

Ey ahalii kakın biz geldikkk 🫶 Nasılsınız?
Ben yorgunum, ödevler ve yaklaşan sınavlar bitde bölümlerin etkisi( şaka). Neyse çok uzatmayacağım sizi bölümle baş başa bırakacağım. Hazır olun yine ve yine ağlayacaksınız.
Bu arada kendinizide yavaştan finale hazırlayın çünkü her ana final yazısını okuyabilirsiniz🥺
Keyifli Okumalar:)


“4 yaşında ki Asya uykusuzdu, 27 yaşındaki Asya hâlâ uyumak istemiyordu. Çünkü uyuduğumda gerçek olmasını istediğim rüyaları görüyordum.”
12.BÖLÜM
"PARAMPARÇA RUHUN VEDASI"
Cem Adrian & Aylin Aslım – Herkes Gider Mi?
Küçüklüğünü kaybeden kızdan:
Soğuk hastane odası istediğim sevgiyi vermiyordu. Bu koku istediğim koku değildi. Kaçtığım bütün gerçekler açık şekilde yüzüme vuruluyordu. Babam yoktu, abim yoktu. Annem ölüyordu ve yanında istemediği kızları vardı. Hayat acımasızdı istediğini değil acı gerçekleri verirdi. Sevgi istediğimde de acı gerçekle yüzleştim, annemin ölmemesini istediğimde de acı gerçekle yüzleştim.
Hayatın tek bir tarafında yaşıyordum ya da hayatım tek bir duyguyla sarılmıştı. Acı bütün benliğimi ele geçirmişti, acı bütün dünyada ki en gerçek duyguydu. Yaşamak için savaştıkça ölmek için vuruldum, mutlu olmak için savaştıkça acıyla sınandım. Ne istediysem tersi oldu. Vazgeçtim, bu hayata karşı isteklerimden vazgeçtim. Tutunacak bir dal aramaktansa o dal olmak için savaştım. Her zaman kimin iyiliğini düşündüysem kötülükleriyle karşılaştım, kim için iyilik dilediysem onların kötü dilekleriyle karşılaştım.
Her şeye rağmen iyi olmaya çalıştıkça kalbim kırıldı, kalbim kırıldı sevdiklerim yanımda değildi zaten hiçte olmamıştı. Küçüktüm, annesiyle babasının sevmediği o küçük kızım. Bir şansım olsaydı, tek bir şansım ya tek bir şansım, işte o şansı bu dünyaya gelmemek için kullanırdım.
Kaç gece uykusuz kaldım?
Hatırlamıyorum. İlk uykusuz kaldığımda küçüktüm, 4 yaşındaydım ve hala uykusuzdum. 4 yaşında ki Asya uykusuzdu, 27 yaşındaki Asya hala uyumak istemiyordu. Çünkü uyuduğumda gerçek olmasını istediğim rüyaları görüyordum.
Yalnız mıydım?
Evet, yalnızdım. Beni sevecek bir annem olmadı, kahramanım diyebileceğim bir babam olmadı, beni kıskanan bir abim olmadı, sevdiğim adam beni kullandı. Hangisi yalnız bıraktı çocuk Asya'yı, hangisi gerçek rüyalarını kâbusa döndürdü? Çocukluğumun katili hangisiydi?
Çok severken hiç sevilmemek doğmamış bir bebeğin ölmesi kadar yaralayıcıydı. Tek fark sevgi bekleyen o bebek doğmuştu.
Aldığım o telefon bütün dünyamı karartmaya yetti. Annemin durumunun ağırlaşması benim hayallerimin tek tek yok oluşuydu. Taciz edildiğimi söylediğimde beni suçlayan abim o gün ölmüştü, yurt dışına çıktığımda beni evlatlıktan reddeden babam ölmüştü, her ne kadar sevmese de yanımda olmaya çalışan annem ölüyordu. Asya'nın küçüklüğü ölüyordu, Asya'nın bugünü ölüyordu ve Asya ölüyordu.
Hastaneye geldiğimde bütün Güçlü ailesini burada gördüğümde tekrardan umut etmek istedim, geleceğim için. Doğrusunu bildiğim yalanlara umut etmekten asla vazgeçmeyeceğim gibi sadece bir laflarıyla onları yaralamaktan da vazgeçmeyeceğim. Asya Güçlü olmam gerekiyorsa en başta babama karşı olmak zorundaydım çünkü bu hayata beni iten kendisiydi. Elimi tutsaydı, saçımı okşasaydı, güzel sözler söyleseydi kimsenin canı acımak zorunda kalmazdı. Eğer ki annem ölürse babamın benden çok çekeceği vardı. Onu bütün cümle âleme rezil etmekle kalmaz elinde neyi var neyi yok hepsini alırdım. Ben Asya Güçlü olursam bu babamın sonu olacaktı.
Günler önce kendime verdiğim bir söz vardı, işte o sözü tutarsam kimse sağ kalmazdı, kimse eski hayatına devam edemezdi. "Ben Asya Güçlü, buraya bana zarar vermiş herkesten öcümü almaya geldim. Artık soyadımın hakkını vermenin zamanı gelmişti. Artık korkan taraf değil korkutan tarafta yer alacaktım. Bana acımayan herkese acımayacaktım!" demiştim. Devamı gelmese de ilk adımı babama başkaldırmaktı ki bugünden sonra sadece başkaldırmakla kalmayacaktım.
Eğer annem ölürse bu dünyayı bana zehir eden herkese zehir ederdim, eğer annem ölürse Asya Güçlü doğacaktı ve bu Asya hiçte acıyan tarafta değil acıtan taraftaydı.
"Asya Hanım," hemşirenin buz gibi sesiyle kendime geldiğimde gözlerinin içine baktım. Bir şey hissetmiyordu, içeride yatan annesi olan kıza oranla hiçbir şey hissetmiyordu. "Anneniz sizinle görüşmek istedi." Annem uyandı, benim annem uyandı. O kadar çok sevinmiştim ki uyanmasına ve ilk benimle konuşmak istemesine! Tekrardan umutlarıma sığındığım koskoca bir haftanın sonunda gerçekleşti. Annem uyandı, annem gitmedi ve annem beni görmek istiyor. "Fakat annenizi çok yormadan görüşün." İstesem de yoramazdım ki zaten.
"Her şey için teşekkür ederim hemşire hanım, her şeye de çok dikkat edeceğim." Dediğimde titriyordum. Hemşire söylediklerime karşılık sıcak bir gülümseme armağan ettiğinde bile tek düşündüğüm annemdi. Yoğun bakım odasına gireceğim için giymem gereken kıyafetler vardı. Hemşirenin eşliğiyle kıyafetleri giydim ve annemin yanına gittim.
Bi kapıdan geçtiğimde sırasıyla bir sürü oda vardı. Bu koridor boğuk bir kokuya sahipti. Sol taraftaki kapının üstünde yazan ameliyat yazısını okuduğumda buranın o soğuk yere gittiğini anladım. Nereden bakılsa 10 tane kapı vardı üzerinde kırmızı renk yanan lambalar vardı. Neydi bu kırmızı renk? Bizlerden kopartılan ailelerimiz mi, hastalık durumlarının seviyesi mi?
