

Yol boyunca müzik dinledi Tamerlan. Kendisi Tatar da olsa, sonuçta yaşadıkları ülke Rusya’ya bağlıydı. Müzik zevki de bundan nasibini almıştı. Rus şarkıcıları çok seviyordu ama özellikle sevdiği biri vardı; Matrang.
Matrang her ne kadar bir Rus vatandaşı olsa da aslında Oset’ti, yani Gürcülere dayanıyordu soyu. Çok güzel şarkıları vardı. Ne var ki yeni şarkı çıkarmayı kesmişti. Var olan şarkıları ise çok anlamlıydı. Tamerlan, onun en sevdiği şarkısı olan Düşünceler’i açtı. Uçak havada giden bir balık edasıyla hareket ederken, o da şarkının sözleriyle dünyalar arasında geziyordu âdeta. Bu şarkı hayatın zorluklarına değinirken bir taraftan da sevginin aslında o zorlukları çözebilecek tek şey olduğunu anlatıyordu. Bu yüzden Tamerlan, bu şarkıyı seviyordu.
Şarkıyı defalarca dinledi. Şarkıya göre sevgi her şeyi çözebiliyordu ama Tamerlan’ın hayatında işler nedense böyle yürümüyordu. Sevgi hiçbir şeyi çözmemişti, aksine Tamerlan’ın şu an o uçakta olmasının nedeni tamamen sevgiydi. İnsan, birini çok severken kaçar mıydı? Evet kaçardı, bazen insan her yeri güzelleştiremezdi ve kendisi de zarar görmeye başlayabilirdi. Bu durumlarda en doğrusu gitmekti.
Şarkıyı dinlerken gözleri doluyordu. Normalde bir kez dinlediği şarkıyı bir daha dinlemezdi ama bu sefer farklı olmuştu. Kolay değildi, bu, gezmek için Moskova’ya ya da Saint Petersburg’a gitmeye benzemiyordu. Acaba onu neler bekliyordu?
Her ne kadar gittiği ülkeyle köken olarak aynı bile olsalar sonuçta çok farklı bir yere gidiyordu. Farklı gelenekler, farklı insanlar, farklı bir hayat… Kazan’da evinden çıkıp alt sokaktaki fırına gitmeye benzemeyecekti bu. Belki burada işsiz kalacak, yeni evi bile zor bulacaktı. Bilemiyordu neler yapması gerektiğini. Yine de kendisini takdir ediyordu çünkü yeni başlangıçlara adım atmak hiç kolay değildi.
Birden aklına havaalanına giderken yaşadığı olaylar geldi. O nasıl bir geceydi öyle? Hayatının şokunu yaşamıştı. Önce Kristina’nın sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranması, daha sonra aldattığının ortaya çıkması, onu orada öylece bırakıp gitmek… Çok korkunçtu. Yine de Tamerlan’ın içi rahatlar gibi olmuştu, ne kadar doğru bir karar verdiğini anlamıştı. Kristina’dan gerçekten hiçbir şey olmayacaktı.
İnsan birini sevdiği zaman göremiyordu onun kötü yönlerini. Tamerlan da aynen bu şekilde, ona söylenen hiçbir şeyi duymuyordu.
Şarkıyı değiştirmeye karar verdi. Ne dinleseydi? Belki de bu gerçeklerden uzaklaşması için eski zamanlardan bir şeyler dinlemesi daha güzel olabilirdi. Bu düşünceyle müziklerini karıştırmaya başladı. Bir şarkı dikkatini çekti; “Men azırım qıral olmağa (Kırım Tatarca "kral olmaya hazırım")”. Aslan Kral isimli çizgi filmdeki şarkıların en güzellerinden biriydi. Bu şarkı, filmdeki yavru aslan Simba’nın büyüyüp bir an önce kral olma arzusunu anlatıyordu. Tüm şarkı boyunca kral olduğu anda kimseye hesap vermeyeceğinden bahsediyordu, kral Mufasa’nın başyardımcısı papağan Zazu ise onu sakinleştirmeye ve tavsiyeler vermeye çalışıyordu.
Anne tarafı Kırım Tatar olduğu için Tamerlan, Kırım Tatarca da biliyordu. Bu yüzden şarkıları dinleyebiliyordu. Şarkıyı dinlemeye başladı.
Birdenbire aklına kendi küçüklüğü geldi. Annesi ve babası hayattayken, her şey çok güzeldi. Bu çizgi filmi açıp izlemeyi çok severdi. Tabii İlşad da çok küçüktü, beraber izlerlerdi. Defalarca, sıkılmadan… Bir anda Tamerlan kendini Simba’nın yerine koydu. Bir an önce büyümek istiyordu, büyüdüğü zaman her şey çok güzel olacak gibi geliyordu. Sanki istediği hayatı yaşayabilecek gibi hissediyordu. Ailesi ve çevresindekileri de Zazu olarak hayal etti. Filmde de Zazu Simba’ya hiçbir şeyin zannettiği gibi olmayacağını ve daha öğrenmesi gereken çok fazla şey olduğunu söylerdi.
Ne yazık ki Tamerlan bunları öğrenmekte çok geç kalmıştı. Büyümüştü işte, hayatı artık onun ellerindeydi. Hiçbir şey göründüğü gibi olmamıştı, geçmişten bakıldığında gelecek çok farklıydı. Bunu acı bir şekilde öğrenmişti. Çizgi filmde de aynısı olmuştu, Simba büyümüştü ama hayatının sorumluluklarını çok geç alabilmişti.
Kaybettiği hayallerinin içinde bu sefer de kendini kaybediyordu. Dünyadan kopmuş gibiydi ki, birden birinin ona baktığını hissetti ve soluna döndü. Neredeyse kırk yaşında görünen tesettürlü bir kadının ona baktığını gördü. Kadın anaç bir sesle, “Bu şarkıyı çok seviyorsun galiba,” dedi. “En az beş kez dinledin, duyuyorum.” Tamerlan çok mahcup olmuştu. Hayallerine dalıp giderken başkalarını da rahatsız etmişti demek ki. Böyle şeylere çok önem verirdi, bir şeyler yaparken insanları rahatsız etmemeye özen gösterirdi.
“Çok mu açık sesi,” dedi utanarak. “Hemen kısıyorum.” Kadın şaşırdı, “Hayır, hayır,” dedi. “Kısman için söylemedim. Müziği çok tanıdık geldi de…” Tamerlan rahatlamıştı. O rahatlıkla anlatmaya başladı, “Evet, Aslan Kral isimli çizgi filmden bu.”
Kadın gülümsedi, “Hah, şimdi hatırladım,” dedi. “Kızım çok izlerdi bu çizgi filmi, tabii şimdi büyüdü de izlemiyor.” Tamerlan o rahatlıkla sordu, “Kaç yaşında kızınız?”
“Yirmi altı yaşında.”
“Aaa, benden bir yaş büyükmüş. O nerede?”
İsmi Yeşim olan kadın gülümsedi, “İsveç’te o, İstanbul üzerinden onun yanına gidiyorum şimdi.” Sonra birden ciddileşti, “Peki, çizgi film müziği dinlerken neden ağladığını sorabilir miyim?” Tamerlan, ağladığının farkında bile değildi. Elini gözlerine attığında fark etti ki gözleri yaşarmıştı. Saklamanın anlamı yoktu. Yeşim anlamış gibi bakıyordu. “Sen de mi yalnızsın?” Tamerlan başını salladı, “Evet,” dedi. “Aslında yalnız olmadığımı sanırken yalnızmışım hem de.”
“İstanbul’da tanıdığın kim var?”
Tamerlan başını olumsuz anlamında salladı, “Kimse yok, benim buradan çıkmam gerekiyordu, çıktım.” Yeşim şaşırdı, “Oğlum, oğlum dedim ama sakıncası var mı bilmem, o nasıl iş? İnsan hiç tanıdığı olmayan bir yere gider mi? Dünyanın binbir türlü hâli var, sana bir şey olsa ne olacağını hiç düşündün mü?” Tamerlan başını salladı, “Aslında düşünmedim ama buradan kaçmam gerekiyordu.” Yeşim anlamıştı, “Kız meselesi sanırım.” Tamerlan tepki veremedi. Bir taraftan rahatlamıştı çünkü gün içinde konuştuğu “Ne yaşandı bilmiyorum ama ülkeden çıkmana sebep olduysa demek ki çok kötü bir olaydır.” Sonra Tamerlan’ın kulağına eğildi, “Ben de ailemi bırakıp gitmek zorunda kaldım.”
Tamerlan şaşırmıştı, “Neden? Yani, sizin başınıza ne geldi?” Sonra düşündü, belki de bu yaptığı kadının sınırlarını aşmak oluyordu. Sorduğu sorudan pişman olmuş, hatta endişelenmişti. İnsanları tanımıyordu ve son zamanlarda özellikle Türkiye’de insanların psikolojisinin çok sağlam olmadığını biliyordu. Belki Yeşim de ona iyi davranmayacaktı?
Yeşim’in yüzüne günün son otobüsünü kaçırmış bir insanın acı gülümsemesi geldi. “Türkiye’de bazı şeyler hiç değişmedi, oğlum,” dedi. “Eski eşimin kumar borçlarını kapatmaya çalıştım ama o battıkça battı. Hani insan birinin güvenini kırınca kazanmaya çalışır ya, eski eşim bunu yapmadı. Ayrıldık. Eşimden ayrılınca kızımla ayrı bir evde yaşamama izin vermedi annem ve babam. Gerekçeleri de çok açıktı, ‘elalem ne der’. Neyse ki sonra dayım devreye girdi. Dayım zaten hiçbir zaman onlarla aynı kafada değildi, Allah’a şükür. Bana Tataristan’da iş ayarladı, kızım Sude’yi de alıp gittim.” Tamerlan sordu, “Peki, zorlandınız mı burada, yani orada yaşarken?” Bir anda artık Tataristan sınırları içinde olmadıklarını hatırladı.
Yeşim düşündü, “Elbette biraz zordu,” dedi. “Ne kadar kökümüz aynı olsa da dil sorunumuz vardı. Rusça öğrenmek zorundaydık. Belli bir yaştan sonra özellikle Rusça gibi bir dil öğrenmek çok zorluyor. Neyse ki Sude küçüktü, o kolay öğrendi. Ne varsa siz gençlerde var zaten.”
“Peki, Rusçayı söktünüz mü?” Yeşim güldü, “Da, kanyeşna (Rusça “evet, tabii ki”).” Tamerlan da gülümsedi. “Tatar Türkçesi peki?” Yeşim başını salladı, “Onda o kadar iyi değilim bak,” dedi.
Tamerlan başını yana eğdi, “Biz de olaylarla sizin kadar iyi baş edemiyoruz ama.” Yeşim acı acı gülümsedi, “Öğreniyorsun be oğlum,” dedi. “Bakma, ben de senin yaşındayken hiçbir şeyle mücadele edemiyordum. İnsanların ne diyeceğini çok takıyordum. Sen ise çok cesur bir adım atmışsın.”
Tamerlan acı acı gülümsedi, “Abla, bana da çok laf ettiler.” Yeşim aslında onları haklı bulmuştu bir yerde. Bir gün içerisinde kimsenin olmadığı bir ülkeye kaçmak ne demekti?
“Sen de fazla cesur davranmışsın ama, gerçekten orada kimsen yok. Ne yapacaksın? Yani bir de gittiğin yer İstanbul, güvenli bir yer de değil.” Sonra birden kendi gençliğini hatırladı ve Tamerlan’a baktı, “Gerçi, benim de çok farklı bir hayatım olmadı. Yapabilirsin.”
Tamerlan, bu yabancıdan aldığı cesaretle, yerinde kaykıldı. Yeşim anlamıştı, bu cesur gencin uykuya ihtiyacı vardı. Gülümseyerek ona battaniyesini uzattı, “Al bakalım cesur kurt,” dedi. “Üşüme.”
Tamerlan, bu sözlerin de etkisiyle, yavaş yavaş uykuya daldı. Bedeni bu dev kuşun içinde uçarken, ruhu da rüyalar âleminde uçmaya hazırlanıyordu. Acaba bedeninin yaşayacağı gerçekler ve ruhunun göreceği rüyalar bir olacak mıydı?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
