

Ey ahaliii kalkın biz geldik 🖤 Nasılsınız?
Ben yine ve yine süperim çünkü bir bölüm daha yayınlıyorum. Bunun heyecanını çok seviyorum🥺
Bölüm yine ve yine ağır çünkü içinde barındırdıkları bunu yaptı, sindire sindire okuyun🤩
Keyifli Okumalar:')


"Ben ne kadar sen olmak istediysem o kadar senden uzaklaştım, ne kadar çok anlamaya çalıştıysam o kadar kaçtım. Çünkü sana inanırdım, en ufak yalanına dahi inanırdım Bulut."
10.BÖLÜM
"GEÇMİŞİN YÜZLEŞMESİ"
Cem Adrian & Emir Can İğrek – Bana Unutmayı Anlat
Geçmişle yüzleşen kızdan:
Bugünün katili geçmiş miydi? Benim aynı acıları çekmemin sebebi yıllar önceki ölüm müydü? İyi de o ölümün benimle ne ilgisi vardı? Annemin ve babamın ölmesinin balığımın annesinin ölümüyle ne ilgisi vardı? Sakladıkları sır neydi peki? Annesini ölüme sürükleyen o sır neydi?
Çiçek'in gözlerinden akan yaşları gördükçe annemle babamın öldükleri o an aklıma geliyordu. Hiç aklımdan çıkmadıkları gibi kendini unutturmuyordular da. Özledim, onları hissetmeyi özledim. Bulut'un bu hikâyeye girme amacını anladığımda ise Çiçek'e attığım bakışlar kırıyordu onu. Bu masum kızı kırmamın kime yararı vardı ki? Sustum, öğrendiklerime ve öğreneceklerime karşı.
"Kimsenin hesaplamadığı tek şey benim onları izliyor olmamdı," diyen ses Çiçek'e aitti. Kimsenin onun izlediğinden haberi yoktu. Annesinin ölümünü, babasının ölümünü görmüştü. Bilmiyordu ki bir kişiyi kaybetmekten korkarken iki kişiyi kaybedeceğini. O günü anlattığında tekrardan yaşadığını hissettim. Gözleri hala oradaydı, aklı o günden çıkamamıştı. "Annemin, babamı nasıl öldürdüğünü gördüm. Abimin, annemi nasıl ikna etmeye çalıştığını gördüm. Biliyor musun Dila, annem ikna olmuştu; abimin bir hareketiyle kurtulacaktı." Ellerini tutmak istedim karşımda ki kızın ama yapamadım. Yakın mıydım, aramızda ki ilişkinin boyutu neydi? Önceden olsaydı görümcem derdim çünkü balığımın bana ihanet edeceğini asla düşünmezdim.
"Ve o sıra silah sesi patladı. Sizlerin hayatını değiştiren o silah sesi patladı. Ne tesadüf değil mi benim de hayatımın silah sesleriyle yerle bir oldu." Bu nasıl oyundu da aynı o günü yaşamıştım. Sanki yıllar öncesinin intikamını aynı şekilde o gün almıştılar. Annemin ve babamın ölümü yıllar öncesinin sırrı, yıllar öncesinin hikâyesi miydi? O sır neydi? Benim Erdem'in kızı olmam mıydı ki? Bulmam gereken çok şey vardı, anlamam gereken çok bilgi vardı.
"Gördüm Dila, annemi vuran adamı o gün gördüm. O silahı hiç acımadan nasıl sıktığını gördüm. Hayatımı değiştiren o adamı gördüm." Ağlayan Çiçek'in dedikleri ile iyice şaşkına döndüm. Hatırlıyordu, annesinin katilini hatırlıyordu. Kimsenin bilmediği o katili Çiçek, kendi gözleri ile görmüştü. Hayatının katilini gören kız nasıl savaştı onca yıl o gerçekle?
"Nasıl savaştın Çiçek, bu kadar önemli bilgiyi bilirken onca yıl nasıl savaştın?" sormazsam içimde kalırdı, sormazsam bilmem gereken en önemli şeyi bilmezdim çünkü şüphelendiğim bir isim vardı. Herkesin hayatını mahvetmeye uygun çok iyi bir adayım vardı. Karşımdaki kız ilk başta gözyaşlarını sildi, gözlerini gözlerime diktiğinde söyleyeceği şeyin ağırlığını şimdiden hissettim. Bana karşı attığı adımı görmezden gelmek yerine ellerini tuttum; savaş dolu dünyasında destek oldum ona.
"Unuttum! O adamı gördüğüm andan sonra ki duyduğum ses abimin acı dolu haykırışlarıydı. Dayanamadım, yaşadığım korkudan dolayı baygınlık geçirince düştüm. Uzun bir süre o günü hatırlamadım, uzunca bir süre hayatımın en kötü gününü hatırlamadım," kendini sıkıyordu, bu onu kötü etkileyecekti ama acısını böyle dindiriyordu. Aldığı derin nefes sakinleşmesini sağlamıyordu. Aşırı derecede terlemişti ve böyle devam ederse durumu kötüye gidecekti. "Hatırladığımda ise iş işten çoktan geçmişti. Olanlar olmuş, yaşananalar yaşanmış acı dolu hikâye ortaya çıkmıştı."
Çiçek'in anlattıkları ile aklımı zorlayan gerçek kafayı yedirtecek kadar ağırdı. Olabilir miydi? Aklımdan geçen kişi annelerinin katili olabilir miydi? Hayatımı mahvetmiş olması yetmezmiş gibi başkalarının da mı hayatını mahvetmişti?
"Peki, o adamı şimdi görsen hatırlar mısın?" hatırlamak zorundasın Çiçek, bana bunu borçlusunuz. O adamın sizinle bir ilişkisi var mı bunu öğrenmem için hatırlamak zorundasın. En çokta küçüklüğümüz için hatırlamak zorundasın.
"H-hatırlarım." Çok şükür Allah'ım, çok şükür! Cebimden çıkardığım telefon ile babam bildiğim adamın bir fotoğrafına girdim. O dönemlere uygun olmasını istediğim için biraz kurcalamam gerekti. O zamanlarda ki doğum günümden olma fotoğrafı açıp Çiçek'e gösterdim.
Fotoğrafa bakan kızın ilk başta yaşadığı şok gözle görünüyordu. Gözlerinin yaşarması ise doğru yolda olduğumu gösteriyordu. Hatırlıyordu, dediği gibi o adamı hatırlıyordu. Hayatını mahveden adamı hatırlamayacaktı da ne yapacaktı? Titremeye başladığında ise anladım. Cevabının ne olacağını anladığım için hemen telefonu ondan uzaklaştırdım.
"O-o adamdı! Annemi öldüren adam oydu." Yetti. Başımdan aşağıya dökülen kaynar su yanmama vesile oldu. Yıkıldım, duyduklarım karşısında ne yapacağımı şaşırdım. Nasıldı ya, nasıl Ahmet'in bu işle alakası olurdu?