Kapı 1... geçildi!
Kapı 2... geçildi!
Kapı 3... geçildi!
Kapı 4... geçildi!
Kapı 5... geçildi!
Kapı 6... geçildi!
Kapı 7... durduk!
7 numaralı kapının önünde durduk. Aslında annemin yattığı odaya girmek bu kadar zor değildi tek sebep bu oda için giydiğim kıyafetlerdi. Yoksa onu beklediğimiz o koridordan direk odasına geçiş vardı, en azından buranın basık, boğucu havasını solumazdım. Hemşire elini kapının yanındaki düğme gibi bir yere uzattığında kapılar açıldı. İçeriye attığım ilk adımda tekrardan inandığım umutlarım öldü. Annem karşımdaydı! Ölmek, annem için bir söz haline geldiğiyle yüzleştiğim ilk anda daha fazla gözyaşlarımı tutamadım. Her yerine bir kabloyla bağlanmış makinalar, gözlerindeki kayıp hissi, yüzünde ki ifadesizlik... Annem...
Keşke orada yatmıyor olsaydın anne, keşke ilk öğrendiğinde tedaviyi kabul etseydin! Keşke burada senin hayatın için keşkeler sıralamasaydım! Ben gelmemeye de razıydım anne, sen iyi oldukça sizin hayatınızda olmamaya da razıydım. Her şekilde yaşaman için elimden gelenleri fazlasıyla yapmaya hazırken senin bende gitmen kanayan yaramdı anne. Yaramı kanattın kanatmaya da devam ediyorsun anne.
Gözleri gözlerimi bulduğunda canım yandı, canım o kadar yandı ki sanki kemiklerim tek tek kırılıyordu. Göğüs kafesimin içine sıkıştığımda kalp ritimlerimi duyamaz hala geldim. Nefes almak istemiyorum, annem nefes almakta zorluk çekerken rahatça nefes almak istemiyorum. Ellerini oynatmaya çalıştığında onu bile yapamadığını gördüğümde bir kez daha vuruldum, bir kez daha yandım, bir kez daha öldüm. İçim kan ağlayan bir savaş alanıydı. Ne yapamam gerektiğini bilmiyorum, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum, ne söyleyecektim bilmiyorum. Bu savaş alanında nasıl savaşacağımı bilmiyorum.
Ruhum paramparça, ruhum yaralı.
Gözlerindeki yaşları gördüğümde geriye adım attım. Attığım iki adımda olsa onu parçaladı, beni parçaladı. Hayatımda gördüğüm en güzel kadının zamanla yok oluşunu izlemek bir korku filmini izlemekten daha zordu. Korku filmi zamanla unutulurdu, gerçek değildi ama hayatın filmi unutulmazdı ve gerçekti.
"K-kızım." Zorla çıkan bir ses, sürekli kapanan gözler, sık aralıklarla alınmaya çalışılan nefesler... Annem buydu, annemin dönüştüğü hal buydu. Geriye attığım adımlarımı ona doğru attığımda yüzündeki hafif tebessümü gördüm. Sadece bir tebessümü bile beni mutlu etmeye yeterken mahrum bırakılmış olmak her şekilde parçalıyordu; görmezden gelsen de parçalıyor.
"Annem..." hasret dolu cümle. Annemin gözünde nasıl görünüyordum bilmiyordum ama şu an düşüneceğim son şey bile beni nasıl gördüğü değildi. Tek isteğim benden gitmemesiydi, tekrardan yalnızlığıma mahkûm etmemesiydi.
"K-kızım," özlem, pişmanlık bu iki duyguyu barındıran yaralı bir ses. Pişman mıydı, ne için? Özlemiş miydi, benim kadar mı? Kafasını yan yatırmasıyla bu konuşmanın nereye gideceğini anladım. Annem bana veda edecekti. Görmezden geldiği, sevgiye hor büyüttüğü kızına en vicdansız zamanda veda edecekti. Bir kez daha beni yok sayacaktı, bir kez daha anne olmayacaktı ve bir kez daha kendini düşünecekti.
"Y-yapma anne, bunu bana yapma!" bu vedayı istemiyorum. Başımı sağ sola oynatıyordum, gözlerimden aralıksız yaşlar akıyordu, paramparça bir durumdaydı, paramparça bir durumdaydım ve bu veda zımbırtısı ortaya çıktı. Kaçtığım o veda şimdi karşımdaydı en acımasız anda.
"Çok geç oldu kızım, çok geç oldu ama yapmak zorundayım." Emindi, annem bu veda için emindi. Ağlıyordu, her şey kötüye gidiyordu ve hissettim; annem gidiyordu. Her şeyi değiştireceği yerine her şeyi daha da mahvedip gidiyordu.
"Parçaladığın ruhuma veda etme anne, yaraladığın çocukluğa veda etme anne. Ne sen üzül ne de ben." Vazgeçmeyecekti, bu vedaya vazgeçmeyecekti.
Ölüyorduk; çocukluğum, hayallerim, dünlerim, bugünlerim ve geleceğim.
Yok oluyordum bu hayattan, yok oluyordum bir bedenden, yok oluyordum kanayan ruhumdan.
"Ruhunu parçaladığım için veda ediyorum kızım, seni yok ettiğim için veda ediyorum." Ne kadar nefes almakta zorlansa da, ne kadar yalvarsam da annem veda ediyordu. Hoşça kal demek için can atan bir kalp, gitme diye yalvaran küçük bir kalp.
"Beni yok ediyorsun anne." kırgınlıklarla dolu sesim.
"Yok oluyorum kızım." vazgeçilmişlerle dolu sesi.
"Gitme anne, beni bırakıp gitme!" pes etmeyen sesim. Onu kaybetmek istemiyorum, annemi kaybetmek istemiyorum.
"Zamanım az kızım, lütfen konuşmama izin ver çünkü anlatacaklarım bütün hayatını değiştirecek." Sen ölüyorsun annem bundan daha önemli ne hayatımı değiştirebilir ki? Yüzünde ki büründürdüğü ifade bütün söyleyeceklerini doğrulayacak nitelikteydi. Galiba yıllardır kaçılan o yüzleşmenin yeri gelmişti.
Çocukken kaçtım.
Onlar kaçtı.
Büyüyordum sordum.
Sustular.
Büyüdüm, anlam vermeye çalıştım.
Bambaşka insanlara döndüler.
Gittim.
Yalnız bıraktılar.
Akışa bıraktım.
Hayatım mahvolurken geldiler.
Hiçbir şey yaşanmamış gibi en kötü günde geldiler.
Zamanı değildi, yeri değildi, doğru kişiler değildi.
"Senin ölmenden daha çok ne hayatımı mahvedebilir ki anne?" korkuyorum, vereceği her cevap için korku doluyum. Düşünmek istemiyorum eğer düşünürsem bu odadan çıkmazdım.
"Bütün gerçekler ölmemden daha çok yaralayacak kızım!" Hayır, anne hayır bunu bana bugün yapamazsın. Sustuğun gibi kalsaydı, benden kaçtığın gibi kalsaydı.
Daha fazla konuşmasına izin vermeden koşarak sarıldım. Konuşma annem, konuşma ki ölmeyeyim. Yormamam gereken anneme sarıldığımda hıçkırıklara boğuldum. O kadar zaman olmuştu ki sımsıkı anneme sarılmayalı ister istemez duygulandım. Annemin de hıçkırıklarını kesik kesik hissettiğimde geri çekilmem gerektiğini anladım.
"Hangi gerçekler anne, hangi gerçekler senin ölümünden daha fazla yaralar ki?" hayatımın gerçeklerini öğrenmeye hazır mıyım? Hayır, değilim.
"Ben konuşacağım kızım ama sen susacaksın çünkü sorularının bütün cevabı Dila'da olacak." Benim bütün gerçeklerim nasıl Dila'da oluyordu? Duygularım birbirine girdi, kafam allak bullaktı. Duyduklarım daha hiçbir şeydi çünkü işin için de Dila ve gerçekler vardı. Güneşim ve kaçtığımız gerçekler.
"Anne sen ne diyorsun, ne demek bütün sorularının cevabı Dila'da?" lütfen anne lütfen hayatımı daha da mahvetme.
"Beni dinleyecek misin kızım?" dinlemeyeceğim anne, seni ve yalandan ibaret gerçeklerinizi dinlemeyeceğim. Hayatımı mahvetmişken öldürmene izin vermeyeceğim.
"Dinlemiyorum anne, seni de hayatımı mahvedecek gerçekleri de dinlemek istemiyorum," konuşmaya başladığımda her cümlemde kalbim kırıldı, yandım. Sert konuşmak istemezdim ama buna mecbur bırakıldığım için pişman değildim. "Bence bu konuşmanın bu kadarı yeter de artar anneciğim. Ben dışarda seni bekleyeceğim sen de iyileşmek için elinden geleni yap." Arkamı döner dönmez yüz ifadeleri değişti. Kendimi toparlamış gibi göstermek isterken iyice dağıttım. Kalbini kırdığım annem ise hala ağlıyordu, yaşları bir an olsun durmuyordu.
Birinci adım.
İkinci adım.
Üçüncü adım ve annemin sesi.
"Sen Asya Güçlü değilsin!" Durdum, olduğum yerde dımdızlak ortada kaldım. Duyduğum cümle bütün duygularımı darmadağın etti, parçalanan ruhum ince kırıklara ayrıldı. Kabul edemezdim, bu gerçeği kabul edemezdim.
"Evet, anne ben Asya Güçlü değilim, ben hala yalnız bırakılmış çocuk Asya'yım." İnkâr etme Asya hayatın yerle bir oluyor, inkâr etme Asya daha kim olduğun belli değil.
Ben kimim?
"Özür dilerim kızım, sana güzel bir hayat veremediğim için. Özür dilerim kızım sana geç kaldığım için." Özür dileme anne, bana geç kalmışken özür dileme. Hiçbir şey değişmeyecekse özür dileme anne.
Benim için bazı özürlerin bir anlamı yoktur. Ne kadar çok özür dilense de o özrün geçerli bir sebebi olmaz, olamaz. Bahanelerin arkasına sığınmaktansa bir daha yapmamak için söz vermek ve onun için çabalamak on bin özürden daha kıymetlidir. Kıymet bilmek istiyorsak dikkat etmeliyiz, kaybetmek istemiyorsak savaşmalıyız. Kaçmak bir çözüm değil, kaçmak iyi gelecek bir şey değil. Acıtsa da yüzleşmek en iyi seçenektir, çabalamak kaçmaktan bin kat daha iyidir.
Gözlerindeki his bütün bedenimi titretiyordu. Duyduklarım yerle bir olmamı sağlarken daha anlatacak olması küçülmemi sağlıyordu. Küçülmek istiyorum, hiçbir şeyden haberi olmayan o kız olmak istiyorum. Gözlerimi kapattığımda bir daha açmamak için diretiyordum; öğrenmek istemediğim gerçekler gözlerimin önüne seriliyordu ve ben kaçamıyordum. Bin kere özür dileyecek olan annemin her bir özrü kifayetsiz kalacakken her birini tek tek dinlemek yaralıyordu. Bir anlamı yoktu ama dinliyorum.
"Özür dileme anne çünkü özürlerinin hiçbir anlamı yok." Yalan söyle anne, bana yalan söyle ki inanayım. Kaçmam için bir fırsat ver ki bu gerçeklerden kaçayım. Beni kardeşimle yaralama anne, tek gerçek ailemle yaralama.
"Baban, seni elime verdiğinde o kadar güzeldin ki anlatamam. Masum bakışların vardı bana bütün dünyayı unutturacak, bir gülüşün vardı her şeyi yaptıracak. Sana Asya ismini verdiğimde çok güçlü olacağını anladığımdandı. Asya demek güzellik demekti, Asya demek güçlülük demekti, Asya demek dünyanın bir kıtası demekti. Sen benim huzurlu hissettiğim kıtaydın, o kıtada güçlüydüm, o kıtada senle güzeldim. Sen benim değildin ama bir o kadarda benimdin." Deşilen yaralarım sızladı, annem her konuştuğunda acımasızca iğneler battı. Canım hiç hissetmediğim kadar acıdı.
"Maden senindim anne, madem her şeyindim neden sevmedin beni, neden sevgisiz büyüttün?" dinledim ama susamadım. Ben sussam bile çocukluğum susmazdı.
"Sevdim, sevmez olur muyum? Hem de çok sevdim. Sevmemem gerekiyordu ama çok sevdim," konuşmak için direttikçe canı acıyordu. Yorulmaması gerekirken son anıymış gibi davranıyor bütün gerçekleri anlatıyordu. "Sizi sevmem demek sizin ölümünüzdü ama ben çok sevdim kızım, öz kızımdan ayırmadan sevdim seni." İnanmamak için direttikçe sesi bütün olayı zorlaştırıyordu, kaçtıkça sesindeki gerçekliğe tutuluyordum.
"Anne beni öldürüyorsun," her cümlesi öldürüyordu, her cümlesi yok ediyordu. "Sevsen de öldürüyorsun sevmesen de öldürüyorsun." Her şekilde öldürdün anne beni. Ben sevdim öldüm, sevdikçe de ölmeye devam ediyorum. Her gün öldüm ben, her gün.
"Ölme! Ölme kızım ölme," sen ölüyorsun ama anne. Sen ölüyorsun, ölürken de beni öldürüyorsun. "Ben ölüyorum ama sen ölme. Benim için, kendin için o intikamı al kızım, bizi sevgiye aç bırakan o adamdan intikamımızı al kızım." Hissetmiyorum, şu an hiçbir duygu hissetmiyorum. Odaya ilk giren Asya ile şu an ki Asya aynı kişi değildi çünkü Asya kim olduğunu bilmiyordu.
