onlar şarkıları söylemeye başladığında dinleyicilerle birlikte bizde eğlenmeye başlamıştık. Bulut'un anladığı ilk an beni öpmesi ise benim hâlâ kendime getirememişken şarkılar çaldıkça daha çok o ana çekilmiş zamanla kendime dönmüştüm. Adama o derece aşıktım ki sadece bir hareketiyle yenilgiye uğrayabiliyordum.

 

Delice eğlenip şarkı söylediğimiz konserin sonuna doğru geldiğimizde bir not ile sahneye papatya atmıştık. Tam sahnenin üstüne düşen papatyayı fark etmemek mümkün değildi. Papatyayı fark eden ise Salman olmuştu. Papatyayı düştüğü yerden alıp notu okumaya başladığında yüz hatlarını anlayacağım kadar görebiliyordum. Elimi avucunun içine alan kalbimle nasıl bir tepki vereceğini bekliyorduk. Notu okuduktan sonra ki sırıtması ise her şeye değerdi. Fakat beklemediğimiz bir şey yaparak notu sesli okumaya başladığında gözlerimiz birinden değdiğinde, elanın içinde gördüğüm çocuk bendim. Bir hayalim daha çizilmişti, yanımda yine o adam vardı. Eksik tarafımın parçası.

 

"Bu güzel papatyanın buraya gelme hikâyesini sizlere okuyacağım." Salman'ın sesini duyduğumda Bilge onun yanına ilerleyerek yandan notu okumaya başlamıştı. Onunda yüzündeki gülümseme büyüdüğünde elini tuttuğum aşkımı daha çok hissettim.

 

    

 

 

23.06.2022

Sevgili KÖFN seni tanıdığımız için ve bu güzel geceyi bize yaşattığın için çok teşekkür ederiz. Bu güzel papatya sizin! Bugün gün boyu yaptığımız her şey için bir anı ve kanıt bıraktık. Evet, şuan elinde tuttuğun papatya bugünün kanıtı! Bizim şarkımız dedirttiğin için bizden de size Bi' Tek Ben Anlarım diyoruz ve sevgiler ile. Hoşça kalın.

 

D&B

 

             

 

"Sevgili D&B hediyeniz için teşekkür ederiz. Bir ömür boyu mutlu olmanız dileğiyle..." dediğinde içimde uçuşan kelebekler özgürce uçmaya devam etti. "bu şarkıda D&B den bize ve siz dinleyicilerimize." Bulut kollarının içine hapsettiği bedenim ile yanımızdaki bazı çiftler papatyayı atarken bizi gördüğü için bakışları bize dönmüştü.

 

KÖFN bizim şarkımızı söylemeye geçtiğinde ise en güzel anı yaşadık. O gece bizim için çok güzeldi. Birçok şeyi ilk yapışımızdı ve bu her şeyden çok güzeldi. Onunla yaptığım her şey zaten çok güzeldi. Konser bittikten sonra ise yine koştuk. Eğer koşmazsak son otobüsü kaçıracaktık.

 

-bir işin içinde sen varsan bu duruma hiş şaşırmıyorum biliyor musun-

Bende senin her durumda bana laf atmana şaşırmıyorum.

 

Ucu ucuna yetiştiğimiz otobüse bindiğimizde ise bizim dışımızda sadece bir kişi vardı. Boş olan koltuklardan birilerine oturduğumuzda yorgunluğumuz belli oluyordu. O kadar yorulmuştuk ki şuan burada uyuma ihtimalimiz çok yüksekti. Kendimi balığımın sıcak kollarına attığımda uyumamak için şarkı açmaya karar vermeme rağmen o şarkı işe yaramamıştı. Usulca kapanmıştı gözlerim uykuya.

 

Hafif bir sarsıntıyla uyandığımda korkarak dışarı baktım. Eğer uyuduğum pardon uyuduğumuz için ineceğimiz durağı kaçırdıysak bu çok kötü olurdu. Dışarı baktığımda ise daha beş durağımızın kaldığını gördüğümde teyit etmek için otobüsün içindeki ekrandan da baktım nerede olduğumuza. Yani durak falan kaçırmamıştık. Bulut'un başı omzuma düştüğünde hayranlıkla onu izledim.

 

Cama düşen damlalar ise yağmurun göstergesiydi. Zaman daralıyordu ve bizim inmemiz yaklaşıyordu. Balığımı uyandıracağım sırada kulağımda çalan şarkı ile irkildim. Şaşırmıştım. Kafamın içinde yankılanan her sözle sırıtıyor, geçmişe, bugüne gidip geliyordum. Şarkı bizi anlatıyordu ya da bana öyle geliyordu. Artık inme zamanımıza iki durak kaldığı için düşünmeyi kesip balığımı uyandırdım. Yanımda ki üç papatya parçasından birini aldığımda oturduğum yere bir notla bıraktım.

 

 

23.06.2022

 

Teşekkür ederiz yağmurlu Perşembe akşamı. D&B

 

       

 

Otobüsten inmemiz ile balığımın kulağına kulaklığın birini takıp az önceki şarkıyı açtım. Şarkı çalmaya devam ederken ki yüz ifadeleri görmeye değecek kadar güzeldi. Sözleri içinden tekrar eder gibi kafasıyla ritim oluşturmuştu. Şarkıyı dinlediğim andan beri şu kısım aklımdan çıkmıyordu:

 

*Bu anlamsız dünyada*

*Mekânları, zamanları*

*Söylemiştim hepsini unut*

*Bütün dikenli yolların*

 

 

Eve doğru yürürken sadece şarkıyı dinledik. Hem de defalarca kez dinlemiştik şarkıyı. Bu şarkıyı keşfetmiş olmak çok güzeldi daha çok değişikti. Bu şarkıyla bir şeyler daha değişmişti ya da değişecekti buna inanıyordum. Çünkü ben son çıkmazımdan çıkmıştım ya da son çıkmazımdan çıkmaz üzereydim.

 

Yanımda, elimi tutan ailem vardı. O mesajdan sonra bir kez daha anlamıştık doğru bir seçim yaptığımı. Bütün günü birlikte geçirilen çok izlemiştim Bulut'u. Ufak bir hatayı bırak beni düşündüğünü görmüştüm o izlemede. Verdiği değeri en güzelinden hissetmiş, kalbim onun olmuştu. İnanmıştım bir çift elaya, güvenmiştim kırılmış o kalbe. Acılıydık, onları iyileştirecek kadarda ilaçtık birbirimize.

 

Evin önüne geldiğimizde ise veda vaktinin zamanı gelmişti. Bulut'a uzattığım papatya ise bugünün kanıtıydı, en güzel hatırası... Papatyanın üzerindeki tarih, "23.06.2022" bugünün tarihiydi. Bu tarih bizim ilklerimizin günüydü, bizim en mutlu günümüzdü.

 

"Her şey için çok teşekkür ederim peri kızı. Bugün anlatamayacağım kadar çok güzeldi. İyi ki de kaybetmişim iddiayı ve biz bugünü yaşamışız. Umarım daha güzel günlere. Seni çok seviyorum." Gözleri yeşillerimin içinde kaybolurken her sözünde de ben kayboluyordum. Sanki sabahtan beri birlikte değilmiş gibi özlem içeriyordu bakışları. Elleri yanağımda gelindiğinde gözlerimi kısa bir an kapatıp ona yaslamıştım yüzümü. Boşta kalan eliyle de diğer yanağını tuttuğunda yavaşça kendine yaklaştırıp alnımdan öptü.

 

Aradan geçen kısa zamana rağmen gözlerimi açtığımda açlıkla bakıyordu bana. Ondan bir farkının olmadığını bildiğim için gocunmamış, bakışına daha derinden anlamlar yüklemiştim. Sessizliğim aramızda girerken dahi kesmemiştik bakışlarımızı. Dudaklarımı ıslattığımda konuşmak zor geliyordu ancak kendimi zorlamalıydım.

 

"Seninle olduktan sonra her şey çok güzel zaten! İyi ki de sen ve iyi ki de ben. Bu söz bu sefer benden olsun. Seni çok seviyorum ve iyi ki de tanımışım." Kelimelerin bittiği yerdeydik. Sessiz kalmaya devam ederken zorla da olsa konuşabilmiştim.

 

Bu sessiz bir anlaşmaydı. Gözlerimizin içine bakmaya devam ettikçe hafif çiseleyen yağmur ise hızlanacağını hissettiriyordu. Bunu fark etmemek mümkün değildi. Bulut, balığım gecenin son öpücüğünü de aldıktan sonra son kez konuşup arabasına ilerlemişti.

 

"İyi geceler peri kızım."

 

"İyi geceler balığım."

 

Bulut'un gidişi ile boşlukta gibi hissetmemde soğuyan hava kendimde kalmamı sağlıyordu.

 

Gökyüzüne baktım önce. Daha sonra elimde kalan tek papatyaya baktım. Üstündeki tarih 23.06.2022. Benim için en güzel gündü. Tekrarlanması için her şeyi yapacağım bir gündü. Bugün bizim hayal bahçemizdeki papatyaların günüydü. Ve bugün o papatyalar çok mutluydu.

 

BÖLÜM SONU

 

Neler oluyor bu lanet kitaptaaaa?

Hayır yani siz o kadar sorun yaşayın ama yine de mutlu olmanın, gülümseyebilmenin bir yolunu bulun. Helal lan size!

Sizde şaşkınsınız demi bölümlerin güzel gidiyor olmasından? Hani böyle hiçbir şey olmayacak gibi ilerliyorlar ya, sanki Ahmet yokmuş gibi.

Tamam kızmayın biliyorum korktuklarını. Korkmadan nasıl yaşansın.

Onu bunu bırakın sene sonu geliyor ve biz sene sonuna girmeden sezon finaline gireceğiz şimdiden bilginize.

Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?

Bölümlerden mutlu musunuz?

Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?

Burasıda sizin düşünceleriniz ve sorularınız için olsun.

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Wattpad: izzetcanduman

Inkspired: izzetcanduman

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 30.11.2024 20:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...