"Teşekkür ederim Çiçek, anlattığın için!" Kapıya doğru yürüdüğümde ise hala şoktaydım. Önce sindirmem gereken büyük bir gerçek vardı.
"Asıl ben teşekkür ederim Dila, her ne olursa olsun beni dinlediğin için!" Hafifçe gülümseyip hastane odasından çıktım. Arkamda ki enkaz beni de enkaz haline getirdiğinde ne kadar süredir gözümün önündeki gerçeği göremediğimi fark ettim.
Naz'ı göremedim, balığımı göremedim, Ahmet Deniz'i göremedim.
-bu iş sandığımızdan da karışık papatya-
Sadece karışık olsa o da iyiydi iç ses. Olay hala içinde birçok sırrı saklıyor iç ses.
-öğrenmemiz gereken gerçekler var diyorsun yani-
Demiyorum iç ses, emrediyorum. Ne sır varsa öğrenmemiz gerekiyor, bunun içinde ilk adım Bulut'la yüzleşmek olacak, geçmişle yüzleşmek olacak.
Sırlar hayatıma yapışmış durumdaydı. Ben ne kadar kaçarsam o kadar dibimdeydiler. Hayatımda saklanan bir şey yok sanırken aslında hayatımın tamamen yalan ve sırlarla dolu olduğunu bilmiyordum. Gerçek kendini göstermek istemiyordu sanki orada kalıp, saklanan sırların arkasında hayata devam ediyordu.
Gerçekler zayıf mıydı?
Hayır, gerçekler bir hayatı yerle bir edecek kadar güçlüydüler.
Sırlar güçlü müydü?
Hayır, onlarca yalana sığınacak kadar zayıftılar.
Neden gerçekleri seçmek yerine her seferinde sırlar seçiliyordu? Canımız yanabilirdi ama yalan bir dünyada yaşamaktansa acı ama gerçek dünyada yaşamak isterdim. Olması, gerçek dünyada yaşamak isterken yalanların hayatına tutundum. Şimdi ise gerçeklerin dünyası için savaşıyordum. Savaşmak için çabalıyordum.
Hastaneden çıktığım o andan itibaren düşündüğüm bu yüzleşmenin nasıl yapılacağıydı. Neden bu kadar zordu ki bu yüzleşme, neden canımı yakmak zorundaydı? Sevdiğim adama nasıl inanacaktım, nasıl güvenecektim? Yalan söylemediğini düşündüğüm en masum anıda bile yalan söyleyen bu adama nasıl inanacaktım?
Aslında ilk başta dinlemiş olsaydım her şey daha farklı olabilirdi. Ben dinlemedim, o da anlatmak istemedi. İkimizde bir şeyleri kendimizce kabul edip oynadık.
Taksinin açık camından içeri giren soğuk rüzgâr içimdeki yangını söndürmeme yardımcı olmuyordu. Uçuşan saçlarım aynı hayatım gibiydi, savruluyordu bir rüzgâra karşı. Direnmek gibi bir isteği yoktu, savaşmak gibi bir isteği de yoktu. Kaçıyordu, kendini o rüzgâra bırakıyordu.
Nereye gitmek istediğimi bilmiyordum. Evine gidecek kadar cesaretli değildim, oraya gidersem de konuşma yapamazdım. Ortak bir yere gitmek gibi bir isteğimde yoktu, onu gördüğüm her yer, her zaman sadece bir anı hatırlatmaya yetiyordu. Kaçtığım onca duygu onun gözlerinde saklıydı.
Ela gözleri mezarımdı.
Bir karar vermem gerekiyordu, yüzleşmek istiyorsam erken davranmalıydım. Her saniye bizim için gecikmeydi, her geçen dakika yaşamımız için önemliydi. Zaman katildi, beklemezdi, düşünmezdi, hissetmezdi sadece acıtırdı. Ölüm zamansız, gerçekler zamansızdı, hayat başı başına zamansızdı. Annemin ölümü, babamın ortaya çıkışı benim için zamansızken bir plan için tamda zamanıydı. Zaman sadece sırlara ve yalanlara vardı.
Bu hikâyenin başladığı yer belki de yüzleşmek için en mantıklı yerdi. Ölümle başlayan hikâyemizin yüzleşmesi için en uygun yer ölümün gerçekleştiği yerdi. Uçurumdu. Annesinin ölümüyle bu hikâyeye dâhil olan balığım için asıl gerçeklerin konuşulacağı yer o uçurumdu, onun hikâyesinin başıydı, benim hikâyemin sonunun başlangıcıydı, bizim katilimizdi. İçimizdeki duyguların katiliydi o uçurum.
Dila: Bu numara hala senin mi bilmiyorum. Bir duygu yok içimde sana karşı. Kızgınım desem olmuyor, kırgınım desem olmuyor, ne dersem diyeyim hiçbir şey içimdeki duyguyu tanımlamıyor. Artık bu hikâyenin gerçek yüzünü öğrenmek istiyorum. Seni, senin hikâyenin başladığı o yerde bekliyorum. Gelip gelmemek senin kararın. Belki de bu uçurum bizim sonumuz olur belki de küllerimizden doğuşumuz olur. Her şey senin elinde Bulut Aras!*
Mesaj atıp gönderdiğimde ne kadar doğru bir karar verdiğimi sorguluyordum. Uçurum mantıklı bir yer miydi, uçurum o en ağır yüzleşme için hazır mıydı? Bilmiyordum, bilmekte istemiyordum. Yüzleşmek için zaten geç kalmıştım bir de bu olasılıkları düşünerek kafamı allak bullak edemem. Zaten duyacaklarımın ağırlığını şimdiden hissediyorum. Ne kadarının doğru olacağını dahi bilmediğim bu yüzleşmeye hazır değildim ama olması gerekiyordu, bu yüzleşmenin bugün olması gerekiyordu.
Taksi şoförü uçurumda bırakıp gittiğinde ne yaptığımı sorguluyordu. Bir insan bir uçuruma neden gelirdi ki? Taksi şoförü umarım ki sadece parasına bakan biridir. Şu an hiç polisle uğraşmak istemiyordum. Karşımdaki denize baktıkça içimdeki hisler ağırlaşıyordu. Buraya geldiğim ilk anda balığım ağlıyordu. O gün neden böyle bir hale girdiğini yıllar sonra öğrenmiştim. O gün burada yıllar öncesi yaşanıyordu. Denizlerin aldığı annesini izliyordu, o gün için karamsarlık çöküyordu hayatına. Unutulmayacak kadar acı dolu günü yıllar sonra bile yaşıyordu, yıllar geçse de yaşamaya devam edeceğine eminim. Bu hayat bize yıllar geçse de dinmeyecek acı verdi, bu hayat en acımasız tarafını yaşattı bize. Hayat en acımasız tarafın oynadı ve oynamaya da devam ediyor.
