31. Bölüm
İzzetcan Duman / ÇIKMAZ SOKAK / 31.BÖLÜM: GEÇMİŞ, GELECEK, KUMAR MASASI

31.BÖLÜM: GEÇMİŞ, GELECEK, KUMAR MASASI

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahalii kalkın biz geldikk 😎 Nasılsınız?

Ben iyiyim çünkü yine sizi ağlatacağım(şaka şaka)

Lütfen kızmayın:)

Keyifli Okumalar:')

 

"Biz her zaman kaybettik Dila, biz her zaman yok sayıldık.”

 

 

11.BÖLÜM

 

"GEÇMİŞ, GELECEK, KUMAR MASASI"

 

Billie Eilish – Everything i Wanted

 

Sessizlik! Yeminimiz, savaşımız.

 

Yıllardır merak ettiğim bir gerçekte neden bu yüzleşmeden kaçtığımdı. Kaçtım çünkü sevdiğim adamın beni öldürmesini dinleyemezdim, kaçtım çünkü babam bildiğim adamın hayatımı nasıl yerle bir ettiğini izleyemezdim, kaçtım çünkü hayata devam edenleri göremezdim. Sır sevmeyen ben, canımın acımaması için gerçeklerden kaçtım.

 

Bulut'un hıçkırıklarını duydukça yanıyordum, onun feryatlarını duydukça eriyordum. Aşkıyla yanıp tutuştuğum adam, duygularımın katili adam, hangisi için bu gözyaşları bilmiyorum. Saatlerdir uçurum kenarındaydık, ne kadar süre daha burada olacağımız ise belli değildi. Bulut şoktaydı, hayatını yıkan adamla birlikte çalıştığıyla yüzleştiği andan beri mahvolmuş durumdaydı. Tam uçurumun kenarındaydı, annesinin düştüğü o noktadaydı. Ağlıyordu, Bulut geçmişine, çocukluğuna ve bugününe ağlıyordu.

 

Yanına gidemedim içim yandı, sarılamadım kalbim sızladı. Sustum, onun ağlayışına sustum. Bir kez daha anın gerçekliğinden kaçtım.

 

-bu ses bizim için ölüm papatya-

 

Bu ses benim yok oluşum iç ses, bu ses hala sevgimin sesi.

 

-zor papatya onu hala sevmek çok zor-

 

İç ses, yanına gitsem, sarılsam ikimize de iyi gelecek biliyorum.

 

-çocukluğun buna izin vermiyor papatya gittiğinde sadece kendini kanatacaksın-

 

Belki de kanamak istiyorum iç ses, belki de onunla tekrardan kanamak istiyorum.

 

-katilimiz Dila katilimizle kanamak ona yenilmek demek ve intikam istiyorsan tek kanamaya devam etmek zorundasın-

 

Ona ihtiyacım var iç ses.

 

-bizimde sana ihtiyacımız var papatya sana ve o nefrete-

 

Her şeyden nefret ediyorum iç ses, kedimden bile nefret ediyorum.

 

Neden her şey bu kadar zor olmak zorundaydı, neden her seferinde canı yanan ben oluyordum? Çocukluğumdan beri tek bir şey istedim, o da mutlu olmaktı. Ailemle mutlu olmak, arkadaşlarımla mutlu olmak, sevdiğim adamla mutlu olmak. Ben ne kadar çok mutlu olmak isteydiysem her seferinde üzüldüm, ağladım. Acıdan kaçtım acıya tutuldum.

 

Havalar karardığından Bulut'u tam göremiyordum. Sesini duyuyordum ama hala ağlıyordu. İlk andan bu yana sakinleşmişti, öfke krizi geçirmiyordu, annesine seslenmiyordu tek yaptığı kendine kızmaktı. "Nasıl bu kadar saf olabilirsin ki Bulut, sensiz bir işe yaramayan bu plandaki asıl yerini nasıl görmezsin, annenin katiliyle istemeden de olsa nasıl iş yaparsın, nasıl ya nasıl?" diye söylenmeye devam ediyordu.

 

Kızgın mıydım?

 

Eskisi kadar kızgın değildim.

 

Kırgın mıydım?

 

Eskisi kadar kırgın değildim.

 

İnanıyor muydum?

 

Hissettim, bana yalan söylemediğini hissettim. Bu sefer ki adam gerçekti, duyguları gerçekti, bakışı gerçekti, pişmanlığı gerçekti, her şeyi ile gerçekti. Kalbimi kırdığı gibi tamir edebilecek kişinin ondan başkası olmadığını bugün kesin bir şekilde hissettim. Kırdı, kırdım. Şimdi de toplanmaya çalışıyoruz, birbirimiz için, intikamımız için.

 

"Kendine kızmak yerine neden karşısına geçip hesap sormuyorsun Bulut?" susmadım, ortaya bombayı attıktan sonra susamazdım da. Ne kadar süre sessiz kaldık bilmiyorum ama konuşan taraf olmaktan da gocunmuyordum. Bu hikâye böyle bitmeyecekti, bu hikâyede yalnız kalanlar yalnız bırakmak için savaşa geçecekti.

 

"Kolay mı sanıyorsun Dila, karşısına geçip hesap sormak kolay mı sanıyorsun?" sesi sertti. Yaşadığı şokla karşısında ki bana bile öfkeliydi. Hayatımı mahvettiği yetmezmiş gibi şimdi de öfkesiyle bana bakıyordu. Yanlıştı, öfkesini gösterdiği kişi yanlıştı.

 

"Ben senin oyuncağın değilim Bulut. İstediğinde yüzüne güleceğin öfkelendiğinde de nefret dolu bakışlarını atacak kişi değilim. O yüzden bu öfkeni zor olduğunu düşündüğün yüzleşmene saklı çünkü öfkeni göstereceğin kişi orada." Öfkeli olması beni ilgilendirmiyordu, nefret bakışları da beni ilgilendirmiyordu. Kuklası değildim, sevdiği ve katili olduğu kızdım. Nasıl davranması gerektiğini bilmiyorsa hiçte yüzleşmek istemeyecekti.

 

"Kolay olduğunu nereden çıkardın acaba?" sesi daha yumuşak çıktığında yanlış davrandığını anlamasına sevindim. Birini öldürmek kolay mıydı acaba?

 

"Sevdiğin kızın hayatını mahvetmekten daha kolaydır diye düşünüyorum, yoksa yanılıyor muyum?" dediğimde bu sefer sert olan taraf bendim. -tutarsızsınız işte papatya-

 

"Yanılmıyorsun!" sadece bu sözü yetti. Madem intikam istiyordu gidip o adamla yüzleşecekti, madem intikam istiyordu savaşacağı kişileri görüyor olmalıydı. Bu hikâyede korkuya yer yoktu artık çünkü korku için süre dolmuştu. Korkmayacak korkutacaktık.

 

"Artık eve gidebilir miyiz?" yanımda arabam yoktu o yüzden beni eve bırakmak zorundaydı. Kendime en kısa sürede araba temin etmem gerekiyordu, yoksa böyle sürünmeye devam edecektim.

 

Başıyla onay verdiğinde arabaya doğru adımlar atmaya başladım. Ne kadar onunla yolculuk yapmak istemesem de yapmak zorundaydım. Aslında sakince konuşursak sıkıntı yoktu ama Bulut'un siniri beni korkutuyordu. "Anahtarları atar mısın, arabayı süreceğim de?" şu an onun araba sürmesi hiçte iyi değildi yani ben eve gidene kadar.

 

"Sen araba mı süreceksin?" duygu durumu o kadar karışıktı ki şu an gülmesi hiç etik değildi. Neye gülüyorsa zaten onu da anlamış değildim. "Evet, arabayı ben süreceğim, bir sakıncası mı var?" diye söylendiğimde iyice gülmeye başladı. Gülme zalimin oğlu gülme yoksa bende güleceğim. Zaten bugün ki duygusallık çok fazla şimdi de gülemem o yüzden gülmeyi bırak.

 

"Bir araba sürmeyi bilmiyorsun, iki ve en önemlisi ehliyetin yok o yüzden geç yan tarafa." Diye söylendiğinde sürücü koltuğuna doğru yürüyordu. Daha fazla tahammül edemediğim için yolunu kestim. Neyse ki kısa boylu olup ona aşağıdan bakmıyordum bu işime geliyordu.

 

"Benim ehliyetim var beyefendi ve hayatımı tehlikeye atmak istemiyorum o yüzden yan koltuğa sen geçiyorsun." diye söylendiğimde hızlıca elinde duran arabanın anahtarını aldım. Neye uğradığını şaşırmış durumda olan Bulut ise hala olduğu yerde ayakta dikiliyordu, ben ise sürücü koltuğuna oturmuştum. Arabayı çalıştırdığımda bile aynı yerinde olup ayakta durmaya devam ediyordu. Neydi şimdi bu, bu kadar şaşırılacak ne vardı? Sadece arabayı sürecektim yahu!

