4. Bölüm

4.BÖLÜM: GELENLER, GİDEENLER, BİLİNENLER

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Eyyyy ahali kalkın biz geldik!

İlerleyen bölümlerden sonra bölüm bombardımanı yapıp bir sürü bölüm atacağım ama aramızda tamam mı? 🤫

Kemerlerinizi takın çünkü uçuşa geçiyoruz👇🏻

Keyifli Okumalar!

Bölüm Şarkısı:

Cem Adrian&Sena Şener-Yine Mi Yol

 

 

 

"Bir kişi doğar bir kişi ölür!"

4.BÖLÜM

"GELENLER, GİDENLER, BİLİNENLER"

 

Bir kişi doğar bir kişi ölür...

Bir kişi gider...

Bir kişi gelir...

Bir kişi yok olur...

Bir kişi var olur...

 

Sanki giden kişinin eksikliğini doldurmak içindi gelenler. Kaybolan ne varsa gittiği gibi gelir misaliydi. Peki, gidenin yerine gelen, giden gibi olur muydu?

 

Giden gitmişti her halükarda gelen de gelmişti. Bitiyordu bazı yaşamlar, yeniden başlanışlar gerçekleşiyordu bir diğer yaşamlarda. Yeni hayatlar var olurken diğer hayatlar bitiyordu...

 

Kaç hayat bitmişti?

Kaç hayat başlamıştı?

 

Gidenler tanınmazdı, gidenler bilinmezdi, gidenler hissedilmezdi. Matemler üç günlük misafirlerdi. Kimin gittiği fark etmiyordu, onlar unutulmaya mahkûm nefeslerdi. Bir gidişle hayat bitmiyordu, bir gidişle yok olunmuyordu, bir gidişle... Gidişler, anlamını sadece hisseden ruhlar bilirdi. Anlatılmaz hissedilirdi.

 

Sevdiğini sandığın herkes gün gelecek ismini anmaz, sesini hatırlamaz olacaktı. Yüzün bir hayal olacaktı o gözlere.

 

Peki gelenler?

 

İşte orada mutluluk vardı, yeni bir üye, büyük sevinçler... Aileye katılan küçük bir üye; sıfırdan yazılmaya başlanmış ilk karşılaşmalar. Gülümsemelerin bir an olsun eksik olmadığı yeni başlangıçlar, sıfırdan tutulan kalemler. Sevilir gelenler, onun adına hayaller kurulur, büyük hazırlıklar yapılır, an an olsun yalnız bırakılmaz. Farklı bir dünya gösterilir bambaşka yaşam biçilir.

 

Bilinen bu iki olay birbirinin zıttıydı. Görüp görebileceğimiz en büyük zıttılar. Bir tarafta ağlayan kişiler diğer tarafta sevinen, mutlu olan kişiler... Hayatın en acımasız gerçekleriydi gitmekte, gelmekte.

 

Gidenin arkasından ağlarken gelene gülümsüyorduk, kabul ediyor sorgulamadan açıyorduk kollarımızı. Gidene dökülen yaşlar birer anı, birer yaşanmışlıktı. Geçmişin ağırlığıydı zorlayan.

 

Şimdi ise zorlanıyordum: Geçmişimin gün yüzüne çıkacak olacak düşüncesiyle. Ağırdı hâlâ bir bekleyiş içinde olan kıza.

 

Naz'ın salonunda oturmuş, Bulut'un ağızından çıkacak kelimelere pür dikkat kesilmiştik. Ortama hızlıca ayak uydurmasını bekliyorduk. Merakımız ön planda olduğundan birbirimize uzun uzun bakıyor, çıkarımlarda bulunuyorduk. Haliyle herkeste bir gerginlik vardı. Alınan derin nefesler ortamı gerdiğinde herkes sessizdi bu da nefeslerin hızını meydana çıkarıyordu.

 

Odanın içinde bulunan bütün yardımcıların aklına takılan üç soru vardı: Herkesin merak ettiği o olay neydi? Bulut ne öğrenmişti? Bu olunanlar ne anlama geliyordu?

 

Kafam doluydu, sorular dur durak demeden çoğalıyor iyice çıkmaza girmemi sağlıyordu. Yeni sorular türetmek yerine cevaplarını istiyordum, gerçeklerin konuşulmasına ihtiyacım vardı. Bulut'a odaklanmıştım, odadakilerin varlığı bir etki etmiyordu. Bir an olsun ayrılmıyordu gözlerim yüzünden, konuşması içindi bu çabam. Yanlış anlaşılmaya müsaitti lakin o da umurumda değildi. Her şeye rağmen ufacık bir cevaba ihtiyaç duyuyordum. Azlığı, etkisi fark etmiyordu, kalbimin üstene yerleşmiş hançeri çıkartmamı sağlasın, beni az da olsa iyi hissettirsin yeterdi. Toplanmam buna bağlıydı.

 

Ona baktığımı bildiğinden gözlerini gözlerime değdirmemiş bütün odayı tekrar tekrar incelemişti en ufak detayına kadar. Kelimeleri mi bulamıyordu, canımı yakmaktan mı korkuyordu? Sessiz olmasıydı asıl canımı yakan. Bildiği halde susmasıydı hançerin daha da derine batması. Suçluydum ben, ön gördüğüm halde görmezden gelmemde suçluydum? Annemi yalnız bırakmaktı cezam.

 

"Polis merkezinde öğrendiklerime göre eve giren kişiyi annen tanıyormuş Dila. Kapıda her hangi bir zorlama yok, evden de bir eşya çalınmamış. Annen, kasıtlı ve planlı bir şekilde bıçaklanmış haliyle bu da olayı daha da karmaşık hale getiriyor," uzun uğraşlar vermesinde haklılık payı vardı: Sonuçta hiç kimse annenin durumu planlı, tehlikedesin, dikkat etmen gerekiyor, demezdi, diyemezdi. Kekelemesi bile içinde bir yerlerde yaralandığını gösteriyordu bana göre. Tanımadığım birine çok hızlı güvenmiştim ama buna rağmen rahatsız hissetmiyordum.

 

-tanıdık biri mi dedi o-

Öyle dedi iç ses, bizi mahvedecek o bilgiyi verdi.

-yapma be Diloş, biz bunu da çözeceğiz-

Çözelim iç ses, annem ve kardeşim için çözelim.

