34. Bölüm
İzzetcan Duman / ÇIKMAZ SOKAK / 34.BÖLÜM: BİR DEMET PAPATYA

34.BÖLÜM: BİR DEMET PAPATYA

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Eyy ahali kalkın biz geldik , nasılsınız?

Ne kadar devam da desem aslında sona geldik...

Şimdilik Keyifli Okumalar:')

 

"Olurda bir gün, 'Hoşça kal!' demeden gidersem beni kötüleme. Deseydim gidemezdim."

 

 

14.BÖLÜM

 

"BİR DEMET PAPATYA"

 

Perdenin Altındakiler – Vedalardan Bir Buket

 

The Rose - Sorry

 

Eksik kalan tarafını tamamlamak için çabalayan çocuktan:

 

Hayatım ansızın gelişen olaylarla değişiyordu. Babamın ilk defa eve sarhoş gelmesi hayatımın değiştiği ilk gündü. Annemin ve babamın ölümü ikinci değişim noktamken şimdi de öldü diye bildiğim kardeşimin yaşadığı gerçeği hayatımı değiştiriyordu. Annemin neden sevdiği adamdan şiddet gördüğünü anladım, kız kardeşimin neden babam tarafından hiç sevilmediğini anladım.

 

Asya'nın varlığı benim hikâyemde koca bir boşluk kadar yakındı ama sevgi kadar da uzaktı. İlk tanıştığımızda aramızdaki o hissi uzun bir süre anlam verememiştim. Gözlerine baktığımda ki o duygu, aylarca, yıllarca hissettirmişti kendini. Her zaman sorguladığım bu duygunun sebebi kardeşim olmasıymış.

 

Kardeşim olduğu için içten beslediğim sevgi kendini dışa vurmuş ama ben anlayamamışım. Canım acıdığında ona koşabilecekken varlığından haberim yoktu, ona sıcak bir yuva verebilecekken sevgisiz büyüdüğü yuva verilmişti. Eğer ki onun varlığından bir kez şüphe etseydim bulurdum, kardeşimi bulurdum ve onu o hayattan çekip çıkarırdım.

 

İyi abi olmadığımı biliyordum ama onları için savaşırdım. Çiçek için bilmediğim insanlara kin güdebilirken, Asya için de onlarca şey yapardım. İyi abi olamazdım ama onların rahat nefes aldığından emin olurdum, iyi abi olamazdım ama akıttıkları her gözyaşının bedelini ödetirdim. İyi abi olamazdım, iyi olmak için savaşırdım.

 

Canımdan öteydiler. Kokuları, bakışları, sesleri, hissettirdikleri... Onlar için yaşardım, onlar için savaşırdım. Gülümsedikleri sürece gülümser, ağladıkları sürece ağlar, benimle oldukları sürece onlarla olurdum. Kalbim onlar için atardı, aklım onlar için çalışırdı, ben Bulut onların her şeyi için koşardım. Günün sonunda onlardan vazgeçerdim ama yine onlar için yapardım, vazgeçerdim ama iyilikleri için yok olurdum. Vazgeçerdim, sevdiğim yeşil gözler için. Onların gülüşlerini kalbime saklardım ve onlardan vazgeçerdim.

 

Peri kızımın bildiklerinin bundan ibaret olmadığını biliyordum, bize anlatacağı daha çok şey vardı ama burada bilinmesi gerekenleri anlattığında anladım; mahvolacağımız daha çok gerçek vardı. Gerçekler acıtacaktı, bizden başlayarak o adım atıldı gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı.

 

Bildiğim hayatımın bildiğimden farklı olmasının sebebi sırlardı. Sırlar saklı kalamadığı an hayatım kötüye döndü, ne kadar sevmediğim şey varsa yaşadım, kaçtığım her şey dibimde bitti. Sevdiğime ihanet ettim, çok kayıplar yaşadım, kayıp yaşattım ama şimdi kazandım. Kardeşimi, sonsuz sevgisini, mutluluğunu ve daha çok şeyini kazandım. Benden nefret eden o kız zamanla bana hak verecekti, abisi olduğum için değil beni dinlediği için, hayatımızı bildiği için çünkü ben hiçbir zaman isteyerek can yakmadım.

 

Gözlerinin içine baktım, aşağıda kapıda ki sarılışının sebebini şimdi anlamıştım; o sarılış kayıp yıllarımızın sarılışıydı. Yanımda titreyen ellerini tuttuğumda sulu gözleriyle gözlerimin içine baktı, kafasını hafif yana yatırdığında ise ağlamaya devam ediyordu ama kendini sıkıyordu. Sakinleşmesi için gülümsediğimde gözlerimden tek tel yaş düştü, bu onu sakinleştirmeye yetmedi ama o düşen damla kendini bizden hissetmesini sağladı.

 

"S-seni dışlayacağımızı düşünme, senden vazgeçeceğimizi, seni kardeşimiz olarak göremeyeceğimizi, seni sevmeyeceğimizi sakın düşünme Asya, çünkü sen bensin, Çiçeksin, kardeşimizsin." Gözlerindeki yaşlar arttı, titremesi dinmişti, hala kötüydü. Çiçek'in de ağlayış seslerini işittiğimde toparlamam gereken kardeşlerime baktım. "Kimin kızı olduğunuz aramızda ki bağı hiçbir zaman değiştirmedi, değiştirmeyecekte. Sizin ikiniz her zaman benim küçük, inatçı, haylaz ve cimcime baş belalarım olacaksınız.

 

İkisinin de bakışı her şeye değerdi. Ağlayışlarını tebessüme çevirebildim ya işte o zaman abi olabildiğimi hissettim. Sadece gülmeleri bile beni mutlu edebiliyordu, onların yaşamları benim yaşamımdı ve ben Çiçek'ten vazgeçtiğimde kendimden vazgeçmiştim. Şimdi vazgeçemeyeceğim iki hayata bağlıydım. Daha fazla kendimi çekmedim ve sıkıca Asya'ya sarıldım. Asya'nın hıçkırıkları arasında , "Abi!" kelimesini işittim. Her şey durdu, bütün pencerelerim kapandı, hayatım o cümleyle neşelendi ve ben çocuk olan o ruha sahip çıktım.

 

Sıkı sarılışım bizim yeminimiz oldu.

 

O ruha sahip çıkacaktım, çocukluğu için, bizim için. Aldığı nefesi zorlaştıran herkesten koruyacaktım saf, temiz kalpli ruhu. Onun yaralı çocuk ruhu bizi iyileştirecekti. Bu hikâyenin en masumunun nasıl katile dönüştüğünü öğrenecek, sevgisiyle tek tek silecekti ardında bırakılan izleri. Piyonun iç savaşını öğrenecekti, belki ağırlığı zorlayacaktı onu, vazgeçmek isteyecekti bu gerçeklerden ama en sonunda karar verecekti. Sevgisi piyonu oyundan çekecekti, çünkü onun sevgisi bambaşka birini doğuracaktı.

 

Yaşamları için savaşacağım üç kadın, ruh ve kalp vardı.

 

Titrek bedenini iyice sardığımda, Asya, kardeşim aradığı mutluluğu bulmuş gibi kollarımın arasında, göğüs kafesimdeydi. Küçük bedeni güvenli alana sarılmış gitmek, ayrılmak istemiyordu. Döktüğü her yaşı hissediyordum. Döktüğü yaşlar yakıyordu, alev topları gibi yakıyordu içimi. Canı yandığı belli olan küçük kızı sakinleştirecek tek kelime söylemiyordum. Lal oldum. Söylemek istediğim onlarca şey varken bir tanesini bile söyleyemiyordum. Bu his yaşanılan vicdan azabından daha ağırdı.

 

Göğüs kafesime sığınan bedene daha iyi gelmek için saçlarını okşuyordum. Yumuşak saçlarına değen kanlı ellerim ne kadar canımı yaksa da bu bedene bu sevgiyi borçluydum. Kayıp hissettiğim çocukluğuma borçluydum ama en çokta anneme borçluydum. Gözlerim yatakta yatan çiçeğime kaydı. Çiçek, gözlerini bize dikmişti, kıskanarak değil de imrenerek bakıyordu. Ayağa kalkıp yanımıza gelip sarılmayı her şeyden çok istediği gözlerinin içindeki parıltıdan görünüyordu. Gözlerimim buluştuğu ela gözlere yaralı kalbimle en saf tebessümü armağan ettim. Bu saf tebessüm üstünde biriktirdiği yükleri serbest bıraktırdı, bu tebessüm Çiçek Aras'a dünya armağan etti, sevgiyi miras bıraktı.

 

Savaşacaktım, savaşacaksam da arkada enkaz bırakmayacaktım. Her biri için can yakacaktım, akıtılan gözyaşlarını silecek yerine koca bir tebessüm bırakacaktım. Gerçekler çok can yakacaktı bunu bugün bir kez daha tecrübe ettim ve şimdi asıl gerçekler ortaya çıkacaktı ki asıl gerçekler her şeyi yerle bir edecek güce sahipti, hissediyorum. Hissettiklerim çok ağırdı, katildim, isteyerek ya da istemeyerek. Karşımda bekleyen gerçek saklanmaya devam ettikçe de katil olurdum bu yüzden savaşacaktım, arkamda bir enkaz bırakmadan.

 

Korkuyorum, onların başına bir şey gelmesinden deli gibi korkuyorum. Elim kolum bağlı gibi hissettikçe de eziliyorum bu ağırlığın altında. Kendim olmayı unuttum, Çiçek oldum, Annem oldum, Dila oldum ama olmadı, ne yaparsam yapayım onları koruyamadım. Çiçek hastalığıyla savaştı, yalnızlığıyla savaştı hala da savaşıyor. Annem içinde koca bir sır sakladı, kaç yıl sakladı, neden sakladı, bilmiyorum. Bizim için savaşırken kızını kaybetti, ailesini kaybetti en sonda da kendini kaybetti. Kendi elleriyle sevdiği adamı öldürdü, kendini öldürdü geride gözü yaşlı çocuklar bıraktı. Dila, peri kızım, aşkım; bütün hayatıyla savaştı, kimliğiyle de savaşıyor. Ben, ben kimim? Ne için savaştım bu zamana kadar?