"Anne bu sevmek değil, sizinki sevmek değil. Sizinki tamamıyla bencillik!" İsminize bir zarar gelmemesi için bir yapılan bir hareket iki kişinin hayatı. Bir çocuğun sevgisiz büyümesi, zararsız büyümesi... "Siz benim ve ablamın katilisiniz anne, sen, babam, abim hepiniz katilimizsiniz. Önce sen öldürdün bizi korumayarak, sonra babam öldürdü kahramanımız olmayaraktan, en son abim öldürdü kendini bizden ayırıp hor görerek ama tek katilim siz değilsiniz. Kimi çok sevdiysem her defasında sevgimle vuran herkes katilim. Maalesef ki bu da son değil. Sevdiğin adam tarafından onun cinsel oyuncağı olmaya zorlanmak en büyük katilimdi anne. Ben öldüğümde ise yanımda kimse yoktu ama sen öldüğünde yanında sevmediğin kızların olacak." Vicdanın sızlayacak mı anne, bu kadar şeyden sonra vicdanın sızlayacak mı? Sızlamasın çünkü vicdanın olsaydı işlerin bu raddeye gelmesine izin vermezdin, veremezdin.
"Asya ben ölüyorum... Annen öldü, baban yaşıyor ve şimdi de ben ölüyorum." Ne demek annen öldü, baban yaşıyor? Ben kimin kızıydım, ben kimim?
"Anne," dedim zorlukla. Sesimde ki titreme korkularımdı. "Ben kimim? Benim annem kim, babam kim?" hayatımın değişeceği o soru. Gerçek Asya kim, Asya kimin kızı?
"Sen Asya'sın, güzelsin, güçlüsün ve özgür kıtalara sahipsin," ben özgür değilim anne, ben sevgiye aç bırakılan bir mahkûmum. "Sen Asya Deniz'sin. Annen Müge, baban Ahmet Deniz!"
Ben kimim?
Asya Deniz!
"N-nasıl?" hiçbir şey diyemiyordum. Güneşimin hayatını mahveden adam nasıl olurdu da benim babam olurdu? Peki, annem; annem kimdi? Müge kimdi? Hayatım yerle bir oldu, bütün bildiklerim, sevgisizliklerim yok oluyordu. Annem dediğim kadın annem değildi, babam dediğim adam babam değildi, abim dediğim adam abim değildi. En kötüsü de ablam dediğim tek gerçeğim ailem değildi. Kim olduğunu bilmediğim bir kadınla, hayatlarımızı mahveden adam gerçek ailemdi. Kardeşim dediğim kızın en büyük düşmanının kızıydım. Hayatım boyunca girdiğim en büyük çıkmaz sokak bu olabilirdi.
"Senin ikizinde var kızım. Kim olduğunu bilmiyorum ama senin bir ikizin var." Benim kardeşim vardı, öz bir kardeşim vardı. Neler duyuyordum ben böyle? Benim kardeşim kimdi? Benim gibi o da yalnız mıydı, benim gibi terk edilip sevgiye aç büyümüş müydü? "Bütün sorularının cevabı Dila'da, her şeyi ondan ö..." Zorlukla aldığı nefesi kesildiğinde duyduğum düz ses monitörden geliyordu. Kalbi durdu. Annemin kalbi durdu.
"Anne, anne uyanır mısın? Anne ses ver, anne." Ses yoktu. Böyle olmazdı, olamazdı. Annem bana bu şekilde veda edemezdi. İçeriye giren doktor, beni dışarı çıkartmak için uğraşan hemşire, kalbi duran annem. Hemşire beni dışarı çıkaramayacağını anladığında doktorun yanına gitti doktor bir kalp masajı bile yapmadı. Nabzını kontrol etti sonra ise son cümlelerini kurdu.
"Hastanın ex saati 19.20!"
"HAYIR, HAYIR, HAYIR, HAYIR BENİM ANNEM ÖLMEDİ, ÖLMEDİ BENİM ANNEM!" Olduğum yerden hızlıca anneme sarıldığımda buz tenini hissettim. Annem üşürdü, üşürdü böyle. "Anne, annem... Hadi aç gözlerini, çok uyumadın mı?" ölemezsin, beni böyle bırakıp gidemezsin.
Gitti.
Annem cevap vermedi.
Bumbuz teni içimi ürpertti.
Doktorun dedikleri yaralarımı deşti, kanattı ve yani yara açtı.
Vücudumda hissettiğim kollar ablamındı. Biz iki kardeş ağlıyorduk. Ne derse desin o benim ablamdı ve bunu hiçbir şeyde değiştiremez. Kollarımda hissettiğim kollar yaralıydı, bütün dünyanın en gerçek yanında en son noktasındaydık. Ruhlarımız parçalandı, ruhlarımız ince kırıklara ulaştı. Ruhlarımız yok oldu, annem öldü ruhlarımız yok oldu, biz yok olduk.
Ben Asya Güçlü ya da Deniz her kimsem kardeşlerim için her şeyi yapmaya hazırdım. Benim dünyam yerle bir olmuşken onlar için savaşırdım. İntikam alacağım kişi öz babam olsa da o intikamı alırdım çünkü benim babam hiçbir zaman olmadı. Ömer Güçlü iken de olmadı, Ahmet Deniz'se de olmadı. Ben kimsesiz bırakılmış Asya'yım. Sadece Asya.
Birileri sesleniyordu ama duymuyordum. Kimseyi duymak istemiyordum, istediğim tek bir ses vardı. Annemin sesi...
"Neden anne, neden herkes gibi sen de gittin?" sevdiğim herkes tek tek gidiyordu. Zaman bu kadar hızlı geçmemeliydi annem, zaman bizim için bu kadar hızlı geçmemeliydi. Ben sana doyamamışken nasıl gidersin anne?
Sinek ısırığı gibi bir şey hissettiğimde gözlerim yavaştan kapanmaya başladı. Uyku yavaşça bedenime yerleşti, bilincim kapanmadan önce hatırladığım en son şey annemin soğuk teni, ablamın hıçkırıkları benim yalvarışlarımdı.
Annemden geriye kalan tek gerçek zihnimde kalan anılardı.
Hoşça kal annem, hoşça kal! Gerçek kızın olmasam da her zaman sevdiğine inandım, bir sebep aradım ve sen o sebebi ölürken verdin. Acımasıza ama olsun en azından neden öyle davrandığını açıkladın. Sevgin sevgisiz gibi gözükse de fedakârlıkmış.
💦
Hafiften sesler duymaya başladığımda nerede olduğumu bilmiyordum. Gözlerim kapanırken soğuk olan ten yoktu, sıcak yumuşak bir şey vardı. Annem yoktu, bu en büyük yüzleşmemdi. Gözlerimi açtığımda açık olan ışıklar gözlerimi aldı, net görmekte zorluk çektim. Ortalık netleşmeye başladığında krem renklerinin hâkim olduğu hastane odası karşıladı. Tam ortada yer alan yatağım, içinde ağlamaktan harap olmuş bir kız, karşımda duran televizyon ve kimsesizliğim.