 

Duyduklarım karşısında ilk yıkılmam, ilk cümleyle gerçekleşmişti. Kalbimi hissetmediğim o noktadaydım. Pişmanlık bütün bedenimi kilitlemişti sanki. Yasaktı hareket etmem, yasaktı canımı yakmam. Yansam da, yok olsam da acıtmayacaktım ruhumu. Sonradan duyacaklarım ne kadar daha canımı yakabilirdi ki?

 

Yaksın, ceza olarak ne yaşamımı istiyorlarsa yaşayayım. Yeter ki annem iyi olsun! Dünyamı geri versinler her ne kadar beni kirletmek isteseler de.

 

"Annenle eve giren arasında bir atışma olduğu kesinleşmiş. Komşular da zaten bir kavga sesi duyduğunu söylemiş ifadelerinde. Anneni bulan Ayşe Hanım, verdiği ifadede ki çelişkiler neticesinde gözaltına alınmış." Ses gittikçe ciddileşiyordu ciddileştikçe de darmadağın ediyordu. Aklından geçenleri okuyabilseydim şu an aklından geçenlerin hepsini okumak isterdim.

 

Bulut'un dediğiyle yaşadığım ikinci şokla darmadağın olmak üzereydim. Ayşe Abla bizim kapı komşumuzdu ve böyle bir olayda ne ilgisi olabilirdi ki?

 

-olay çok karışık Diloş, gözüktüğünden de karışık-

İç ses olay karışık olmamalı. Olay karışıksa annem... Lütfen bugün konuşma iç ses, lütfen! Bugün yeteri kadar kötüyüm daha fazlasını bünyem kaldıracak güçte değil.

 

"Alınma sebebi tam olarak neymiş peki?" Bulut'un arkadaşlarından olan Ege, büyük bir karamsarlık ve heyecanla sorduğu soruyu duyunca başımı indirdiğim yerden kaldırıp Bulut'un yüzüne baktım. Göz göze geldiğimiz ilk andı. İsmini bildiğim andan buyana ilk defa bu derece yakın göz teması kuruyorduk. Lakin o gözler çok farklı şeyler gösteriyordu: Bilinmezlik...

 

Bulut konuşmak için dudaklarını araladığında yüzleştiği her ne ise ona yenilip kilitlemişti dudaklarını. Olmazdı, olamazdı. Susması yasak, konuşacak, bana her şeyi anlatacak. Yardım etmek isteyen oydu madem kilitlemeyecekti sözlerini. Gözlerinde gördüğüm o bilinmezliğe saklanamazdı buna asla izin vermezdim. Ne biliyorsa, yükü ne olursa olsun söylemek zorundaydı, benle anlaştığı gibi!

 

"Söylesene artık bildiklerini!" sesimin sert ve yüksek çıkması herkesin bana bakmasını sağlamıştı. Şaşkın gözler bedenimde gezinirken rahatsız değildim. Artık bütün gerçekleri öğrenmek istiyordum. Bütün detaylarını bilmek istiyordum. O bilinmezlikte kaybolmaktansa hayatın acımasız gerçekleriyle yüzleşir onlarla savaşırdım. Hayat acımasız gerçeklerle doluydu. Saklanan sırlar elbet bir gün ortaya çıkıyordu çünkü hayat acımasız bir gerçekti. Şimdi acıyan gözlerin hiçbir hükmü yoktu düşüncelerimde, bilinmezliğimde.

 

Bu bilinmezlik beni korkutuyor.

 

"Ayşe Hanım'ın verdiği ifade de ki kavga sesleri olsun, anneni bulduğu saat olsun uyuşmazlık içendeydi. Yani verdiği saatler diğer komşularınızınkinden farklı olduğundan gözaltına alınmış," karamsarca söylemişti Bulut. Söylerken ki tereddütlüğü söyledikten sonra ki yüz ifadesi değişince anladım; ben ölüyordum. Etrafıma baktığımda ise herkes şaşkındı. Ne olduğunu anlamaya çalışan insan yığınıydık.

 

Başka bir zamanda tanışsaydık konuştukça hayran olacağım sesinden duyduklarım yaralanmamı, kalbimin üstündeki hançerin çıkmasını dilerken daha da derine batmasını sağlıyordu. Gidenlerdi, acıtan. Gelenlerdi mutlu eden.

 

Babam geliyordu, canım acıyordu.

Annem gidiyordu, canım acıyordu.

 

Babam geliyordu, gülümseyemiyordum.

Annem gidiyordu, ağlıyordum.

 

Bildiklerim nefes almamı sağlamıyordu. Kaybolduğum bilinmezliğin içinde nefes alıyordum. Gitmek istesem gidemiyor, çıkmak istesem başka bir yola giriyordum.

 

Yanıma gelmek isteyen ruhlarsa parçalanıyor, adım atamıyordular. Yalnızdım, hiç olmadığım kadar bu çıkmazda yalnızdım.

 

Ayşe Ablam ve annem... Neler oluyordu? Neden oluyordu?

 

"Bizi sadece bunları söylemek için mi çağırdınız?" duyduğum sese doğru kafamı kaldırdığımda Batu'nun aradığı heyecanı bulamamış yüzüyle karşılaştım. Peki ya sorduğu soruya ne demeliydi?

 

Arkadaşımdı. Desteğine en ihtiyaç duyduğum anda basit bir heyecan arayışı attığından şüphe ettiğim kalbimi kırmıştı. Sırtımdan yediğim bıçak iz bırakıyordu bedenime, çocukluğuma. Gözlerimin içine bile bakamazken beni yaralamanın ne anlamı olurdu ki?

 

Unutmayacaktım. Bana yaşatılan her kalp kırıklığını hatırlayacak hepsinden bir bir alacaktım hakkımı. Lanet olsun ki şu an iyi değildim.

 

"Hayır, tabii ki de! Söylemek istediğim başka şey var," kekeleyerek çıkmıştı sesi Bulut'un. Kulaklarının şahit olduğu sesle asıl bilgiye gelinmişti belli ki. Sesinden de anlamış, yüz ifadesinden de teyit ettirmiştim. Batu'nun lafına aşırı kızgın olduğundan daha fazla konuşmasına izin vermeden susturmuş, kendisi konuşmuştu.

 

Beni tanımıyorsun ama benim için kırılıyor ve kızıyorsun. Ey, yabancı sendeki bu karmaşıklık neyin nesi?

 

-kız biz neler yaşıyoruz kısacık zamanda-

İç ses, senin bir anın diğer anını niye tutmuyor Allah aşkına?

-senin yüzünden hanımefendi-

Ben ne yaptım ya?

-aynı anda milyonlarca şeyi bir arada düşündüğün için olabilir mi-

Olabilir!

 

"Binanın yakınlarında ki marketin kamerasına yansıyan, siyah kar maskeli bir adam yakalanmış. Adamın Dila'nın binalarından çıktığı tespit edilmiş. Adamın tespit edilmesindeki en büyük yardım, giriş katta oturan ailedeki çocuğun gördüğünü iddia etmesiydi. Elindeki telefona video çeken çocuk binadan çıkarken adamı yakalamış. Adamı ele verende buydu zaten. Binada ki bütün kameraları bozduklarından dolayı da olayın planlı olduğunu kanıtlıyor. Plana katmadığı şey ise küçük çocuğun elindeki telefondu."

 

Bulut'un en son söyledikleri içimde bir yerlerde ki kırılmış olan umutlarımı canlandırmayı başarmıştı. Duyduklarımdan sonra yüzüme hafif bir tebessüm yayıldı. İnancım pekişti. İnandım, en ufak mucizenin gerçekleşme ihtimaline de sımsıkı sarıldım.

 

Demek ki mucizeler gerçekleşebiliyordu. Umutlarım ilk defa yüzüme gülmüştü. Derinlerde hissettiğim sızı hafiflemiş gibi geliyordu. Ruhum sevinç çığlıkları atıyordu.

 

İyi ki, iyi ki o çocuk vardı. Beni, annemi, kardeşimi kurtarmıştı. Suçlunun cezasını çekmesini sağlayacaktı.

 

"Aynı adam evin 1 kilometre sonrasında da kameralara takılmış. Şüpheli üstündekilerden, hal ve hareketlerinden kendini ele vermiş. Hal böyle olunca da hemen harekete geçmiş ekipler. Adamı kısa sürede yakalayıp karakola götürmüşler. Kendisi şu dakikalarda gözaltında." İlk başlarda konuşmakta zorlansa da sonrasında toparlaması, hızlıca devam etmesi yaralasa da iyi geliyordu. Kesit kesit öğrenip canımı yakmaktansa hızlıca öğrenip kesiklere ayrılmak daha iyiydi. "Bizden istenen de Dila'nın karakola gidip adamı teşhis etmesi. Şüpheliyi tanıyıp tanımadıklarını soracakları için yarın gitmemiz gerekiyor Dila."

 

Zordu. Kim olursa olsun annesine yapılan işkenceyi gördükten sonra bizzat şüphelisiyle yüz yüze gelmekte zorlanırdı. İstemezdi bir kere. Konuşmak kolaydı, yaparım dersin fakat o yapılamazdı. Kül olmuş bir közün canlanmasını kimse istemezdi.

 

Yapmam gerekiyordu. Anneme bunu her kim yaptıysa yüzleşmeli, sebeplerini dinlemeliydim. Geçerli bir bahanesi bile olamayacak o herifin yüzüne tükürmek için ayaklanıp gitmeliydim karakola. Benliğimdeki gücü bulup adımları atmalıydım masalım için.

 

"Ne!" Asya'nın verdiği tepkiyi sanki benim vermem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Öğrendiklerim beni hem korkutuyor hem de sevindiriyordu. Ne yapmam gerektiği ilk günden bugüne belliydi ve asla değişmeyecekti de. Dila'dan emindim, yapacaklarından kaçmayacak inandığı yolda yürürken doğrularına inanacaktım.

 

"Ben hala anlamıyorum, bize ne gibi ihtiyacınız var? Doğru dürüst bir şeyler mi söyleseniz artık!" Batu'nun verdiği tepkiyle herkes şaşırmıştı. Batu, yaptığının ne kadar da kırıcı bir hareket olduğunu biliyor muydu acaba? Bu gece ilk kırması da değildi. Bana bunu nasıl yapardı, nasıl görmezdi yok olduğumu? Bana, anneme destek olması gerekirken köstek mi olacaktı?

 

"Bizlere düşen de bu adamın, Dila teşhis ettikten sonra peşine düşmek olacaktır. Her şeyi belli sıralarla çözeceğiz. Herkes gruplara ayrılacak ve görevlerini tamamlayacaklar." Gözümün içine bakmadığı halde kırıldığımı anlamış gibi konuştuğunda sesi olduğundan daha da sert çıkmıştı. Etrafa attığı anlamlı bakışları en çokta Batu'nun üzerindeydi.

 

Salonun içindeki fısıldaşmaları ilk konuşmadan buyana takmamış, dinlememiştim. Verilen tepkilerin birçoğunu da görmemiştim o yüzden. Odaklandığım, dinlemek istediğim tek bir kişi vardı. Ondaydım, onda kalmayı tercih etmiştim.

 

Oysa o, odadaki herkesi izlemişti. Gözü bir bir incelemişti arkadaşlarımın, arkadaşlarının tepkilerini. Kimi zaman yüzünde sinir gezerken kimi zamanda sakinlik vardı. Konuştukça açılması her ne kadar kendisine iyi gelse de gördüğü tepkiler, duyduğu konuşmalar adam akıllı bir duyguda kalmasını sağlamıyordu.

 

"O zaman görevlerimizi söyle de başlayalım!" Ege ve Batu'nun aynı anda çıkan heyecanlı sesleri bu gece duyduklarımdan daha da üzmüş, sinirlendirmişti. En çokta kalbimi kırmıştı. Böyle davranılmayı ne annem hak etmişti, ne doğmamış kardeşim, ne de ben.

 

"Siz çok istekli olduğunuz için Ege ve Batu siz b..." ortamın git gide gerildiğini, her an bir bombanın patlak vereceğini düşündüğündendir belki de her saygısızlığı sinirle susturup ortamı yatıştırma çabası. Bu sefer görmezden gelmeyecektim. Bulut'un sözünü yarıda kestiğimde sesim yüksekti.

 

"Yaptığınız saygısızlığı anlıyor musunuz? Hal ve hareketlerinizle beni ne kadar aşağıladığınızın farkında mısınız? Buraya bir macera yaşamak için toplanmadık! Annem için toplandık. Bence ilk önce bunu anlayın da öyle konuşun. O zaman beni de bu kadar aşağılamış olmazsınız."

