
Ey ahaliii kalkın biz geldikkk🫠
Bu bölümü çok severek yazdım nedenini okuyunca çok güzel anlarsınız. Söylenen cümleler, düşünülenler, bakışlar...
Çok uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakıyorum👇🏻
Keyifli Okumalar!
:')
Bölüm Şarkısı:
Sufle&Canozan- Hiç Kimsenin Günahı Yok
"Cam kenarında babamın gelmesini beklemek çocukken yaptığım en güzel şeydi."
5.BÖLÜM
"YALAN"
Hayata olan bakış açılarımız her daim farklıydı. Kimine göre hayat mutlulukken, kimine göre ise acıydı. Hayatımız seçimlerin yuvasıydı. Seçimler olurdu, kaçamaz, içine hapsolurduk. İstemezdik bizi üzen gerçekleri, kabul etmezdik canımızı acıtan duyguları... Savaşırdık savaşmak istedikçe.
Aslında hayat kocaman bir yalandı. Yalanlardan kaçan herkes koca bir yalanın içinde yaşıyordu. Bu koca yalanın için de yaşamaya çalışıyorduk, tabii yaşamak denirse...
Hayatın yalan olduğu kadar insanlar da yalandı. Kimin neyi istediğini, nasıl hissettiğini asla bilemiyoruz. Bilemedikçe de aradaki boşluğu biz dolduruyoruz. Sevgisini istediğimiz kimseye o boşlukta güzellikler yazarken nefret ettiğimiz kişilerinin boşluğunu da dolduruyoruz karamsarlıklarımızla. Kimine nefret, kimine sevgi... Lakin insanlar hayattan daha da yalandı. Yapmam dediğini yapanların söylediği bir dünyadaydık.
Hayat, insanların yön vermesiyle şekil alırdı. Başka bir pencereden baktığımızda, hayatımızı biz kendi ellerimizle yazıyorduk. Alıyorduk elimize bir kalem, açıyorduk boş bir sayfa başlıyorduk yazmaya. Acımasızca ekliyorduk istediklerimizi olup olmayacağını bilmeden. Kendi doğru bildiklerimizle dolduruyoruz sayfaları. Çıkarlarımızla yazdığımız bir sayfadan güzellikler bekliyoruz.
Gelecek güzellikleri mahvettiğimizi görmeden.
Bir insana duyulan sevgiyi de nefreti de ona bağlıydı. Karşındakine vereceğin sevgiyi de mutluluğu da ne kadar biz verecek olsak da, karşının hal ve hareketi en büyük etkendi duyguların. Ufacık bir hareketle hayatımız altüst olabiliyorken yaptığımız seçimlerin bedelini ödeyecektik, bizzat kendi ellerimizle.
Karşındakine göstereceğin nefreti...
Karşındakine göstereceğin mutluluğu...
Sen vereceksin. Bunun için de karşındakini bir kefeye koyup yargılayacaksın. Savunmasızca!
İşler kendine geldiğin de ise herkes nankördü, eli açıktı, kördü, sağırdı... Hiç kimse başkalarına yaptığı acımasızlığı kendine yaşatmıyor, göstermiyordu. Kimse kendine saygısızca olan sevgiyi de nefreti de hissetmiyor, hissetmelerine izin vermiyordu. Onlar sadece kendini sevecekti, hiçbir kusurlarını görmeden. Onlar güzel olacaktı, sağır olup söylenenleri kâle almadan. Biri yasaklanan duyguları kendinde hissediyorsa kafayı yemiş, deli diniliyordu.
Karşındakini kolayca bir kefeye koyabiliyorken okun ucu kendine çevrilince kefe yok oluyordu. Bilmiyordular, kendini de bir kefeye koymazsan gerçekleri göremez, duyamaz, yoluna yön veremezdin. Sen bizzat kendini yargılamadan bir başkasını yargılayamaz, o hakka sahip olamazdın.
Her şeye kendinle başlayıp kendinle bitirmeliydin ki yalanların içindeki gerçekleri gör, hisset, önlem al.
Karakolun önünde oturuyordum. Aldığım telefonun etkisinden hala çıkabilmiş değildim. Teyzemin sesi bir an olsun kulaklarımdan çıkmıyordu. Düşündükçe eziliyor, ezildikçe de yok oluyordum. Ne çok yok olmuştum şu günlerde, ne çok ağlamıştım bugünlerde, ne çok korkmuştuk kaybetmenin günlerinde...
Yanımda Bulut vardı. Yine hiç tanımadığım o çocuk vardı. Girdiğim ortamın adamı olmayan Bulut vardı yanımda.
Bulut'un varlığını çok güçlü bir şekilde hissedebiliyordum. Onun yanındayken evimdeymiş gibi rahat oluyordum. Bulut varsa çözülmeyecek olay yokmuş gibi geliyordu. Ya da öyle istediğim için öyle düşünüyordum.
Teyzemin beni aramasının ardından 1 saat geçmişti. Tepkisizdim, konuşamıyordum. Hiçbir şey yapmak gelmiyordu içimden. Annemi kaybetme eşiğinde olmama rağmen yapamıyor, o adımı atamıyordum. Hissetmiyordum, kalp atışlarımı dahi.
1 saat önce...
Duyduklarımdan sonra kendimi direk karakolun önüne atabilmiştim. Dışarı çıktığım ilk anda nefes almak için diretmiş lakin adam akıllı alamamıştım. Zaman durmuştu sanki. Yetişemiyordun yaşadıklarıma, kopamıyordum umutlarımdan. Peşimden koşarak çıkan Bulut'u gördüğümde ise yüzündeki endişeyle karşılaştım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yüzündeki o korku beni daha da kötü yapıyordu.
"Ne oldu Dila? İyi misin?" hissettiği korku karışık endişeydi büyük ihtimalle fakat ona rağmen hâlâ benimle konuşurken sesine dikkat ediyordu. Bunu hak edecek hiçbir şey yapmamıştım. Nefes almam gittikçe zorlaşıyordu. Konuşmak için kendimi zorladım. Olan bütün kötü şeylerin son bulmasını istiyorsam konuşmam gerekiyordu.
-zorla kendini Diloş, annen için-
Yoruldum iç ses, çok yoruldum.