Attığım her adım korkularımı arttırıyordu. Burasının neden bu kadar önemli olduğunu öğrendiğimden beri anlamaya çalışıyordum. Bir insan neden en çok acı çektiği yere gelirdi ki? Sonra bunu düşündükçe neden hala o evde yaşadığımı sorgulamaya başladım. Sorguladım, bana iyi gelmeyeceğini bildiğim her şeyi neden yapmaya devam ediyordum? Anladım ve hissettim, bana iyi gelmeyen şeyleri neden yaptığımı.
Önce duygular buna izin vermiyordu, aklın ne kadar zıt davransa da kalbin; kırıldığın o nokta, o his buna izin vermiyordu.
Ne kadar hissizim desem de olmuyordu. Bütün hislerden kaçmaya çalıştıkça her birinden vuruldum, her birini yaşadım. Kaçtım ve kovalandım. Yenildim, bütün duygularıma karşı yenildim. Duygularla yarış olmazdı çünkü kazanan her zaman duygular olurdu. Duygular yenilmeyecek en gerçek düşmandı. Zamanı olmayan, ansızın kendini hatırlatan onlarca gizli düşmandı. Herkes gerçek düşmanın bilemezdin. Oysaki her biride düşmandı.
Gördüğüm bir taşın üzerine ne zaman oturduğumu hatırlamıyordum, buraya ne zaman geldiğimi de hatırlamıyordum. Uzun zamandır bekliyordum ve hala gelen giden yoktu. Acaba gelmeyecek miydi? O kadar yıl bekledik, o kadar gün aç susuz bekledi ve gelmeyecek mi? Yine yalan mı söyleyecek?
İşittiğim ses onun sesiydi. Arabasını uçurumun yoluna soktuğunda anlamıştım geldiğini. Geldi, bütün hikâyeyi anlatmak için geldi. Yıllar sonra birlikte geçirilecek bir zamandı ve bu ikimiz içinde kaçınılmazdı. Arabayı uygun bir yere çektiğinde derin bir nefes aldım. Bu karşılaşma, bu yüzleşme çok can yakacaktı. Birbirimize kırgındık, birbirimize hala aşk ile bakıyorduk. Arabadan indiğinde üzerinde mavi bir kot pantolon, siyah tişört olduğunu gördüm. Yaklaştığı her anda içimde ki duygularda sabitti. Kimse bir duygu belirtmek için kendini göstermiyordu. Duygularım bile beni bu savaşta yalnız bırakıyordu.
Göz göze geldiğimizde ise her şey durdu. O kadar yıl, o kadar hasret... Gözlerindeki parıltıyı görebiliyorum ama bencildim. O beni gördüğü için gözleri parıldarken ben ise hala tepkisiz ve boş gözlerle ona bakıyordum. Yine o an aklıma geldi, her gün hiç aklımdan çıkmıyormuş gibi.
Benden ayrılan gözler etrafa çevrildiğinde onun için yaralı oldu. Burayı sevmezdi tahmin edebilirdim. Burayı seçtim çünkü onunda acılarıyla yüzleşmesi gerekiyordu. Ne kadar yüzleştiğini sansa da asla gerçeklerle yüzleşmedi, yüzleşemedi. Bu süre boyunca ne yaşadığını bilen tek kişiydi. Bu beş yılda yaşadıklarımı düşünürsem hiçte kolay olmadığını görebiliyordum. Şimdi ise onunda benden bir farkı yoktu. Balığım gerçeğiyle yüzleşmediği ve onu kabul etmediği sürece de asıl savaşa giremezdi. Savaşmak istiyorsak gerçekleri konuşturmamız gerekiyordu?
"Gerçekten dinleyecek misin beni?" sesindeki o kırgınlığı hissettim. Onu dinlemediğim için bana kırgın mıydı? Olmamalıydı, olamazdı. Burada onun sesini duydum diye gülümseyebilecekken onun kırgın bakışlarını hak etmiyordum.
"Peki, sen gerçekleri anlatacak mısın?" dediğimde sesime hiçbir şekilde duygu vermemeye çalıştım. Ne kadar süre daha hissiz rolü oynarım bilmiyorum ama buna zorunluyum. Bu hikâye için gerçeklerin konuşma zamanı gelmişti.
"Sırlardan sıkıldım Dila, gerçekleri o kadar çok özledim ki ister istemez sadece gerçekleri konuşacağım." Hissettim, sırlardan nefret ettiğini ve gerçekten de gerçekler için burada olduğunu hissettim. Hislerime ne kadar güvenmek istemesem de güveniyordum. İşte bu yüzden kendimi öldürebilirdim.
-hazır mısın papatya-
Hayır, iç ses hayır; hazır değilim ve olacağımı da düşünmüyorum.
-gerçeklerin günü geldi mi dersin papatya-
Gerçekler gün yüzüne gelmek için geç kalmadı mı sence de iç ses?
-tamam tamam haklısın papatya geç kaldı-
Ha şöyle yola gel bakalım iç ses.
Karşımaydı, o kadar olay sonrasında yine karşımdaydı. Asıl savaşım gerçeklerle değildi, asıl savaşım Bulut'tu. Bulut, küçük Dila'yı öldüren adamdı. Bulut, benim hislerimin katiliydi ve o âşık olduğum adamdı. Kaçmak istediğim ama kaçamadığımdı.
Gözlerinin içine baktıkça yanıyordum, gözlerini üzerimde hissettikçe ürperiyordum. Bir tarafta sevdiğim adam diğer tarafta katilim. Geçmişimin ve geleceğimin katili sevdiğim adam, ilk aşkım. Sesini duymak bile parçalarken onunla göz göze olmak daha da parçalıyordu. Bu yüzleşme en yaralı tarafımızdı, kanlı defterimizdi, geçmişin enkazıydı.
"Neden? Bana bunu neden yaptın?" konuşmaya ilk başlayan taraf olmak istemiyordum ama daha fazla sessiz kalırsak her şey rayından çıkacaktı. O sustukça içimdeki yangın kat kat artmaya devam edecekti. Ben sustukça kalbim parçalanmaya devam edecekti. Geçmiş sustukça gelecek enkazda kalmaya devam edecekti.
"Yapmak istemedim, sana zarar vermek iste..." konuşmaya başladığında ki sesi titriyordu, o ses titredi ben titredim. Ruhum kanamaya devam etti.
"Ama yaptın, bana en büyük zararı sen verdin." Sözü yarıda kesilmiş olan Bulut sinirlenmedi, kızmadı. Biliyordu, bu yüzleşmenin ne kadar zor olacağını biliyordu. Onca yaşanılan şeylerden sonra oturup sakince konuşamazdık.
"İstemedim Dila, sana o zararı vermek istemedim. Seni o kadar çok severken nasıl zarar verebilirdim ki?" gözlerindeki o bakış, pişmanlıktı. Bana, sevdiği kıza verdiği cezaydı.
"Sevdiğin o kıza zarar verdin sen, isteyerek ya da istemeyerek o zararı verdin, hiç tereddüt etmeden onayımı verdin. Hayatımın yıkılışının onayını verdin sen!" Sesim istemeden de olsa yüksek çıktığında kendimi ağlamamak için zor tutuyordum. Karşımda ki ela gözler her işi zorlaştırıyordu.
"Verdim, ben sevdiğim o kıza en büyük zararı verdim. Yanında huzur bulduğum o ruhu kanattım. Ben yaptım, ben; bir can için başka canlardan vazgeçtim." Duymayı beklediğim o cevap geldiğinde hiçte şaşırmadım. Kardeşiyle tehdit edildiğini anlamamak zor değildi. Çiçek'le yüzleştiğim o ilk andan bu yana tehdit edildiğini biliyordum. Karşımdaki yıkılmış adamı yıkmaya devam edecektim ama zamanı geldiğinde ise toparlayan olacaktım. Hissediyordum, biz birbirimizi yıktığımızdan daha çok toparlayacaktık.
"Yapabilirdin Bulut, kardeşini onlardan kurtarabilirdin, bana gerçekleri söyleyebilirdin. Zayıf biri değilken neden kendini zayıf düşürdün?" Söylemesini her şeyden çok isterdim.
İlk başta söylemiş olsaydı bir yolunu bulup kardeşini kurtarırdık, onu o adamın ellerinde bırakmazdık. Savaşırdık, kimsenin ölmesine gerek kalmadan savaşırdık. Ben vardım, arkadaşları vardı, biz vardık en başından beri. Bir kez olsun gerçekleri söyleseydi her şey çok daha farklı olurdu.
Annemi kaybetmezdim.
Babamı kaybetmezdim.
Bizi kaybetmezdik.
Sevgisine inanmak istiyordum ama o duyduğum onay inanmamı zorlaştırıyordu. Sevgisi gerçekti diyebilmeyi her şeyden çok isterken diyememek o kadar zordu ki, sanki ölmüşsün de kimsenin ruhu hissetmiyor, kimse seni duymuyor. Konuştukça susuyorsun, sustukça da batıyorsun, battıkça da ölüyorsun.
"Denemedim mi sanıyorsun Dila, sana her şeyi anlatmayı istemediğimi mi sanıyorsun? Yaptım, her şeyden vazgeçtim, sana her şeyi anlatmak için her şeyden vazgeçtim. Çiçek'in yaşamından vazgeçtim senin için ama olmadı, olmasına izin vermediler. Geliyordum, sana gerçekleri anlatmaya geliyordum ta ki," sustu, titrek nefeslerinin arasından aldığı nefesle birlikte sustu. Konuşmak istiyordu ama boğazındaki o düğüm buna engel oluyordu, bir his hissediyor olmalıydı ki konuşamıyordu. Bekledim, bu kadar yıl beklemişim bu yüzleşme için bir iki dakika mı bekleyemeyeceğim. "Babanla konuşana kadar!"
İçimdeki en ufak inanç kırıldı. Masum gözler aklıma düştü, nasıl yapmıştı ki bunu bana, nasıl kıymıştı bana? Babamdı ya babamdı! Canından bir parçaya yapılanlara nasıl göz yumardı, biliyor muydu? Babam her şeyi biliyor muydu?
Aklıma düşen bu bilgi iyice yıkılmama yardımcı oldu. Öleceğini bilen bir adam her şeyi kabul eder miydi? Babamla, babam sandığım adamın konuşmasında ki gibi bu hikâyede biri ölecekti ve bu kişi babam olmuştu, kendi isteğiyle ya da istemeden. Kafam çok karışıktı, anlayamıyordum.
"Ne demek babamla konuşana kadar, babam her şeyi biliyor muydu?" şaşkındım, şoktaydım! Hala anlamlandırabilmiş değildim.
"Biliyordu," yetti, inandığım her şeyin yok olmasına yetti. Babamın her şeyi bilerek ölüme gitmesi öldürüyordu, bu his buna izin vermiyordu. Kızgındım, babamın beni bırakmasına kızgındım. Neden ya neden ölmek zorundaydı ki? Neden beni bırakmak zorundaydı.
"Y-yalan söylüyorsun, yine yalan söylüyorsun." Bana doğru atılan bir adımla bende geriye doğru bir adım attım. Yaklaşmasını istemiyordum, dokunmasını istemiyordum, onu istemiyordum. Yalanlarını duymak istemiyordum. Babam yapmazdı, babam bilerek ölüme gitmezdi, gidemezdi.
"Yalan söylemiyorum Dila."
"Hayır, yalan söylüyorsun. Bir kere babam bilerek ölüme gitmez, gidemez?" Ya gittiyse, ya gerçekten ölüme isteyerek gittiyse! Kaldıramazdım, bu gerçeği kaldıramazdım. Bizi öldürmezdi, bize kıymazdı ki babam, gerçek ailesine kıyamazdı.
"A-annem bile kendi ölümüne gitmişken neden senin baban gidemesin Dila?" Bencil, öküz, hayvan! Hiç mi düşünmüyor benim duygularımı, hiç mi düşünmüyor kendi duygularını? Nasıl acımadan söyleyebilirdi, nasıl ya nasıl?
"Bencilsin Bulut, o kadar bencilsin ki kimsenin duygularını önemsemiyorsun." Nasıl yaptım bilmiyorum ama içimdeki o isyanı konuşturdum. Bugün konuşmak istiyordum, susup batmak istemiyordum.
"Benim duygularımı kim önemseyecek Dila?" Sesindeki tını yalnızlığındı. Yalnız hissediyordu, yanında kardeşi ve arkadaşları varken yalnız hissediyordu.
"Kardeşin var, arkadaşların var Bulut. Seni ve duygularını önemseyen birileri var." Bencile oynamaya devam ediyordu. Anlamak istemiyorum, onun yalnızlığını anlamak istemiyorum. Bencilce olsa da anlamak istemiyorum.
"Duygularımı anlayacak kişi anlamıyor Dila, aynı duyguları yaşamayan birileri beni nasıl anlar? Söylesene Dila, beni neden anlamak istemedin, neden dinlemedin?" Şimdi de suçlu ben miydim? Buradan gitmem suçlu mu yapıyordu beni? Hayatımı mahvettikten sonra onu dinlememem beni haksız mı yapıyordu? Çıldıracaktım, verdiği bu tepki ve cümleler kafayı yedirtecekti. Nasıl bende suç bulurdu ki?
"Seni dinlemem için bana ufak bir gerçek bıraktın mı?" yüz hatları kasıldığında iyice gerildim. Düşünmek ve tekrar düşünmek!
"Dinlemek istedin mi?" dedi umut dolu bakışlarıyla.
"Anlatmak istedin mi?" dedim bütün gerçeklerle.
İsterdim onu gerçekleriyle dinlemeyi isterdim. Varsın elimizden bir şey gelmesin, varsın ben onu terk edeyim ama benden bir şey saklamasın. Sevgimize ihanet etmesin! İstemedim onu yüzüstü bırakmayı, istemedim onu polise şikâyet etmeyi ve istemedim onu en büyük silahıyla vurmayı. İster miydi tekrar ve tekrar beni yıkmayı?
Ağlamamak için ikimizde zor duruyorduk bunun farkındaydım. Ela gözlerindeki o dayanıksızlık her an pes edebilirdi, sarılmak isteyen kolları ansızın ters davranıp sarılabilirdi. Bütün benliğiyle beni istiyordu her bakışından, her hareketinden bunu anlıyordum. Bir bakışı bile her şeyi değiştirecek kadar kuvvetliydi. Ona yenilmekten korkuyordum. En büyük savaşım karşısında yenilmekten korkuyordum.
"İstedim, her şeyi anlatmayı düşünemeyeceğin kadar çok istedim. Ben istedim Dila, sana gerçeklerle gelmeyi çok isterken senin beni dinlememek istemen kadar çok istedim anlatmayı. Bir kez olsun beni dinlemedin ve büyük hamleni yaptın, ikimizin de hasar gördüğü büyük hamleni yaptın." Söylediklerinin altında gittikçe eziliyordum, daha doğrusu yok oluyordum. Ben dinlemedim çünkü annem ve babam gitmişti. Onun verdiği onay beni yok etmişken karşısına geçip nasıl konuşabilirdim, nasıl gözlerinin içine bakabilirdim?
Acım tazeydi! Annem yoktu, babam yoktu, sevgilim onları öldüren taraftı ve dostum beni öldüren taraftaydı!
"Ben ne kadar sen olmak istediysem o kadar senden uzaklaştım, ne kadar çok anlamaya çalıştıysam o kadar kaçtım," kendimle de yüzleştiğim bu cümleler içimi yakıyordu, beni siliyordu. Susmaktan konuşamayan o kızın sesi yıllar sonra çıkıyordu. Gözlerinin içine baktım, bir saniye ayrılmayan gözlere baktım ve devam ettim. "Çünkü sana inanırdım, en ufak yalanına dahi inanırdım Bulut."
Geçmiş gerçekleriyle yüzleşiyordu, geçmiş hayal kırıklıklarıyla yüzleşiyordu ve geçmiş geleceğinin katiliyle yüzleşiyordu. Geçmiş bitiyordu, siliniyordu, gelecek kaderini baştan yazıyordu. Sırlar gün yüzüne çıkmaya yer arıyordu, gelecek sırları ortaya çıkarmaya başlamıştı.
Bana bakıyordu, gözleri pes etmişti, yaşlar akıyordu ve benim içim kan ağlıyordu. Kurduğum cümleler ağırdı, onunla yüzleştiğim gibi kendi çocukluğumla da yüzleşiyordum. Çocuk Dila'yı yok eden gerçekle yüzleşiyordum, sevdiğim adamın gerçekleriyle yüzleşiyordum.
"Neden bana büyük zaafımla veda ettin?" çocukça çıkan kırılgan sesi yakmaya devam ediyordu. Zaaflar acıtmak için vardı ve zaaflar yok etmek için ortaya çıkardı.
"Canını acıtmak istedim, canımı yaktığın kadar yanmanı, acıttığın kadarda acıyı hissetmeni istedim. Sevdiğin tarafından hayal kırıklığına uğramanın ne demek olduğunu hissetmeni istedim." Yıktım, parçaladım ve yok ettim. Bu sefer gerçekten canını yaktım, geçmişiyle acıttım ve kalbini kırdım.
"Annem veda etti çocukluğum öldü, sen veda ettin Bulut öldü. Geriye sadece bir duygu bıraktınız, beni öldüren bu sırrı paramparça etmemi sağlayacak o duyguyu bıraktınız." Sende beni öldürdün sevgilim, sende beni yıktın ama ben seni hala çok seviyorum.
"Tek ölen sen misin, tek kalan sen misin?" acıma kendine kızım acıma, ne diye acıyorsun ki? Sana acıdılar mı da sen kendine acıyorsun?
"Ölüyorum! Sevdiğim kızın gözlerinin içinde ki o hayal kırıklığına ölüyorum, kardeşinin umudu olamamaktan ölüyorum. Ben ölüyorum!" Ölme diyemedim, ben öldüm sen ölme diyemedim.
"Öldüm ben Bulut. Annemi, babamı kaybettim ve öldüm. Babam sandığım adam beni paramparça etti öldüm, kardeşim dediğim kız bana ihanet etti öldüm, sevdiğim adam çocukluğumun katili oldu öldüm; ben yaşamadım her gün, her saat, her dakika, her saniye öldüm." Zaman işledi ve ben yok oldum.
"Yaşa peri kızım, yaşa. Hayat akıp giderken ona tutulma," bana peri kızım demesini o kadar çok özlemiştim ki duyunca ister istemez gözlerimden yaşlar geldi. Yıktı ve şimdi de toparlamaya çalışıyordu. "Bir intikama tutul ama yaşa, ne olursa olsun yaşa ve beni bir kez daha sensiz bırakma." Yapamam ki, ben her gün ölürken hayata tutunamam, senin için yaşayamam.
"Neden yapıyorsun Bulut, neden hala beni yakmaya çalışıyorsun?" ağlamak istemiyordum ama gözlerim kararıma tersti.
"Şu an yaşamamın en büyük sebebi sensin. Sen ve intikamımız. Kardeşim ölüyor, sen ölüyorsun ve ben ölüyorum. Sizin için, her şey sizin için." Canım yanıyordu, her cümlesinde de yanmaya devam ediyordu.
"Biz diye bir şey kalmadı." Kalmasını ister miydim? Biz olmak ister miydim? Bilmiyorum ben şu an hiçbir şey bilmiyorum.
"Kaldı, o intikam alınana kadar biz diye bir şey kaldı. Tek bir şey istiyorum Dila, tek bir şey. İntikam! Beni, seni öldüren o sırrın intikamını istiyorum."
"Bende istiyorum, hayatımı mahveden bu sırrın intikamını almayı bende istiyorum ama intikam alacaksam senden de almam gerekir buna var mısın?" İntikam varsa en başta sen varsın balığım.
"Varım, senin olduğun her yerde varım. Ölsem de yaşasam da varım." Ben yokum, senin öldüğün yerde ben yokum.
"Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim bunun farkındasındır umarım."
"Farkındayım peri kızım. Zaten kim katilini affeder ki?" Ben affederdim, eğer o katil bir çocuksa ben affederdim. Ruhu paramparça olan bir çocuk, ruhu paramparça olan çocuğun ruhunu öldürdüyse ben affederdim. Ama seni affedemem balığım, sen sadece çocukluğumun katili değilsin bugünümün de katilisin.
"Sence de artık bu hikâyeye nasıl dâhil olduğunu anlatman gerekmiyor mu?" Gerçeklerin zamanı gelmişti.
"Geldi! Gerçeklerin zamanı asıl şimdi geldi!" Uzunca denize baktı, gözlerini kapattı sanki bir anı yaşamaya çalışır gibiydi. Elleriyle tırnak etlerini oymaya başladığında onu durdurmak istedim ama yapamadım. Gözlerini açtı, titriyordu ve korkuyordu. "Her şeyin katili, benim ölümüm, senin ölümün ve hayatın yalanlarının başladığı o gün; 21 Haziran 2013. Bu gün başlangıcımız." İşte şimdi anladım o tarihin neden bu kadar önemli olduğunu.
13 yaşımdı başlangıç, 15 yaşıydı başlangıç.
Geçmiş aydınlanmaya başlıyordu. Bu başlangıçtı bitiş değildi, bu intikamdı yok oluş değildi ve bu çıkmaz sokaktı.
"Hani seni ilk defa buraya getirmiştim ya işte o gün gerçekleri öğrendiğim gündü. Ben seni tanımadan, sana âşık olmadan önce bir intikam için büyütülüyordum, kimden intikam alacağımı bilmiyordum ama onun için büyütülüyordum." Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra konuşmayı başlattı Bulut. Asıl hikâyesini şimdi anlatıyordu. "Seni gördüm, sana âşık oldum. Kalbimin bu kadar güzel atmasına vesile olan kız için bir sırdan vazgeçtim, kardeşimden vazgeçtim. Ben her fırsatta seni seçtim ama bilmediğim bir şey vardı. Ne kadar çok seni seçtiğimi sansam da seçtiğim senin hayatının mahvolmasıymış." Nasıl beni seçmişken hayatım mahvolmuş olabilirdi, nasıl her fırsatta beni seçmişti?
"Anlamadım, nasıl beni seçmişken hayatım mahvoldu ki?" Birini seçersin ve o kurtulur, birini seçmezsen o yok olur, madem ben seçilen taraftım neden yok oldum?
"Oyun, bana yaptırdıkları bir oyun," komikti, hayatımızı alt üst eden bir sırrın oyun oynaması komikti. "Annenin evde bıçaklandığı gün ben her şeyden vazgeçtim, onlarla birlikte olmaktan, başka birinin canını yakmaktan vazgeçtim yani ben öyle sandım. Vazgeçtim dedim bana soru yönelttiler: Annenin mi ölmemesini isterdin babanın mı ölmemesini isterdin? Seçenek sundular önüme, birini seçecektim ve Çiçek'i bana verecek, plandan devre dışı kalacaktım oyun buydu." Ne değişik bir oyundu bu. Nasıl bir vicdansızlıktı? Nasıl olurdu da anneyle baba arasında seçim yaptırırdılar?
"Kimi seçtin Bulut, bu kadar zor bir kararda kimi seçtin?" En acısı da buydu ya bir seçim yapabilmek.
"Annemi," keşke bende annemi seçebilsem ve keşke babamı da seçebilsem! Gözlerinden yaşlar akan Bulut'u gördükçe iyice kötü oluyordum. "Annemi seçtiğimi sanırken seçtiğim annendi, Dila. Ben annemi seçtim onlarda planın ilk hamlesini attı, ben annemi seçtim senin annen ilk kurban oldu."
Ne demek annemi seçtim annen kurban oldu? Benim hikâyemin başlangıcı balığımın yaptığı masum bir seçim miydi? Benim hayatımın mahvolması annesi miydi? Önce ölmesi sonra da seçilmesi... Bu hikâyenin en büyük neden balığımın annesi miydi? Olmasın istedim, annesiyle tekrar tekrar vurulmasın istedim.
"Annem öldü ben bu hikâyeye dâhil oldum, annemi seçtim bu hikâyeye sen dâhil oldun ve ben seni seçtim annen öldü, baban öldü. Seçimlerim neden öldürmek zorunda ki?" Duyduklarımla yıkıldım, seçimleriyle paramparça olmuş olan o kalp ellerimin içindeydi, kalbime sahipti. Yakmaya, yıkmaya devam ettiğim bu kalp hiçbir zaman kalp olamamıştı ki, hiçbir zaman bütünleşmemişti ki.
"Seçimler acıtmaya mahkûmdur balık, seçimler yakmaya, paramparça etmeye mahkûmdur." Balık dedim, ona yıllar önce ki gibi seslendim ve bu ister istemez ikimizin de kalbini kırdı.
"Bana balık demekten vazgeçme peri kızım, beni sensiz de bırakma!" Nasıl devam edecektik biz, nasıl hiçbir şey olmamış gibi sevgiyle bakacaktık birbirimize. Onu bu kadar severken nasıl affedecektim? Karşımdaydı, sarılabilirdim ve yılların özlemini giderebilirdim. Olmuyordu, içimdeki kırılmış olan o çocuk buna izin vermiyordu, kalbim buna izi vermiyordu. Hiçbir şey olmamasını o kadar çok istedim ki her şeyimi vermeye hazırdım.
"Her şey bittiğinde gideceğim Bulut, intikam aldıktan sonra evime döneceğim, bana iyi gelmeyen bu şehirden de ülkeden de gideceğim." Gitmem gerekiyordu, her ikimiz içinde gitmem gerekiyordu. Burada kalırsak olmazdı, onun gözlerine baktıkça o an aklıma gelecekti, bana baktıkça pişmanlıkları aklına gelecekti. Biz birbirimize kötü anılar hatırlatacaktık.
"Seni seviyorum peri kızım, ne kadar çok zarar versem de sonsuza kadar seni seveceğim." Mutlu olamadım, buruk bir tebessüme sahip oldum. Seviyordu, sevmesi zarar veriyordu ama seviyordu. Seviyordum, ne kadar zarar verse de seviyorum. Biz birbirimizi hala çok seviyorduk.
"İlk aşkımdın son aşkım oldun!" Seviyorum diyemedim ama bir gerçeği söyledim ona. İlkti son oldu, bu hikâyenin kaybedeni aşkımız oldu. Belki savaşırlardı birbirleri için belki de pes ederlerdi birbirleri için. Savaşırlarsa kazanırdılar biliyordum işte o yüzden pes etmelerini istiyordum.
