25. Bölüm
İzzetcan Duman / ÇIKMAZ SOKAK / 25.BÖLÜM: HİSSİZLİK

25.BÖLÜM: HİSSİZLİK

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahaliii kalkın biz geldik👽 Yine ben ve yine yeni bölüm🙈

Çok uzatmayalım bölüm sonunda görüşürüz.

Bölüm içinde duygusal sahneler vardır ona göre okuyun. (tamam yeto abi ne artık ağlattığın)

Keyifli Okumalar:')

 

"Sırlar bir yuva değildi."

 

 

5.BÖLÜM

 

"HİSSİZLİK"

 

Dedublüman – Sakladığın Bir Şeyler Var

 

Hayatın darbesini tekrar yiyen kızdan:

                                                                     

Sırlar bir yuva değildi.

Gerçekler en acımasız yuvaydı. Seçim yoktu, istek yoktu ve hayaller hiç yoktu.

 

Gördüğüm manzara karşısında bedenimi hareket ettiremiyordum. Her tarafım donup kalmıştı. Ne sesimi çıkarabiliyordum ne de kaçabiliyordum. Olduğum yerde gördüğüm bu kişi bütün duygularımı yerle bir edebilirken, kaçmaya tenezzül edemiyordum. Bir şey vardı...

 

Gitmeme izin vermeyen bir his, bir el, bir engel...

 

Anlamını koyamadığım bu şey beni engelledikçe hiçbir şey yapamıyordum. Yaşaran gözlerim bu ana meydan okurcasına yavaşça süzüldüğünde kalbimde ki bir yerde ki sızlamayı hissettim. Neydi ki bu sızı?

 

Yıllarca peşimi bırakmayan bu duygu bütün bedenimi tekrardan ele geçirdiğinde yapabildiğim tek şey hatırlamaktı. Güzel, kötü hangisi daha çok hatırlatıyordu kendini? Her hatırladığımda hangi duyguya bürünüyordum? Hangi evrende mutlu oluyordum ki? Hangi evrende külden bir farkım kalmıyordu? Baktığımda onlarca soruyla birlikte buraya yüzleşmeye gelmişken hiç biriyle yüzleşmemek için diretiyordum. Zaman mı yanlıştı, benim hissizleşen duygularım mı? Hangisi bütün bedenimi sızlatıyordu?

 

Daha kendimle bile yüzleşemezken, bugün gördüğüm bu manzaralara karşı nasıl yüzleşecektim? Kendime inanarak mı gelmiştim ki buraya, kendimi hazırlayarak mı gelmiştim? Hayır, ne kendimi hazırladım, ne de kendime inandım. Tek isteğim hayatıma bir şekilde devam edebilmekti. Ne kadar bunun için çabalarsam bir o kadar yeniliyordum. Yarım bıraktığım her saniye önüme çıkmaya devam ediyordu. Yalanlar, sırlar daha onlar peşimi bırakmazken, bütün yaşananları unutup, yok sayarak daha ne kadar yaşayabilirdim?

 

Beş yıldır her gün daha iyi olabilmek için verdiğim çabadan yorulmuştum. Gözlerimi açtığımda hala o acıyı dün gibi hissediyordum. Bir saniye bile ileri gidememişken gördüğüm manzaralar nasıl ileri gidebilmişti. Benim hayatım sadece bir günde takılı kamışken onlar nasıl her yeni güne uyanıp devam edebiliyordu?

 

Nasıl olurdu da şu an burada annemle babamın mezarının başında dikiliyordu? Ne zaman çıkmıştı? Nasıl çıkmıştı? Neden cezasını çekmiyordu? Bütün hayatımı yerle bir etmişken nasıl hala özgürce nefes alıyordu? Onca acısını bana yaşattıktan sonra devam mı edecekti hayatına? Ortada yaşam diye bir şey bırakmamışken nasıl olurda da buraya gelirdi?

 

Katili olduğu canları ne hakla, hangi yüzle görmeye gelirdi?

 

Bulut... Çözemediğim onca duygular kadar sıcak, yaşam kadar soğuktu. Ortası olmayan onca şeydi... Kaybolduğum, hissizleştiğim o noktaydı.

 

Daha fazla onu görmeye dayanamayacaktım. Kendime geldiğim ilk anda arkama bakmadan hızlı bir şekilde oradan uzaklaştım. Attığım birkaç adım sonra çıkardığım sesten dolayı ne kadar kendime saydırsam da ona görünmemiş olmayı umuyordum. Arkam dönüktü aynı onun olduğu gibi. Yüz yüze gelmemiş halimizde bile bu hale geldiysem, diğer türlüsünü asla düşünemiyordum.

 

Hiçbir şey hissetmediğim onca şeye karşı şu bütün bedenimi saran o duygu nefretti. Hala yaşama devam edebilmenin nefreti. Neden yaşam devam ediyordu ki? Annem babam yoktu ve yaşam en acımasız haliyle devam ediyordu.

 

Buraya geldiğimde, yarım kalan onca şeyle yüzleştiğimde daha mı mutlu olacaktım, daha mı rahat edecektim? Hayır, hiçbir şey değişmeyecekti. Hala hissiz, yaşamak için mücadele etmeyen o kişi olmaya devam edecektim.

 

Sevdiklerim benden giderken hayata devam edemiyordum, her an her saniye aldığım nefesin pişmanlığını duyduğum halde devamda edemeyecektim.

 

Beşiktaş sahilinde deli gibi koşuyordum. Nereye gittiğimi bile bilmezken nefes almakta zorluk çektiğim halde koşmaya devam ediyordum. Aldığım nefesler boğazımdayken asla durmadım, yorulmadım, koştum. Bütün hissizliğimle koştum. Gerçeklerle, bütün acımasızlıklarla koştum. Ne kadar süre koştum bilmiyordum ama durmadım yine koştum.

 

Nefes almakta zorlandığımı hissettiğimde gördüğüm ilk boş banka oturdum. Sahilden çıkmış ve bir dar sokağa girmiştim. Ne kadar uzun süredir koştuğumu bilmiyordum. Fakat mezarlıktan çok uzaklaştığım gözle görülecek derecedeydi. Beni fark edip peşime düşmüş bile olsa bulamayacağı kadar hızlı koşup izimi kaybettirmiş olmalıydım.

 

Cebimde olan telefonun uzunca titremesi ile irkildiğimde derin derin soluklar alıyordum. Hala koşmanın bıraktığı izi atlatamamıştım. Cebimde olan telefonumu korkarak ve usulca çıkardığımda arayanın Asya olduğu gördüğüm. Gözümün takıldığı diğer nokta ise onlarca mesaj ve onlarca cevapsız çağrıydı. Asya ne zamandan beri bana ulaşmaya çalışıyordu? Nefeslerimi azda olsa düzene soktuktan sonra telefonu açtım.

 

"Alo." Sesimin ne derece titrediği, ne derece berbat çıktığı umurumda değildi. Hissedecekti biliyordum ama şu an düşüneceğim şey Asya'nın hesap sorması değildi, hayatımın bu derece mahvolmasına rağmen hala devam ediyor olmasıydı. Gözümün önündeki gerçeği ne kadar süre görmezden geldiğimdi.

 

"Alo, Dila," sesinin ne kadar endişeli geldiğini duyduğumda yaptığım şeyden dolayı büyük bir suçluluk hissettim. Onu habersiz bırakarak çok endişeli bıraktığımdan dolayı beni defalarca aramış, defalarca kez mesaj atmıştı. "İyi misin?" Sesindeki korku bir şeyler biliyormuş gibiydi.

 

"Değilim Asya, hem de hiç iyi değilim." Sesim berbat çıkıyordu ve bu onu daha da endişelendirecekti. Fakat sesindeki o tonda bir şey vardı, söylemekte zorlandığı ama söylemesi gereken bir şey... Bunu telefondan dahi olsa hissetmiştim.

 

-iyi olmadığımız kadar yanıp kül olmuştuk hem de defalarca kez-

 

"Neredesin güneşim, neredesin?" Asya zaman geçtikçe daha da endişeleniyordu. Zaman bizim için kıymetliyken birbirimize yaptığımız kötülük çok zalimce olmasına rağmen asla bırakmıyorduk. Vicdansızdım, arkadaşımın ne durumda olduğunu sormayacak kadar.

 

"Bilmiyorum Asya, mezarlıktan sonra çok koştum, hiç durmadan bir yere geldim." Durmadım çünkü duracak gücü kendimde bulamadım. Koştum çünkü yüzleşecek kadar hazır değildim. "Ben otele geçiyorum istersen oraya gel öyle konuşalım çünkü hiç konuşacak durumda değilim Asya." Bu kaçış değildi, kaçış olamazdı.

 

-bu bir kaçış Dila-

 

Hayır, iç ses bu kaçış değil, bu zaman istemek.

 

"Tamam, bende hemen geçiyorum otele ama dikkatli gel olur mu?" Korku ve endişe dosttu. Birbirlerinin yerlerini tamamlayan dost! Her ikisi bedeni sardığında ise bu kaçınılmaz son pişmanlıktı. "Sende dikkatli ol." Ruhsuz olan sesim ile konuştuktan sonra telefonu kapattım.

 

Gökyüzüne baktım, hava zaman geçtikçe bozuyordu. Yağmur yağacak dereceye gelmesine rağmen bir damla yoktu. Yağmurlar bile ağlamak için zamanlarını beklerken benim zamanla yarışıyor olmam ne kadar mantıklıydı?

 

Oturduğum banktan kalkıp sahile doğru yürümeye başladım. Sahile yakın gördüğüm marketten su alıp kana kana içtiğimde çok uzun süre koştuğumu bir kez daha hissettim. Terlemiştim ve sıcak bir duşa ihtiyacım vardı. Su damlaları bedenime değdikçe, bedenimden kirli hisleri akıttıkça rahatlamaya ihtiyacım vardı. Eğer Asya'da önce otele geçersem kendimi direk duşa atacaktım.

 

Sahil yolunu indiğimde çok geçmeden gelen taksinin birini durdurup bindim. Otelin ismini vermem ile şoför usulca ve olabileceği maksimum hızla yol almaya başladı. Soğuyan havaya rağmen taksinin arka camını açtığımda şoför ters ters baksa da ona olan bakışımdan sonra önüne döndü ve sustu. Parasını verdiğim yolculukta bana karışamazdı. Yapması gerekeni yapıp istediğim yere götürene kadar karışmamalıydı. Ne kadar kaba olduğum umurumda değildi, çünkü ben kimsenin umurunda olmamışken birilerini umursayamazdım.

 

Radyodan gelen şarkının içime bıraktığı hissi derinden tırmaladıkça bütün yaralarım sızlıyordu. Açık olan camdan saçlarımı uçuşturan rüzgâr rahatlamama yardımcı oluyordu. O kadar zıt şeylerle yaşamaya çalışıyordum ve bu beni çok yoruyordu. Rahat, sakin bir hayat istemişken bu kadar duygu yüklü bir yaşam istememiştim. Zaten artık duygu hissedemiyordum. Hissedebildiğim birkaç duygu vardı:

 

Sevgi, özlem, yalnızlık, ihanet, nefret, çaba!

 

Acımasız bir dünya için yaşamaya çalışan karikatürlerdik. Kimse başrol olmak için çabaladığının farkında değildi. Kim başarabilirdi ki? Peki, acımasız olan bu dünyaya kim başrol olmak isterdi ki?

 

Taksinin çok zaman geçmeden otelin önünde durması ile derin bir nefes verdim. Ücreti ödeyip taksiden indikten sonra kendimi hızlıca otel odasına attım. 1764 yeni evim, belki de son evim. Burada istediğim kadar kalamazdım. Param vardı ama burada kalmaktansa gerçeklerle yüzleşip evimde kalmam gerekiyordu ama bu çok ağırdı. O eve girmek çok ağırdı. Yapabilecek kadar güçlü hissetmediğim için gündemimde değildi ve umarımda olmazdı.

 

Odaya girdiğimde derin bir sessizlikle karşı karşıyaydım. Asya daha gelmemişti. Bu durum çok hoşuma gittiği için kendimden ufak çaplı nefret etsem de bu durumu değerlendirmem gerekiyordu. Hızlıca banyoya geçtikten sonra sıcak suyu açtım. Aynanın karşısına geçip kendime baktığımda harap olmuş yüzümü ve benliğimi gördüm.

 

Solgun dudaklar, yıpranmış saçlar, çatılmış kaşlar, hissiz bakan gözler ve morarmış yüz... Paramparça Dila Deniz, gerçek babasının soy ismini almak istemeyecek kadar gururluyken onu acımasız bir şekilde kaybettiğinde almak istediği soy isim için geç kalmıştı. Evet, ben Dila Deniz, Dila Özkaya olmak istediğimi annemle babamı kaybettiğim o günde, 22 Temmuz 2022'de fark etmiştim. Her şeyin bitip yok olduğu o gün benim için de pek farkı yoktu.

 

22 Temmuz sıradan bir gün değildi ve artık sıradanda olamazdı. Ölümün ansızın geldiğinin en güzel kanıtı, güven diye bir şeyin yalandan ibaret olduğunun simgesi ve daha nice simgeler... İçinde barındırdığı sayısız duygu dolu o gün: Aşk, mutluluk, çocukluk sevinci, ölüm, yok oluş, bitiş, yanış...

 

Sıcak suyun altına girdiğimde ise sakinlik yavaş yavaş bedenimi sardı.

 

💦

 

"Gördün demi," biliyordu. Bunu bilmesine şaşırmadım çünkü ablası Bulut'un yakın arkadaşıyken bilmemesi ters olurdu. Ama bunu öğrenir öğrenmez benimle iletişime geçmeye çalışması çok ayrıydı. Belki mesajını dikkate alsaydım bu derece yıkılmazdım.

 

Banyodan çıktığımda odada tur atan Asya'yla karşılaştığımda hiçte şaşırmamıştım. Benim için bu kadar endişe etmesi yıllardır yaptığı günlük aktiviteydi. Kendime zarar vermeye çalıştığım her gün yanımda papatyam vardı. Elimden sımsıkı tutup ayağa kalkmama yardımcı olan kardeş... Bağımız gözle göremeyecek kadar değerliydi. Kardeşimdi, dostumdu, her şeyimdi.

 

"Gördüm." Üstüme ateş atılsa yanmam için benzine gerek yoktu. Küçücük kıvılcımda bile yanmayı başarırdım. Hayat bana başka şey biçmediği gibi zorlaştırmaya da devam ediyordu. Annem yoktu, babam yoktu, ailem hayatlarına bir şekilde devam ediyordu, katilleri serbestçe ve özgürce nefes alıyordu. Fakat ben, yaşayamıyordum. Aldığım her nefes batıyordu. Battıkça da kör oluyordum. Hayata karşı çoktan kör olmuştum zaten.

 

Hayat benden, bizden kocaman bir sır, koca bir sır da zamanımızı çalmışken yeni hayat bize neler yapmazdı ki?

 

"O seni gördü mü?" korkuyla söylediğini anladığımda neden bu kadar duygusallaşmıştım. Bir başkasının beni anlamasına mıydı, anlaşılamayacak olmamın düşüncesinde miydi bu duygusallık? Sadece anlaşılmak istediğimle tekrar tekrar yüzleştiğimde içimde ki sönmeyen alev daha da artıyordu. İçimde ki ateş yanıyor yandıkça da küle çeviriyordu ama o küller asla sönmeme izin vermeyip an ve an hatırlatıyordular geçmişi, ihaneti, yalnızlığı...

 

Yalnız kaldığım bu hayatta yalan yanlış ne varsa bir, bir görüyordum. Kaçtığım her şeyle bir, bir yüzleşiyordum. Seçim bırakmayan bu zamanda bütün gerçekler ne kadar canımı yakmaya devam etse de vazgeçmemek için diretecektim. Diretmek istiyordum. Bu sefer yapamazdım, bu sefer hiçbir şey olmamış gibi yok sayamazdım.

 

"Göremedi," titreyen sesim ruhsuzdu. Onu görmedim, beni göremedi. Görmek istemiş miydim? Eğer görseydim neler değişirdi? Varlığını tekrardan yakından hissettiğimde kalbim niye hızlanmıştı? Unutmak neden bu kadar zordu?

 

"Dila, bunu nasıl söylerim bilmiyorum," sesindeki tereddüt korktuğum şeyin olduğunun kanıtıydı. Sesinin titremesi nasıl olduğunu sorguladığının ve hazırlıksız yakalandığının simgesiydi. "Emin ol ki hiçbir şekilde haberim yoktu ama o dışarı çıkmış, bugün ki duruşmasıyla."

 

-o dışarı çıkmış o dışarı çıkmış o dışarı çıkmış-

 

İçimden daha ne kadar aynı kelimeleri tekrarladım bilmiyordum. Onun çıkmış olmasını kaldırabilir miydim bilmiyordum ama o yük asla taşımak isteyeceğim bir yük değildi. Ama şu ki ben hangi yükü taşımak istemediysem her birini şu an taşıyordum ya da taşımaya hazırlanıyordum.

 

"Asya, ben çok yoruldum," gözlerimden akan yaş ile içime attığım yangın kendini gösteriyordu. İçimde dinmeyen o ağrı, o yük her geçen gün daha da çoğalması dayanılmazken durmuyordu ve devam ediyordu. "Ben yoruldum dedikçe anlaşılmıyorum. Kimse dinlemiyor, kimse anlamıyor. Sürekli acı, sürekli yük... Dayanamıyorum. Yapamıyorum. Kimse sormuyor ki ben ne haldeyim? Kimse beni düşünmüyor." Hıçkırıklarımdan ne kadar konuşabildiğimi kestiremiyordum. Sustuğum her an için bağırasım vardı. Her saniye için bağıracak o günü içimden atmak istiyordum. Sadece rahatça nefes almak istiyordum.

 

Asya'nın direk sarılması ise sessiz olan hıçkırıklarım sessizliğini bozduğunda bir sarılmanın ne kadar iyi geldiğini tekrardan fark ettim. Bağıramıyordum ama sarıldığımda az da olsa rahat hissedebiliyordum. Onunda ağladığını elime düşen yaşlardan anlayabiliyordum. Biz iki yaralı arkadaş bir olmuş birbirilerimizin yaralarını sarmaya çalışıyorduk.

 

Hissizleştiğimiz bu yaşam için tekrardan güzel şeyler hissetmek için savaşıyorduk.

 

"Ne gördün bugün?" Çatallı ses, yıkılmış beden, yanmış ruh... Yaşaran gözler umut olmak için bakıyordu, sıcak eller soğuk ellerimi sarmış ısıtmaya çalışıyordu; kalbimi tamir edecek o sözler hazırda, kalbimin inanmayacağı gerçekler solgun, hissiz dudaklarımdaydı.

 

"Hayal kırıklığı, devam eden yaşamlar ve unutulmuş 3 nefes, 3 kalp atışı, 3 beden..." Bugünü anlatacak kelime seçmeme gerek yoktu. Gördüklerimi bütün yalın gerçekliğiyle anlatmam yeterliydi. Zorla atan nabzım beni daha ne kadar sürede yaşatırdı fikrim yoktu.

 

Unutmak zor muydu? Ben unutmak istesem de unutamamışken nasıl olurda yaşam devam ediyordu? Hiçbir şey olmamış gibi nasıl devam ediyordu? O kadar acıyı tek başıma mı yaşamıştım? Acı bütün bedenimi kıvratırken ailem neredeydi, ailem neden yoktu?

 

Akan gözyaşlarımın hesabını kim soracaktı?

 

"Hayatı devam etmeyen tek bizleriz Dila," hayat diye bir şey yoktu ki Asya. Hayat sınavlar, acılar bir ton şey demekti. Mutluluk var mıydı? Mutluluk sonsuza kadar var mıydı? "Hayat tek bize gülmezken, biz hayata karşı gülmek için savaşan sayılı kişileriz." Aldanan, yalan uğruna pes etmeyecek bizler.

 

Ruhlarımız temiz değildi, ruhlarımız acıdan kararmış, kalplerimiz atmazken ufacık bir ritme ayak uydurmuş üflüyordu hayal kırıklığını. Duman kendini hatırlattıkça kayıp olan yaşamımızı hatırlatıyordu. Hayal kırıklığı kemiklerimi sızlattıkça gerçeklerde acıtmaya devam edecekti.

 

"Yaşamdan bir beklentim yok, Asya. Tek isteğim nefes aldığımda aldığım nefeslerin batmaması." Çaresizlik tekrardan bütün bedenimde dolaşmaya başladığın da ne de saf bir isteğim olduğunu hissettim. Rahat nefes alabilmem demek her şeyle ne olursa olsun yüzleşmem demekti.

 

"Ben babama karşı kimsenin yapamadığını yaptım Dila, kimsenin sesini çıkaramadığı babama sesimi çıkardım." Sesinde bir heyecan yoktu, sesinde hayal kırıklığı da yoktu. Hissizdi. Benim gibi. Babasına karşı gelmesi demek onun için çok büyük bir adım demekti. Yıllarca bir yere konmadığı adama karşı konuşabilmek cesaret isterdi ve Asya bu cesareti gösterecek kadar güçlü birine dönmüştü. Acılar, gerçekler Asya'yı güçlendirmişti.

 

"Sen yapman gerekeni yaptın papatyam, sadece gücünün farkına vardın." Güçlü olmak için savaşmadık, güçlü olmak istememiştik de zaten. Güçlü olmak için zorlanmıştık. "Kötü hissedecek hiçbir şey yok anlaştık mı? Hele de baban üzülecek kadar değerli değilken Asya, bunu ne kendine yap ne de çocukluğuna." Zayıf noktalarımız, çocukluklarımız...

 

Sevgi isteyen çocukluğumuz, oyun isteyen çocukluğumuz, yarım kalan çocukluğumuz... Dile getirmekte zorlandığımız gerçeklerimiz. Sır değildi, gerçeklerin acıttığının kanıtıydı. Sevginin yerle bir edeceği her şeyi yakan çocukluğumuza veda edemezdik, yok sayamazdık. Onlar her zaman, her yerde bizimleydiler. Bizler onlara mahkûm olduğumuz sürece de bizimle olmaya mecburdular.

 

Zaten burada olmamızın en büyük sebebi de yarım kalan çocukluğumuzdu.

 

"Ne kadar öyle olsa da güneşim, o benim babam. İster sevsin, ister sevmesin ama benim babam. Bu değişmeyen bir gerçek..." Gözlerindeki acı her şeyi anlatmaya yetebiliyorken onun bu derece yıkılmış davranması yarım kalan çocukluğuydu. Sevgi isteyen bir çocuktu.

 

"Biliyorum ve bu senin kalbini kıran en büyük gerçek olsa da sen onunla savaşacak kadar güçlüsün. Evet, bu yolda çok pişman olacaksın ilk başlarda belki de sonlarda ama en sonunda rahat nefes alabildiğinde pişmanlığın yok olacak," paramparça olsak bile günün sonunda desteği birbirimizde bulduk. Akan gözyaşlarımız her şeye rağmen savaşmamızın şahitleriydi. Birbirine sımsıkı kenetlenmiş ellerimiz acılarımızın şahidiydi. Kalplerimizdeki inançlarımız gerçeklerin aynasıydı. Her şeyi ortaya çıkaracak tarafımız... "Bu saatten sonra geri dönüşümüz yok papatyam, bu saatten sonra sadece gerçeklerin bıraktığı lekeler ve izler var. Biz bu boğucu havayı soluyacağız, vazgeçeceklerimiz olacak, hayatlarını altüst edeceklerimiz var. Biz bu yolun sonunda kaybetsek de kazansak da beraberiz, biz bu yolun sonunda ki çocuklarız."

 

Birbirimize sarıldığımız kaçıncı andı bilmiyorum ama o gece bizim ilk ve son gecemizdi. Her şeyden vazgeçmemiz için son, gerçekler için girdiğimiz yeni yol için ise ilk gecemizdi. Acıdan kaçmayıp yüzleştiğimiz sayılı gecelerimizdi. O gece her şeyi konuştuk belki de. Acılarımız, çocukluğumuz, yaşayabileceğimiz her şeyi konuştuk. Bizden çalınan duygular içinde konuştuk. Bu yolun en başı olan çalınan duygularımız içinde konuştuk. Çünkü çalınan duygular en acı gerçeklerimizin başkahramanıydı, onlar olmadan hiçbir şeyin anlamı yoktu.

 

Saat kaçtı bilmiyordum. Ne kadar süre sohbet etmiştik kestiremiyordum. Belki yaşadığımız en güzel gece ya da en gerçek geceydi. Asya ile olan her anım gerçek olan tek şeydi, annem ve babamdan sonra. Yatağa geçtiğimde komodinin üstünde duran telefonumu aldım. Asya çoktan uyumuştu. Zor bir gün geçirmeme rağmen uyuyamıyordum. O kadar ağırdı ki bugün yaşadıklarım anlatacak kelimeleri bulamıyordum. Telefon rehberinden Elif'i bulduktan sonra mesaj atmayı seçtim. Ellerim titreye titreye yazdığım mesajı Elif'e gönderdiğimde ise günün yavaştan doğan günışığı otel odasının camına vurmaya başlamıştı.

 

*Elif, ben İstanbul'dayım. Ne zaman geldiğimi boş ver. Senden tek isteğim var o da sabah kahvaltıya herkesi toplaman. Bak herkesi, eksiksiz şekilde. Anneannem, teyzem, dayım, yengem, eniştem ve siz sevgili kuzenlerim. Herkesi o kahvaltı masasında görmek istiyorum. 11.00'de anneannemin evinde olacağım ve lütfen tam zamanın da eksiksiz orada olun.*

 

Saatin geç olduğuyla ilgilenmedim. Mesajı gördüğünde nasıl tepki vereceğiyle de ilgilenmedim. İlgilendiğim tek bir nokta vardı o da yapacağım ilk yüzleşmenin ertelenmeyecek olmasıydı. Sabah kahvaltıyı belki zehir edecektim ama içim az da olsa rahatlayacaktı. Bunca şeyden sonra yüzleri gülebiliyorsa benimle yaşayacakları yüzleşmeden sonra da yüzleri gülebilirdi.

 

-acaba çok mu acımasız davranıyoruz papatya hanım-

 

Biliyorum iç ses, bilmiyorum. O kadar karışık duygular içindeyim ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyorum. Bir şeyler yapacağım evet ama buna ne kadar hazırım onu bile bilmiyorum. Bildiğim tek şey var o da artık rahat nefes almak isteyişim.

 

Kimin canı yanmış, kim üzülmüş, kim paramparça olmuş artık ilgilenmiyordum. Ben yaşadığım onca şeye rağmen ayakta kalmaya çabalıyorsam, o kadar yıkılıştan sonra bile bu hayat için savaşıyorsam onlarda savaşmak zorundaydılar. Kaçtıkları, görmezden geldikleri gerçeklerle savaşmak zorundaydılar. Bu acıyı tek yaşayan hiçbir şekilde ben olmadıysam onlarda yaşadıysalar benimle ya da ayrı savaşmak zorundaydılar.

 

Beş sene boyunca hiç mi merak etmediler benim ne halde olduğu mu? Evet, mesaj attılar ama yanımda olmak için bir gayret göstermediler. Kimse bir uçağa atlayıp yanıma gelmedi. Sözde onların her şeyiydim ya da onlardan alınan nefeslerin katili.

 

Ne kadar inkâr etseler de herkesin düşündüğü tek şey vardı, o da bu imkânsız olan aşkın meyve tohumcuğu olan bendim. Eğer ki ben olmasaydım o iki nefes birlikte olmazdı ama yaşardılar.

 

Biraz uyumanın bana iyi geleceğini düşündüğüm için usulca kapattım gözlerimi bütün yaşanmış olan ve yaşanılacak olan gerçeklere. Ve artık gözlerim kapandığında sadece bir sahne canlanıyordu göz kapaklarımın altında...

 

💦 

 

Kısa süre önce kalkmıştım. Hala deli gibi uyumak istiyordum. Uyuyayım ve asla da uyanmayayım diye ne kadar çok istediysem hiçbir zaman olmamıştı. Usulca kalktım ve hiçbir şey olmayacakmış gibi elimi yüzümü yıkayıp hazırlanmaya başladım. Peşimden kalkan Asya'da duşa girmişti. O da bugün annesini görmeye gidecekti. Dün gittiğinde konuşamamıştı annesiyle. Zaten bugün annesinin doktor kontrolü vardı.

 

Çok vakit kaybetmeden otelden çıktığımda bulduğum ilk boş taksiye bindim. Anneannemin evinin adresini verdiğimde şoför sakince yola koyuldu. Camdan dışarıya baktığım İstanbul aynıydı. Yine bir kalabalık, yine ruhsuz dolaşan insanlar, koşuşturma ve bolca curcuna. İstanbul böyleydi. Kimsenin kimseden farkı yoktu ama statüleri vardı. Ayrımcılık hat safhada vardı ama kimse bundan yakınmıyordu. Yakınsalar seslerini çıkartırdılar arkalardan, orada burada konuşmazdılar. Sözde de ses çıkartıyordular.

 

Bir filmde izlemiştim insanlar için, "Takma ruhlar," diyordular. Kadın haklıydı herkes kendini bir kalıba sokmuştu kimse gerçek kalıbında değildi. Kendi kalıbında olan kişileri bulmak ve ayırt etmek ise çok zordu.

 

Taksi bir çiçekçinin önünden geçerken onu durdurmuş ve bir demet papatya alıp yola devam etmiştim. Ne de olsa yıllar sonra anneanneme gidiyordum ve elim boş gidersem ayıp olurdu. Taksi usulca anneannemin evinin önünde durduğunda camdan evi gözetledim. Gözlerim direk camdan dışarıyı izleyen Elif'te takılı kaldı. Meraktan geberiyordular. Mesaj attığım ilk andan bu yana sürekli aramış ve mesaj atmıştı. Hiç birine geri dönmeyerek iyice meraklandırmıştım. Taksiye ücretini ödedikten sonra indim ve derin bir nefes alarak evin bahçesine girdim.

 

Yıllar önce burada eğlence sesleri çıkıyorken şimdi ki bu ölüm sessizliği bir kez daha acı gerçekleri hatırlatıyordu. Daha kapının ziline uzanmadan açılan kapı hiçte şaşırtmamıştı. Karşımda duran koskoca aile kapı eşiğinden beni izliyordu. En önde duran Elif hemen arkasında ki anneannem bir yanında ki teyzem arkalarına ki dayım ve diğerleri beni izliyordu.

 

Elif istediğimi yapmış herkesi toplamıştı. Elimde tuttuğum telefonu kaldırıp ekrandan saate baktım: 11.00 Tam da istediğim saatte buradaydım istediğim şekilde. İçeriye davet edildikten sonra elimde ki çiçekleri anneanneme uzattım. Anneannem çiçeği alıp arkadan birine uzattığında geri dönüp sıkıca bana sarıldı. Bu sarılma da bir duygu hissetmem gerekiyorsa bile hiçbir şekilde bir duygu hissetmemiştim. Anneannemden sonra sırasıyla teyzem, dayım ve Elif'le sarılmıştık daha doğrusu sarılmıştılar. Bense hiçbir tepki vermeden sabit durmuştum.

 

İçeriye geçtiğimde gözüm yemek masasına kaydı. Neyi çok seviyorsam masa onlarla donatılmıştı. Bu bile gülümsememe sebep olmadı. İçerideki bu gerici ortamı daha da bozacak olmanın verdiği hisle üzülmem gerekiyorsa üzülüyordum. Böyle bir yüzleşmeyi asla yapmak istemezdim ama yaşananlar beni buna yitiyordu. Daha fazla uzatmaktansa direk yüzleşmeye geçebilirdim. Meraklı gözleri de böylece cevaplamış olurdum. Herkesi oturmaya davet ettikten sonra bende bir kenara geçip oturdum. Oturduğum yerden herkesi görebiliyordum. Şaşkın ve meraklı yüzler.

 

"İstanbul'a dün geldim. Tabii ilk gelişim değildi ama uzun süreli olan ilk gelişimdi." Karşımda ki yüzler iyice gerilmeye başladıklarında ve yüzlerinde ki şaşkın ifade bunun hiç de farkında değillermiş gibiydi. Gerçekten kızlarının mezarını bir vakfın yapacağına inanmışlar mıydı?

 

Herkesin gözlerinin içine baktım es geçmeden. Unuttunuz mu bizi gerçekten diye bağıran gözlerim istediği cevabı alacakmış gibi değildi. Karşımda ki yüzler ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Kimseden çıt çıkmıyordu, sessizlik evin odasını doldurduğunda tek ses nefes alışverişlerimizdi. Anneannem elini kalbine götürdüğünde teyzem yanına doğru ilerledi. Anneannem iyi olduğunu göstermek için elini gösterdi ve teyzemi reddetti. Hepsi de anlamıştılar şu an niye böyle bir konuşmanın gerçekleştiğini.

 

"Geri dönmene çok sevindik kuzum." teyzem sessizliği bozan ilk kişi olmuştu. Duyduğum ses ile yüzümü teyzeme çevirdiğimde ne hissettiğini anlam veremiyordum. Hepsi de geldiğim için mutluydular bence yani ben öyle olmasını istediğim içinde asla hislerini okumak istemiyordum.

 

"Geri döndüm demedim teyze, işlerim bittikten sonra geri gideceğim merak etmeyin yine beni görmezsiniz ve varlığımı unutursunuz." Belki ağır bir başlangıçtı her şey için. Belki de olması gerektiği gibiydi. Kendime kızıyordum, o senin ailen niye böyle davranıyorsun diye ama sonra benim onlara emanet edildiğim aklıma gelince düşüncesiz tavırları çileden çıkmaya yeterli oluyordu.

 

Hiçbirine kızgın değildim, kırgındım. Hem de çok kırgındım.

 

"Yavrum, niye öyle diyorsun? Biz seni unutur muyuz sandın?" Anneannem gözlerinden akan yaşlar ile ağzını zorda olsa açmış konuşmuştu. Yüzüne baktığımda ne kadar diretsem de yüz ifadesini okudum. Üzgün ve kırılgandı. Kırmıştım böyle konuşarak, üzmüştüm kendimi onlardan saklayarak. Ama ben beklemiştim her şeye rağmen bana gelmelerini ve onlar bana gelmemiştiler.

 

Koşup anneanneme sarılmak istiyordum hem de delicesine ama yapamıyordum. Her şeye kırgın olan ruhum buna izin vermiyordu. Çok kırılmış çok parçalanmıştım. Toparlanmak için beklediğim o eller benim yanımda olmamıştı. Bu benim suçum muydu? Hayır, ben bana iyi gelemeyen bu şehirden, bu ülkeden gitmiştim sadece daha iyi olmak için. Fakat yarım kalan her şey peşimi bırakmamıştı.

 

"Unutmadınız mı anneanne? Arayarak, mesaj atarak beni unutmamış mı oluyorsunuz? Söylesenize ya hepinizin yanıma gelme imkânı varken niye gelmediniz? Beni kocaman ülke de neden yalnız bıraktınız?" Yıllardır içimde biriktirdiğim yüzleşme ile gün yüzüne çıkıyordu. Yıllardır kendimi bu sorularla boğmaktan aklımı kaçıracak dereceye gelmiştim. Şimdi ise yılların biriktirdiği, eskittiği bu sorular cevaplanmak için gün yüzüne çıkmıştı.

 

Elif ne diyeceğini şaşırmış şekilde babasının yanında susuyordu. Gözlerinde ki yaş, o acı bakış yapma diyordu ama benim gözlerim ise kaçamam artık bu yükten, bırak rahatlayayım diyordu. Yorulduğumu gözlerimin içine baktıklarında görüyordular mı acaba? Çünkü ben aynadan kendime baktığımda yorulduğumu ruhen hissettiğim gibi görüyordum da.

 

Ben Dila Deniz, gözle görülmeyecek, hafife alınamayacak derecede yorulmuştum. Yorulmuştum ve artık kaldırabilecek gücü kendimde bulmuyordum.

 

"Gelmek istedik istedik ama..."

 

"Ama gelmediniz. Sadece istediniz teyze."

 

Teyzemin lafını böldüğümde kötü hissediyordum. Zaten en son ne zaman güzel hissetmiştim ki? Gelmek istemek değildi önemli olan. Önemli olan gelmekti. Gelip bana sarılmak, ellerimden tutup bana destek olmaktı. Telefondan arayıp, mesaj atmak değildi destek. Teyzem git gide sinirleniyordu bunu kızaran yüzünden anlayabiliyordum. Fakat sinirlenmesini çok gereksiz buluyordum. Gerçekten sinirlenilmesi gereken kişi ben miydim yoksa bana karşı olan davranışlar mı?

 

Anneannem oturduğu yerden kalkıp yanıma oturduğunda hissizce onun tarafına döndüm. Akan gözyaşları ben konuşmaya başladığım ilk andan bu yana durmamıştı. Elimden tuttuğunda ise elimi geri çekmek istedim ama bunu yapamadım. Evet, ben annemi kaybetmiştim ama anneannem kızını, canından bir parçayı kaybetmişti.

 

En acı kaybedişti bunlar. Geride bıraktığı yıkım ise insanı hissizleştiriyordu.

 

Ne kadar sinirli olursam olayım, ne kadar kırılmış olursam olayım anneannemin gözlerinin içine uzun uzun baktığımda kayboluyordum. O gözlerin içindeki yansımamı gördükçe kaybettiğim hayatım gözler önüne seriliyordu ve o gözler en çokta annemin saf bakışlarını hatırlatıyordu. Kaçamıyordum, kaçmak istemiyordum ama o bakışlar beni zorluyordu. O bakışlar canımı derinden parçalıyordu.

 

Bilmiyorum anneannemde benim gözlerimin içine baktığında kızını hatırlıyor muydu? Benim acı dolu bakan gözlerimin içinde kaybettiği can parçasını hatırlıyor muydu? En çokta gözünden sakındığı çocuklarının bu derece zarar görmesinde kendini suçluyor muydu?

 

İki acı dolu bakış, iki kaybediş, iki derin acı, iki hissizleşmiş beden.

 

"Anneanne," ellerimde olan ele sımsıkı sarıldım, gözümden akan yaşların haddi hesabı yoktu ama konuşmak istiyordum. Konuşup içimi az da olsa rahatlatmak istiyordum. "Ben çok yoruldum, kayboldum, paramparça oldum. Zaman geçti, yıllar geçti aradan ama acım hiç dinmedi, hala dün gibi acıtıyor ve ben artık kaldıracak güce sahip değilim." Odanın içini kaplayan derin nefes sesleri herkesin gerildiğini gösteriyordu. Boğucu bir hal almaya başlamış olabilirdi bazı kişiler için bunun sonuna kadar farkındayım. Fakat şu an kimin ne durumda olduğu bencilce de olsa umurumda değildi.

 

"Kızım, yavrum acını en çok ben anlarım, acını en çok ben paylaşırım; dök içini, ağla kimse sana neden ağlıyorsun demeyecek, kimse sana nasılsın diye de sormayacak sen kendin acınla bütünleşeceksin ve onu zor olsa da, parçalasa da kaldıracaksın." Anneannem her söylediği kelimede derin nefes alıyordu. Aldığı her nefes batıyor gibiydi çünkü boğazında ki o düğümü gözlerinin içine baktığımda görüyordum. O sıra daha fazla gözlerinin içine bakamadım, eğer baksaydım şiddetli şekilde ağlayacaktım ve bunun şu an olmasını hiç istemiyordum. Belki daha sonra olacaktı ama şu an olmamalıydı.

 

Gözlerim masanın üstünde ki papatyalara daldığında bir acı gerçekle daha yüzleştim. Annemin en sevdiği ve belki de benim bu çiçekleri çok sevmemin sebebi annemdi. Ve bu çiçekler bana mutluluğu değil acı gerçeği gösteriyordu. Asya'ya her papatya deyişim az da olsa içimi rahatlatılıyordu. Ve bu acı dolu gerçek dünyada bana iyi gelen tek şeydi Asya.

 

"Evet, anneanne kimse bana nasılsın diye sormadı, kimse bana neden ağlıyorsun diye de sormadı ve kimse bana yardım eli uzatmadı tek kişi dışında. Hiç sevmediğiniz o kız, deli dolu dediğiniz o kız, bu senin canını acıtır dediğiniz o kız, şımarık bu dediğiniz o kız bana yardım elini uzatan ilk ve tek kişiydi. Yanımdaydı, yanımda ağladı, yanımda güldü ve ben onun sayesinde şu an buradayım." Son anda ağzımdan kaçırdığım kelime ile kalakaldım. Kimsenin anlamasını istemiyordum, anlamamaları için umut ediyordum. Gözlerimden akan yaşlar neyi ne kadar açıklar durumdaydı bir haberdim. Odaya göz gezdirdiğimde son gerçekten kaçmak istedim ama olmadı.

 

"Çok özür dileriz teyzem. Biz de çok parçalandık, bizde çok yıkıldık ama hayat bir şekilde devam ediyor. Bir yerde kalıp hayatı uzaktan izleyemeyiz. Bir gün zorda olsa bir yerden sonra acı dolu yaşamlarımıza karışmakla yükümlüyüz. İstediğin kadar kaç ama günün sonunda olman gereken yerde, olman gerektiği şekilde hayata devam ediyorsun. Biz bunu ilk babamda yaşadık, şimdi de ablamda yaşadık. Biz acıyı defalarca kez tattık, bizler acıyı tanıdık ve bu en ağır olanıydı. Acıyı tanımak ve hayatının bir parçası yapmak..."

 

Teyzem konuşmasının ilk başında yanıma gelmiş önümde dizlerinin üstüne çökmüştü. Onunda acı dolu gözlerinin içine baktığımda yıkılmış olanın tek ben olmadığımı görebiliyordum ama inanmak istemiyordu. Dün gördüğüm mutlu aile tablosu beni buna inandırmaktan itiyordu. Belki öyleydi ama ben buna inanmak istemiyordum. Biraz da bencili ben oynayayım ne olacaktı sonuçta.

 

"Hayat devam etmiyor teyze, hayat kaldığı yerden de devam etmiyor dayı ve hayat olmam gereken yere de sürüklemiyor sevgili ailem." Geldiğim ilk andan, konuşmaya başladığım ilk andan bu yana sessizliğini koruyan dayım gözlerimin içine batmıştı ve belki de bu yüzden lafımın içine onu sokmuştum. İsmini duyması ile gözlerimin içine baktı ve benimle yüzleşti. Kaçtığı gerçeklerle yüzleşti. "Hayat seni, onu, bunu, beni, bizleri yaşatmak için devam ediyor. Hayat gerçeklerin acıttığını kanıtlamak için devam ediyor ve hayat senden alınan nefeslerin bedelini ödemen için devam ediyor. Ne acıyı tanıyorsun ne de acıyı hayatına alıyorsun. Yaptığın tek şey acıyı kabullenmek ve onu kalbine alıp köreltmek neden biliyor musun bir başka acıya yer açmak için. Çünkü hayat sadece acı gerçekler demek. Ve bu acı gerçeklerden hiçbir şekilde kaçamazsın sevgili ailem o yüzden bana bahane uydurmayın."

 

Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Kalplerini de kırmak istemiyordum ama bunu çoktan yapmıştım. Fakat kalbi kırılan tek onlar değildi, kalbi kırık olan çocukluğumda vardı. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama buraya geldiğim ilk halden çok daha berbattım. Yüzleşmek acı bir gerçekti ve zordu. Daha iyi olurum diye düşünmüştüm ama sadece düşünmekle kalmıştım. Yüzleştiğim her gerçek canımı yakmaya devam ediyordu.

 

"Neden bu kadar öfkelisin Dila? Anneni ve babanı biz mi senden aldık da bu öfken bize? Neden bizleri anlamaya çalışmıyorsun da üstümüze geliyorsun?" dayımın sesiyle irkildiğimde herkesin gözleri dayıma çevrildi. Gözlerine baktığımda öfkeli olanın ben değil o olduğunu çok rahat görüyordum. Sanki... beni suçlar gibi bakıyordu.

 

"Sizi anlamadığımı mı düşünüyorsun dayı?" tek diyebildiğim buydu ve artık dayıma karşı bir duygu besleyemiyordum.

 

"Anlamıyorsun ki bizi Dila, gelmişsin bize ahkâm kesiyorsun..." gözlerinde ki ateş karşısında erimemi sağlayacak kadar güçlüydü.

 

"Ahkâm mı kesiyorum dayı, böyle mi düşünüyorsun gerçekten?" dayımın lafı ile bütün sıcak sular başımdan aşağıya dökülmüştü.

 

"Dayım öyle bir şey demek istemedi Di..." Konuşmaya dâhil olan Elif'i yarıda kestim ve direk dayımın gözlerinin içine baktım. Beni suçlayan o bakışlara baktım.

 

"Hayır, Elif, dayım tamda öyle demek istedi öyle değil mi dayı? Ben kimim ki sonuçta." Dayımın gözlerinin içine tekrar tekrar baktım. Gerçekten mi dayı bakışlarımı görmeyecekti çünkü dayımı tanıyordum. Dayım her şeyden beni suçlu tutacak kadar bencildi. İster istemez bununla yüzleşmek kötü etkilemişti. Böyle bir şeyi bekliyordum ama beklediğim kişi dayım değildi.

 

"Sabahın köründe kıza mesaj atıyorsun şu saate şurada olun diye. Bizi telaşa sokuyorsun ve sana ulaşmamıza asla izin vermiyorsun. Biz, geldin diye mutlu olmuşken sen gelip bize hesap soruyorsun. Anneannenin sağlığını düşünmeden bir ton laf söylüyorsun, teyzeni tanımıyormuş gibi azarlıyorsun sana hiçbir şey söylememişken gelip laf atıyorsun dayına. Kızım sen ne yapıyorsun? Sen ne hakla gelmiş senden yaşça büyük büyüklerine bir ton laf söylüyorsun? Sen kimsin Dila? Bizden önce kendi yaptıklarına hiç baktın mı da gelip bize ahkâm kesiyorsun? Kızım yüzleş şununla her şeyin sorumlusu sensin. Senin ve annenin yaptığı seçimler. Siz anne kız bütün hayatımızın içine sıçtınız, sadece erkek düşkünlüğünüz sebebiyle. Belki de sen o seçimleri yapmasaydın şu an annen ve çok sevgili baban hayatta olurdu. Sen asıl bununla yüzleş."

 

Dayımın bu derece öfkesini asla anlamış değildim. Beni suçlayan dayımla yüzleşmek başlı başına zordu. Dayım... Babam olarak gördüğüm adam bana nasıl böyle davranırdı? Karşımda ki alev saçan gözler, bakışlar her şeyi anlatıyordu. Ben onların en çokta dayımın gözünde ölmüştüm. Beni istemediğini apaçık söylemişti. Annemin de babamın da ölümünün sorumlusu bendim ve öyle de kalacaktım. Daha fazla konuşmama gerek yoktu çünkü dayım bütün konuşmaya noktayı koymuştu.

 

"Ben ruhu parçalanmış çocuk Dila Deniz. Ben acı gerçeklerde yaşamaya çalışan Dila Özkaya. Hayatını sadece bir telefonla kaybeden o kız. İki kimlik var bedenimde ve her ikisi de yaralı. Hayatı sırlarla, yalanlarla dolu olan o kızım ben. Kimi çok sevdiyse hepsi giden kişiyim ben. Acı bütün bedenini sarmalamışken verdiği söz için yaşamaya çalışan kızım ben. Sevdim ve sevdiğim kim varsa benden bütün ailemi aldı. Annemi, babamı, dayımı, teyzemi, anneannemi ve birçok kişiyi aldı benden. Daha iyi olabilmek için, daha iyi toparlanabilmek için bana iyi gelmeyen bu şehri, bu ülkeyi terk eden o kızım. Ne kadar gerçeklerden kaçmaya çalışsa da asla kaçamayan o kızım. Yarım kalmış onca sır ve yarım bırakılmış gerçeklerle yüzleşmek ve rahat nefes almak için geri dönen o kızım. Çalınan 3 nefessiz nasıl hayat yaşandığını gören o kızım. Ben Dila olmak için çabalayan, çocukluğum için burada sizinle yüzleşen o kızım. Senin her şeyden öte ablanın kızı olan o küçük kızım ben. Kendi kızından ayırmadığın yeğeninim ben. Dayı ben senin küçük cimcime kızınım. Peki, sen kimsin Dayı?"

 

Gözümden akan yaşların haddi hesabı yoktu. En zor olan yüzleşmeydi dayımla yüzleşmem ve bu yüzleşme beni, çocuk Dila'yı paramparça etmişti. Oda derin bir sessizliğe gömüldüğünde herkes en acı gerçekle yüzleşiyordu. Kimsesiz hissettiren bir aile olmanın gerçekliğiyle yüzleşmek zordu bunun farkındaydım. Fakat ben kimsesiz kaldığımda yüzleşebilmek için senelerimi vermişken onların yıllarını vermesine gerek yoktu. Bugün Kaya ailesi için bencil olma günüydü. Ne kadar bencil olduğumsa umurumda değildi.

 

"Dayım, b-ben çok özür dilerim! Ö-öyle demek istemedim biliyorsun." Erken gelen bu pişmanlığın bile gözümde bir değeri kalmamıştı. Kaya ailesinin umursamaz davranması gözümde ki değerini yitirmişti. Her şeye rağmen ailemdiler ama hiçbir zaman tam şekilde ailem olmayacaktılar. Dayıma eşlik eden bütün bakışlara göz gezdirdim. Hepsinin gözlerinin içine baktım. Hepsinin yaşlı gözleri özür diliyordu ama bunun bile bir etkisi olmuyordu bedenimde. Kimsesiz kalan çocukluğum ruhumla bütünleşmek için ilk adımını atmıştı.

 

Çocukluğum ruhumla bütünleştiğinde her şey sona erecekti ve ben o zaman hayata kaldığım yerden devam edecektim.

 

"Hayır, dayı sen tam da öyle demek istedin kendini asla savunma. Benden özür dilemeyin gidin o mezarlığı kimsesiz bıraktığınız kızın annesinden özür dileyin. Gidin o mezarlığa kızının yaptırdığı mezarlığı vakfın yaptırdığına inandığınız için özür dileyin. Ya da o mezarlığı yaptıranın ben olduğunu bildiğiniz halde sustuğunuz için özür dileyin o kadından. İmkânlarınız varken yanıma gelmediğiniz için özür dileyin o kadından. Benim her sene buraya, o mezarlıklara geldiğimi bildiğiniz halde karşıma çıkmadığınız için özür dileyin o kadından. Hayata devam ederken geride bıraktığınız çocukluğum için özür dileyin o kadından. Onun nefesini unuttuğunuz için, onun sizlere emanet ettiği can parçasını bahanelerle geçiştirip unuttuğunuz için özür dileyin o kadından. Sizinle yüzleşmeye gelen kızını her şeyin sorumlusu olmakla suçladığınız için özür dileyin o kadından. Her şeyin sorumlusu olan erkek düşkünlüğü seçiminden sorumlusu tuttuğunuz o kadından özür dileyin. Kızını ahkâm kesmekle suçladığınız için gidin o mezarlığa özür dileyin. Sakın ağlamayın onun yanında çünkü o kadın gerçekleri görebiliyor. Sadece özür dileyin beni kimsesiz bıraktığınız için."

 

Gözlerimden akan yaşlar, parçalanmış kalbim, titreyen soluklarım... Sadece bu derece yıkılmayı beklemiyordum ilk yüzleşmemde. Sağlam kalmayı planlarken şimdi ayakta kalmakta zorlanıyordum. Bu kadar ağır olmasını beklemiyordum ama ağırdı. Bu kadar ağlamak istemiyordum ama ağıyordum.

 

"Ben size, büyüklerime ahkâm kestiğim için o kadından özür diliyorum sizden de özür diliyorum. Gerçeklerin can acıttığını birlikte tattığımız içinde çok özür diliyorum. Size çocuk Dila'yı gösterdiğim içinde çok özür diliyorum ve sizinle yüzleştiğim içinde çok özür diliyorum ama sizinle gerçekleri konuşabildiğim için de kendimle gurur duyuyorum. Size kızgın değilim, öfkeli hiç değilim. Size çok kırgınım, aklınızın alamayacağı kadar kırgınım. Hepinizi her şeye rağmen çok seviyorum, tekrardan geleceğim merak etmeyin sakın, ben kendi başımın çaresine bakarım sizler hayatlarınıza kaldığınız yerden devam edin. Çok kalmayacağım zaten yarım kalmış olan her şeyi tamamlayıp geldiğim yere geri döneceğim."

 

Arkamda bıraktığım yıkımı düşünmeden evi terk ettim. Dışarı çıktığımda hıçkırıklarıma boğulmam bir oldu. Daha fazla burada kalamazdım hızlıca uzaklaşmam gerekiyordu. Arkamdan gelen sesleri hiçbir şekilde duymadım ve hızlıca koşarak evden, mahalleden uzaklaştım.

 

Koşmak bedenime iyi geliyordu. Gözlerimden akan yaşlar ant içiyordu bu yüzleşmelerden sağlam çıkabilmek için. Küçük Dila'ya söz veriyordu her damla onu yalnız bırakmayacağına ve onun için savaşacağına. Bulduğum ilk boş banka oturduğumda sakinleşmek için kendime fırsat tanıdım.

 

Sakinleşmem gerekiyordu çünkü yüzleşmem gereken bir aile daha vardı.

 

Cebimde olan telefonumu elime aldım ve hiç mesaj yazmadığım halama mesaj yazdım.

 

*Hala ben Dila. İstanbula'a geldim ve şu an yoldayım sizin oraya geliyorum. Senden tek bir isteğim var. Herkesi 2 saat içinde oraya toplayabilir misin? Buna çok ihtiyacım var. Tam 2 saat sonra orada olacağım.*

 

Daha rahat nefes almaya başladığımda az önce nasıl bir yıkımın içinden çıktığımı hatırlamak istemiyordum. Ağırlığı çok fazlaydı. Yanımda olmalarını beklerken bana davranışları çok aşağılayıcıydı. Hele de dayım nasıl yapmıştı bana bunu. Beni böyle bir şeyle suçlarken neler düşüneceğimi hiç mi düşünmemişti.

 

Çağırdığım taksi geldiğinde banktan kalkarak taksiye ilerledim. Attığım her adımda sendeliyordum. Ayakta bile zor dururken yeniden bir yüzleşmeye ne kadar hazır olabilirdim ki? Bilmiyorum. Artık neye hazır olduğumu bile bilmiyordum.

 

Taksiye bindiğimde dedemlerin evlerinin adresini verdim. Taksi yola koyulduğunda hiç iyi hissetmiyordum ama diretiyordum. Neden bu derece direttiğimi anlamıyordum ama her şeyin bugün olmasını istiyordum. Eğer ki bu yüzleşmeyi başka bir güne ertelersem bugün göstereceğim cesareti o gün gösteremezdim. Camdan dışarıya baktığımda sonbahar kendini yavaştan göstermeye başlamıştı. Hava bulutluydu. Hava bile bugünün anlamını anlamış gibi gergin ve kasvetliydi. İstanbul'u en son böyle kasvetli hissettiğimde her şeyin başladığı o gündü. Annemi yerde kanlar içinde gördüğüm gündü.

 

Geçmişi daha fazla kurcalayıp ta kendimi kötü etmek istemediğim için kasvetli İstanbul'u izlemeye koyuldum. Asla dinmeyen koşuşturmaları izledim sessiz hıçkırıklarımla. Gözlerim takma ruhlarda gezindi. Kimsenin mutlu olduğu bir anı göremiyordum. Ya da gözlerim sadece mutlu olanlara körelmişti. Onları göremeyecek kadar uzak, göremeyecek kadar kördüm.

 

Taksi dedemlerin evinin sokağına girince biraz yürümenin iyi geleceğini düşünerek inmeyi düşündüm. Ücreti ödedikten sonra taksiden indim. Eve doğru yürümeye başladığımda derin nefesler alıyordum. Gözlerimden akan yaşlar bugünün simgesi haline gelmek için diretiyordu. Yanımdan geçen kişilerin gözleri üzerimdeydi. Anlamıştılar benim kim olduğumu. Hepsinin iğneleyici bakışlarından tiksinmemek elde değildi. Bir kaşık suda boğmak istedim bana bakan onca çift gözleri. Su içmek için uğradığım markette bile öcü görmüş gibi bakışlara mağdur kalmıştım. Sakince suyumu alıp çıktığımda derin nefesler alıyordum. Az da olsa kendime geldiğimde suyumu içtim. Daha fazla bu bakışlara katlanmamak için hızlıca eve yürüdüm.

 

Ev görüş alanıma girdiğinde gerginliğim iyice arttı. Havanın hafiften soğuması ise işlerin kızışacağını gösterir gibiydi. Kararmış gökyüzüne baktım, içimden giden duygular için. Gökyüzüne baktım ve benden çalınan iki nefesin sıcaklığını ensemde hissettim. Yavaş adımlarla ölüm fermanıma doğru yürüyordum. Bu kapıdan geri çıktığımda çok kötü olacağımı tahmin edebiliyordum. Bu sefer ki çok acıtmayacaktı sonuçta babamı yeni bulduğum gibi ailesini de yeni bulmuştum. Babamın ailesiyle çok vakit geçirmeme rağmen sıcak hissetmiştim en başta. Sonra da babamın ölümü ile iyice kopmuştuk. Kopmamış yetmezmiş gibi babamın mirasının ¾ benim olunca aramızda ki uzaklık hat safa artmıştı. Bana ne gözle bakıyordular bilmiyordum ama iyi gözle bakmadıkları kesindi. Her şeyden beni sorumlu tutacakları da kesindi.

 

Çok kısa süre içinde kapı açıldığında gözlerimin içine bakan halamla karşılaştım. Öfke dolu bakışlar burada da vardı tamda beklediğim gibi. İçeriye geçtiğimde burada çok durmayı planlamıyordum zaten de çok duracakmış gibide karşılanmamıştım. En azından anneannemler geldiğim için, beni gördükleri için mutluydular. Burada ki nefret dolu bakışlar yoktu orada.

 

Oturma odasına girdiğimde ilk gözlerimin içine bakan dedem oldu. O biraz daha yumuşaktı diğer bakışlara oranla. Bilmiyordum belki de tanıdığım tek dedem olduğu için bana öyle geliyordu. Gözlerim babaanneme kaydığına her an üstüme atlayacak gibiydi. Diğerlerinin yüzlerine bakmama bile gerek yoktu çünkü bu evde ki herkes benden ölesiye nefret ediyordu. Burada olmam onların için huzurun yok oluşuydu bunu zaten dünde görmüştüm. Peki dedemler, babamın mezarını benim yaptırdığımı anlamış mıydılar?

 

"Hangi yüzle bana mesaj atıyorsun ve yine hangi yüzle kapımızın zilini çalabiliyorsun?" halam sertti. Gergin hava iyice gerildiğinde burada lafı dolandırmama gerek yoktu çünkü direk asıl konuya dâhil edilmiştim. İstemsizce güldüm ve bu gülmem odadakileri şaşkına soktu. İyice nefret dolu bakışlara maruz kaldığımda sivri dilimi açtım ve bundan sonra olacak konuşmadan sorumlu olmadım.

 

"Peki, sen hala hangi yüzle terk ettiğin yeğenini hesaba sokuyorsun?" sesim aynı halam gibi sertti. Gözler üstüme çevrildiğinde susmaya hiçte niyetim yoktu. "Çok vaktinizi almayacağım sadece birkaç söyleyeceğim şeyler var, onları söyledikten sonra yine hayatınızdan çıkacağım." İstediklerini başta söylediğimde bana acır mıydılar? Oğullarının kızına sahip çıkmak için neyi bekliyordular?

 

"Gerçekten senin kadar yüzsüzünü yıllar önce görmüştüm. Aynı annen olmayı nasıl becerdin küçük hanım. Onun kadar..." halam asla yapmaması gereken şeyi en rahat şekilde, gocunmadan yapıyordu. Anneme laf ediyordu. Benim buna karşı susmayacağımı bildiği halde yapıyordu.

 

"Annem hakkında doğru konuş hala, bilmediğin işlere de burnunu sokmazsan sevinirim. Daha fazla ileri gitmezsen de sevinirim eğer ki gidersen kalbini kırmaktan asla geri çekilmem." Sesim olması gerektiğinden daha sert ve tehditkârdı. Ve bu ses tonum onun işine yarayacaktı.

 

"Sen beni tehdit mi ediyorsun?"

 

"Hayır, hala seni tehdit etmiyorum olacaklara karşı uyarıyorum. Konuyu kendi tarafına çekme." İmalı bakışları konuyu uzatacağını gösteriyordu. Burada daha fazla durmak istemiyordum ama halam buna izin vermiyordu. Bana, konuşmama izin vermiyordu.

 

"Sen kimsin de beni uyaracakmışsın? Sen kendini ne sanıyorsun?" gözlerindeki alevler karşısında ki insanı korkutup kaçırtmak için gayet yeterliydi. Fakat ben kaçmıyor ateş saçan o alevli gözlerin içine bakıyordum. Bu onu çıldırtmaya yetiyordu.

 

"Hala gerçekten uzatmayalım. Gerçekten çok kısa konuşup gideceğim izin ver konuşayım." Gözlerimi halamdan çekip tekrardan dedemle babaanneme çevirdiğimde babaannemin sinirli olduğu ve her halinden belli oluyordu. Bir diğer belli olan şey ise bu evde istenmediğimdi.

 

"Biliyorum beni burada görmeyi beklemiyordunuz, zaten huzurunuzu kaçırmak gibi de bir niyetim yok. Sadece yüzleşmek istedim. Beni, oğlunuzun size olan emanetini nasıl yüz üstü bıraktığınızı sormaya geldim. Sadece yarım kalan geçmişimizi kapatmaya geldim." Ruhsuz çıkan sesim her şeyi anlatmaya yetiyordu. Gözlerimin dolmaması için çok diretiyordum. Bu sefer ağlamak istemiyordum ama bu çok zordu.

 

Dedem oturduğu yerden ayağa kalkmak için hareketlendiğinde babaannem onu durdurdu. Kalkan kendisi oldu ve tam karşıma geçti. Gözleri gözlerimin içine bakıyordu ve söyleyecekleri hiçte güzel şeyler olmayacaktı. Derin ve acı dolu o bakışlar nefreti gösteriyordu.

 

"Sen kimsin de bana hesap sormaya geliyorsun? Sen hangi hakla bu eve girip benim kızımı tehdit ediyorsun ve sen hangi hakla bana karşı saygısızlık yapıyorsun?" Anneydi o ve canından bir parçayı kaybetmişti. Bana sinirli olmasını anlayabilirdim ama beni suçlamasını asla anlamazdım. Bana sarılmak yerine aşağılayıcı bakışlarıyla ezmesini anlayamazdım.

 

"Ben sizin kızınızım. Can parçanızın emanetiyim." Sesim ister istemez titriyordu. Dolan gözlerim kendini salmamak için zor tutuyordu.

 

"Sen bizim kızımız değilsin, sen bize bırakılan bir emanette değilsin, sen bir katilsin. Benim oğlumun katilisin. Onu bizden koparansın." Bir anne bunu nasıl derdi. Bir anne hiç mi acımazdı karşısında ki küçük, kimsesiz çocuğa?

 

Babaannemin dedikleri ile paramparça olmuştum. Kendime gelmem gerekiyordu ama bu suçlama çok ağırdı. Gözlerimi tutamadım ve yaşlar akmaya başladığında karşımda gülen yüzleri görmek iyice kötü etkilemişti. Buranın ağır olacağını biliyordum ama böyle olacağını asla tahmin etmiyordum.

 

"Hanım öyle demesene, o bizim torunumuz." Dedem lafa girdiğinde minnet dolu bakışlarımı ona çevirdim. Karşımda bana gülen adamı gördüğümde dedeme sarılmak istedim ama buna engel olacak çok kişi vardı.

 

"Ses sus bey. Sen bu işe karışma, ayda yılda bir gelerek baba olunmadığı için bana karışma. Oğlumun katiliyle ne şekilde konuşacağımı çok iyi biliyorum." Çok sert sözlerdi bunlar. Çok ağır laflardı hepsi. Üstümü ezip geçmişti babaannem. Daha fazla dayanacak güçte değildim ve bu işittiğim sözler paramparça ediyordu.

 

"Ben sana ne yaptım babaanne? Ben sana..." Babaannem lafımı yarıda kestiğinde şiddetlenen sesi irkilmeme neden olmuştu. Ne olursa olsun böyle bir karşılaşma beklemiyordum. Sonuçta aradan yıllar geçmişti. Fakat ne kadar yıl geçmiş olursa olsun babaannem hala dün gibi öfkeliydi bana karşı. Elinde olsa beni şu an öldürürdü bunu iliklerime kadar hissediyordum.

 

"Bana babaanne deme. Ben senin babaannen değilim, biz senin ailen değiliz. Seni tanımıyoruz ve tanımayacağız da." Bunlar kalbimi hançer gibi saplanan son sözler oldu. Kendimi daha fazla tutamadım ve patladım.

 

"Yeter! Gerçekten yeter babaanne! Ya ben senin oğlunun kızıyım, canından bir parçayım. Bana nasıl böyle davranabiliyorsun? Beni nasıl görmezden gelebiliyorsun? Hiçbir şey istemedim sizden bu zamana kadar, sizden tek bir beklentim vardı o da beni kimsesiz bırakmamanızdı ama siz onu da yapmadınız." Sesim gittikçe şiddetleniyordu ve bu ev halkını rahatsız ediyordu.

 

"Benimle doğru konuş edepsiz." Babaannemi hiç bu derece kin dolu görmemiştim.

 

"Ben annemi kaybettim yetmedi aynı anda babamı kaybettim. Yıllar sonra bulduğum babamı kaybettim. O da yetmedi ihanete uğradım. Buradan defolup gittiğimde tek bir isteğim vardı, tek bir beklentim vardı sizlere karşı. Beni yalnız bırakmamanızdı. Beni o acıyla baş başa bırakmamanızdı ama sizler beni kimsesiz bıraktınız. Sizler beni yok ettiniz. Ben asla sizin hayatınızda bir yere sahip olmadım. Nerede olduğumu biliyordunuz, ne yaptığımı da biliyordunuz ama hiçbir şekilde umurunuzda olmadım. Ne bok yersem yiyeyim umurunuzda da olmayacaktı. Hiçbir şey bilmezken mirasın büyük kısmı bana kalınca yapmadığınız alçaklık kalmadı. Yapmadığınız rezillik kalmadı babaanne. Kusura bakmayın ama asıl edepsizlik bir kız çocuğunu sokakta apaçık bırakmaktı. Onun evi olan yeri ondan gizli satmaya kalmaktı. Onun gerçeklerini yakmaya çalışmaktı edepsizlik. Asıl siz kimsiniz babaanne, asıl siz kimsiniz? Hangi hakla benim, benim ailemin evini satmaya kalkarsınız? Hangi hakla benim yaptırdığım o mezarlığı yıktırmaya kalkışırsınız? Sana, size hiç istemediğim kadar kızgın, gözle göremeyeceğiniz kadarda kırgınım. Beni parçaladınız ve bu size yetmedi. Şimdi bütün mal varlığımı elimden alabilirsiniz yeter ki daha fazla gözümde küçülme..."

 

Lafımı yarıda kesen babaannem hiç beklemediğim bir şey yaptı. Yüzümdeki bu sancı, bu acı tokattı. Babaannem bana gözünü bile kırpmadan tokat attı. Oğlunun emanetine tokat attı. Elim istemsizce ya da istemli şekilde yüzüme gittiğinde bu acı gerçekle yüzleşmeyi hiç istemezdim. İstenmediğimi daha fazla hissetmemi sağlayan bu tokat hayatın gerçeklerini de bir kez daha yüzüme vurdu.

 

Ben yalnızdım. Küçük Dila'nın ruhu her gün geçti parçalanıyordu ve asla da toparlanacak hale gelmiyordu. Buraya daha rahat nefes almak için gelmiştim ama aldığım her yeni nefes eskisinden daha kötüydü.

 

Gözlerimden akan gözyaşlarımı bu aile için dökmektense hiç dökmemek için kafamı kaldırdım. Fakat olmuyordu, gözyaşlarımı dindiremiyordum. Ne kadar sakinleşmeye çalışsam da olmuyordu. Kimse babaanneme ne yaptığını sorgulamıyordu, kimsenin umurunda olmadığımı acı bir gerçekle tekrardan yüzleştim.

 

"Hepiniz birbirinizden rezilsiniz. İyi ki babam sizinle kalmamış." Dediğimin ağırlığını düşünmedim ve evden hızlıca uzaklaştım. Arkamda neler olacaktı umurumda değildi. Bundan sonrası her iki taraf içinde kötü olacaktı. Her iki taraf içinde zor olacaktı.

 

Nefes almakta zorlanıyordum ama koşmaya asla ara vermiyordum. Çok kırılmıştım bugün, çok ağırdı duyduklarım. Kaldırabileceğim kadar güçlü hissetmiyordum. Nereye gittiğimi de bilmiyordum ama delicesine koşuyordum.

 

Ne kadar süre koştuğumu bilmiyordum. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı bunu biliyordum. Buraya geldiğimde böyle şeyleri tahmin etmiştim ama bire bir yaşaması çok yıpratıcıydı. Yıpranan çocukluğum değildi, yıpranan her şeye olan inancımdı. Hala aile olabileceğimize olan inancımdı. Fakat ne kadar çok umut etmiştim, ne kadar çok inanmıştım farklı olacağına.

 

-hiçbir şey değişmezdi Dila bunu tekrardan öğrenmiş olduk-

 

İç ses lütfen bana iyi olacağımı söyle çünkü şu an duymak istediğim tek şey bu.

 

-her şey çok yıpratacak ama yolun sonunda iyi olacağız küçük papatya-

 

Haklısın iç ses, çok haklısın.

 

-nereye gidiyoruz papatya-

 

Olmamız gereken yere gidiyoruz iç ses. Her şeyin başladığı o yere gidiyoruz.

 

-bizi parçalasa bile mi-

 

Bizi parçalasa bile...

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitapta...

Dokunmayın çok fenayım!

Bir bölüm daha bitirdik, fakat bu bölümde sadece bölüm değil bende bittim. Yazarken ayrı, düzenlerken ayrı yıprandım. Dila'nın yıllar sonra yüzleşmesi, birikmiş duygular, küçüklükler derken gerçekten duygu yüklü bir bölümdü. Sinir bozucu olan sahnelere değinmiyor, ekrana dalmamak için kendimi zor tuttuğumu söylüyorum . Neyse bir şekilde bölüm bitti.

Bölümü nasıl buldunuz?

Dila'nın yerinde olsaydınız neler yapardınız, nasıl davranırdınız?

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 19.01.2025 19:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...