 

Yaptıkları çok aşağılayıcıydı. Sanki buraya onları macera yaşamaya çağırmıştık. O kadar sinirliydim ki daha fazla salonda kalmak istemedim. Eğer kalmaya devam edersem işler çığırından çıkardı. Çok sinirlendirmiştiler, sadece onlar değil; bütün yaşadıklarım sinirlerimi bozmuştu. Daha fazla konuşmadan salonu terk edip Naz'ın bana gösterdiği odaya geçtim. Odanın kapısı sert kapanmıştı. Odaya gider gitmez gözlerimden akan yaşlar da bir oldu. Yine yalnızlığım ve ben ağlıyorduk.

 

Ben bir bütün beden değildim. Her yerim kırık ve ağırdı... Yaşadıklarım beni yok etmişti. Benim canlı bir beden olmam yaşadığımın göstergesi değildi ki. Ben yaşayan bir ölüydüm. Ruhum da ölüydü bedenim de ölüydü. İkisi de birbirinden karamsar ve acımasızdı. Bu da bana hayatın gerçeklerini gösteriyordu. Hayallerim ve yaşadıklarım birbirinden o kadar zıttılar ki. Yine girdiğim yorganın altında sessiz bir şekilde hıçkırarak ağlıyordum. Yine içimde yaşıyordum bu olanları. Her zamanki gibi...

 

💦

 

Kendine yardım edemeyip çocuk kalmış bir başka ruha yardım eden çocuktan:

 

Hastaneden ayrılıp karakola gittiğim de o kadar mutlu olmuştum ki bunu anlatacak bir kelime dahi bulamıyordum. Dila'dan yardım istedikten sonra çok düşünmüştüm: acaba kötümü yaptım diye. Daha kız beni tanımıyordu bile, ben onu çok iyi tanıyorken. Bu olayı bahane edipte yakınlaşmak istemem kötü mü olmuştu ki? Delirecektim, düşüncelerimi biriyle paylaşmazsam delirecektim.

 

Masum bakışlara, yeşillerini gördüğüm ilk gün tutulmuştum ona. Tanımıyordum, bilmiyordum, yasaklamıştım duyguları. Ben ne kadar yasak koysam da o geldiğinde bütün yasaklar puf olup uçmuştu.

 

Anlaşma yaptıktan 5 saat sonra...

 

Öğrendiklerimin şokuyla kendimi Naz'ın salonunda bulmuştum. Onlara nasıl söyleyeceğim diye düşünürken gözüm Dila'ya takılmıştı. İyi mi kötü mü olduğu anlaşılamıyordu. Yüzüne taktığı o sahte tebessüm kendini o kadar belli ediyordu ki görmezden gelmek zorluyordu.

 

Onu bu kadar iyi tanımak hem iyiydi hem de kötü! Üzüldüğün de gidip ona sarılamamak, mutlu olduğunda onunla sevinememek can yakıyordu... Hele de olacaklardan sonra. Keşke başka türlü karşılaşsaydık peri kızı!

 

Dila'nın sert çıktığı dakikadan sonra...

 

Dila'nın verdiği sert tepkiyle şaşırmıştık. Herkes sus pus olmuştu. Daha fazla dayanamayıp giden Dila'nın arkasından baka kalmıştım. Batu ve Ege'nin yaptıkları çok kırıcı bir hareketti. Ben de bunun farkına varmıştım ama burada bir olay yaratmamak içim sabrediyordum. Daha çok kalbimi çalan o kız içindi sabrım. İyi değildi, çökmüştü. Daha fazla canını sıkmak istemediğim için her iki gençte sağ salim oturuyordular yerlerinde.

 

"Yaptığınız gerçekten çok kırıcıydı," kırgındı bu ses, kızgındı bu ses. Sesin sahibinin yüzüne bakmama gerek yoktu çünkü sesin sahibinin Asya olduğunu çok iyi biliyordum. Ablasından dolayı çok denk düştüğümüzden tanıyorduk birbirimizi.

 

Aslı'ya gelip uzun uzun Dila'dan bahsettiği o günleri özlüyordum. Herkesin kendince de olsa gülümseyebildiği o günler...

 

"Buraya macera için çağrılmadınız. Bu olayı çözmemize yardımcı olmanız için çağrıldınız." Sesimi her ne kadar kontrol altına almaya çalışsam da başaramamış yüksek çıkmasına sebep olmuştum. Odayı terk eden kızdan dolayı birçok kişi dalgın olduğundan irkilerek kendilerine geldiklerinde, bazılarının eli kalbine giderken bazılarının da alnına, saçına gitmişti. Bu gece, bu ikili sabrımı zorluyordu.

 

"Biz özür dilemek istiyoruz." Batu ve Ege yaptıklarının kötü olduklarını anlamış olacaklar ki özür dilemeye karar verdiklerinde şaşırmak istesem de şaşırmamıştım.

 

"Şimdi daha fazla üstüne gitmeyelim. Yaşadıkları çok ağırdı. Kaldırılması zor gün geçirdi ne de olsa. Geceden beri uykusuz! Zaten..." dediği lafı tamamlamayan Naz'a herkes bakmıştı. Bir anda susması, yarım kalan cümlesi merak ettirse de üstlerine gidemezdim. Özel hayatlarına girmemem gerekirdi, bu saygısızlıktı.

 

"Bakmayın öyle, söylemem. Dila'yla aramızda!" konuştuğunda ki gülümsemesi ağzından kaçırmadığı için olmalıydı. Birbirlerine bu derece güvendiklerine göre çok yakın arkadaşlardı. Zor anlarında yanlarında olan, bir an olsun desteğini eksik hissettirmeyen, evlerinin kapısını açan...

 

 

Bütün olanları ve bildiklerimi çocuklara anlatmaya başladığımda istediğim tek bir şey vardı: Dila'yla özel konuşmak. Songül Kaya yani Dila'nın annesinin nasıl bulunduğunu, ne şekilde hastaneye götürüldüğünü, duyulan çığlıkları, ağlayışları... Bütün bildiklerimi bir bilgiyi saklayarak anlattım. Tekrardan buluşmak için yarın ki teşhisten sonrasını belirlemiştik. Daha fazla konuşmaya gerek kalmadığında ise tek tek terk etmiştiler evi.

 

Konuşmaların gerçekleştiği her an aklım kalbimi çalan kızdaydı. Yaşadığı olayın içimde sıkışıp kaldığını anlayabiliyordum.

 

Herkes gittikten sonra Naz'la sessiz bir şekilde oturuyorduk. Aklım Dila'daydı. Bir süre daha beraber oturunca dayanamadığım için harekete geçtim.