-geçecek bugünlerde az daha sabır be Diloş-
Kaldıramıyorum iç ses, yaşadıklarımın hiçbirini kaldıramıyorum.
"A... annem yok, annem hastanede yok. Yok, yok..." zorla kelimeler dudaklarımdan döküldüğünde bir yerlerde yangın başlamıştı. Yakıyordu beni lakin söndüremiyordum. Sanki dalgalar denizleri terk etmiş gibiydi. Sanki yağmur çekmişti yaşamlardan kendini. Bulut duyar duyamaz nasıl olduğuma bakmadan karakolun içine koşmuştu. Kırıldım, hâlâ kekelemeye devam ediyorken onun beni görmeden gitmesine. Tuttuğum gözyaşlarımı günlerdir özgürlüğüne bırakıyordum. Bari onlar özgür olsun.
Gözyaşlarım özgürlüğüne kavuştukça nefes alabildiğimi hissediyor, az da olsa kendim için işe yarıyordum.
Bir hastanede nasıl kaybolunurdu? Etrafta onlarca insan ve görevliler varken bir hasta nasıl kaybediliyor anlam vermiş değilim. Annem, yaralı haliyle ortada yoktu. Hasta yatağında yatan kadın nasıl yok olabilirdi? Kendinde bile olmayan bir hastadan kim, ne isterdi? Annem neden yaşıyordu bunları? Neden?
-nedenler hiçbir zaman sonuç getirmedi dila-
Yapma iç ses, bana ismimle seslenme.
-kendine gelmen gerekiyor Dila, geç kalmadan-
Diloş de, premses de, ucube de yeter ki ismimle seslenme iç ses, bu çok üzüyor.
-üzülme Dila, üzülecek başka durumlar varken çocuk seni hatırla ve toparlan-
Çocuk ben kayboldu iç ses.
-hayır, o hâlâ senin içinde, seni bekliyor-
Beni bekliyor.
Yine kendimle tartışırken Bulut'un karakoldan çıktığını gördüm. Yanıma doğru gelen çocuk için kenara kaydığımda kısa zamanda o da gelip boş bıraktığım yere oturdu. Bir şeyler öğrendiği her halinden belli oluyordu. Bir müddet sessiz kalacaktı farkındaydım çünkü dün gece gibi cesaretini toplamasına ihtiyacı vardı. İki günlük yabancıyı nasıl oluyordu da bu kadar iyi tanıyordum yoksa benim gördüklerimi herkes mi görüyordu?
Parmaklarıyla oynuyor canını yakıyordu. Yanıma geleli en fazla on dakika olmuştu. Sustukça zaman aleyhimize işliyordu. Bu sefer konuşması için zorlayamıyordum. Susması işime geliyordu. Kaçıyordum, söyleyeceklerinin yıkımından, ağırlığından. Sert esen rüzgâr içime işlediğinde üşümüştüm. Soğumuştu havalar, griler gökyüzünü ele geçirmişti. Rüzgâr ilmek ilmek içime işlerken sert esmesi ile umutlarımı da götürmüştü.
"Nasıl söylenir bilmiyorum ama annen kaçırılmış." Bulut'un konuşması ile o cesaret sınırı da aşılmıştı. Anladığım halde kendimle söylemekten kaçındığım gerçeği duyduğumda kötü biten bir dizinin sonundaymış gibiydim. Çok sevdiğimiz her şey gün geliyor gidiyordu. Yalanlara kaldığımız her an bıçaklanıyorduk sonlarla, başlangıçlarla.
Annemin bıçaklanması bir sondu.
Annemi bıçaklayanın arkasında yatan şüpheli babam ise bir başlangıçtı.
Annem kaçırılmıştı. Neydi ki şimdi bu? Zaten yaşadığını yaşadı daha ne istiyorlar annemden anlamış değilim? Bıçaklanmıştı, bebeğini kaybetmişti, yaşamla mücadele veriyordu ama buna rağmen durmuyordular. Belki de kadın hamile olduğunu bile bilmezken kaybetmişti çocuğunu. Ben daha bu durumu nasıl açıklayacağımı düşünürken, onlar an an başka yola çekiyordu beni.
"Artık ne biliyorsan söyle de bir şeyler yapalım çünkü böyle beklemek bana çok koyuyor." Sesim titremişti. Çok kararsızdım, bir anım diğer anımı tutmuyordu. Kaçtığım gerçeği duyduktan sonra ise daha fazlasını duymak istemiştim. Bulut konuşmaya cesaret bulamazken ben, duymaya cesaret edemiyordum. İkimizde ilk adımdan sonra fazlasını istiyorduk. Yardım etmesini istiyordum; evet, ağzımdan öyle bir laf çıkmadı ama öyle düşünüyordum. Onun bana yardım etmesini... Anlaştığımız gibi.
"Hastanede bir elektrik gitmesi yaşanmış. Jeneratör de devre dışı edilince ışıklar yanmamış. Yedek jeneratör devreye girdiğin de annenin yokluğu ortaya çıkmış." O da bir şeyler istiyordu. Onunda bir yarası vardı. Onun burada olması, bana yardım etmesi bir şans değildi, onun benimle burada olması kaderdi. Onun burada yanı başımda olması acıların yalana karıştığı dönemdi çünkü Bulut'ta bu dünyada ki güzel olan ama yalandan ibaret bir isimden oluşuyordu.
"Yani diyorsun ki annen kasıtlı olarak kaçırıldı. Yine mi bir plan devresiyle yaşandı yaşananlar, yine mi annem?" Kaçtığım o soruları sormak zorundaydım. Bulut'tan duymak istemediklerimi duymayacağımı bildiğim halde yine de sordum. Belki ben duymazdım, belki de Bulut konuşmazdı fakat irislerimizde gördüğümüz çocukluklarımız konuşurdu.
Kendim yetmezmiş gibi Bulut 'uda bu çıkmaza sokuyordum. Yaşadığım zor olan şeylerin yükünü kaldıramadıkça Bulut'a atıyormuşum gibi geliyordu. Ona yüklüyor gibiydim bütün kaçtıklarımı, kaçtığım gerçekleri ve görmezden geldiğim yalanları. Velhasıl o da inkâr etmiyordu, halinden gayet memnun gözüküyordu.
"Evet... Annenin kasıtlı ve planlı bir şekilde kaçırıldığına dair şüpheler var, hastanede olan olayda zaten bunun kanıtı. Senin yaptığın teşhisle o adam hızlıca, tekrardan sorguya sokuldu. Ne kadar sürer bilmiyorum ama verdiği ifade bizim için çok önemli. " Ne değişecekti, annem geri gelecek miydi? Ben korkularımı atabilecek miydim?
Bulut'un kendinden çok emin olan sesinden anlıyordum bu olayın peşini kolay kolay bırakmayacağını. Karşılıklı tanımıyorduk birbirimizi buna rağmen hâlâ yanımdaysa bu da bunun kanıtıydı, bir yerlerde bu yaradan kanatıldığını simgeliyordu. Sadece Bulut değildi olayın peşini bırakmayacak olan: şahsen de bu olayın peşini bırakmayacaktım, korkmadan, kaçmadan her şeyi göze alarak.
"Bilmen gerektiğini düşündüğüm bir durum var, " yoğun iç düşüncelerimin arasında Bulut'un sesindeki isteksizlik, daha da itiyordu kötü düşüncelere. Bu isteksizlik ölmüş olan ruhumu sızlandırmıştı. Neden güzel bir durum konuşamıyorduk biz seninle?
"N...Ne?" sesimin titremesi cümlelerin sonuna koyulan noktanın yerini almıştı. Şu titreyen sesimden nefret ediyordum, olup olmadık yerlerde titreyip sinirlerimi bozuyordu. Fakat bunu düşünecek zamanda bile değildim.
"Erdem Abin yani şu an ki baş şüpheli Erdem Özkaya'nın eve giren kişi olduğuna dair somut bir delil olmadığı için adli kontrol şartıyla serbest bırakılır."
O sorgu odasının arkasından teşhis yaparken bunun olacağından emindim. Farkında olduğum bu gerçeği bile görmezden geliyordum. Her şeye rağmen bunu tekrardan Bulut'un ağızından duymak kötü hissettirmişti. Anladığım kadarıyla da tek kötü hisseden ben değildim. Yarasını görmek, bilmek, ona iyi gelmek istedim. Yaramı görüyordu, biliyordu ve bana iyi geliyordu.
"Bunun gerçekleşeceğini teşhis yaptığım andan beri biliyorum," kısa bir an susup gözlerimi elalarına çevirdim. Başımı onun tarafına çevirmem ile zaten bana baktığını gördüm hissettiğim gibi. "Ama umut etmiştim belki bu sefer farklı olur diye. Şaşırtmadı, yine aynısı oldu birçok masalda olduğu gibi. Bu çok haksızlık..." annem değildi tek davam, annem değildi kaybetmekten korktuğum. Böyle bir durumda sıkılmış, yara almış her kız çocuğunaydı, kadınlaraydı.
"Aslında baktığımız da bu bizim işimize yarayabilir. Erdem Özkaya'yı yakın takibe alırız ve böylece neler yaptığını anlamaya çalışırız. Ben de araştırırım, neyi var neyi yok ortaya dökerim." Bulut o kadar hırslıydı ki sanki bu olayı o yaşamıştı. Bulut'un hırsını gördükçe kendimden nefret ediyordum. Böyle olması gereken bendim, yaşanılanlar bir taraftan oturup ağlamaktansa ortaklığı ateşe vermeliydim.
"Sen çok iyi birisin," yabancısı olduğun bir kıza bu derece yakın olup, ailesi için kendini hırpalaman ne kadar da az bulunur bir cinsten olduğunu gösteriyordu. Nesli tükenmekte olan bir cins!
"Bu kadar güzel olmak zorunda mısın?" hazır cevaplılığına yardım etmek için ikna etmeye çalıştığı günden hazırdım. Gülümsemem yerine geçtiğinde bugün ki en büyülü anda gibiydim yaşanılanlara rağmen.
Bulut'un bana yardım etmek istemesini ilk başta hiç istememiştim. Fakat şimdi bana o kadar yardımcı oldu ki! Yaptıklarıyla, yapacaklarıyla... Her şeyiyle o kadar güzeldi ki hayran kalmaktan başka yapabildiğim bir şey yoktu.
"Senin kadar olmasam da sağ ol, teşekkür ederim!" dilim tutulmuştu kısa bir an. Onun kadar hızlı olmasa da cevap vermiştim.
Sesinde hissettim şey bir çocuk sevinciydi. Bana bakan yüzüne baktığımda ise dolmuş olan gözlerini ve yüzündeki o çocukluk tebessümünü gördüm. O kadar güzel gülüyordu ki bütün acılarımı unutabilirdim. Bazen ona bakmak eşsiz bir şeymiş gibi geliyordu, bazen de ona bakmak suçluluğumu yüzüme vuruyordu: annem o haldeyken bu adama gülümseyebildiğim için.
O güzel gülüşü bedenimin ve ruhumun tüm deliklerini dolduracak gibiydi. Anlam veremediğim bir şekilde kalbim hızlı atmaya başlatmıştı. O güzel gülüşten sonra ise tebessüm etmemek imkânsızdı, hiç etmemiş gibi tekrar çizgi haline getirdim dudaklarımı.
Bulut'la birbirimize iltifat etmemizden 10 dakika geçmişti. Geçen 10 dakika da ise sadece yalancı hayatın taşıdığı sesleri dinledik. Yorumsuz, sessiz ve bütün gerçekliğiyle...
Hayat bize yapabileceği her şeyi yapmaya ant içmiş gibiydi. Attığı kazıklar ise hayatın gerçeklerini ortaya çıkarıyordu. İnsanları koyup da kendimizi koymadığımız o kefeye hayatın en büyük yalanlarını koymuştuk. Peki ya bu yaptıklarımız bizim ne kadar daha canımızı yakabilir ki?
Yakacaktı, şu an haberimiz yoktu sadece.
Şimdi...
"Bulut, artık başlamamız gerektiğini ikimizde biliyoruz," oturmam yasaktı, nefes almam yasaktı, umut etmem yasaktı... Annemi bulana kadar her şey yasaktı.
"Evet, biliyoruz," gelip geçen onca insan rağmen birbirimizdeydik. Dişlerini sıkarak yutkunmasıyla başımı hafifçe oynatmıştım.
"O zaman başlayalım mı artık?" yutkunuşundan sonra hissettiğim şaşkınlık ve heyecan karışımı duyguyu def edip sakin kalmaya çalışmıştım. Sesimin kontrollü çıkmasıydı dileğim.
"Başlayalım."
Sesindeki o istekle kendime geldiğimde artık her şeyin eski gibi olmayacağını ikimizde biliyor ve hissediyorduk. Girdiğimiz bu savaş çetrefilliydi, her anıydı zorlayacak, imtihanlarla dolu bir savaştı.
💦
Annemin kaçırılmasının ve benim Bulut'la konuşmam üstünden tam olarak 3 saat geçmişti. Karakoldan ayrıldıktan sonra herkesi arayıp acil buluşmamız gerektiğini söyleşmiştik. Bulut'la yolda gelirken konuşmamız gereken her şeyi konuşmuş, artısıyla eksisiyle ince detaylarına kadar karar vermiştik. Yarım saatlik yolculuğumuzun ardından kendimizi Naz'ın evinin önünde bulduğumuzda o adımı atmak için birbirimize baktık.
Konuşmak kolaydı, ağızdan çıkan sözler bir süre sonra unutulur giderdi. Ancak yürekten verilen sözler öyle değildi. Gerçekleştirmez, yapmazsan vicdan azabı çeker kötü hissederdin.
Arabadan inip binaya girdiğimizde sessizdik. Ne çok sessiz ortamların içinde kalmıştık bu ara. Böyle olmaya da devam ederdi. Biz beraber yol yürüdükçe sessiz kalacağımız çok anlarımız olurdu. Naz'ın kapısına geldiğimizde bir kez daha baktık birbirimize. Adım arttığımız anda değişecekti hayatlarımız.
Başını aşağı yukarı oynattığında gözlerini de kapatmış onaylamıştı büyük adımı. Zile dokunduktan sonra bir adım geriledim. Derin bir nefes çektim içime çünkü buna ihtiyacım vardı. Şu an ki stresimi hiç yaşamamış olamama rağmen her an yere yığılacakmış gibi hissediyordum. Bulut'un yanımda ayakta durabilmesi hayran verici bir durumdu, sanki hiç hayran olacak başka bir şey yokmuş gibi.
Kapıdan adım atmadan önce birbirimizi tanımadığımız halde gelen güvencemizin birbirine bağlı olduğunu düşündüğüm sözlerimizdi, yeminlerimizdi, çocukluğumuzdu. Fakat yabancının beni çok iyi tanıdığını bilmiyordum.
Naz'ın evine geldiğimizde direk salona geçtik. Geçtiğimiz salon küçük ama bir o kadar da şık duruyordu. Sağ köşesinde krem renkli L koltuk vardı. Karşısında ise televizyon ünitesi yerini almıştı. Tam rengini algılayamadığım duvar renkleri grimsi bir tonlardaydı. Duvarlarında ise bizim çekindiğimiz, ailesiyle çekindiği fotoğraflarını asmıştı. Ailesi, bizdik. Naz'a bakıp tebessüm ettiğimde ona karşı minnettardım. Duyduğum bu duyguyla nasıl davranacağımı şaşırmış bir halde olduğumdan olduğum gibi davranmaya çalıştım. Bu evde olmayı seviyordum.
Salonun dolu olduğunu gördüğümde o gözlerde bizdeydi. Normalde de bugün buluşacaktık ama saat bu değildi. Apar topar toplanmamız her birini bozguna uğratmış, şaşırmalarına vesile olmuştu.
İki gün önce sadece kötü düşüncelerle boğuşurken şimdi tanımadığım insanlarla hayatım için gerçek anlamda savaşıyordum. Bir telefonla başlamıştı bizim hikâyemiz, gelen telefon hayatımı darmadağın ederken onlara hiçbir şey olmamıştı. Yanımda olmaları, benim için savaşmaları çok ayrıydı. Güvenmek istiyordum, güvendiğim sanmak değil gerçekten güvenmek istiyordum.
Odanın içinde bulunan kendi arkadaşlarıma bile tam anlamıyla güvenemiyordum. Gözlerim her birinde geziniyordu, ne düşündüğümü anlamadıkları için tam olarak hangi anlamda baktığımı da bilmiyordular. Yeşillerim, çocukluğumun elalarında buluştuğunda bir yerlerde kırılmış olan tarafım sızladı. Asya, çocukluğum, kardeşim, arkadaşım. Bu odada güvendiğim ilk kişiydi, her daim güvenebileceği ilk kişiydi.
Gülümsemek bile canımı yakıyorken gülümsemeden duramıyor, bir sebep buluyordum bu ihaneti yapmayı. Asya'ma bakarken gülümsememek elde değildi. Benden bir farkının olmadığını anlayabiliyordum, ne kadar öz kardeş olmasak da yaralanmıştı bu hikâyede. Yaralanmıştık bir bıçakla.
Elif. Kuzenim, ilk arkadaşım. Bu odada güvendiğim ikinci isimdi. Babamın bizimle yaşadığı dönemlerde sürekli onlara giderdim. Babamın annemle kavga etmediği bir gün olmadığındandı onunla geçirdiğim onca vakitlerin sebebi. Annem, sürekli bağırışlarına şahit olamayayım diye teyzemlere gönderirdi beni. Bilmezdiler ona rağmen o evde olanları anladığımı, hissettiğimi.
Her şeye rağmen bana iyi davranırdı babam. Anneme, bağırırdı ancak benle konuşurken sesine dikkat ederdi. Belki de o yüzdendir anneme yaptıklarına rağmen onu büyük umutlarla beklemem.
Naz. Bulunduğum ev, onun eviydi. Bu odada güvendiğim üçüncü isimdi. Hayatı yalnızlığıyla geçen bu kızın, neşeli olduğum bir dönemde hayatıma girmesiyle değişmişti. Gülmeyi bizim yanımızda öğrendiğini söylerdi, kardeşliği bizimle öğrendiğini her daim belli ederdi. Terk edilmiş kızı bizim yaşattığımızı görmek çiçek bahçesinde olmak gibiydi. Güzellikler, eşsiz manzara, temiz kokular...
