
Ey ahali kalkın biz geldiiiikkkk👇🏻
Harika bir bölümle yine buradayız hazırsanız başlayalım.
Keyifli Okumalar!
Bölüm Şarkısı:
Nil Karaibrahimgil - Benden Sana
:')
"Matem doluydu nefesler."
3.BÖLÜM
"ACIMASIZ BEKLEYİŞ"
Kendine acımasız olan kızdan:
Acı, üç harften oluşan bütün evrenin kötü hissi. İnsanların sevmediği, her anlarında kaçtığı, söylenmesi yaşanmasından daha kolay olduğu his... Üç harfin yan yana gelerek oluşturduğu en ağır sözcüktü. Acı neydi, nasıl yaşanırdı? Anlatılması zor olan, yaşaması anlatmaktan da zor olan o duyguydu tanımı. İçin cayır cayır yanardı, kafanda onlarca düşünceyle kalıverirdin bir sonda. Canım acıdı derdin, düşünmek bile bir yerde yakıyordu, zorluyordu. Seçemiyordun acıyı, seçemiyordun hislerini. Zamanın en büyük rakibi acıydı. Ansızın gelip hayatları darmadağın eden güçtüler.
Herkes çok farklı yaşardı acılarını. Kimisi bağırır çağırır ortalığı ayağa kaldırırdı, kimisi de sadece ağlar ve ağlardı. En kötüsü de hiçbir şey yapamamaktı. Ne ağlamak ne de ortalığı ayağa kaldırmak. Acısını içinde yaşayan ve asla da salmayanlar vardı. Peki ya sen hangisisin? Acını nasıl yaşıyorsun? Nasıl bir acı çekiyorsun? Kimin tarafından çekiyorsun bu acıyı?
Bırak çekme anlat, haykır, bağır çağır at onu içinden ki kurtul. Kendini rüyalara verme, acımasız olma kendine karşı, karşı olma mutluluğa daha çok yanında ol ve asla pes etme. Her şey olacağına varır derlerdi. Bırak, takma kafana, üzme canını olduysa vardır bir sebebi. Odaklan o sebebe, hayatını değiştir. Sal ki çıksın o acı içinden. İçinde yaşatma bu acıyı, bırak oda gitsin yoluna. Kendine acımasız olma.
Çok sev kendini, çok gör kusurlarını. Kimse kusursuz değildir sok bunu o kafana. Nefes al, yaşa hayatı. Çekme istemediğin acıyı. Sen, sen ol. Bir başkasının değil senin ne düşündüğün önemli. Düşün, en çokta kendin için.
Ben acı çekemiyordum. Ne ağlaya biliyordum ne de ortalığı ayağa kaldırıyordum. Sadece yaptığım ya da yapabileceğim şeyi yapıyordum, beklemek. Yalnızlığımla, saklananlarla. Yoğun bakımın önünde oturmuş iç düşüncelerimle kavga ediyorum. Olanları sorguluyorum. Neden yaşandı? Neden annem? Annem ne yaşadı? Bu kardeşte nereden çıktı? Neden annem bu kadar yalnızmış ki? Ne de çok sorum vardı cevaplanmayı bekleyen.
-ve bu soruları cevaplayacak olan annene ihtiyacın var-
Hayır, iç ses sadece sorular için değil benim direk anneme de ihtiyacım var.
Anneme ne olmuştu, bunu ona kim yapmıştı? Bir telefonla değişmişti hayatım. Neşe saçan bir genç kız olmam için uğraşan annemi camların arkasında makinelere bağlı yaşamasını kaldıramıyordum. Gülmeliydi, yanımda olup öpmeliydi. Yalnızdı, yalnız hissediyordum. Sultanımı kanlar içinde gördüğüm o ilk andan bu yana onlarca teori üretmiş, binlerce cevapsız sorularla kalmıştım. Düşündüğüm her sorunun cevabını bulacaktım, yemin etmiştim. Eğer ki anneme bunu yapan cezasız kalırsa bizzat kendi ellerimle verecektim o sonu. Küçük bir kızken korkar, saklanırdım annemin arkasına. Şimdi her kim bu suçu işlediyse kendine bile bu derece acımasız olan benden korkmalılardı. Yıkılırdım, yok olurdum, parçalara ayrılır toparlanmam uzun sürerdi ama asla o cezayı atlamazdım. Hayatta dünyasını kaybetmiş herkesten korkmalıydık. Aldığım bu kararımın tamamen hayatımı değiştirme ihtimalide vardı, yine de her şeye hazırdım. Kabul etmiştim savaşmayı.
Her teorimde tahminlerim çoğalıyor karmaşık bir yumağın içine giriyordum. Engellemeye çalıştığım bir kapı tekrardan önüme çıkıyordu. Birbirlerinin içine geçmiş bu sır yumağının neresinden tutarsam tutayım elimde kalıyordu. Açık kalan, cevaplanmayan onlarca soru akıl çeliyordu. Kısa bir an bile düşünülse, planlansa mıknatıs gibi birbirlerini çekmezdiler. Giriş kapısının tam önünde durduğum bu hikâye zordu, bilgi edinmesi de, o bilginin peşine düşülmesi de. Yanımda, elimi tutacak bana destek olacak biri ya da birileri olmadan yapamazdım.
-bir yardımcı-
Evet, iç ses! İhtiyacımız olan en büyük şey, bize her halükarda yardım edecek biri ve birileri.
-ya yardım etmek istenilmezse-
Kararı çoktan verdik iç ses. Her halükarda o yola girecektim yardım edilse de, edilmese de.
Neler olacaktı? Nelere şahit olacaktım? Neler yaşayacaktım? Bu soruların cevaplarını elbet bir gün öğrenecektim. O gün kendimde olmayı, Dila olarak temiz bir şekilde kalmayı istedim. Bildiğin sırlara meydan okuyordum. Gerçekleri nasıl ve ne şekilde öğrenecektim, bilmiyorum. Hiçbir şey bilmediğim bir masalın içine girmiş gibiydim. Yaşanılacak olanlar yaşanmış suspus olunmuştu. Kimse ben bunu yaptım demiyordu, gel beni bul diyordu. Masalın ortasındaydım, mürekkep yenileyemez tekrardan bir başlangıç yapamazdım. Silikte olsa devam etmeli bir bir öğrenmeliydim gerçekleri.
Yoğun bakım kapısının önündeydim. Gözlerimi bir an olsun annemden ayırmıyordum. Geçirdiğim zorlu geceden sonra saçlarım dağılmıştı, sürekli ağladığımdan gözlerimin altı da kızarmıştı. Süslenip gittiğim partinin sonunun hastanede biteceğini nereden bilebilirdim ki? Sade diye adlandırdığım makyajımdan bile bir şey kalmamıştı. Soğuktu hastane koridorları, ruhsuzdu içi. Nefes dahi almak zorlaşıyordu. Gözlerimi annemden ayırıp arkama döndüğümde sandalyelerde oturan Naz'ın sızdığını gördüm. İçimden geçen gülme isteğini hemen defedip ruhsuzca baktım. Yorulmuştu, peşimden koşturması bile fazlaydı ona. Hele geçmişini düşündüğümde yaralanmıştı büyük ihtimalle. Annemi öyle görmek benim kadar onunda canını yakardı. Naz, bu yorgunluğu bile kaldıramamışken ben bu acıyı nasıl kaldıracaktım?
Ya anneme bir şey olursa?
Düşüncesi bile berbat bir hisken tam da şu an o hisle savaşıyordum. Böyle mi yaşayacaktım artık? Her an anneme bir şey olacakmış korkusuyla... İstemiyorum, her an, her dakika panik halde olmayı, istemiyorum kâbus dolu rüyaları, istemiyorum nefes almayı. İçten içe kendimi öldürecektim? Bu duygularla savaşmak istemediğim halde savaşın içinde bulmuştum kendimi. Şimdi bu savaşı kendim için değil bizzat annem ve doğmamış kardeşim için verecektim. Onlara inancımdan yapacaktım...
-inanç ve sevgimizden-
Kalbimizden.
Hep bir kardeşim olsun istemiştim. Benimle oyunlar oynadığı, eğlenip beş dakika sonra kavga edebildiğim ama günün sonunda da birbirimize sarılıp barışabileceğim bir kardeş istemiştim. Onun bana benim ona anlatacağım sırlarımız olmasını dilemiştim. Fakat ben ne kadar çok istesem de dilesem de annem ve babam istememiş her seferinde üzmüştüler hayallerimi. Çok beklemiştim gelmesini. Geceler gündüzlere dönüşmüştü, gündüzler sıcaktı, soğuktu... O kadar çok inandım ki bir gün geleceğini ne kadar kırılsam da pes etmedim hep bekledim. Geldi mi peki?
Evet, geldi. Hem de en beklenmedik bir anda gelip hayatın bütün acımasızlığıyla da gitti. Daha doyamadan, o güzel kokusunu koklayamadan, sıcak tenini hissedemeden, yaşamak için atan kalp atışlarını duyamadan gitmişti benden, bizden, onun için yapacağım onlarca güzel şeylerden...
Daha 8 yaşındayken ilk defa annemle babamın kavgasına şahit olmuştum. Benim kardeş istememden dolayı kavga etmişlerdi. İlk defa yalnız olduğumu o gün hissetmiştim. Ben Dila, 8 yaşındayken bile yalnızdım. Şimdi de yalnızım çok mu?
Naz'a bir daha baktığımda gözlerinin altındaki kızarıklık yük olmuştu omuzlarıma. Ağlamamalıydı, kendine bunu yapmamalıydı. Severdim Naz'ı. Zor arkadaş edinirdi ama edindiğinde ise o onun her şeyi olurdu. Ailesi olmadığı için hep hüzünle bakardı ailelere. Saçları dağılmıştı. Başka bir zamanda ve başka yerde olsaydık Naz'ın uyumasını saatlerce, günlerce, yıllarca izleyebilir bundan da hiç gocunmazdım. Sevdiğin birini izlemek bütün zaman kavramalarına meydan okuyacak kadar hızlıydı. Uzun uzun bakardın, saatler saniye gelirdi, asırlar yetmezdi bu meydan okumaya. Nedensizce Naz'ı izlemek iyi hissettirmişti, az da olsa hafiflemiş hissetmemi sağlamıştı. Sessizdi bu kat, ruhsuzdu bu bekleyiş. Sessizliğin içini dolduran sesler, nefes sesleriydi.
Matem doluydu nefesler.
Gözüm hemen yan üçlü sandalyelere değdiğinde yeni çocuk olan Bulut'unda sızdığını görmüştüm. İsim hafızam oldum olası kötüyken bugün onun ismini hatırlamam değişikti, garipti. Daha çok tanımsızdı. Bugün, en zor günümde yanımda en yakın arkadaşım ve daha yeni tanıştığım çocuk vardı. Düşünmemek için ne kadar kendimi zorlasam da onu yıllardır tanıyor gibi hissediyordum. Zordu, korkutucuydu.
Darmadağın bir şekilde hastaneyi unutup tekrardan anneme döndüm. Uyuyordu, bir peri gibi masumdu bakışları. Gözü kapalı olmasına rağmen hissettirdikleri yoğundu. Ağlamamak için kendimi zorluyordum. Daha fazla ağlayıp annemi üzemezdim, bunu hak etmiyordu. Tepkisizdi, hareket etmiyordu. Ufacık bir hareketi için nelerimi vermezdim ki... Annemle yüzleştiğim o gün, o an yeterince zorlayacaktı beni bundan emindim.
Derin nefesler alıp vermeye devam ettiğimde sakinliğimi korumaya çalışıyordum. Sakin kalmalıydım çünkü kendime gelip çözmemin beklendiği bir olay vardı. İster miydin anne, senin için canımı tehlikeye atmamı? Şu an yalınızdım ama annem buradan çıktığında yalnız kalmayacaktı. Ben ne kadar yalnız kalıp korkuyla annemi beklediysem ona bunu yaşatmayacak canımı koruyacaktım. Eğer ki feda etmem gerekirse gözümü dahi kırpmaz feda olurdum anneme. Yapardım, kendimi biliyorum.
-yaparsın, sen aklına koyduğun her şeyi yaparsın çünkü sen Dila, gücün simgesisin-
Öyle miyim gerçekten iç ses?
-öylesin, bundan hiç şüphen olmasın-
"Annem... Canım benim, sen hemen iyileş olur mu? Beni de sakın dert etme, ben toparlarım. Sen iyileş ve bana geri dön annem, sultanım, anam..." sesimin titremesi her ne kadar ağlamamı sağlayacak güçte olsa da ağlamadım. Gözyaşlarım ufak bir sızıntı gibi aktığında dahi ses etmedim, hıçkırmadım. Karşımdaydı, melekti, ruhsuz bakışları olsa da melekti. Vücuduna takılan cihazlara bağlı şekilde yatması yanmamı sağlıyordu. Zorda olsa anneme seslendiğimde teselliyi kime verdimi bile bilmiyordum. Konuşmamı duymasa bile sesim etrafında olsun istedim. Belki duyardı, belki hissederdi.
"Sen hızlı iyileşmene bak annem. Sakın korkma çünkü sana ne olduğunu da bulacağım senin canını yakan her kimse onu da bulacağım, sultanım. Adalet yerini bulacak annem. Er ya da geç bulacak. Ben buna sonsuz bir şekilde inanıyorum, sen de inan ve asla umudunu kaybetme!" ağlamak yok, ağlamak yok, ağlamak yok... Titriyordum, soğuktu burası, soğuktu annemsiz olan her yer. Sesim berbat ötesiydi, kalbim atmak istemiyordu. Bense, anneme sarılmak, kokusunu içim çekmek istiyordum
-bizim şarkımızın anlamı için yapacağız annem-
Önüme her çıkan engeli aşacak, gerekirse koşacak ama kaçmayacaktım. Senin için, bizim için, kardeşim için ne olursa olsun sonuna kadar ileri gidecek ezip geçecektim.
Ağlamamalıydım...
İnancımdan vazgeçmemeliydim...
Umudumu asla kaybetmemeliydim...
Sonuna kadar da pes etmemeliydim...
"Bende inanıyorum," duyduğum ses ile başımı arakaya çevirdiğimde ürperdiğimden temkinliydim. Gözlerimin denk düştüğü çocuk yabancıydı, yeni çocuktu. Uykusundan dolayı dağılmış siyah saçları ve hafif tebessümlü yüzüyle karşı karşıyaydım ve bu hali nedensizce içimi ısındırmıştı.
" N... Nasıl?" Sesimin çatallı çıkmasını umursayacak kadarda iyi değildim. Karşımda ki yabancının yanında ise kendimi kasacak zamanda bile değildim. Öyle bir zamandaydım ki ona ne bir ad verebilirdim ne de bu zamanı anlatabilirdim. Ne çok anlatamayacağım an varmış oysaki. Güçlü olduğumu sanmamda bir oyundu herhalde çünkü güçlü olan biri benim gibi olmazdı.
"Bak ben bir avukatım. Senin annenle konuşmana istemeden de olsa kulak misafiri oldum," ne demek avukatım? Ben, seninle meslektaş mıyım? "Verdiğin karar çok doğru ve yerinde bir karar oldu. Şundan o kadar eminki, senin yerinde ben olsam ben de bu kararı verirdim. Girdiğin bu yol çok zorlayıcı bir yol ve bu yollarda giremeyeceğin yerler o kadar çok fazla ki anlatamam." Şimdi neyi anlatıyordun o zaman? Neden karşıma geçip bana nasihat veriyordun? Neden tanımadığın bu kıza onu etkileyecek sözler söylüyordun? "İzin ver sana ve annene yardım edeyim. O giremeyeceğin yerlere sana, size yardım ederek girdireyim. En büyüğü ise karşılaşacaklarınla yüzleşirken yanında olurum ve hep desteklerim seni... Sadece izin ver." Kafam karışmıştı, bu çocuk kimdi? Ne hakla bana böyle bir soruyla gelebiliyordu, nasıl oluyordu da her şeyin içinde yanı başımda yer alıyordu?
Duyduklarıma karşı verebildiğim tek tepki şaşkınlık oldu. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Yanımda bana destek olmak isteyen, bu yolu beraber üstlenelim ve çözelim diyen bir kişi vardı. Ben bu kişiyi ne çok tanıyordum ne de güvenebiliyordum. İnsan hiç tanımadığı birine güvenebilir miydi?
Güvenemezdim, yapamazdım.
"Kimsin sen?" dediğimde kısa süre önce sessizliğe gömülen koridorda yankılandı sesim. İki defa gördüğüm biriyle hayatımın en önemli savaşına nasıl çıkabilirdim ki? O gücü kendimde göremiyordum bir kere, söz vermiştim çocuk Dila'ya yanlış bir karar vermeyecektim. Şimdi bu durumda ne yapmam gerekiyordu? Neden kafam bu kadar karışıyordu? Bu bilinmezliği sevmemiştim.
"Bulut ben," bir adım gerileyip sağ elini uzattığında alaycı bir bakışla sırıttım. Anlar anlamaz uzattığı elini indirdiğinde tepkisi ilk baştaki gibi olmadı. Ciddi duruşu daha da asil olduğunda gözlerimi zor zapt ettim başka şeylerle ilgilenmemesi için.
"Onu sormuyorum, bana böyle bir soruyla gelecek kadar hangi kimliğe güveniyordun onu soruyorum." Kendimi bu derece ciddi gördüğüm bir ortam hiç olmamıştı. Annemin halinden dolayı ister istemez herkese tırnaklarımı çıkarıyordum. Gözlerinin içine baktığımdan muhteşem dediğim o renkleri seçmiştim. Ela... Muhteşem gözler elaydı.
"Kendime, yardıma ihtiyacı olanları yalnız bırakmayan benliğime güveniyorum," sertti sesi. Kalbini kırmak istememiştim ama söylediğim cümleler, yaptığım ima onu kırmıştı. Yarası vardı demek ki hemen karşı olarak tırnaklarını çıkardığına göre.
"Bu işten çıkarın ne olacak tabii vereceğim savaşı bir iş olarak görüyorsan," karşılıklı olarak didişmemiz her ikimize de bir şey kazandırmayacaktı. Neden hemen inat ettiğimi ise anlamıyordum.
"Ne zamandan beri yardımın adı iş oldu," inattı, soğuk nevale ne olacak. Hayır, bir anda nereden çıkıyordu bu sözler? Hazır cevaptı vallahi benden aşağı kalır yanı da yoktu.
"Tanışmıyoruz, biraz sakin olur musun?" ortamdaki kıvılcımın dozunu arttırmamak için kendimi geri çektiğimde gözlerindeki şaşkınlığı beklemiyordum. Geri adım atmam haliyle şaşırtmıştı beyefendiyi.
-birbirinize kaçamak bakışlar atan gençler nerede-
İç ses gerçekten hiç sırası değil!
-hayır, efenim tam sırası, sen değil miydin çocuğu kesen-
Bendim iç ses, bendim. Sana lanetler okuyorum.
-oku güzelim oku işin ucu her türlü sana dokunacak-
Defol iç ses, defol!
"Olurum ama sende kestirip atma çünkü gerçekten yardıma ihtiyacın var ve ben gece gördüklerimden sonra kenara çekilip hayatıma devam edemem, edemezdim!" dürüst davranması hoşuma gitmişti. Söylediklerinde de hak payı üst düzeydeydi. Ses etmedim, düşünmek için kendimi kenara çekip boş sandalyelerden birine oturdum. Sakin kalmalı, adam akıllı düşünmeliydim.
Nefes alışverişimi belli bir düzene sokmak için derin nefesler alıp verdim. İçimden beşe kadar sayıp bırakıyordum çektiğimi nefesi. Gözlerimi kapattığımda annemi düşündüm. Onunla geçirdiğim her anı, her günü, her detayı. Terk edemezdim annemi, bırakmazdım bu izbe yere. Onun için savaşıyordum, onun için yardım isliyordum. Şimdi karşımdaki adamın teklifi mutlu ettirmişti yalan yok ama korkuyordum. Ya yanlış bir karar verirsem?
Düşünmek için oturmamın üstünden dakikalar geçmişti. Karar vermekte zorlanıyordum, düşüncelerimin içinde boğuşuyordum. Başımı yere eğdirdiğim için fayansın çizgilerini takip ediyordu gözlerim. Ne kadar zaman geçti bilmiyordum. Sessizliğimi koruyordum. Bakışlarımın arasına giren adımlarla başımı ayakların sahibine kaldırdığımda bana bakan çift elalarla karşılaştım. Elinde tuttuğu suyu bana uzattığında tepkisiz kaldım. Neler oluyor bu hastanede oğlum? Suyu gülümseyerek aldığımda arkasını dönüp eski yerine geçti. Çaprazımda ki sandalyede Bulut, yanımdakindeyse Naz oturuyordu. Getirdiği suyu içtiğimde geceden beri boğazımdan geçen ilk şey olmuştu. Boğazımın yandığını içtiğim suyla anladığımda bir kez daha minnet duydum Bulut'a. Yanımda uyuyan Naz'ın öyle bir bakışları vardı ki bir karar vermem gerektiğini söyler nitelikteydi. Zamanı gelmişti vermem gereken cevabın. İtirafından beri düşünüyordum ve artık düşünmeyi bırakıp icraat geçmeliydim.
"Peki ya ben sana nasıl güveneceğim?" Oturduğum o düşünceli sandalyeden kalkıp Bulut'un karşısına geçmiş ve titreyen sesimle en sormam gereken soruyu sormuştum. Bu soruyu sormalıydım çünkü bu yola çıkınca asla geri dönüşü olmayacaktı bundan adım kadar emindim. Eğer olurda her şey kötüye giderse kendimden başkasının yanmasını da istemezdim. İşte bu sebeple bu soruyu sormalıydım ki ilerleyen zamanlarda suçlu hissetmeyeyim.
"Ne demek istediğini gayet iyi anlıyorum, anlamakla kalmamakla sana hakta veriyorum. Fakat sana bana güvenmen için verebileceğim en büyük şey sözüm olur. İster ses kaydına alırsın, ister kâğıda yazı yazmamı ister onu imzalatırsın orasını bilemem," ukala biriydi. Umarım sağ salim çıkardık bu savaştan. "Dediğim gibi verebileceğim tek şey sözüm olur." Sesindeki tınından bir mana çıkarmaya çalıştım ama asla çıkaramadım. Yüzündeki ifade ise tek bir ifadeydi...
-ihtiyaç-
Aynen öyle iç ses. Sanki bu yardıma çok ihtiyacı varmış gibi bakıyordu gözlerimin içine. Gözlerimin içine bakması bile kararıma etkileyecek nitelikteydi.
"İyi de ben seni tanımıyorum bile. Tanımadığım birinin vereceği söze nasıl inanıp, güvenip bir yola çıkayım?" dönüp dolaşıp aynı noktaya adım atıyorduk. Sesimin sert çıkmasını takmadım çünkü vereceğim karar her türlü etkiliyordu.
"Çok haklısın! Ne dersem diyeyim asla bana güvenmeni beklemem ama ben bir hukukçuyum ve hukukçuların temel kuralıdır verilen sözlerin tutulması. Sözleri olmazsa olmazlarıdır." İnsanlar her daim verdiği sözü tutmazdı, tutamazdı. Hazır cevaplıydı yetişmekte zorlanıyordum, beni bile geçmişti.
Haklıydı... Hem de sonuna kadar. Ben de bir hukuk öğrencisiydim ve dediklerinin hepsini biliyordum. Hukukçular için olmazsa olmazları dürüstlük ve verilen sözlerdi. Lakin önceden de dediğim gibi insanlar verdiği sözleri tutmazdı, oyun oynardı birçoğu.
"Dediklerinin hepsini biliyorum çünkü bende bir hukukçuyum. Verilen sözlerin yerine getirilmesi için canla başla çalışıldığını da biliyorum ama ikimizde biliyoruz ki insanlar verdikleri sözleri tutmazlar, tuttu gibi gösterirler." Altta kalmamak için değildi karşı sözlerim tamamı düşüncemdi, kararımı etkileyen faktörlerdi. Söylediklerimle bir kaşı havaya kalktığında dili tutulmuştu belli oluyordu.
-ya işte böyle sustururlar adamı-
İç ses, harikasın canım.
-her zamanki halim canım-
"Biliyorum zaten hukukçu olduğunu." Sessizliği kısa sürdüğü için üzülmüştüm lakin duyduklarım şoka uğramamı sağlamıştı. Neydi şimdi bu, nasıl olurdu? Nasıl bilebilirdi benim hukukçu olduğumu? Ben ona hiçbir şey söylememişken okuduğum bölüm hakkında nasıl bilgi sahibi olurdu? İyice dikkatimi çekmeye başlamıştı yeni çocuk, yabancı, Bulut.
"Nasıl? Ben sana bir hukukçu olduğumu söylemediğim halde bunu nasıl bilebilirsin?" Sert çıkmıştı sesim, gözlerim üstündeydi yapacağı en ufak yanlış sonu olabilirdi. Beni tanıyor muydu? Ama nasıl? Ben bile tanımazken o mu tanıyacaktı?
"A... A... Asya'dan duymuştum yoksa nereden bileceğim," kekelediğinde inanıp inanmamak arasında kaldım. Pek inandırıcı olmadığını biliyor muydu acaba, sanmam. Söyledikleriyle hal ve hareketleri asla uymuyordu.
"Öyle olsun bakkalım." Pek inanmasam da sorgulamaya vaktim yoktu. Ne de olsa bir gün ortaya çıkardı doğrusu. Artık işleve geçmeliydim. "Sana değil hukukçu kimliğinden dolayı sözünü tutacağına inandığımdan bana yardım etmeni kabul ediyorum. Sakın sana güvendiğimi de sanma, asla da güvenmiyorum sadece hukukçu kimliğine inancımdan." Hayır, güveniyordum. Kalbimin sesini dinlediğimde de mantığımla hareket ettiğimde de çıkış ondaydı, ona adım atıyordu adımlarım. Ne kadar çok itici bir kimliğe sahip olsa da katlanacaktık artık, başka çare kalmamıştı. Her türkü yardımı dokunurdu, vatandaş olarak giremeyeceğim yerlerde, tanıdığı çevresiyle iyi bir fırsattı.
-ilk defa birine bu kadar hızlı güvendik hadi hayırlısı-
Hayırlısı be iç ses!
"Gerçekten çok teşekkür ederim. İnanabilirsin tabii ki! Umarım en kısa süre de olayı çözeriz?" Sesindeki heyecanın sebebi yardım isteğini kabul etmem miydi? "Rica ederim, umarım!" cevap verirken hafifçe tebessüm etmiştim. Teklifini kabul ettiğimdendir ki bütün ruh hali değişti. Oturduğu yerden kalktığında bende çoktandır kalkmış tekrardan yoğun bakımın camının önüne gelmiştim.
"O zaman ben karakola gideyim ve olayın detaylarını öğreneyim. Daha sonra da buluşur ne yapacağımıza karar veririz. Sana uyar mı?" atik davranmasına şaşırdığımdan ilk başta ne diyeceğime karar veremedim daha doğusu seçemedim kelimeleri, çıkaramadım sesimi. Hızlı olması hoşuma gitmişti.
-etkilendik mi kız-
İç ses, hastanedeyiz yapma.
-hastanede olunca olmuyor sanki-
-tamam, tamam sustum-
"Tamam, sen git ve olayın nasıl oluştuğunu detayları ile öğren sonra da haber veririsin buluşuruz," annemin yanından her ne kadar ayrılmak istemesem de zorda olsa bir karar vermiştim ve bu kararımın doğru bir karar olduğuna inanıyordum. İnanmak zorundaydım.
"Tamam, o zaman haberleşmek için telefon numaranı verebilir misin?" İstemesem bile numaramı vermek zorundaydım. "Tamam, yaz söylüyorum..." vakit kaybetmeden numaramı yazdı. Yazarken ki sırıtmasını ise asla anlam verememiştim. Ne yaşıyordu bu çocuk tam anlamıyla, kafayı yemiş gibiydi.
"Tamamdır o zaman daha sonra haberleşiriz," sessiz kaldığımda gözlerimi kapatarak başımı oynattım. Konuşmak istemiyordum, nedenini bilmesem de çok konuşmuş gibi hissediyordum. Bir yola girdiğimde annemsizdim, onun desteği yoktu ama varlığıydı bu yolun sebebiydi. Annem ve doğmamış kardeşim için bir yola girerek doğru bir karar mı vermiştim?
Sonu ne olursa olsun, ne görürsem göreyim, ne duyarsam duyayım asla pes etmeyecektim, çünkü bunu en çok kendime borçluydum.
💦
Yoğun bakımın camındaydım, bir an olsun anneme bakmaktan kaçmıyordum. Naz hala uyuyordu. Boynu tutulmasın diye sandalyelere yatırdığımda uyanacakmış gibi hissetsem de öyle olmamış geri uyumuştu. Keşke bende uyuyabilseydim. Yaşadıklarımdan dolayı bütün gece uykusuz kalmama rağmen bir gram uyku yoktu gözümde, hem olsa dahi uyuyamazdım ki. Hastane kokusu hiç sevmediğim bir kokuydu ayrıca ortamda ki sessizliği insana huzursuzluk veriyordu hissettiğim gibi. Hastane hiçbir insana iyi gelmezdi, insanlara acı verirdi, hayal kırıklığı armağan ederdi.
Annem...
Sessizliğin hâkimiyetini bozan hıçkırık ve koşan adımları duyduğumda hızlıca arkamı döndüm. Yüzünde gördüğüm bütün pişmanlıkla ağlayarak koşan Asya ile bende kayışlar koptu. Saatlerdir ağlamamak için verdiğim savaşı kız kardeşimi görmem ile kaybettim. Asya'nın koşmasına karşı dört adım attığımda aradaki mesafe kapanmıştı. Hıçkırdığım anda ise sıkıca sardık birbirimizi, acılarımızı, korkularımızı.
"Geç kaldım, sana, annemize, bize geç kaldım," ağlayışından ne dediğini zorla seçtiğimde geç kalmadığını göstermek için başımı sağa sola oynatıyordum, yaşlarımla beraber. Görmezdi beni, duymadı sesimi, anlayamazdı neden yaşadığımızı. Sakinleşmesi için onunla yere eğildiğimde göğsümün içine hapsettim kardeşimi. Annem ayırmazdı Asya'yı benden. Bana ne alırsa ona da alırdı, bana ne öğretirse aynısını Asya'ya da öğretirdi. Çocukluktan beri beraberdik onunla, ailemdi, kardeşimdi. Annemi kanlar içinde gördüğümde en çok Asya'ya sarılmak, kokusunu içime çekip her şeyin bir kâbustan ibaret olmasını dilemiştim.
"Sakin ol, annem uyuyor gitmedi bizden," sesim çatallıydı, sesim kızgındı, sesim... Ölüm neydi, yaşarken ölür müydü bir insan? Ben ölmüştüm, annem ölmüştü, Asya'm, kardeşim ölmüştü.
"Çok korktum, annemize bir şey olacak diye, seni yalnız bıraktığımda başına bir iş gelir diye... Mahvoldum buraya gelene kadar ama..." sustuğunda kokusunu içime çekiyordum. İstediği kadar konuşabilirdi, istediği kadar kollarımın arasında ağlayabilirdi. "yapamadım Dila, başaramadım." Kırgındı kendine, zamanında burada olmadığı için suçluyordu kendini, yapmaması gereken ne varsa yapmıştı.
"Şşşş..." kendimi avuttuğumu sanıyordum belki de. Saçlarında gezdirdiğim ellerim bana iyi geliyordu. Sanki ben onun saçını okşadıkça annemde benim saçımı okşuyordu.
"Çok erken gelmiştim buraya ama cesaret edip hastaneden içeriye giremedim, lütfen, lütfen beni affet!" İyice sokuldu bedenime, ağlıyor bana sarılıyordu. Asya'mla ağlamak bile daha iyiydi. Yalnız değildim artık, yalnız olmamıştım. Annemi benimle bekleyecek onca kişi bulunurdu ama hiçbiri Asya'mın yerine geçemez, onun hissettirdiklerini hissettiremezdi.
"Sen suçlu değilsin Asya'm, suçlu değilsin tamam mı, yapma bunu kendini, eziyet etme bize!" Birbirimize iyi geldiğimizi dizginlenen seslerimizden, soluduğumuz nefeslerden hissediyorduk. Asya'yı sakinleştirdikten sonra oturduğumuz yerden kalkıp yavaş adımlarla annemin karşısına, camın yanına gittik. Saatlerdir tek başıma izlediğim annemi kardeşimin kolları arasında izlemeye başladım artık.
Annemi izlerken çalan telefon sesiyle hepimiz irkilmiştik. Çalan telefonun melodisini dinlediğimizde çalan telefonun bana ait olduğunu anladım. Naz'ın yanında duran telefonumu almak için adımladığımda çok gitmeden uyku sarhoşluğuyla telefonumu uzattı. Telefonun ekranına baktığımda teyzemin aradığını gördüm. Geç kalınmış aramayı cevapladım:
"Dila, teyzem sen niye bize haber vermiyorsun?" sesindeki korku ve endişeyi en iyi şekilde anladım çünkü geceden beri hissettiğim duyguları anlamamak elde değildi. "Öğrendiniz demek," teyzemin nasıl düşüneceğini umursamadan konuştuğumda sesimde en ufak mesaj yoktu. Ruhsuzdum. "Keşke öğrenmeseydik. Bak güzelim, biz çıktık yanına geliyoruz, sakın korkma tamam mı? Güçlü kal!" Nasıl olacaktım ki? Nasıl başaracaktım? Bu kadar zamandır neredeydiniz sevgili ailem? Yalnız değildim madem, korkamamam gerekiyorsa neden yanımda değilsiniz?
"Olamam teyze, ben güçlü olamam! Annem can çekişirken benden güçlü olama mı istemeyin," daha kısa süre önce yaşadığım andan dolayı duygusaldım. Yaşlar hızlıca akıyordu sanki göl oluşturmak ister gibi. "Olacağız bir tanem, olacağız. Olmak zorundayız!" Hayır, teyze bizim değil annemin güçlü olması gerekiyor. "Ama ben güçlü olmak istemiyorum ki teyze, ben sadece annemi istiyorum."
"O da olacak tatlım o da olacak. Biz o hastaneden eksiksiz çıkacağız tamam mı? Sakın korkma, biz geliyoruz, biz senin yanındayız." Değildiniz, sizler benim yanımda değildiniz.
"Teyze ben ço..." telefondaki ağlayış sesi kesildiğinde kulağımdan uzaklaştırıp telefonun ekranına baktım, kapanmıştı. Şarjım bitmişti. "pişmanım." Yarım kalan sözümü tamamladığımda daha da kötüleşiyordum. Daha annemin burada olmasının sebebi benim diyecektim.
Gözümden akan gözyaşını sildiğimde değişen bir şey olmuyor arkadan akmaya devam ediyordu. "Hayır, Dila senin suçun yok. Evde değildin diye suçlu olamazsın ki. Kendini suçlama bunu kendine yapma," Naz uykulu sesiyle konuştuğunda gözleri Asya'da takıldı. Burada olmasını beklemiyordu. Uykudan dağılmış saçları, uykusuzluktan gözlerinin kızarıklığıyla karşımda durmuş bana destek olmaya çalışıyordu. Uyumasına rağmen hâlâ uykulu gözüküyordu. Peki, ben nasıl görünüyordum?
"Ama ben evde olsaydım her şey daha da farklı olabilirdi."
"Ama olmadı Dila. Olmadı işte o yüzden kendini suçlama, yüzleş acınla yüzleş. Bağır, çağır, haykır ama acını yaşa. İçine atma... Atma ki büyümesin acın 'kuş olup uçsun' bırak o da yoluna gitsin sen de," Asya'nın büyük çıkışıyla her ikimizde şok yaşamıştık. En baştan beri yanımda değildi ama neleri yapıp neleri yapmayacağımı çoktan çözmüştü. Ben ona o da bana iyi geliyordu.
Annem gibi konuştuğunda içimdeki yangınlar büyüdü. Gözlerimden akan yaş dur durak bilmiyordu. Ağlıyordum ama yine içimden ne bir bağırış ne de bir ses vardı. Yine içimde yaşayıp bitirecektim. Yine acımı yalnız yükleyecektim. Hep olduğu gibi... Tek bir farkla o da annemin yokluğu...
Naz bana kocaman sarıldığında sanki uzun zamandır bunu bekliyormuşum gibi sıkıca ben de Naz'a sarıldım. İkimiz de ağlayarak birbirimize sarılmış bir şekildeyken bir kol daha sardı bizi, Asya. Üçümüz birbirimize demet olduğumuz anda koridor bir bağırışla yankılandı. "Kızım," anneannemdi, gelmişti. Arkama döndüğümde anneannem, teyzem ve dayımı gördüm, geç kalmış bir adet aile.
Hastaneye gelmelerinin bu kadar uzun sürmesinin sebebi neydi? Ya anneme bir şey olsaydı, ben tek başıma mı yaşayacaktım o acıyı. Ailem değiller miydi onlar, neden beni bu kadar yalnız bırakmışlardı ki? Niye bu acıyı bu kadar saattir tek başıma çekiyordum? Gerçi burada olsalar da ben yine de yalnız hissedecektim.
Acımasız hayat yine yapmıştı yapacağını. Önce ben doğdum istenmediğim halde, annemle babam ayrıldı ben daha çocukken, babamın başka ailesi ve çocukları oldu ve şimdi annem... Annemin benden gitmemesi için elimden gelenin daha da fazlasını yapmaya hazırdım.
"Yavrum benim, canım yavrum, ben sana kıyamazken kim kıydı sana yavrum." Anneannemin haykırışıyla daha da ağladım ama yine yalnız ve içimden. Ben de anneme kıyamazken kıyan kıymıştı...
O gün anneannemin ve teyzemin ağlayışlarıyla geçti. Doktor gelip annemi kontrol ettikten sonra, "Hayati tehlikeyi atlattı ama müdahale altında tutmamız gerekiyor. Uyandığında bazı semptomlar gösterebilir. Her şeye hazırlıklı olmakta fayda vardır," dediğinde sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim. Doluydum, hayallerim, umutlarım hepsi yerle bir olmuştu. Annem iyiydi ama kötüydü, kötüydü ama iyiydi.
Akşam olduğunda benim daha fazla yıpranmamam için gitmeme karar verildiğinde her ne kadar istemesem de kabul etmek zorunda kaldım. Kendi evime girmem yasak olduğu için Naz'da kalmayı düşünüp oraya geçtim. Anneanneme gitseydim canım daha çok acıyacak, daha çok sıkılacaktı.
Naz'ın evine gelince vakit kaybetmeden telefonumu şarja taktım. Kısa bir süre sonra telefon açıldığında gözlerim bir şey aradı, ondan gelecek en ufak haber. Gelmişti, bir numaradan mesaj gelmişti. Mesajı okuduğumda atan kişinin Bulut olduğunu anlamam uzun sürmedi. Numarasının üstüne tıklayıp rehbere kayıt ettim.
Bulut: Acil bir şekilde konuşmamamız gerekiyor.
Bulut: Güvendiğin bütün arkadaşlarını her neredeysen oraya çağır yardıma ihtiyacımız var.
Bulut: Konum atmayı da unutmazsan sevinirim olabildiğim en yakın sürede orada olacağım bir de bende en güvendiğim birkaç arkadaşımı çağıracağım.
Mesajı tekrar tekrar okuduğumda bu durumdayken bile sırıtmıştım. Ne oluyordu bana? Aklıma annemi getirip kendime geldiğimde harekete geçtim. Arkadaşlarımı çağırdıktan sonrada Bulut'a mesaj attım.
Dila: Hallettim hepsini.
Dila: Konum.
Naz'ın oturma odasında Elif, Naz, Asya, Batu, Can, Ege, Çınar, Aslı ve ben oturmuş Bulut'u bekliyorduk. Çocuklar geldikten sonra ufak çaplı bir tanışma faslı olmuştu aramızda. Hepsi de oldukları durumdan memnun gözüktüğü için ses etmemiştim. Sıkıntı çıkarmak isteseydiler gelmezdiler diye düşünüyordum. Tam bir saat sonra evin zili çaldığında koşarak kapıyı açtım. Gelen Bulut'tu, nefes nefese kalmıştı. İçeri girip herkese selam verdikten sonra tek tek gözlerimizin içine baktı. Bir şey vardı, onu şaşkına uğratan bizi mahvedecek bir şey. En çokta beni mahvedecek... Bakışlarında bir anlam vardı. Sanki yardım istercesine bakıyordu.
-kız çocuğun endişeli hali bile çok karizma-
İç ses sus! Ne yeri ne zamanı?
-yeri ve zamanı olsa sıkıntı olmayacak yani-
İç ses...
"Hepinizin yardımına ihtiyacımız var. Ne olursa olsun yanımızda olacaksanız anlatıyorum..." dediğinde kalbim duracakmış gibi hissetmiştim. Bu kadar hızlı olması beni çok korkutmuştu. Sesinden anladığım kadarıyla da bir şeyler öğrenmişti. Ne öğrendiğini bilmediğim halde bu kadar hızlı bir şeyler olmasını beklemediğim için çok şaşkındım. Bu ara neden her şey hızlı olmak zorunda?
Herkes birbirine baktı ve ilk ses Naz'dan geldi:
"Ben varım."
"Ben de varım," dedi Aslı.
"Ben de varım," dedi Asya.
"Ben de varım," dedi Ege.
"Ben de varım," dedi Can.
"Ben de varım," dedi Batu.
"Ben de varım," dedi Çınar.
"Ben de varım," dedi Elif.
"Biz de varız," dedik aynanda Bulut'la.
"O zaman hazırsanız başlıyoruz..."
BÖLÜM SONU
Yine, yine ve yine söylüyorum, neler oluyor bu lanet kitapta?
Şaka maka dicem ama bu bölüm okuyacağınız en sade bölümdü çünkü ilerleyen bölümlerde bu sadelikte bir bölüm okumayacaksınız o da bir yere kadar sonrasına yine söz veremem....
Asya'ya çok üzüldüm yine. Geç kalınmışlık hissi mahvetti beni yazarken. Ne desem boş gibi geliyordu onun için, aile olarak gördüğü kişilere olan pişmanlığı....
Dila ve Bulut'un arasında geçen o elektrik🫠 vallahi o sahneleri yazarken aynı öyleydim. Hele iç sesin cümleleri kslslsğsisğdğe
Ben yine uzun uzun konuşurum o yüzden bay bay.
Karakterlerimizin içine girmeye başlıyoruz. Olaylarımız başlıyor. Eğer okuduysanız ve beğendiyseniz beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Ben onlarla motive olmaya çalışıyorum. Emeğimin karşılığını almak istiyorum.
Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?
Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Wattpad/Inkspired: izzetcanduman
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |