19. Bölüm

19.BÖLÜM: YILDIZLARIN TERK EDİŞİ

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahali kalkın biz geldikkk:)

Bana çok kızmayın olur mu elimden ne gelirse onu yaptım, lütfen sindire sindire okuyun.

Keyifli Okumalar :')

Bölüm şarkıları;,

Cem Adrian - KÜL

Cem Adrian - BENİ BÖYLE BIRAKMA

 

 

"Artık geceler benim için hiçbir şey ifade etmeyecekti. Çünkü geceler beni terk etmişti. Sonsuza denk."

 

 

19.BÖLÜM

 

"YILDIZLARIN TERK EDİŞİ"

 

Hayaller gerçekleştiği zaman ya sevinç getirirdi ya da üzüntü. Ben her ikisini de yaşamıştım. Yaşadıklarım beni bambaşka birine dönüştürüyordu her defasında. Kaçtığım her şey peşimden geliyordu. Ardı ardası kesilmeyen acılı tablolar ise asla eskisi gibi değildi. Her defasında daha da can yakıyordu. Yaktıkça güçleniyor güçlendikçe de daha fazla can acıtıyordu.

 

Hayat başlı başına bana acı çektirirken mutlu olmayı da her seferinde kenara atıyordu. Bir kere mutlu olduysam bin kere acı çekmiştim. Kaçtığım o acı her defasında dibimde bitmişti.

 

Sevdiğiniz insanı önemli bir günde kaybetme korkusu nasıldı? Bunu yaşamak istemiyordum ama duyduğum silah sesleri beni o yöne yitiyordu. Silah seslerini oldum olası sevmemişken en mutlu günümüzde duymakta her parçamı paramparça etmişti. Parçalanan her şeyi geri eski haline getiremezdim, getiremezdik.

 

Gelen gizli mesajları hafife almamalıydım. Belki de onlara daha dikkat etseydim şu an patlayan silah seslerini duymamış olurdum. Duyduklarımsa çalan şarkılar ve Bulut'un onay veriyorum dediği olurdu.

 

-kendine mi gelsen Dila-

Hayır, iç ses. Kendime geldiğimde olacaklardan korkuyorum. Göreceklerimden ve duyacaklarımdan korkuyorum.

 

Her şeyden kaçtığım gibi bundan da kaçıyordum. Hayallerime veda etmeye hazır değildim. Olacaklardan korkuyordum. İçimdeki savaşın dışa vurmasından korkuyordum. Artık sadece mutlu olmak istiyordum.

 

Sadece mutlu...

 

"KIZIM!"

 

"OĞLUM!"

 

Daha arkamı dönememiştim ancak duyduğum çığlıklar açık ediyordu. Tükenmiştim. Ne dilediysem gerçekleşmemişti.

 

Cesaretimi toplamaya çalışıyordum. Arkadan gelen sesler zorlaştırıyordu. Adım atmak sandığımdan zordu. Korku yerini zorluklara bırakmıştı. İkisi de cephedeydiler savaştıkları bendim.

 

Bulut'un arkasını dönememesi bir gerçeği daha yüzüme vuruyordu.

 

Hayal defterime atacağım çizik silinmişti. Hayallerim bitmişti. Yüzleşmek bile güçken hayallerim yoktu. Silinmişti hayat. Nefes almak imkansızdı. Kalbimdeki sancı arttıkça artıyordu.

 

Korktuğum başıma gelmişti. Sürpriz yapmıştım babama ve çocukluğuma. Şimdiyse bir bir yok oluyordu her ikiside. İstemiyordum ama kendime gelmek zorundaydım. Algılarımı dış dünyaya açmak zorundaydım. Daha fazla kaçamazdım.

 

-hazır değiliz Dila-

Hazır olmak zorundayız iç ses.

 

Kendimi dış dünyaya açtığımda çığlıklar devam ediyordu. Olduğum yerden koşmaya başladığımda ilk başta sendeledim, düştüm ama ayağa kalkıp kaldığım yerden koşmaya devam ettim. Topuklu ayakkabılar nedeniyle kaç defa ayağımı burktuğumu sayamamıştım. O sahneye koşarken yıldızlarında bana küstüğünü görmüştüm. Gökyüzünde hiçbir yıldız yoktu. Hepsi o sesle birlikte bizi terk etmiş gibiydi.

 

-yıldızlar bizi terk ediyor Dila-

Hayır, iç ses hayır. Bizi terk edecek son şey yıldızlar olmalı. Olmak zorunda.

 

Kendimden bitmiş bir şekilde sahneye vardığımda yerdeki kanları gördüm. Kanların kime ait olduğunu bilmiyordum ama o kokudan bile korktuğumun başıma geldiğini anlamıştım. Kaçtığım o gerçek beni bugün de bulmuştu. Sanki bugünü seçmiş gibi. Anneannemin ve babaannemin bağırtıları da her şeyi kanıtlar haldeydi. O sahnedeki kalabalığı geçtiğimde yerde kanlar içinde yatan annemle babamı gördüm.

 

Bütün kaynar sular kafamdan aşağıya boşaldığında bile duygularım daha ağır basmıştı. Çığlık atamıyordum. Adım atamıyordum. Sadece onlara bakakalmıştım. Sık sık nefes alıp veriyor, kafamı onaylamadığımın göstergesiyle sağa sola oynatıyordum. Gözümden akan yaşlar yıldızların benden gittiğinin kanıtıydı.

 

Yıldızlar gitmesin.

 

Annem gitmesin.

 

Babam gitmesin.

 

Gitmesinler.

 

Kollarımdan tutan kişileri bile hissetmiyordum. Tek istediğim şu an uyanmak ve bu olanların bir rüya olmasını görmekti.

 

Lütfen o cam köşesin babamı bekleyeyim. Hiçbir şey yaşanmamış olsun. Sevdiğim insanların gitmesine razıyım ama ne olursunuz ailem gitmesin. Gitmesinler.

 

Ama her şey tüm çıplaklığıyla karşımda duruyordu. O çıplaklık gerçekleri yeniden sırlara dönüştürmüştü.

 

Ölüm dibimdeydi.

 

O sıra, sadece o sıra babamın nefes aldığını görmemle birlikte gerçeklere dönüşüm bir oldu. Direk babamın kollarına atılırken annemin derin nefesler alıp verdiğini görmüştüm. Babamın söylemek istedikleri şeyler vardı. Bunu hissetmiştim. Babamın yaralarına yaptırdığımız baskı daha iyiye gitmesi içindi. O sıra soluk seslerle babamın fısıltısını duydum.

 

"K... kızım!" Bir kelime bu kadar canımı acıtmamalıydı. Daha dakikalar önce bu sözle gülümserken şimdi dağılamazdım.

 

"B... baba, buradayım." Keşke ağlamalarım bir işe yarasaydı. Babam acı çekiyordu ama yine de konuşmak istiyordu.

 

Keşke yaşam bu kadar izbe bir yer olmasaydı.

 

Keşke keşkeler demeseydik.

 

"B... bizi sakın unutma. B... ben seni ç... çok seviyorum..." Konuştukça canı yanıyordu. Zorla çıkıyordu sözcükler ağzından. Nefes aldıkça yüzünü kısıyordu. İniltilerini duydukça içim kanıyordu.

 

"Baba yapma kendine bunu. Zorlama lütfen. Bak ben buradayım, annem burada," o sıra anneme baktığımda aynı halde babamın yanında yerdeydi. Ortalarına geçtiğimde hangisiyle ilgileneceğimi şaşırmıştım. İkisinin de ellerini tuttum. Soğuyordu. "Size hiçbir şey olmayacak. Buradan hep birlikte çıkacağız tamam mı? Lütfen!"

 

Ağlamam şiddetlendikçe acım daha da derinleşiyordu. Gözümden akan yaşlar zamanı geri getirebilseydi o silahın patlamasına engel olurdum. Şu an bu halde olmamıza engel olurdum ama o yaşlar sadece acı getiriyordu.

 

Arkamdaki eller beni sakinleştirmek ister nitelikteydi lakin ben sakinleşecek kadar güçlü değildim. Bu acıyla yaşayacak kadar güçlü değildim. Ben yıldızların beni terk etmesine alışacak kadar güçlü değildim. Onların benden gitmesi demek benim enkaz altında kalmam demekti. Ve ben bu enkazın altında ruhumu dahi hissetmez bir külden farksız olmazdım.

 

Güçlü değildim.

 

"İç ses sana ihtiyacım var. Lütfen susma ve bana onların benimle kalacağını söyle lütfen!"

 

Beni en zayıf zamanım da terk etmişti iç sesim. Ya da bir daha geri gelmemek üzere geri gitmişti. Paramparça olduğum en zor günde yanımda değildi. Korktuğum günde yanımda değildi. Onun sözlerine ihtiyacım varken o yıldızlar bizi terk ediyor dedikten sonra kaybolmuştu.

 

"E...evde seni bekleyen bir s...sürpriz var, ona sahip çık."

 

Konuşma baba, yapma bunu kendine.

 

"Baba öyle deme, deme. Benden gidecekmişsin gibi konuşma. Ne olur gitme benden. Ben sensiz yapamam."

 

Annemle babamın tuttuğum ellerini bırakıp babamın yüzünde gezdirmeye başladım. Onun ilk defa seviyordum. Onu sevdiğim ilk an böyle olmamalıydı. Onun bende kalması gerekiyordu. Babam benden gitmesin. Ona en ihtiyacım olduğu zamanda gitmesin. Gitmemeli.

 

Anneme baktım. Yüzü bembeyaz olmuşken teni gittikçe soğuyordu. Babamda hissettiğim o soğukluğu şimdi de tekrar tekrar annemde hissediyordum. Annemi kanlar içinde gördüğüm o ilk ana gittim. Evimizin salonundaydı ve şimdi yanımda. Onu böyle gördüğüm ilk an da gitmesinden korkuştum ama şimdi korktuğum tek o değildi. İki can vardı bu sefer. Onlar benim tek dünyamdı.

 

"Annem üşüdün mü sen?" ne diyeceğim şaşırmış durumdaydım. Arkamdan gelen sesleri duyuyor ama anlamıyordum. Anlamak istememiyordum. Beni çekiştiren elleri her defasında itip ailemde kalıyordum.

 

"K... kızım kendine çok d...dikkat et. B...bizi unutma. Bizi seninle tam da burada olacağız."

 

Tuttuğu elimi zorlansa da kalbime götürdüğümde yeşillerinde gördüğüm acı söküp attı bütün kalbimi. Gözlerimden alan yaşlarla ne hale geldiğim umurumda değildi ancak attığım bakışlar sadece pes etmemeleri için bir gerekçeydi ama onlar çoktan pes etmiş gibiydiler. Onlar pes etseler de ben pes etmeyecektim. Beni böylece bırakamazdılar. Gözlerinden akan gözyaşlarını hissetmiştim ikisinin de. Her şeyden vazgeçseler bile benden vazgeçmemeliler.

 

Silikleşmiş bir anı olmasınlar.

 

İstemiyorum

 

"Pes etmeyeceksiniz. Duydunuz mu beni? Ne söz verdiniz birbirinize. Beni yarı yolda bırakamazsınız. Su taneleri bile bir işe yararken sizin pes etmeye hakkınız yok. Yapmayın..."

 

Ne kadar çaba sarf edersem edeyim o iki beden de zaman geçtikçe soğuyordu. İki bedenin ortasındaki ben bile onları döndürmeye yetmiyordum. Tek ben değil arkamdaki bağırışlar, ağlayışlarda etki etmiyordu. Annemle babam kafalarına koymuşlar gibiydiler. Bizi, beni terk edecektiler.

 

Yalnızdım. Yapayalnız kalmıştım.

 

"Hayır, baba hayır, sana baba dediğim günde beni terk edemezsin. Hayallerinizi, beni terk edemezsiniz. Bana borçlusunuz ya borçlusunuz. Yaşatamadıklarınızı yaşatmaya, hissettiremediklerinizi hissettirmeye borçlusunuz."

 

Asla onları geri çevirmeye yetmedi bu cümlelerim. Onları geri döndüremedim. Olmadı, olmuyordu. Yapamıyordular ya da yapmıyordular. El ele tutuştular, birbirlerine baktılar. Son kez gözlerinin içlerine baktılar sanki. Birbirlerine veda edermiş gibi. Yüzlerindeki veda tebessümü yok sayıyordu gerçekleri. Onlar gerçeklerden sırlara doğru giden yolculuklarına tutulmuşlardı. Tuttukları ellerini ayırmadan başlarını bana çevirdiler. Son son bakarmış gibiydi bakışları. Veda ediyordular bana. Sanki sözleşmiş gibi konuşmaya başladılar.

 

"Hoşça kal kızımız, hoşça kal! Seni çok seviyoruz." Kesik kesikti konuşmaları. Canlarının acısına dahi bana veda ediyordular.

 

Bu onlardan son duyacağım şey miydi?

 

Hayır, hayır gerçek olamaz.

 

"Senin baba dediğini duyduğum için minnettarım, teşekkür ederim kızım."

 

"Baba..." kelimelerim yoktu. Anlatacak güç uçup gitmişti. Bir uçurumun dibindeydim. Sadece iki hamle sonra yerin dibinde olacaktım. İlk adımı attığımda ayağımın altındaki boşluk kendini hissettirdi. Soğuk bir rüzgâr gelip çattı o an. Her şey bu anı bekliyormuş gibiydi.

 

"Anne..." bakışlarım sürekli yer değiştiriyordu. Değiştirdikçe ihanet ediyormuş gibiydim. Son bir adımı atmak için baktım o yeşillere. İki yeşillerde çoktan o adımı atmıştılar. Düşünmeden. Öylece yok olundu.

 

Son adımı attım. Uçurumdan aşağı boşluktaydım ancak bir şey tutuyordu beni. Yerin dibine giren ruhum ölümü tatmışken bedenim salmıyordu beni.

 

Ruhu ölen çocukluğumdu, bense yaşayan bir ölü.

 

Yıldızlar gözlerini usulca kapattı. Geride kalan tek yıldız gerçeklerle birlikte yaşayan ölü oldu. Üç ceset ama ikisi ölü... Yaşayan ölü ise duygusuz, hissiz bütün duygulardan arınmış biriye dönüşecekti.

 

Bendim.

 

"Gitmeyin!" Son haykırışlarımdı.

 

Kopardığım çığlıklar ortalığı darmaduman ederken ambulans siren sesleri duyuldu. Onlar benden gittikten sonra gelmemeliydiler. Onları yaşatacaklarsa gelmeliydiler. Ekiplerin koşuştura koşuştura yanımıza gelmesiyle geri çekilmem bir oldu. Gelen ekipler hızlı bir şekilde annem ve babamla ilgilenmeye başladığında bedenimi sarmalayan kollarla ürperdim ancak dönüp bakmadım kim olduğuna. Kokusu açık ediyordu onu. Kardeşim, Asya'm.

 

Gelen görevliler ilk nabızlarını kontrol ettiklerinde sendeledim. Eş zamanlı olarak kalp masajı yapmaya başladıklarında umutlarım sönüyordu. Etraf sessizleşmişti. Tek duyulan ses hıçkırıklar ve soluk soluk alınan nefeslerdi. Ekiplerin kalp mesajını bırakmasıyla bir sessiz silah patladı. Bu seferki hedef bendim. Başımı iki yana ağırca oynatırken kabullenmek istemedim, duymak istemedim. Herkes onlardan cevap bekliyordu ancak cevap belliydi. Onların yüz ifadeleri de her şeyi kanıtlıyordu.

 

"HAYIR, HAYIR, ÖLMEDİLER, ÖLMEDİLER!"

 

Etrafımdaki bağırtıları duymamak için kulaklarımı kapattığımda oradan kaçmak istedim. Bu bir rüya olsun istedim tekrar tekrar. Bu acıyla yüzleşmek istemedim. Beni terk etmemeliydiler.

 

"ANNE."

 

Beyaz güller kana bulandı.

 

Güç gitti.

 

"BABA."

 

Zamanında söylenilmeyen sözler ağır bir kambur oldu.

 

Umutlar, hayaller silindi.

 

Ambulans görevlileri annemle babamı ceset torbalarına koyduklarında benim için hayat bitmişti. Girdiğim en büyük, en zor çıkmazdı bu. Ben bu çıkmazın altından kalkabileceğime inanmıyordum.

 

İnandığım hiçbir şey kalmamıştı.

 

Gökyüzüne baktığımda sadece simsiyah bir görüntüyle karşılaştım. Haklısın iç ses yıldızlar bizi terk etti. Bizi bıraktılar. Ve biz artık yalnız kaldık. Önümüzdeki koca bir sırla yalnız kaldık. Bu sırı kaldırabilecek güçte değilim, olamam da. Yıldızlarla birlikte biz de öldük iç ses. Biz de öldük!

 

Yoktu. Gelmiyordu. Ne yaparsam yapayım yalnız bırakmıştı beni. İhtiyacım vardı ona. Annem, gitti; babam, gitti; iç ses sen de gitme, ne olur?

 

Saatler sonra kendime geldiğimde gözlerimi bir hastane odasında açtım. Tavana bakan gözlerim hâlâ yoğundu. Yorgun olan gözlerim değil acılarımdı. Her şey tarafından yorgundum. İstek diye bir şey kalamamıştı içimde. Hiçbir şey yapmak istemiyordum. İstediğim tek şey vardı.

 

Annem ve babamım geri gelmesi.

 

Gözlerimi yana çevirdiğimde cam kenarında ayakta duran balığımı gördüm. Sırtı dönüktü bana karşı. Onun sırtını bile görmek beni bir ana yitti. Onay veriyorum dediği an benim için her şeyin bittiği andı. Aklımda dönen binlerce düşünce arasında o da vardı ve bu seferki düşüncem onun için hiç de iyi değildi.

 

Onay verdiği halde arkasına dönemedi, dedi zihnimin karanlık tarafı.

 

Unutma Dila, silah onaydan sonra patladı.

 

Kalbine inan Dila, o senin eksik tarafın öyle bir şey yapamaz.

 

Ölümler, ihanetler çok çok karışıktı.

 

Diğer taraftan yapılan baskı bana sarılmış olan Asya'ydı. Başımı onun tarafına çevirdiğimde beni bekleyen Naz'ı da gördüm. Gözlerindeki kızarıklık ağladığının kanıtıydı. Asya'nın üstümden geri çekilmesiyle Bulut'ta dönüp bize doğru geldi.

 

"İyi misin peri kızım?" sesi soğuktu, hissizdi. Son duyduğum sözünden bu yana iyi düşünceler sahip olmadığım için sustum. Konuşmam demem elimdeki saklı bıçağı kalbime saplamak demekti. Ne anneme ne de babama ihanet edemezdim.

 

Çocukluğuma borçlu olduğum ailem yokken konuşmak yasaktı bana.

 

"Ben buradayım tamam mı?" dedi acıyı benim kadar derinden yaşayan Asya.

 

İhtiyacım vardı bu söze. Uzun bir süre boyunca duymak istediğim yemindi. Fakat yanımda olmasını istediklerim yanımda değildi.

 

Bu anı beklermiş gibi tekrardan ağlamaya başladım. Konuşmuyordum ama içim kan ağlıyordu. Susmuştum, kendimi dış dünyaya kapatmıştım. Hissizleşmiştim. Tek yapabildiğim şey ağlamaktı.

 

Onuda yapamıyordum adam akıllı. Bir ağlıyor bir ruhsuzca susuyordum. Ağlamakta güç isterdi. Varlığı uçup gitmiş gücüm an an geliyor yok oluyordu.

 

Hayallerim diye bir şey kalmamıştı artık. Ben diye bir şey kalmamıştı. Onlar gitmişlerdi bir daha da gelmeyeceklerdi. En acısı da buydu zaten. Ailemin bir daha gelmeyecek olması. Onlara bir daha sarılamayacak olmam, onlarla bir daha hayal kuramayacak olmam... Ve bir daha onların kokusunu almayacak olmam.

 

O eve girdiğimde annemi ve babamı göremeyecek olmak, onlarla o masada oturup bir daha yemek yiyemeyecek olmak bunların hepsi çok zordu. Benim için onların yokluğu çok zordu. Alışamayacak kadar. Bir zaman sonra ise onların yüzlerini unutacaktım.

 

En çok ihtiyacım olan kişileri kaybetmiştim ben. Onlarla kendimi de kaybetmiştim.

 

Odaya girenlerin yüzüne bakmıyor, konuşmuyordum. Bana söylenenlere karşı kapanmıştı kulağım, duymuyordum. Yaptığım tek şey camdan uzaklara bakmaktı. Ağlamıyordum, hissiz ve donuktum. Hiçbir şekilde cevap vermiyordum. Yapmam gereken şeyin üstesinden kalkamayacağımı biliyordum ama onları son bir kez görmek istedim. Hem cenaze içinde yapılması gerekiyordu.

 

Aradan ne kadar zaman geçti kestiremiyorum. Hayat yaş tutmuyordu. Umurunda olmuyordu kayıp giden nefesler. Toprak yeni bir yuvaya dönüşüyordu tekrar tekrar. Geldiğimiz gibi gidiyoruz diyorduk.

 

Gelen hemşirenin uyarmasıyla odadaki herkes çıktığında tepkisiz kalmaya devam ettim. O kadar yorgundum yaşamda. Yalnızlık da böyleydi işte.

 

Yattığım yataktan hızlı bir şekilde kalkmamla kolumda takılı olan serumun acısıyla karşılaştım. Kolumda takılı olan serumu çıkartıp ayağa kalktım. Hastane odasından çıktığımda uzun bir koridor karşıladı beni. Tam odanın kapısının önündeki duvarda hastane kat krokisi vardı. Oradan asansörün olduğu tarafa baktım. Baktıktan sonra hiç düşünmeden asansöre doğru yol aldım.

 

Odanın olduğu yerden sağa dönüp koridorda yürümeye başladığımda arkamdaki sesler daha da çoğaldığını anlamıştım. Ne dedikleri hiçbir şekilde umurumda değildi. Sola dönmemle solda kalan asansörün düğmesine bastım. Üç kat üstte olan asansör kısa süre içerisinde bulunduğum kata 5'e indi. Asansörün içine bindiğimde sağ taraftaki düğmeleri inceledim. Yanında morg yazan kat -2'ye bastım. Kapı kapanırken son dakika bindi Asya. Bir şey demeyecekti bana hiçbir zaman demeyeceği gibi. Yanımda duracaktı, bana destek verecekti zaten o yüzden şu an elimi sımsıkı tutuyordu.

 

Annemi annesi gibi gördüğünden kendini ayakta tutmaya çabaladığını görebiliyordum. Benim için ayakta duruyor, vaz geçmiyordu.

 

Asansör -2. kata gelmesiyle birlikte kapılar açıldı. Asansörden el ele indiğimizde katın soğukluğunu hissettim. Ürpermek tam olarak buydu bence. En kötü ürperme hem de. Bir başlangıç. Karşımızdaki koridorda yürümeye başladığım da allak bullaktım. Onlarca düşünce zihnimde susmuyordu.

 

Yanmış ve kül olmuştum. İçimdeki yangınlar beni bambaşka birine çeviriyordu. Ki ben bu kişiye dönmekten kaçmayacaktım. Bu sefer hiçbir şeyden kaçmayacaktım. Morgun önüne geldiğimizde bizden bilgi istediler. Bu sefer susmayacaktım çünkü artık o yerdeydim. Her şeyin bittiği yerde... Bana destek verdiğini yine göstermek için elimi daha da sıkmıştı Asya.

 

"Erdem Özkaya ve Songül," daha yeni kavuşmuştular ama olmamalıydı bu olmamalıydı. "Özkaya."

 

Paramparça oldu bütün kavuşmalar. En üzücü kavuşmaydı mahşer.

 

Görevli olan adam bilgileri kontrol ettikten sonra morgun kapısına doğru ilerledi. Kapıyı açtıktan sonra kendisi içeri girdi. Kapıda bekleyen ben ve Asya'yla daha hazır değildik. Kendimi hazır hissetmiyordum ancak bunu yapmak zorundaydım. İçeri attığım bir adımın dönüşü olmayacaktı ve ben bunu bile bile o adımları attım. Görevlinin olduğu yere doğru gittiğimde görevli çoktan bir cesedi dolaptan çıkarmıştı. Cesede doğru eğildiğinde üstündeki örtüyü tutup gözlerimin içine baktı.

 

Bakma abi, bana bu bakışlarla bakıp yakma.

 

"Hazır mısınız?" mavi önlüklerin arasında heybetli duran erkek görevliyle göz göze geldiğimde yavaşça aşağıya çevirdim bakışlarımı. Beyaz bir kefen kapatmışım bütün bedeni.

 

Beyaz bir kefen.

 

Değilim! Ben buna hazır değilim. Onları bu odada görmekten hazır değilim. Ne kadar hazır olmazsam olayım o an gelecekti sonuçta, kaçamazdım. Hazır olduğumu göstermek için kafamı salladığımda adam tuttuğu örtüyü yavaşça açtı. Örtüyü göğüs kısma getirdikten sonra bırakıp diğer ceset için arkasındaki dolabı açtı ve onu da oradan çıkardı.

 

Yüzene baktığım ceset annemdi. Yaşam kaynağımın solmuş, beyazlaşmış yüzünü görmek içimdeki yangını alevlendirdi. Ağlıyordum hem de hiç dinlenmeden. Annemin yüzüne bakıyordum. Cansız bedenine sarıldığımda sadece soğukluk hissettim. Bumbuzdu annem. Çok üşürdü böyle ama. Çok üşürdü. Annem her zaman çok üşürdü. Şimdi ise ebediyen soğukluğa gitmişti.

 

"Anne... Annem... Çok üşüyor musun? He annem çok üşüyor musun? Seni ısıtabilirim yine annem. Yine battaniyenin altına gireriz annem. Isınırız. Ama gitme. Gitme..." konuştukça kalbimin sancısı artıyor nefeslerim daralıyordu.

 

"Anne beni bırakma ne olur? Kalk annem kalk, beni böyle bırakma. Ben yapamam anne. Yapamam. Beni sensiz bırakma annem. Kalk evimize gidelim. Eskisi gibi eğlenelim ama gitme anne. Gitme... Kal annem, benimle kal... Beni yalnız bırakma annem. Kalk gidelim buralardan. Bu soğuk yerde yatma annem. Anne..."

 

Ne desemde dönmedi geri. Bumbuz tenini öptüm. Onu son kez kokladım. O koku hiç gitmemişti. Bedeni dahi her şeyi soğuktu lakin kokusu gitmemişti. O kokuyu içime defalarca çektim. Hiç gitmesin diye çektim. Biliyordum, annemle birlikte o kokuda gidecekti. Annem sadece kalbimde kalacaktı. Diğer türlü her şekilde gidecekti.

 

Gitmişti.

 

Odaya girmeye cesaret edemeyen Asya kapıdan destek oluyordu. İçeriye girmemişti ama oradaki ağlayış seslerini duyabiliyordum. Ne kadar ağlamasın istesem de yanımda olduğumu hissettiriyordu. Hem ağlıyor hem de beni dinliyordu. Bencilce düşünüyorum belkide.

 

Ne de olsa gerçek annesi ölmemişti. Ne kadar görmezden gelmeye devam etse de yaşayan annesi vardı.

 

Görevli kişi yandaki cesedinde örtüsünü göğüs kısmına kadar açınca babamın cansız bedeniyle karşı karşıya geldim. Olduğum yerden kalkıp babama doğru iki adım attım. Annemle babamın arasına girdiğimde ikisi de yanı başımdaydı. İkisi de soğuktu. Hiçbir duygu kırıntısı yoktu yüzlerinde. Öylece duruyordular. Hiç var olmamış gibi.

 

Babama baktığımda onun bende bıraktığı yarım duyguyu hissettim. O histe defalarca kez parçalanıp sıkıştım. Bedenimi babamın bumbuz kollarına attığımda hiçbir şey değişmeyecekti. Bunu bildiğim halde ona sımsıkı sarıldım.

 

Babama ilk defa bu kadar sıkı sarıldım.

 

Hem ilk hem de son defa.

 

"Babam... Sana baba dediğim gün böyle olmamalıydı. Senin cansız bedenine baktığım gün olmamalıydı. Senin hep beklediğinin gerçekleştiği günde olmamalıydı. Bizim gerçek olduğumuz günde olmamalıydı." Neden oldu ki baba, neden biz? O kadar çok sorum vardi ki sana sormak istediğim: mesala çocukken en çok ne oynardın? Ama bunları abi kız olarak değil, gerçek bir baba kız olarak yaşayacaktık.

 

"Babam... Kalk... Kalk babam kalk. Bizim yaşayacaklarımız var babam... Onun için kalk. Hadi babam kalk da gidelim buradan. Beni böyle bırakma. Biz daha yeni kavuştuk. Bunu yarım bırakma babam. Bizi bırakma. Sensiz olmaz. Babam... Gitme... Baba biz daha anneme sürprizler yapacaktık. Hadi kalk gidelim. Gidelim, gidelim..."

 

Yeni buluşmalar yarım kaldı.

 

Yarım kaldı çocukluğum, ruhum.

 

Ne annemde bir tık vardı ne de babamda. İkisi de gitmişti hayatımdan. Beni böyle, bu halde bırakıp gitmiştiler. Hiç düşünmeden gitmiştiler. Bizim yaşayacaklarımızı bırakıp gitmişlerdi. Beni ve hayallerimizi bırakıp gitmişlerdi. Onlarsız yaşayamayacağımı bildikleri halde gitmiştiler. Onlar benim yıldızlarımdı. Ve o yıldızlar beni terk etmişti. Artık geceler benim için hiçbir şey ifade etmeyecekti. Çünkü geceler beni terk etmişti. Sonsuza denk.

 

İkisinin ortasına yere yığıldığımda bile geri dönmediler. Benden sonsuza kadar gittiler. Orada ne halde olursam olayım bana geri dönmediler. Ben orada sonsuza kadar ağladım ve onlar sustu.

 

Onlar gitti ben evsiz kaldım. Onlar bana koca bir yük bırakıp terk ettiler. Yuvam giderken bana koca bir yangın bıraktı. Kalbimdeki yangın küllerinde yanmaya devam edecekti onlarla sonsuza denk. Onlar beni koca bir karanlıkta bırakmışlardı.

 

Morgdan sonra kendimi anneannemin evinde bulmuştum. Daha sabah buradan gelinlikle çıkan annem geri cansız bedeniyle dönecekti. Sadece beni değil herkesi darmadağın, paramparça etmişti bu ölüm. En mutlu günümüzde gelen bu ani ölüm bizi hazırlıksız yakalamıştı. Zaten ölümler her defasında ansızın gelir ve paramparça ederdi.

 

Saatledir hiçbir şey yememiş, içmemiştim. Yapamıyordum. Anneannem ve babaannem aldıkları sakinleştiricilerle ayakta kalabiliyordular. Teyzemin ayağa kalkacak hali yoktu. Dayım ise sadece ağlıyordu. Üçü içimde en ağır kayıptı annemin ölümü. Dedemden sonra birbirine tutunmuşken şu an tutundukları bir parça daha gitmişti. Paramparçaydılar benim gibi. Ellerinden gelen hiçbir şey yoktu. Sadece veda edecektik onlara.

 

Kimsenin yüzleşmek dahi istemediği o veda gün gelip çattığında hapiste hissedersin. O vedalar günü geldiğinde hiç düşünmeden senin kapını en ağır şekilde çalıyordu. O vedalar senden en önemli parçanı alıp götürürken sen sadece izliyordun. Giden bir parçandı ama sen o parçasız tam olamayacaktın.

 

Babam yıllardır yurt dışında yaşamış biri olarak ailesine kendini hasret bırakmıştı. Yeniden döndüğündeki sevinçleri bilmiyordum ancak hissetmiştim. Gözleri parıldıyordu ailesinin. Değer bilmek böyle bir şey olmalıydı galiba. Şimdi de babam ailesini sonsuza kadar hasret bırakmıştı kendine. Onlardan tam anlamıyla gitmişti. Bizden gitmişti. Babam arkasında gözü yaşlı onlarca insan bırakmıştı.

 

Ne çok gitti dedim saatlerdir. Ne ağır bu acı. Yanmanın fiziksel bir şey olduğunu düşünürdüm çocukken çünkü daha basit geliyordu bilmediğin, yaşamadığın bir şeyi görmezden gelip anlamamak.

 

Yanma sadece fiziksel değildi. İçin kör alevlerde yanardı sense izlerdin. Zamanında anlamadığın her şeyi en çok o an anlardın. Kimi kaçardı kimi yüzleşir. Ben kaçmakta istemiyordum yüzleşmekte.

 

En sevdiğini kaybettiğinde kelimelerin ölürdü. Tükenirdi daha çok. Aynı sözcüklerle anlatmaya çalışırdım acını. Yalvarırdın inandığın her şeye.

 

Zaman hızlı işlerdi. Ne oldu demeden olan olmuştu zaten. Sense bir izleyici... Zaman kayıp giderken onu izleyen izleyici...

 

Zaman öylece akıp gidiyordu.

 

Dımdızlak ortada kaldığımın üstünden saatler geçti. Yasa bürünen onca yüz gördüm. Başın sağ olsun diyen defalarca kişiye baş salladım. Ağlamamaya çalıştıkça sessizce döktüm yaşlarımı. Ruhsuzca Asya'nın kollarında kaldım.

 

Tek bir şeylere uğraşmıyordum. Bolca düşünce yer edinmişti zihnimde. Bulut'un verdiği onay, gelen gizli mesajdaki uyarılar, gizlice yapmış olduğum araştırmada bir sonuca varamamış olmam, babam bildiğim adamın aramızda olduğunu düşünmemi sağladığı hain, cenaze., yalnızlığım, evde bekleyen sürpriz.

 

Güneş doğmuştu ölümümün üstünden. Gün aymış hayatın telaşı tekrardan başlamıştı. Birileri yitip giderken birileri kaldığı yerden devam ediyordu.

 

Devam etmek zorunda kalacaktım, biliyorum. En ağırıda bu olacaktı.

 

Akrep ve yelkovan dönmüş, zaman en acı güne gelmişti. Annemle babam tabutlar eşliğinde gasil haneden çıktıklarında her şeyin sonuna gelinmişti. O çıkış bir daha geri gelmeyeceklerini gösteriyordu. Fakat ben onların geri geleceğine umut etmek istiyordum. Beni bırakmayacaklarına kendimi inandırmak istiyordum. Tabutlar cenaze arabasına bindirilirken buraya gelirken morgdan sonra ilk defa konuşmuş Asya'dan bir şey istemiştim. Evimizin anahtarı.

 

Gelin arabasında torpido gözündeydi. Yürümekte zorlansamda Asya'dan o anahtarı almıştım. Tabutlar bindirildikten sonra şoförün yanına geçtim. Onlar için yapmam gereken son bir görev vardı. Arabayı süren adamı evi tarif ettikten sonra camdan dışarıyı izlemeye koyuldum.

 

Gelip geçen arabalar, gelip geçen insanlar, gelip geçen hayvanlar... Hayat her türlü devam ediyordu. Sen varsın, yoksun, mutlusun, hüzünlüsün fark etmiyor; hayat kaldığı yerden devam ediyor: Ha yaşayarak ha ölerek...

 

Cenaze arabası ana yoldan bizim sokağa döndüğünde o sokaktaki anılarımız birer birer gözümün önünden geçmeye başladı. Annemle yürüdüğümüz, koştuğumuz her an her saniye şu an gözlerimin önündeydi. Ben bu sokakta annemle birlikte büyümüştüm ve şimdi bu sokakta annemle birlikte, annemin ölü bedenini getirmiştim. Annemin ölü bedeniyle birlikte bu sokakta büyüyen çocukluğumda ölmüştü. Bu sokaktaki anılarımızda ölmüştü. Annemle olan bütün anılarım ölmüştü.

 

Cam kenarına geçip saatlerce yoldan geçen insanları izleyen küçük kız yok olmuştu.

 

Artık annem yoktu onunla anılarımızda.

 

Tabutların eve çıkarılmasını istedikten sonra binaya doğru ilerledim. Asansörden evin bulunduğu kata çıktığımda evin soğuk kapısıyla karşı karşıya geldim. Elimde tuttuğum anahtar buram buram çaresizlik kokuyordu. Evin kapısını ailecek açacağımız o zamanı düşündüm. Evet, yine birlikte açıyorduk kapıyı ama tek farkla. Onlar ölü bense yaşayan ölü.

 

Kapıyı açtıktan sonra her şeyi değiştirdiğimiz evin içine yalnız bir şekilde annem ve babamın ölü bedenleriyle adım attım. Bu sandığımdan da çok yaralayıcıydı. Hafife alınacak kadar kolay bir şey değildi yaşadığım. Evimizdeki son kahvaltıyı yaptığımızı bilseydik şu an yaşadıklarımız değişir miydi? Bildiğimiz halde yine o düğünü yapar mıydık? Annem ve babam gider miydi?

 

Eve giren tabutları annemle babamın yatak odalarına taşımalarını söyledim. Yönlendirdiğim şekilde annemle babamı yatak odalarına taşıdıklarında yaptığımdan emin olmak istedim. Doğru muydu kimseye sormadan ikisini bu eve getirmem. İki ailede kendi çocuklarını bekliyordu ama asıl aile olan bizken onlara bunu borçlu hissettim. Bizi bu ev kavuşturdu madem bu ev bitirsin. Masalımız başladığı yerden bitsin.

 

Tabutları yataklarına bıraktıklarında taşıyanlar şaşkındı. Kale almadım garip bakışlarını. Şimdi bu odada, yeni yatak odalarında, yataklarında, ölü bedenleri yatıyordu. Hem de tabut içinde. Onlar bu dünyadan kavuştukları gün gitmişlerdi. Onlar burada mutlu olamamışlardı ama orada mutlu olacaklardı. Orada beni bekleyeceklerdi.

 

Yatağın üstündeki tabutları gördükçe her yaram sızlıyordu. Yataklarının üstündeki tabutları bu halde görmek beni mahvediyordu. Onları o halde daha fazla görmeye dayanamazdım. Odadan ayrıldığımda kendimi direk dışarıya attım. Nefes alamıyordum, her şey üstüme üstüme geliyordu. Hava bugün günlük güneşlikti, her yerde yaz sevinci vardı. Sıcak tepemdeydi ortalık cıvıl cıvıl cıvıldı. Oysa dün havalar kararsız, karanlık bulutlara sahipti.

 

Bugün ki sıcak değildi benim soğukluğumdu.

Bugün ki sevinç değildi benim ruhsuzluğumdu.

Bugün benim ölümümdü.

 

Saatler öğleni göstermeye başladığında annemle babam evin yakınındaki camiye götürülmesi için evden çıkarılması gerekildi. Tabutu taşıyacak olanlar yavaş yavaş odaya hareket ettiklerinde direk eve koştum. Merdivenlerden hızlı çıktıktan sonra kendimi direk odaya attım. Odada olan anneannem, babaannem, dayım, halalarım, teyzem ve dayım kabullenmiş gibi geri çekilmişti. Herkes ağlıyordu. Peşimden koşanlar bizim kızlardı. Hepsi harap olmuştu. Bana destek vermeye çalışıyordular ama kendileri de paramparça olmuştular.

 

Son kez annemle babamın tabutlarına sarıldım. Son kez yalvardım ama onlar geri gelmediler. Gelmek istemediler mi, beni böylece bırakıp gitmek mi istediler? Onca hayal kurmuşken elimi tutmayı bırakmamalıydılar.

 

"Gitmeyin. Anne, baba gitmeyin. Ben yapamam."

 

"Nereye gideyim nasıl edeyim."

 

Haykırışlar doldurdu dört duvarı. Yalvarışlar ağlattı direnen gözyaşlarını. Kalbim sonsuz bir acıya sahiplik yaptı.

 

Tabutlar önce odadan sonra da evden çıktı. Onlar giderken ben de aileme onlar gibi veda ettim. Annemle babam sonsuzluğa giderken sessizce son sözüm, "Hoşça kal" oldu.

 

Ufak bir fısıltıydı Dila için ancak küçük kız için en büyük çığlıktı.

 

Cenaze namazları kılındıktan sonra Beşiktaş mezarlığına götürüldü cenazeler. Artık onları ebediyen uğurluyordum. Yuvama veda ettiğim en son yerdi mezarlık. Kaç yuvaya son vedayı sığdırmıştı mezarlıklar. Artık Dila'nın annesi de babası da yoktu. Benim annem ve babam yoktu.

 

Kimsesizlik çok acıtıyormuş. Sanki ruhuma batan keskin bir bıçak vardı. İnkâr ettikçe, kaçmak istedikçe batıyordu. Aynı nokta kesildikçede yakıyordu.

 

Annem bir melekti.

 

Babam bir melekti.

 

Gökyüzünden izleyeceklerdi küçük kızı.

 

Tabutlardan çıkarılan cansız bedenler kabirlerine koyuldular. Üstlerine toprak atmaya başlandığında onların tamamen gidişiydi. Dayımın ellerinden aldığım kürekle ilk annemin sonra da babamın mezarlarına toprak attım. Her toprak atışımda içim kan ağladı. Fakat onlar gitti. Son duada edildikten sonra herkes başsağlığı dileyip dağılmaya başladı.

 

Bense nerede olduğumu önemsemeden annemle babamın arasında yatıyordum. Nerede olduğumu önemsemek basit kalıyordu artık. Daha büyük sorunlarım varken.

 

Saatler geçmiş herkes gitmişti. Herkes gitmişti. Annem ve babamı burada bırakıp gitmişlerdi. Gitmeyenler Bulut, Naz, Elif ve Asya'ydı. Her zaman yanımda olan dörtlü... Kardeşim benim için ayakta kalmaya direnirken onu yalnız bırakmayan Aslı'da vardı. Elif'in yanıma gelmesiyle o derin uykudan uyandığımda aklım babamın en son söylediklerindeydi. Bana bir sürpriz hazırladıklarını demiştiler. Eve gidip o sürprizi bulmam gerekiyordu.

 

"Dila artık gitsek mi?" Elif benim buradan gitmem için uğraşıyordu. Biliyor muydu ki gitmenin kolay olmadığını? Ruhunu burada bırakacağımı kim bilirdi?

 

Bulut bilirdi. Kaybetmişti ailesini. Acı çektiğini görmüştüm. Canı yandıkça canım yanmıştı ancak bu acı çok fazlaydı. Daha derinden yaralıyordu kendi acın, çaresizliğin. Parçaladıkça parçalanıyor kayboluyordun bilmediğin duygularda, tanımadığın bilinmez yollarda.

 

"Gideceğim Elif. Annem ve babamı burada bırakıp gideceğim. Başka çarem yok. Onlar benden gitti." Gözümden akan yaşlar kendimi tanımama engel olmaya başlamıştı. Konuşmak zorluyordu, kelimeler zorla çıkıyordu dudaklarımdan.

 

"Hadi gel bize gidelim."

 

"Hayır, Elif size gelmeyeceğim. Olmam gereken yere gideceğim." Kimsesiz kaldığım evime.

 

Şaşkın kalsalarda beni daha fazla üstelemeden kabul ettiler. İlk başta hepsi üstelese de sonradan kabul etmek zorunda kalmıştılar. Gitmezdim çünkü başka eve. Bugün böyle bir acı yaşamışken gideceğim tek bir ev vardı. Diğer bütün kapılar duvardı.

 

Sonraki tartışmaları ise kimin yanımda olacağıydı. Bunu uzatmamaları için müdahale olmak zorundaydım. "Elif sen eve git, anneannem ve teyzemin sana ihtiyacı var. Naz sen de evine git çok yorulduk zaten. Bulut sen de evine git dinlen ve işini aksatma. Asya gelir benle." Asya'nın gelmesi benim için en doğru karardı. Sonuçta o ev benden sonra onun eviydi.

 

Eve geldiğimde direk sürprizi aramaya başladım. İlk başta yatak odalarına baktım. Yatak odasın da fazla vakit geçiremezdim hemen o odadan ayrılmalıydım. Yatağa baktıkça o görüntü aklıma geliyordu. Odadaki eşyaları karıştırdıktan sonra bir şey bulamadım ve odadan çıktım.

 

Kendi odama girdiğimde hızlıca dolaptan başlayarak aramaya başladım. O sıra ise Asya benim ne yaptığımı sorguluyordu. Delice ne aradığımı anlamaya çalışıyordu. Bilmesede o da aramaya başlamıştı. Sıra komodinlerime geldiğinde direk yatağın yanındakinin ilk çekmecesini açtığımda o görüntüyle karşılaştım. Karşımda duran bir beyaz gül, onun arkasında annemle babamın düğün çekimlerinin olduğu fotoğraflar. Hepsini aldığımda en son bir CD çıktı. Üstüne yapıştırılan kâğıtta ise yazı yazıyordu.

 

*Şifre: 201501*

 

Şifredeki sayılara baktığımda şok yaşamış daha dazla sorgulamıştım. Bu sayılar sırasıyla benim, annemin ve babamın doğum günü tarihleriydi. 20 Haziran benim, 15 Şubat annemin, 01 Ekim'de babamındı. Laptopumu dolaptan çıkardıktan sonra direk açtım. Masanın üstüne koyduğum laptopumu açtıktan sonra hiç vakit kaybetmeden CD'yi taktım, şifresini girdim ve açılmasını beklemeye başladım. CD açıldığında karşımda duran annem ve babamdı. Bir video kaydetmişlerdi. Videoyu hemen açıp onları izlemeye başladım.

 

"Kızım," diye lafa başladı annem. "Ağlama olur mu? Bak biz hale buradayız?" O cümleyi söylerken elini kalbine götürmüştü. Aynısını dün gece benim içinde yapmıştı. Daha sonra ise babam devam ediyordu. " Kızım eğer ki bu videoyu izliyorsan biz yanında değilizdir. Sakın üzülme çünkü biz hep seninle olacağız." Babam. O sıra videoyu durdurup ikisine de sarıldım. Sonra videoyu geri başlattım. Titriyordum, canım yanıyordu. "Sana yurt dışında çok fazla imkân sağladık Dila. Oraya git kızım, bu hayattan, bu ülkeden git ki mutlu olabilesin. Eğer biz yaşıyor olsaydık hep birlikte gidecektik. Orada her şeyimiz var kızım. Biz gidemedik sen git, git ki bizim oradaki hayallerimizi gerçekleştir." Babam... Birlikte gidelim yine gel, gelin hadi. Videonun devamını izlediğimde sözü annem devralıyordu.

 

"Canım kızım bize hazırladığın her şey için teşekkür ederiz. Eğer sen olmasaydın biz hayallerimizi gerçekleştiremeyecektik. Sen bizim her şeyimizken hayallerinin peşinden koş kızım. Yurt dışına çıkıp o istediğin okulu oku olur mu? Biz kayıtlarını yaptırdık tek onay vermen kaldı."Onları el ele göz göze gördüğümde daha dağlıyordum. Bana bir video çekmişlerdi, veda etmişlerdi bana. Korktukları için mi çekmiştiler acaba?

 

Bencede öyle oldu. Ahmet Deniz'in rahat durmayacağını tahmin ediyorduk ancak böyle bir sonuçla karşılaşacağımızı bilememiştik.

 

"Bak kızım sen bize en güzel günü yaşattın ama bugünün sonu mutlu sonla bitmez. Buna izin vermezler. O yüzden biz gözümüz açık gitmedik. Sen kendine dikkat et. Güvendiğin insanları dikkatli seç ki her daim senin yanında olabilsinler. Seni çok seviyoruz kızım. Bize yaşattığın duygular için de sonsuz teşekkürler." Her şey bitti zannederken en son babamın cümlesi geldi ekrana. "Baba dediğini duyar gibiyim. Senin ağzından duyduğuma eminim. Bu çok güzel bir duyguydu. Hoşça kal kızımız." Son veda dediğimde böyle bir video olacağını bilmeden söylemiştim. Her ihtimale karşı bir veda videosu çekmelerine mi kırılsam, yaşadığım acıyla mı başa çıkmaya çalışsam, bilmiyorum.

 

Babam... Keşke daha erkenden çok çok baba deseydim sana. Belki de bunun pişmanlığını yaşamazdım.