Daha fazla konuşamadık ve tekrardan sessizliğe döndük. Hava kararmaya başladığında içimizdeki bu sessizlik iyice kasvete dönüştü. Uçurum kenarı ıssızdı, evi buraya yakındı ama gidemezdi. Uçsuz bucaksız denizi izliyorduk. Sonu belli olmayan bu deniz bizim denizimizdi. Sonumuz belli değildi, savaşacaktık; çocukluğumuz için, aşkımız için savaşacaktık. Bizi mahveden bu sır için savaşacaktık. Ve bu savaş bizim lehimizeydi buna inanıyordum.
"Burada babam öldü, yine burada annem öldü," sessizliği bozan gerçek balığımın acı dolu sesiydi. Anlatacakları yaralı çocukluğuydu. "Babam bizi döverdi, bize bağırırdı, bizi yok sayardı. Babam, annemi insan yerine koymazdı. Anlamazdım babamı, annemi çok sevdiğini söylerdi ama onu kırardı, annemi çok sevdiğini söylerdi yakardı. Annem canlı canlı sevdiği adam tarafından yanardı. Veda etti bize, koskoca günün ortasında bize veda etti. Anlamadım, annem ölmek için çabalarken onu anlamadım, göremedim. Annem gitti kurtaramadım." Ağlamaya başladığında kendimi daha fazla tutamadım ve bende sessizce ağlamaya başladım. Hıçkırıklarını duydukça kalbim bağırdı, onun için, bizim için.
"Annem babamı öldürdü tam şurada," eliyle gösterdiği yere baktığımda sadece taşlar vardı. Denizin gözüktüğü, iki adım sonra uçurumdan aşağıya düşülecek yere baktım. "Tam şuradan geldim ölümüme," eliyle gösterdiği bir diğer yere baktığımda arkadaki ormanı gördüm. Çiçek'in dediği yerdi burası. "Geldiğimde yerde bir adam vardı, tanımıyordum kim olduğunu ama yüzü hala aklımda. Sonra annem babamı vurdu, annem babamı öldürdü. Olsun dedim ya olsun, babam olmasın ama annem olsun dedim. Yanına yaklaştım, geride o ormanın içinde hasta kardeşini bırakmış biri olarak annemi kurtarmak istedim." Hıçkırıklarından dolayı bazı şeyleri anlamakta zorlanıyordum, bildiğim bu hikâyeyi dinliyordum. "İkna etmiştim biliyor musun Dila, elimi uzattım tutması için. Vazgeçmişti kendini öldürmeye, tam elimi tutacaktı ki yine bir silah sesi onu benden kopardı. Kimin ateş ettiğini bilmiyordum, kimin annemi öldürdüğünü bilmiyordum çünkü annem intihar etmişti. Silah elindeydi, tam kalbinin üstündeydi ve vurulduğu yer kalbiydi. O denize gitti, o bu denize gitti."
Bulut Aras, balığım, katilim. Annesinin ölümüyle bilinmezliğin içine girdi, bu bilinmezlikte bir kalp hırsızına, bana tutuldu. Birbirimize iyi geldiğimizi sanırken birbirimize en büyük hasarı verenmişiz oysaki.
"Deniz senden anneni aldığı için mi denizleri çok seviyorsun?" Bu saçma soruyu onun sakinleşmesi için sormam gerekiyordu. İlk başta güldü, kıkırdadığında iyi hissettim. Az da olsa sakinleşmiş olması mutlu etti.
"Deniz benden annemi aldı ama bir başka deniz beni bilinmez bir hikâyeye soktu. Yine bir denize karşı yenildim. Kalbim bir deniz için attı, kalbim bir peri kızı için attı. Ve ben denizler için bir başka denizi öldürdüm. Belki de deniz benim bilinmeyen gerçeğimdi." Söyledikleriyle şaşkına uğradım. Nasıl cümlelerdi bunlar böyle. Her zaman romantik olmayı nasıl beceriyordu bu adam anlamış değildim.
-e kızım kalbin boşuna bu adama tutulmadı ya-
İç ses yine mi zamansız geldin sen?
-ben zaten hep zamansız gelmez miyim papatya-
Sen sadece yanlış zamanlarda ansızın gelirsin iç ses.
-sen istediği için geliyorum papatya-
Şimdi de gitmeni istiyorum iç ses.
-çok dengesiz biri oldun sen papatya-
İç ses, artık gitsen diyorum!
-iyi be istenmediğim yerden gidiyorum hı-
Birde tirip atıyor şuna bak ya?
"O gün annem ve babam öldükten sonra bir adam geldi, bizi koruma altına alacağını kardeşimi tedavi edeceğini söyleyerek cenazeden sonra götürdü bizi. Büyük bir eve gittik önce, Çiçek psikolojik olarak çok kötüydü ve bu onun hastalığı için iyi değildi. İlk başta her şey ok güzeldi ta ki benim eğitim almaya başlamama kadar. Önce eğitim aldım, nasıl silah kullanılır, nasıl zihin okunur diye uzayan büyük bir eğitim aldım. Dudaklarını okuyabilirim peri kızım çünkü bunun için eğitildim." Gülerek söylediği son cümle ile sinirlerim bozuldu. Yumruk attığım kolu daha çok benim canımı yaksa da içim rahatlamıştı. "Bir gün yine o adam geldi ve bana intikam alacağımızı söyledi. Anlam veremedim, neden, niye intikam içinde ben vardım. Annem için olduklarını söylediler ilk başta tabii bunu olmadığını yıllar sonra öğrendim. Sadece piyondan ibarettim, bunu anladığımda ise onlara karşı kullandım. Çiçek tedavi görmeye başladı, ben onu göremiyordum ama tedavi oluyordu. Kendime ev tuttum, arkadaşlar edindim. Onlara karşı benim kararımdı çünkü bensiz bu plan işlemiyordu bunu anlamıştım." Bu sefer gülme sırası bendeydi.
"Bakıyorum da çokta iyi kullanamamışsın piyon bey." Onu da güldürdü. Daha iyiydik artık, zor kısmı atlatmıştık. Fakat benim ona söylemem gereken bir gerçek vardı.
"Öyle oldu maalesef ki kalp hırsızı." Gülmeye başlamamız ile ortam allak bullak oldu. Nasıl yüzleşmeydi bu şimdi? Ağlıyor muyduk, gülüyor muyduk belli değildi.
"İlk baştan beri intikam alacağın kızın ben olduğumu biliyor muydun?"
"Bilmiyordum, ben sana âşık olduğumda da, seninle sevgili olduğumda da senden intikam alacağımı bilmiyordum. Her şeyi senin kaçırılman ve vurulmandan sonra öğrendim. Çünkü planda yerim gelmişti." İnanıyordum, bu sefer yalan olmadığına inanıyordum, inanmak istiyordum.
"Peki, Naz'ı baştan beri biliyor muydun?" canımı nasıl yaktığınızı da bilin isterdim be adam.
"Bilmiyordum ve hatta Naz'ı benden sonra sana en çok değer veren kişi olarak görüyordum. Hanımefendi iyi oyuncu çıktı ne yapalım?" Alaycı sesi sadece kendini toparlamak içindi.
"Ne zaman öğrendin ortağının Naz olduğunu?"
"Sana gerçekleri anlatmaya karar verdiğimde öğrendim. Aklın karışmasın bu babandan önceki olay. Karşıma çıktı beni tehdit etti. Seni ve Çiçek'i öldürmekten tehdit etti aslında o da ona biçilen rolü oynuyordu?" Sustu, sustum. Bana gerçekleri o kadar çok anlatmak istediğiyle yüzleştiğimde ağır geldi. Onu dinlemeden gittiğimde tek isteğim dört duvar arasında çürümesiydi çünkü hikâyenin altında yatan gerçekleri bilmiyordum. "Peki, sen nasıl öğrendin bizi?"
"Her şey doğum günümün bitişiyle başladı. İlk mesajımı o gece aldım. Her gelen mesajda tek bir şey vardı o da sana güvenmemem gerektiğiydi. İlk başta oyun zannetsem de zaman geçtikçe bunun peşine düştüm. Asla yer tahmini yapılamıyordu çünkü mesajlar sürekli başka ülkelerden geliyordu. Kıllanmıştım bir kere o yüzden seni gözetim altına tuttum ve yanıldım. Dikkate almadım ta ki son mesajımı alana kadar. Son mesajımı aldığımda Naz'la seni gördüm. Öncesinden şüphelenmiştim ve şüphelerim doğru çıkmıştı. Konuşmalarınızı çektim ve böylece elimde kanıt oldu. Atak yapma sırası geldiğinde de gizlice evlerinize girip atağımı yaparak noktayı koydum kendimce."
"Gerisini de zaten biliyorum."
"Aynen öyle gerisini de biliyorsun."
"Özür dilerim peri kızım, sana iyi gelmediğim içim çok özür dilerim!" Sesindeki huzura kanmamak için sabrediyordum, eğer kanarsam yapmak istediklerimi yapamayacaktım.
"Özrün çok işlevsiz be Bulut, o kadar fazla zarar verdin ki bana artık özrün kurtarmaz seni."
"Kurtulmak için söylemedim, kalbim için söyledim." Allah belanı versin zalimin oğlu neden kalbimi bu kadar hızlı attırıyorsun? Aynı iç sesim gibi zaman nedir bilmiyorsunuz.
"Sana söylemem gereken bir şey var Bulut." Ürperdi, haklıydı çünkü öğreneceği gerçekle bazı kararlarını çok erkene çekecekti emindim.
"Seni dinliyorum." Nasıl söylerdim ki annenin katili babam sandığım adammış? Derin bir nefes aldım, gerginlikten ölmek üzereydim. Çok zordu bunu söylemesi çok zordu.
"Anneni öldüreni Çiçek görmüş." Söyledim ama sadece bu kısmını söylemem bile çok zordu.
"N-nasıl görmüş?" Şaşkındı, hayatının en kötü gününün katilini öğrenmeye şaşkındı.
"Çiçek senin çıktığın o orman yolundan sizi izlemiş. Her şeyi görmüş, hem de her şeyi. Annenin babanı öldürmesini, senin anneni ikna etmeye çalıştığını ve annene sıkılan o mermiyi kimin ateşlediğini görmüş." Çok zordu söylemesi, çok zordu. Çılgına döneceğini bildiğim bu adamı kendi ellerimle çıldırtmak çok zordu. Kimin öldürdüğünü öğrendiğinde ise daha da delirecekti.
"K-kimmiş?" sesi titredi, sıcak terler akıtmaya başladığında iyice ürperdim çünkü karşımda ki bu adamı delirten bendim. Kendini inandırdığı yalanın katili olacaktım, kendini avuttuğu yalanın katili olacaktım.
"Ahmet Deniz." Ben de onun katili oldum. İkimiz de birbirimizin çocukluğunu öldürdük. O benden ailemi aldı bende ondan inandığı yalanı.
Sessizdi, haykırması gereken yerde çok sessizdi. Deli gibi volta atıyordu uçurum kenarında, deli gibi o noktaya bakıyordu. Korkmaya başladım, bir şey olacak diye korkmaya başladım. Yanına gitmek için ayağa kalktım da acı dolu çığlıklarını feryat etmeye başladı. Kulaklarımı kabartmak istesem de olmadı, ne kadar kapatsam da çığlıklarını duydum. En çokta annesine bağırdığı o çığlıkları duydum.
"HAYIR, HAYIR, HAYIR! ANNEMİ O ADAM ÖLDÜREMEZ, ANNEMİ BENDEN ALAN O ADAM OLAMAZ, OLMAMALI. ANNEM, ANNE GEL LÜTFEN GEL. SANA ÇOK İHTİYACIM VAR ANNE, SANA ÇOK İHTİYACIM VAR. BENİ BIRAKMA ANNE, BENİ BIRAKMA. BEN SENİ ÇOK SEVERKEN NEDEN GİTTİN ANNE, NEDEN GİTTİN?"
Bu bağrışlar bu hikâyenin acı dolu gerçeğinin ilk bağrışlarıydı. Yıllar önceki başlangıç gün yüzüne çıktığında ki ses o günün masum çocuğunun sesiydi. Alınması gereken intikam, öğrenilmesi gereken gerçekler vardı. Ahmet Deniz, Müge Aras'tan ne istemişti, neden çocuklarını bu hikâyeye dâhil etmişti?
Onun çığlıkları gözyaşım oldu, onun yaşları yeminim oldu ve onun sarılışı acı dolu geçmişim oldu. Bu son çığlıklardı çünkü çığlık atma sırası katillerimizdeydi. Dila'nın katili, Bulut'un katili, Çiçek'in katili ve bugünümüzün katili Ahmet Deniz'in sonu gelmişti. Artık bildiğim tek bir şey vardı:
Geçmiş bu hikâyeyi terk ediyordu.
BÖLÜM SONU
Neler oluyor bu lanet kitaptaaa…
Böylelikle bir bölümün daha sonuna geldik🥺 Ben çok duygusal oldum yaaa hepi topu 30 bölüm geride bıraktık, bunu diyebildiğime o kadar mutluyum ki duygularımı size anlatamam:)
iyi ki🖤
Bu bölümdeki yüzleşmeler beni çok derinden etkiledi, ikisinin de acılarının gün yüzüne çıktığı, birbirlerine karşı konulabildiği bir bölümdü. Bulut'un hikayesi zaman geçtikçe derinleşiyor, Dila artık eski Dila olmaktan çok uzakta... ve ikisini bekleyen bir savaş var.
Yüzleşmeyi nasıl buldunuz?
Bölüm nasıldı?
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |