8. Bölüm

8.BÖLÜM: MASKE

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahaliiii kalkın biz geldik🫠

Birçoğunuz bildiği gibi wattpad Türkiye'de kapandı o sebeple VPN ile girmek zorundayız. Bu olayı desteklemesemde buradan kitabı takip edenler var onlara haksızlık yapmamak adı altında kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Keyifli Okumalar!

Bölüm Şarkısı:

Ufuk Beydemir - Ellerin Uzansa

 

 

"İnsanı en çok sevdiği yaralar."

 

8.BÖLÜM

 

"MASKE"

 

Kendine güvenen çocuk ruhlu kızdan:

 

Aç ve susuzdum. Nereye kadar böyle dayanırdım bilmiyordum. Annemin de bu adamlar tarafından kaçırıldığını öğrendiğim ilk andan bu yana aklımı kaybetmiş gibiydim. Ondan başkasını düşünemez haldeydim, bende kaçırılmışken. Sultanımın baygın şekilde cihazlara bağlı olduğu fotoğrafı gördüğümde en derinlerde bir şey olmuştu, hissetmediğim bir duygu, tanımsız. Sanki kazanmış ama kaybetmiştim, bir tarafım sevinç çığlıkları atarken diğer tarafım matemlere girmiş ölüyordu. Şaşkındım, anlam veremediğim onca duygu, olay arasında sıkışmıştım.

 

Onların istediğini yapmış lakin son anda uyarılmama rağmen gelecek bütün şeyi

göze alarak atağa geçtiğimde anlaşılmak, kurtulmaktı dileğim. Bulut'a söylediğim zaman yediğim tokadın etkisiyle bayılmıştım. Vurduğu anda, en son hatırladığım andan anlamıştım bayıldığımı. Göz kapaklarımı zorla araladığımda serbest kalan boynumun tutulmasına an kala kaldırabildiğimde dudağımın altında bir acı hissetmiştim. Acının olduğu noktada kuruluk hissi olmuştu. Başımı her oynattığımda aynı yer tekrardan canımı acıtıyordu. Tahmin ettiğim olay gerçek mi diye dilimi sol yanağımın tarafından dudağımın acıdığı o bölgeye ittiğimde anlamaya çalışıyordum. Nemli dilim aynı noktaya değince acıttığından anlamıştım olanı. Kan, yara...

 

Gözlerimi tekrardan kapattığımda sessizce inledim. Duyulmak istemiyordum çok erkendi. Hayallerim tarafından ihanete uğramışken umutlarım vuruyordu bana hem de hiç acımadan. Sanki bir şeylerin hırsını almaya çalışır gibiydiler, çocukken ki gibi görmezden gelerek.

 

Kendime geleli çokta bir süre olmamıştı. İç düşüncelerimle boğuşmaya devam ediyordum. Bu boğuşmalarım beni bir yere vardırabilseydiler keşke.

 

Bu kadar acımasız bir dünyada neden sorunlarla yaşıyoruz ki? Acımasız bir dünya için fazla temiz kalmıyor muyuz? Hayır, kalmıyorduk. Bazen en acımasız hayatı bile geçen insanlar varken ne saftık, ne de masum. O kadar saçma ki bazı şeyler rahatlıkla delirtebilme seviyesinde. Acımasızlıklarla boğuştuğumuz bu dünyaya fazla doğru gelen tek canlı bebeklerdi. Onlar kadar saf ve temiz bir canlı yoktu kirlettiğimiz yaşamlarda.

 

Ben ise daha o saf ve temiz bebeğe sevinemeden kaybetmiştim.

 

Çocuk Dila'nın bir isteği daha yok olmuştu.

 

Küçüklüğümden beri hep bir kardeşim olsun istemiştim hem de her şeyden çok istemiştim, çünkü okulda arkadaşlarımın anlattığı güzel anılardan bende istemiştim o saf ve yalnız dünyama. Fakat ben ne kadar çok istersem isteyeyim annem ve babam istemediği sürece olmadı kardeşim. Yıllar geçti aradan babam gitti ve başka birinden bir çocuğunun olduğunu söyledi, annem kendine başka bir hayat çizdi, yanında benimde olduğum. Geçen yıllardan sonra böyle bir şey olmadığını, babamın gözlerimin içine bakarak umutlarımı öldürdüğünü öğrendim. O da yetmedi yıllar sonra en çok istediğim şeyin olabileceğini onu kaybettiğimde öğrendim.

 

Kaybettim yine. Defalarca kez yenilmişken vazgeçmediğim inançlarım dahi terk etmişken her daim kaybederdim.

 

Acımasız dünya yine yapmıştı yapacağını. Ben ne olursa olsun onu her haliyle kabul eder ve benimserdim ama o bile bana hor görülmüştü. Bu hayatta neyi çok istersek ondan oluyoruz. Neyi çok seversek onu kaybediyoruz. Yirmi bir yıllık yaşamımda öğrendiğim en önemli bilgi insanı en sevdiği şeylerin en çok yaralayan olduğuydu. Bunu en küçük yaşımda kemiklerime kadar hissetmiştim. O yalnızlığı, hissizliği, değersizliği, sevilmemeyi...

 

İnsanı en çok sevdiği yaralar.

 

Kaçırıldığım ilk zamandan beri kafam çok karışıktı. Birbirinden fazla soruların cevaplarını aramaya çalışıyordum. Nedenler, niyeler sıralıyordum. Soruların cevapları da soru değil miydi? Her sorunun bir cevabı vardır ve cevaplarda bir sorudur.

 

Ellerim bağlı, tokattan sızlayan yüzüm, dağılmış saçlarımla oturmuş olacakları bekliyordum. Artık her şey kontrol dışındaydı. Ne ben düzeltebilirdim ne de düzelebilirdi. Bekleyecektim.

 

Umutsuzluk etrafıma saralı çok olmuştu. Umutsuzluğum beni oradan oraya sürüklüyordu. Zaten ne umduysam hep tersi çıkmıştı, neyi sevdiysem bir gün gitmişti. Artık sevdiklerimin gitmesinden delice korkuyordum. Onların gitmemesi için elimden ne geliyorsa yapardım hem de hiç şüphe etmeden, düşünmeden.

 

Daldığım düşüncelerimden odaya giren her zamanki maskeli sinir bozucu adamın kapı sesiyle irkilerek kendime geldim. Yanıma geldikten sonra bir müddet bana tip tip baktı ve telefonu çıkarıp numara tuşlayarak birini aradı. Hoparlörü açtıktan sonra çalan telefon üçüncü çalışta açıldı. Karşı taraftan ses gelmesine izin vermeden konuşmaya geçti maskesinin arkasına saklanan adam.

 

"Kararını verdin mi Bulut Aras?"

 

"Ne!" verdiğim tepkiyi odadaki diğer maskeli adamlar ve başucumda telefonda konuşan adam dışında işiten ve gören olmamıştı. Ben geri sessizliğime dönerken o hiç kâle almadan konuşmaya devam etti.

 

"Burada hayatını belirleyeceğin iki kadın var. Kararını çok gecikmeden söylemen gere..." Karşımdaki adam daha lafını bitirmeden telefonun hoparlöründen tiz ve net çıkan Bulut'un sesiyle afallamıştım.

 

"Ne isterseniz yapmaya hazırım yeter ki kadınlara dokunmayın. İstediğiniz her şeyi yapacağım." Bulut verdiği kararla kendini zarara sokuyordu ama verdiği kararın sebebinin biz olması canımı yakıyordu. Hayır, Bulut bunu yapma kendi yoluna bak demeyi çok istedim ama onun bunu yapmayacağına o kadar çok emindim ki bunu diyemedim. Daha yeni tanımışken! Sessiz kalmaya devam ettim.

 

"Zaten başka da şansın yoktu." Neden bu kadar kaba olmalıydı bu gereksiz adam. Buradaki çocukların onun sözünden çıkmaması hepsinin ona abi diye hitap etmesinin neticesiyle kendine çok güvenip ters ters konuşabiliyordu. Eğer onunla bir başka yerde karşılaşsaydık haddini çok iyi bildirirdim ama annem onların elindeyken itaat etmek zorundaydım. Fakat buradan kurtulduğumda bu adamdan kesinlikle intikamımı alacaktım.

 

"Ne istiyorsunuz?" Bulut'un sesinden anladığıma göre korkmuş ve belli etmemeye çalışıyordu. Beni kurtarmak içinde her şeyi yapmaya hazırlıklı olduğunu gösteren tavrını anlamış ve hissetmiştim. İnsanları tanırken oluşturduğum bir nevi hislerimin çoğu doğru çıktığından, her daim bu yüzden çok seçici bir insan olmuştum. Fakat bu kadar seçici olmama rağmen hayatımın ortasına bir anda giren adamı ben seçmemiştim daha doğrusu seçememiştim. Zaten adı üstünde bir anda girmişti hayatıma. Hayatıma bir anda girmesine rağmen daha önceden tanışıyormuşuz gibi hissetmemin sebebi neydi?

 

"İlk görevin Erdem Özkaya'yı gözaltından kurtarmak ve bizi araştırmayı kesmek. Erdem'i kurtarman için sadece altı saatin var. Bu arada arkadaşlarını da üstümüzden çek yoksa bu işten zararlı siz çıkarsınız." Maskeli konuşmasını bitirir bitirmez karşı taraftan ses gelmesini bile beklemeden telefonu kapattı ve karşımda ki sandalyeye oturdu. Anladığım kadarıyla benle konuşacaktı. Zaten bende bunu istiyordum.

 

"Dersini aldığını zannediyorum küçük Dilacık." Üsten konuşmanın verdiği egoyla karşımdaki sandalyede bacak bacak üstüne atmış, sağ eli bacağının üstünde, sol elinde telefonu, üstünde siyah bir takım elbise giymiş gereksiz varlık oturmuş, bana karşı kıs kıs gülerek konuşuyordu.

 

Bence bu adama bir insanı nasıl çileden çıkartılır ödülünün verilmesi gerekiyordu. Karşımda oturarak yeterince sinirlerimi bozması yetmiyormuş gibi yüz ifadeleri ve el hareketleri ile sinirlerimi iyice geriyordu. Elimde olsa bir kaşık suda boğacaktım. Ona cevabını çok güzel verebilirdim. Korkmadan...

 

"Hıhı..." Ufak bir gülümse koparmıştım. Benim ufak bir gülümseme koparmış olmam bile adamın gerilmesini sağlamıştı. Konuşsam daha ne yaşardı. "Karşındaki bir kadına el kaldıracak kadar adi bir şerefsizsin..." Dediğimin karşısındaki hal ve hareketlerine bakılırsa iyice gerilmişti. "ve ders alması gereken ben mi oluyorum bir düşün derim." Onun söylediklerimle çıldırdığını çok iyi anlamıştım ve buda benim hoşuma gitmişti. Kendimi ona asla ezdirmezdim. Annem için ne isterse yapardım ama asla kendimi ezdirmezdim. O sözüne itaat edeceğim biri değildi hiçbir zamanda olmayacaktı.

 

Maskesinden dolayı yüz ifadesini göremiyordum ama kendisi hal ve hareketlerinden sinirlendiğini ve gerildiğini belli ediyordu. Kendisini bir şey sanabilirdi ama zorunda olmadığım sürece de ona boyun eğmezdim. Karşımda oturduğu ilk zamandan daha kötü olduğunu anlamıştım. Yanılmıyorsam zayıf noktasını bulmuştum ve bunu ona karşı son ana kadar kullanacağıma çok emindim.

 

"Çok ileri gidiyorsun bence kendine bir çeki düzen ver yoksa sorumlusu ben olmam." Ellerini yumruk yapmış bir şekilde sert ve emir kipiyle bana karşı cevap verdiğinde söylediklerine karşılık kaşlarımı yukarı kaldırıp hafif bir sırıtma ile başımı aşağı yukarı hareket ettirdim.

 

Küçümseyici bir şekilde: "Bak sen çok korktum," diyerek taklit yapmamın verdiği şaşkınlıkla cevabıma ayrı bir şekilde delirmekle meşguldü. Kendine güveni olmayan biri olarak bu haldeyken bile kendime olan güvenim onun kadar odadaki kölelerini de şoka uğratıyordu. "Kendine çok fazla güveniyorsun ama hiç bir halta da yaradığın yok." Zayıf noktasını bulduğum için oraya oynuyordum. Zayıf noktasına oynuyordum çünkü bir şey bulacağıma inancım tamdı.

 

"Kelimelerine dikkat et!" Sert ve yüksek çıkan sesle irkilmiştim. Aslında beklediğim tepkilerdi fakat yine de korkmuştum. Eğer bu adama yenilirsem o da iç savaşım yüzünden olurdu. Annemi deliler gibi merak ediyordum hem de çok...

 

-sen bu dik kafayla yenilmezsin bebeğim-

Bende nerde kaldı bu iç ses diyordum.

-kıyamam çok mu özledin beni-

İç ses senin varlığın burada kafa yememi engelleyen tek şey tabii ki de özleyeceğim.

-gözlerim doldu desem yalan olmaz küçük kız-

Küçük kız!

-aha küçük kız-

Kötüsün küçük iç ses.

-her daim tek senin kötün-

Sağ ol ya!

 

Yine bir kahkaha patlattığımda karşımda ne yapacağını görmek için kıstığım gözlerimi araladığımda maskelinin ayağa kalkmış ve elini yumruk yapmış olduğunu gördüm. "Haddini aşan ben değilim adi şerefsiz sensin." Yine küçümseyici şekilde cevap vererek adamın çıldırmasına sebep oldum. Aslında yaptığımdan çok memnundum çünkü bir insanın en alt tarafı sinirli olduğu haldir. Asla yalan söylenmediği sadece gerçekleri konuştuğu zaman delice sinirlendiği zamandır ve ben bunu başarmış, adamı çileden çıkarmıştım. Hem de ilk defa değil her konuştuğum anda deliren biriyken.

 

"Hiç korkmuyor musun sana bir şey yapacağımdan?" bu seferki konuşmasında hiç şaşırtmayan küçümseme bir konuşma tarzı vardı, her zamanki gibi. Lakin küçümseyerek beni alt edebileceğini sanıyorsa çok yanılıyordu, ben asla küçümseyici şeylerle kendimi üzmez ve değersiz hissettirmezdim. Bunu şu ana kadarda anlamış olması gerekiyordu tabii zeki biriyse. "Hiç mi düşünmüyorsun anneni ve canını." Evet, beni annemle korkutmaya çalışıyordu çünkü sözleriyle yenemeyeceğinin farkındaydı. Aslında bana bir taktik kullanıyordu. Taktiğine göre ben kendimi suçlayacağım ve o ne derse onu yapıp onun gibi köle olacağım. Yalnız unuttuğu en büyük şey bu taktiklerin bana asla sökmeyeceğiydi.

 

Yine sırıtma pozuma geçerek ona karşı küçümseyici bir hal alarak konuşmaya başladım. "Yüzünü, ismini bilmediğim, daha ne işe yaradığını kendisinin bile bilmediği birinden mi korkacağım?" "Haha." Bu seferki konuşmamın peşine yüksek sesle kahkaha atmıştım. Fakat bu kahkaham adamın gözünün dönmesine sebep olacak kadar şiddetliydi. "Sen... Bu güveni nerden alıyorsun? Neyine güveniyorsun kızım? Seni istesem şurada gebertirim!" Ses çileden çıkmış bir adamın bağırmasıydı. Bu da karşımdaki maskeli adamdı.

 

Evet, sonunda adamı çıldırtmıştım.

 

-gurur kaynağı kızım, aferin-

Aferin bana iç ses!

-birde gülüyor ya-

Gülmeyip ne yapacağım amacımız bu değil miydi?

-seni ahmak şimdi ya annene zarar gelirse-

Gelmez ben inanıyorum.

-inşallah ahmak-

Sus iç ses, sus.

 

Şimdiki planıma göre bir şeyler öğrenme aşamasıydı. Umarım iç sesim yanılır ben haklı çıkardım çünkü amacıma ulamış onu delirtmiştim. Benim zamanım gelmişti onu az daha sıkıştırarak bir şeyler öğrenmeye çalışacaktım. Neden buradaydık, patron kimdi? "Asıl sendeki güven nerden geliyor? Ben senin gibi maske arkasına sığınıp hiç bir işleve yaramayan bir köle değilim. Güvenimin nerden geldiğini anlamanı zaten beklemem çünkü anlayacak kadar cesur biri değilsin şerefsiz." Bu seferde benim sesim yüksek çıkmıştı. "Sen bana asla bir şey yapamazsın kendini oyuncak hale getirmiş köle. Sen patronunun sözünün dışına çıkamayan bir korkaksın. Bir insanın senden korkması için gereken şartları bile sağlamıyorsun." Sesimin voltajını ayarlayamıyor, ne şekilde konuşmam gerektiğini kontrol edemediğimden emir kipli cümlelerim ardı sıra çıkmıştı ağızımdan. Beklenilmeyen şekilde net cevap vermemin etkisinde ben dahi çıkmamıştım. Asla kendimi ezdirmeyeceğim için iyice çileden çıkacağını bildiğim cümlelerimi art arda dizmiştim. Gördüğüm kadarıyla çileden çıkan maskeli benim istediğim şeyi yapacak kıvama geldiğinden her an çok önemli bir bilgi edinebilirdim.

 

"Taktın sende maskeye be. Tek derdin maskemi al o zaman sana maske." Adam iyice çileden çıkmış olmalı ki maskesini çıkarmak için elini yukarı kaldırdığında nefesimi tuttum. Başarmıştım, onu yenmiştim ama korku an an kendini hissettirdiğinde gözlerimi kapatmak ve kapatmamak arasında kaldım. Kapatmadım, göreceğim her yüze karşı hazırdım, yıkılsam da görecektim o köpeği. Karşımda bir çırpıda maskesini çıkardığında ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum.

 

O karşımda maskesizdi, sinirliydi...

 

Gördüğüm yüzle şaşkına uğramam bir oldu. Karşımda duran adam karşı komşumuz olan Ayşe Abla'nın oğlu Berk'ti. Ayşe ablanın yanına ziyarete geldiğinde bir kaç defa karşılaştığımız zamandan bu yana baya değişmiş ve bana karşı bir cephe almıştı. Kime çalıştığını bile bilmediğim Berk'e karşı sadece anlamsız bakışlar atarak başımı sağa sola hareket ettiriyordum. Neye uğradığımı şaşırdığım anlardan sadece biriydi. Ağzımı açmak için harekete geçtiğimde Berk benden önce harekete geçti.

 

"Eee şimdi aramızda maskede kalmadığına göre benden korkmaya başlayabilirsin sevgili komşum Dila Deniz." Benim hala anlamsız bakışlar atmama rağmen Berk net bakışlar atıyordu. Aramıza giren uçurumdan yere tepetaklak düşmüştüm. Hiç beklemediğim insan karşımda durmuş bana tehdit dolu cümleleri savuruyordu.

 

"Berk!"

 

O kadar şeye rağmen şaşırmamın normal olmaması gerekiyordu. Neden bu kadar fazla tepki verdiğimin ben de farkında değildim. Niye her bir olayda Ayşe Ablaya ulaşacak bilgiler elde ediyorum? Neden Ayşe Abla?

 

"Ne oldu korktun mu kimliğimi öğrenince." Sırıtarak vermişti cevabını. Kendimi kısa bir süre sonra toparlayabildikten sonra kaldığım yerden devam ettim.

 

"Senden mi korkacağım. Haha güleyim bari." Evet, onu yine çileden çıkaracak bir şekilde cevap verdim. "Sen kendini ne sanıyors..." "Senin gibi adi bir şerefsiz olup korkak biri olmadığım kesin." Sözünü yarıda keserek ona konuşma hakkı verdiğimde keyfi yerinde olan tek kişi bendim. Pas kokusunun hâkim olduğu depoda ise Berk'in köleleri yakalanmadan sırıtıyordu. Berk ise iyice kafayı yemek üzereydi. Karşımda sinirden her an patlayacak bomba haline gelmiş Berk üstüme doğru yürüdüğünde ani bir hareketle elini havaya kaldırdı. Tekrardan bana vuracakken arkamdan gelen tanıdık sesle irkildim ve titremeye başladım.

 

"Sakın Berk!"

 

Hayır, hayır, hayır...

 

Lütfen sen olma!

 

Öldürme çocuk umutlarımı, yapma bana bunu!

 

Bütün hücrelerimi harekete geçerin o sese karşı başımı çevirdiğimde karşımda bana bakan babamın yüz ifadesiyle karşı karşıya geldim. Ağzımdan çıkan şey ise titreyen sesimle "baba" oldu.

 

"BABA!"

 

Bana bunu nasıl yaptın baba? Neden bize bu acıları yaşattın? O patron niye sensin? Neden kardeşimin katilisin?

 

Benim babamken kardeşimin nasıl katili oldun baba?

 

💦

 

Korkudan ve meraktan kafayı yemek üzere olan çocuktan:

 

"Burada hayatını belirleyeceğin iki kadın var. Kararını çok gecikmeden söylemen gere..."

 

"Ne isterseniz yapmaya hazırım yeter ki kadınlara dokunmayın. İstediğiniz her şeyi yapacağım." özel numaradan arayanın konuşmasına izin vermeden lafını yarıda kesmiş, daha fazla düşünmeden en net şekilde kararımı söylediğimde kalbimin atış hızına yetişemiyordum. Kalbim ona atıyordu. Verdiğim kararla kendimi tehlikeye attığımın farkındaydım ancak âşık olduğum kadın için bu umurumda değildi. Onun için her şeyi yapmaya hazırdım.

 

"Zaten başka da şansın yoktu." Telefondan gelen sesle ne kadar da kötü bir durumda olduğumu bir kez daha anlamış, görmüştüm. Benim onları kurtarmak için yapacağım en önemli şey ne isterseler yapmaktı, sorgulamadan, çıkar gütmeden. Köleleri olacaktım. Kimle karşı karşıya geldiğimi bilmiyordum. Kimin niye böyle bir şey yapabileceğini bilmiyordum. Tek bildiğim şüpheli ilan ettiklerimizdi. Ayşe Gediz'in bu işle ne alakası olduğunu, baba Ahmet Deniz'in neden yalan söylediğini bilmiyordum. Peki, neden Erdem Özkaya şüpheli bir şekilde eve giriyor ve bunu saklıyordu?

Koca bir çıkmazın içinde onlarca bilinmezlerin arasındaydık, neyi biliyordum ben sorusuna ise sadece ihtimaller diyebilirdim.

 

Artık ne istediklerini öğrenme zamanıydı.

 

"Ne istiyorsunuz?" korkarak sorduğumdan sesimin nasıl çıktığını bile bilmiyordum. Dila'nın beni duyup duymadığını bilmiyordum. Eğer duyuyorsa ne hissettiğimi anlamış mıdır? Hem anlasın istiyorum hem de anlamasın istiyorum. Benim bu çıkmazlardan çıkıp daha büyük adımlar atmam gerekiyordu, kalbim için.

 

"İlk görevin Erdem Özkaya'yı gözaltından kurtarmak ve bizi araştırmayı kesmek. Erdem'i kurtarman için sadece altı saatin var. Bu arada arkadaşlarını da üstümüzden çek yoksa bu işten zararlı siz çıkarsınız." Karşı taraftan gelen ses konuşmasını bitirir bitirmez yüzüme kapatmıştı. Benden istedikleri ilk şeyi söylemiştiler, ilk adım, ilk görevde dahi her yerde olduklarını göstermekle kalmamış dile getirmiştiler. Bana ne yapmam gerektiğini net bir şekilde söylemiştiler fakat ben yine de ne yapmam gerektiğini anlayamıyor, bilmiyordum. Bir karar vermem gerekiyordu onlar içinde benim içinde.

 

Düşünmeden evet demiş olamam sonra düşünmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Şimdi onlara köle olmam istenirken olurdum, eğer ki onlarda bana köle olacaksa. Hem istenileni yapmalıydım hem de gizliden gizliye takip etmeli bu kalbimi delicesine attırmalıydım.

 

Konuşmayı duyan grupla fazla konuşmadan ayrıldığımızda herkes sessizdi, tepkisizdi. Yeteri kadar yorucu bir gün geçirmişken öğrenilen bilgiler, geçmişler derken iyice yıpranmıştık. Zor olan hayatımızı gittikçe daha da zorlaştırıyorduk. Belki de bazı olaylarda tepkisiz kalmamızın sebebi buydu. Kendimi içsel düşüncelerle evime attığımda ilk yaptığım şey koltuğa atlamak oldu. Kötü bir ruhsal durumdaydım. Kendimi toparlamam gerekiyordu, adam akıllı düşünüp doğru kararlar vermem gerektiğinden ufak bir cesaret kırıntısı aradım. Konuşmakta zorluk çektiğim anlar gibi düşünürken de tıkandığım anlar oluyordu. Derince nefesi içime çektiğimde arayışımın son bulmasaydı dileğim. Fakat kendimde o gücü bulmamda sandığımdan uzun sürmüştü.

 

Oturduğum boğucu koltuğumdan kalktım ve koridora doğru adımlar attım. Koridora çıktıktan sonra düz devam edip sağ kapıdan içeri girerek kendimi banyoya attım. Kafamı kaldırıp aynadan kendime baktığımda yıkılmış bir o kadarda mahvolmuş halde olduğumu gördüm. Yıllar sonra hiç aklımdan çıkmazken tekrardan yüzleştim küçüklüğümle.

 

İnsanların bildiği şeyleri gözleriyle görmeleri bilmelerinden daha can acıtıcıydı. Canımın yandığını çok iyi hissetmiştim. Musluğu açıp buz suda elimi yüzümü yıkadıktan sonra kendime gelmeye başladım. Sağ taraftaki havluyu alıp kurulandıktan sonra banyodan çıkıp oturma odasına eski yerime geri döndüm.

 

Evimde oturma odamda oturmuş Erdem Özkaya'yı nasıl kurtaracağımı düşünüyordum. Önümdeki orta sehpada bir ton dosya vardı. Dila'yı bulmak için saf sakladığım işler gözümde büyümeye devam ediyordu. Yakın bir zamanda girmem gereken yeni bir dava olmadığı için gelen çağrılara cevap vermiyor gelen davaları geri reddediyordum. Kariyerimi ve işimi tehlikeye atıyordum.

 

Yeşillere değerdi.

 

2 saat sonra/ ev...

 

Karar vermiştim. Ne olursa olsun her şeyi riske atacak ne istediyseler bir bir yapacaktım. Gizliden gizliye yine onları takip edecektim eminim ki bunu da anlayacaktılar ama onlar anlayana kadar ne kadar bilgi o kadar iyiydi. Lakin kimsenin haberinin olmayacağı başka bir planım daha vardı. İster A olsun ister B ama her türlü beni kurtaracaktı.

 

Saate aldanmadan ezberimde olan numarayı çevirdiğimde rehberdeki ismi çıktı. Rehberde o ismi aramaktansa numarasını yazmak daha işime geldiğinden böyle yapmıştım. Güvendiğim o numarayı aradığımda son kez daha düşündüm.

 

Doğru bir karar vermiştim. Kendimden hata bekleyecek değildim. Korkmadan, cesurca halledecektim bu işi.

 

Telefon çaldı, çaldı, çaldı... Ardı sıra diziliyordu aramanın melodisi. Açmayacak gibiydi. Arama tam kapanacakken karşı taraftan ses geldi. Fazla düşünmeden, tartmadan konuştum.

 

"Sana işim düştü dostum, yardımına ihtiyacım var."

 

💦

 

1 saat sonra...

 

Arabamda sürücü koltuğunda oturmuş karakola doğru sürüyordum. Erdem Özkaya'yı kurtardıktan sonra bu adamlarla bir işi olup olmadığını çözebilmek için onun peşine düşecektik. Ben, Erdem Özkaya'yla karakoldan çıktıktan sonra ayrılacaktım. Büyük ihtimalle benim de peşime adamlar düşeceği için kendimi her şey normalmiş gibi evime atacak gerisini arkadaşlarıma bırakacaktım. Çınar ve diğerleri de karakolun farklı köşelerinde kılık değiştirerek bekleyecektiler. Erdem'in peşine düşecektik dört koldan. Planımı bir kez daha gözden geçirdikten sonra karakola girmek için arabayı uygun bir yere park edip indim ve yavaş adımlarla karakola ilerleyip içeri girdim.

 

Karakolda güvenlik kontrollerine avukat kimliğimi gösterdikten sonra içeri girdiğimde sakin ve yavaş adımlarla başkomiserin odasına ilerledim. Kapıyı tıklattıktan sonra derin nefes alıp içeri girdim.

 

"Buyur Bulut bir isteğin mi vardı?" Murat komiser beni tanımıştı, unutmuyordu da. Aslında tanımasına şaşırmamam gerekiyordu ne de olsa birlikte birçok dava çözmüştük demek ki büyük pay buydu.

 

"İyi günler Murat Başkomiserim. Evet, bir isteğim vardı." Yapacağımdan dolayı kendimi suçlu hissediyordum fakat bir diğer tarafım bunu Dila için yapacağımdan dolayı da sevinçliydi, karmaşık bir durumdu. Kendimi anlayamadığım için çözemiyordum da. Yapıyordum, göz göre göre kukla oluyor bir bir atıyordum o adımları. Anlamamak umurumda değildi, umurumda olan o iki kadına kavuşmaktı.

 

Kalbimi ve annesini kurtarmak!

 

Kardeşimi ve annemi kurtaramamışken!

 

"Yeni bir bilgi yok bunu sende biliyorsun. Eğer bizden hızlı olmamızı isteyeceksen bunu sende biliyorsun ki bir ton olayla ilgileniyor..."

 

"Murat Başkomiserim izin verirsen derdimi söyleyeceğim zaten. Bana bildiğim şeyleri söyleyip durma." Artık bir an önce buradan çıkmak istediğimden dolayı Murat Başkomiserin sözünü kesip hiç benlik olmayan üslupla sözlerimi söylemiştim. Karşımdakinin başkomiser olması beni şu anlık ilgilendirmiyordu. Zamanım kısıtlıydı ve yapmam gereken şeyler çoktu.

 

"Bu nasıl bir üslup Bulut, bir de avukat olacaksın." Benim üslubumun kötü olduğunu söyleyen Murat Başkomisere bakışım netti o da soğuk nevale gibi hissiz bakıyordu. "Seni dinliyorum Bulut." Murat Başkomiser hiçte memnun olmadığı bir konuşmaya girdiğinin farkındaydı bu yüzden de bana net bir şekilde isteğimi söylememi ve buradan gitmemi söylediği bakışlarıyla konuşmuştu.

 

Bir kalp kazanmaya çalışırken onlarca kalbi kırmıştım.

 

"Bu sefer buraya Erdem Özkaya'nın avukatı olarak geldim. Erdem Özkaya'nın yeteri kadar şüpheli şekilde gözaltında tutacak kanıt olmadığı için serbest bırakılmasını rica ediyorum." Erdem Özkaya'nın davasını uzunca inceledikten sonra nasıl kurtaracağımı bulmuştum ve onu kullanacaktım.

 

"Evet, elimizde onu gözaltında tutacak bir kanıt yok bunu sende ben de biliyoruz. Fakat senin onu çıkartmak istemeni anlamıyorum Bulut. Sen iyi misin?" Murat Başkomiser benim söylediklerime karşılık şaşkın bir yüz ifadesiyle olayı çözemeye çalışıyordu. Ancak bilmediği bir şey vardı o da bu olay hiç karşılaşmadığı tarzdan bir olaydı. Bu olay öyle dışardan bakarak çözülecek tarzda değildi bunu ben çok iyi şekilde anlamıştım.

 

"Ben gayet iyiyim başkomiserim. Sizde benimle aynı fikirde olduğunuza göre size zahmet Erdem Özkaya'yı çıkartalım. Aksi tekdirde olayı üst mevkilere çıkarmak mecburiyetinde kalacağım." Yaptığım konuşmalardaki üslubumu hiç beğenmiyordum. Sırf bu sebeple kendimden nefret edebilirdim ama diğer taraf da Dila vardı. Ben sürekli Dila'yla bir şeylerin arasında kalacak mıydım? Kendi sorularımın bile cevabını bilemiyordum.

 

"Bu konuşmamızdan hiç memnun kalmadım Bulut. Hiç yoksa eski davalarımızın hatırına saygılı olmanı beklerdim ama yanılmışım. Tamam, Bulut, Erdem Özkaya'nın çıkış işlemlerini hallediyorum..." bana tip tip bakarak ve yüzündeki memnuniyetsizlikle elini havaya kaldırıp kapıyı göstererek "şimdi çıkabilirsin!" dedi. Murat Başkomiserle hiç böyle olacağımızı düşünmezdim.

 

"Teşekkür ederim başkomiserim." Daha fazla gözlerinin önünde kalmadan sessizce kapıyı açıp odadan çıktım. İlk bulduğum boş sandalyeye bedenimi savurdum ve oraya oturarak kendime gelmeye çalıştım. Derin derin nefesler alıp veriyordum. Beni bu halde görebilecekleri için dikkat ederek dağılmamaya çalıştım. Bir şeyim olduğunu anlamamaları için sakince telefonumu çıkararak çocuklarla aradım.

 

"Çınar herkes yerinde mi?" operasyonun en büyük adımı onda olduğundan bütün gözlerde Çınar'ın üstüne toplanmıştı. Yanımdan geçen polislerden biri bile maskelinin adamı olabilirdi. Gözlerimi dört açarak herkesi en ince ayrıntısına kadar inceledim.

 

"Herkes yerinde," sesindeki ima beni boğmayın der gibiydi. Evet, üstüne gerektiğinden çok gidiyorduk lakin o da buna müsaade ediyordu. Geçen akşam bir bilgi veremediği için gergin olmasını buradaki görevinde yenmek için çabalıyordu. "Ve her daim hazırlar!" aradan geçen boş zamanı tekrardan sesiyle doldurduğunda mutlu olduğumu belli etmemeye çalışıyordum.

 

"Dikkat et, her ne olursa olsun sen benim en iyi arkadaşım kalacaksın." Neden olduğunu anlayamadığım şekilde Çınar'a destek olduğumda şaşkındım, onun da şaşkın olması gibi. Telefondan kulaklarımı dolduran sessiz olmaya çalışırken ağzından azda olsa kaçırdığı kahkahayla iyi ki dedim. İyi ki yalan dünyamda böyle arkadaşlara sahiptim.

 

"Eyvallah!" çok geçmeden duyduğum sesiyle tepki vermemeye çalıştım. İzlenmek ne kötüydü! "Eyvallah!" can dostuma ondan eksik kalmayarak afili cevap verdim. Son kez planı gözden geçirdikten sonra da telefonu kapattım. Bu konuşmayı sadece Çınar hak etmediği için uygulamalardan WhatsApp'a girdiğim gibi gruba tıklayıp mesaj yazdım.

 

Kime: ÇIKMAZ SOKAKTAN ÇIKIŞ

 

Bulut: Dikkatli olun ve asla da canınızı tehlikeye atmayın.

 

Bulut: Her birinize başarılar diliyorum.

 

Bulut: Kızlar sizlerde gözleriniz dört açın olabildiğince de gözünüz üzerinde olsun.

 

Mesajımın üstüne yavaş adımlarla karakolun ortasında beklemeye başladım. O sırada telefonumu işgal eden mesaj sesleri gruptandı. Bana geri dönüş sağlıyordular. Yaklaşık bir buçuk saat sonra emniyetin kapısından Erdem Özkaya'yla dışarı çıktım.

 

"Teşekkür ederim evladım da sen kimsin niye beni kurtardın?" her şeyden ya habersizdi ya da iyi oyun oynuyordu. Bir insan bu kadar iyi oynayabilir miydi? Ne düşünmem gerektiğini bilmediğimden sıkışmıştım çok şey arasında. En büyüğünde neyi yapmak istediğimdi. Yaşadığım onca şey bir tesadüf müydü, bilmiyordum. Peki, bildiğim şeyler var mıydı çünkü ben hayata karşı her şeyi unutmuştum da.

 

"Ben Bulut Aras, avukatım ve sizi kurtarmamın sebebi de benden ne istendiyse onu yapmamdı. Kusura bakmayın da siz benle oy..." Daha lafımı bile bitirmeden telefonum çalmaya başlamıştı. Cebimden çıkardığım telefonun ekranına kimin aradığına baktığımda ekranda gördüğüm yazı şaşırtmamıştı.

 

Özel Numara Arıyor...

 

Telefonu açtığım anda konuşmama dahi fırsat verilmeden karşı taraf konuşmaya başladığında duyacağım cevaplara hazırdım. Hayır, yalan söyledim hiçbir şekilde hazır değildim. "Tebrikler Bulut Aras ilk görevini başarılı bir şekilde tamamladın. Sıra ikinci görevinde o da şimdi orayı konuşmadan terk etmen olacak bir zahmet. Unutmadan söyleyeyim, gelecek olan bir sonraki telefonu bekle." Adam sözünü bitirir bitirmez telefonu suratıma kapattı. Ben de hem dedikleri için hem de yaptığım plan için Erdem Özkaya'yla bir daha konuşmadan yanından ayrılarak arabama doğru ilerledim.

 

Her şey normalmiş gibi arabama binip yola çıktığımda tuttuğum nefesi uzunca saldım. Bir çeşit meditasyondu. Yolda beni beyaz bir arabanın takip ettiğini dikiz aynasından gördüğümde tahminlerimde yanılmadığımdan keyfim yerindeydi. Ne kadar zorla olsa da onsuz güzel değildi geçen günler. Bu arabayı başka bir günden hatırladığımda, beni uzun zamandır takip ettikleri ortaya çıkmıştı, zaten takip etmekten başka bir şey yapmıyordular. Çokça atlattığım beyazlıyı bu sefer atmadan evime ilerledim. Her şey plana göre işliyordu. Telefonumu zorla cebimden çıkarıp Çınar'ı aradım. İkinci çalışında cevaplamıştı aramayı.

 

"Efendim," bir gün arkadaşımın sesini duyunca bu kadar sevineceğimi hayal edemezdim. Ses ayarlarımı kontrol ederek konuştuğumda normal benliğime dönebildiğim için mutluydum, çok şükür!

 

"Alo, Çınar düştünüz mü Erdem'in peşine?" gözlerimin önüne karakoldaki halini getirdiğimde şaşkınlığını anlamaya çabaladım. Beni gördüğüne, gözaltından çıktığına, ne denildiyse onu yaptım dediğim andaki bakışları hepsi kafamı karıştırıyordu.

 

"Düştük kanka düştük." Umarım güzel sonuçlar alırız, umarım kılık değiştirmemiz işe yaramıştır çok umutlanmasam da.

 

"Düşündüğümüz gibi adamı takip eden birileri var mı?" olmalıydı, nasıl ki beni takip ettiriyorlarsa Erdem'i de takip etmeleri gerekirdi tabii patron Erdem değilse.

 

"Şuan gözüme batan birileri olmadı ama her an bir her şey olabilecekmiş gibi seziyorum." İnanır mısın Çınar, ben de öyle seziyorum.

 

"Tamamdır Çınar, bir şey olursa hemen bana haber ver bir de dikkat edin hadi görüşürüz." Defalarca kez, bıkmadan, usanmadan dikkat etmelerini söylerdim. İki can kurtarmaya çalışırken başka yaşamlardan olmak istemezdim. Başka bir kalpten vazgeçmişken...

 

"Tamamdır kanka, sen de kendine dikkat et, akşama görüşürüz." İnşallah güzel haberlere!

 

Kısa konuşmamızın üstüne telefonu kapattığımda gerginliğim kayboluyordu. Aşırı stres yapmıştım ters bir şeyler olacak diye. Fakat her şey plana göre giderse Erdem bizi Dila'nın yanına götürecekti, öyle umuyorduk. Şu an her adımımız doğruydu. Grup yine ikiye ayrılmıştı. Kızlar fark ettirmeden Ayşe'nin peşine düşmüştü. Erkekler ise Erdem'i takip ediyordu. Diğer taraftan da bilgi edinmem gerekiyordu. Telefonumla biraz uğraştıktan sonra Naz'ı aradım. Naz da benim aramamı bekliyormuş gibi ilk çalışta açmıştı aramayı.

 

"Efendim Bulut." Naz'ın sesi normalden daha az geldiğinde bunu Ayşe'ye yakın olduğu için yaptığını düşündüm.

 

"Alo Naz n'aptınız?" arabayı kullandığımdan dolayı telefonu tekrardan hoparlöre almıştım. Dikiz aynalarımda baktığımda hala takip edildiğimi gördüm.

 

"Konuştuğumuz gibi kılık değiştirerek Ayşe Gediz hanımefendinin peşine düştük." Ne kadar kolaydı cümleleri kurmak. Arkada bıraktığı izi düşünmeden yakıyorduk o yanıkları. Kül olurken elimizden tutulmasını bekliyorduk. Her bekleyişim birkaç sözcükle yok oluyordu. Canın acıyordu, batıyordu bir şeyler ama anlayamıyordun.

 

Öyleydim. Dila için savaştıkça kalbimde büyüyen çocuk sorguluyordu.

 

Neden benim için savaşmadın?

 

"Tamam, Naz. Peki, karakoldan çıkınca göze batan bir şey yaptı mı?" Bu sabah kendiliğinden salınmıştı Ayşe. Delil yetersizliğinden serbest kaldığında bütün grup olarak delirmiştik. Bu olayda parmağı olduğunu düşündüğümüz herkes cezasız kalıyordu. Yine biz kendi ellerimizle çıkarmıştık en şüpheliyi. Acımadan değil acıyarak atmıştık adımlarımızı. Acımıştık kendimize, en çokta kendimize.

 

"Hayır, Bulut her şey normalmiş gibi evine geldi ve şimdi de pazara çıktı alışveriş yapıyor." Duyduklarımla bir kez daha yandım. Acıttım canımı, düşünmeden. Acıyordu kalbim, dokunamıyordum onlara. Geçmeleri içi çabaladıkça dibe batıyordum.

 

"Tamam, Naz gözünüzü dört açın ve kendinize dikkat edin." Değer verdiğimiz kız için, annesi için ayakta kalmalıydık. Adımlarımız yerinde, emin şekilde en doğru olmalıydı. Dikkat etmeliydik savaşan iki kadın için. Dikkat etmeliydim âşık olduğum kız için.

 

Kapılmıştım ona, yasaklara rağmen. Onca söze rağmen ondaydı kalbim. Ondaydı nefeslerim. Hayal kurmakta zorlanan çocuğa yeni hayaller kurdurmuştu.

 

"Tamam, Bulut sen de kendine dikkat et." Gözümü yoldan ayırmadan gaza olduğundan daha fazla bastım. Arkamdakileri atlatmak için değil bizzat iç savaşım yüzünden.

 

"Akşam görüşürüz Naz." Sesi ilk baştan daha net geldiğimnde biraz uzaklaştığını anlayabiliyordum. Tepkisizdim söylenen sözlere. Verebildiğim tek tepki onun yokluğuydu, sessizliğiydi.

 

"Görüşürüz Bulut."

 

Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes alıp verdim. Temiz hava almak için arabanın camlarını açtım. Kızları ve erkekleri ikiye ayırarak bir plan yapmıştık. Şüpheli olarak gördüğümüz iki kişinin de peşine düşmüştük. İlla ki birinden biri bizi Dila'lara götürecekti.

 

Ya götürmezse?

 

Bizden istenilen yaparken bambaşka bir yola adım atarken onlardan gelecek ufacık bir hamle bizi mahvederdi. Benim peşime taktıkları birileri gibi diğerlerini de izliyor olmalılardı. Erdem'in de Ayşe'nin de peşinde olmalıydılar eğer ki onlarla iş birliğindeyseler aksi durum gerçekleşir izlenmezdiler.

 

Kimdi? Ne istiyordu bu aileden? Neden vazgeçtiğim o gün olmuştu her şey? Yardım ederken huzursuz hissetmemin sebebi neydi? Bütün yaşanılanlar ne anlama geliyordu?

 

Kimdim ben? Çocukluğundan kaçan, ondan korkan bir zavallı! Hissizdim bazı anlara, tık yoktu benliğimde. Zordu benim için sevdiğin birinin yokluğuyla sınanmak, o varken hem de. Nefes alıyordu, ağlıyordu, gülüyordu, özlüyordu ama yanıma gelemiyordu. Yanına gidemiyordum. Çok istemiştim, çok kez kaçmış kaçtığım her gün de cezalandırılmıştım. O günleri ne atabilirdim ne unutabilirdim.

 

Çıkmazın en kötüsü duygulardı. Yaşanılması mümkünken yaşanılmayan her şeydi.

 

💦

 

Akşam saat 20:06 Bulut'un evinde oturma odasında...

 

İki gün olmuştu onu kaybedeli. Tam iki gündür kendisine ulaşamadığımız Dila'yı özlemiştik her birimiz. Yoğun bir günü geride bırakmış onun için attığımız adımlar tekrardan burada toplamıştı bizi. Kalp hırsızını bulmak için birbirimizi bilgilendirmeye toplanmıştık. Bu onun için bilmem kaçıncı toplanmamızdı. Ortam her zamanki halindeydi, karamsar ve sessiz. Kimseden çıt çıkmayacak gibiydi. Hepsinin yüzüne baktığımda gördüğüm tek şey gerginlikten donuk olan yüzleriydi.

 

"Eğer böyle boş boş oturmaya geldiyseniz yatak sereyim mi?" kaba bir cümle kurduğumu biliyordum ama elimde olmayan bir sinirle söylemiştim o cümleleri. Bir an önce Dila'ya ulaşmak istiyordum. Onun yokluğu kör ediyordu beni, onun yokluğu olmayan beni ortaya çıkarıyordu. Yapmadığım şeyleri yaptırıyordu. "Bakın özür dilerim iyi bir durumda değilim o yüzden ne biliyorsanız, ne öğrendiyseniz sırayla anlatın." acınacak bir durumdaydım. Ne yaptığımın bilincinde bile değildim. Kayboluyordum.

 

"Biz anlaştığımız gibi Ayşe Gediz'i takip ettik. Fakat her şey normaldi ve hiç bir şey olmadı. Pazara gitti alışveriş yaptı sonra da evine döndü. Yani beklediğimiz gibi bir şey olmadı. Biz de Asya ve Aslı'yı kapısının önüne nöbete bıraktık ne olur ne olmaz diyerekten." Kısa ve öz bir şekilde her şeyin gayet tıkırında işlediğini hiç bir şeyin olmadığını söylemişti Naz. Nasıl oluyordu da rahatça hayatlarına devam edebiliyordular, bizler için hayat durmuşken. En azından benim için öyleydi.

 

"İyi yapmışsınız Naz." Yine bir şey bulamadığım için kendimi boğmama ramak kalmıştı. Derin nefesler alıp vererek erkekleri dinlemeye geçtim.

 

"Biz de anlaştığımız gibi Erdem Özkaya'yı takip ettik ama hiç bir şey olmadı. Adam karakoldan çıktı markete uğrayıp bir şeyler alıp evine gitti. Ne takip eden biri vardı bizden başka ne de olmasını beklediğimiz şeyler oldu biz de anlam veremdik ama olan oldu yine." Çınar'dan da duymak istemediklerimi duymuştum. Sizler değil miydiniz Songül Kaya'nın şüpheleri olan, anlam veremiyorum. İfadeleriniz alınmış, gözaltına girmiş olmalarına rağmen yaşamlarına devam etmeleri çıldırtacak derecedeydi.

 

Hayal kırıkları umut edip olmamasından çok daha can acıtıcıydı. Artık mucizelere mi kalacaktım? Dila'ya yakınlaşmak için ne kadar çok adım atarsam o kadar çok uzaklaşıyordum. Ortam eski gergin ve sesiz ruh haline dönmüştü. Bu seferki sessizliği bozan ses telefonumdan geldiğinde odadaki herkesin gözleri fal taşı gibi açıldı. Çalan telefonumun ekranına kimin aradığına bakmak için elime aldım. Ekranda gördüğüm yazıyla şaşırmamıştım. Beklediğimiz bir aramaydı bu. Şimdi ki adımları ne olacaktı?

 

Özel Numara Arıyor...

 

Telefonu hoparlöre alıp açtım. Yine her zamanki gibi ben konuşmadan karşı taraftan ses gelmesini bekledim ama olmadı. Karşı taraftan ses gelmeyince ben konuşmaya karar verdim.

 

"Alo."

 

"Bulut Aras beni çok küçüğe aldın." Bulut de, artık bana sadece Bulut de.

 

"Ne saçmalıyorsun lan." Hissettiğim şeyler gerçekleşiyordu. Adamın her yerde gözü vardı mübarek.

 

"O kılık değiştiren arkadaşlarına söyle öyle bir yere varamayacaklarını. Ya sen beni bu kadar küçüğe mi aldın yerim seni! Kılık değiştirerek hiç bir yere varamazsınız Bulut Aras. O yüzden üçüncü görevin Ayşe Gediz'i ve Erdem Özkaya'yı serbest bırakmanız, onları takip etmeyi kesmeniz gerektiğidir. O arkadaşlarını o kapılardan çek yoksa bu işten sen zararlı çıkarsın Bulut Aras bey avukatcığım."

 

Küçümseyici bir üslupla konuşup bizle alay etmişti. Yine bir şey dememe izin vermeden suratıma kapatmıştı telefonu. Asıl anlam veremediğim kusursuz şekilde hazırlanmış olan bu planı bile nasıl anladığıydı. Her şeye dikkat etmişken arkadaşlarımı nasıl görmüştü? Gözleri bu kadar iyi olamazdı. Benim ne yapıp ne edip bir yol bulup Dila'ya ulaşmam gerekiyordu. Umut ettiğim tek bir kişi kalmıştı. İyice sinirlenen ben herkesin gözünün önünde onları şahit yaparak yemin etmiştim.

 

"Eğer ben de Bulut'sam iki gün içinde Dila'nın yerini bulur ve onu oradan kurtarırım. Bu da benim yeminim olsun. Sizler de şahitsiniz."

 

BÖLÜM SONU

 

Neler oluyor bu lanet kitaptaaaa🥺

Çok özlemişim burayı varya anlatamammm... Türkiye yapma bunu bize.

Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Wattpad/Inkspired: izzetcanduman
Instagram/TikTok: izzettcanduman Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 26.11.2024 20:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...