 

"Acaba ayakta bekleyerek neyi proteste ediyorsunuz beyefendi?" delirmek üzereydim, bu kadar şaşırması gereken bir durum yoktu. "Bir şey yok ya sadece araba sürmeye korkan senin ehliyet almana şaşırdım da?" diye alaya aldığında iyice sinirlerim bozuldu o yüzden onu burada bırakıp gitmek çok mantıklı bir karardı.

 

"O kadar komiksin ki burada kalmayı hak ediyorsun." Dedikten sonra arabayı çalıştırdım. Geriye doğru çıkış yapmaya başladığımda beyefendinin aklı başına gelmiş olmalı ki arabaya doğru koşmaya başladı. He şöyle akıllan biraz. Sen kiminle oynadığını sanıyorsun acep? Hızlıca koşmaya başladığında tam çıkış yapacakken arabayı durdurdum ve binmesini bekledim. Çok geçmeden arabaya soluk soluğa kalmış şekilde binen beyefendiyi görünce gülme sırası bana geçmişti. Kahkaha atmaya başladığımda öyle bir bakışları vardı ki çok derinden hisler içeriyordu.

 

"Bana öyle bakmazsan sevinirim sonuçta araba kullanıyorum." Etkilemeye devam ederse yanlış bir hareket yapıp uçuruma uçacağım. Tamam, anlıyorum hala çok âşık, hala hayran dolu bakışlar atıyor ama bunun ne yeri ne de zamanı. "Sende hep güzel olma peri kızım!" Allah'ım sana geliyorum çünkü direksiyon hâkimiyetimi kaybedip kaza yapabilirim. "Saçmalama ve ölmemek için sus!" vallahi sinirlerimi bozdu bu çocuk.

 

"Ölsem bile şu an sevap işliyorum o yüzden ölmek koymaz." Ne saçmalıyorsun be çocuk, ne saçmalıyorsun yine?

 

"Ne saçmalıyorsun sen, öfken başına vurdu sanırım?"

 

"Hayır, saçmalamıyorum ne de olsa güzele bakmak sevaptır." Hayır, ya hayır! Bu adamın zamansız romantik olması bir gün kalpten götürecek olan olacak vallahi. Karşı cevapta veremeyeceğim için sustum. Yol boyu da konuşmak istemediğim için şarkı açmak istedim ama bugünün anlamı kalsın diye onu da yapmaktan vazgeçtim. Ne de olsa ben susarsam o da susardı.

 

Uzun zamandır burada olmadığım için yolları karıştırmaktan korktuğumdan dolayı pür dikkat kullanıyordum arabayı. Hızlıca eve gidip kendime gelmek istiyordum bu gece çok zorlamıştı. Duygularımın karışıklığından daha çok aklımda karışıktı. Hala verdiğim kararın doğruluğunu sorguluyordum. Gerçekten bu intikamı almak istiyor muydum? Gerçekten bu intikamı Bulut'la almak istiyor muydum? Karmaşık duyguların içindeydim tek bildiğim kaçmak istemediğimdi. Ne kadar zor olursa olsun kaçmadan yüzleşmek istiyordum.

 

Bu intikamda balığım bana sadık kalacak mıydı?

 

Bu intikamda ben balığıma sadık kalacak mıydım?

 

Uzun süredir araba kullanmadığım için sıkılmıştım, sessizlikte sıkılmama yardımcı oluyordu zaten. Hem konuşmasını istemiyordum hem de hiç susmasın istiyordum, nasıl bir şeydi bu? Bence ben duygularımla savaşmak yerine neden onları dışarıya vurmuyorum, neden hep kendi içimde savaşmak zorundayım ki? Utanacaksam da utanayım ama içimde kalmasın.

 

"Allah aşkına lütfen konuş Bulut!" dediğimde yüzündeki gülümseme sinir bozmalıktı. Bugünde bunun eline çok koz vermiştik. Arabanın gazına biraz daha bastığımda hiç yapmamam gereken hıza ulamıştım. Kendim bile yaptığıma şaşırırken korkmamak elde değildi. Fakat çok hoşuma gitmişti en çokta yanımdaki beyefendinin korktuğunu gördükçe.

 

"Öncelikle sen arabayı sakin sür de bende susmamak için yaşayabileyim." Sesindeki o titreme o kadar çok hoşuma gitmişti ki daha fazla hızlanmak istedim ama o kadar iyi araba kullanmadığım için vazgeçtim. Eğer intikam istiyorsam yaşamam gerekiyordu bu da şu an benim ellerimdeydi. Arabayı daha sakince sürmeye başladığımda beyefendi derin bir nefes aldı.

 

"Bu kadar da korkacak bir şey yoktu ama sen bilirsin?" diye onu alaya aldığımda gülen taraf bendim. Bazı şeyler karşılıklı olmak zorunda balık bey. Ela gözleri irice açıldığında meydan okur gibi bakıyordu. Bu bakışlarını hiç beğenmediğimi söylemek zorundayım çünkü her an direksiyon hâkimiyetimi kaybedip kaza yapabilirim. Yaşamak için gözlerimi ela gözlerden uzaklaştırdım.

 

"Korkmadım bir kere!" diye yalan söylediğinde o kadar komikti ki kahkahaya boğuldum. Diyorum ya bu adam beni bir gün kalpten götürecek işte orada yalan yok net kalpten giderim ben bu balığın yanında.

 

"Kesin korkmadın zaten!" diye alaya aldım. Onunla dalga geçmek o kadar güzeldi ki sürekli dalga geçebilirdim. Onunda güldüğünü gördüğümde bir kez daha kalbimden vuruldum. Ne kadar çok şey yapmış olursa olsun ben bu adama hala âşıktım ve hala yanında kalbim deli gibi atıyordu.

 

-affetmek yok papatya-

 

Affetmek gibi bir düşüncem de yok iç ses.

 

-hiç öyle davranmıyorsunuz ama papatya hanım-

 

Hiçte mi gülmeyeyim iç ses?

 

-sadece gülmek içinse tamam papatya devam edebilirsin-

 

Başka ne için olacaktı iç ses! Delirtme beni!

 

"Dalga geçmeyi bırak peri kızım arabaya odaklan maazallah kaza falan yaparız!" diye söylendiğinde hala korktuğu belliydi. Seni sakinleştirmek gibi bir düşüncem yok o yüzden korkmaya devam et balık bey. O araba sürerken ki eminim benden daha hızlı sürdüğüne, onda sıkıntı yoktu bende vardı. Vallahi bu adamı bir kaşık suda boğacağım.

 

Onu merak ediyordum, ne hissettiklerini merak ediyordum. Yıkmasına rağmen onu merak ediyordum. Madem birlikte intikam alacaktık aramızda sır olmamalıydı o yüzden bu gece soramadığım o soruyu soracaktım. Babamın bu işle ne lakası vardı? "Babamın bu işle ne lakası var, Bulut? Babam öleceğini biliyor muydu?" hayatımı yıkan ölüm istenilmiş miydi yoksa oyundan ibaret bir kumar mıydı? Hangisi daha yaralayacaktı ki beni, babamın bilmesi mi yoksa oynanan kumar mı?

 

Ela gözler uzunca yola baktığında anladım ben yıkılacaktım, ben yok olacaktım tekrar tekrar. Hayatım için tutunmaya bir dal arıyordum ama her tuttuğum dal kırılıyordu ve ben tekrar başa dönüyordum. Yolu yarıladığımı sandığım her saniye yeniden başa dönüyordum yeniden o acıları çekiyordum.

 

"Baban bir kumar oynadı peri kızım ve oynadığı kumarda hesabı katmadığı şekilde olay tersine döndü," sesi titriyordu, bana gerçekleri anlatırken sesi titriyordu. Babam kumar oynadı ve kaybetti, babam hayatımın kumarını oynadı yenildi. Babam benim için, annem için yenildi, bizim için yenildi. "Annen ilk kurbandı ve ilk kurbanlar her zaman ölmek zorundadır, işte babanda burada yenildi. Çünkü babanın kumarında annen yoktu ama annenin kumarında baban vardı." Şoka uğramıştım, ne demek annenin kumarında baban vardı? Nasıl ya nasıl, ikisi de öleceklerini bile bile mi gittiler mezarlarına? Anlamıyordum ve anlamakta istemiyordum.

 

Arabayı bulduğum ilk boş yere çekerken hala şoktaydım. Duyduklarımı hazmetmek çok zordu, duyduklarım bütün yaralarımı kanatmaya başlamıştı. Feryat ediyordu bütün yaralarım, feryat ediyordu artık. Bu kadar kanamak istemiyordular ama o kan dinmeyecekti, Dila o intikamı almadığı sürece o kanama dinmeyecekti. Başkası değil direk ben yakacaktım canımı.

 

"Ne demek annenin kumarında baban vardı?" diye kekelediğimde en ağırını sesli söylemiş değildim çünkü en ağırı ölümlerini tekrardan yaşamak demekti. "Annemde babamda öleceklerini bile bile o düğüne, senin onları benden aldığın mezarlarına gittiler mi?" kırıldım, yıkıldım, yandım.

