21. Bölüm
İzzetcan Duman / ÇIKMAZ SOKAK / 21.BÖLÜM: BULUT

21.BÖLÜM: BULUT

İzzetcan Duman
izzetcanduman

 

Ey ahali kalkın biz geldikkk🤍

Buraya başlama tarihiniz alayım,buranın adetiymiş madem😁

Yayınlama tarihim: 01.04.2024 (ikinci kitabı ilk yayınladığım tarihte şimdi maziyi tekrar analım)

Yeni tarih: 22.12.2024

Burada çok tutmayacağım bölüm sonunda görüşmek üzere.

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın. Hepinizi seviyorum😍

Keyifli Okumalar:)

 

 

Sırların gerçeklerle yüzleşmesinin mahkûmuydum.”

 

 

1.BÖLÜM

 

"BULUT"

 

Mavi Gri – Altüst Olmuşum

 

Kendini cezalandıran mâhkumdan:

5 Sene Sonra

 

Sırlar gerçekler ortaya çıkana kadar yaşamdı. Sırlar gerçeklerin eviydi ve bu ev yalnızlığın, gidenlerin, kalanların eviydi. Giden de kalanda sırların getirdiği gerçeklerle yüzleşmişti. Mutlu ya da mutsuz bunlar gerçekti. Gerçeklerse hep can acıtırdı. Kalanında gideninde canı acırdı bu kaçınılmaz bir sondu.

 

 

Sonlar asla değişmezdi gecikirdi. Bizim sonumuzun erken gelmesi ise planların olumsuz işleyişiydi. İstesen de istemesen de sırlar kaçmak demekti, sırlar yalan demekti ve yalan hiçbir zaman mutluluk getirmemişti. Erken gelen hiçbir şey ise henüz bitmemiş sonun başlangıç çizgisiydi. Bu başlangıç çizgisi artık sır kabul etmiyordu. Gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldığın bir başlangıçtı ve bu başlangıçta başlanılması zordu. Her şeyiyle zor bir yaşamdı.

 

 

Kaçmak ise bu sonların bir çıkış yoluydu. Fakat bu çıkış yolunun bir sonu vardı ve bu sona gelindiğinde gerçekler gün yüzüne çıkmak zorundaydı. Gerçekler hiçbir zaman saklanamazdı, saklanamamıştı. Kaçmak çıkmaz sokağa girmek demekti. O sokaktan çıkabilmenin tek yolu ise gerçeklerdi. Yüzleşmeydi. Kabullenişti.

 

 

Hayat bu iki gerçekten ibaretti; sırlar ve gerçekler. Bu iki yolda bir çıkmaz sokaktı. O yollardan çıkamaz orada kabullenip yaşardık ya da yaşamaya çalışırdık.

 

 

Zaman akıp giderdi, durmazdı. Bizi beklemezdi. Bir şeyleri telafi etmek için zaman isteyemezdik çünkü zaman her zaman işlerdi. Bu işleyişin getirdiklerini kabullenmek ise senelerimizi alırdı aynı benim beş senemi alması gibi. Koskoca beş sene... Ne yaşamıştı, nasıldı, neredeydi, ne yapıyordu, beni affeder miydi, benimle konuşur muydu, beni hala seviyor muydu? Bu sorularla geçen koskoca beş sene...

 

 

Dört duvar arasında ne kadar çok kalmış olursam olayım onu peri kızımı hala çok seviyordum, hala onu özlüyordum ve her ayrıntısına kadarda hatırlıyordum. Ondan kaçtığım için ne kadar çok kendimi suçlarsam suçlayayım en doğru yol buydu. Ben onun peşine gidemezdim, onunla hiçbir şey olmamış gibi yaşayamazdım.

 

 

Onsuzda yaşayamazdım ama o bensiz yaşardı. Benim yalanlarım olmadan yaşardı. Güvenerek yaşardı. O yaşardı ben yaşayamazdım.

 

 

Geçen seneler ne getirmişti bilmiyordum. Sadece düşündüğüm, kendimi cezalandırdığım beş seneydi. İçim içimi yemişti her gün inatla, yılmadan. Her zaman beni eriyip bitirtmişti düşüncelerim. Kaçmadan yüzleştiğim onlarca düşünce, his vardı. Hepsi de aynıydı. Hepsi yaralayan taraftı iyileştiren değil.

 

 

Çok dua etmiştim kendime inanmayı. Ama en sevdiği birine dahi yalan söyleyen biri kendine nasıl inanacaktı? İyiliği ya da kötülüğü o bir yalandı. Kaçışı olmayan bir gerçeğin sığındığı limandı. Rota gözüktüğünde ve oraya vardığında ise hiçbir kaçış yoktu.

 

 

Paslı kapının kilit sesiyle kendime geldiğimde yavaş ve usulca kapı aralandı. İçeriye giren kişiyi adım seslerinden tanımıştım. Beş senemin adım seslerini tanımamak ayıp olurdu. Adım sesleri durduğunda ise derin ve isteksiz bir nefes alıp tek nefesle konuştu gardiyan görevlilerinden olan Semih. "Bulut Aras ziyaretçin var."

 

 

Hayattan bıkmış bir tavırla derin nefes verdim. İstemiyordum ziyaretçi. Kimseyi görmek istemiyordum. Konuşmak istemiyordum. Hayatı yaşamak istemiyordum. Hiçbir şey istemiyordum. Ne kadar istemediğimi söylersem söyleyeyim yine gelmişti. Gelenin kim olduğuna dair bir tahmin yürütmeme gerek yoktu çünkü gelen her zaman aynıydı ya da aynılardı. Sayılı gelen kişilerden başka ziyaretçisi olmayan bir mahkûmdum.

 

 

Sırların gerçeklerle yüzleşmesinin mahkûmuydum.

 

 

Ne kadar istemesem de o yataktan kalktım. Hiçbir yüz ifadesine bürünmeden senelerdir aynı olan sabit yüz ifademle koğuştan çıktım. Semih arkamdan koğuşun kapısını kapattıktan sonra önüme geçti. Önümdeki demir parmaklığın kilidini açıp kapıyı ileri itti. Görüşme odası için olan bilmem kaçıncı günün ilk kapı girişini yapmıştım. Koğuşlardan gelen sesler mahkûmları hayata tutunma çabalarıydı, bir şeylerden umut etme çabasıydı. Mucizelerin beklenti sesiydi. Olmayacak dualara âmin demek gibiydi.

 

 

Üç kapı demir parmaklıklardan geçtikten sonra sola döndük. Yolunu ezbere bildiğim bir yerde yine adım atıyordum. Hayatımın iki üç adımını attığım en uzak yerdi görüş odası senelerdir. Yeniden sola dönmemiz ile görüşmenin yüz yüze görüşme olmadığını aramıza soğuk camların gireceği bir görüş olacaktı anlamıştım.

 

 

Demir kapının açılması ile içeri girdim. Camdan tarafa baktığımda ise yine gelenin Emre olduğunu gördüm. Senelerdir gelen ya Emre, ya Aslı ya da Ege oluyordu. Fakat en çok gelen Emre'ydi. Bazı zamanlar arkadaşım olarak gelirdi bazı zamanlarda zorla kabul ettirdiği avukatım olarak. Sürekli büyük bir umutla gelirdi ama yıkılıp geri giderdi.

 

 

Karşısına oturduğumda direk telefona sarıldı Emre. Kaş hareketiyle de beni telefonu almamı işaret ediyordu. İstemsizce tuttum o telefonu. Kulağıma götürdüğümde ise alıştığım o sesi dinledim. O konuştu ben dinledim.

 

 

"Yeter artık Bulut, yeter! Kendine ne kadar süre daha eziyet edeceksin? Söylesene, konuşsana." Sinirli, umutlu bir sesti bu. Haykırıştı, başkaldırıydı. Yüzündeki ifade ise yapma artık diyordu. "Yeter artık yapma bunu kendine! Kaçma gerçeklerden, yüzleş ve izin ver çıkartalım seni buradan. Hak etmiyorsun." Her seferinde ikna etmeye çalışıyordu ama sonuç hep aynı. Hatta o kadar çok ikna etmeye çalışmıştı ki son üç görüşmemizde asla konuşmamıştım. Kendimi kapatmıştım her şeye. "Hak etmediğin hayatı yaşatma kendine."

 

 

"Ben hak ettiğim hayatı yaşıyorum Emre. Kendi tercihlerimin bedelini ödüyorum." Emre'ye karşı aldığım binlerce tavırdan sadece biriydi. Ne dediyseler hep tersini savundum beş senedir ve hala da savunuyorum. "Yalanlar bir çıkmazdı Emre ve ben bu çıkmazın sonundayım. Buradan çıkamaz, yaşarım. Bunu kabullenin artık. Ne dava umurumda ne de özgürlük. Beni rahat bırakın!" Sesim bumbuzdu. Senelerdir dediğim şeyleri ben tekrarlamaktan bıkmıştım ama onlar duymaktan bıkmamıştı. Her seferinde her biri aynı cümleleri kurmamı istiyordu.

 

 

"Ne istiyorsun Bulut? Burada çürüyüp gitmek mi?" Bu sefer ki konuşma başka olacaktı bunu her iki tarafta gösteriyordu. Emre hiç olmadığı kadar pes etmiş hiç olmadığı kadarda inat etmişti. Sıkışıp kalmıştı inat etmekle pes etmenin arasında. Karar veremiyordu bunu sürekli gösteriyordu. Anlatmaya çalışıyordu.

 

 

"Tam da tarif ettiğin şeyi istiyorum. Burada çürüyüp gitmek, yok olmak, hatırlanmamak istiyorum. Yaşamamış biri olmak istiyorum. Ama buna izin vermiyorsunuz, söylesene neden izin vermiyorsunuz?" Hayattan bıktım demenin, ölmek istiyorum demenin bir başka yoluydu bu. Sesim söylediklerimin kanıtıydı ve bunu karşı tarafta hissedebiliyordu.

 

 

"İnsanlar yaşamlarına kaldıkları yerden devam ediyor Bulut. Kimse çürümek istemiyor. Kimse bir suçun kurbanı olmak istemiyor. Kimse sevdiği için ölmek istemiyor desem de öyle olmadığını biliyorsun demi." Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. "Ama yaşamak isteyen onlarca insan var. Hayatları için yaşamak isteyen onlarca insandan birini kaybetmiş biri olarak çok acımasız değil misin kendine?" Durdu. Yaptığının beni ne kadar çok etkileyeceğinin farkında olmasına rağmen susmadı devam etti. Beni kurtarmak için acılarımı deşti. Deşilmiş olan her acı kanatırdı. Kanattıkça da paramparça ederdi. "Kendin için değilse bile onun için yap Bulut. Onun için yaşa, onun için hayaller kur usanmadan, bıkmadan bir daha bir daha dene. Bırak artık kendini cezalandırmayı ve daha geç kalma." Bu sefer başarmış bir gurur tebessümü oturmuştu yüzüne.

 

 

Geri dört duvarın içine döndüğümde çok farklı hissedecektim bunu bile bile susmadı. Olmaması gereken duyguları yeşertmişti Emre. Deşmemesi gereken yeri deşmişti. Yapmaması gereken şeyleri yapmıştı. Bu beni ne kadar çok etkilerse etkilesin vazgeçmek istiyordum. Bir tohum bırakıp gitti Emre. Yeşermesine umut ettiği bir tohum...

 

 

Fakat o tohum yeşerirse olmaması gereken şeyler olurdu ve bu isteyeceğim son şeydi.

 

 

"Ne istiyorsun Emre? Buradan çıkınca yaşayabileceğimi mi sanıyorsun? Yeniden hayal kuracağımı mı sanıyorsun?" İstesem susup koğuşa dönebilirdim ama bunu yapmadım. O konuşur konuşur giderdi ben susabilirdim. Susmadım. Bu sefer susmadım ve olacaklara, getireceği duyguları anımsadığım halde devam ettim. İhtiyacım olduğunu hissettiğim için mi devam ettim bilmiyorum ama her şeye rağmen konuştum.

 

 

"İnanıyorum Bulut. Senin düzeleceğine, hayatına kaldığın yerden devam edeceğine inanıyorum. Sen ne kadar kaçarsan kaç yüzleşmekten, gerçekleri kabul etmekten, olmayan bir suçun cezasını çekmekten ben sana inanıyorum." Umut hissedilmeyen onlarca duyguydu. Umut eden ise olmayacağını bildiği bir savaşa girmesi demekti. Kazanılması zor olan bir savaştı. Umut olmayacak şeylere verilen olumlu bir isimdi. Emre ise baştan beri olan umudunu yitirmişti. Baştan beri yapmak istemediği acı yönlerimle vuruyordu beni. Yapmaması gerektiğini bildiği o gerçeklerle vurmaya devam ediyordu.

 

 

"Ben hayatıma o günden sonra hiç devam etmedim Emre. Etmiş gözüksem bile ben o günde takıldım. O günde durdu benim için zaman. Hiçbir şekilde işlemeyen o zaman yıllar sonra onunla işlediğim. Duran kalbim onun yanında attı. O kalp attı ama ben en başta o kalbe ihanet ettim. Yapmamam gereken şeyi yaptım ben, bunların cezasını çekerken gelip de bana suçlu değilmişim gibi davranma. Ben suçluyum artık bunu kabul et."

 

 

Hiçbir şey kolay değildi benim içinde. İhanet ettiğim o kalp beni asla affetmezdi. İhanet affedilmemesi gereken bir şeydi ve ben ihanet etmiştim. İstediğim kadar pişman olayım zaman işliyordu ve asla geri alınamazdı. Yapmayabilir olanları kabul eder kenara çekilebilirdim ama ben o ihaneti yapmıştım. İstemediğim onca şeyi zorla yapmıştım. Yaptırılmıştım.

 

 

"İsteyerek yapmadığın her şey suç değildir bunu bile bile niye diretiyorsun? Çıksan onun karşısına geçsen ve her şeyi anlatsan ama her şeyi. Sahte, yalan, sır olmadan bütün gerçekleri anlatsan seni affetmez miydi? Seni anlamaz mıydı?" O da inanmıyordu bunun olacağına ama diretiyordu. Arkadaşı için diretiyordu. İstesem kabul etsem ilk davada çıkabilirdim bu kolaydı ama ben asla kabul etmiyordum.

 

 

"Etmezdi. Yalanı sevmeyen peri kızıma hayatında ki en büyük yalanı bildiğimi ve onun için savaştığımı söylesem beni affeder miydi Eme? Hadi söylesene." Sırlar yalanların yuvasıydı ve o yuva benim evim olmuşken oradan çıkıp gerçeklerin yuvasına girersem sürüklenecektim. Sonu olmayan bir yola girecektim ve bu yolu tek başıma kaldıramazdım.

 

 

"Ederdi. Ben hayatımda ki en büyük yalanı affettiysem o da kabul ederdi. Sen hayatında ki o sırrı saklayıp içine gömüp bu yola girdiysen o da seni affederdi. Buna inanmak istemeyen sensin Bulut." Geçmiş tekrardan karşıma çıktı. Gitmeyen beni yalnız bırakmayan geçmiş yine karşımdaydı. Getirdiği hisler beni yine sorguya çekiyordu. Kaçamadığım tek şeydi geçmiş.

 

 

"Görüşme zamanınız doldu bitirin." İçeriye giren gardiyanın uyarısı ile telefona geri döndük. Emre istediğini başarmış bir havaya girmişti çoktan. Daha kabul ettiğim bir şey yokken bu havaya girmesine çok şaşırmıştım. Bu hareketinin arkasında çok farklı şey yatıyordu bunu anlamamak mümkün değildi.

 

 

"Kardeşinin sana ihtiyacı var Bulut."

 

 

Bütün konuşmayı darmadağın ettikten sonra gitti. Yapması gereken ilk şeyi en son yapmasının tek açıklaması vardı: Ben düşünmekten kendimi geberteceğim ve çıkmaya karar vereceğim. Dört duvarın içine geri döndüğümde ise darmadağındım. Duygularımı alt üst etmeyi başarmıştı. Yaptığımız onca konuşmalar varken beni en çok etkileyen konuşmanın bu olmasının tek sebebi kardeşimdi. Beş senedir yüzünü görmediğim kardeşim. Kimsenin haberi olmadığı kardeşim. Annemin bana emanet ettiği kardeşim.

 

 

Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum ama hala aynı düşünceler içindeydim. Terk ettiğim kardeşimi bir başkası tarafından hatırlamak zorunda kalmak çok koymuştu. Bana en ihtiyacı olduğu zamanda terk etmiştim onu. Kendimle birlikte onu da cezalandırıyordum.

 

 

Birbirimize sımsıkı sarıldığımız günler aklımı kurcalamaya başlamıştı ne kadar zaman sonra. Hayatımızın değiştiği o gün en büyük destekçimizdik birbirimizin. O gün tüm hayatımız değişmişti baştan sona. Beni bu işe sürükleyen o gün zihnimi kurcaladıkça paramparça oldum. Hissetmemek için çaba sarf ettiğim o duyguları yine hissettiğimde içimde ki değişen şeyin inancım olduğunu anlamam çok zamanımı almayacaktı.

 

 

Sevmiştim. Bütün olumsuzluklara karşı sevmiştim. Sevilmiştim. Çok güzel duygular yaşarken onları paramparça etmek çok yaralayıcıydı. Ruhum paramparça, ruhu paramparça. Paramparça olmuş hiçbir şey eski halini almazdı, alamazdı. Unutulurdu o da istenilirse.

 

 

Peri kızımın veda cümleleri düşmüştü aklıma her gün olduğu gibi. "Gidiyorum ben balığım. Senden, benden, acılarımdan, yüklediğiniz bütün acılardan gidiyorum." Veda cümlelerine böyle başlamıştı. Yüklediğimiz bütün acılar çok zordu. Kendim bunları hissederken ona, peri kızıma bile bile bunları hissetmesini sağlamak kendimi öldürmem için yeterli sebepti. Ona yüklemek istemeyeceğim en büyük acıyı kendim yüklemiştim. "O yüzden yaşattığın her şey için teşekkür ederim. Her şey yalan olsa da çok güzeldi." Hayır, sevgilim, hayır peri kızım duygularım hiçbir zaman yalan değildi. Seninle geçirdiğim o saatler yalan değildi. Hepsi gerçekti, hepsi doğruydu. Ama sana bunu söyleyecek kadar cesaretli değilim. Senin karşına çıkacak kadar cesaretli değilim. "Ben senin ruhunu hissetmiştim ama sen benim ruhumu parçaladın." Beni en çok yaralayan ise bu sözleriydi. Benden giderken bile beni düşünüyordu. Ben onu paramparça etmiştim. Sevdiğim en güzel şeyi paramparça etmiştim. Ben onu hiçbir zaman hak etmemiştim. "Hoşça kal balığım. Hoşça kal deniz kokulum. Hoşça kal." Veda edip giden herkes gibi o da parçaladı ve gitti. Ben onu düşünmeden hareket ederken o gidişinde bile beni düşünüyordu.

 

 

Giden gittiğinde geride kalanlar yaşayamazdı, ölürdü. Yaşamak onlar için bir neşe kaynağı değildi. Yaşam onlar için geçerli bir sebep değildi.

 

 

Önüme aldığım deftere yine yazacaktım. Eğer dışarıda olsaydım bunları kayıt altına alırdım. Çünkü yazılar hep gidicidir. Duygu hissettirmez. Ben yazarken duygu hissetmem. Ses kaydı ile çekilen o görüntüler benim gerçeklerimdi. Sırlarla dolu olan hayatımın gerçekleriydi. Benim ruhumdu.

 

 

*Yazıyorum yine. Yine satırlarda buluyorum en güzel nefesi. Yaşadığımı hissettiren satırlarda gülüyorum. O satırlarda hayat buluyorum. Sen gideli beş sene oldu sevdiğim. Sen gideli ise on dört sene oldu annem. Hayattaki en büyük şanslarımı da ben kaybettim. Benim yüzümden kaybettim. Hayatınızı ben çaldım. Ben yok ettim sizi. Sizinle var olmak isterken sizleri yok ettim. Dayanamıyorum artık. Yetemiyorum kendime. İnandıramıyorum inancı mı ruhuma. Yapamıyorum sizlersiz. Özledim her ikinizi de. Kardeşimin bana ihtiyacı varmış annem. Belki de yaşamımı sırf onun için devam ettiririm. Onu mutlu etmek istesem de edemem annem. O seni istiyor beni değil. Bir zamanlar benim seni deli gibi aramam gibi o da seni arıyor. Ben daha fazla kaldıramıyorum. İkinizin de kokusunu özledim.*

 

💦

 

 

Ne zaman uyuyakaldığımı kestiremiyordum. Fakat uyandığımda her yerimin tutulduğunu hissediyordum. En son mektup yazıyordum kendime. Kendi kendime yazdığım binlerce mektuptan biriydi. Kaydettiğim kasetlerin yerlerini tutamazdılar ama beni tatmin etmeye yetiyordular. Sandalyeden ayağa kalktığımda ise koğuşun sessizliğini çözmüş oldum. Herkes sabah nefes almak için açılan kapılardan dışarıya çıkmıştı. Özgür hissetmeye çıkmışlardı. Fakat orada bile özgürlüğümüzü kısıtlıyordular.

 

 

Etraf çevrili, yine bir dört duvar, yine bir umut. Mahkûmların aldığı bir saniyelik özgür nefes onların umuduydu. Hiç bitmeyecek umutlarıydı.

 

 

Yataktan kalktığımda ne kadar sürenin kaldığın bilmeden kendimi direk bahçeye attım. Çıkmayı tenezzül etmediğim o bahçeye bugün yedinci kez çıkıyordum. Bu bahçeye sürekli çıkmayı isteyen o kadar çok mahkûm varken ben çıkmak istemeyen sayılı mahkûmlardandım. Çıktığımda özgürlüğü değil aldığım nefesin vicdansızlığını hissediyordum. Sırf bu sebepten ötürü kaç defa canıma kıymaya kalktıysam olmadı. Her seferinde kurtarıldım.

 

 

Ölmeyi bile beceremeyen ben başkalarının ölümünden sorumluydum. Onun vicdan azabını her saniye çekerken özgür nefes almak düşüncesi bile haramdı bana.

 

 

Bahçeye attığım ilk adımda farklı o duyguyu seneler sonra tekrardan hissettim: Huzur, istek, yaşam, sevinç. Hissetmediğim duyguları tekrardan hissetmemin nedeni dünkü konuşma mıydı? Bana ihtiyacı olan birini bilmem miydi?

 

 

En çok o yıpranmıştı bu hikâyede. Senelerce aile şefkati neydi, nasıldı bilmeden büyümüştü. Ayırmışlardı bizi birbirimize en muhtaç olduğumuz dönemde. Zorlamıştı hayat: Acımadan, usanmadan. Daha birbirimize doyamamışken kıymışlardı bize. Abi kardeş olmayı bile becerememiştik ki biz. Acımızı yalnız yaşatmışlardı bize. Biz hiçbir zaman kardeş olamamışken hep birbirimiz için savaştık.

 

 

Kalabalık olan bahçede daha fazla durmak istemediğim için içeri geri girdim. Kimsenin olmadığı koğuşta yalnızlığımla baş başaydık. Fakat paslı kapının oradan gelen tıkırtı ile gardiyanlardan biri geldi. "Bulut Aras ziyaretçin var." Tekrardan duyduğum o seslerden sıkılmaya devam ediyordum. Asla bitemeyecek olan bu ziyaretler can sıkmaya başlamıştı. Gelen bu sefer Aslı ya da Ege'ydi. Emre beni bırakmıştı. Benden gelecek bir çağrıyı bekliyordu. Bunu dünkü konuşmada açık bir şekilde belli etmişti.

 

 

Sıradan kontrollerden geçtikten sonra birer birer kapıları geçtik. Rutin işlemlerden sonra camlı görüş odasının kapısına geldik. Yeniden o kapı açılınca içeri girdim. Sola döndüğümde ise karşımda görmeyi beklemediğim yüz ile karşılaştım. İğrendiğim o yüze baktıkça kendimden nefret ettim. Bana sırıtarak baktıkça onu orada boğasım geldi. Yüzsüzce buraya nasıl gelebiliyordu? Telefonu eline aldığında ise her şeye rağmen oturdum ve karşılık verdim.

 

 

"Selam ortak. Nasılsın?" Sesindeki o aşağılayıcı tonu çok iyi sezmiştim. Kendinden emin bir şekilde konuşuyordu. Onun buraya isteyerek gelmeyeceğine o kadar emindim ki.

 

 

"Senin burada ne işin var?" Onu görmek beni paramparça etmeye yetmişti. Yaptığımız onca kötü şeyden sonra hala burada karşımda sırıtarak oturuyordu. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak bir çözüm olsaydı ben zaten uygulardım.

 

 

"Aa hiç hoş bir karşılık değil bu. İnsan ortağı..." Hala alaya alıyordu. Sinir etmek için yapıyorsa onu camları kırar buraya geldiğine bin pişman yapardım.

 

 

"Ortağını sikerim lan! Senin dışarıda ne işin var Naz?" Sinirlendiğim her halimden belli olabiliyordu. İçeri birlikte girdiğimizden beri hiçbir haber almamıştım. Aldığım tek haber çıkmak için her şeyi denediydi.

 

 

"Terbiyesiz, terbiyesiz konuşma. Suçlu olmadığım için serbest bırakıldım." Alaycı tavrından ödün vermiyordu. Kendini bir bok sanıyordu ama karşısına cam duvarlar olmadan çıkmış olsaydım alaycı tavrını bozup bozmadığını görürdü.

 

 

"Kendini ne sanıyorsun kanatsız melek mi? Seni öldürürüm Naz. Seni öldürürüm ve hiç kimsenin umurunda olmazsın. Burnunun dikine gitmeyi bırak niye geldin onu söyle." Şu an tek isteğim buydu. Sesimden korktuğu belli olan Naz daha fazla alaycı davranmadı ve ciddiye büründü.

 

 

"Seni buradan çıkaracağız ve sen de buna itiraz etmeyeceksin." Kendine o kadar çok güveniyordu ki hala ciddiye alınacağını sanıyordu. "Yarım bıraktığın işi de tamamlayacaksın. Eğer kabul etmezsen olacakları biliyorsun." Beni o kadar iyi tanıdığını sanıyordular ki hala aynı tehditle korkutmaya çalışıyordular.

 

 

"Kabul etmiyorum. Ben zaten ölüyüm kardeşimde ölse hiçbir şey olmaz. İstediğinizi yapın." Bu sefer onların yolundan gitmeyecektim. Bu sefer onlarla olmayacaktım. Bu sefer çıksam bile sevdiklerime ihanet etmeyecektim.

 

 

"Sana seçim hakkı sunmuyoruz beyefendi haber veriyoruz. Ama sen her şeyi tersine çevirirsen sadece kaybedeceğin kişi kardeşin olmayacak. Yardım ettiğin o vakıf, canından çok sevdiğin arkadaşların, sevginden geberip gitmek için kendini buraya tıktığın peri kızın. Peri kızın ölmeyecekti ama ölecek. Hele de son yaptıklarından sonra." Aynı şeyleri demekten asla bıkmıyordular. Ben reddetmekten bezmiştim ama onlar tehdit etmekten bezmemişlerdi.

 

 

"Umurumda değilsiniz Naz. Olamayacaksınız da. Hatta o patronuna söyle sikimde bile değil. Şimdi defol git!" Bu sefer söz söylemeden çıktım görüş odasından. Onu orada öylece bırakmak aşırı mutlu etmişti. Artık beni kullanamazdılar. Çıkacaksam bile sadece doğrular için çıkacaktım.

 

 

Savaşmak gerçeklerin yoluydu. Kaçmak ise sırların...

 

 

Koğuşa giderken yıllardır kullanmadığım arama hakkımı kullanmak istedim. Gardiyan ilk başta reddetse de haklarımı savunduktan sonra müdürü aradı. Müdürle yaptığı konuşma ile izin verdi. Telefonun karşısına geçtikten sonra numarayı çevirdim. Yıllardır telefonla konuşmuyordum. Görüş odasındakiler gereksiz bir varlıktı zaten. Telefon çalma sesiyle derin bir nefes aldım. Aldığım kararın getireceği her şeye razıydım.

 

 

"Efendim!" Emre'nin sesiyle kendime geldiğimde tekrardan düşündüm. Fakat kararım netti.

 

 

"Kabul ediyorum, çıkar beni buradan." Tek nefesti her şeyi değiştiren. Yine bir onaydı her şeyi değiştiren.

 

 

"Emin misin?" Her şeyden emin olması gerekiyordu.

 

 

"Eminim! Alınması gereken intikamlar varken daha fazla burada kalamam." Her şey yeni başlıyordu.

 

 

"Tamamdır bir hafta sonra dışarıdasın." Sesindeki heyecanı hissettiğimde seneler önceki heyecanlı hislerimi hissettim. Kendimden giden bütün duyguları düşündüm. Hissizliğimin beni yorduğuyla yüzleştim.

 

 

"Tamadır bir hafta sonra canlı canlı görüşmek üzere." Telefonu kapattıktan sonra koğuşa geri döndüm. Dört duvar arasında sayılı günlerimi yaşıyordum. Asıl hikâye yeni başlıyordu.

 

 

İntikam zamanı geldiğinde en acıtan şekilde alınırdı. Benim intikamımın zamanı gelmişti. Can yakma zamanı gelmişti. Yaşadıklarımın aynısını ve daha katını yaşatmanın zamanı gelmişti. Sevdiğim için yalan söylediğim zamanları gerçeklerle kör etmenin zamanı gelmişti.

 

 

Bulut Aras'ın zamanı gelmişti. Havadan izleminin ve onların üzerine yağmanın zamanı gelmişti. Sonuçta, "Su taneleri bile bir işe yarıyorsa sizin pes etmeye hakkınız yok." demişti çok sevdiğim biri.

 

 

Devir değişim devriydi. Kaybettiklerim için ne yapmam gerekiyorsa onu yapacaktım. Kardeşimden çalınan hayatın hesabını soracaktım. Benden alınan duyguların hesabını soracaktım. Peri kızımdan akan gözyaşlarının hesabını soracaktım.

 

 

Savaşacaktım. Gerçeklerden kaçmayacak onunla yaşayacaktım. Çalınan bütün duygularım için savaşacaktım. O duyguların her biri teker teker geri gelecekti. Ben Bulut Aras kayıp ettiği, çalınan hayatının hesabını sorana kadar durmayacaktım. İki elim düşmanlarımın yakasında olacaktı. Benden kaçışları yoktu.

 

 

Hayat yaşamam için zorluyorsa benim kurallarımla yaşayacaktık. Kuraların olduğu yerde ise sırların işi yoktu.

 

💦

 

 

5 Sene Önce

 

 

8 Mayıs 2022 ilk olay günü

 

 

Senelerdir eğitilmek ne kadar doğruydu? Savaşmak için hazırlandığın sırlar mutluluğu getirecek miydi? Kaç kişinin hayatı çalınıp savaşa sürüklendi? Zaman işliyorken bir sır uğruna kimlerin hayatı bitti? Kimler onlarca şeyden vazgeçti?

 

 

Bir uçurum kenarında veda etmiştim anneme, hayatıma, yaşama sevincime. Bütün hayallerim o gün paramparça olup yok edilmişti. Seçenek yoktu, kaçış yoktu ve kurtuluş hiç yoktu. Ne olursa olsun o yalan dolu hayatı yaşayacaktım. Yaşamak zorunda kalacaktım.

 

 

Bütün hayatım gitmişti, yok olmuştu ama geriye bırakılan o umut benim imkânsızımdı. Kardeşim benim imkânsızımdı. O minicik eller beni bırakma diye bağırıyordu. Küçük kalp yalnız kalma korkusuyla atıyordu. Daha 12 yaşındaydı hayatı darmadağın olduğunda. Hayaller kurarken onları olamayacağıyla yüzleşmişti. Daha eğleneceği onca gün varken o günle hayatı değişmişti. En güzel hayatına o gün sımsıkı sarıldığı abisiyle birlikte vazgeçmişti. Sımsıkı sarıldığım en kötü gündü çiçeğime.

 

 

Hayat o kadar acımasızdı ki ayakta durmama izin bile vermedi. Savaşmama, bir şeyler için uğraşmama izin vermedi. Darmadağın olmuş hayatımı değiştirmeme fırsat tanımadı bile. Gerçek, yüzünü en acımasız günde ortaya çıkardı. Asla istemeyeceğim o hayata sürükledi beni.

 

 

Gerçekler acıtırdı... Bu acı ise asla dinmezdi. Her zaman orada öylece kalır zamansızca hatırlatırdı kendini.

 

 

İki senedir düzene girmişti hayatım. Kaçtığım onca şeye rağmen mutlu olmak için çabalıyordum. Yaşamaya çalışıyordum. Yaptığım acımasızlığa rağmen yaşamaya, mutlu olmaya çalışıyordum. Avukat olduğumdan beri çok çalıştım, çok çabaladım. Başarı mutluluk getirir inancımla durmadan çalıştım. Gece gündüz ayırt etmeden davadan davalara koştum. Bütün çabalarımın karşılığını gördüğüm o kısa süre bile beni mutlu etmeye yetmedi. Çok istediğim o ofisi açtığımda da, arkadaşlarımla o ofisi bir sene içinde büyütmemiz bile mutlu olmam için yeterli değildi.

 

 

Bana biçilen en acımasız dünyada bile hayallerimi gerçekleştirmek için çabaladım. İzin vermediklerinde kaçmıştım ama bunun cezasını çok ağır ödettiler. Sadece bir intikam için eğitilmiş, o intikam için yaşatılan biriydim. İsteseler benimde canıma kıyardılar ama bana ihtiyaçları vardı.

 

 

Kim olduğunu bilmediğim kişiden ne olduğunu bilmediğim bir sır için intikam alacaktım.

 

 

Nefret. Asla uslanmayan inançlarımız gibiydi. Asla peşini bırakmayan bir duygu... İsmini bile bilmediğin bir kişiden nefret edilir miydi? Ben ediyordum daha doğrusu ettiriliyordum.

 

 

O kadar şeye rağmen bir çiçek vardı. Ortalığı aydınlatan bir çiçek... O kadar güzel gülüyordu ki insanın o gülüşlerde yaşayası geliyordu. Sadece ilk görüşte hissetmediğim duyguları hissettiren o kız, her defasında nasıl hissettirirdi? Hiç istemediğim kadar istemiştim o duyguları tekrar tekrar hissetmek. İlk gördüğümde üstünde sarı bir elbise vardı. Bir insana sarı bu kadar mı yakışırdı? Yakışmıştı. Fakat saf bakışlar atan yeşil gözler huzurun kendisiydi. Yıllardır hissetmek istediğim huzuru anımsatıyordu o gözler.

 

 

Aklımı günlerce kurcalamıştı o hisler ve o yüz. En güzel rüyalarımı oluşturmuştu. Hatta bir ara göz göze gelmiştik işte o sıra zaman benim için durmuştu. Kalp ritmim hızlanmıştı. İstemsizce gülmüştüm. O anı aklım her yerine kazımıştı, silinmemek üzere. Kalbim yerinden çıkıp gitmişti sanki.

 

 

Beni bambaşka yerlere götüren o yeşil gözlerin sahibi bir kalp hırsızıydı. Dila'ydı. İlk defa duyduğum en güzel isim. Hayatımı canlandıran isim. İçimde kelebekler uçuşturan isim. Seneler sonra güldüren isim. Hayatıma girmiş en güzel sürprizlerin sahibiydi. Hafızamın asla silmeyeceği o köşedeydi. Aşk bedenimi sarmalamıştı, en güzel hisleri getirmişti peşinde. En güzel sevgiyi vermişti en acımasız zamanda.

 

 

Zaman bile acıyorken her şeyin yalan olduğu dünyada sırlar acımıyordu. Gerçeklerden kaçış yoktu.

 

 

Karşımda gülen çift gözler istemsizce gülmeme sebep oluyordu. Kahkaha bir insanı hayata bağlayabilir miydi? Bağlıyordu, en güzel hisleri tekrar tekrar yaşatmak için bağlıyordu. Sonsuza kadar gitmesini istemediğin onlarca his sarmalıyor bedenini. Vazgeçemiyorsun, çünkü kalbin orada pır, pır atarken başka olanak bırakmıyor. Darmadağında olsan kalp o güzel duyguları bırakamıyor.

 

 

Yıllar sonra bu duyguları hissetmek çok değişikti. Anlam veremediğim bu hislerin çıkış yoluna gittiğimde ise asla olmaması gereken şeyin olmaması gereken zamanda olduğunu gelen telefonumun çalma sesiyle anlamıştım. Cebimde duran telefonu elime alıp araya baktığımda, "S," harfini gördüm. Bu benim hayatımın altüst olmasının nedeniydi. Sırlar ve onun getirdiği intikam hayatımı mahvettiğinin gerçeğini hatırlatıyordu. Neden bu zamanda aradığına anlamasam da telefonu istemeyerek açtım.

 

 

"Demek sana ulaşmak için illa benim aramam gerekiyordu." Karşıdan gelen o tiz ses her şeyi hatırlatıyordu. Neden hayatımda korkarak yaşadığımı, neden zorla bir intikamın içinde olduğumu her ses tonunda hatırlatıyordu. Kaçtığım her şeyi hatırlatan tek sesti. "Bir daha böyle bir şey yaparsan emin ol seni..." Ses tonundan da anlaşılacağı üzere çok kızgındı ama bu benim umurumda değildi.

 

 

"Bir daha böyle bir şey olmayacak çünkü ben yokum. Anladın mı yokum." Daha rahat konuşmak için dışarı çıktığımda havanın serinliğini hissettim. O hava benim vazgeçişlerimdi. Vazgeçtiğim her şeyi temizleyecekmiş gibi içime çektim. Olmayacağını bildiğim halde yine ufak bir umuda tutunmayı tercih edip gerçeklerden kaçtım.

 

 

"Ne demek ben yokum?" Her şeyi bildiği halde, bunu yapmak istemediğimi en baştan bildiği halde üzerime bu kadar gelmesini hala anlamış değildim. İçime oturan bir his beni darmadağın edeceğini fısıldar niteliğindeydi. Ama yine de her şeye rağmen devam ettim.

 

 

"Bitti demek, artık yokum demek. Yüklediğin onca acıyı daha fazla kaldıramıyorum demek. Ne yapacaksan bensiz yap demek." Sesimden bile ne kadar aciz bir durumda olduğum anlaşılıyordu. Fakat bu onun ne kadar umurundaydı? Ama ben olacak her şeyi göze almıştım zaten.

 

 

"Zaten bende bunun için aramıştım. Her şey bitti Bulut Aras. Plana dâhil değilsin, istediğini yap. Fakat son bir seçenekle veda edeceksin bize. Verdiğin cevaptan sonrada kardeşini alabilirsin." Duyduğum ses gerçek olabilir miydi? Bunlar gerçek olabilir miydi? Onca savaşa rağmen beni istemiyordular. Korktuğum onca şeyi uygulamayacaktı. Vazgeçtiğim kardeşimi geri verecekti. Belki de bu sefer umut ettiğim her şey bir, bir gerçek olacaktı.

 

 

"B-ben doğru mu duyuyorum?" İnanılması onca şeylerden sadece biriydi bu duyduklarım. Belki de bir şaka, belki de telefonlara bakmadığım için cezaydı bu. O kadar çok duymak istemiştim ki bu sözcükleri şimdi inanasım gelmiyor.

 

 

"Seçeneğini yap ve kurtul bizden, istediğin gibi." Gelen ses net ve sertti. Yapmam gereken sadece bir cevap vermek ve kurtulmak. Kalbimin atışları bile değişmişti. Özgürlük bedenimi sarmaya başladığında ki hissi tarif edemezdim.

 

 

"Ne istiyorsun?" Daha şimdiden hayal kurmaya başlamıştım. Yapmak istediğin onca şeyi tekrardan düşünmeye başlamıştım.

 

 

"Bulut Aras seçme hakkın olsaydı kimin ölmemesini isterdin. Annen mi, baban mı?" Neydi şimdi bu? Bu sorunun cevabıyla benim plan dışı kalmamın arasındaki bağ neydi? Annem ya da babam bu soru neden vardı? Kurduğum hayalleri düşündüm, kardeşimin çaresizliğini, bende kalan boşluk hissini düşündüm. Sorunun içinde kayboldum.

 

 

"Annem. Annemin ölmesini asla istemezdim." Seçim yapmak zordu ama ben yapmıştım. İnsan babasının ölmesini ister miydi? İstiyordu. Ona köle gibi davranan birine baba demektense ölmesini istiyordu. Annesinin vücudunda ki morlukları saymaktansa ölmesini istiyordu. Korkudan akıtılan her gözyaşı için babasının ölmesini istiyordu. Getireceği bütün acıya, zorluklara rağmen istiyordu.

 

 

"Kardeşinin yerini biliyorsun, serbestsin. İstediğini yapmakta özgürsün Bulut Aras." Bitmişti. Korkularım, endişelerim, cehennemim bitmişti. Ağzımı açmadan yüzüme kapanmıştı telefon. Son seçim, son sözcükler bütün hayatımızı değiştiriyordu.

 

 

İçeriye geri girdiğimde Aslı'nın pastasını üflediğini gördüm. Yaşadığım telefon konuşmasının şokundan çıkmak zordu. İçeceklerin olduğu bölüme ilerlediğimde çift yeşil gözleri üzerimde gördüm. Göz göze geldiğimizde içime gelen huzur geleceğin huzur dolu sesiydi sanki. İçecekler bölümünden su alıp içtiğimde hala yaşanılan şeyi anlam veremiyordum. Artık özgürdüm. Bir intikam yoktu, beni mahvedecek acılar yoktu. Kardeşim ve hayallerim vardı birde hazırlıksız gelen aşk.

 

 

O kadar çok izlemiştim ki kızı arkadaşlarından birinin ters ters bana baktığını gördüm, ayık değildi bu her halinden belli oluyordu. Fakat o kadar şeye rağmen o hala ayıktı. İçmemişti. Bütün misafirler içerken kalbimi çalan hırsız içmemişti. Ya hissetmişti ya da izin verilmemişti. Etrafımdan gelen onca sese rağmen tek onun nefes seslerini, kahkaha seslerini duyuyordum. Kimse parlamazken tek parlayan gülüşleriydi. Fakat o gülüşler sadece saniyesinde soldu. Yerini bıraktığı endişe, korku gözle görülecek derecedeydi.

 

 

Korku bedeni sardığında çaresi yoktu. İçin içini kemirse de deli gibi korku hep var olacaktı. Ne kadar istemezsen isteme hep burnunda bitecekti. Kaçamazdın, izin vermezdi. Korku senin evindi, olmak zorundaydı. Eğer ki sizden korkmamanız isteniyorsa korkmayacaktınız, korksanız bile belli etmeyecektiniz. Korktuğunuzu belli ettiğiniz an yok olurdunuz. Kimse varlığınızdan şüphe etmezdi. Seveni sevenden başka kim kurtarabilirdi ki? Bir çift göz mü, kahkahalı gülüşler mi, sesini bile duymadığın sevdiklerin, yalnız kalan hislerin mi kurtaracaktı. Korkudan kaçış yoktu. Sen korkuya alışmak zorundasın, çünkü başka şansın yok.

 

 

Aslı'nın işareti üzerine yanlarına gittim. Attığım her adımda bir şeyler değişiyor gibiydi. Yanlarına vardığımda ise gözlerim direk kalbimi çalan hırsıza kaydı. Kızın yüzünde yıllar önce acıdan kıvrandığım ama kimsenin umurunda olmadığım o uçurum kenarındaki çocuğun yüz ifadesini gördüm. Her şeyden önce yok oluşun bakışıydı bu. Delicesine korkunun nefes sesleriydi işittiğim nefes sesleri.

 

 

"Bulut bunlar Dila ve Naz, Dila ve Naz bu da Bulut, ona güvenebilirsiniz, seni eve Bulut götürsün. Ben götürürdüm de ortalığı toparlamam gerek. Aslı konuştuktan sonra yüzüme baktı. Bu bakışlar yardım bakışlarıydı. Yardım istiyordu. Onaylar şekilde kafamı aşağı yukarı salladım. Kalp hırsızına baktığımda ise hala aynıydı. "Tamam," dediğini duyduktan sonra önden ilerleyerek yol gösterdim.

 

 

Arabaya bindiğimizde ise ismi Naz olan kızda bizimle birlikte geliyordu. Evin adresini öğrendiğim andan beri olabileceğim en hızlı şekilde ilerliyordum. Arabada hiçbir türlü ses yoktu. Aylardır tanıdığım bu kızla birlikte yan yana oturmak çok güzeldi ama bu şekilde olsun asla istemezdim. Düşündüğüm şeyleri erteleyerek verdikleri adrese ilerledim.

 

 

Sessiz geçen yolculuğun ardından adrese ulaştığımda büyük bir şokla karşılaştık. Polis ve ambulans arabaları etrafı sarmışken kalp hırsızının halini asla düşünemedim. Yüzüne bile bakamadan arabadan indiler. Arabayı müsait bir alana çektiğimde ise inip yanlarına koştum. Fakat koşarak binaya giren Dila ile karşılaştım. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Naz'ın yanına gittim. Fakat duyduğum ses bütün bedenimin titremesine sebep oldu. "Anne."

 

 

Sadece bir kelime, sadece dört harf ve sadece bir sesleniş... Duyduğum sesle birlikte kendimi direk yıllar önceki o uçurum kenarında buldum. Asla olmak istemeyeceğim o yerde. Tekrar tekrar yaşamak istemeyeceğim o günde buldum kendimi. Darmadağın olduğum o günde buldum kendimi, sadece bir seslenişe.

 

 

Gözeriminin içine bakan annemi gördüm. O bakışları benden çalan denize uzun uzun baktım. Sevdiğim en güzel manzaranın benden en sevdiğim kişiyi almasını saniye, saniye izledim. Asla dinmeyecek acıyı yüklediğin o an o saniye bütün dünyanın duruşunu ve devam etmeyişini izledim. Kaçmak için çabaladığım onca şeye rağmen orada bulunduğumu izledim. Gözümden akan yaşların bıraktığı sessizliği izledim.

 

 

Akan onlarca gözyaşı yerini sessizliğe bırakırken yalnızlık da bedenini sarıyordu. Yeni evine kocaman sarılıyordun. Mutlu ya da mutsuz her şeye rağmen kabul ediyorsun, etmek zorunda kalıyordun.

 

 

Yıllar bile geçse üstünden sadece tek bir ana takılı kalıyorsun. Tek bir an bile seni mahvetmeye yetebiliyor. Belki kimsesiz bırakıyor, belki sessiz, belki yalnız, belki de acı bırakıyor ama hiçbir zaman mutluluk, sevinç bırakmıyordu. Sevinç bu kadar kolayken en acımasız tarafını neden gösteriyordu?

 

 

Dila'nın sesini tekrar duyduğumda ise sedyenin üstünde ki kadını gördüm. Hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Korktum. O kadar korktum ki gözümden akan yaşı bile fark edemedim. O kadar güzel gülüşlerin sahibini gördüğümde sırıttım. Uyuyordu hareketsiz ama o gülüşü bütün herkesi güldürecek kadar güzeldi. O gülüşlerde annemi gördüm. Çaresizliğimin bana oyununu bildiğim halde o gülüşlerin arkasına sığındım.

 

 

Kendimi hastanede bulduğumda ise hala o anı aşabilmiş değildim. Ameliyat kapısının önündeydik. Kalp hırsızım koridorda mekik dokuyordu. Oturmuyordu ki böyle durumda da oturamazdı. İçerde hayat ile mücadele eden o gülüşleri düşündükçe kötü oluyordum. Daha saatler önce annemin yaşamasının tercih ederken şu an içerde hayatla mücadele eden bir annenin yaşaması için dua ediyordum.

 

 

Annem benden gitmişti ama o gitmesin. O kızından gitmesin. Onu koca bir yalnızlığa mahkûm etmesin. Onu yoğun duygularla bırakmasın. Kendisini suçlamasına izin vermesin. Yaşasın. Kızı için, o güzel gülüşleri için yaşasın. Mutlu olsun kızıyla, ailesiyle. Hem belki bende o zaman annesizliğimin ilacını bulurum. Belki beni de sever, bana sarılır. İşte o zaman bu koca yalnızlığımda parlayan gülüşlere sığınabilirim. Ev olur bana, yalnızlığımı saran kollar olur, başımı koyacağım kucak olur. Eksik ne hissim varsa onları saran, anne şefkatini veren bir ev olurdu bana. Ne kadar acımasızca da olsa istiyordum. Her şeyden çok bunu istiyordum.

 

 

Dila'nın hastane koridoruna yığılması ile kendime geldim. Naz'ın Dila'yı uyandırma çabaları bir işe yaramıyordu. Hızlıca yanlarına koştum. Dila'yı uyandıramaya çalışsak da uyanmayınca yardım için bağırdım. Gelen hemşireler hızlıca Dila'yı müşahede altına aldılar. Sakinleştirici verdikleri Dila uyuyordu. Yanı başında ise Naz vardı. İyi olduğuna emin olduktan sonra dışarıya çıktım.

 

 

Aldığım her nefes batıyordu. Yıllar sonra anne kaybetme korkusunu tekrar yaşamak beni kötü etkilemişti. O gülüşlerin solmaması için her şeyi yapacağımı hissettiğimde ise geri dönüşü olmayan bir yolda olduğumu bilmiyordum. Yeterince zor bir hayat yaşamışken her seferinde anne ile imtihan edilmek çok zordu. Kaldırabilecek kadar güçlü değildim. Yenebilecek kadar güçlü değildim.

 

 

Kardeşimi o adamın ellerinden kurtarmam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım, her şey düzene girmesinin umuduyla. Telefonu alıp Ege'yi aradığımda ise ne diyeceğimi bilmiyordum. Kardeşimi aldıktan sonra ne yapacağımı da bilmiyordum. Üçüncü çalışta telefon açıldı.

 

 

"Efendim kardeşim." Karşıdan gelen ses ile az da olsa rahatladım. Üst üste gelen onca şeyden sonra güzel haber verecek olmak iyi hissettirmişti.

 

 

"Ege, yardımına ihtiyacım var." Sesimde bile yorgunluk vardı.

 

 

"Bulut, iyi misin? Sesin hiç iyi gelmiyor." Endişe etmişti. İşe o zaman bir kez daha doğru seçim yaptığımı anladım.

 

 

"Bitti Ege, her şey bitti. Kurtuldum, kurtulduk. Plan dışı bırakıldım, artık o adamla bir işim kalmadı. Bitti her şey." Sesimdeki sevinç çığlıkları her şeyi ifade ediyordu.

 

 

"Ne diyorsun çok iyi bir haber bu o zaman." O da sevinmişti, çünkü sadece ben plan dışı kalmamıştım aynı zamanda Ege'yle yaptığımız planda devre dışı edilmişti, etmiştik.

 

 

"Kardeşimi, çiçeğimi, güzel kokulumu olduğu yerden alır mısın? Alıp ne yaman gerektiğini biliyorsun. Tedavi olması gerekiyor. Ben en kısa zamanda yanınıza geleceğim." Çiçeğim hastaydı ve tedavi görmesi gerekiyordu. Psikolojik sıkıntıları vardı ve bu hastalık gün geçtikçe artıyordu.

 

 

"Tamam, kardeşim ben her şeyi anladım. En kısa sürede görüşmek üzere, dikkat et."

 

 

"Sende dikkat et kardeşim."

 

 

Hayat onca zorluğa rağmen savaşmak için direniyordu. Savaşmam için yol gösteriyordu. Eğer bana o gün yaptığım o seçimin bir başkasının da hele de kalbimi çalan hırsızın hayatını mahvedeceğini söyleseydiler hiçbir şekilde tercih yapmazdım, yapamazdım.

 

 

Sırlar her zaman olduğu gibi bir hayatı daha o gün mahvedecek tohumu atmıştı.

 

 

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

Çıkmaz Sokak evrenin ilk serisi Sırları bitirdik ve yeni bölümlerle Gerçekler bizle.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Siz Bulut'un yerinde olsaydınız ne yapardınız?

 

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

 

Instagram/TikTok: izzettcanduman

 

Wattpad: izzetcaduman

 

Spotify: İzzetcan Duman

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim 🤩

 

 

 

 

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 22.12.2024 19:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...