 

"Benim Dila'yla tek konuşmam gerekiyor. İzin verirsen yanına gidebilir miyim?" sesim isteksiz çıksa da bunu yapmam gerekiyordu. Söylemem gerekenler bitmemişti.

 

Naz beni onayladıktan sonra Dila'yı kontrol etmeye gitti. Onun ayrılmasının üstünden duymak için sessiz olup ufacık bir çıt bile çıkarmadığım halde ne konuştuklarını duyamamıştım. Geri gelip de yanına gidebileceğimi söylediğinde küçük çocuk kadar mutlu olmuştum. Söyleyeceklerim ne kadar tavırlarımın tersi olsa da çocuk gibi hissetmeyi sevmiştim.

 

Salondan kalkıp Dila'nın yanına gittiğimde tek kişilik yatakta oturmuş bir şekilde gördüm. Yeşil renklerle donatılmış olan bu şık ama küçük oda tebessüm etmemi sağladı. En sevdiğim rengin böyle bir odada güzel durması içimi ısıtmıştı. Yaptığım küçük kaçamaklı tebessümümü sildikten sonra Dila'nın yanına oturdum.

 

Kalbim şu saniye hızlanmaya başlamıştı.

 

Büyük bir heyecanla geldiğim odada 5 dakikadır sessizlik hâkimdi. Şahsen nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum. Bugün ilk geldiğimde de böyle olmuştum. Zaman işliyordu, gelen gidiyordu lakin bizden çıt çıkmıyordu. Büyükçe cesaretli davranan Dila'dan sessizliği bozan ses çıktığında hayran hayran baktım karşımda duran güzelliğe. Sabaha kadar izleyebilirdim.

 

"Kırgın ve yorgunum. Anlatacakların yaşadıklarımın yanında hiç bir şey! O yüzden korkmana gerek duymadan söylemek istediklerini söyleyebilirsin." Titremişti sesi, yorgun olduğu belliydi o sesten. Tek anladığım keşke titreyen sesi olsaydı? Kırıldığı her noktadan kırılıyordum. Bunun bir açıklaması var mıydı?

 

"N...Nasılsın." Evet, çok salakça bir soru sorduğumdan ölmek istedim daha önce defalarca kez dilememiş gibi. Cevabını bildiğim bir soruyu kıza sorduğumdandı kendime olan nefretim. Nasıl olduğunu çok iyi bildiğim halde bu saçma soruyu sormuştum. Bana ne demeli?

 

Salaksın Bulut, aklını topla, kendine gel, toparlan, bırak şu kara düşünceleri güzel gelecek için düşün ne düşüneceksin...

 

"Ölmüş bir badenden de, ruhtan da farkım yok. Olabileceğimden daha kötü..."

 

Zorla konuşmasını beklesem de öyle olmamış yaralı olan tarafıyla konuşmuştu. Şaşırmamıştım duyduğum cevapla. Ölmüş bir beden ve ruh... Nasıl olabilirdi ki zaten? Kulaklarımla bizzat işittiğim, gözlerimle saniye saniye gördüğüm yakarışlardan sonra bir karar daha vermiştim.

 

Ölmüş olan bu ruhu canlandırıp bedenine koyacaktım. Bu güzel kızı yaşatacaktım. Sevdiğim bu güzel kalp hırsızının kalbini neşelendirecektim... Sevgimi ona da paylaşacaktım, ama...

 

"Özür dilerim, saçma bir soru olduğu için kusuruma bakma!" kendime kızıyor içimden küfürler saydırıyordum. Nasıl aptal olabilirdim? Karşımda duran bu kadından kısa sürede etkilenmemeliydim. Zamanı değildi, olmazdı, olmamalıydı.

 

"Çok değişiksin," sesi bir önceki konuşmasından sonra daha iyi geldiğindendir içimdeki çocuğun bas bas bağırması.

 

"Nasıl?" irislerime değen yeşillerin içinde kaybolduğumdandır vücudumdaki kelebeklerin uçuşu.

 

"Olabildiğim ortamın adamı değilsin. Çok güzel bir kalbin var..." sustu, sustum. Gülümsediğinde ise gülümsüyordum, en büyük olanından.

 

Dila , bana iltifat etmişti. Dila, bana benim kalbimin çok güzel olduğundan bahsetmişti. Dila, bana iltifat etmişti...

 

"T...Teşekkür ederim," ne diyeceğime karar veremediğimden saçma bir cevapla daha kendimi rezil etmiştim. Normalde böyle davranmaz, heykel kesilmezdim. Her daim karşı sözlerim bulunurdu bana karşı söylenen sözlere. Fakat yanımda o varsa olmuyordu bu, ister istemez seçtiklerim darılıyor konuşamıyordu.

 

Ona zarar vermekten korkuyorum, yapmadığım birçok şeyi Dila'nın yanında yapacağımın henüz farkında değilken hem de.

 

"Ne diyecektin?" Dila'nın sorusuyla kendime geldiğimde yine konuşmak istememiştim, nasıl diyeceğimi bilmiyordum. Kendimi toparlamak için uzunca nefeslendim. Gözlerimi kapatıp içimden yaptığım onlarca denemenin üstüne bir deneme daha gerçekleştirdim. Kendime gelebildiğimde artık konuşmam gerektiğini biliyordum. Yapmak zorundaydım. Bu yolda korkarsam hiçbir şey olmazdı.

 

"İçerde anlatmadıklarım var," dediğimde doğru bir karar verdiğime inanmak istiyordum. Gözlerindeki korkuyu gördüğümden yumuşatmaya çalışıyordum ama pekte etkili olacağını sanmıyorum.

 

"Nedir peki o anlatmadıkların?" yüzündeki hüznü kapıyı açtığım ilk andan görmüştüm.

 

"Evinize giren kişinin baban olduğuna dair şüpheleri var. Baban ve annenin ayrı olduğunu biliyorum." Hayatın bir yalan güzel kız! Korkmalısın sırların verdiği güçten. Kaç kendini kurtar!

 

"N...Nasıl? Ama babam yurt dışında!" yüz ifadesinin dışında sesindeki tını bile şaşkınlığını gösteriyordu. Neden şaşırıyorsam benim söylediklerime şaşırmasını. Kim olsa duyduklarına inanmaz, yalan söylediğimi iddia ederdi.

 

"Babanın yurt dışında olduğu yok. Baban İstanbul'da yaşıyormuş 3 aydır." Koskoca üç ay nasıl dayandın bu kızı görmeden be adam?

 

Şaşıracağını düşünmüştüm lakin bu şaşkınlığı tahminimden fazlaydı. Bir yerlerde kırıldığı noktada gibiydi. Sandığımdan çok kırılmıştı. Babasına değer verdiğini bulunduğum bu yerden dahi anlamıştım.

 

"Babam 3 aydır burada mı yaşıyormuş?" sesindeki o titreme her şeyi mahvedebilirdi, acı çekmişti. Çekilen acılar gün gelir en keskin bıçağa dönüşürdü. Kim için dönüştüklerini de kendileri çok iyi bilirdi. Geçmiş unutulmazdı belli bir süreliğine rafa kaldırılırdı.

 

"Evet, baban üç aydır buradaymış." Baban hayatta kalp hırsızı! İsminin anlamını biliyor muydu acaba?

 

"Babam ailesiyle buraya gelmiş ve bunu benden saklamış mı yani?" Sanki ben yalan söylüyor da Dila gerçekleri söylüyormuş gibi hissetmeme çok az kalmıştı.

 

Gözlerinden akan yaşları silmek, sımsıkı sarılıp geçti demek istiyorum. Ben varsam sana bir şey olmaz demek, her daim güvenmesini sağlamak istiyorum. Yaşadığım onca şeye karşı sadece bulunduğun ortamda olmam bile iyi hissettiriyordu demek büyük itiraflarda bulunmak istiyordum.

 

"Aile mi?" gözlerini bir saniyede olsa ayırmamıştı duyduklarına rağmen. Bildiklerime rağmen hâlâ onunla konuşuyordum. Konuşmazsam daha da yaralanacaktı görüyordum.

 

"Evet aile. Babamla annem ayrıldıktan sonra babam başka biriyle evlendi." keşke yanında olup her şey geçecek diye söyleseydim. Bunu daha öncede istemiştim şimdi de defalarca kez istiyordum.

 

"Dila sen ne diyorsun. Baban hiç evlenmemiş ki." O farklı gerçekler söylüyordu ben farklı gerçekler söylüyordum. İnandığı hayatın bir yalan olduğuyla da yüzleştiğindendi bitmiş gibi bakışları. Dila, son söylediğimden sonra donup kalmıştı. Yüzün de şaşkınlık ve korku vardı. Yüzüne bakan herkes anlayabilirdi. Anlamak istememiştim, görmek, yok olduğuna şahit olmak istediğim son şey bile değildi.

 

"Dila, iyi misin?" değil, görmüyor musun be oğlum? Sakin kalmaya çalıştıkça iyice mahvediyordum kendimi. Kontrol altına almaya çalıştığım duygularım, sesim bir türlü düzelmiyor daha da zorlatıyordular işimi.

 

"İ...İyi değilim." Kekelemesi kalbimin sancısını arttırdı. Nefeslerim zorlandı, yaşamımda kalem atmaktan vazgeçti.

 

Gözünden akan gözyaşını görünce kendimden nefret ettim. Bu kızı kim ağlattıysa hepsinden hesap soracaktım. Kararlıydım. Her şeye rağmen... Canımdan olacak kadar.

 

"Dila başka bir şey daha var." Korkulu o ana geldiğimden suçluluk duyuyordum. Bütün gece boyunca o kelimeyi nasıl söyleyeceğimi tartmış altında ezilmiştim. Girdiğim bazı davalarda gündemimde yer alsa da hala aşamamış bu canavarlığın ne hakla yapıldığını sorgulamıştım. Suç kendindeyken bir papyonla suçu karşı tarafa atmak şeytanlığın vücut bulmuş haliydi.

 

Hayatının en kötü cümlelerini benden duymanı istemezdim güzel kız. Unutamayacağın sesimin bu yaşanmışlıklar olması kalbimi küle çeviriyordu. Sen yanma, sen yok olma diye elimden geleni yapar bu savaşta sonuna kadar savaşırdım.

 

"Nedir?" ürpertici olduğunu anlamamak korkutucuydu. Zor da olsa sesimi çıkardığımda olanlar olacaktı.

 

"Polisler annenin tecavüz edildiğini düşünüyor. Bebeğin tecavüz yoluyla mı yoksa isteyerek mi olduğunu anlamak için doktorlardan test istemişler." Her şeyi değiştiren noktada buydu işte. Hayallerim, yaşamamış ne varsa yalan mıydı, yıkılmış mıydı? Böyle tanışmak, en ağır cümleleri bizzat benden duyması unutulmaz biri olduğumu simgeliyordu. Unutulmazdım lakin kara günlerde.

 

💦

 

Gerçek bildiği yalanları göremeyen o kızdan:

 

İnsan duyduğu yalanları gerçek sandığında yıkılır mıydı? İnsan, annesinin en kötü günlerini bile görmediğinde ölmeyi diler miydi? Yıllarca beklediği babasının, kâbuslarının suçlusu olduğunu duyunca ne yapardı?

 

Tanımıyordum bu kızı, tanımıyordum bu hisleri. Ben beklerdim, gerçekleşmeyeceğini bildiğim umutlarla. Şimdi beklediğim ne varsa cezamdı, hayal kırıklığımdı. Ateşimdi.

 

Bulut'un son söylediğinden sonra yıkılmıştım. Annemin... Neydi şimdi bu? Ne demek oluyordu? Bu kadar kör olamazdım, olmamalıydım. Yüzüne güldüğüm kadına yaptığım saygısızlıktı bu, anneme yaptığım kötülüktü bu.

 

"N...Ne?" kekelediğimde şaşırmıştım. Gözlerimi ayırmadığım elalar bile bu derece yıkılmış bakarken tam olarak ne hissedeceğimi bilmiyordum. Ne hissettiğimi anlayamıyorum?

 

"Anlattığım gibi. Annenin te..." yapma, bana bunu yapmayın. Yakmayın beni, acıtmayın canımı, sokmayın o hançeri derinlere.

 

"Tamam, tamam, anladım. Lütfen, sus!" ağzımdan çıkan her sözü bastırdığımda içim kan ağlıyordu. Titremelerimin sebebini bilmiyor lakin öğrenmekte istemiyordum. Annem paramparça edilirken burada kendimi kandırmanın bir faydası yoktu. Olamazdı.

 

Ağlıyordum. Bu sefer sessiz ağlamıyordum. İçimden geldiği gibi sesli bir şekilde ağlamaya başladığımda sığınacak bir göğüs aradım. Neden sesli ağlamıştım, bilmiyorum. Her şeyi her zaman içime bırakırdım ama şimdi yapamıyordum. Fazla geliyordu, sineye çekip yok olduğumu gösteremeyecek kadar ağırdı yüzleştiklerim.

 

-hiçbir şey net değil Diloş-

Olsun iç ses, beni mahvetmeye yetti sonuçta. Dilerim ki gerçek olmasın. Çünkü dönüşeceğim kızdan korkuyorum.

 

Ben, hiç tanımadığım birinin yanında ilk kez sesli bir şekilde ağlıyordum. Neden ağladığımı ise çok zaman geçmeden öğreneceğimin farkında bile değildim.

 

"En iyisi ben gideyim," o bile dayanamamıştı ağlamama. Gidenler giderken arkayı düşünür müydü, düşünmez miydi? "Yarın 10 gibi seni almaya gelirim. İlk karakola gideriz sonra da ben seni hastaneye bırakırım tabii istersen!" sesini düzeltmek için konuşma boyunca çaba harcamıştı. Ne için yaptığını sormadım, öğrenmekte istemiyordum. Ailem bu haldeyken kendi duygularımla ilgilenemezdim ilgilendiğim yeterde artardı.

 

Suçluydum ben.

Annesinin kör kızıydım.

Babasının sevmediği çocuğuydum.

 

"Tamam." Sende gel yak beni yeni çocuk. Asıl şimdi başlıyorduk bu hikâyeye. Ne olmuştu, nasıl olmuştu, neden olmuştu? Hepsini bir bir öğrenecektik. Yapacağım teşhis bütün dengeyi altüst edecek kadar güçlüydü.

 

Bense güçlü değildim.

 

Bulut'la konuşmamızın üstünden 3 saat geçmişti. Saat 03.16. Naz'ın evinde yatakta sessizce ağlamaya devam ediyordum. Benliğime dönmüş, sesimi kesmiştim. Kafamda ise tonlarca düşünce... Neler olduğunu anlamaya çalışsam da bir şeyler yapabildiğim aşikârdı.

 

Annem bu derece acı çekerken nasıl olurda da yanında olamazdım mesela. Bana iyi geldiği günleri düşündüğüm de her şey çok kolaydı, biz mutluyduk. Ne zaman ki babamın geleceğini öğrendim, değiştim. Yıllardır görmediğim ayda yılda sesini bir kez duyduğum adamın beni görmek istemesiydi körlüğümün, sağırlığımın başlangıcı.

 

Yıllardır cam kenarında beklediğim babamı unutmamış her geçen gün daha da özlem duymuştum. Beni görmek istemezken küçücük ruhumla beni sevsin, görsün diye dualar ederdim. Şimdi dönüp baktığımda ne kadarda ahmak olduğumu görüyordum. Yanında bile değilken hayatımın bu derece içinde olmasına sinir oluyordum.

 

Aşamıyorum, babamın anneme zarar verecek olmasını. Korkuyorum, kaçtığım gerçeklerden. Kafamı yastığa gömdüğümde bile kesilmiyordu yaşlarım, düşüncelerim.

 

"Dila, hayatım kalkman gerekiyor." Gözlerimi araladığımda sabaha karşı uyuya kaldığımı anlamıştım. Naz'ın bana seslenmesiyle gözlerimin acıdığını hissettim. Geçirdiğim zor günlerden dolayı uyuyamıyordum. Bu gece onca şeye rağmen azda olsa uyuyakaldığımda bünyeme yenilmiştim.

 

Yataktan kalkıp banyoya geçtiğimde özellikle suyu soğuk ayarladım. Soğuk olmak zorundaydı. Elimi yüzümü buz gibi suda yıkadıktan sonra dahi kendime gelememiştim. Yaşanılanlardan sonra da kendime gelmek uzun zaman alırdı. Kafamı kaldırdığımda ise aynada kendimi gördüm.

 

-ölüden bir farkın yok-

Ben zaten ölüyüm!

 

Naz'ın hazırladığı kahvaltıdan neredeyse hiç bir şey yemeden kalkmıştım. Yiyemiyordum, yaşamsal fonksiyonlarımı yerine getiremeyecek kadar güçsüzdüm. Bazı geceler burada kaldığımdan yedek kıyafet bırakırdım dolaba. Bıraktığım yedek kıyafetlerden üstüme siyah kazağımı ve siyah pantolonumu geçirdikten sonra saçımı özenmeden topladım. Konsolun üstündeki telefonumla, kızların partiden getirdiği çantamdan gerekli eşyalarımı alıp Naz'ın verdiği ceketin iç ceplerine attım.

 

Asya'da bu gece burada kalmıştı. Kahvaltıda sussa da onunda ne derece yaralandığını biliyordum. İki arkadaşıma bakıp bir şey söylemeden evden çıktım. Zalim diyebilirlerdi arkamdan ama bununla ilgilenmiyordum. Zaten diyeceklerini de sanmıyordum. Binadan çıkıp biraz ilerlediğimde derince nefesler almaya başladım. Çok geçmeden önümde araba durduğunda korkmuştum. Gelen Bulut'tu. Ruhsuzca yanına gidip arabaya bindim. Sessizliğin içinde o da karakola hareket etmek için gaza yüklendi.

 

"Günaydın," sesinin iyi çıkmasının sebebi bendim büyük ihtimalle. Yanımda kötü gözükmemek için herkes dikkat ediyordu davranışlarına. Bunu anlamak zor olmamıştı. Gülümsemek istesem de içimden gelmediği için yapmadım. Onun normal sesine karşı soğuk nevale bir şekilde cevap verdim. "Günaydın."

 

İlk konuşmamızın ardından sadece teşhis yapmam gerektiğini söylemişti Bulut. 15 dakikalık sessiz yolculuğun ardından karakola gelmiştik. Bir kaç küçük işlem sonrası beni bir odaya aldıklarında etraftaki sesleri dinledim. Belki işime yarayan bir bilgi bulurum düşüncesiyle. Adam akıllı ses duyamadığım içim odayı inceledim. Çok büyük olmayan lakin dosyaların ön olanda olduğu bir odadaydım. Karşılıklı dört sandalyelerden birindeydim. Gözlerimi büyük masaya çevirdiğimde arkası dönük bir çerçeve, bilgisayar, bir tarafta açık bırakılmış dosyalar, imza atılmış birkaç evrak... İrislerim masanın ortada kalan en başköşeye koyulmuş yazıyı seçti.

 

Başkomiser, Murat Tepeli.

 

Kısa süre sonra odanın içine iki adam girdi. Bulut'un yanındaki kalıplı kişiye baktığımda ürpermemek elde değildi. Tanıdığım birçok erkekten daha uzun boyluydu, kalıplı olması da eklenince istesende istemesende hal ve hareketlerine dikkat ediyordun.

 

"Başkomiser, Murat," kim olduğu tahmin ettiğim adam elini uzattığında sakince karşılık verip uzattığı elini sıktım. Sıkmak denirse tabii! "Dila Deniz," dediğimde ise gülümsüyordu. Tepki vermedim.

 

"Şimdi seninle bir odaya geçeceğiz emin ol senin gördüğünü biz dışında kimse bilmeyecek," bilseler ne olurdu ki başkomiserim? Beni de mi annemin yanına gönderirdiler? "Tanıyıp tanımadığını söylemen yeterli olacak." Ses etmedim, onaylamak için başımı salladım.

 

Odadan üç kişi birlikte çıktık. Asansörlerin olduğu tarafa yürüdüğümüzden sessizce takip ediyordum onları. Peşimize birkaç poliste takılmıştı. Karakolu incelediğimde hiçbir tanıdık yüz görmedim. Geceden beri ifade aldıklarından apartmanda oturan birini görürüm diye düşünmüştüm, yanılmışım. Belki de bu katta değildiler.

 

Asansöre bindiğimizde peşimizden gelen görevlilerden biri -1 düğmesine bastı. Bulut'la, başkomiser başka bir davadan konuşuyor olmalılardı çünkü söylediklerinden anlamıyordum. Zaman işlediğinden vakitte geçmişti. Kata geldiğimizde inip ilerlemeye devam ettik. Adım attıkça değişiyordu duygularım. Adım attıkça ölüyordu içimde beslediğim umutlarım. Küçük bir odaya girdiğimizde büyük bir cam ve onun önünde bilgisayar bulunan masayı götdüm.

 

Odayı giren herkesin susması kalbimin atışını hızlandırıyordu. Kimle karşılaşacaktım, kimle yerle bir olacaktım?

 

"Şüpheliyi getirin!" başkomiserden korkmakta haklıydım, bu sesle kim korkmazdı ki zaten. 2- 3 dakika sonra camın arkasında ki kapı açıldı ve bir adamla birlikte polis içeri girdi. Camın arkasındaki adamı bizim görebildiğimizi ama onun bizi göremediğini biliyordum.

 

Karşı odanın içindeki adamın, bu halde olmamızın şüphelisinin yüzünü görmemle buza döndüm. Gördüğüm yüz beni şaşkına uğratırken ağzımdan çıkan kelime ise bozguna uğratmıştı. "Erdem Abi!"

 

Nasıl, neden? Sen... sen babamın en yakın arkadaşısın. Daha bir hafta önce görüştüğümüzde sormuştun babamı, sana. O zamanda mı plandı her şey, anneme bunu yapan babam mıydı? Annemde çok bahsederdi senden, babamla olan arkadaşlığından. Bunu, yapmamış olun.

 

-Diloş, ne demek bu-

Keşke bilsem iç ses, keşke bilsem!

 

Karşımdaki yüze odaklandığımdan söylediğim isimle yanımdakilerin ne tepki verdiğini bilmiyordum. Lakin mutlu ve şaşkın olduklarını tahmin etmek zor değildi.

 

"Bir isim söylediğine göre adamı tanıyorsun, öyle mi?" Başkomiserin sesini duyduğumda yaşanılanları sorguluyordum.

 

"Tanıyor musun Dila?" benden cevap bekleyenlere rağmen konuşamıyordum. Bulut'un sevinçle çıkan sesi bir tık kendime getirse de gördüğüm yüz her şeyi bozuyordu.

 

Gördüğümden sonra ne diyeceğimi şaşırmış bir durumdayken bazı gerçeklerin yavaş yavaş çözüldüğünü fark etmiştim.

 

"Evet, tanıyorum. Erdem Abi, babamın iş arkadaşı ve aynı zamanda da en yakın arkadaşıdır."

 

Söylediklerimden sonra daha fazla beni o küçük odada bırakmayıp çıkarttılar. Erdem Abinin tekrardan ifadesi alınması içinde gözaltında tutmaya devam ettiler.

 

Kısacık anda ne çok şeyle yüzleşmiştim.

 

Kendimi tekrardan başkomiserin odasında bulduğumda iyi değildim, olamıyordum. Söylenenler, duyduklarım, yaşadıklarım film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. Sanki milyonlarca sorularla boğuşmuyormuş gibi az önce gerçekleştirdiğim teşhis soruları daha da arttırmıştı. Girdiğim çıkmaz gün geçtikçe zorluyordu.

 

Telefonumun sesiyle irkildiğimde ana geri döndüm. Daha fazla gözleri üstüme çekmemek için iç ceplere attığım telefonumu çıkarıp arayanının kim olduğuna baktım.

 

Teyzem Arıyor...

 

Eğer ki telefonu açmazsam teyzemin yılmadan arayacağını biliyordum. Telefonu açtığımda tam teyzeme müsait değilim sonra konuşalım mı diyecekken, teyzem, benim ağzımı açmama izin vermeden yıkılacağım o cümleyi söyledi:

 

"Ablam yok..."

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitapta demekten asla bıkmayacağımmm.

İzo lütfen sakin bir bölüm yaz diyenlere karşı hafiften sırları açığa çıkartıp işleri karıştırma bennnn. Çok seviyorum ters köşeli bölümleri huyum kurusun.

Bulut ve Dila'nın kaosun ortasından romantikmişim bulmaları, hissettikleri... Bayılanzi diyen herkese sonuna kadar katılıyorum. Bunların arasındaki çekim beni delirtir.

Bende sizi.

Batu ve Ege'ye kin kusma satırımız. Yazarken içimden neler geçirmedim ki...

Artık hikayemiz başladı. Olayların içine girdik. Sırlar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı...

Bulut ve Dila'yı neler bekliyor acaba? Hihi!

Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?

Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Wattpad/Inkspired: izzetcanduman

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 26.11.2024 20:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...