 

Yıllar sonra ortaya çıkan kardeşim bile savaşmıştı; Asya sevgi görmek için bütün hayatı boyunca savaştı. Sadece bir sevgi için, her şeyini sonuna kadar kullandı. Belki yendi belki kaybetti ama yılmadı, aklına koyduğunu elde edene kadar savaştı. Kardeşim dediği kız oldu hayatında, birbirlerini asla yalnız bırakmadıkları, hep yan yana oldukları bir kardeş kazandı. Ablası vardı, öz değildi ama ablasıydı. Her şeyi kenara bırakıp gelecekleri için savaştılar el ele. Şimdi... Gerçek ailesini kazandı; ikizini ve abisini buldu, aradığı sonsuz sevgiyi verdiği savaşta buldu. Asya savaştı, kazandı.

 

Ben savaşmadım, savaşmak için çabaladım, olmadı. Tebessüm ettiğim çiçeğim gözlerimin içine baktı, konuşmak istiyordu, bu hayata karşı konuşmak istiyordu. Göğüs kafesime sığınan çocuk ruhlu kız özgür kıtaya sahipti, özgür kıtaya sahip olan bir kızın havada ki buluta ihtiyacı yoktu çünkü istediği an kendi bulutunu kendi yaratabilirdi.

 

Saçlarını okşadığım Asya, hissetmiş olacak ki kendini dizginledi ve yavaşça geri çekti. Gözaltları kızarıktı, çok ağladığı belli oluyordu. Saçları dağılmıştı, yüzü hala solgun ve kırgın bakışlar atıyordu. Gülümsemeye çalışıyordu ama aklına bir şeyler geliyormuş gibi gülümseyemiyordu. Sıkışmıştı, gözlerine baktığımda anlıyordum.

 

"Ben," duyduğumuz mırıltı ile Çiçek'e döndük yüzlerimizi. Konuşmak istiyordu ama nereden başlayacağını bilemiyor gibiydi. "Ben ne demem gerekiyor, bilmiyorum. S-söylemek istediğim çok şey var lakin o kelimeleri seçemiyorum. İçim yanıyor, gerçek kimliğim canımı yakıyor," dediğinde gözlerinden yaşlar akıyordu. Titrek nefesleri, yıkılmış gözler bir hayatı temsil ediyordu. Ellerimin içinde naif el Asya'ya aitti, elini tuttuğum andan beri bırakmamıştım. Çiçek derin bir nefes çekti içine bir şeyleri silip atmak ister gibi. Tekrardan gözlerini bize çevirdiğinde tebessüm etti, ailesi karşısındaydı. "A-asya, beni sevebilecek misin?" yaralı kız çocuğu, karşısında kayıp tarafı... Ne hissedebilirdi ki başka...

 

Asya duyduğu cümle ile gözlerini ikizine çevirdi. Göz göze geldiler, birbirlerine ilk defa kardeş gözüyle baktılar, ilk defa birbirlerinin sevgisini hissettiler. Paylaşılması zor olan da kimlikleriydi, kaderleriydi ama onlar sadece birbirinin sevgisini istiyordu. Asya'nın gözleri sulandı, bakışları ikizindeydi ama gülümsüyordu. "S-seni kendimden bile daha çok seveceğim Çiçek, yaralı çocukluğumdan bile daha çok seni," dedi yaşam dolu sesiyle. Gözlerini bana çevirdi, "Sizi!" dedi, elimi sıktı varlığını hissettirmek ister gibi.

 

Çok derin bakıyordu bizlere bizim de ona baktığımız gibi. Biz üç kardeş, yılların günahını bugün üstümüzden attık, biz üç kardeş yılların ayrılığına bugün son verdik. Sevgimizle her şeyi sildik, ilk sayfamızı en güzel şekilde açtık.

 

"Teşekkür ederim," mırıltılı titrek sesle cevapladı Çiçek. "Kardeşim." Gözlerimiz Çiçek'le buluştu, kalplerimiz bir oldu biz kardeş olduk. Asya hıçkırarak ağlamaya başladığında hiç düşünmeden oturduğu koltuktan kalkıp ikizine, kayıp tarafına koşup sıkıca sarıldı.

 

Kalp, benim kalbim ikiye ayrıldı; kardeşlerim ve sevdiğim kız. Kalbimin yarılarına baktım, yıllarca da bakabilirdim sarılışlarına. Hiç bitmesin istediğim sayılı anlardan biriydi bu sarılış. Çiçek ve Asya. Tek gerçeklerim, ailem, kalbimin yarısı, nefes alma sebebim.

 

Beklemedim, kendimi geri çekmedim. Prenseslerime baktım, yanlarına gidip kocaman kollarımla sardım iki bedeni. Korudum belki de onları, kalkan altına aldım savaşan tarafımdan. Kollarımın altındaki iki bedende benim varislerimdi, benden sonraki yaşamda beni büyütecek geleceğimdi. Bana sevgiyi öğretecek minik ellerdi, temiz nefeslerdi.

 

Daha fazla dikkat çekmemek için bu kavuşmaya son vermemiz gerekiyordu, buradan çıkmalıydık. Çiçek için ayarladığım yere güvenli bölgeye götürmemiz gerekiyordu. Arka kapının orada Emre ve Aslı bizi bekliyorlardı, Çiçek'i oradan teslim alıp evine götüreceklerdi.

 

"Bende bu anın daha fazla uzamasını isterdim ama maalesef ki buna son vermemiz gerekiyor, planı başlatmak için Çiçek'i buradan çıkartmamız gerekiyor." Söylediklerim ile ortam sessizleşti, iyice gerildi. Ortamın gerginliği ile tüylerim diken diken oldu, üçümüzde aynı şekildeydik.

 

Tekrardan birebirimize sarıldık, gözlerimiz gözlerimizle buluştu, kollarımız birbirini sardı, biz vedalaştık. Gerçeklerin ağırlığı altında yıllar sonra vedalaştık güzel bir gelecek yaratmak için. Saniyeler dakikalara döndü ama o bakışlar asla gözümün önünden gitmedi. Sevgi arayan çocuk kalpler yıllar sonra o sevgide birbirine veda etti.

 

Daha fazla vakit kaybetmemek için Asya ile odadan ayrıldık. Biz buradan gittikten sonra Aslı ile Emre harekete geçecek Çiçek'i evine yani benim yanıma getireceklerdi. Odadan çıktıktan sonra aşağıya inmek için harekete geçmiştik ki merdivenlerden inen Dila ile karşılaştık. Kafam karışmıştı, onun aşağıda bizi bekliyor olması gerekmiyor muydu?

 

"Nereden böyle?" diye merakla sorumu yönelttim. Sesimle irkilen Dila bizi görünce şaşırdı, korkulu bakışlar attı. Asya dalgın olduğu için durumun farkında değildi ama bir işler dönüyordu bu çok belliydi.

 

"Lavabodan," sessizce çıkan sesini zorla duydum. Bir şeyler saklamaya çalıştığı çok belliydi ama üstelemek istemedim. Konuştuğumuzda sorardım şimdi uygun bir zamanda değildim. Başımı bir şey yok dermiş gibi aşağı yukarı salladım.

 

"Siz ne yaptınız?" ne kadar sormamaya çalışsam da aklım Dila'nın yukarıda ne işi olduğundaydı. Lavabo aşağıda da vardı bu katta da ama o üst kattaydı yani bilerek oraya çıkmıştı lavabo bahanesiydi. Bir şey belli etmemek için tebessüm ettim.

 

"Konuştuk, birbirimize sözler verdik en sonda veda ettik," heyecanlı çıkan sesimle konuştuğumda peri kızım gözlerimin içine baktı, yoğun duygularla bakıp tebessüm etti, uzun süreden sonra. Kalbim yerinden çıkacak kadar güçlü atmaya başladı tekrardan, âşık oluyordum bu kıza hem de her gün, her saniye.

 

"Çok iyi bir abi olacağından şüphem yok, Asya'ma çok iyi bak olur mu?" sesindeki özlem, sevgimizdi. Hissettim, onunla aynı duyguları hissettim. Bana hala inanıyordu, bana olan inancı tükenmemişti. Bana inan peri kızım, bana inan ki bende kendime inanabileyim, kardeşlerime iyi abi olup onları koruyabileyim, onlara güzel bir gelecek bırakayım.

 

Sen inan peri kızım kimse inanmasa bile sen bana inan. Sen inanırsan var olurum çünkü.

 

"Prenseslerime adil bir kraliyet bırakana kadar savaşacağım peri kızım, onların ağlayışı cehennemi yaratmam için yeterli," meydan okuyan sert sesimle bakışları değişti.

 

"Kötü biri ol demedim balık, sadece onlara zarara verecek bir şey yapma yeter." İstesem de kötü biri olamam ki peri kızım. Daha fazla uzatmamak için yolumuza devam ettik. Dila, Asya'nın koluna girerek ileriden yürümeye başladılar. Peşlerinden ilerledim, sakince hastaneden ayrıldık.

 

Buluşacaktık, peri kızım plandan bahsedecekti bunun içinde buluşacaktık. Fakat şu an Asya iyi değildi o yüzden onunla ilgilenmesi gerekiyordu. Ne kadar zorda olsa yıpratıcı bir gün geçirmiştik. Havalar kararıyordu, büyük ihtimalle Aslı ve Emre, Çiçek'i hastaneden çıkartmışlardı. Çiçek özel bir hastanede kaldığı için herkes ziyaret edemiyordu, bu işimize gelecekti. Çiçek'in hastaneden çıkartıldığı görevli doktoru ve hemşireleri biliyordu.

 

Her şey plan dâhilinde ilerliyordu, eve gidecek kardeşimi karşılayacaktım. Kimse onun benim yanımda olacağını tahmin edemeyecekti çünkü herkesle birlikte bende kardeşimin yerini bilmiyor olacaktım. Çiçek'i yerine yerleştirdikten sora da akşam Dila'ya gidecektim. Konuşacak çok şeyimiz vardı bunu biliyordum ve bu akşam ki konuşmamız ise çok farklı olacaktı, hissediyordum.

 

💦

 

Aşk ve intikam arasında kalmış kızdan:

 

Evdeydim. Asya hala huzursuzdu, yaşanılan yüzleşmenin altından kalkabilmiş kadar gözükmüyordu. Yaşadığı yüzleşme çok ağırdı, hele de bu yüzleşmenin zamanı onu çok yaralamışken. Ne kadar sevgisiz büyütülse de annesini kaybetmişti, kaybettiği annesiyken o bir kişi daha kaybetti; benliğini, kimliğini, çocukluğunu. Asya bir ölümle onlarca kişiyi kaybetti, bir ölümle yeni bir kimliğe kavuştu, gerçek kimliğine.

 

Hazırladığım sıcak çikolatayı Asya'nın çok sevdiği çiçeklerle süslenmiş beyaz fincanıma doldurdum. Tezgâhın altından tepsiyi çıkarttım, sıcak çikolatayı ve damla çikolatalı kurabiyeleri tepsiye yerleştirdim. Sakin kalmam gerekiyordu, Asya için buna ihtiyacım vardı. Derin bir nefes aldım, kendimi sakinleştirdim, tepsiyi alıp içeriye doğru hareket ettim. Sıcak çikolatadan çıkan buhar yüzüme doğru geliyordu ve sıcak basıyordu.

 

Bacaklarını kaldırıp kendine doğru çekmiş şekilde oturuyordu Asya, yanına ilerledim, korkmaması için yavaş hareketlerle ilk tepsiyi masaya bıraktım arından yanına oturdum. Dalgındı, derin düşünceler halindeydi. Hastaneden çıkıp arabaya bindiğimiz andan beri ağlıyordu. Bazen sesi kesiliyordu, derin düşünceler içinde sessizliğe gömülüyordu. Susuyordu, emimin ki söylemek istediği çok şey vardı. Mesela hesap sormak isterdi, babası bildiği adamdan hesap sormak isterdi. Savaşacaktı, bunu kendisi söylemişti; çocukluğu için savaşacaktı. Abisi ve babasından hesap soracaktı, ablasıyla birlikte onları evden kovacaktı ama yaşadıkları cesaretini köreltiyordu.

 

Gözlerinde kayıp Dila'yı görüyordum.

 

Ellerini, sıcak ellerimin arasın aldım, evinin olduğunu hatırlatmak gibiydi tutuşum. Sıcak evin her zaman yanında der gibiydi bakışlarım, dokunuşlarım. Yanlış bir şey yapmaktan korkuyorum, ona yanlış bir şey demekten, kalbini kırmaktan korkuyorum. Gözleri gözlerime değdi, fırtınalar koptu. Sessizdi ama içi feryat edercesine bağırıyordu.

 

"Y-yapma bunu kendine," dedim titrek bir sesle. Karşımda yok oluyordu, bunu gördükçe katili gibi hissediyordum. Belki annesinin dediklerini yalanlasaydım bu derece yok olmazdı gözlerimin önünde. Belki daha erken varsaydık bir şeylerin farkına bu derece canımız yanmazdı. Ama her şey belki...

 

"Ne yapıyorum ki güneşim?" sessiz çıkmıştı sesi, kendine yaptığını kabul etmek istemezcesine. Kendiyle yüzleşmek istemeyen bu çocuğu nasıl kendiyle yüzleştirmeye ikna edecektim?

 

-bir zamanlar senin olduğun gibi papatya-

 

Evet, iç ses bir zamanlar bende kendimle yüzleşmek istemiyordum.

 

-ne yapman gerektiğini biliyorsun papatya-

 

Biliyorum iç ses ama emin değilim. Papatyam kendiyle yüzleşebilir mi?

 

-sen nasıl yüzleştiysen papatyanda o şekilde yüzleşecek papatya-

 

Yüzleşmek zorunda iç ses, eğer ki yüzleşmezse asla kendini bulamaz o çıkmazdan da çıkamaz.

 

-papatyanı o çıkmazdan çıkar papatya-

 

Papatyam için...

 

-papatyan için-

 

"Kendini yok sayamazsın papatyam, kendini görmezden gelip silemezsin," ağır cümlelerim tek tek döküldü dilimden. Yaralayıcı cümlem her harfte iğne batırdı kırılgan kalbe, o iğne battı o can yandı.

 

"Kendimi yok saymak, görmezden gelmek daha iyi hissettiriyor güneşim," itirafı canımı yaktı, onunda yandığı gibi. Yabancılaşıyordu kalbine, yabancılaşıyordu kendine. Vazgeçmiş bakışları buldu irislerimi, her şeyden vazgeçmiş o kız...

 

Yapma bunu kendine Dila, sende öldün, sende yok oldun.

 

Senin de canın yandı, o yüzden yapma, daha fazla canını yakma.

 

Vazgeç gerçeklerden sadece destek ol papatyana, onun sana olduğu gibi.

 

"Her zaman senin yanında olacağım bunu biliyorsun demi," ne kadar soru gibi dursa da unuttuğu gerçeği hatırlatır gibiydim. Hafif tebessüm etmesiyle bende tebessüm ettim, onu güldürebildiğim için mutlu oldum.

 

"Biliyorum güneşim." Bazı bakışlar konuşurdu, bazı dokunuşlar fısıldardı; sessizlikte bir iletişimdi, sessizlikti bir konuşmaydı, sessizlikte bir anlaşmaydı. Beni anladığına dair bakışları içime oturdu, konuşmadı ama konuşmuş kadar oldu.

 

"Beni şimdi anlamış olman hiçbir zaman bir şeyi değiştirmeyecek papatyam, benim yaşadıklarımı da yaşamayacaksın çünkü senin kardeşlerin var, ablan var, abin var; senin sevenlerin var papatyam," sesimi duydukça kendi geçmişim gözümün önüne geldi.

 

Nasıl yalnız büyüdüğüm geldi gözlerimin önüne. Annemle birlikte yaptığımız resimler, yemekler geldi; birlikte eğlendiğimiz geceler, sabahladığımız günler, ağladığımız, dertleştiğimiz her saniye geldi gözlerimin önüne.

 

O camın önünde babamın geleceği günleri beklediğim geldi gözümün önüne. Gelip de bana hediye vermesini bekleyen o küçük kızı gördüm, hala bir umutla bekliyordu. Yaşayacaklarından habersiz bekliyordu geleceğini. Babası gelecekti, hayatını mahvettiği hediyesini de verecekti.

 

Okula başlayan o kızı görüyorum, aile olmak için mızıkçılık yapan okullu Dila'ydı.

 

Babasının ona masal okumasını isteyen kızın hayal kırıklıklarını hissediyorum an an.

 

Annesiyle oturduğu o masanın babasıyla dolmasını beklerken aç kalan Dila'yı izliyorum.

 

Her tarafta eksik kalmış o kızı yaşatıyorum kalbimde, yaşadığı hayal kırıklıklarıyla, umutlarıyla, neşe dolu hayalleriyle, gerçeklerle... Her şeyiyle o kızı yaşatıyorum.

 

"Beni sevdiklerini söylediler güneşim, beni kendilerinden biri olarak gördüler, beni sevdiler," çocuksu neşesiyle gördüğü sıcak çikolatayı alıp yudumladı. İçinin ısınması dışında hayalleri de ısınıyordu sıcak çikolatayla. Asya, sıcak çikolata içtiği sürece hayal kurardı, içtiği sürece de o hayallerin gerçek olacağına inanırdı.

 

"Sıcak çikolatayı içtin papatyam, hayalin gerçek oldu ve ailen seni sevdi." Batıl bir inanıştı ama Asya'yı mutlu ediyordu. "Yine sıcak çikolata içiyorsun çünkü yeni hayallere ihtiyacın var." Ben konuştukça neşesi arttı, ben konuştukça kendine geldi. Sıcak çikolatayı içmeyi kesmedi, kurabiyelerden aldı. Ona karşı bir şey söylemedim, yanında oldum. Yetti.

 

"Sıcak çikolata içmeyi asla bırakmayacağım güneşim, o her zaman beni sevdi, bana güzel hayaller verdi o yüzden sıcak çikolata benim her şeyim." Tekrardan gülümsüyor olması içimi ısıtıyordu. Yıkıldığı halini gördükten sonra toparlayamam diyordum ama çok kolay olmuştu, iç sesim sayesinde. Kendim oldum, gerisi geldi.

 

"Sıcak çikolata verenlerin çok olsun papatyam," söylediğim ile kıkırdadığımda bana baktı. Gözleri büyüyen kız her an dalacak gibi bakıyordu.

 

"Sen varsın ya," demesiyle sinirli suratı yumuşadı o da kıkırdamaya başladı. Birbirimize baktığımız anda hiç düşünmeden sarıldık. Ağlamamak için kendimi tutuyordum, her an ağlayabilir ortamı mahvedebilirdim.

 

"Senin misafirin gelecek demi," imalı şekilde konuştu Asya. İma ettiği şeyi anlamam ile gözlerimi büyüttüm, aklımı hemen fesat şeylere yormam neden bu kadar utandırdı, bilmiyorum.

 

"Asya," son harfini uzatarak ima yaptım aynı şekilde. Öyle bir imada bulunduğu için ona ders vermek amacıyla gıdıklamaya başladım. Kahkahalarımız salonu doldurduğunda iyi ki dedim. İyi ki beraberiz papatyam.

 

Geçirdiğimiz güzel dakikalardan sonra Asya dışarı çıkmak istediğini söyledi. Reddetmedim, ona iyi geleceğini bildiğim için kabul ettim.

 

-tek o yüzden mi kabul ettin papatya-

 

İç ses kimsenin Bulut geliyor diye kabul ettiğimi bilmesine gerek yok.

 

-artık 85 milyon biliyor papatya-

 

İç ses, sen çok kötüsün.

 

Bu gece çok farklı olacaktı, hissediyordum. Affetmek istemediğim balığımı bu gece dinlemek istiyordum, ona gerçekleri anlatmak istiyordum. Gözlerine bakıp yaşam dolu nefesi hissetmek, sarılmak istiyordum.

 

Bu gece peri kızı olmak istiyorum.

 

💦

 

Asya'nın gitmesinin üstünden 1 saat geçmişti. Yalnızdım, bekliyordum. Gözlerim kapıdaydı, her an gelecek olan misafirimi dört gözle bekliyordum. Kapı çalacaktı, muhteşem ötesi şekilde kalbimi attıran beyefendiyi karşılayacaktım. Küçüklüğüm ne kadar yaralı olsa da ondan kaçamıyordum. Artık kaçmakta istemiyordum. Ben Dila Deniz, çocukluğumun katilini kaybetmek istemiyordum. Yaralı olan kalbimi dinlemek istiyordum, onun adını anan kalp ritimlerimi duymak istiyordum. Ben benliğimle balığımın sıcak kollarını istiyordum.

 

Kaçtığım gerçek gözlerimin önüne serildiğinde, o savaşın içinde yapayalnız kaldığımda gerçekleriyle yüzleştim. İstemediği ölümün katili oldu, istemediği intikamın başrolü oldu kendini suçladı. İstemediği suçların matemini tuttu her gün, her gece. Kendini anlatmak istedi, dinlemedim. Sustu, yenilgiyi kabul etti, vicdanı susmadı. Yüzleşmek istedi, gerçeklerin ağırlığında ezildi. Kardeşinden vazgeçti sevdiği kız için ama hayat onu planladığını değil acı tarafını gösterdi. Planladığı sevgiyi değil katili olduğu sevgiyi verdi.

 

İtalya'ya gittiğimde her şeyin daha kolay olacağını sanıyordum. Eğer gidersem, anılarımdan, yaşanılanlardan uzaklaşırsam daha rahat atlatırım sandım. Olmadı. Sandığım gibi gitmedi İtalya'daki hayatım. Her gece ölümümle savaştım, her gün kimsesizliğime yuva oldum. Kendimi hayata karşı soyutladım, evden çıkmadım, keşiflere yelken açmadım, ölü gibi kararttığım evde günlerimi geçirdim.

 

Yaşadığım kayıplar ölüme yitti...

 

Sırtıma saplanan oklar mateme boğdu...

 

Gözyaşlarım yeni bir ev yarattı...

 

Kimsesizliğimin ortasında elimi tutan bir kıta bıraktı elime hayat. Özgürce nefes alabilmem için, en büyük kıtaya sahip cesur, güzel bir kız yaşamım için aldı o nefesleri. Kaçtım, peşimden geldi. Ağladım, gözyaşlarımı sildi. Ölmek istedim, kurtardı. Soyutlandığım hayatı her saniye bana hatırlattı. Kimliğimi, çocukluğumu, yaralarımı nefesiyle tedavi etti. Dokunuşlarıyla canhıraş savaştı. İyi gelebilmek için kendi yaralarını sildi yaralarımı yarası yaptı. Kardeş bağının ilmini attı masumiyetiyle.

 

Yıllar önce bu hayattan gitmek istedim. Annemin yuvasında, babamın huzuruna koşmak, sarılmak istedim. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurda bileklerimi kestim. Aslında kestiğim bileklerim değildi, hayata bağlanan iplerimdi kestiğim. Sırların bağlandığı o anahtardı yok etmek istediğim. Çıkmaz sokakta vazgeçmiştim kendimden, bu hayattan.

 

Ailem için...

 

Kesemedim hayatın ipini. Kardeşim o ipi tuttu, düğüm yaptı. Dünyamı acılı gerçeklerle mühürledi. Mühüre ise papatya dedi; papatyanın şansı vardı çünkü ya severdi ya da sevmezdi. Tek tek koparılırdı hayattan kimisi severken kimisi sevmezdi; iki ihtimalle savaşırdı papatya. Bir demet papatyayı hayatım ilan etti, iki seçenek sundu. Her türlü savaşılacak iki seçenek.

 

Daldığım derin düşüncelerden çalan kapı ziliyle uyandım. Ufak çaplı sarsıntı yaşadığımda sakinleşmek için derin bir nefes alıp ayaklandım. Dış kapıya doğru attığım her adım haykırıyordu, "Bu gece yaşam gecesi, bu gece veda gecesi, bu gece birleşme gecesi..." duyduğum her sözde daha da bağlandım bu geceye. Kapının kolunu tuttuğumda ise sadece bir şey istiyordum, daha fazla kızaramamayı. Onun yanındayken ister istemez elmalı yanaklara sahip oluyordum.

 

Kapıyı yavaşça araladığımda tüm ihtişamıyla balığım beliriverdi. Süzdüğüm gözler, gözlerimin içinde parıldıyordu, aldığım nefesler onun nefesleriydi, kalbimin ritmi onun sesiydi. Huzur, hissettirdiği duygu olmak için savaşırken yaralı çocukluğum o savaşta galip geliyordu. Ne kadar çok seversem seveyim huzurlu olamıyordum, kendimi ona bırakamıyordum. Güvenemiyordum.

 

"Hoş geldin," heyecanlı olduğumu belli etmemek için sesimi kontrol etmeye çalışsam da sessiz mırıldanışım ele verdi. Şimdiden kızarmaya başlıyordum.

 

-hiç şaşırmadık papatya-

 

Siyah kot pantolon, siyah sweatshirt giymeyi tercih etmişti. Siyahların içinde ki bedeni göz alıcıydı. Ellerinde tuttu bir demet papatya ise yaşamımın tercihleriydi. Sevdiğim çiçek... Bizim çiçeğimiz... Papatya.

 

Yıllar önce gezdiğimiz bir gün papatyaları bizden armağan kalması için etrafımızdaki insanlara verdiğimiz ve notlar yazdığımız o gün aklımı kurcaladı. Kahvaltı yaptığımız otantik mekân, mağazalara girip bir sürü kıyafetler denememiz, mahallede ki çocuklarla oynamamız, sahilde koşmamız, vapura binip Büyükada'ya gitmemiz, bisiklet sürmemiz, dans etmemiz, konsere gitmemiz, otobüste omuz omuza uyumamız, şarkı keşfetmemiz... O gün bizim günümüzdü.

 

"Hoş buldum," hafif tebessüm ederek elindeki bir demet papatyayı uzattı. Tebessümüne karşılık gülümseyip papatyaları kucakladım. Kokladığım çiçekler, yaşamı hissettirdi. Yaşamın gerçeklerini, acımasızlığını kokladım. Öğrendiğim bu koku bendi, benim yaşamımdı. İçeriye doğru ilerleyen Bulut'un peşinden ilerledim. Bulut koltuğa otururken çiçekleri boş olan vazoya yerleştirmek için mutfağa ilerledim. Vazonun içine yaşam sularını doldurduktan sonra çiçekleri yeni yuvalarına yerleştirdim.

 

Nazik gözükmek için yapılan bu hareket bile bir demet papatyanın hayatını değiştirdi.

 

Çiçekleri cam kenarına yerleştirdikten sonra içeriye Bulut'un yanına ilerledim. Ne kadar garipti, yüzünü bile görmek istemediğim kişiyi deli gibi görmek istemem. Ne değişmişti? Öğrendiğim gerçekler mi değiştirdi, yaşanılacak olan yüzleşmeler mi? Bilmiyorum.

 

"Bir şey içer miydin?" nazik olmak için sorduğumda asıl istediğim direk konuşmaya girmekti. Gözleri gözlerimi bulduğunda ufak bir düşünüşe geçti çok geçmeden de cevap verdi.

 

"İkimiz içinde su getirirsen sevinirim," neden ikimiz için be adam, neden kalbim?

 

"Tabii ki hemen getiriyorum." Mutfağa geri döndüğümde ise tek bir düşünce içindeydim. İki su istemesinin nedeni neydi? Fazla kafa yormadan iki bardak suyu alıp yanına döndüm. Orta sehpaya iki bardak suyu bıraktıktan sonra araya mesafe koyarak yanına oturdum. Birbirimizi süzdüğümüz dakikalarda sessizdik. Sessiz kaldığımız sürece konuşamayacağımız halde sustuk, özlem bütün bedenimizi ele geçirdi, hasret giderdi gözlerimiz.

 

"Diğer bardak senin," diyerek sessizliği bozdu Bulut. Uzattığı bardağı alıp bir yudum çektim içime. Nasıl başlayacağımı bilemiyordum, bu kadar konuşma yaşamışken şu an konuşamam sinir bozucuydu. Aynı şekilde Bulut'ta suyundan bir yudum aldı. Aldığım sık nefeslerden dolayı bu kış havasında bile sıcak basıyordu.

 

Biz seninle hiç kış mevsimini yaşamadık, sevgilim. Biz seninle kar savaşları yapamadık, sonbaharda yapraklar toplayamadık. Soğuk nedir öğrenmedi bizim aşkımız, biz yazın en büyük kışı yaşadık seninle, kış nedir bilmezken. Dökülen kanlar bizi üşüttü, sonbahar olmadan kanlı yaprakları topladık. Senin ihanetin birlikte yaşamadığımız mevsimleri yaşattı, birlikte koklamadığımız kokuları koklattı balığım. Sen beni bilmediğim o mevsimde yalnız bıraktın, ihanetinle.

 

Üşüyorum. Kış merhaba dedi, sonbahar son günlerinde. Aylardan Kasım, seninle ilk ayımız. Biz seninle Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart, Nisan aylarını yaşamadık balığım. Seninle yaşayacağımız çok gün vardı ama senin ihanetin her şeyi değiştirdi. Ben İtalya'ya yaşam mücadelesi verdim sen de dört duvar arasında kendini cezalandırdın.

 

"A-asya nasıl oldu?" kardeşini merak ediyordu, yıllar sonra bulduğu kardeşini sahiplenmişti. Abi olmak için verdiği iç savaşı hissedebiliyordum gözlerine baktığımda onu okuyabiliyordum.

 

"Daha iyi oldu," dedim gözlerinin içine bakarak. Savaş veren iki krallık gibi bakıyordu gözlerimiz birbirine. "Çok ağladı, çok yıprattı kendini ama sizin varlığınız ona iyi geldi, daha da gelecek inanıyorum." Düşman kraliyette barış sağlanır mıydı, bilmiyordum ama biz bugün barış sağlayabilirdik.

 

"Bana mı inanıyorsun peri kızım yoksa kızlara mı, doğruyu söylesene?" imalı sesi hastanede ki konuşmayı hatırlattı. İyi abi olmak için savaştığını gözlerimle görürken ona inanmadığımı düşünüyordu. Ne dersem diyeyim duymak istediği cevabı alamayacaktı.

 

"Sana inanıyorum balık, tüm saf duygularımla hala senin adını sayıklayan o kalple inanıyorum," dedim gözlerimi kırparak. Gözlerimi kırpmam daha inandırıcı hale getirir gibi hissettim, geçmişi bildiğimi göstermesi için kırptım.

 

"Hala..." dedi kelimenin üstüne basarak. "... kalbinin benim adımı sayıkladığına emim misin?" Her kelimesinde kanattı ruhumu, bugün daha farklı olmasını bekliyordum ama yanılmışım. Bulut'un benimle konuşmak istediğini sanıyordum, yanılmışım. Yanılmak, çok yaraladı çünkü ben onunla konuşmak istiyordum.

 

"Hala bu kalp..." elini tutup kalbimin üstüne götürdüm. "... senin adını sayıklıyor. Onu yaralamana rağmen hala senin için deli gibi atıyor," sesim hayal kırıklığıyla karışıktı. Ne hissetmem gerekiyordu, bilmiyordum. Çok karışık duygular içindeydim, isim dahi veremediğim bu duyguların altında eziliyordum.

 

"Katiline karşı ritim tutuyor öyle mi?" diyerek bildiği şeyleri sordu. Yüzüne baktığımda hemen kaçırdı gözlerini. Yakaladığım kaçak bakışı mutlu etse de bozuntuya vermedim.

 

"Katile karşı tuttuğu ritim ona güç veriyor," dedim hissettiğim duygularla. Kendimi açıklamak istiyordum, beni dinlesin, anlasın istiyordum. Bu gece biz olalım istiyordum çünkü yarın her şey değişebilirdi.

 

"Güç mü?" dedi şaşırarak. Neye şaşırıyordu ki, biz âşık değil miydik? Bakışları bile güç verebilirken sadece kalp ritimim değildi onu hissettiren. Yıllardır kaçsam da kaçamıyordum aşkımdan.

 

Aşkımız gün geçtikçe imkânsız oldu. Katilimi ne kadar sevsem de bağlanamazdım, geçmişi görmezden gelemezdim. Sevgim ne kadar yozlaşmış topraklara dönüşmüş olsa da onu unutamıyordum, yok sayamıyordum. Gözlerim gözlerinde buluştuğunda tek tel süzüldü yanaklarıma doğru. Neden ağlamak istiyordum, bilmiyorum.

 

Elleri usulca yanaklarıma değdiğinde ürperdim. İçimde yangınlar çıktı, ufak dokunuşu yıllar sonra tekrardan heyecanlandırıyordu, deli gibi nefret ederken bu heyecan neyeydi? Dökülen gözyaşımı sildiğimde yüzü yüzüme yakınlaştı, her geçen saniye daha da yakınlaşıyorduk.

 

-yapma bunu kendine yapma Dila yaralı kalbin ve çocukluğun bu yakınlaşmadan hoşnut duymuyor-

 

Ama ben, ben bu yakınlaşmayı istiyorum iç ses.

 

-isteme papatya isteme çünkü biz zarar göreceğiz-

 

Karşı koyamıyorum iç ses, balığıma karşı koymak bir kilo çikolataya hayır demek kadar zorlaştı.

 

-sen gerçeklerin anahtarısın papatya o yüzden kalbini aşktan korumak zorundasın-

 

"Bu aşktan korunmak istemiyorum iç ses," duyduğum tıslama ile kapalı gözlerimi açtım. Karşımda gülmemek için zor duran balığımı gördüğümde aklıma gelen ilk durumun yaşanmamasını istiyorum. Lütfen içimden konuşmuş olayım Allah'ım, lütfen!

 

"Hangi aşkmış korunmak istemediğin?" sorduğu soruyla iyice yerin dibine girdim. Nasıl yaptım bu hatayı of ya, of! Hep senin yüzünden iç ses, hep senin yüzünden. Kendimi toparlamak için gözlerimi kaçırdığımda parmak etlerimle oynamaya başladım. Nasıl cevaplayacağımı şaşırmış durumdaydım, dilim tutulmuştu. Bilmediğim ülkeye gelmiş ve kaybolmuştum, konuşmak istiyordum ama buranın dilini bilmiyordum, yabancıydım bu ülkeye.

 

Bu aşka yabancılaştım. Papatyaların kaderine bağlıydı aşkım; seviyor, sevmiyor...

 

Utandığımda yanaklarımın kızardığını bildiğim için balığıma bakamıyordum. Ağzımdan kaçırdığım cümlenin anlamını bile bile sorması iyice utandırıyordu. Kızıl yanaklarımı görmesini istemiyordum, beni defalarca böyle görmesine rağmen bu gece görmesini istemiyordum. Bu gece ona, sevgime veda etmek istiyordum çünkü finale gidiyorduk. Oynadığımız bu oyunda kazanacağım gibi kaybedebilirdim de... Kaderimi oyuna bağlı tutmak da benim yapacağım bir intikamdı.

 

"Şey..." dedim ne diyeceğimi bilemediğim o arada. "... yani, ben, öyle demek..." iyice saçmalamaya başladığımda ise Bulut'un kahkahaları kulağıma yetişti. Ben kekeliyordum o gülüyordu. Bu adalet değildi, her an boğazına yapışabilirdim. "...Sanaydı, sana olan aşkımaydı," diyerek toparladım kendimi. Kahkahaları arasında gözlerimiz buluştuğunda ne kadar komik bir durumun içinde olduğumuzu anladım ve ona eşlik ettim.

 

"Banaydı," kahkahalarımız arasında duyduğum sesiyle ufak çaplı sustum sonra ise tekrardan kahkaha atmaya başladım. Evin içini kahkahalarımız doldurmuştu, karşı dairede saklanan düşmanımızın kemikleri kırılırcasına ağladığını hissedebiliyorum. İstediğine ulaşamamıştı.

 

Bulut... İlk aşkım! Son aşkım! Karşı koyamadığım sevgisi beni bitiriyordu, yok ediyordu. Yalnız kalmak istediğim de yanımda olsun istiyorum. Ağlamak istediğimde benimle ağlasın istiyorum. Güldüğümde birlikte gülelim istiyorum. Eğleneceksek birlikte eğlenelim, üzüleceksek birlikte üzülelim istiyorum. Ben her şeyi balığımla yapmak istiyorum. Eskisi gibi olalım istiyorum bütün imkânsızlıkların arasında.

 

Savaşın ortasında barış istiyorum.

 

Güneşin batışında doğuşunu, doğuşunda batışını istiyorum.

 

Gecemde yıldızlarım olsun istiyorum.

 

Benimle olsun, birlikte olalım istiyorum.

 

Bulut, balığım kalsın istiyorum.

 

Sonsuz denizlerde birlikte yüzelim istiyorum.

 

Katilimden aşkım olmasını istiyorum, bütün geçmişe rağmen.

 

"Senin aşkında kalmak istiyorum, senin peri kızın olarak kalmak istiyorum, bütün imkânsızlıklara rağmen." Kahkahalarımızın arasında yaptığım itiraf susmamızı sağladı. Kalbim delicesine atmaya devam ediyordu, her an ağlayabilirdim. Huzur yoktu, güven yoktu ama aşk bütün düşüncelerimi köreltmişti.

 

"Aşkımız son bulmasın peri kızım," dedi ateş gibi tenime nefesini üfleyerek.

 

"Balığım olman için çok savaş vermen gerekecek," hatırlattığım gerçekler canımı yaksa da unutamazdık, kaçamazdık. Onları kabul etmedikçe de devam edemezdik.

 

"Vereceğim savaşta seni kazanacaksam ne kadar fazla olduğu ve zorluğu önemli olmuyor çünkü bütün önemi üstüne çeken bir peri kızı oluyor," sıcak nefesi boynuma doğru geldiğinde yutkundum. Bu yakınlaşma gerçekten çok fazlaydı. Duyduğum iltifatlara hemen kanmayacağımı biliyordum ama göz kamaştırmasına kapılıyordum.

 

"Bulut," dedim bu gecenin en ağır cümlesini kurmaya hazırlanırken. Gözlerimin içine baktı mırıldanarak cevap verdi. "Efendim."

 

Lal olduğum o saniyeler dakikalara dönüştü, ben sustum. Konuşmak istiyordum, o cümleyi söylemek istiyordum ama o cesareti bulup o cümleyi kuramıyordum. Gitmekten korkarken bu cümleyi nasıl kurabilirdim ki? Savaşması gereken bir geleceği varken ona bu cümleyi nasıl söyleyebilirdim? Kaderimi bir oyuna bağlı tuttuğumu nasıl söyleyebilirdim.?

 

O oyunu kazanacağımı biliyordum çünkü oyununun kurucusu bendim, ben başlatacaktım o oyunu o yüzden kaybetmezdim, inanıyorum. Korkmuyor değildim, ne kadar oyunu ben başlatsam da ya kaybedersem...

 

Kederimi kaybedersem...

 

Bir demet papatyayı kaybedersem...

 

Üzgünüm, bu şehirde, bu gerçeklerle üzgünüm. Ömrümün bütün sırlarında ki gerçeklerinin külünden korkuyorum. Kalbimdeki yangının büyümesinden ve beni yok etmesinden korkuyorum. Ya doğrularım yanlışsa, ya gerçeklerim hançerse...

 

Anneme doyamadığımda hançer yedim, babama doyamadığımda hançer yedim, aşkıma doyamadığımda hançer yedim. Kendimden kaçtığımda, ölmek için hançeri kendim sapladığımda kurtuldum. Hançer oldum, mateme boğuldum, yozlaşmış sevgiye tutsak kaldım, olmadı.

 

"Olurda bir gün, 'Hoşça kal!' demeden gidersem beni kötüleme. Deseydim gidemezdim." Kurdum, her şeyden korkarak o cümleyi kurdum. Kaçtığım bütün gerçeklerin ağırlığıyla, kaderimi kabul ederek konuştum. Belki giderdim, belki gitmezdim her şey bir demet papatyanın iki seçeneğine bağlıydı.

 

Gözlerim dolu doluydu, ağmak istemiyordum ama gözlerim bu kararıma meydan okuyordu. Karşımda şaşkınlıktan dili tutulan adam ne diyeceğine bilemez haldeydi. Duygularımın karışıklığını aynı şekilde o da yaşıyordu. Gerçeklerin konuşulacağı o günde balık ve peri kızı olarak en büyük savaşı biz verecektik. Öğrenilecek gerçekler bizi çok yaralayacaktı, bildiğim gerçekler beni öldürüyordu.

 

Titrediğini ellerinden anlıyorum, gözlerine baktığımda düştüğü çukuru görüyorum, sulu gözleri akmak için fırsat kollarken kalbinin savaşını kılıç seslerinden işitiyorum. Her anıyla balığımı hissediyorum, görüyorum, duyuyorum. Aşk böyle bir şeyse evet, aşkımı yaşıyorum, aşkımı görüyorum. Üzülürken, mutlu oluyorum, aşkın zıtlığını iliklerime kadar yaşıyorum.

 

"Olurda bir gün gidersen, geride bıraktığın mezarda olacağım. Kalbimi bir çıkmaz sokakta bırakacağım, o mezarda kalbini yaşatacağım." Duyduklarımla şok sırası bana geçmişti. Göz bebeklerim büyümedi aksine kapandı. Gözlerimi ana kapattım, ana hapsettim. Yavaşça, ellerimden destek alarak balığıma yanaştım. Tenimde tenini hissettiğimde ise kafamı yavaşça omuzuna bıraktım. Yaralı kalbimi dinlemedim, çocukluğumu susturdum ve omuza yerleştim.

 

Sıcaktı, yuva gibiydi. Deniz kokuyordu her zamanki gibi, her zamanki gibi balığımdı. Gözyaşlarım sessizce aktı yanaklarıma doğru. Yaptığım hareketle bende şok yaşıyordum ama benimle birlikte şok yaşayan bir diğer kişide balığımdı. O kadar yaşanmışa rağmen o omuzdan destek alıyordum. Kırgınlıklarımı silmedim, akıttım usulca. Kızgınlığımı yok etmedim, nefeslerime tutsak ettim.

 

Saçımda hissettiğim sıcaklıkla gözlerimi açtığımda onunda başını başımın üstüne yatırdığını anladım. Ellerimle ellerini tuttuğumda kalp ritmim iyice hızlandı, iyice duyar hale geldim. Özlediğim o sıcak kollardaydım. Bunu zorda olsa başarabildiğim için gülüyordum. Kendime verdiğim sözü tutmadım ama onu en içten şekilde hissettim.

 

Balığımı hissettim...

 

"Çok yıprandım Bulut," kollarındayken içimi dökmek için harekete geçtim. Ağzımdan çıkacak her kelime canımızı yakacaktı, belki paramparça edecekti hiç parçalanmamış gibi ama ben rahatlayacaktım. İçimi dökmek istiyorum çünkü çocuk Dila'nın buna ihtiyacı var çünkü benim peri kızının, papatyanın buna ihtiyacı var. "Aklının alamayacağı kadar yıprandım. Senden kaçtım, babam bildiğim adamdan bütün gerçeklerden kaçtım ama olmadı. Ne kadar kaçtıysam o kadar çok canım yandı, ne kadar unutmak istediysem her saniye hafızama kazandı, ne kadar konuşmak isteydiysem o kadar sustum." Sessiz mırıldanışlar zaman geçtikçe isyanlara döndü. Gözyaşlarım sessizce akmaya devam etti. Elleri ellerimde, başı başımdaydı, kalbinin atışını duyuyordum. Çarpan kalplerimiz bizim gerçeklerimizdi, bizim miladımızdı. Kalplerimiz birbiri için bu denli çaba tükettiği sürece biz olmaya devam edecektik; yaralı çocukluklarımızla. "Olmadı, kaçtım ama sizden de, gerçeklerden de kurtulamadım." Susmamla birlikte ev sessizliğe gömüldü.

 

Sessiz olan evin içinde iki yaralı kalpler birbirini kovalıyordu. Her şeye rağmen birbirine sahip olmaya çalışıyordular.

 

"Dört duvara girdim peri kızım yine de o gerçeklerden kurtulmadım," diyerek evin içindeki sessizliği bozdu. Onu görmüyordum ama saçlarımın arasındaki yaşları hissediyordum. Sessiz gözyaşlarıma balığımda eşlik ediyordu. "Kısacası, biz nereye gitmiş olursak olalım, mezara da girsek gerçeklerden kurtulamayacağız çünkü saklanan tozlu defter anahtarını istiyor, o anahtarla sırların aydınlanmasını ve mucize gerçekleştirerek çıkmaz sokaktan çıkış yolunu açmak istiyor." Duyduklarım ile gözlerimi kapattım, sessizce gözyaşlarımı dökmeye devam ettim. Ellerimdeki eli sıktım, kabul etmek istemezcesine çünkü onu, sevdiklerimi kaybetmekten korkuyorum.

 

O anahtar bendim. Tozlu defterin, mucizenin anahtarı bendim. Bu her şeyden çok korkutuyordu.

 

"Anahtar benim, ben o mucizeyi gerçekleştirecek kişiyim balığım," dediğimde bildiklerimi kendime inandırmaya çalışıyordum. Söylerken ne kadar balığımı inandırmaya çalışıyor gözüksem de asıl kendimeydi bu cümleler. İnanmak istemediğim bu gerçek, kalbimin üstündeydi, hançerin kendisiydi.

 

"Anahtar sensin peri kızım," duyduğum titrek sesle korkan tarafın tek ben olmadığımı hissettim.

 

"Bu korkutuyor balığım," hem de o kadar çok korkutuyor ki annemle babamın ölmesini isteyecek kadar can yakıyor. "Kendimi kaybetmekten korkuyorum, tanımadığım birine dönmekten korkuyorum." Yaptığım itiraf asıl itirafımdı, dönüşeceğim kişiden korkuyordum. Kalp hırsızı olan ben ismimin anlamını fiziksel olarak yaşatmak istemiyorum, kötü biri olmak istemiyorum.

 

"Sen," dedi sanki diyeceğine kendini inandırmak istercesine. "Dila'sın, peri kızımsın, kalp hırsızımsın, papatyamsın, sevgilimsin, aşkımsın ve emin ol ki sen korktuğun o kişiye dönüşmeyeceksin." Ellerimi tutan eli kalbimin üstüne gittiğinde onu dinliyordum, gözlerim kapalı, onun gerçekçi, inandırıcı sesini dinliyordum. "Bu kalp attığı sürece de sen sen olmaktan çıkmayacaksın peri kızım," diyerek beni sakinleştirmeye çalıştı. Belki dediklerine kendi bile inanmıyordu, belki de gerçek düşünceleriydi. İnanmak istedim, her şeyden çok şu an balığıma inanmak istedim. İnandım.

 

"Ben Dila, gerçeklerin anahtarı, bir kalp hırsızı," dedim kendi acılı gerçeklerimi konuşturmak için. Kapalı olan gözlerimi açtım, camdan dışarıya diktim, gözükmeyen yıldızlara baktım. "Konu sevdiklerim olduğunda hiç tanınmayan birine döneceğimi adım gibi biliyorum. Ve konu sevdiklerimken korkak değil cesur kız oluyorum. Şimdi ise konu sevdiklerim balığım, dönüşeceğim kişi kaderimin bir oyunu.

 

Sessizliğe gömülen ev bu sefer benin haykırışlarımla kasvete dönüştü. Gerilim arttı, gerçekler içimdeki çirkefi dışarı yansıttı, yansıtılan taraf ise korkulan taraftı. Kalbimdeki eli düşen çocuk, âşık olduğu kızın diğer kişiliğiyle tanışıyordu. Onların planlarındaki baba bekleyen kız değildi, babasını öldürecek kadar cesur bir kızdı. Karşılaşacakları Dila çok farklıydı, onların beklediğinden çok...

 

"Planın ne peri kızım?" bizim sonumuzu olabildiğince güzele bağlamak sevgilim. Bize gelecek inşa etmek. Başımı omzundan ayırmadım, başı başımın üstündeydi. Ayrılmıyorduk, ne dersek diyelim birbirimize ayrılmıyorduk. Çok düşünmek istemedim söyleyeceklerimi, bir çırpıda söyleyebilirdim.

 

"Bize ve sevdiklerimize güzel bir gelecek inşa etmek istiyorum balığım," dediğimde eminim ki ne demek istediğimi anladı. Anladı ki bir an gergince nefes alıp verdi. Çünkü gelecek kolay inşa edilmeyecekti. "Buda Ahmet Deniz'in ölümüyle sağlanacak."

 

Geleceğim için katil olacağım küçüklüğüm.

 

Geleceğimiz için katil olacağım kardeşim, papatyam.

 

Geleceğimiz için katil olacağım balığım.

 

Gelecek için kan dökeceğim, geçmişin intikamını geleceğin güzelliğiyle kanatacağım.

 

"Ben..." mırıltılı sesi bu hikâyedeki yerini soruyordu. "... bu hikayede nerede yer alıyorum, görevim ne?"

 

"Senin yerin kalbim, görevin kalbime sahip çıkmak. Beni kendimden koruman, beni babamdan koruman, beni gerçeklerden koruman, beni silahtan koruman..." beni koru ki bize gelecek inşa edebileyim balığım. Ben seninle var olacağım gelecekte, bütün yaşananlara rağmen seninle nefes alacağım.

 

"Ya koruyamazsam?" olanaklardan birini dillendiren balığımın omzundan başımı yavaşça kaldırdım, gözlerinin içine baktım. Böyle bir olanak olmayacak der gibi baktım, böyle bir şeyi yaşamak zorunda kalmayacakmış gibi yanaklarını okşadım gözyaşlarını silercesine.

 

"Sözünü tut balığım!" kalbini yok et kalbimi yaşat. "Kalbini bir çıkmaz sokakta bırak, o mezarda kalbimi yaşat." Kendi cümleleriyle baş başa kalan balığım öyle bir baktı ki pişman oldum. Ona bu derece ağır bir cümleyi söylemekten pişman oldum. Kaybedersem geride bırakacağım o enkazı mezar yapacağının sözünü istedim resmen, bu yaktı.

 

"Söz peri kızım, o kalbi yaşatacağım." Gözlerimiz birbirinden ayrılmıyordu, istenilen bir kavuşma vardı ama onu engelleyen o his kalbimdeydi.

 

"Sana çok kızgınım, sana çok kırgınım, senden nefret ediyorum ama olmuyor. Kızamıyorum, nefret edemiyorum," dediğimde bir başka itirafta bulunuyordum. Kalbimin sesini dışarıya veriyordum. "Affetmek istiyorum, kırgınlığım izin vermiyor. Sarılmak istiyorum çocukluğum izin vermiyor, öpmek istiyorum kalbim izin vermiyor balığım. Ben seni hissetmek istiyorum ama kalbim, aklım katilime karşı acımasız." Sustum gözlerimiz konuştu. Gözlerim cama kaydığında karın yağdığını gördüm. İlk defa İstanbul'da erkenden karın yağdığını görüyordum.

 

Balığım bu kar bizim ilk karımız.

 

"Kar yağıyor balığım," heyecanlı çıkan sesimle ortamın kasvetini dağıtmak istedim. Başardım mı, bilmiyorum. Gözleri camı bulan balığımla karın yağışını izledim, gözlerim bir dışarıda, bir balığımdaydı. Ne kadar kırgında olsam olmuyordu, ondan uzak duramıyordum.

 

"Deneyelim," duyduğum sesle başımı balığıma çevirdim. Ela gözlerine baktım, cennetime, cehennemime, aşkıma, dünyama baktım. Gözlerine bakınca cenneti tadıyorum gibi, gözlerine bakınca yarattığım cehennemi görüyorum, gözlerine bakınca aşkımı hissediyorum, gözlerine bakınca dünyamı yaşıyorum. Gözleriyle hem yok ediyor, hem de yaşatıyor. Aşk gibi...

 

Başarabilir miydik? Tekrardan biz olabilir miydik? Beni kazanacağı o savaşı verebilir miydi? Kendimi affedebilir miydim? Onu, balığımı affedebilir miyim? Geçmişi silebilir miyim? Gelecekte mutlu olabilir miyim? Sevdiklerimi yaşatabilir miyim? Çocuk Dila'yı susturabilir miyim? Peki ya yaralı kalbim?

 

-bir demet papatya ve kader oyunu papatya-

 

İki seçenek; dene, deneme.

 

-seviyor, sevmiyor gibi yaşa, öl-

 

Seviyor, yaşa ve dene iç ses. İki değil, üç seçenek, üç gerçek...

 

"Deneyelim balığım," bizde geleceğimizi inşa edelim. "Her şey bittiğinde, çıkmaz sokaktan çıktığımızda deneyelim. Aşkımızı haykıralım birlikte, yaşayalım sevgimizi, geçmişle harcamayalım, geleceğimizde doya doya yaşayalım ." Susturalım yaralarımızı, kıralım hislerimizi, bir olalım, biz olalım.

 

Gülümsedi, gülümsedim.

 

Baktı, baktım.

 

Hissettim, deli gibi atan kalplerimizi...

 

"Vazgeçmek yok!" dedi bildiği halde sesimden duymak istediği gerçeği.

 

"Vazgeçmek yok," dedim, tüm inancımla.

 

Yıllar önce İtalya'ya gittiğimde biri çıkıp da bunları anlatsaydı asla inanmazdım. Ben bütün gerçeklere rağmen hayatımın katiliyle aşk yaşamayı kabul edeceğim. Bir demet papatyalık hayatımda tekrardan o tuzağa düşeceğim derdim. Kalbim izin vermezdi ki zaten izin vermiyordu, aklım kalbimi susturur diyordum.

 

Olmadı, nereden geldiğini bilmediğim bu hisle kabul ettim ve o tuzağa attım kendimi.

 

💦

 

"Oyun oynayalım mı?" az da olsa kendimize gelmemiz ile ortamı daha farklı hale getirmek için aklıma gelen ilk fikirle heyecanlandım ve bunu delicesine yapmak istedim. Sesim heyecanlıydı, umut doluydu.

 

"O-oyun mu?" karı izlediğimiz camdan gözlerini bana çevirdi balığım. Kocaman gülen yüzümle karşılaştığında gülümsemesi genişledi. Ona iyi geldiğimi gördükçe daha da iyi oluyordum. Gözlerimdeki parıltıyı hissettikçe daha da keyfim yerine geliyordu.

 

"Evet, oyun, ne olur kabul et oynayalım," diyerek yalvarmaya başladığımda balığımın kahkaha atası bir oldu. Ne oldu da şimdi kahkaha atmaya başladı ki? Sadece oyundu yani, ufak bir oyun oynamak istemiştim, bu kadar gülecek bir şey yoktu. "Ne oldu, niye gülüyorsun, gülecek bir şey mi var?" söylenerek terslediğimde iyice kahkaha atmaya başladı.

 

"Daha oyunu anlatmadan yalvarmaya başladın peri kızım, buna gülmem suç değil öyle değil mi?" kahkahalarının arasından fırsat bulduğunda konuştu. Çok sinirlendiğim içi yüzüne bakmıyordum, kalbimi kırmıştı. Söylediği şeyle kendime geldiğimde ise bende kahkaha atmaya başladım.

 

Ne oynamak istediğimi söylemediğim gibi bir de oyun oynayalım diye yalvarıyordum. Gerçekten tam gülmelik bir durumdu. Ev tekrardan kahkahalarımızla dolduğunda mutluydum, huzurlu değildim belki ama mutluydum. Her şey rüya gibiydi, bu gece burada yaşadıklarımız bir rüyaydı. Olamasın istedim, bu gece bir rüya olamayacak kadar gerçek olsun istedim.

 

"Benim hatam," diyerek kahkaha atmaya devam ettim. O kadar çok komiğime gitmişti ki hala gülüyordum. "Dışarı çıkıp karın altında oyun oynayalım mı?" birlikte ilk karımızı yaşayalım balığım, ilk defa karı tenimizde hissedelim.

 

Kasım ayında yağan bu kar bizim karımız olsun. Bu ayda kar kristali düşmeyen bu şehre ilk defa bu ayda kristaller düşüyorsa bu bizim olsun, miladımız olsun. İlk kasım, ilk kar! Ela gözlerine bakayım ısınayım balığım, ellerini dokunayım buz kesmiş ellerim teninde ısınsın. Üşüyen bütün bedenimi sıcaklığınla kavuştur balığım. Soğukta üşüyelim, sarılıp ısıtalım. Düşelim, kalkalım. Doyasıya eğlenelim bütün gerçeklerden önce, savaşımızdan önce.

 

Geleceğin ilk anısını yazalım.

 

"Oynayalım peri kızım, kabul." Gözlerim fal taşı gibi açıldığında koltuktan kalkıp zıplayarak sevinç çığlıkları atmaya başladım. Oturduğu yerden beni izleyen balığımı ne kadar daha rezil olup utanabilirdim ki, bilmiyorum.

 

Daha fazla vakit kaybetmemek için gidip üstüme uzun kollu mor sweatshirt giyip içeriye balığımın yanına döndüm. Hazır olduğumu gördükten sonra kapıya doğru ilerlemeye başladık. Masanın üzerinde duran telefonumu da alıp morlu eşofmanımın-papatya desenli- içine koyarak ayakkabılarımı giymeye ilerledim.

 

Kapıdaki gülüşmelerimizin Naz'ın ve patronunun dikkatini çektiğini tahmin edebiliyordum. Bu gece umurumda değillerdi, bu gece umurumda olan tek şey balığımdı. Ayakkabılarımızı giydikten sonra el ele tutuşarak hızlıca merdivenlerden inmeye başladık. Şakalaşarak evin önün çıktığımızda anlık Naz'ın evinin camına baktım, çok kısa olmasına rağmen perdenin ardında ki silueti gördüm. İzleniyorduk, ilk gün ki gibi.

 

İstanbul bu gece çok şaşkındı. Kasım ayı olmasına rağmen ortalık beyazlara bürünmüştü. Normal şartlarda beyaza zor bürünen İstanbul bu gece çoktan beyaza bürünmüştü. Hala da yağan kar şiddetini azaltmıyordu her geçen saniye de çoğalıyordu.

 

 

Eldiven takmadık, üşümek için.

 

Atkı takmadık, üşümek için.

 

Üşümek istedik çünkü soğukluğu birlikte ısıtmak istedik. Soğuk ya da sıcak biz olalım istedik. İstedim.

 

Sokaklar çoktan dolmaya başlamıştı. Bizim gibi eğlenmeye çıkan insanlar her geçen saniye artıyordu. Etrafı incelediğim sırada tam yüzüme bir kartopu yedim. Yaşadığım şokla sağ döndüğümde çok uzakta olmasa da balığımı gördüm. Döner dönmez bir tane daha kartopu attığında kendimi kenara çekerek son anda kurtuldum. Savaşı başlatmıştı.

 

Geriye doğru adımladım, o yeni kartopunu hazırlarken hemen yanı başımda olan arabanın arkasına sığındım, onun gibi kartopumu yapıp saklandım. Kenardan başımı çıkarıp izlemeye başladığımda ise beni aradığını gördüm.

 

"Peri kızım neredesin, hile yapma," dediği anda saklandığım yerden çıkıp suratına kartopunu atmam bir oldu. Tam isabet atmamı da kutlarsam çok güzel bir atış yaptım. Aynı hızda yediğim kartopu ise ondandı. Ben kaçmaya balığım kovalamaya başladı.

 

Delicesine kartopu oynadık. Kimi zaman yere yattık, kimi zaman birbirimizi yuvarladık, kimi zamanda yağan kara karşı kollarımızı açtık. Dışarı çıkalı nerden baksak yarım saatten fazla olmuştu. Üşüyor muydum, bilmiyorum. Oynadığımız her saniye sıcak hissediyordum, üşüsem de sıcacıktı bu hava.

 

-az yalan at bari papatya deli gibi de donuyorsun-

 

Susar mısın iç ses, ister donarım, ister donmam.

 

-hasta olursak sorarım sana papatya-

 

Onu da hasta olunca düşünelim mi iç ses? Şu ortamı bozma, zaten istemiyorsun.

 

-sen çok gıcık birine döndün papatya-

 

Ne yaptım şimdi ya?

 

-iç sesine bile hava atıp ima yapıyorsun gerçekten çok yazık-

 

Sen alındın mı iç ses, kıyamam!

 

-ı dont muhattap-

 

Onun devri geçeli 4 sene oldu iç ses, hala aklında mı gerçekten?

 

İç sesten daha fazla cevap alamayınca balığıma kaydı gözlerim. Beni izliyordu. Gözlerimiz kesiştiğinde yağan kar iyice şiddetini arttırdı. Üşümeye başladığımı hissettiğimde ürpertici bir şekilde soğuk nefesi içime çektim. Karşımda beni izleyen çocuğunda üşüdüğünü hissettiğimde evden çıkmadan önce aklıma gelen şeyi yapma kararı aldım.

 

Telefonumu elime aldım. Ne yaptığımı anlamaya çalışan balığıma ufak bir tebessüm armağan ettim. Aradığım şarkıyı bulduktan sonra açtım. Telefonu cebime koyduğumda en yüksek sese aldım. Yavaş adımlarla, kaymamaya dikkat ederek birkaç adımla balığımın yanına gittim. Ne yapmak istediğimi dibine ulaştığımda anladı. Yüzü güldü, güldüm. Elimi öne doğru uzattım, teklifimi sundum.

 

"Eşsiz şekilde yağan karın altında bu dansı bana, peri kızına armağan eder misin?" soğuktan çatallı çıkan sesim anı bozmaya yetmedi. Gülümseyerek elimi tuttu. İkimizin elleri de soğuk olduğu için hiçbir şey hissetmedik ama kalplerimiz aynı durumda değildi. Sol kolumu omzuna, sağ kolumu da avuçlarının içine bıraktım; sol elini nazikçe, korkutmadan belime, sağ elini de avuçlarıma bıraktığında dans etmeye başladık. Bir adım, iki adım... Şarkı sözleri kulaklarımıza seslenildi...

 

*Yalanlara kapılıp üzülme*

*Sevmedi seni o*

*Vakit geldi geçiyor*

*Geçsin varsın*

*Onda kalamazsın*

*Senden aldıklarını*

*Yerine koyamazsın*

 

Gözlerimiz birbirinden ayrılmıyordu. Neden bu şarkıyı seçtim, bilmiyorum. Perdenin Altındakiler – Vedalardan Bir Buket. Dinlediğimde nedense çok farklı hissetmiştim, hayatımı bir demet papatyaya bağlamışken belki de bu şarkı hayatımı anımsattı. O yüzdendir katilimle dans edişimde bu şarkıyı seçmem.

 

Yavaşça karın atında süzülüyordu bedenimiz. Kuğu gibiydi... Ellerimiz titriyordu, tutkulu bakışlarımız, birbirine kavuşmak için can atan kollar.

 

*Vedalardan bir buket al*

*Onun ol onu sev*

*Beni hayat bile sevmedi be*

*Boğuluyordum görmediler*

 

"Seni, bu dünyada görüp görebileceğin her şeyden çok seviyorum," duyduğum iltifat ile şarkının sözleri birleşti. Sanki özellikle bu kısımda söylenmiş gibiydi. Birlikte olmaya can atan tek kişi olmadığım için daha iyiydim. Yapılan hatalardan ders çıkardığımızı da çok iyi biliyordum.

 

Biz birbirimizi kaybetmekten korkuyoruz.

 

"Seni, katilim olmana rağmen sırılsıklam seviyorum," yaptığı iltifata verebileceğim en iyi şekilde cevap verdim. Kar yağarken dans eden bir çift... Birbirlerinin haytalarını mahveden bu çift, bu soğukta o sıcaklığı yaşıyordu.

 

*Ona aldanıp*

*Geceye sarılırsan*

*Gündüze ziyan olur*

*Güneş söner kahrından*

*Sönsün varsın*

*Canımı yakamazsın*

*Gün gelir bir şarkıda*

*Yine beni hatırla*

 

"Duyduğum her şarkıda seni hatırlayacağıma eminim," bu gece bu romantik adama neler oluyordu. Eğer her gece böyle iltifat edecekse her zaman yanında olabilirdim. Ortamın şekline göre hemen iltifat bulabiliyordu.

 

"O zaman her şarkı benim olsun," dedim şımartılmak için.

 

"Sen zaten en güzel şarkısın peri kızım!"

 

Kalbim delicesine attı, kar yağmaya devam etti, utancımdan kırmızılara boyandım, aklım bambaşka şeyler söylüyor, kalbim ne kadar delicesine atsa da kabul etmiyordu bu anı.

 

*Vedalardan bir buket al*

*Onun ol onu sev*

*Beni hayat bile sevmedi be*

*Boğuluyordum görmediler*

 

"Bugün hastanede neden üst kattaydın?" sorusuyla afalladım. Afalladığımı belli etmemeye çalışsam da ansızın gelen soruyla şaşırmıştım. Aklına bu kadar kazıyacağı aklımın ucundan geçmezdi. "Yalan söyleme ama olur mu, hastanede yalan söylediğini biliyorum peri kızım." İnanmadığını hissetsem de susmak zorundaydım. Fakat ben ne kadar sustuysam da balığım susmadı, beni sorguya çekti.

 

Kaçamazdım, gerçekleri söylemek en iyisiydi.

 

"Çiçek için doktorla görüşmeye gittim," dediğimde kaşlarını çattı anlam vermek için. Anlaması zor değildi ama balığım benim ağzımdan duymak isteyecekti.

 

"Ne konuştunuz?" merak ettiği bir soruydu, bizim ne konuşacağımız belliyken bir de. Hastalık böyleydi, iyi haberin ne zaman ve kimden geleceği belli olmuyordu. Mesela balığımın yıllarca beklediği iyi haberi şimdi ben verecektim.

 

"Çiçek yaşayacak balığım, Çiçek o hastalıktan kurtulacak," konuştuğum her anda iyice yüzü gülen balığım dans etmeyi bıraktı. "Uygun ilik sonunda bulunda, balığım." Kendimi sıkıca saran kollarda bulduğumda sarılışına karşılık verdim. Uzun zaman sonra sarılmıştık, yağan karın altında, Çiçek'in kurtarıcı haberiyle.

 

Gözyaşlarımızı serbest bıraktığımızda sıkıca sarılıyorduk birbirimize. Yaşanılan gerçeklerden kaçmadan, yaşanacakları bilerekten sarıldık birbirimize. Kar kristalleri şahidimiz oldu, biz bu gece o çıkmaz sokaktan çıkmaya yemin ettik.

 

"Bana hayatımda alabileceğim en güzel haberi verdin peri kızım," uzunca süre sarıldıktan sonra bedenlerimiz ayrıldı. Gözlerimiz kesiştiğinde balığım minnet dolu gözlerle baktı, heyecanlı sesi umut doluydu. "Teşekkür ederim, peri kızım."

 

Eli tekrardan belimi bulduğunda ürperdim. Yavaşça kendine çekmesiyle yakınlaştık. Karşı koymadım, her şeye rağmen o yakınlaşmayı kabul ettim. İzlenildiğimizi bile bile birbirine kavuştu dudaklarımız. Balığım yavaşça birleştirdi dudaklarını dudaklarıma. Aldığım her nefeste onu kokluyordum, deniz kokusu.

 

Dudaklarımız o gece, o karın altında geçmişin kanıyla birbirine teslim oldu, bir demet papatyalık hayatımızda...

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitaptaaa!

Böylelikle bir bölümün daha sonuna geldik. Çok duygulu ve anlamlı bölümdü benim için umarım sizin içinde öyle olmuştur. Düzenleme yaparken anladım ki bu bölüm bütün duyguları bir arada yaşamışlar, onlar gülerken güldük ağlarken de ağladık...

Dila ne kadar kaçarsa kaçsın aşık olduğu adamdan kaçamıyor. Ne kadar katilim dese de balığından vazgeçemiyor.... Kaderini bağladığı oyunsa işleri kızıştırıyor.

Bulut, yaralı çocuk hem romantik, hem yaramaz. Abiliğinden bir kez daha sınanıyor ve bu onu çok zorluyor. Sevdiği kız ve kardeşleri arasında sıkışmış durumda.

Asya, benim yaralı güneşim, aradığın sevgiyi nihayet buldun. Ailen seni çok sevecek çocuk ruhlu, özgür, güzel kızım.

Çiçek, belki de bu bölüm en güzel haber sendendi. Yıllardır verdiğin savaş sona erecek ve sen özgür olacaksın.

Bunlar zaten bölümde geçiyordu ama ben tekrarlamak istedim ne de olsa onlara veda ediyoruz. Gelecek bölüm benim içi o kadar zordu ki yazması anlatamam. Can sıkıntısından başladığım bu hikayeye veda ediyor olmak, tarifsiz onlarca duygu...

Gelecek bölüm onlara veda ediyoruz🥺

Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 26.04.2025 19:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...