Aslı, kardeşim dediğimin ablası. Asya'mdan dolayı çok denk düşerdik onunla. Asya'dan da çok duyardım onun ismini. Kardeşi ve kendisi için her şeyi göze akıp babasına karşı gelmişti. Paraları vardı, durumları iyiydi lakin onlarda sevgi yoktu. Babaları onları sevmezdi, abileri onları istemezdi, anneleriydi onlar için savaşan. Bu odada güvendiğim dördüncü isimdi.
Bulut, yabancı, yeni çocuk... Yalan olan hayatımı değiştiren o telefondan sonra girmişti hayatıma. Bir anda, kendimde değilken. İki kere gördüğüm birine güvenip gitmiştim yalan yaşamıma. Şimdi beni yalnız bırakmayan, ne olursa olsun çabalayan azmini gördükçe hissediyordum güvenmenin haklı olacağını. Güvendiğimi bilmeden güvenmiş onunla yola çıkmıştım.
Can ve Batu! Arkadaştık ancak onlara sonuna kadar güvenmezdim. İkisinin de bazı davranışlarını asla tasdik etmez her seferinde uyarırdım onları. Dinledikleri de olurdu dinlemedikleri de. Yanlarında gülerdim, iyi hisseder, Dila olurdum. Birbirimizin her şeyini bilmezdik ama güvenirdik birbirimize.
"Artık başlıyoruz, herkes gruplara ayrılarak verilen görevleri yerine getirecek."
Girmiş olduğum içsel düşüncelerden Bulut'un sesiyle kendime geldiğimde bana anlamsızca bakan bakışlarla karşı karşıya geldim. Düşünürken her birine bakmış olmalıydım ki neden uzunca onlara baktığımı sorguluyordular. Bana bakan bakışlara karşı bende tekrardan herkesin yüzüne baktığımda iki yüz ifadesiyle karşılaştım. Korku ve heyecan...
"Bir şey mi oldu?" tedirgin çıkan ses odanın içini doldurduğunda gözler sesin sahibi Asya ile bizim aramızda gidip gelmeye başladı. Bakışlarımı özellikle Asya'ma çevirdiğimde olanları söylemeyi ben istemiştim. Bana iyi gelecek olanda buydu zaten. "Annem kaçırıldı."
Yaşamım elimden kaydı.
Şaşkın suratlarına baktıkça kalbimin kırıldığına saniyeleriyle şahit oluyordum. Şaşırmayan üç kişiydik: Ben, Bulut ve Elif. Elif'e söyleyenin teyzem olduğunu tahmin etmek zor değildi.
"Nasıl olur, annen hastanedeydi." Aslı'nın konuşmasıyla yeni soru ortaya atılmıştı. Konuşmak istiyordum, bugün konuşan olmak gerçekleri sesli şekilde dile getirip onaylamak istedim. "Elektrikleri devre dışı bırakıp hastanede panik anları yaratıp kaçırmışlar," sustuğumda gözler birbirini talan ediyordu. Kimse bu derece ileriye gidileceğini düşünmezdi.
Başlıyorduk. Annem için, kazanmışken kaybettiğim kardeşim için, benim için, çocukluğum için...
Bulut'la aldığımız ortak kararla bilinmesi gereken her şeyi söyledikten sonra gruplara ayrıldık.
Asya, Elif, Naz, Can ve Batu olay gecesinden evden çıktığına dair baş şüphelimiz Erdem Özkaya'yı inceleyecektiler. Bugüne kadar ne yapmış, neredeymiş, babamla ne derece bir ilişkideymiş her birine bakılacaktı.
Ege, Aslı ve Çınar'da bütün planın başı olduğu söylenen babam, Ahmet Deniz'i araştıracaktılar. Neden evlenmediği halde bize evlendiğini söylediğini, buraya ne amaçla döndüğü gibi bir sürü gizemlerini bulacaktılar.
Ben ve Bulut olayın içinde yer alacaktık. Eve gidecek bütün komşularla konuşacaktık, yapabilirsekte olayın yaşandığı evime girecektik. Polisin bulamayıpda bizim bulabileceğimiz bir kanıt umuduyla.
Sıkışmıştık bu çıkmazda. Kafamı nereye çevirsem aklımda annem, irislerimde annem, kulaklarımda çınlayan annemin sesi... Unutmazdım yaşadıklarımızı unutamazdık yaralarımızı. Annemi bulacaktım ancak bulduğum kişi annem mi olurdu, bilmiyorum. Zaten bütün olanlar bittiğinde ne annem eskisi gibi olacaktı ne de ben.
Konuşmalarımız bittiğinden herkes evlere dağılıyordu. Ruh halim yerinde olmasa da bana yardım eden herkesi bir bir uğurladım evden. Acıyan bakışlarını görmeme rağmen ses etmedim, heyecan arayan gözlerini görmeme rağmen zarar vermedim hiçbirine. Şu an onlara sandığımdan daha çok ihtiyacım vardı. Başkasına gidemezdim, başkasıyla bu yola giremeyeceğim için köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyecektim.
Toplanan herkesin evden ayrılması ile üç kişi baş başa kaldık. Asya, Naz ve ben! Elif gitmek istemese de annesiyle, anneannemizin ona ihtiyacı vardı. Bu durumdayken onlarla ilgilenemeyeceğim için Elif'e emanet etmiştim ailemi. Ayrıca kızgındım onlara, o gece beni yalnız bıraktıkları için.
Benle konuşmak isteyen kızlara rağmen kendimi onlardan soyutladım. Naz'ın misafir odasında yatağa uzanmış günlerdir yaptığımı yapmaya devam ettim, içsel düşüncelerimle boğuştum. Tahmin ediyordum kızların çok geçmeden yanıma geleceklerini. Öylede olmuş, kapının tıklanma sesiyle Naz'ın sesini duymuştum.
"Girebilir miyiz?" Naz'ın o naif ve ürkek sesini duydum önce sonra başını yarı açtığı kapıdan içeri soktu, Asya'nın arkadan ona kulak işareti yaptığını bilmeden. Masum hallerine diyebilecek olduğum tek kelimeyi içimden de geldiği için söyledim.
"Girebilirsiniz." Naz ve Asya içeri girdikten sonra yatağa yanıma oturdular. Naz, karşımda bağdaş kurup ellerimi sıcak avuçlarının içine aldığında gülümsememek için direttim. Asya hemen yanı başıma gelip sıkıca sarmıştı bedenimi. Biri elimi tutuyor diğeri sarılıyordu. Üçümüzün de birbirimize diyecekleri vardı fakat bir türlü cesaret edip de lafa başlayamıyorduk.
Kızların odaya girmesinin üstünden ne kadar geçtiğini bilmiyordum. Yaklaşık 10-15 dakikada geçtiğini tahmin ettiğimden bir cesaret gösterip konuşmaya başlamayı diliyordum. Odaya girmek için konuşmanın dışında konuşmamış, ses etmemiştik.
"Naz, çok teşekkür ederim." Artık dayanamayıp o garip sessizliği bozmuştum. Naz'a teşekkür etmemi her ikiside beklemediği için şaşkındılar. Teşekkür etmiştim çünkü o geceden beri beni hiç yalnız bırakmamış, bana evini açmıştı.
"Hiç gerek yoktu ama yine de sağ ol!" yaşadığı şaşkınlığı üstünden atamamışken hafif gülümseyerek konuştu. Gülümsemesinde bir yerde sevinç vardı bunu sesinden çıkan o memnuniyette kanıtlıyordu.
"Hayır, Naz gerek vardı. Beni hiç yalnız bırakmadın: Hastane de yanımda olman, bana evini açman bile bu teşekkürü hak ettiğinin göstergesi." Minnet duygusundan ne kadar nefret edersem edeyim hep beni bulmuştu. Geçtiğimiz iki gün boyunca da bu duygu sürekli artmaktaydı. Yanı başında bulunan Asya'mın elini sıkıca tuttuğumda o da onun teşekkürüydü. Suçluyordu kendini, hem de hiçbir suçu yokken.
"Ben senin arkadaşınım, bunlar benim vazifelerim," yanımdayken nasıl oluyordu da seslerini kontrol ediyordular? "Hem ben yanında olmasaydım bile seni asla yalnız bırakmazdım, senin beni bırakmayacağın gibi." Boşta kalan elimi tutan Naz, gözlerimin içine bakarak elimi kalbinin üstüne koyduktan sonra kendi elini de benim kalbimin üstüne koydu.
"Ben hep buradayım ve olmaya da devam edeceğim, bunu sakın unutma!" ağlamamak için söz vermiştim kendime ama şu an gözümden aşağıya süzülen yaşlar kendini serbest bırakmıştı.
"N... Naz sen benim arkadaşım değil kardeşimsin," karşımda küçülen kızında yaşları akmaya başladığında sıkıca sarıldı kollarımız birbirine. Kollarımızın birini açıkta bıraktığımızda bu boşluk Asya'ya aitti. Asya kendi boşluğunu doldurduğunda biz üç kardeş tam olmuştuk.
"Özür dilerim geç kaldığım için," Asya yıllarda geçse asla vazgeçmezdi özür dilemekten. Biri kapansa başka bir olay bulur onun için özür dilerdi. "Bir kez daha özür dilersen seni mahvederim Asya, lütfen özür dileyip durma!" bedenimi saran kollardan kurtulduğumda tehdit ederken gibi konuşmuştum. Söylediklerimle Naz gülerken, Asya ağlıyordu.
-çok güzel üçlüsünüz-
Sorma iç ses, sorma. Gülsem mi ağlasam mı ben bile karar veremedim.
-gül Diloş başka yapacak bir şey mi var-
Var, iç ses ağlamak.
-ıy seni çirkin, ağlama o çirkinliğini kaldıramam-
Sana inat ağlayacağım iç ses.
-yapamazsın ki-
Bir düşün istersen yapıp yapamayacağımı...
İçten içe kendimle didişip gülerken dıştan da ağlıyordum. Geçtiğimiz bir haftadadır ben, ben olmaktan çıkmıştım. Yetmezmiş gibi yaşadıklarımda eklenmişti üstüne. Kızlarla kısacık anda bile olsa konuşmak, gülmek, ağlamak iyi geldiğinden bozmadım anı, caza gibi hissetsem de kaçmadım onlardan. Bugünü, öncesini, sonrasını konuşmaya başladık, konuşmazsak bu ev üçümüze dar olacaktı. Duygularımı biriyle paylaşmak kendime gelmemi sağlıyor, az da olsa üstümden bir yük azalıyormuş gibi hissettiriyordu.
Biraz olsun rahatlamıştım, rahatlamıştık.
Zaman bizi beklememiş akmaya devam etmişti. Ne kadar süre konuştuk hiçbirimiz bilmiyorduk. Belli bir süre geçtikten sonra odalarımıza çekilmiştik. Kızlar gitmişti, Dila eski haline dönmüştü. Yatakta yatmış yine içsel düşüncelerimle buluşmuş, sorguluyordum bildiklerimi. Düşüncelerimin arasında gelen telefonumun bildirim sesini kâle almadan devam ettim sorgulamaya. Fakat bildirim sesleri kesilmemiş peş peşe gelmeye başladığında gitmişti odağım. Kendimi toplayıp komodinde duran telefonuma elime alıp ekrana baktım.
"Bulut sizi 'ÇIKMAZ SOKAKTAN ÇIKIŞ' adlı gruba ekledi..."
Aldığım bildirimle yüzümde ki gülümseme bir oldu. Sessiz ama içten olan kahkahamı attığımda kendime geldim. Alt tarafta olan mesajlarını okumaya devam ettim.
Bulut: Grubu farklı bir amaçla kullanmak yasaktır. Herkesin birbirinden haberdar olması içim açtım grubu, ayrı ayrı iş yapmayalım diye.
Bulut: Ayrıca üyelerin hepsi birbirinde kayıtlı olmadığı için önce kendini tanıtmanız sağlıklı bir iletişim kurmamıza yardımcı olacaktır.
Kızlardan sonra adam akıllı gülümseyebildiğim ilk kişiydi.
+90535.......: Selam, ben Ege.
Can: Selam, ben Can.
+90543.......: Selam, ben Çınar.
Aslı: Selam, ben Aslı.
Aslı: Lütfen bana abla demeyin Asya'nınkiler.
Asya'm: Oldu abla, var mı başka bir isteğin?
Asya'm: Bende Asya millet.
Aslı Abla, ona her ne kadar Aslı dememizi istese de canım arkadaşım ablasını sinir etmek için bizi de abla dememiz için zorluyordu.
Naziş: Selam, bende Naz.
Kör Batu: Selam ahali, bende Batu.
Gelen mesajla şok geçirdim. Ben bunu değiştirmemiş miyim? Geçenlerde Asya, yaşadığı platonikliğe yakarıp rehberimdeki aşkının ismini değiştirmişti. Değiştirmediğim için bana teşekkürler yağdırırdı bundan eminim.
Kuzim: Bende Elif.
Kör Batu: Hani bizim kaçak, görüldü atıp duruyor.
Asya'm: Sana ne!
Kör Batu: Sana ne oluyor bıcırık, sana mı dedim.
Asya'm: Kelimelerine dikkat et, ayrıca arkadaşım hakkında istediğim gibi konuşurum.
Asya'm: Genel sorupta sana ne oluyor diye de sormazsın be!
Mesajları okuyan herkesin şaşkın ve güldüğüne emindim. Şu lanet günde karma karışık duyguları bir arada hissettirmeyi sırf bu grup ve annem sağlamıştı. Normalde mesaj yazmazdım çünkü herkesin numarası ortaya çıkmıştı. Bizimkilerde numaram vardı hepsi de kendini tanıttığından kayıtlı olmayan tek numara benim oluyordu.
Dila: Dila.
Daha fazla bir şey yazmadan grubu sessize alıp telefonu yerine koydum. Başka bir şey yazamazdım, içimden gelmeyen hiçbir şeyi yapamazdım. Mesajımın üstüne çok konuşacaktılar bunu öngördüğüm içindi tavrım. Kendimi annemden ayıramazdım, ona ne olduğunu bulmalıydım.
Bulut'un yaptığı hareketleri düşünmeye başladığım da bir çıkarımda bulunmakta zorlanıyordum. Bazı anlarda hissettiklerini seviyordum ama bir anlam bulamıyordum. Tanımıyordum bile. Fakat bir şeyi anladığımı sanmıştım kızların gazıyla: Bulut'la başka türlü tanışmış olsaydık bambaşka bir masalın içinde olacağımızı...
O gece de sabaha karşı uyuyakaldığımı Asya'mın bana seslenmesiyle anlamıştım. Yataktan kalkıp elimi yüzümü her zaman ki rutinimle yıkadım. Sabahlara soğuk suyla başlamak zihnimi daha açık tutarak başlamama yardımcı olduğundandı rutin haline gelmesi. Geceden buyana çok düşünmüş, çok karar almıştım. Aldığım kararlar neticesinde daha dikkatli davranmalı, gözlerimi dört açmalıydım. Yaşamım için bunu yapmam gerekiyordu.
Kahvaltı masasına oturduğumda kızlara yardım etmek istesem de izin vermemişlerdi. Hepimiz masaya oturduğumuza gözler bendeydi. Açtım, adam akıllı yemek yemediğim için her an bünyem zayıf düşebilir, bayılabilirdim. Kardeşlerimin hazırladığı kahvaltıdan bir lokma yediğimde her ikisi de sevinerek başlamıştı kahvaltısına.
Uzun zaman sonra birlikte kahvaltı yaptığımızdan kendimi bu ana odakladım. Sıradan konulardan ve neler yapacağımızdan bahsederek kahvaltımızı yaptık. Kızlar benden sonra bizimkilerle bulaşacak Erdem'i araştırmaya başlayacaktılar.
Kahvaltı yaptıktan sonra odaya gidip üstüme bir şeyler giymem gerektiğinde eve gitmem gerektiğini anladım. Neyse ki bugün eve gidecektim. Bugün de Naz'ın bana verdiği siyah renkli sweatshirt ve siyah pantolonu giydikten sonra saçlarımı toparlayıp evden çıktım.
-kokacaksın artık Diloş-
Ne güzel işte iç ses bol bol ben kokayım.
-iğrençsin-
Öptüm aşkım.
-aman kalsın-
Kırdı.
-kırıl-
Önümde duran arabaya baktığımda yeni gelmiş olan Bulut'u gördüm. Sabah kalktığımda bütün mesajları okumuştum. Tahmin ettiğim gibi grupta boş boğaz yapılmıştı, en başta yasaklanmasına rağmen. Mesajlarda kendinden bahsetmeler, iş hakkında konuşmalar, tahmin yürütmeler, birbirine sataşmalar... Bulut'un beni alacağı saatin mesajını da görmüş ancak karşı bir mesaj atmamıştım. Bekletmeden yanına gidip arabaya bindim.
"Günaydın," şaşırtmayan şekilde ilk konuşan o olmuştu. Anneme bulmak için kendimden ödün vermek yerine ben olacaktım, kendimi hırpalayıp üzmektense ben olup üzülecektim.
"Günaydın," aradan geçen kısa zamanda konuştum. Yüzündeki ifadenin değişmesini istemiyordum, benim yüzümden herkesin duygularıyla oynuyordum. "Ne yapıyoruz şimdi?" sessiz kalmaktansa cevabını bildiğim bir soruyu sormak anlamlı geldiğindendi saçma sorum.
"İlk karakola gideceğiz sonra da sizin eve anlaştığımız gibi." Ne çok anlaşıyorduk biz seninle. Bana neden yardım ediyorsun yabancı? Karakola doğru hareket ettiğimizde ellerimle oynamaya başladım. Kendimi germemek içindi bu çabam.
"Bence de artık eve gitmem gerekiyor yoksa kötü kokacağım?" Bulut'un sessiz kahkahasına rağmen yüzündeki gülümsenin büyümesiydi onu ele veren. Gülüyordu. Ne kadar da güzel gülüyordu öyle...
-sanki kaldığın evde banyo yok-
Yok, iç ses var mı bir diyeceğin?
-tü sana yazıklar olsun-
Olsun iç ses, olsun. Yalnız bana olan sana da oluyor hatırlatırım.
-kötüsün-
Senin gibi.
"Bence sen kötü kokmazsın, hiçbir zaman." Bakakaldım yüzüne. Ona baktığımı bile bile yoluna devam etti. Ne oluyordu bana, neden kalbim ufacık bir iltifatıyla yerinden çıkacakmış gibi oluyordu? Korkmuyordum da, o zaman neden oluyordu? Sesindeki heyecanda beni mutlu etmişti.
-buralar alev alev-
İç ses sus! Yeri değil.
-yeri olsa tamam yani-
Yine mi aynı konu iç ses?
-eveeeetttt-
"Çocukken yapmaktan hoşlandığın bir şey var mıydı?" sessiz kalırsam aklım anneme gideceğinden aklıma gelen bir soruyu sormuştum.
"Vardı," dediğinde ise gülümsemesindeki solukluğu hissettim. "Yaşadığım yerden alınan son hediyem olan bisikletime biner hastaneye kaçardım. Kaçtığım hastanenin önünden bütün şehri izlerdim. Severdim o yükseklikten yalan yaşamları izlemeyi." sesindeki hüznü hissettiğimden kurcalamadım daha fazla. Belki bir gün anlatırdı yarasını. "Senin var mıydı çocukken yapmaktan hoşlandığın bir şey?" soru dönüp dolaşıp beni bulduğunda kırılacağımı bile bile cevaplayacaktım.
"Cam kenarında babamın gelmesini beklemek çocukken yaptığım en güzel şeydi." Sustuk, daha fazla söyleyecek sözlerimiz yoktu çünkü.
Bulut'la sohbet etmeye başladığımda aldığım karardan mutluydum. Konuştuğumuzdan karakola geldiğimizi bile anlamamıştım. Birbirimize olabilecek her ihtimale karşılık tüm olasılıklardan bahsetmiştik. Ben aklıma gelen ve anneme bunu yapabileceğini düşündüğüm kişileri Bulut'la paylaşmıştım. O da bu olay gibi vakalarda nelerin olabileceğini tekrar ve tekrar anlatmıştı.
Arabayı park ettikten sonra inip karakoldan içeri girdik. Bulut'a söylediklerimin aynılarını başkomiser, Murat Tepeli'ye de söyledim. Verdiğim ifadeyi imzaladıktan sonra dışarı çıktım. Kendimi iyi hissetmediğimden Bulut'tan arabanın anahtarlarını almıştım çıkamadan önce. Karakol otoparkının orada ki arabaya giderken telefonuma gelen bir bildirimle irkildim. Bu mesajlar hep ben düşünürken gelmek zorunda mıydı? Sürekli korkutuyordu beni. Telefonumu çantamdan çıkardıktan sonra gelen bildirime baktım. Bildirim Bulut'tan gelmişti.
Bulut: Arabanın arka koltuğunda dosyalar vardı onları sana bir zahmet getirebilir misin?
Bulut'tan gelen mesajla bir tebessüm yaşadım. İlk yazışmamız değildi lakin nedensizce hoşuma giden bu mesaj beni az da olsa dünyadan uzaklaştırmıştı. Arabaya gidip anahtarla kapıları açtıktan sonra tam dilekçeleri alacağım sıra telefonum çalmaya başladı. Bulut aramıştır diye elimde olan telefonun ekranına bakmadan aramayı cevapladım.
"Her şey yeni başlıyor Dila Deniz! Benden kork, çünkü seni çok zor günler bekliyor."
Duyduğum sesle yaşadığım şokta bir oldu. Ne olduğunu anlamak ve kimin aradığına bakmak için telefonu kulağımdan uzaklaştırıp ekrana baktığımda arayanın "Özel Numara" olduğunu gördüm. Telefonu tekrardan kulağıma götürdüğümde kimin aradığını tahmin edebiliyordum.
Peşimizdeki her kimse?
-yani babansa-
O belli değil iç ses.
-ama olabilir-
"Kimsin sen? Ne istiyordun benden?" Sesim sert çıkmıştı. Korkmuştum... Konuştuğum adam kimdi? Ne istiyordu benden? Anlam vermeye çalışırken adam yeniden konuşmaya başladı. Sevinmiştim, çünkü konuşan babam değildi. Olsaydı sesinden tanırdım.
"Her şeyi öğreneceksin. Fakat ilk önce yanıma gelmen gerekiyor. Olacaklar için de kusura bakma artık." Karşımdaki adamın kim olduğuna anlamaya, sesinden tanımaya çalışıyordum ancak onun laubali konuşması sinir ediyordu.
"Ne olac..." tam konuşacakken ağzıma bir bez dayanmıştı. Nasıl? Karakoldaydık, her yerde kameralar vardı, etraf polis kaynıyordu. Ya bana bunu yapan bir polisse? Burnuma koku geldiğinde kurtulmak için savaşıyordum. Direndikçe yeniliyordum. Gözlerimin yavaştan kapandığını anladığımda yüzleştim gerçeklerle.
En son duyduğum ise:
"İşte şimdi başlıyoruz," oldu, kesik kesik.
BÖLÜM SONU
Neler oluyor bu lanet kitaptaaaaaa?
Galiba her bölüm sonu bu cümleyi söyleyeceğim ne yapalım başka hihi!
Hızlı bir şekilde kitabın içine dalıyoruz, olaylar hız kesmiyor, kaos bitmiyor, sırlar çoğalıyor... Şaka falan dicem olmayacak çünkü şaka olmayacak kadar ciddiyiz.
Bu bölümde ki sahneler, söylenen sözlerin her birini çok severek yazdığımı tekrar tekrar söylüyorum. Çaresizce kalan Dila'nın bir adım daha ileriye atabilmesi için bazı gerçekleri kabul etmesi gerekiyordu. Hâlâ tam olarak bunu başaramamış olsa da deniyor, çabalıyor. Elini bırakmayan arkadaşları, yabancısı var.
Neyse ben yine çok konuşamadan kaçayım, bay!
Durun sormam gereken sorular var?🤔
Sizce son sahnede ne oldu?
Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?
Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Wattpad/Inkspired: izzetcanduman
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |