29. Bölüm
İzzetcan Duman / ÇIKMAZ SOKAK / 29.BÖLÜM: 21.06.2013

29.BÖLÜM: 21.06.2013

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahaliii kalkın biz geldikkkk 🖤 Nasılsınız?

Ben iyiyim, süperim harikayım. Yine bir bölüm ve yine sizi ağlatacak olan ben (hihihi) Bölümün adından da anlaşıldığı üzere Bulut'un hikayesinin başladığı o günü okuyacağız ve bölümde şok bir gerçek var😱

Sindire sindire okuyun😍

Keyifli Okumalar:')

 

 

“Bugünün tarihi geleceğin katili...”

 

 

 

9.BÖLÜM

 

 

"21.06.2013"

 

 

Sezen Aksu – Küçüğüm

 

Nasıl olurdu da her şeyi yapmasının sebebini masum kıza yüklerdi? Anlamıyordum, hayatımı mahveden bir intikamın içinde olmasını nasıl olurdu da kardeşine bağlardı? Tehdit mi etmiştiler?

 

-büyük ihtimalle de tehdit ettiler papatya-

 

Etsinler iç ses, etsinler. Değiştirebilirdi. Benim tanıdığım adam, âşık olduğum adam tehditlere boyun eğecek biri değildi, yani ben öyle sanıyordum.

 

-belki de sadece kardeşi değildir sebebi-

 

İç ses lütfen onu bana savunma. Anlamak istemiyorum. Âşık olduğum adamın bir tehditle hayatımı mahvettiğiyle yüzleşmek istemiyorum.

 

-âşık olduğun adam sence de bir tehditle mi hayatını mahvetti-

 

Ne demek istiyorsun iç ses?

 

-sence de kaçmak yerine yüzleşmenin zamanı gelmedi mi aynı söz verdiğin gibi-

 

Vay be iç ses sende ne marifetler varmışta benim haberim yokmuş. İkna kabiliyetin çok iyiymiş. Haklısın be iç ses dinlemem gerekiyor. Kaçmaktansa acı çekmem gerekiyor.

 

Hastaneden koşarak ayrıldığım için ne kadar uzaklaştığım hakkında fikrim yoktu. Geri dönmeye karar verdiğim ilk anda bir boşluğa düştüm. Yüzleşeceğim gerçek tatmin edecek miydi? Hayatımı mahvetmesine değecek miydi? Annemle babamın benden gitmesine neden olmuş muydu?

 

Yanıldım. Sevdiğim adamın bana iyi geleceğine inandığımda yanıldım. Yıllar sonra bulduğum babamın benden gitmeyeceğine inandığımda yanıldım. Annemle iyileştiğimize inandığımda yanıldım. Babam bildiğim adamın beni sevdiğine inandığımda yanıldım. Kardeşim dediğim kızın güvenilirliğine inandığımda yanıldım. Çocuk Dila'ya inandığımda yanıldım, çünkü ben hala çocuk Dila'ydım. İnandığı şeylerin sadece yanılgıdan ibaret olduğu kızdım.

 

Hayatımın iki adımı vardı: İnanmak ve savaşmak.

 

Hala inanan o kızdım. Hala da çocuk olan o kıza inanıyordum. İnanmak onun için bir kalkandı, inanmak onun için güçtü ve inanmak onun için mutluluktu. Çocuk Dila'nın tek bir isteği vardı: Aile olabilmek. Annesinin gözyaşları dökmediği, babasının bağırmadığı, annesinin tek işinin hizmet etmek olmadığı, babasının akşam geldiği, tek şeyin eğlence olduğu bir aile istemişti. Aldığı cevap ise hayatının yalan olduğuydu. Babasının babası olmadığı adamın gerçek ailesini ondan almasıydı gerçekler.

 

Sırlar ne kadar süre saklı kalabilirdi ki? Gerçekler gün yüzüne çıktığında ise hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu.

 

Hayatı yalan olan Dila Deniz, hayatının gerçekleriyle yüzleşmeye çalışan Dila Özkaya. Hangi benliğim gerçek Dila'ydı, hangi isim benim gerçeğimdi? Yaşamdan istediğim tek şey sadece nefes alabilmekti. Yalanlar olmadan, gerçeklerin acıtmadığı o günde o nefesi alabilmekti tek isteğim. Dila Deniz olmak istemiyordum, Dila Özkaya olmak istemiyordum. Sadece Dila olmak istiyordum.

 

 

 

Yaşamı için mücadele eden kız olmak istiyordum.

 

Hastaneye tekrar vardığımda ise ilk geldiğimden pek bir farkım yoktu. Hala burada ne işim olduğunu anlayamıyordum, hala burada neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Merdivenleri çıktığımda bile üstüme çöken karamsarlık duyacağım gerçeklerin yükü müydü? Masum kızdan duyacağım gerçekler Dila'yı nasıl etkileyecekti bilmiyordum ama hissediyordum, bu hastaneden çok farklı kişi çıkacaktı.

 

398 numaralı kapının önünde durduğumda içeriye girmeye korkuyordum. Ya hala buradaysa ve gitmemişse! Konuşacaksam tek konuşmam gerekiyordu, o hala oradaysa konuşacak kadar cesaretli değildim. Hala ona inanmıyordum, hala onunla göz göze gelemiyorum çünkü inanırdım, ondan kaçmaya çalışırken bağlanamazdım.

 

Kendimi hazır hissettiğimde ise o kapı kulpunu aşağıya itip yavaş adımlarla içeriye adım attım. Göreceğim her manzaraya rağmen o adımları attım. İçeriye girdiğimde ise hala çekiniyordum, buranın bu masum kızın evi olduğunu gördükçe perişan oluyordum. Benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim bu kızın dışarılarda eğlenmesi gerekirken bu hastane odasında ne işi vardı?

 

Burada değildi, Bulut burada değildi. Büyük ihtimalle peşimden gelmişti. Karşımdaki kıza baktıkça içimdeki belirsiz hisler sızlamaya başladı. Kendilerini hatırlatmanın zaman mıydı şimdi? Neden olup olmadık zamanlarda kendilerini hatırlatırdılar ki? Neydi ismi?

 

Çiçek Aras.

 

Ne kadar güzel ismi vardı. İsminin anlamını yaşatacak kadar da güzel yüzü vardı. Hastane odalarında ki en güzel kız olmalıydı. Abisi gibi ela gözleri hayattan yorulmuş bakışlar atarken ondan nasıl gerçekleri anlatmasını isterdim. Hayatını cihazlara bağlı şekilde geçiren kızı yormamam gerektiğini de biliyordum ama gerçekler daha fazla saklı kalmak istemiyordu.

 

"Merhaba," nasıl da bencillikti bu? Kız bana merhaba dediğinde yüz bile vermemişken şimdi merhaba diyen taraf ben miydim? Gerçekten kahretsin ki bencilleşiyordum! Hiçbir suçu olmayan kıza merhaba diyecek kadar da insaf kalmamış mıydı bu küçük bedende.

 

"Merhaba," çekindiği her halinden belli oluyordu. Haklıydı da ben kimdim ki sonuçta. Yorgunluğu gözle görülecek kadar belirgindi. Savaşacak gücünün olmadığını gördükçe aklıma gelen o günler canımı yaktı. Annem ve babamın öldüğü o ilk günlerde ki bendim bu. Tabii Çiçek'in halinden daha iyiydim.

 

"Öncelikle senden çok özür dilerim Çiçek," ne kadar pişman olduğumu sesimden anlamasını diledim. "Yaptığım şeyin ne kadar kaba ve kırıcı olduğunu biliyorum, lütfen beni bağışla." İçtendi özürüm, tanımadığım birine göre çok içtendi. Bir şey vardı aramızdaki bağda ama henüz çözmüş değildim.

 

Bu kız benim küçüklüğüm gibiydi. Geçmişimle geleceğimin arasında ki Dila'nın bakışlarıydı bakışlar. İlk andan beri farklı hissediyordum. Bir şey vardı bizi birbirimize bağlayan. Bir duygu vardı her şeyin önüne geçen; inanmak.

 

Çiçek'in inanması, küçük Dila'nın inanmasıydı. Yanılgıdan ibaretlerle dolu inanmaktı.

 

"Önemli değil," dediğinde bir kez daha yıkıldım. Masum bir bakıştan ne istemiştim ki?

 

"İsmim Dila, seninle önemli bir konuda konuşmak için geldim." Nasılda bencil olunuyormuş onu yaşadım bu kıza karşı.

 

"Abimin her şeyden çok sevdiği o kızsın, tanıyorum seni." Abim mi demişti o? Ya oyunsa düşüncesi lütfen aklımdan çık. Oyun değildi, oyun olamazdı. Karşımda ki bakışlar bunu doğrular nitelikteydi.

 

"Abin, her şeyden çok sevdiği kızın hayatını mahvetti Çiçek." Acımasızlığım gün yüzüne çıktığında ise gerçek Dila'yı hissetmeye başladım. Ona yapılan kötülüklere susmayan kızdı.

 

"Sana anlatabileceğim tek şey var Dila. Abimle hayatımızın nasıl yerle bir olduğunu anlatabilirim çünkü ben bu hikâyede sadece burada yer alıyorum. İsmimin geçtiği hikâyede görünmez bir figürüm, ismimin geçtiği hikâyede en masum ama en katil olan o kızım." Gözlerinden akan damlalar anlatacağı şeyin yoğunluğunu gösteriyordu. Yıkılmış bir kız en fazla ne anlatabilirdi?

 

"Düşündüğüm günü mü anlatacaksın Çiçek," her şeyin başladığı o gün. Hayatımın değişmeye başladığı o gün. Yıllar öncesinin bugüne etki ettiği o gün o olay.

 

"Kesinlikle düşündüğün günü anlatacağım. Hayatımızı değiştiren o gün: 21 Haziran 2013." Asıl hikâyenin başladığı o gün...

 

💦

 

Yazardan:

 

14 Sene Önce: 21.06.2013

 

Bir ölüm, iki çalınan hayat, intikam ateşi... 21 Haziran bir hikâyenin başı, bir hikâyenin sonu. Her şeyden habersiz iki hayat ve onu birleştirecek intikam. İki masum hayat sadece acımasız bir gerçekle yüzleşecekti. Bir ölüm bir sırrın kurbanı olurken bir diğer sır ise geleceğin katili oldu. İki hayat, iki sır.

 

O günde her şeyden habersiz güne başladı genç Bulut. Ailesiyle yaşadığı bu küçük ev ne kadar canlarını yaksa da eviydi. Annesinin çığlıklarına hâkim olsa da eviydi, kardeşinin hıçkırıklarını duysa da eviydi. Babasının her haline şahit olsa da eviydi. Bu ev onun sonu ve başlangıcıydı.

 

Sabahın ışığıyla huzursuzca uyunan Bulut keyifsizdi. İçindeki sıkıntıya anlam veremiyordu, veremedikçe de bunalıyordu. Bir duygu hâkim olmuştu bedeninde ve bu duygu her saniye kendini hatırlatıp yakıyordu. Canı acıyordu ama neden olduğunu bulamıyordu. Bugün iyi bir gün değildi.

 

Gözlerini kırpıştırarak açan cimcime kız ise Çiçek'ti. Annesinin biricik kızıydı, abisinin cimcime, mızmız kardeşiydi. Hiç uyanmak istemiyordu bugün, nedenini anlamasa da yataktan hiç çıkmak istemiyordu. İçindeki hisler engel oluyordu gülmesine, yeni günü güzel geçirmesine. Gerçi babası varken hangi günleri güzel geçmişti ki?

 

Kahvaltı masası sessizdi. Anneleri enfes bir kahvaltı hazırlasa da sessizdi, babası evde olmasa da sessizdi. Herkesin içindeki o karamsarlık eve hâkim olduğunda kimseden çıt çıkmıyordu. Müge Aras sessizliğini koruyordu çünkü bugün onun sonuydu, hissediyordu. Aklına koyduğu şeyi yapacak kadar cesaretli miydi bilmiyordu ama hazırlanmıştı. Her şeyi bırakıp sonsuz özgürlüğüne gitmeye hazırlanmıştı. Çocuklarına veda etmişti. En acı şeydi o vedayı çekmek, başardığında ise gözlerinden sadece yaşlar akıyordu.

 

"Kendine gel Müge, bugün son gün çocuklarınla eğlen, güzel hatırlasınlar seni." Müge içinden geçirdikleriyle yüzleştiğinde gözleri doldu. Çocukları tek varlıklarıydı, her şeyden öteleriydi. Ölmezse onların öleceğini biliyordu. Abileri Müge'yi yaşatmayacak kadar gözleri dönmüştü. Kocası ise her gün öldürüyordu zaten. Sakladığı sır onun hayatına bedel olmuştu, sakladığı sır hayatını zindan ediyordu. Yaşadığı hayat boğuyordu, her gün acı çekmektense hiç çekmemek için gidiyordu. Çocukları daha iyi olsun diye gidiyordu. Giderken ise arkada bir aile bırakmayı düşünmüyordu. Ne baba, ne anne! Önce hayatını zindan eden adamdan kurtulmalıydı sonra ise hayatından.

 

Çocukları ile güzel vakit geçirmeye başladığında buruk hissediyordu, hayatlarını yıkacağını bile bile gitmeyi göze almıştı. Ya ölecekti ya da öldürülecekti. Abisi onu yaşatmazdı, abisi gerçeklerini bildiğini öğrense ki çoktan öğrenmişti yaşatmazdı. Saklamakla kalmadığı gibi yardımda eden Menekşe yaşamazdı.

 

Abisi atağa geçmeden onun geçmesi gerekiyordu. Eğer ki abisi harekete geçerse diğeri hiçte boşa çıkmayacaktı. Bu kadar süre abilerini nasıl sakladıysa şimdi de saklayacaktı. Çocukları için bildiği bütün sırlarla gidecekti.

 

Bugünün tarihi geleceğin katili...

 

Son kahvaltılarını yaptıklarını bilmeyen iki çocuğunda içi buruktu, bu karamsarlığın sebebini araştıran iki çocuk günün sonunda ayrılacaklarını bilmiyorlardı. Annelerinin gözündeki acıyı anlayan masum çocuklar, annelerinin gözündeki mutluluğu da anlıyordular. Bugün keder vardı annelerinin gözünde bir diğer duygu ise mutluluk. Anlam veremiyordular, anneleri bu kadar kederliyken nasıl mutlu olabiliyordu?

 

Mutluluk onlar için çok küçüktü. Sadece küçük bir gülümseme bile mutlu olmaları için yeterliydi. Onlar mutluluk istedi acı aldı. Hayatlarının en deli zamanında birbirinden koptu. Acımasız bir ölüm iki kardeşi ailesinden ayırdı. Onlarca sır, bir ölüm; bir sır, onlarca ölüm.

 

Bugünün tarihi akıldan silinemeyecek kadar kazılacaktı bir, bir hafızalara. Kimsenin en çokta o iki çocuğun unutamayacağı tarihti. Bu tarih ölümle başlarken esir hayatına dönüşüyordu. Esir bir kız, hasta bir kız, ailesinden uzakta; en çokta onlara ihtiyaç duyarken. Piyon bir çocuk, tanımadığı birinden nefret ettirilen bir çocuk, tek yaşama sebebi olan bir çocuk, kalbinin sahibini tanımadan onun hayatı için kumar oynayan bir çocuk.

 

Esir bir kız, piyon bir çocuk.

 

Sırların tesadüfü müydü yoksa gerçeklerin kederi mi?

 

Güzelce kahvaltı yapan gençler günün sonundan habersiz evden ayrılıyordu. Anneleri onlara sımsıkı sarıldığında bir şeyler seziyordu genç çocuk. Her zaman okula giderken sarılan anne ile şimdi sarılan anne aynı değildi? Hissettirdikleri aynı değildi. Bir gidiş vardı, bir veda, bir yük.

 

Evden ayrılan çocuklar için okul yolu eziyetti, bütün yol düşündükleri tek şey o his ve o sarılıştı. El ele giden kardeşler için bilinmez yol gözüktüğünde her ikisi de anladı. Evdeki o sessizliğin sebebini her iki çocukta anladı. Babalarının eve gelmeyişini, annelerinin belli etmemeye çalışsa da diken üstünde olması... Her şeyin sebebi az çok anladıklarında ise düşündükleri tek bir şey vardı: Anneleri.

 

Eve nasıl koştuklarını dahi hatırlamayan kardeşler yüzleşecekleri gerçekten korkuyordu. Düşündükleri şeyin olmasından delice korkuyordular. Annelerinin gitmesi demek hayatlarının bitmesi demekti. Annelerinin gitmesi demek hayallerinin tükenmesi demekti. Annelerinin gitmesi acı demekti, ayrılış demekti, özlem demekti, öksüz demekti. Bir kokuya özlem duymak demekti o yalnızlık. Her şeyini verecekleri tek bir koku demekti o gidiş.

 

Eve varan kardeşlerin yüzleştiği gerçek ise geç kaldıklarıydı. Annesi yoktu. Hayatlarının anlamı yoktu. Yüzleşilmesi gereken bir veda vardı ve onlar buna hazır değildi. Annelerinin gitmelerine hazır değildiler. Birbirlerine sarıldıklarında ise hayatlarının bittiğini düşünüyordular. Gözlerinden akan yaşlar bugünün şahidiydi, hem de en gerçek şahidi.

 

Bu hayattan istedikleri tek şey aile ve mutluluktu. Huzurlu bir ev, güler yüzlü bir baba, ilgili bir baba, el kaldırmayan bir baba; annelerinin insan yerine konulduğu bir ev, annelerinin güler yüzünden bağırmasını isteyen bir çocuk ve kızın hayallerinde ki evdi. İstenilenlerle yaşanılanlar farklıydı. O kadar farklıydı ki anneleri veda ediyordu bu yaşama.

 

Evin kapısının önündeki kardeşlerin düşündüğü tek şey annelerinin nerede olduğuydu. Birbirlerinin ellerini bırakmayan kardeşler bu yalnızlığa alışmaya çalışıyordu. Birbirlerinin tek gerçek dostlarıydılar. Bu hayat onları vurmaya yer ararken güçlü olmak zorundaydılar. Yaşamak için güçlü durmak zorundaydılar. Hayat onları zorunda olacak onca şeye iten gerçekti. O yüzden hayatı sevmiyordu Aras ailesi. Kendi hallerinde bu yalnızlığa çare bulan ama yalnız olan aileydi; anne, çocuk ve kız kardeş.

 

Bir ses bütün algılarını değiştirdi. Bir ses ile içlerindeki korku kat kat büyüdü. Bir sesle başladı bu hikâye ve yine bir sesle devam edecekti bu hikâye.

 

Duyulan silah sesi Aras ailesinin hayata vedasıydı. Duyulan silah sesi bazı gerçekleri hatırlattı. Silah sesi bir başlangıcı çizdi.

 

Bulut ve Çiçek yaşadığı korkuyla sıçradıklarında akıllarında tek bir şey vardı; anneleri. Bugün ki karamsarlığın onlar için anneleri olmamalıydı, annelerinin gidişi olmamalıydı. Hayatın acımasız gerçeğiyle yüzleşmek için çok küçüktüler, hayatlarının darmadağın olması için çok küçüktüler. Küçüktü bu iki kardeş, hayatın gerçekleriyle savaşamayacak kadar cahildiler. Hayatın tecrübesine karşı ki tecrübesizliklerinin gün yüzüne çıkacağı kadar küçüktüler.

 

Çok uzaktan gelmeyen sese doğru koştuklarında ise tek bir duygu hissediyordular: Korku. Annelerini kaybetmenin korkusunu yaşıyordular. İstemiyordular bu acımasız hayatta yalnız kalmak, istemiyordular tek gerçek duygularının gitmesini. Gözlerinden düşen yaşları silmek bile istemeyen bu küçük bedenler göreceği manzarayı nasıl kaldıracaktı? Ya korktukları şey gerçekse!

 

Koşuyordular, nefes almakta dahi zorlanıyordular ama pes etmiyordular. Saniyeleri bile sayan bu çocuklar yaşlarından büyük acıya ev sahipliği yapmak istemiyordular. Bütün benliklerini unutup nefes alamayacak derecede koştuklarında bile korku kalp ritimlerini hızlandırıyordu. Annelerinin anlattıkları masallarda ki sonu isteyen bu çocuklar bu masalın sonunu istemiyordu.

 

Yoldan koşmaya devam ederlerse geç kalacakları için Bulut kardeşinin elini sıkıca tutup ormanın içine daldı. Evlerine ne yakın ne de uzak uçuruma koşan bu çocuklar bütün ruhlarını teslim ediyordu. Yeter ki anneleri nefes alıyor olsun, yeter ki anneleri yaşıyor olsun! Çiçek çok yorulmuştu, dinlenmezse hastalığı sıkıntıya girecekti. Bu kadar uzun süre koşması bile yasakken onlar dinlememişti. Korkuları her şeyi silip atmıştı.

 

"Abiciğim bak şu ara yoldan hiç sapmadan geldiğinde uçuruma çıkacaksın. Burada dinlen tamam mı? Kendine gelince yavaş yavaş gelirsin. Dikkat et Çiçek, benim anneme yetişmem lazım." Bulut, Çiçek'in elini bıraktığında kalbi acıdı, kardeşini böyle bir yerde yalnız bırakacak olması çok zordu. Yapması gerekiyordu, eğer yapmazsa annelerini kaybedeceklerdi. Annelerini kaybetmeleri demek hayatlarını kaybetmeleri demekti çünkü babaları onları yaşatmazdı.

 

Çiçek abisinin gitmesi ile hıçkırarak ağlamaya başladı. İçinde tuttuğu o çığlığı haykırdığında az da olsa rahatlamıştı. Nefeslerini düzene koymak için çabalıyordu ama korkusu bunun önüne geçiyordu. Annesi yaşamlıydı küçük kızın, annesi gözyaşlarıyla terk etmemeliydi küçük kızı. Çiçeğini, ruhunu, mis kokulusunu gözyaşları içinde terk etmemeliydi.

 

💦

 

Bulut kardeşini bıraktığı için çok pişmandı ama başka bir yol yoktu. Annesi onlar için nefes demekti, hayat demekti, mutluluk demekti. Kim bütün hayatının elinden gitmesini isterdi ki?

 

Bulut uçuruma vardığında ise gördüğü manzarayla şok yaşadı. Annesinin hayatta olması gülümsemesine vesile olurken yerde kanlar içinde yatan adamın ise kim olduğunu bilmiyordu. Annesinin elindeki silah babasının üstüne doğru tutulmuşken babasının savunmasızlığı ve gülmesi ortamın ne halde olduğunu anlamaya yetmiyordu. Yerde yatan adam kimdi? Annesi neden uçurumun başındaydı? Babası neden buradaydı?

 

"Neler oluyor burada? Annem neden bu halde, babam niye bu kadar gülüyor, bu adam kim? Anlamıyorum, neden böyle şeyler yaşanıyor?" Bulut'un içinden geçirdikleri kafa karışıklığını gösteriyordu. Annesini kaybetmemişti ama o silahı ateşleyen annesi ise katil olabilirdi. Babasının neden güldüğünü anlamış değildi. Burada ne işi vardı ki, uçurumun kenarında ne yapıyordular?

 

💦

 

Çiçek hala şok içindeydi, anlam veremiyordu bu sessizliğe. Abisi gideli olmuştu büyük ihtimalle de varmıştı ama ondan da herhangi bir ses yoktu. Duyduğu silah sesinden o kadar çok korkmuştu ki aklını kaybetmek üzereydi. Korkmaktan çok nefret ediyordu Çiçek ama ne kadar kaçmak istediyse o kadar içine çekildi korkunun. Babasından korkardı, onu dövmesinden, onun bağırmasından ve onu görmekten. Küçüktü, büyüyordu ama o korkusu asla geçmeyecekti. Hastaydı, ölmek istemiyordu ama babası onu öldürmek için çalışıyordu. Tedaviye izin vermiyordu ve vermediği sürece de iyileşemezdi.

 

"Lütfen anne, lütfen beni bırakmış olma. Yapamam, sensiz yapamam." Çiçek annesi için ağlarken annesi son nefeslerini tüketiyordu.

 

💦

 

"A-anne," sesi titrek çıkan bir genç. Korktuğu, endişe ettiği her halinden belli oluyordu. Annesine sesini duyuran Bulut, derin bir nefes verdi. Soluk soluğa kalan çocuk annesiyle babasına bir adım attığı anda bir ses onu durdu.

 

"G-gelme Bulut," annesinin sesini duymasıyla olduğu yerde kalan Bulut'un gözünden yaşlar akmaya başladı. Az da olsa sakinleşmiş olan Bulut, annesinin sesiyle tekrardan yaşlara gömüldü. Karşısında ağlayan annesi, gülen babası varken bile yalnız hissediyordu genç çocuk belki de yalnızlığının başlangıcını hissediyordu.

 

"Yapma anne, ne olur uzaklaş oradan." Hayır, bu ses şimdi ki Bulut'un sesi değildi bu ses çocuk Bulut'un sesiydi. 15 yaşındaki gencin değil 5 yaşındaki o çocuğun sesiydi.

 

"Hadi Müge, söylesene oğlunu da, söylesene bana söylediklerini, ne duruyorsun?" Bu kalın ses Süleyman Aras'a aitti. Aras ilesine hayatı zehir eden o adamın sesiydi. Ne saçmalıyordu diye düşünen Bulut olacaklardan habersizdi.

 

"Sussana be adam, ne çok konuşuyorsun sen!" dedi Müge. Hayatının son dakikalarını yaşarken! Hep susturulan o kızdı, kadındı.

 

"Senin, buradan, kaçışın, yok, Müge. Ya öleceksin, ya öldüreceksin!" dedi kaba sesle Süleyman.

 

"N-ne ölmesi, ne saçmalıyorsunuz ya siz?" dedi korkulu sesiyle Bulut. Ölümün gelip çattığı o andı.

 

"Özür dilerim oğlum! Hayatınız için bunu yapmam gerekiyor." dedi Müge. Elini namluya götüren kadın o adımı atacaktı. Ya ölecekti, ya öldürecekti ya da o sırla öldürülecekti.

 

"N-ne diyorsun anne?" dedi Bulut. Bir adım daha adım atmasıyla silah patladı. Bir atış, iki atış, üç atış, dört atış, beş atış, altı atış, yedi atış, sekiz atış.

 

Kanlar içinde yere yığılan babasının yüzüne baktı Bulut. Çocukluğunu öldüren adamın ölmesinden mutluydu, babasının ölmesinden mutsuzdu. Ne olursa olsun babasıydı o adam.

 

Babasının katili annesi!

 

Asla unutulmayacak silah sesi.

 

"B-baba," içli ses Bulut'undu. Babası gitmişti. Annesinin gitmesinden korkarken beklemediği anda bir diğer gerçekle yüzleştiğinde kaldıramıyordu. Babasının öldüğünden emindi, yaşayamazdı. 8 el atıştan sonra hele de bu atışların çoğu kalbine gelmişken yaşayamazdı.

 

"O-oğlum, özür dilerim! Yapmak zorundaydım. Baban beni öldürecekti, ben onu öldürmesem o beni öldürecekti." dedi hıçkırıklarının arasında Müge. Elindeki silahı zor tutuyordu. Bir zamanlar sevdiği adamı öldürmenin şokunu üstünden atamamıştı. Nerden bilebilirdi ki abisinin öldürmeye gelmek yerine eşini öldüremeye göndermesini. Abisini beklerken, eşinin geleceğini nerden bilebilirdi?

 

"Anne, babam seni neden öldürsün ki?" anlamak istemiyordu, bilmek istemiyordu, hissetmek istemiyordu Bulut.

 

"Sır, oğlum, sır. Hayatımızı yerle bir eden bir sır. İstemezdim ki sevdiğim adamı öldürmeyi, istemezdim ki çocuklarımın babasını öldürmeyi, istemezdim ki k-katil olmayı!" isyan ediyordu Müge.

 

"Ne sırrı anne?"

 

"Gidiyorum ben oğlum, daha fazla yaşayamam." Keşke gitmek çözüm olsaydı.

 

"Ne gitmesi anne?" yüzleşmek istenmeyen gerçek gün yüzüne çıktı. Annenin vedası, gidişi, bir hikâyenin bitişi diğerinin başlangıcı! "Nereye gidiyorsun bizi bırakıp, nereye gidiyorsun bizi yapayalnız bırakıp?" Ağlıyordu iki kişi de.

 

Vedalar ağlatırdı.

 

"Sizin için oğlum, sizin için. Yapmazsam yaşayamam."

 

"Yaşarsın anne, yaşarsın. Asıl biz sensiz yaşayamayız. Yapma, yapma anne, yapma!" İkna etmeye çalışıyordu Bulut. Annesini öylece bırakmak istemiyordu.

 

"Evde, odandaki çekmecende size bir şey bıraktım Bulut. Onu izleyin, hayatınız için izleyin, benim için izleyin. S-sizi seviyorum, her şeyden çok sizi seviyorum. Benim için yaşayın oğlum, benim için yaşayın." Veda etmeyi sevmezdi Müge, o yüzden çekmişti o videoyu.

 

"Anne, asıl sen olmazsan yaşayamayız. Sen olmazsan biz hiçiz, sen olmazsan biz olmayız ki." Ellerini uzattı Bulut, annesinin tutması için. Oluyordu, annesi ona yaklaşmasına izin veriyordu. Sadece bir sarılması annesine veda etmesini engellerdi ama bir ses hikâyenin bitişi oldu.

 

Silah sesi.

 

Annesinin sendeleyip denize düşmesi...

 

Annesinin yüzü gülerken gitmesi...

 

Annesinin sevdiği renk ile veda etmesi...

 

Annesinin ölmesi acılı ruhların ölmesi...

 

"ANNE, HAYIR, ANNE, HAYIR," diye çığlıklar attı Bulut.

 

Annesine veda etti küçük beden,

 

Annelerine veda etti iki yaralı çocuk,

 

Annelerine gülümsedi son kez iki çocuk,

 

Acı çektiler, yaşam onlardan sevinç aldı,

 

Yaşam onlara son biçti,

 

İki yaralı genç, annelerine veda etti,

 

İki yaralı çocuk babalarına veda etti.

 

Anne öldü, baba öldü, Aras ailesi öldü.

 

💦

 

Çiçekher şeyi gördü. Babasının ölümünü, annesinin ölümünü, annesine o silahı sıkan kişiyi...

 

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitaptaaa...

Böylelikle bir bölümün daha sonuna geldik. Lütfen her bölüm ağladığınız için bana kızmayın olur mu ben bir şey yapmıyorum çünkü onlar ağlıyor haliyle bizde ağlıyoruz.

Bu bölüm en çok Çiçek'e üzüldüm, ansızın hikayeye girdi ama en başından beri vardı, Bulut'un sakladığı bir diğer gerçekti kız kardeşi.

Bulut yavrum neden bu kadar ağır yükleri kaldırmak gibi çaban var, bir yerinde mi dursan acaba? Gençken bile kahramanlık peşindesin bir dur aaaaa!

Bölümü nasıl buldunuz?

Müge'nin sakladığı sırlar sizce neydi?

Ahmet'in bu hikayede ki yeri sizce ne?

Bu bölüm en çok kime üzüldünüz?

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 16.02.2025 19:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...