 

Onlar bana bambaşka hayat sürüyordular ama benim buradaki hayatım ne olacaktı?

 

1 Hafta Sonra...

 

Eve gelen taziyeler bitmemişti. Hâlâ gelmeye devam eden misafirler beni sıktıkça sıkıyordu. Benim hayatım darmadağın olmuş gelip gidip başın sağ olsun diyordular. Sinir bozcuydu. Eğer ki kızlar ve Bulut olmasaydı ben bu işin altından kalkamazdım.

 

Bulut'a güvenmeyi seçmiş o onayı sormamıştım. Kalbimin sesini dinlemiştim. Zaten iç ses yoktu, kavga edip, tartışmıyordum. Onun yokluğu bile koyuyordu.

 

Polis titizlikle bunu yapanın kim olduğunu aramaya devam ediyordu. Polis ilerleme kaydedebilmiş miydi buna dair bir fikrimiz yoktu. O işlerle içli dışlı olan kişi Bulut'tu.

 

Bugün gelenler günün birinde hayatım için koşuşturanlardı. Naz, Asya, Elif, Aslı, Çınar, Can, Ege, Batu ve Bulut. Tanımadığım bir iki yabancı daha vardı. Çocuklardan bazıları sigara içmek için balkona çıkarken, gelen gidenlerle ilgileniyordu kızlarda. Yanımda oturan Asya'yı akrabalarla yalnız bırakıp mutfakta olan Bulut'un yanına gittim. Bir gelişme olup olmadığını sormak için. Mutfak kapısınının önüne gelir gelmez bir konuşmaya şehit oldum.

 

"Ya siz beni çıldırtmak istiyorsunuz? Kızın ailesi öldü ailesi. Daha ne yapmamı istiyorsunuz?"

 

Bulut'un ağzından çıkan cümlelerle olduğum yerde kalakaldım. Duyduklarım bir itiraftı anlamamak zor değildi. Son olaylardan sonra her şey önem niteliğinde olduğundan bunu kaçıramazdım. Elimde olan telefonun kayıt düğmesine basıp içerideki konuşmaları çekmeye başladım. Artık her şey kanıt niteliğinde olacaktı.

 

Şüphe düşmüştü bir kez kalbime. Kimseye güvenmemeye çalışsam da her birinde yenilmiş güvenmiştim. Şimdi duyduğum sözlerde annemle babamın ölüm anında oluşan sancıdan oluşmuştu. Belki de bu yüzdendir hızlıca telefonumu çıkarıp kayıt altına almam.

 

"Sizin yüzünüzden asla onay vermeyeceğim şeye onay verdim ama size bunun hesabını çok ağır şekilde ödeteceğim. Hayır, sizi tehdit etmiyorum öneride bulunuyorum."

 

Bulut konuştukça şoka giriyordum. Söylediklerine göre annemle babamın ölümün baş şüphelisi, onay veren oluyordu. O gece duyduğum onay annemle babamın canı mıydı? Bu kafamı allak bullak etmişti. Tam içeriye gireceğim sırada Bulut bir şey daha söyledi.

 

"Tamam iletiyorum." Sustu. Ağzında bir şeyler geveliyor gibiydi. "Sıradaki mesajı gönderecek missin."

 

Duyduğum doğru muydu? Bana gizliden gizliye mesaj atan kişiyle Bulut tanışıyor muydu? Ne oluyodu burada anlamıyordum. Ve en korkutucu olan şeyde yanında olabilecek evdeki herkesi tanımamdı. Balığım şu an her kimle konuşuyorsa ben onunla tanışıyordum. Bunun başla bir açıklaması olamazdı.

 

Neydi bu şimdi? Hayatımdaki her şey mi yalandı? Annemle babamın ölmesinin onayını veren balığım mıydı? Ben en sevdiklerimi en sevdiğim kişilerden dolayı mı kaybetmiştim? Hayatımın en güzel gününü yasa çeviren balığım ve yanındaki kişi miydi? O sırada sessizde olan telefonum titredi. Telefonun ekranına baktığımda ise Bulut'un dediği olmuş gizemli kişi bana mesaj atmıştı.

 

Özel Numara: Sana, bana inanmamanın bir hata olduğunu söylemiştim. Bunu en ağır şekilde ödemekten kaçınma. Çünkü sana mutluluğu değil yası hediye ediyoruz. Seçimlerini iyi yapman gerektiğini söylemiştim. Yakında daha kötü olacağın günlere hazırlıklı ol çünkü seni daha kötü günler bekliyor. Bütün sevdiklerin gözününün önünde birer birer ölecek ve sen hiçbir şey yapamayacaksın Dila Deniz. Bir sonraki mesaja kadar hoşça kal!

 

Gözümden akan yaşlar her şeyin plan dâhilin de olmasıydı. Bulut hakkında duyduklarım doğru muydu? Ona güvenmiştim. O ise beni en derin yerimden vurmuştu. Kendi yarasını bana yaşatacak kadar sevmemişti beni. Eğer sevseydi bana bu acıyı kendi yaşadığı halde yaşatmazdı. Ya da yaşatırdı ben yanılıyordum. Bu saatten sonra da onun yaşatacakları belliydi. Peki, bu gizemli kişi neden Bulut'u her mesajında satıyordu? Madem ortaklardı neden ortağını ele veriyordu? Her şey çok karışıktı çok. Kafamı toplamam gerekiyordu.

 

Elimde tuttuğum telefonu biraz daha ilerlettim. İçerideki diğer kişiyle birlikte Bulut'u video altına almam gerekiyordu.

 

Telefonla birlikte kapıya doğru yöneldiğimde kendimi belli etmeyecek kadar yaklaşmaya özen gösterdim. Telefonun ekranında odaklandığımda zorla atan kalbimin atışını duyuyordum. İşte böyle garip bir andı. Telefonu birazcık daha ilerlerlettiğimde onları gördüm. Bana ihanet eden o iki kişiyi. Her şeyden çok sevdiğim iki kişiyi. Güvendiğim iki kişiyi.

 

Sevgilim ve yakın arkadaşım.

 

Bulut.

 

Naz.

 

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitaptaaaa?

Şu bölüm yazdığım en zor bölümdü. Bir veda yazmak sanıldığından kat kat çok ağır. Neden yazdın diye sormayın çünkü hayat acımasızdır. Kimse kalıcı değil bazı gerçekler için fedakarlıklar gerekir. Dila ne kadar gülümsemek için can atsa da geçmişi, geleceğini çok etkileyecek. İhanetler onun en ağır darbesi.

Hem de daha hiçbir şey bilmiyorken...

Bana kızmayın tamam mı? Ben elimden ne geldiyse yaptım, kurtarmak için çok direndim ama onlar gitmek için direttiler.

Sizleri seviyorum🥺

Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?

Sizce Dila öğrendiği ihanetle başa çıkabilecek mi?

Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?

Burasıda sizin düşünceleriniz ve sorularınız için olsun.

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Wattpad: izzetcanduman

Inkspired: izzetcanduman

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 14.12.2024 19:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...