 

Kırdım ve kırmaya da devam edeceğim.

 

"Baban, benim kim olduğumu ve ne için orada olduğumu biliyordu. Baban, benim sizin hayatınızı karartmaya geldiğimi biliyordu ama baban, benimle iş birliği yaptı. Bana senin hayatının garantisini verdi senin ve annenin. İnandım, bu sefer hayatımdan birinin daha gitmesini istemediğim için inandım peri kızım! Ben yine seni seçtim, yıkacağımı bile bile seçtim." Yine bir seçim ve yine o seçimin hayatımı karartması. Ben ne zaman bir seçenek olsam hayatım yıkılıyordu, ben yıkılıyordum.

 

"B-babam öleceğini biliyordu ve o yüzden bize bu düzeni kurdu demi?" hayatımın bir gerçeği daha. Babam bütün mirasını bana bırakmasının nedeni geçmişteki zaman kaybımızdı, bana yep yeni yaşam alanı sunması öleceğini bildiği için geleceği bırakmıştı. Benim yıkılacağımı bildiği için rahat bir yaşam alanı sundu. Geçmiş için geleceği kurdu.

 

"Baban size bir hayat bıraktı, annen ise o hayatı sana armağan etti. Annende babanda öleceklerini biliyordular Dila." Duygusuz olan o muydu ben miydim? Bilmiyordum. Duygusuz değildi çünkü kendi gözlerimle nasıl yıkıldığını gördüm, duygusuz değildim yıkıldığım her anı ezbere biliyordum.

 

"Öleceklerini bildikleri için son günlerini bana ayırdılar o zaman, son günlerini bana ayırdılar ki ikisi de aile oldular. Onlar öldü ben kaldım bu kumarda kaybeden ben oldum Bulut." Kumar oynayan onlardı kaybeden ben! Gözlerimden akan yaşlar tekrardan ant içiyordu, bu gözyaşları benim geçmişim, geleceğim, tek gerçeğim.

 

"Biz her zaman kaybettik Dila, biz her zaman yok sayıldık. Hayatımız başlı başına sırlarla doluyken biz savaştık sadece gerçekler için savaştık ve kaybettik. Tek tek öldük. Önce çocukluğumuz, sonra hayallerimiz ve şimdide bugünümüz öldü, geleceğimiz öldü. Bizim hayatımız bir kumardı, birbirine bağlanan bir kumardı ve bu kumarda kaybeden biz olduk. Şimdi savaşmak zorundayız geçmişimiz için, bugünümüz için en çokta geleceğimiz için savaşmak zorundayız." Sarılmak istiyordum, sevdiğim adama sarılmak istiyordum. Her şey bir rüya olsun istiyordum. Bu gerçeklerle yüzleşmek istemiyordum.

 

"Peki, bizim oynadığımız bu kumarda bana sadık kalacak mısın Bulut?" bunu duymaya ihtiyacım vardı. Yalan söylemeyecekti biliyordum, bu sefer beni bırakmak istemiyordu bunu da biliyordum ama korkuyordum. O kadar çok yaralandım ki tekrardan yaralanmaya korkuyorum.

 

"Sevdiğim kadına bu sefer sırtımı dönemem çünkü onun omzuna, sesine, gözlerine ihtiyacım var. Beni ayakta tutan kokuya ihtiyacım var." Kalbim şu anda bile delice atıyordu. Duyduklarım ne kadar iyi ederdi bilmiyordum ama rahatlamama yardımcı olacaktı. Az da olsa kendime gelmemi sağlayacaktı.

 

"Peki, sen peri kızım, sen bana sadık olacak mısın?" netti, bunun cevabını beklerken de netti, duyacaklarına karşı da netti. Ne diyebilirdim ki şimdi, nasıl cevaplayabilirdim? Düşünmeye ihtiyacım vardı, onunla bu yolda ne şartlarla yürüyeceğimi düşünmeye ihtiyacım vardı.

 

"Söz veremem balık, sana sadık kalacağıma söz veremem ama şunu bil ki o intikamı almadan sana geçmeyeceğim. Ne zaman intikamı alırız işte o an benim intikamıma hazır ol çünkü sana o gün acımayacağım." Yapar mıydım ki, gerçekten seni yok eder miydim? Bilmiyorum, yapıp yapamayacağımı bilmiyorum. Bu kadar sert konuşmam ne kadar yaralar onu da bilmiyorum ama yaralasın ve o günü beklesin çünkü o gün hiçte kolay olmayacak.

 

"Baban sana bütün gerçekleri bıraktı Dila, bütün sırların aydınlanmasında ki anahtar sensin." Ortaya yeni bir bomba daha attığında neye uğradığımı şaşırdım. Daha annemle babamı bilerek ölmelerini atlatamamışken şimdi de sırların anahtarı olduğumu söyleyerek yeni bir bomba koydu ortaya. Her an patlayacak bombanın anahtarı bendim demek, bendim.

 

"Nasıl yani?" diye sorduğumda biraz daha detay vermesini istedim.

 

"Zamanı geldiğinde bütün gerçekleri senin öğreneceğini, bunun anahtarının sen olduğunu söyledi. Bunu yapacak tek kişi sen, bunu ortaya çıkaracak tek kişi sen. Sen bu hikâyeyi noktalayan en önemli kişisin peri kızım. Sadece zamanı geldiğinde büyük fırtınalar estirecek o kişisin." Anahtar, son, en önemli kişi... Neler duyuyordum ben, neler oluyordu? Ne demek her şeyin anahtarı sensin?

 

İşte şimdi zamanın neden bu kadar önemli olduğunu anladım. Babam biliyordu, o öldüğünde buradan gideceğimi, yıllar sonra tekrar döneceğimi ve intikam alacağımı. Babam ölürken bile gerçeklerin intikamı için kumar oynuyordu. Babamın zekâsına hayran kalmam şaka mıydı? Yıllar sonrayı bile planlamış bir babam olduğuyla yüzleşiyordum ve bu hiçte kolay değildi.

 

Fırtınalar estirecek kişisin.

 

İç ses eğer buradaysan şunu bil ki biz çok büyük bir kumar masasına oturuyoruz. Geçmişin izleri, geleceğin kelemi için o masaya oturuyoruz. Elimizde bütün gerçekler var, anahtarı benim. Her şeyi noktalayacak olan benim, hayatı çalınan o kız bu hikâyenin sonunu getirecek. Babam bütün gerçekleri nereye sakladıysa onu bulmalıyız iç ses, hayatımız için o gerçekleri bulmalıyız.

 

-sırların kapalı defterisin papatya-

 

Gerçeklerin anahtarıyım iç ses.

 

-finali yaşatacak kişisin papatya-

 

Canımı yakan bu sırlardan, kişilerden intikam alacak kişiyim iç ses.

 

-kumar masasında kaybedebiliriz papatya-

 

Bu kumar masasında açık ara öndeyiz iç ses istesek de kaybedemeyiz.

 

-geçmiş-

 

Gelecek.

 

-kumar masası-

 

İşte şimdi savaşmaya hazırım iç ses.

 

Geçmiş, gelecek, kumar masası.

 

💦

 

Nasıl olacaktı, nasıl savaşacaktım? Önümde çok büyük bir savaş vardı, ipleri ellerimdeydi ve bu korkutuyordu. Bütün gerçekleri öğrenecek kişiydim, sadece bir hamle ve bütün gerçekler. Bu hikâyenin başı ben miydim bilmiyordum ama bu hikâyeyi bitirecek o kişiydim, o kızdım. Sırların düşmanı gerçeklerin anahtarı bendim.

 

Yaşadığım yüzleşmeyi hala atlatabilmiş değildim, hala şoktaydım. Bütün hayatımı sorguluyordum. Benim doğmam bu hikâyenin gerçeği miydi, sırrı mıydı? Ben doğduğum için mi kayıplar yaşanıyordu yoksa gerçekten bir sır mı vardı onlarca insanı öldüren?

 

Bu hayat için çok savaştım. Çocukken savaştım, büyürken savaştım ve hala da savaşıyorum. Her seferinde yıkılmama rağmen bir umuda tutunarak savaşmaya devam ediyorum, pes etmiyorum. O kadar çok kaçmak istedim ki kendimden, o kadar çok yok olmak istedim ki onca savaşı yaşamamak için. Kaçtım, bütün her şeyden kaçtım ama olmadı. Gerçekler peşimi bırakmadı. Nefes alamadım, kendimden nefret ettim her saniye. Ölmek istedim, yaşamak istemedim ve gittim. Kendime kıydım, arkamda bırakacağım enkazı düşünmeden gittim. Ben gittim, hayat gitmedi. Hayat beni bırakmadı ve tekrar bir savaşın içine bıraktı. Fakat hissediyordum bu son savaştı, bu sondu.

 

Yapacaklarımdan korkuyordum, olacaklardan korkuyordum. Öğreneceğim gerçeklerden korkuyordum. Annemle babamın kaybettiği o kumar masasına ben oturuyordum. Kumar masası benden geçmişimi çaldı, kumar masası geleceğimi kararttı. Acemiydim, karşımdaki ustalara karşı çok acemiydim. Hayatım için oturduğum bu kumar masasının en acemisiydim. Savaşmak istiyorsam risk alacaktım.

 

Eve geldiğim andan beri çok derin düşünceler içindeydim. Saat çoktan gece yarısını geçmişti. Ne yapmam gerekiyordu onu düşünüyordum, nasıl bir yol izleyeceğimi çizmem gerekiyordu. Madem bir savaş vardı önümde ona en iyi şekilde hazırlanmam gerekiyordu. Bu sefer kaçmak yoktu, bu sefer korkmak yoktu çünkü çok fazla korkmuştuk. Çocukluğum için bu savaşı kazanacaktım. Yarınım için o belgeleri bulacaktım, zamanını bekleyemezdim.

 

Sıcak bir duş aldım, yeni yaptığım bitki çayımı da aldıktan sonra odama gitmek yerine annemle babamın odasına gittim. Buraya geldiğimden beri bu odaya sadece temizlik için girmiştim. Yaralarımın en derinden kanadığı yerdi bu oda. Onlara bu odada bu yatakta veda ettiğimi hatırladıkça daralıyordum, canım yanıyordu ama çok farklıydı. Bu duyguları daha önce hissetmemiştim, daha önce böyle bir şey yaşamamıştım. Bilmiyordum, bu durumda nasıl davranacağımı bilmiyordum. Canım yanıyordu, hissedilenden tonlarca acıyla. Yürüyemiyordum, ağlayamıyordum, duygusal hiçbir şey yapamıyordum. Sadece canım yanıyordu, bütün organlarım işlevini terk ediyordu, nabzım atmıyordu, ben ölüyordum; ölürken bile yaşıyordum.

 

Öldürecek kadar ağır olan bu duyguya ev sahipliğini yapmak ise onun kadar acıtıyordu, öldürüyordu.

 

Uyumak istiyordum, o kadar çok uykusuzdum ki uzunca bir süre sadece uyumak istiyordum. Belki uyursam yaşanılanları kaldırabilirdim, belki uyursam her şey bir kâbusa dönüşürdü. O yatağa yattığımda ise ağlıyordum, annemin kokusu gitmemişti, babamın kokusu gitmemişti. Biz kısa sürede aile olmayı başarmıştık, biz kısa sürede biz olmuştuk. Babam vardı, beni seven babam vardı. Annem mutluydu, asıl ailesiyle mutluydu. Ben mutluydum, çocuk Dila'nın hayali gerçek olmuştu.

 

💦

 

Gözlerimi çalan zil sesiyle açtığımda neye uğradığıma şaşırdım. Sabah sabah ne oluyordu? Yataktan kalktığımda hala gözyaşlarımın akması gerçek miydi? Gerçekten de bütün gece ağlamış mıydım? İnanılacak gibi değildi ama bu geceki rüyalarım çok güzeldi, çok gerçekçiydi. Uyuduğum andan uyandığım ana kadar kaç defa annemle babamı gördüm bilmiyordum ama bildiğim en güzel şey annemle babamın mutlu olduklarıydı. En son gördüğüm kâbustan sonra güzel bir rüya görmek çok etkilemişti.

 

Ailemi hissettim, en güzel halleriyle ailemi hissettim.

 

Homurdanarak kapıya doğru ilerlerken ne halde olduğumu düşünüyordum. Bütün gece ağlamıştım, saçım başım dağınıktı, nasıl gözüküyordum bilmiyordum ve kapıyı açmaya gidiyordum. Gerçekten kim gelmişti ve neden gelmişti. Kapıyı açtığımda ise Elif'le karşılaştığım için şaşırsam mı şaşırmasam mı bilemiyordum. Konuşmak için hazır mıydım? Değildim, hatta ben hiçbir zaman konuşmaya hazır değildim. İçeriye giren Elif izin istemedi, isteseydi engel olacağımı biliyordu. Aslında ona ihtiyacım vardı, ona sarılmaya ihtiyacım vardı. Kapıyı kapattıktan sonra içeri yanına gittim.

 

"Günaydın kuzen de sen hala uyanmadın mı?" diye enerjik konuşan kızı anlamış değildim. Sabahın köründe ne bu enerji? Yahu daha sabah nasıl bu derece enerjik olabilirdi ki? Ortam o kadar komikti ki bir tarafta esneyen ben diğer tarafta enerjik Elif.

 

"Sabahın köründe bu enerji nereden geliyor Elif?" diye söylendiğimde ortam iyice komikleşti. Hala uyumak istiyordum.

 

"Ne demek sabahın körü Dila, sen iyi misin?" diyerek şaşıran Elif'i anlamıyordum. Bu kadar büyük tepki vermesini de anlamış değildim. Sabah bir de yani ne oluyorsa?

 

"İyiyim!" dediğim anda karşımdaki kız gülmeye başladı. Allah aşkına Elif kendine gelir misin? Gerçekten o kapıyı açtığıma bin pişmanım.

 

"Canım kuzenim saat," diyerek konuşmaya başladığında kolundaki saate baktı ve devam etti. "18.12 yani sabah değil akşam." Ne? Akşam mı? Nasıl yani ben ne kadar süredir uyuyordum? Uykusuzluk başıma vurmuş olmalı ki ne kadar süre uyuduğumu bile anlamadım. Odada olan telefonumu alıp geldiğimde onlarca mesajı ve telefon aramasını gördüm. Deli gibi beni aramışlardı ve ben duymamıştım. Nasıl olurdu ya?

 

"Merak etme herkesin uyuduğundan haberi var. Ben gelmeden önce Asya geldi eve, senin uyuduğunu söylediği andan beri iletişimi kesti herkes yoksa eve polis dadanacaktı." Elif'in her dediği ile şoka giriyordum. Ne demek eve Asya geldi? Madem Asya eve gelmişti beni neden uyandırmadı? Peki, onun geldiğini ruhumun duymamasına ne demeli? "Birkaç gündür uykusuz olduğunu ve bu yüzden de uzun süre uyuyacağını söylediğinde herkesin içi rahata erdi." dedi Elif.

 

"Herkes derken?" karşı cevap verdiğimde boş bulduğum koltuğa yığıldım. Yorgun hissediyordum, onca konuşma sonrasında yorgun hissediyordum. Dün geceden beri yaşadığım duygusal değişiminde etkisi var elbette. Elif'te yanıma oturduğunda kendime çeki düzen verdim. Konuşmak istiyordu, her halinden belliydi.

 

"Annem, anneannem, dayım, ben ve Bulut." Kekeleyerek konuştuğunda neye şaşırdığını anladım. Bulut'un çıktığını biliyordu, belki benimle konuştuğunu da biliyordur. Gözlerindeki o duygu da ise pişmanlık vardı bunu okuyabiliyordum. Neden pişmandı? Pişman olması için çok geç kalmamış mıydı?

 

"Pişman olmak için çok geç kalmadın mı Elif?" kaçmadım, dün geceden sonra kaçmadım. Dün geceki yüzleşme ne kadar iyi geldiyse bu yüzleşmenin de iyi olacağına inanıyordum. Yüz hatları değişen kız ise bu kadar erken beklemiyordu konuşmayı.

 

"Kaldım Dila, pişman olmak için çok ge kaldım," yüzü iyice düştü, gözlerini kapatmaya başladığında kendisiyle yüzleştiğini anladım. Neden diye sorduğu o dakikaları izlemek bir his uyandırmadı. Gözlerini açtı, gözlerime baktı ve ellerimi tuttu. "Kaçtım Dila, gözlerimin önünde olan o olaydan, hissettirdiklerinden kaçtım. Sana yazamadım ama her zaman Asya'ya yazdım. Annem dediğim kadın gitti hem de gözlerimin önünde, kardeşim dediğim kız gitti gözlerimin önünde. Kaldıramadım kaçtım senden ve kendimden." Uzunca bir süre sustuğunda konuşacak başka bir şey bulamadığını anladım. Konuşulacak çok şey vardı ama susuyorduk. Konuşsaydık kimse de kalp kalmayacaktı.

 

"İsterdim biliyor musun Elif, isterdim. Asya'ya değil de bana mesaj atmanı isterdim. Arada bir attığın mesajlardan bahsetmiyorum ben gerçekten attığın o mesajlardan bahsediyorum. Belki sen mesaj atsaydın yalnız hissetmezdim, yanımda kardeşim vardı, yanımda ailem yoktu," dediğimde gözlerimden yaşlar akıyordu. Yıkıldığını görebiliyordum ama bende yıkılmıştım o da atlatırdı. Gözlerinin içine baktım onu gibi. "Sence ben kaldırabildim mi Elif? Annem öldü, babam öldü ve ben öldüm, bunlar olurken ben kaldırabildim mi?" Susmadım, ben konuştum; duygularım için, kalbim için, çocuk Dila için konuştum.

 

"Hayır, kaldıramadın," sesi titredi. Pişmandı, hem de çok pişmandı. "Zaten o yüzden intihar etmedin mi?" dediği anda şaşkına uğradım. Kimse bilmiyordu, intihar ettiğimi kimse bilmiyordu ama şimdi Elif'in dedikleri çok tersti. Biliyordu ya da anlamıştı. "Sormana gerek yok anneannemlerde ağzından kaçırdığında anladım ve tabii bir dönemler Asya'nın beni geçiştirdiğini de unutmazsak anlamak zor olmadı." Tam da tahmin ettiğim gibi anlamıştı. Zekâsına her zaman hayran kaldığım bir kuzenim vardı.

 

"Yok olursam her şey biter sandım."

 

"Bitmezdi Dila, bitmezdi. Sen başrolsün unutma ve başroller yok olmaz, olamaz. Her şeyi yaşamak zorundasın bunu çoktan anlamış olman gerekiyordu!" karşımda duran kız gerçekten kuzenim miydi? Pek öyle davranmasa da alışıktım bu hallerine o yüzden çokta yadırgamadım.

 

"Başroller ölmez diyorsun yani?" diyerek alaya aldığımda onun sinirlenmesi hoşuma gitti. "Kaşınıyorsun sen vallahi pişmanlık dinlemem dalarım şimdi." Sinirlenmesini dahi özlediğim kızdan daha fazla uzak kalamazdım. Kızgın değildim zaten sadece kırgındım o da zamanla geçecekti.

 

"Gel buraya şapşal!" sıkıca sarıldığımızda ise hıçkırarak ağlamaya başladım. Tabii onunda benden kalır yanı yoktu. Bu iki kuzen birbirini özlemişti ve bu iki kuzen deli gibi ağlıyordu.

 

-vallahi dramaquensin papatya-

 

Yine mi zamansız iç ses?

 

-komiksin papatya-

 

Teşekkür ederim iç ses emin ol sende öylesin.

 

Kırgındım, aileme yanımda olmadıkları için çok kırgındım. Olmadı, onlardan kaçtığım her halde yine olmadı ve ben onlara tutuldum; bir gün geleceklerine tutuldum, umut ettim. Gelmediler, ben gittim. Sarılmadılar, ben sarıldım. Yanımda olmadılar yalnız kaldım. Şimdi, bana sarılan kız kuzenimdi ve ben yine yalnızdım. Hayatımın en büyük acısını çekerken de yalnızdım şimdi de yalnızım. Yanımda olmaları bir şeyi değiştirmiyordu ben yalnızdım, hayatımı mahvedenlerden intikam alana kadarda yalnızdım.

 

Çocuk Dila yalnız değildi çünkü annesi yanındaydı. Ne kadar yalan olsa da çocukluğum hep o zamanda kalmayı tercih ederdim. Annem yanımdaydı, arkadaşlarım gerçekti, kalbimi kanatan bir aşk yoktu ve babamın geleceğine dair umudum vardı. Yalan dünyamda saflığımı istiyordum, çocukluğumun saflığını istiyordum.

 

Ne kadar kaçtım?

 

Kendimden vazgeçecek kadar kaçtım.

 

Savaşmaya hazır mıyım?

 

Hazırım! Gerçek dünyam için savaşmaya hazırım.

 

"Seni özledim kuzen." Benimle ağladı, benimle güldü ama hep benimle yaptı. Yalnızdım, yalnızdı. Biz birlikte büyüdük, biz birlikte annemi kaybettik. Beni en iyi tanıyan bu kızı çok özlemişim. Şimdi onun sesini duyuyorum, şimdi onun kokusunu kokluyordum.

 

"Duygularımız karşılıklı hanımefendi," dediğimde bile ağlıyordum. Hayallerimi bile birlikte kurduğum bu kızı nasıl özlemezdim ki? Çocukluğumun en güzel yanıydı kuzenim ve şimdi ne kadar geç kalmış olsa da yine en güzel yanımdı. Beni yalnız bırakmak istemediği halde bırakmak zorunda kaldığı halde ona sadece kırılmıştım ama bu kırgınlığım sadece o anlıktı ne zaman gördüysem o kırgınlık gitti.

 

Bir süre daha ağladıktan sonra normale döndük. Geceden beri hiçbir şey yemediğim için haliyle açtım. Mutfağa bir şeyler hazırlamaya gittiğimde peşimden gelen kuzenimin ne kadar güzel yemek yaptığını hatırlayınca kendimi arka plana atmak istedim ve öyle de yaptım. Çoğunlukla her şeyi hazırlayan taraf olan Elif olsa da tabii ki yardım ettim. Güzel bir kahvaltı mı desem akşam yemeği mi desem? Her ikisini de desem yalan olmazdı vallahi.

 

Asya'yı çok merak ediyordum. Evden çıktıktan sonra pek konuşmamıştık. Ben ağır bir yüzleşme geçirirken Asya'da annesini bekliyordu. Onunla iletişime geçmem gerekiyordu, beni beklerdi; onu aramamı yanına gitmemi beklerdi. Daha fazla bekletmek istemediğim güneşimi hemen aradım. O sırada Elif'te masayı hazırlamış olurdu. Koltuğun üstünde duran telefonumu alıp rehbere girdim, çok zaman kaybetmeden de güneşimi aradım.

 

"E-efendim," üçüncü çalışta açılan telefondan duyduğum çatallı ses yıkılmama yetti. Ağlamıştı, anlayamayacağım kadar ağlamıştı. Tahmin edebiliyordum orada kendini ne kadar çok hırpaladığını. Her şeye rağmen annesini seviyordu, her şeye rağmen ölmesini istemiyordu.

 

"Özür dilerim daha erken davranamadığım için! Beni bağışla." Erken olmalıydım ve hatta şu an yanında olmalıydım. Titreyen nefesleri ne kadar yıkıldığını gösteriyordu. Benim gibi olsun istemiyordum, benim gibi yalnız kalsın istemiyordum. Yanında birileri varken de insan yalnız olabiliyor, yalnız hissedebiliyor. Hissettim ve hissetmesini istemiyordum.

 

"Annem ölüyor papatyam, annem ölüyor ve ben ölmesini bekliyorum." Yıkıldım, duyduğum her söze yıkıldım. Kâbus olmasını istediğimiz her şey neden gerçekti? Neden bu kadar şey yaşıyorduk?

 

"Ölmeyecek güneşim, ölmeyecek! Kendini hırpalama olur mu yarın yanına geleceğim ama lütfen kendini hırpalama." Dinç olmalıydı, cesur olmalıydı. Her ne duyacaksa ona kendini hazırlamalıydı ve bu onu yıkıyordu.

 

"Hazırlıklı olun! Karşıma geçtiler, sanki orada annesi yatan ben değilmiş gibi her şeye hazırlıklı olun dediler. Bana karşı ya bana karşı, içeride annesi yatan bana karşı," sustum, içim kan ağlıyordu ve ben sustum. Bir şey diyemiyordum, bir şey diyemiyordu. Sadece susabilirdik bu saatten sonra çünkü susmak ölmek demek, onunla ölmek demek. "Ölmek istemiyorum Dila, annemle birlikte ölmek istemiyorum."

 

"Cesur ol güneşim, hayatın sana vereceği acıya karşı cesur ol ancak öyle kaldırabilirsin. Olacaklardan kaçamıyoruz güneşim, olacaklardan kaçamıyoruz. Yanında olacağım, seni asla yalnız bırakmayacağım kardeşim." Yapamazdım da zaten, kardeşimi zalim dünyada yalnız bırakamazdım. Biz birdik ve öyle olmaya da devam edecektik.

 

"Yarın gel olur mu papatyam çünkü sana çok ihtiyacım var."

 

"Geleceğim güneşim, geleceğim kardeşim."

 

Sözler bitti biz bittik. Duygularımız konuşamaya başladığında yanmış olan küllerimiz konuşuyordu. Acılarımız konuşuyordu, çocukluklarımız konuşuyordu, hayallerimiz konuşuyordu ve biz susuyorduk. Onlar konuşuyordu biz susuyorduk.

 

💦

 

Kırıldım, girdiğim bu çıkmaz sokakta çok kırıldım. Çıkmak istediğim her saniye de yok olmam için acı yüklediler. Kaçtım, bu çıkmaz sokaktan kaçtım. Kendimi bir yere attığımda tamam dedim bu sefer oldu artık bitti. Olmadı, ben ne zaman yanılmıştım ki zaten? Bu seferde en büyük acıyı yaşadım ve yine kaçtım çünkü savaşmak istemiyordum. Onlarla değil kendimle savaşmak istemiyordum.

 

Kaçtım olmadı,

 

Unutmaya çalıştım olmadı,

 

Onlarla yaşamaya çalıştım olmadı,

 

Kendimden vazgeçtim olmadı,

 

Kendimi yine o çıkmaz sokakta buldum. Döndüm dolaştım ve yine o çıkmaz sokağa geldim. Demek ki benim buradan tek çıkış yolum yüzleşmekti, savaşmaktı. Kaçmamın ne bana faydası vardı ne de onlara. Ben kaçtıkça onlara istediklerini vermiştim çünkü onlar benden zayıflık istiyordular, çünkü onlar beni yok etmek istiyordu.

 

Yüzleştim!

 

En başta da kendimle yüzleştim. Çok zor oldu, hayatımda olan her şeyle yüzleşmek istemek çok zor oldu. Bir yerden başlamak belli başlı zordu ve ben o ilk adımı kendimle attığımda sadece yanıyordum. Hiçbir zaman ateşim sönmedi, söndüremedim. Hala yanıyorum daha ne kadar yanacağım onu da bilmiyorum. Sıkıştığım o sokaktan çıkmak için o adımı attım kendimle yüzleştim. Oldu ve ilk kapı açıldı.

 

Sıra ailemdeydi. Beni yalnız bırakan ailemle yüzleşmekteydi. Çıktım karşılarına yüzleştim, en ağır yüzleşmem olmasına rağmen yüzleştim. Kaçmadım, kaçmak istemedim. Kırdılar, parçaladılar ama karşılarında dimdik durdum. Pişman mıydılar? İlgilenmedim, bakmadım bile. Hayatımın en zor döneminde beni yalnız bıraktılar pişman olsalar neye yarardı? Olmadı ve ben tekrardan onlara inandım, onları kabul ettim. İlgilendim, benim duygularımla ilgilenmeyen ailemin duygularıyla ilgilendim. Her şeye rağmen yine savaştım yine yüzleştim ve böylece ikinci kapı açılmış oldu.

 

Sıra üç, sevgim! Kaçtım bu seferde kaçtım. Kendimle yüzleştim, ailemle yüzleştim ama onunla yüzleşemedim. Kalbimin acısını dinlemek istemedim, katilimle konuşmak, onu anlamak istemedim. Affetmek istemediğim kişiyi dinleyemezdim, gözlerinde mutluluğumu gördüğüm adamı dinleyemezdim. İnanır mıydım? Evet, inanırdım ona çok inanırdım. Olmadı, ben kaçtıkça o kovaladı. Ben kaçtım kalbim kovaladı.

 

Yüzleştim! Sevgimle, kalbimle, duygularımla yüzleştim. Paramparça etti beni, ben dinledim o parçaladı. Katilimdi, katili oldum.

 

Bir kapı daha açıldı.

 

Son iki kapı! Dostum dediğim kız, babam bildiğim adam. Savaşıyordum, gerçekler için, hayatım için savaşıyordum. Geçmişim için savaşacaktım, geleceğim için susmayacaktım. Oyun bitecekti, sırlar bitecekti ve artık hayatım gerçeklere dönüşecekti. Saklanan sır kalmayacaktı.

 

Gece geç uyumama rağmen bu saatte kalkmak şaşırtmıyordu. Nedenini bilmediğim halde böyleydim. Sabahın sekizinde kalkmış olmamız yetmezmiş gibi şimdi de anneannemlere gidiyorduk. Dün gece Elif'in benimle kalması çok iyi olmuştu çünkü her şeyi konuşmuştuk. Yaşadığım her şeyi duyan kuzenim için çok zordu. İlk başta anlamakta zorluk çekse de her şeyi tane tane anlattığımda anladı. Kaçtığım onca şey ile tek tek yüzleşti.

 

Anlatmak ise yaşamak kadar zorladı. Kurduğum her cümlede canım yandı, içim parçalandı. Tekrardan kendimle yüzleşiyormuş gibiydi. Ağladık, kırıldık, kızdık ama yine her şeye rağmen güldük. Gülmek ya doğalım da vardı ya da o anda sakinleşmek için vardı.

 

Şu an anneannemle, teyzemle ve dayımla görüşecek olmaya hiç hazır değildim. Yüzleştiğim zaman o evden nasıl çıktığımı hatırladığımda hiç gidesim gelmiyordu. Tekrardan kendimi açıklamak istemiyordum. Unutmayacaktım o yüzleşmeyi, unutmayacaktım dayımın nasıl davrandığını, annemle beni nasıl suçladığını. Ben unutmayacaktım ama herkes unutacaktı.

 

Arabadan indiğimde ise titriyordum ve çok gergindim. Buraya gelerek doğru karar verip vermediğimi düşünmekte geç kalmış olsam da düşünüyordum. Hala şansım vardı sonuçta bir karar vermek için. Elif beni anlamış gibi hızlı hareket ediyordu. Hatta hiç beklemeden evin ziline bastı.

 

-hiç şaşırmadım papatya-

 

Bende hiç şaşırmadım iç ses.

 

Kapının zilinin çalınması bekleniyormuş gibi kapı anında açıldı. Anneannemi gördüğümde anladım, Elif çoktan haber vermişti geldiğimi. Neden şaşırıyorum ki zaten beklediklerini söylememiş miydi? Kendimden şüphe mi duysam ne, geceki konuştuklarımızı unutmuşum sonuçta. Anneannemin sıcak sarılışına karşılık verdim. Özlemiştim zaten.

 

İçeriye geçtiğimde teyzem ve dayımda oradaydı. İkisiyle de sırayla sarıldıktan sonra direk masaya geçtik. Açtım ama bir şeyler yiyebileceğimi sanmıyordum. Anneannem her zamanki gibi masayı donatmıştı. Kuymak, patates kızartması, reçelleri, peyniri, zeytini say say bitmezdi bu masa. Çok kalmayacaktım, kahvaltımı yapımı Asya'nın yanına gidecektim.

 

 

Zaman işledi, kırgın olduğum ailemin yanında zaman yine işledi. Gerginliğim hala aynıydı hiçbir şekilde dinmemişti. Sanki her an bir şey olacakmış gibiydi. "Teşekkür ederim, ellerine sağlık anneanne," masadan kalkarken buradan gideceğimi belli ettim. Banyoya geçtiğimde derin bir nefes aldım, zorlanıyordum. Yanlarında iyiymiş gibi yapmaktan zorlanıyordum. Onların mutluluğunu izledikçe zorlanıyordum. Ellerimi yıkadıktan sonra içeriye geçtim vedalaşmak için. Olmadı, ben vedalaşmak isterken onlar benimle konuşmayı istedi. Daha ne konuşacaktık artık?

 

Oturdum, üçünün de karşısına geçtim. Mutlu muyduk? Hayır!

 

"Özür dileriz Dila!" titreyen sesiyle ilk konuşan kişi teyzem oldu. Sence de geç kalmadın mı teyzeciğim?

 

"Özür dileriz!" dedi beni ve annemi suçlayan dayım.

 

"Ne için özür diliyorsun dayı? Ölen ablanın ölmesini kızıyla onun zevk düşkünlüğüne bağladığından mı yoksa görmezden geldiğin gerçekten mi? Ne için özür diliyorsun?" susmadım, susmayacaktım. Sert miydim? Evet, serttim çünkü bunu dayım istedi.

 

"Ç-çok özür dilerim Dila, seni suçladığım için ge..."

 

"Ve annemi suçladığın için." Lafını yarıda kestim dayımın. Tek beni suçlamamıştı, haddini aşarak ölen ablasını da suçlamıştı. Şimdi karşımda ne kadar pişman olsa da bir işe yaramayacaktı.

 

"Senden de ablamdan da çok özür dilerim. Cahillik yaptım, senin acını görmeden cahillik yaptım." Sinirlerimi bozuyordu bu adam. Söylediklerinden o kadar eminken şimdi ne değişmişti? Benden özür dileyecek kadar ne değişti?

 

"Ne değişti dayı, benden özür dileyecek kadar ne değişti?" sesimden bende korkmaya başlamıştım. Konu ailem olduğunda çok sertleşiyordum ve gözüm kimseyi görmüyordu.

 

"Hatamın farkına vardım, sizi yanlış kişiye emanet ettiğim farkına vardım." Bu adam asla değişmeyecekti, bu adam asla akıllanmayacaktı.

 

"Dayı, babamı annemden bile çok sevdiğini hatırlıyorsun demi! Çünkü söylediklerin çok komik oluyor da." Annemi babama çok güzel verirken aklın neredeydi dayı? Ablanı koruman gerekirken neredeydin dayı?

 

"Eşeklik yapmışım işte yeğenim, ona güvenecek kadar eşeklik yapmışım." Elimden bir kaza çıkmaz umarım.

 

"Dayı, babamdan önce bizi koruyacak kişi sen değil misin? Neden hatayı kendinde aramıyorsun?" sen bunu duymayı çoktan hak etmiştin dayı. Sesim ne kadar titrese de sana karşı dik durabildiğim için mutluyum dayı. Senin bu kadar kör olmandan da nefret ediyorum.

 

"Haklısın, Dila!" dedi bütün pişmanlığıyla.

 

"Haklıyım dayı maalesef ki ben haklıyım," nefes aldım. Kendimi tutmak zorundaydım, kelimelerimi özenle seçmem gerekiyordu her ne olmuş olsa da karşımda büyüklerim ve ailem vardı. "Haklı olmak istemedim ki, ben hiçbir zaman sizlere karşı haklı olmak istemedim. Tek şey istedim o da yanımda olmanızdı sizde olmadınız zaten."

 

Her zaman onları aradım. Üzüldüm yanımda yoktular, ölmek istedim yanımda yoktular. Ne zaman yanımda olmalarını istediysem o kadar yanımda olmadılar. Burada hayatlarına devam ettiler, ben yokmuşum gibi, annem ölmemiş gibi, babam ölmemiş gibi. Tek kayıp yaşayan benmişim gibi davranıldı ama en büyük kaybı yaşayan onlardı çünkü annem gitti ben gittim, babam gitti ben gittim.

 

"Tek kaybı sen yaşamadın Dila biraz sakin olur musun?" diye tersledi dayım. Tabii hatalı olmak zoruna gitti.

 

"Dayı ne yapıyorsun, öyle mi konuştuk seninle?" diyerek kızan kişi Elif'ti. Şok yaşadım, dayım kendini suçlu hissettiği için değil de Elif istedi diye mi özür diliyordu? Bunu gerçekten yapmış olma dayı çünkü benim için bitmiş olursun.

 

"Bir dakika ya, sen suçlu olduğun için değil de Elif istedi diye mi benden ve ölen ablandan özür diliyorsun dayı?" sesimin hissettirdikleri çok belliydi; hayal karıklığı. Bunca özrün gerçek olmaması o kadar hayal kırıklığına uğratmıştı ki yerin dibine girdim.

 

"Neye şaşırdın acaba bu kadar hanımefendi, tabii ki de Elif istedi diye özür diledim. Senden özür diler miyim ben acaba, bir düşün küçük adam düşkünü." Gözlerimden yaşlar akıyordu, korktuğum başıma gelmişti. Hayal kırıklığına uğradım, dayım benim tanıdığım adam olamazdı.

 

"Senin kızının da sevdiği adam olsa ona bu şekilde mi davranacaksın dayı? Koca bir hayal kırıklısın çünkü!" acımadım. Bana acımayan dayıma acımadım. Şok yaşadı, göz bebekleri büyüyen adam oturduğu yerden kalktı ve üstüme doğru yürüdü. "Şimdi de üstüme mi yürüyorsun dayı?" diye onu küçümsediğimde elini kaldırdığını hatırlıyorum. Tam vuracağı sırada bileğinden tuttuğumda ise herkes şaşkındı. Bunu yapan kişi gerçekten dayım mıydı?

 

"Sen çok haddini aştın adi!" dedi nefret dolu dayım. Hiçbir şey yapmamıştım ki dayı seni neden bu kadar öfkelendirdim? Anlayamıyordum, hayatımda ki insanların gerçek yüzünü nasıl göremedim anlamıyorum.

 

"Sen benim dayım olmazsın çünkü benim dayım bana el kaldırmaz bana el kaldıranın ellerini kırardı." Benim dayım beni görürdü. Benim dayım yapardı karşımda ki adam yapmazdı. "Buraya gelirken o kadar kafam karışıktı ki korkuyordum tekrardan aşağılanmaktan ve beni haklı çıkardın dayı. Gerçekten yazıklar olsun sana. Ya ben sizin kızınızım, yanımda olmanız gerekirken neden beni suçluyorsunuz?" diye sert çıkıştığımda gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Çok sinirliydim ve çok kırılmıştım.

 

"Bir de yazıklar olsun diyor Allah'ım. Kızım sen kimsin, sen kimsin de bana yazıklar olsun diyorsun? Defol git bu evden ve sakın bir daha gelme çünkü senin burada bir ailen yok!" dedi sinirli haliyle. Parçaladı, dayım beni paramparça etti. Geriye doğru birkaç adım attığımda kollarımdan tutan Elif oldu.

 

"Sen ne saçmalıyorsun oğlum, benim kızımın her zaman bu evde bir ailesi var!" anneannem geç kalmadın mı beni savunmak için. Olsun en azından bir şeyler hissettiğini bilmek güzel. Dayımın karşısına geçtiğinde ise hiç acımadan tokat attı.

 

-dayın bu tokadı çoktan hak etmişti papatya-

 

İçimin yağları eridi iç ses.

 

"Sen nasıl konuşuyorsun oğlum, sen nasıl kızımızı bu evden kovuyorsun? Dayısısın sen onun, dayısı düşmanı değilsin. Koruman gereken yerde nasıl onu suçlarsın, böyle mi anlaştık biz seninle, böyle mi konuştuk seninle söylesen oğlum?" göğüs kafesine yumruklar atan anneannem ağlıyordu, ben ağlıyordum. Anneannem hesap soruyordu ben yıkılıyordum çünkü dayım benimle isteyerek konuşmuyordu. Daha fazla orada durmaktansa gitmeyi tercih ettim. Salondan çıkarken peşimden gelen Elif'ti. Bir şeyler diyordu ama anlamıyordum, anlayamıyordum. Arkamda ki sesler teyzemle anneannemin dayıma haykırışlarıydı. Dış kapıyı açtığımda duyduğum o söz durmamı sağladı. O söz beni öldürdü ve o söz bana, anneme, babama hakaretti.

 

"Karşıma geçmişsiniz bir de o oruspuyu savunuyorsunuz, gerçekten yazık size!" Büyük hayal kırıklığına uğradım. Hiç düşünmeden geri salona hareket ettiğimde tek hissettim öfkeydi. Anneannemi aştığımda direk dayımın karşısına geçtim, durmadım ve yüzüne tokadı yapıştırdım.

 

"Benim senin gibi bir dayım yok artık! Bana o cümleyi kurdun ya öldün artık sen, öldün!" öfkemi kusamdım ama o tokat dayıma yeterliydi. Dış kapıyı sertçe kapattığımda koşmaya başlamak için hareket ettiğimde dış kapının açılma sesini duydum. "Kızım dur gitme!" diye seslenen anneannemi duyunca olduğum yerde durdum. Yanıma geldi sarıldı bana, buna ihtiyacım vardı düşünmedim ve sıkıca sarıldım anneanneme. Annem kokuyordu, ben anneme sarılıyordum. Annem kokuyordu, dünyam kokuyordu.

 

"Sen hep gel tamam mı senin burada ailen var, ben varım tamam mı? Dayına bakma sen döveceğim onu ben!" özlediğim o ses, o koku. Saatlerce sarılmak için gelebilirdim anneanneme. Annemi hissetmek için gelebilirdim. Yalanda olsa güldüğüm o günleri hissetmek için gelebilirdim.

 

"Geleceğim anneanne ama tek senin yanına geleceğim." Annem için, senin için ve kendim için geleceğim. Sarıldığım kollar huzur veriyordu, sarıldığım kollar yuva sıcaklığını veriyordu. Bitmesin istedim bu hissin bitmesini istemedim ama gitmek zorundaydım.

 

"Yavrum benim, mis kokulum!" anneannemin sesini duydukça ağlamam dinmiyordu. Gözyaşlarımı sildi annem, gözyaşlarımı sildi anneannem.

 

"Tekrardan geleceğim anneanne." Seni bırakamam ki zaten!

 

"Bekliyor olacağım mis kokulum!"

 

Sakinleştiğimde gözyaşlarımı silip hastaneye Asya'nın yanına gittim. Beni bekleyen kardeşimin yanına gittim.

 

💦

 

1Hafta Sonra

 

O günün üstünden bir hafta geçmişti. Geçtiğimiz hafta bana yıllar geçmiş gibi hissettirmişti. Zaman işlemiyordu sanki o günü o anı hatırlamam için durmuştu. Hiç aklımdan çıkmayan o söz bütün dünyamı değiştirmeye hak kazanmıştı sanki. Dila olmak için çabaladıkça olamıyordum. Balkonda çay içiyordum ama asla kendimde değildim. Yoldan sesler geliyordu ilgimi çekmiyordu, diğer balkonlardan gülüş sesleri geliyordu ilgimi çekmiyordu.

 

Bulut beni bekliyordu. En son ondan zaman istemiştim: "Zaman, Bulut zaman. Bana biraz zaman ver çünkü kendimi bu savaşa hazırlamam gerekiyor. Üstüme gelme, ben en doğru zamanda yanına geleceğim o savaşı başlatacağız ama o zaman şimdi değil."

 

Zamana bıraktım her şeyi. Yapmak istediğim çok şey vardı ama aynı zamanda onları yapasımda yoktu. Çayımdan bir yudum daha aldığımda gevşediğimi hissettim. Dün geceyi anneannemlerde geçirmiştim. Sabaha kadar yanında yatıp anneannemi koklamıştım. Huzur veren o kokuya gittim sürekli. Asya'yı yalnız bırakmadım olabildiğince her gün yanına gittim. Eve getirmeye çok çalıştım ama özel ihtiyaçları dışında gelmedi. Tekrardan çayımı yudumlarken kapının zili çaldı. Kapıyı açmak için harekete geçtiğimde gelenin Naz olmasını istemiyordum. Tekrardan keyfimi kaçırmasını istemiyordum, ne de olsa birkaç akşamdır bana gözükmeyi çok sever kendisi.

 

Kapıyı açtığımda karşımda dedemi görmeyi beklemiyordum. Evet, dedeme kızgın değildim, kırgında değildim. Adam yaşlıydı ve bu haliyle nasıl yanıma gelebilirdi ki zaten. Şaşkınlığıma son verdikten sonra içeriye buyur ettim. Dedem içeriye geçerken bende mutfağa ilerleyip su bardağına su koyup dedeme götürdüm. Suyu içtikten sonra gözlerimin içine baktı. "Babana çok benziyorsun Dila." Dedemle pek konuşma fırsatımız olmamıştı. Hatta bazen dedemin de beni suçladığını düşünürdüm ama içten içe de böyle olmadığını bilirdim. Dedem, babaannemden gizli benimle iletişim kuruyordu.

 

"Bende öyle düşünüyorum dede." Yıllar sonra dedemle ilk konuşmamın babama benzemem olmasını kırk yıl düşünsem tahmin edemezdim. Gülümsüyordu, ölen oğlunu görüyordu karşısında belki, belki de beni gördüğü için mutluydu.

 

"Baban seninle gurur duyuyor kızım, baban seninle gurur duyuyor!" ne oluyordu şimdi, nereden çıktı ki bu olay? Bir şey saklıyordu dedem, gerginliğinden anladığım kadarıyla da önemliydi. Gözlerinin içine baktım o zaten başka yere bakmıyordu. "Dede, söylemek istediğin bir şey mi var?" sordum çünkü artık suçlandığımı duymak istemiyordum.

 

"Boş yapma dede konuya gel diyorsun demek, tamam öyle olsun," dediğinde gerçekten söyleyeceği şeyin önemli olduğunu anladım. Gerginliğini bende hissetmeye başladığımda nefesimi tutuyordum. Korkuyordum çünkü bana kötü bir şey söylemesinden, beni suçlamasından korkuyordum.

 

"Hayır dede tabii ki öyle demiyorum." Aslında tamda öyle diyorum dede. Dökül artıkta bitsin bu işkence.

 

"Yok, kızım yok, haklısın lafı uzatmaya gerek yok," derin bir nefes aldığında iyice korkmaya başladım. Ellerim tuttuğunda ise işkillenmeye başladım. Ne oluyordu Allah aşkına? "Babaannen buraya geldiğimi bilmiyor bilse emin ol ki buraya gelmeden başıma bir iş gelirdi. O gün geldiğinde iyi ki dedim kızım, iyi ki geldi ve hadlerini bildirdi büyüklerine. Onlara fayda etmese de ben ve baban seninle gurur duyuyoruz." Canım dedem hani hemen konuya giriyordun?

 

"Keşke bende kendimle gurur duysam dede!" dediğimde çekingendim.

 

"Duymalısın kızım, en çok sen kendinle gurur duymalısın çünkü sen anahtarsın." Şoka uğradım, dedemin dediği şey ile şoka uğradım. Nereden biliyordu benim anahtar olduğumu? Ansızın yanıma gelip bu konuyu neden açıyordu anlamıyordum?

 

"S-sen nereden biliyorsun dede?" nasıl olurdu ya aklım almıyor. Dedem nasıl olurdu da benimle anahtarı konuşurdu? Şaşkınlıktan her an yok olabilirdim. Deli gibi tüylerim diken, diken olduğunda hala olayı kavramaya çalışıyordum.

 

"Tahmin ediyorum kızım, babanın bana verdiği o flash bellek sana aitti!" Bütün gerçekler bunca yıl dedemde miydi yani? O kadar yakında?

 

"Ne!" şaşkındım hem de çok şaşkındım. Duyduklarımı hazmetmek çok zordu çok. Hala ne demem gerektiğini bilmiyordum. Avcumun içinde ince bir şey hissettiğimde hemen ne var diye baktım. Dedemin avcumun içine bıraktığı flash bellek vardı. Bütün gerçekler şu an elimdeydi ve ben kalp ritimlerimden dolayı ölmek üzereydim. Bu kadar basit mi olacaktı bütün gerçekleri bulmak?

 

"Baban bu flash belleki ölmeden bir gün önce verdi bana. 'Baba bunu zamanı geldiğinde kızıma vereceksin,' dedi. Şok yaşadım, ilk duyduğumda şok yaşadım. Zamanı nasıl anlayacağımı sorduğumda ise aynen şöyle dedi, ' Baba, benim nasıl yardıma ihtiyacım olduğunda anlıyorsan kızıma bunu ne zaman vermen gerektiğini de anlarsın.' Anladım kızım anladım, senin buna ihtiyacın olduğu zamanı anladım," duyduğum her cümle iyice şoka uğramama yardımcı oluyordu. Bütün gerçekler onlarca yıl dedemdeydi ve dedem bunu bile bile açmamıştı. Dedem her şeyi öğrenecekken sadece bildikleriyle kalmayı tercih etmişti. "Zamanı geldi kızım, babanın ve annenin intikamını almanın zamanı geldi. Al bu belgeleri bütün gerçekleri öğren," dediğinde ellerim titriyordu. "Ne yaparsan yap ben her zaman arkandayım."

 

-dede bey sen ne yaptın böyle bütün bombayı ortaya koydun ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun-

 

İç ses her an bayılabilirim. Şu an bütün gerçekleri elimde tutuyorum lütfen elime sahip çık bir şey olmasın çok önemli çünkü!

 

-sen ne güne duruyorsun papatya kendi koluna sahip çıkamıyor musun-

 

Allah bekanı vermesin emi iç ses, bezdirdin vallahi!

 

"Zamanı geldi mi dersin dede?"

 

"Geldi kızım, geldi." Netti dedem, gerçekten bu yola girmenin zamanı geldiğini söylüyordu. Demek ki zamanı gelmişti. İntikam almanın, bütün gerçekleri öğrenmenin zamanı gelmişti.

 

"Teşekkür ederim dede, her şey için teşekkür ederim." Hiç düşünmeden dedeme sarıldım. Bu içten sarılışım karşısında boşta kalmayan adam sıkıca sarıldı bana. Yılların özlemini de geçirmiştik bu vasıtayla.

 

"Seni seviyorum torun kız." İlahi dedem be bu ortamda bile ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. "Bende seni seviyorum dede adam." Karşılıklı laf atışmamız bile çok güzeldi. Uzunca bir süre dedemle sohbet ettikten sonra dedem eve geç kalmamak için gitti. Tekrardan sarıldığımda elini öpmeme izin vermese bile zorlaya zorlaya öptüm.

 

Bütün gerçekler elimdeydi ama öğrenecek cesareti bulamıyordum kendimde. Her şeyi öğrenip plan yapmam gerekiyordu ama kötü hissediyordum. Bir şey olacaktı sanki kötü bir olay olacak ve ben bunun göbeğinde yer alacaktım. Tam o sırada düşüncelerim duyulmuş gibi telefonum çaldı. Masanın üstündeki telefonun ekranına baktığımda arayanın Asya olduğunu gördüm. Korktum, düşüncelerimin gerçekleşmesinden korktum. Telefonu titreyen elimde aldıktan sonra derin bir nefes alıp açtım.

 

"Asya!" sesim çatallıydı, duyacaklarımdan sonra ise nasıl olacaktı Allah'a kerim.

 

"A-annem, Dila annem öldü. Benim, annem, öldü, öldü, öldü."

 

Annem öldü, annem öldü Dila...

 

 

BÖLÜM SONU

 

Neler oluyor bu lanet kitaptaaaaa...

Böylelikle bir bölümün daha sonuna geldik! Çok doygusalız çok şaşkınız şu an. Bütün gerçekler elimizde! OHAAAA NE DİYORUM BENNN BÖYLEEEE

Hihihihi!

Asya'ya çok üzüldüm çooook! Canım kızım benim yalnız kaldın bu hayatta. Üzülme Dila sana iyi gelecek.

Hey eşek dayı Allah senin belanı versin emi! Kızdan ne istiyorsun acep? Bütün bölüm sinirlerimi bozdun zaten! Ayağını denk al bir cümleme bakar işin. (Ne saçmalıyorsun cano o cümleleri de sen kurdun dediğinizi duyuyorum lütfen içinizde kalsın)

Bölümü nasıl buldunuz?

Bu bölümde en çok şaşırdığınız olay hangisi?

Dayıdan tek nefret eden ben değilim demi?

Asya'nın annesinin ölmesi hakkında ki düşünceleriniz?

Bütün gerçeklerin dede de çıkması peki! Ben şok!

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 09.03.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...