Yataktan kalkmak içi ayağa kalktığım ilk anda başım döndü geriye sendeledim. Yılmadan tekrardan ayağa kalktığımda başarmıştım. Yavaş adımlarla yürümeye başladığımda tek düşündüğüm annemdi. Büyük ihtimalle bana sakinleştirici vermiştiler çünkü başka türlü yatıştıramazdılar. Odanın kapısını açtığım da kapının bitişiğinde oturan ablamı gördüm. Kapı açılır açılmaz ayağa kalktığında hala ağladığıyla yüzleştim. Hiç düşünmeden birbirimize sarıldığımızda kendimi tutamadım ve tekrardan ağlamaya başladım.
Biz iki kardeş öksüz kaldık, yetim kaldık. Biz iki kardeş yapayalnız kaldık. Öz kardeş değildik bunu bilen tek taraf ben olsam da inkâr etmeye devam edeceğim. O benim ablam kim ne derse desin o benim ablam. Aslı Güçlü kimsesizliğinde bana Asya Güçlü'ye sığınacağı gibi Asya Güçlü'de kimsesizliğinde Aslı Güçlü'ye sığınacak.
Yaralı iki kız kardeş soğuk hastane odasında kimsesizliğine ağlıyordu. Çocukluklarını zehir eden bir anne için döktükleri gözyaşları acı dolu geçmişti, dökülen gözyaşlarını hak etmeyen anne yine acımasızlığını son kez yapmıştı. Koskoca dünya dönmeye devam edecekti, gündüzler gecelere, gecelerde gündüzlere dönmeye devam edecekti, herkes yalan dünyasında kaldığı yerden devam edecekti. Zaman yine birini alacaktı ve acımasızca işlemeye devam edecekti. Kimse sen nasılsın diye sormayacak, kimse seni merak etmeyecekti. Hiçbir zaman olmadığın gibi tekrardan olmayacak, görünmez olmaya devam edecektin. Hayat acımasızlığı her şekilde konuşacak gerçekler susmaya devam edecekti. Hayat bir kişi için dururken onlarca insana devam edecekti.
Asya için zamanın durduğu o hayat tekrardan başa dönmüştü.
Ablamdan nasıl ayrıldığımı bilmiyorum ama bir şekilde birbirimizden uzaklaştığımızda tek düşündüğüm annemdi. Büyük ihtimalle hastanenin en alt katında yani morgta soğuk zeminin üstünde nefes almadan uyuyordu. Gözlerini yumduğu hayatta geriye kalan ağlayışları duymuyordu, sevinçleri duymuyordu, duyduğu tek şey kendi savaşı olacaktı.
Morga gidecek cesaretim olmadığı için kendimi hastanenin bahçesine attım. Önümden gelip geçen insanlar mezarlarına giriyordu sanki. Bu hastane benim için mezarlığa dönmüşken onlar için kurtarma merkeziydi. Hastane ne garip yerdi; birileri ölürken birileri yaşıyordu.
Nefes almakta zorluk çekiyordum. Ölen kişi annemdi, çocukluğumu zehir etse de annemdi, öz annem olmasa da annemdi. Hayatta koşulsuz en sevdiğim kişiyi kaybetmek bütün dünyada ki en güzel şeyleri de kaybetmek demekti. Asya'yı kaybetmek istemezdim ama Asya artık yoktu, Asya öldü. Hayal eden, her zaman umut eden, savaşmaktan vazgeçmeyen Asya öldü. Sevdikleri için ölmeye hazır olan Asya sevdiği bir kişi gidince öldü. Sevgi için öldü, sevgi için yaşamak isterken öldü.
Sakinleştirici verildiği için nerede olduğunu bilmiyordum şu an telefona o kadar çok ihtiyacım varken. Hemşirelerden telefonumu istediğimde hızlıca vermiştiler. Telefonumu elimde hissediyordum. Papatyama ihtiyacım vardı, yanımda olmasına, sıcak kollarına, onun sesine ihtiyacım vardı. Ne kadar garip bir şeydi: Kardeşim dediğim kızın hayatını mahveden adamın babam olması. Ne kadar garipti ailem olan kızın ailesini yok eden kişinin kızı olmam.
Değiştiremez, o adamın babam olması benim kardeşimle olan ilişkimi değiştiremez. O benim ailem!
Telefondan rehbere girdiğimde hiç düşünmeden direk papatyamı aradım. Korkuyorum, bütün gerçeklerin onda olduğundan her şeyi bildiğinden ve beni istemeyeceğinden korkuyorum. Telefon çalmaya başladığında ki gerginliğim bir canlıya dönüşmüş olsaydı net o canlı ölürdü çünkü bu gerginlik çok fazlaydı. İlk çalış, ikinci çalış ve o ses. İhtiyacım olan o ses.
"Asya!" sesi çatallı çıkmıştı, bir şey vardı onu korkutan bir şey vardı. Sesini duyduğumda öğrendiğim gerçeklerden ağlamak istedim. Onu bu kadar çok severken nasıl derdim düşmanının kızıyım diye?
"A-annem, Dila annem öldü," zorlukla konuştuğumda ağlıyordum. Ne için ağlıyordum? Annemin ölmesine mi, gerçek kimliğime mi? "Benim, annem, öldü, öldü, öldü." Hıçkırıklara boğulduğumda karşı tarafın nefes almakta zorlandığını hissettim. Ne diyeceğini bilemeyen kız, yaralı olduğu taraftan vurulan diğer kız. Annem öldü diye ağladığım kızın en büyük travması annesinin ölümüyken acımasızca yarasından vurdum.
Güneşimi her zaman anladığımı hissederdim ama ben hiçbir zaman güneşimi anlamamışım, sadece anladığımı düşünmüşüm. Bu acı asla anlanacak gibi değildi, bu acı yaşanılacak kadar değildi. Bu acı her detayıyla çok zordu, çok yıpratıcıydı.
"H-hastanede misin?" dedi titrek sesiyle.
"Hastanedeyim." dedim ağlamaktan harap olmuş sesimle.
"Hemen yanına geliyorum, sakın yalnız hissetme çünkü ben varım."
"Ama çok yalnız hissediyorum güneşim."
"Yalnız değilsin papatya ve hiçte olmayacaksın çünkü güneşin var, ben varım. Şimdi beni bekle olur mu?" dediğinde sesinden onunda ağladığını duydum. Düşmanın kızına ağlıyorsun güneşim ve ben çok suçlu hissediyorum.
"Seni bekliyorum güneşim."
Telefonu kapattığımda istemeden de olsa çok suçlu hissediyordum. Hissetmemem gereken duyguyu sonuna kadar hissediyor olmam daha da çok yaralıyordu ve beni deli gibi ağlatıyordu. Önümden geçen abim ve babamın iğrenerek bakışları bile bu kadar yaralamazken güneşime karşı duyduğum suçluluk hissi çok yaralıyordu.
Sakin ol Asya, senin hiçbir suçun yok! O adamın kızı olduğunu bile bilmiyordun, hatta annen söylemese öğrenmeyecektin bile. Sakin olmalısın, güneşin seni anlar. Belki de o adamın kızı olduğumdan bile haberi yok. Gerçekleri söylediğinde güneşin seni anlayacak, sana kızmayacak. Ne olursa olsun biz kardeşiz ve bunu o adam asla değiştiremeyecek. O benim babam değil bende onun kızı değilim. Olmadım hiçbir zaman da olmayacağım.
Yarın benim için en zor gün olacaktı. Çocuk Asya'nın cenazesi varken büyüyen Asya'nın doğumu vardı. Asya Güçlü öldü, Asya doğdu.
💦
12 Kasım benim ölümüm. 12 Kasım doğumum.
19.20 ölümüm.
Dün akşam 19.20'de hayatım durdu, her şey bir saniye ile anlamını yitirdi. Annemin kalp atışı durdu hayat bitti. 27 yaşındayım ve bunun gibi bir acıyı hiç tatmadım. Bir şey vardı her şeyi yakıp yok etmene yarayacak bir duygu ama o duygu o kadar can yakıyordu ki adım atmana dahi izin vermiyordu. Kemiklerim kırılıyordu her adımımda, yeniden, yeniden iğne batıyordu tam kalbimin üstüne. Ateşlerin içine girsem yanmıyorum, soğuk suyun içine girsem üşümüyorum, canımı acıtacak bir şey yapsam olmuyor çünkü canım o kadar çok yanıyordu ki bir başka acıları hissetmiyordum. Hissettiğim tek duygu ölümdü, benim ölümüm.
Dün geceki konuşmadan sonra güneşim dediği gibi hemen yanıma gelmişti. O saatten beride beraberdik, bir saniye bile olsa yalnız bırakmadı. Biliyordu, bu acının ne kadar çok can yaktığını, ayakta durmakta zorladığını biliyordu. Bu acıyı en iyi şekilde tatmış olan güneşim bana olabileceği en iyi şekilde destek olmaya çalışıyordu. Ben ona bu şekilde destek olamamışken o bana destek oluyordu.
Cenaze oldu, annem gitti, ben öldüm.
Ben öldüm, Asya öldü, Aslı öldü ama Ömer'ler yaşadı. Abim, babam yaşadı, Ahmet Deniz yaşadı. Annem gitti onlar mutlu oldu. Babam mutluydu, hayatını kötü etkileyecek bir eşi yoktu, babam mutluydu sevgililerine daha fazla zaman ayıracaktı. Abim mutluydu, sürekli onu uyaran biri olmayacaktı, abim mutluydu çünkü babamın kuyusunu kazıyordu. Sırf mal varlığının hepsini kazanmak için kuyu kazıyordu ama bilmediği bir şey vardı ki o da ablamla benim bütün mal varlığına sahip olduğumuzdu. Kâğıt üstünde ne kadar bütün mal varlığı babamın gözükse de aslında hepsi kızlarındı. Zamanında onlara ders vermek için yaptığımız bu hamle bizim işimize yaradı. Şimdi babamı daha sonra da abimi bu evden ve mal varlıklarından atmanın zamanı gelmişti. Bizim çocukluğumuz dün akşam öldüyse onların bugünü yaşamaya hakkı yoktu. Bu akşamda onların eceli biz olacaktık. Hazır olsunlar çünkü ben Asya ve ablam Aslı onlara bütün hayatı zehir edeceğiz, aynı bize yaptıkları gibi.
Nasıl hala ayaktayım bilmiyorum. Sürekli birilerinin taziye mesajlarını dinlemek çok boğmuştu. Acımı bile doğru düzgün yaşayamazken onların mutluluğu sinir ediyordu. Gerçekten bugünkü yalan üzüntülerin bitmesini istiyordum, bitsin ki iki Ömer'in eceli olabileyim. Sanki sürekli işleyen zaman durmuştu. Geçmiyordu, bugün ne olursa olsun geçmiyordu. Annem çoktan toprağına kavuşmuştu ama bugün geçmiyordu. Saniyeler dakikalara, dakikalarda saatlere dönüşmüyordu sanki.
Annemi sevmeyen insanların bugün ki sahte davranışları her saniye midemi bulandırıyordu. Annemi sevmeyen abim bile sahte davranışlar içindeydi, görenler o kadar üzgün derdi. Babam annemi sevdi mi, bilmiyorum ama bugün ki sahte üzüntüsünü biliyordum. Burada gerçek üzüntü içinde olan 5 kişi bile yoktu. Sevgisizlik nasıl bir his diye sorsalar bu anı resmederdim çünkü bir kişi gitti onlarca kişi mutlu, bir kişi üzgünse, bu sevgisizliğin en güzel resmi olur. Sahte duygular kendini belli etmekte çok güzeldi.
Bahçeye hava almak için çıktığımda bile sahte insanlar vardı. Yalnız kalmak istedikçe kalamıyordum, nefes almak istiyorum ama buna izin verilmiyordu. Bahçede bir arayışa geçmek yerine evden ayrılıp ormana doğru ilerlemeye koyuldum. Sahte ortamdan ancak bu şekilde uzaklaşırdım. Yavaş adımlarla evden uzaklaştım, attığım her adımda rahatlama hissi geliyordu. Ormana vardığımda ise evden çıktığım ilk andan daha iyiydim. Bir ağacın altına oturduğumda arkamda beliren gölge korkmamı sağladı. Gelene baktığımda ise hıçkırarak ağlamaya başladım. Güneşimi gördükçe suçluluk hissediyordum ve bu duyguyu hissettikçe ağlamak istiyorum. Ben ağlamaya başladığımda ise güneşim direk sarıldı, sıcak kollarında ürkek bedenimi hissettikçe ağlıyordum.
"Ağlama, ağlama papatyam," hissediyordu, yıllar önceki acısını tekrardan yaşıyordu ve bu onu yaralıyordu. "Seni sevmemiş biri için bu kadar ağlama." Sevmiş güneşim, sevmiş; o kadar çok sevmiş ki benim için susmuş, benim için kötü anne olmuş. Sustum, içimden konuştum. Yaralarını kanatmak istemiyorum güneşim, zaten herkes kanatıyordu bende kanatmak istemiyorum.
"Canım çok yanıyor güneşim, sanki birini öldürmüşüm de onun vicdan azabını çekiyormuşum gibi çok canım yanıyor." Susmak istemiyorum, canım bu kadar fazla yanıyorken susmak istemiyorum. Bağırmak istiyorum o kadar çok sesim çıksın içimdeki yangını söndürebileyim.
"Yanacak papatyam. Buralardan gitmek isteyeceksin, kendini yok etmek isteyeceksin, o duyguyu yaşatmak isteyeceksin ama her türlü canın çok yanacak," yaralı tarafı konuştu güneşimin. Benim yaram, onun yarasında bir hiçti ama o bununla ilgilenmiyordu. "Bu acı hiçbir zaman geçmeyecek Asya, sen savaştıkça derinleşecek, sustukça o konuşacak ne yaparsan yap acın her gün tazelenecek. Unutamayacaksın çünkü unutturmayacak."
"Susmak istemiyorum Dila, sesimi bütün Asya'lara duyurmak istiyorum." Dediğimde ne kadar çok savaşmam gerektiğiyle yüzleştim. Bu ülkede çok Asya vardı, annesi tarafından sevilmeyen, babasının hor gördüğü, sevgiye aç büyüyen milyonlarca çocuk var. Birinin konuşması demek milyonların kalplerinin konuşması demek! Bir acı milyonlarca çocuğun hayatının değişeceği kararı oluşturdu. "Ben susmayacağım, Asya'ların susmasına izin vermeyeceğim. Savaşacağım, kendim için en çokta milyonlarca sevgisiz çocuklar için savaşacağım." içim kıpır kıpır oldu, verdiğim ani karar bundan sonraki hedefimdi. Bu kararı da sevgisiz çocuk büyüten Ömer Güçlü'nün parasıyla gerçekleştireceğim. Ona en güzel dersi ben değil milyonlarca sevgisiz çocuk verecek.
"Seninle gurur duyuyorum papatyam. Şunu da bil ki verdiğin her kararda sonsuza dek arkandayım çünkü sen ve milyonlarca Asya'lar yalnız değilsiniz, biz varız, milyonlarca Dila'lar." Aramızda ki bu bağın hiç bitmesini istemiyorum. Benim kardeşim, hayatım ve gerçek ailem. Paramparça ruhumun ilacı...
"Teşekkür ederim güneşim, teşekkür ederim kardeşim!" hayatımda olduğun için, yanımda olduğun için iyi ki sen güneşim. Gözlerinin içine baktığımda bile evimdeymiş gibi hissediyordum. Uzunca gözlerine baktım, yalnızlığımın gittiği o eve baktım. Bu evden gerçekleri saklayamazdım.
"Teşekkür ederim papatyam, beni hiç yalnız bırakmadığın için. İyi ki sen!" dedi gözleri sulu sulu. Kalbinin atışını hissettim, yaralı o kalp her zaman yanımdaydı.
"Annemle konuştum Dila, ölmeden önce annemle konuştum," saklayamazdım. Gergindim, öyle çok gergindim ki bunu görmemek mümkün değildi. "Ve senin bilmen gereken çok büyük bir şey var." Belki aramızdaki bağı bile değiştirecek bir şey güneşim. Bizi en derinden yaralayacak o gerçek.
Gözlerime baktı derin derin. Anlamlandırmaya çalışıyordu, bu durumda olmamı, ona ne diyeceğimi anlamaya çalışıyordu. Yaralı olduğum bu günden daha önemliydi gerçekler, savaşımız bu yöndeyken ondan büyük gerçeği saklayamazdım. Eminim, onun beni bırakmayacağına eminim.
"Bilmiyordum güneşim, hayatımın seninki gibi yalan olduğunu bilmiyordum. Sevgisizliğimin bu kadar yaralayıcı olacağını bilmiyordum," dilim gitmiyordu, ne kadar çok söylemek için savaşsam da olmuyordu. Ellerimi tuttuğunda gerginliğini hissettim. Titriyordum, onun da hissettiği gibi. "Ben Asya Güçlü değilmişim güneşim." Dondu, söylediğim ilk anda dondu daha devamını duymamışken. Anlam vermeye çalıştı, kaşlarını çattı, rahatsız şekilde nefes aldı.
"K-kimmişsin?" sesi titredi, kekeledi. Titriyordu, sanki gerçekleri anlamış gibiydi. Bırakmadı, duyacağı şeye rağmen elimi bırakmadı. Gözleri doluydu, solgundu ve ben ruhunu parçalayacak cümleyi söyleyecektim.
"Asya Deniz, Ahmet Deniz'in öz kızı Asya olduğumu söyledi annem." Yavaşça elleri kaydığında yıkıldım, ellerimi bırakması hayal olmalıydı ama acı gerçekti. Kafasını inkâr edercesine oynattığında anladım bu onu çok yaralayacaktı. Gözlerimden akan yaşlar iyice canımı yakmaya başladı, hiç acımıyormuş gibi.
"N-nasıl olabilir ki?" sessizce kekeledi, sessizce gözyaşlarına boğuldu. Gözlerinin içine baktıkça kendimi gördüm, inkâr eden Asya'yı gördüm. İnanmak istemiyorum, gerçekliğinden emin olmadığım bu bilgiye inanmak istemiyorum.
"Bilmiyorum Dila, bilmiyorum. Ölmeden önce yanına gittim daha doğrusu annem çağırdı bende seve seve gittim. Bir şeyler anlattı, hayatımı yerle bir etti ve gitti." Kısa özet buydu, annemin hayatımı yerle bir edişinin özeti bu cümleydi. Çağırdı, bir şeyler söyledi ve gitti. Karşımdaki kız hala anlam veremiyordu, gerçi bende hala anlam veremiyordum. "Seni kıracak, üzecek hiçbir şey yapmadım Dila." kendimi açıklamak istiyordum, benim bir bilgim olmadığına dair açıklama yapmak istiyordum.
"Sakin olur musun Asya? Tabii ki de senin hiçbir şey yapmadığını biliyorum, sadece çok şaşırdım!" gözlerinin içine baktım, gerçeklerin konuştuğu gözlerine. Yalan yoktu, sadece kafası karışıktı. "Peki, bunun doğru olduğundan emin misin?" diye sorduğunda bende kendime sordum.
Emin miyim o adamın babam olduğundan?
Hayır değilim.
İnanıyor muyum?
Hayır inanmıyorum.
"İnanmıyorum güneşim," dedim titreyen sesimle. Gözyaşlarımı sildiğimde güneşim elimi tuttu ve benim yaptığımı yaptı; gözyaşlarımı sildi. O sildi ben yine ağladım. "Her şeyi yaptıktan sonra suçu bir kötüye atmak çok basit güneşim, o yüzden inanmadım, inanmayacağımda." Nefes almakta zorluk çekiyordum, kendimi açıklayacağım diye aralıksız nefes almaya çalışıyordum ve bu zorluyordu.
"Asya," dedi şüphe içinde. Korktum! "Annen doğru söylüyor olabilir." Yerle bir oldum, ben bile inanmazken onun hemen inanması kırdı. İnkâr etmeliydi, benim için ve kendisi için inkâr etmeliydi.
"Ne demek doğru söylüyor olabilir Dila?" kızgındım ve bu her şekilde sesime yansıyordu. "Bir dakika ya, annem bütün sorularının cevabı Dila'da diyordu yoksa sen biliyor muydun?" bir gerçek ne kadar daha canımı yakabilirdi? Kardeşimin bilip susması mı, yoksa hayatımın yalan olması mı?
"Hayır, bilmiyordum ama annen doğru söylemiş," dediğinde elini pantolonun cebine attı, çok geçmeden elinde bir flash bellek ile çıktığında anlam veremedim. Elini uzattığında hala flash belleğe bakıyordum. "Bütün gerçekler bu flash bellekte güneşim, senin hayatının ve benim hayatımın bütün gerçekleri bu küçük bellekte." Gözlerinden yaşlar aktı, hayatımızın gerçekleri küçük bir bellek içindeydi, bu o kadar psikoloji bozucuydu ki anlatması çok zordu. Şaşkındım, gözlerim küçük bellekteydi ve aklım almıyordu.
"N-nasıl yani?" kaşlarım çatıktı, kafam allak bullaktı.
"Tam bir hafta önce Bulut'la yüzleştim," eskiye gitmek daha da çok yaraladı güneşimi. Derin bir nefes aldığında ise kendini hazır etti. "Bu hikâyeye nasıl dâhil olduğunu anlattı, kardeşini tanıştırdı falan işte daha sonra detaylı anlatırım ama o gün çok önemli bir şey dedi. Babam her şeyi biliyormuş papatyam, her şeyi bilirken de hayatımız için kumar oynamış." Şok üstüne şok yaşıyordum. Duyduklarım iyice kafa karışıklığına yol açıyordu.
"Yani baban öleceğini biliyor muydu?" diye tedirginlikle sorduğumda anlamıştım bildiğini.
"Tek babam değil güneşim annemde öleceğini biliyordu. İkisi de öleceklerini bilerek o düğüne gittiler sadece bana güzel anılar bırakmak için." Nasıl yaralı bir gerçekti bu, annesinin ve babasının öleceklerini bilerek gitmesi. "Babam bütün geçekleri biliyordu güneşim, bütün gerçekleri kanıtları ile bu küçük belleğe bırakmış, zamanı gelindiğinde bana ulaşılması içinde dedeme vermiş ve bu belleğin anahtarı olduğumu da Bulut'a söylemiş." Gerçekleri duydukça bildiklerimi unutuyordum. Çok karışık bir durumdu ama çözülemeyecek kadar değildi.
"Madem baban bütün gerçekleri biliyordu neden ortaya çıkarmak yerine saklamış?" asıl sorulması gereken soru buydu. Ben konuştum güneşim sustu çünkü bu soruyu daha kendi bile sormamıştı. Ormanda bir ağacın altında hayatımızın gerçekleri ile yüzleşiyorduk.
"Bilmiyorum Asya, neden böyle yaptı bilmiyorum." Kendimi onun yerine koyduğumda bende bilmek istemezdim. Sessizlik kardeşimin hıçkırıkları ile gerçekliğine kavuştu. "Ben bu hikâyenin sonuyum güneşim, doğumum bu hikâyeyi başlattı ve başlattığım hikâyeyi bitirmekte benim görevim. Onlar kurbandılar ben başrol, onlar ölmek zorundaydı ki ben intikam alabileyim. Her şey planlıydı güneşim, bizim yurtdışına çıkmamız bile belki de senin yanımda olman bu hikâyenin sonlanması içindi çünkü sen olmasaydın ben hayatta olmayacaktım." Sırlar sustu gerçekler tek, tek konuşmaya başladı.
"Sen gerçeklerin anahtarısın güneşim." Bildiği şeyi tekrar söylemek bir şeyi değiştirmeyecekti ama onu bu savaşa sokacaktı.
"Evet, papatyam ben bu hikâyedeki asıl gerçeklerin anahtarıyım ve o anahtar şu an elimde." Gözlerimiz tekrardan belleğe kaydı, uzun uzun küçük belleği izledik. Nasıl olurdu da yılların sırları bu bellekte aydınlıktaydı, nasıl olurdu da çıkmaz sokağın çıkışı bu bellekteydi?
İşte gerçekler bu kadar küçüktü ama yaşattıkları çok büyüttü.
"Hazır mısın gerçekleri öğrenmeye?" diye sorduğumda gözlerinin içine baktım, tek başına olmadığını bildiği gibi görmesi için. Ben vardım, kardeşi vardı.
"Değilim ama bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek güneşim, ben yine rahat nefes almayacağım o yüzden öğrenmek için emin değilim." Korkuyordu ki bu çok normaldi. Üstüne gitmedim.
"Biliyor musun güneşim benim ikiz kardeşim varmış annemin deyişi ile çok şaşırtıcı değil mi?" diye konuyu dağıtmak için başka bir gerçekten bahsettiğim. Emin olmadığım gerçekten bahsetmekte çok harika bir hareketti.
"Nasıl, annen başkası mı yoksa?" doğruya güneşim bu küçük detayı atlamıştık o yüzden şaşırman çok normal.
"Annemin adı Müge'ymiş güneşim, daha kim olduğunu bile bilmiyorum?" diye umursamayarak konuştum ama Dila çok ciddiydi. Yüzündeki ifadeyi anlamıyordum neden bu kadar şaşkındı ki?
"Müge mi?" diye şaşkınca sorduğunda ürperdim. Yoksa annemi tanıyor muydu?
"Evet, Müge, yoksa tanıyor musun Dila?" ne hissetmem gerekiyordu bilmiyordum, çok karışık duygular içerisindeydim.
"Tanıdığım bir tane Müge var ama o ölü."
"Annemin deyişi ile asıl olan annem Müge'de ölü," aynı kişiden mi bahsediyoruz güneşim, annemden mi bahsediyoruz? "Dila, benim annem kim?"
"Asya," dedi ürkerek ve geriyi düşünerek. "Yanılmıyorsam ikizini ve abini tanıyorum." Hazır değilim, şu an ailemi öğrenmeye hazır değilim.
"Kimmiş?"
"Abin Bulut, ikizin de Çiçek." Nefes alamadım, hayatım dondu ve ben şok yaşadım. Gerçekler yüzüme çarpıldı yok oldum. Ben kimdim? Kimin kızıydım? Benim hikâyem neydi?
"Emin misin?"
"Değilim ama olabiliriz," dedi derin nefes alarak. Gözlerimin içine baktı. "Gidip gerçekleri öğrenelim mi papatyam?" dedi elindeki flash belleği göstererek. Hayatımın gerçeklerine baktım.
"Öğrenelim güneşim!"
Gerçekler gün yüzüne çıkıyordu ve herkes zamanı gelince gidiyordu.
Bir gidiş, bin doğuş..
BÖLÜM SONU
Neler oluyor bu lanett kitaptaaa!
Böylelikle bir bölümün daha sonuna geldik. Ben yine çok duygusalım ya, hem yazarken hem de düzenlerken ayrı ayrı hüzünlendim o yüzden sizi düşünemiyorum. Birde üstüne finalin yaklaştığını hissedince daha da hüzünleniyorum🥺
Asya'ya o kadar çok üzüldüm ki bu bölüm gidip sıkıca sarılmak istedim. Sevgiye aç büyümesinin tek sebebi ölmemesiydi, annesinden koparılmış olmasıydı. Sevgisizliği için hep bir sebep ararken o sebebi öğrenmesine annesinin ölümüyle bütünleşince çok yaraladı.
Bölümü nasıl buldunuz?
Asya'nın gerçek hikayesi hakkında ki düşünceleriniz nedir?
Asya ve Bulut sizce de kardeş mi?
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
Peki, neden annesinden ayırıldı?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |