5. Bölüm
Zeynep Koç / Hasretin Haritası / Kovalamacayla Gelen Tanışma

Kovalamacayla Gelen Tanışma

Zeynep Koç
jeijeijeinepp

Tamerlan, uçaktan indiğini görüyordu. Yürüyordu, yürüyordu ama yol bir türlü bitmiyordu. Sonsuz bir aydınlığa çıktığını gördü. Sonra derinden bir sesin onu çağırdığını duydu, “Tamerlan, oğlum?”Annesinin sesine benziyordu. Acaba… Acaba Tamerlan Hakk’ın rahmetine mi kavuşmuştu? Biraz korkmuştu. Bugüne kadar yapması gereken ama yapmadığı çok şey vardı. Şimdi Allah’a nasıl hesap verecekti? Acaba hesap vermeden önce annesini görebilecek miydi? Uzun zaman olmuştu. Seslenmeye çalıştı, “Eni, eni…” (Tatarca "anne) Sesi çıkmıyordu. Yürümeye devam ediyordu ama yol gerçekten bitmek bilmiyordu. Birdenbire yağmurun başladığını hissetti. Sanki hesap verme zamanı öncesinde onu temizler gibi yağıyordu yağmur. Allah’ın huzuruna tertemiz çıkacaktı demek ki.

Bu, onu rahatlatmıştı.

Ses yaklaştı, yaklaştı…

“Tamerlan, oğlum, uyan!”

Tamerlan o kara çekik gözlerini açtığında ise hiçbir şey hareket etmiyordu. Uçak durmuştu, insanlar ise hâlen yerlerindeydi. Birden sıçradı. Yoksa uçak mı düşmüştü? Sağa sola baktı, etrafta her şey sakin gibiydi. “Ne, ne oldu, ne var?”

Yeşim gülümsedi, “Geldik oğlum, uyandırmaya çalıştım, uyanmadın.” Tamerlan rahatladı. Uçağın düştüğünü sanmıştı. Yeşim’in gülen yüzü birden düştü, “Ağladın mı sen?”

Tamerlan, Yeşim sorana kadar ağladığını fark etmemişti. Ellerini gözlerine götürdüğünde eline yaşlar geldi. “Ben, şey,” dedi zorlukla. “Rüyamda annemi gördüğümü sandım da, beni çağırıyordu…” Yeşim onu anlamıştı. Belki kızı Sude de aynı şeyleri yaşıyordu, kim bilir? Anneden ayrı kalmak bir insan için çok zordu. İnsan, yaşı kaç olursa olsun annesini özler, arardı. Hele Tamerlan’ın durumundaki biri için bu daha da zordu.

Yeşim ona şefkatle baktı, “Sarılmamı ister misin?” Tamerlan başını olumsuz anlamda salladı, “Sarılırsanız daha kötü ağlarım.” Yeşim ise bunu duymazdan geldi, Tamerlan’a sarıldı. Tamerlan, beklendiği gibi, ağlamaya başladı. Gördüğü rüyaya değil, kimsesizliğine ağlıyordu Tamerlan. Normalde kendisini ağladığı için güçsüz hissederdi ama o hissi yaşamadı. İnsanın bazen duygularını da boşaltmaya ihtiyacı vardı. Yeşim çantasından bir kağıt ve kalem çıkartıp numarasını yazdı, “Ne olursa olsun bana haber ver,” dedi.

Uçaktan inip pasaport kontrolden geçti, valizini aldı. Para bozdurdu. Bu para en azından bir ay idare ederdi onu. Gerçi Tamerlan, İstanbul’un şartlarını bilmiyordu. Ya öngöremediği şeyler çıkar da zor durumda kalırsa? Kalmayacaktı. Kendisini yükseltecek her şeyi yapmaya hazırdı, zaten böyle olması gerekiyordu. Tataristan’dayken de kendi kendine bakmıştı o. Çalışmasına gerek olmamasına rağmen inatla çalışmıştı. Herkes onun azmine hayrandı.

İşlerini hallettikten sonra biraz gezindi. İşte her şey şimdi başlıyordu. Bu şehirde yalnızdı, kimsesi yoktu. Kendini yokladı, acaba doğru bir karar mı vermişti? Yine de şimdi bunları düşünmek için çok geçti, gelmişti artık. Gelen yolcu kapısından çıkıp kalabalığı görünce bir garip oldu. Onu kimse beklemiyordu. Bekleyeceğine inandığı tek insan ise ona sanki dünyanın en ölümcül virüsüymüş gibi bakmıştı. Zaten onun bu kalabalıkta yalnız kalmasının nedeni de o insandı.

O kalabalığın arasından yeni hayatına doğru yola çıkarken kasket takan yaşlı bir adam geldi ve çok yavaş bir sesle sordu, “Evladım, buradan metroya nasıl geçebilirim?” Tamerlan’ın Türkçesi bu soruya cevap verecek kadar yeterli değildi. Soruyu anlamamıştı bile, sadece “Metro” kelimesi Rusçada da olduğu için anlayabilmiş, soruyu tahmin etmişti.

Kırık Türkçesiyle cevap vermeye çalıştı, “Metro, ya ni znayu, bilmiyor…” O sırada adamın gözleri büyüdü ve bağırdı, “Hop, hop, ne yapıyorsun!” Tamerlan anlamamıştı. “Abzyj?” (Tatarca “amca”) Adam Tamerlan’a arkasını dönmesini eliyle işaret etti. Tamerlan arkasını döndüğünde iki kişinin onun yanından koşarak uzaklaştığını gördü. Ceplerine baktı, cebinde olan telefonunun yerinde artık yeller esiyordu.

Nedendir bilinmez, hiçbir şey yapamadı. Olduğu yerde kalakaldı. Kendisinde en sevmediği huy buydu, bir şey olduğunda hareket edemez, öyle kalakalırdı. Ne yapacaktı? Rüstem isimli adam bağırdı, “Oğlum, koş, yakalayalım şu itleri!” Tamerlan ve Rüstem birdenbire tabanlarına ateş tutulmuş gibi koşmaya başladılar ve İstanbul Havalimanı bir kovalamacaya sahne oldu. Tamerlan bu memlekete gireli daha yarım saat bile olmamıştı ve girer girmez başına böyle bir olayın gelmesi onun canını son derece sıkmıştı. Koştu, koştu, ta ki bir kadının çığlığıyla irkilene kadar.

“Ah, ne oluyor yahu?”

Ayağa kalktığında bembeyaz tenli genç bir kadına çarptığını gördü. Kadının mavi gözleri korkuyla büyüdü. “Ne yapıyorsunuz be?” Diye kızdı. “Az daha düşürüyordunuz beni.” Tamerlan utanmıştı, ne söylendiğini anlayamıyordu ama hoş bir şey söylenmediği ortadaydı. Genç kadının yanındaki yaşlı kadın ve adam da onlara sert sert bakıyordu.

Rüstem, “Kızım, kusura bakma,” dedi. “Çocuğun telefonunu çaldılar, bu evladım da kim bilir hangi memleketten buraya gelmiş, kaldık böyle…” Genç kadın, yanındaki insanlara döndü ve bu sefer değişik bir dilde konuşmaya başladı. Tamerlan bu dili biraz daha iyi anlıyordu ama tam olarak değil. Bu dil muhtemelen Türk dillerinden biriydi. Tamerlan Rusça sordu, “Bu hangi dil?” Bu soruyu duyan genç kadın yaklaştı ve Tamerlan’a o gün duyduğu en güzel soruyu sordu, “Vıy znayete Ruskiy yazık?” (Rusça biliyor musunuz?)

Tamerlan’ın çekik gözleri parladı. Bu onu çok sevindirmişti çünkü kendisi Türkçeyi henüz bilmiyordu. “Evet,” dedi. Sonra mahcup bir şekilde, “Özür dilerim, telefonumu çaldılar, onu yakalamak için koşuyordum…” Genç kadının yanındaki yaşlı adam bağırdı, “O zaman ne duruyoruz? Hemen polise gidelim!”

Tamerlan, Rüstem ve o aile hemen soluğu polisin yanında aldılar. Tamerlan bozuk Türkçesiyle tarif etmeye başladı, “Birader…telefonum…aldılar…” Tabii ki bu tariften hiçbir şey anlamayan polis sordu, “İngilizce?” Tamerlan başını salladı. İngilizcesi bu durumu anlatmaya yetecek kadar iyi değildi. Rüstem ayağa kalktı, “Ben Türküm ve olay esnasında onun yanındaydım,” dedi ve anlatmaya başladı.

“Bu çocuğa yol sordum, çocuk yabancıymış, bilmiyordum. O sırada çocuğun elinden telefonunu çaldılar. Çocuğa anlatmaya çalıştım ama o anlamadı. Nihayet anladığında ise telefonunu çalıp kaçmışlardı çocuğun.” Polis memuru Hakan, bunları not aldı. “Peki,” dedi. “Olayı ondan nasıl dinleyeceğiz?” Sardaana ismindeki genç kadın, “Ben Rusça biliyorum. O da biliyor. Sormak istediğiniz soruları ben sorabilirim.”

Hakan, “Şimdilik tamam, ama karakolda resmi çevirmen kullanmamız gerekecek,” dedi. “Malum, prosedürler…” Sardaana çantasından bir evrak çıkarttı, yeminli tercüman olduğunu gösteren bir evraktı bu. Polis gülümsedi, “Tamam, bu olayda bize siz yardım ediyorsunuz.” Sonra Hakan Tamerlan’a sordu.

“İsminiz ve soyisminiz nedir?”

Tamerlan zorlukla konuştu, “Tamerlan Yuldaşev.” “Nerelisiniz, kimlik veya pasaport görebilir miyim?” Tamerlan hemen Rusya biyometrik pasaportunu çıkarttı. Hakan pasaportu inceledikten sonra ona geri verdi. “Tataristan demek?” Tamerlan başını salladı. Polis kısa bir süre gülümsedi, gözleri çekildi, “Benim annem de Tatar göçmeniydi.” Sonra ciddileşti.

“Peki, bana olay anını anlatın.”

Tamerlan düzgün Rusçasıyla anlatmaya başladı, “Ben İstanbul’u hiç bilmiyorum. Geldim, yolumu bulmaya çalışıyordum. O sırada Rüstem amca geldi, bana yol sordu. Sonra bir şeyler söyledi, ne yazık ki Türkçem yetmiyordu. Ben ona azıcık Türkçemle yolu bilmediğimi söylerken birden garip işaretler yapmaya başladı. Ne olduğunu anlayana kadar telefonum gitmişti.” Sardaana bütün bunları çevirdi. Polis not etti.

Polis sordu, “İstanbul’a ne için geldiniz?” Tamerlan yutkundu. Bu soruya nasıl cevap verecekti şimdi? “Kendime yeni bir gelecek kurmak için geldim.” Hayır, böyle söylemek olmazdı. “Sevdiğim insandan darbe yedim, onu orada bırakıp geldim.” Hayır, bu hiç olmazdı. Söze başladı, Sardaana’ya baktı, “Ben…”

Tam o esnada kapı çalındı. İçeri gelen başka bir polis memuru olan Gözde, yanında iki gençle gelmişti. Gençlerin ikisi de başlarını önüne eğmişlerdi, ağladıklarını görmek mümkündü. “Amirim,” dedi Gözde. “Çocuğun telefonunu çalanlar. Herhâlde hırsızlık olayı pek onlara göre değilmiş.” Odadaki herkes birbirine baktı. “Abi, kurbanın olayım,” dedi hırsız gençlerden biri olan Cemil. “Affedin bizi. İstanbul’a yeni geldik, cebimizde kuruş yoktu…” Sardaana sinirlendi, “Siz ne yaptığınızın farkında mısınız,” dedi onlara. “Bu çocuk buraya nerelerden gelmiş. Ayıp değil mi?” Sonra düşündü, “Hem, cebinizde para yoksa nasıl uçakla gelebiliyorsunuz? Nereden geldiğinizi bilmiyorum, umrumda da değil ama madem cebinizde para yok, neden otobüsle gelmediniz? Ya da neden geldiniz?”

Diğer genç olan Mazlum, “Abla, doğru,” dedi ağlayarak. “Ben söyledim yapma diye. Yazıktır, adamın yabancı olduğu her hâlinden belli.” Cemil araya girdi, “Nereye sen söyledin lan, sen değil miydin bunu yapmamız gerektiğini söyleyen?” Mazlum dişlerinin arasından, “Lan sus,” dedi. Ne olduğunu anlamadan Mazlum ve Cemil birbirlerine girdiler. Gözde bağırdı, “Nerede olduğunuzu unutmayın.” Hakan Gözde’ye işaret etti, “Bunların daha çocuk olduğu belli ama.” Sonra gençlere döndü, “Evet, bir şey daha yapmanız gerekiyor.” Hiçbiri konuşmadı. “Versenize oğlum çocuğun telefonunu geri.”

Tamerlan da sinirle bakıyordu. “Ne yaptı siz,” dedi kırık Türkçesiyle. Cemil daha da pişman oldu, elleri titreyerek telefonu geri verdi. “Abi, telefonu sıfırladık ama…” Sardaana’nın gözleri birer safir gibi parladı, “Ne yaptık dediniz?” Gençler daha da korktular, “Abla, yaptık bir eşeklik…” Sardaana başını sinirle iki yana salladı ve Tamerlan’a döndü, “Şikayetçi olacak mısın?”

Tamerlan düşündü. Sevdiği insandan yediği darbenin acısı hâlen geçmemişken bir de bunun olması çok kötüydü. Şimdi, Tamerlan’ın içinde iki kişi var gibiydi. Bir yanı bu gençlerin yaptıkları şeyin sonucunu yaşamaları gerektiğini söylüyor, diğer yanı ise, “Cahillik,” diyordu sadece. Tamerlan tam, “Beni ilgilendirmez, cezalarını çeksinler,” diyecekti ki, kendisinin de bir gün parasız kalabilecek olma ihtimali geldi. Kınamamalıydı, başına hele de bu yaban ellerde her şey gelebilirdi.

Tamerlan Sardaana’ya döndü, “Tamam, bu seferlik affedilsinler,” dedi. Sardaana istemeye istemeye bunu çevirdi. Bunun üzerine Hakan, “Tamam, sizi bu seferlik affediyoruz. Bir daha böyle bir şey yaparsanız sonu kötü olur ama, demedi demeyin.”

Rüstem araya girdi, “Bakın oğlum, parasızlığın neler yaptırabileceğini tahmin edebiliyorum ama bu olmaz. Sizin gibi iki temiz yüzlü gence yakıştı mı şimdi bu?” Gençler sadece başlarını salladılar. Gözde de onları dışarı çıkarttı.

Sardaana Tamerlan’a sordu, “İyi misin?” Tamerlan başını salladı, “Biraz korktum sadece.” Sardaana Rüstem’e döndü, “İyiymiş amca, merak etme, biraz korkmuş.” dedi. Rüstem hayranlıkla Sardaana ve ailesine baktı, “Kızım, sen ne güzel Türkçe ve Rusça konuşuyorsun,” dedi. “Nerelisin sen, kimsin? Rus musun yoksa?” Tamerlan da aynı soruyu sordu, “Tanışmadık biz, sen kimsin?”

Sardaana gülümsedi, “Tabii haklısınız, bu olaylardan kafa mı kaldı? Adım Sardaana. Rus değilim, Türküm.” Rüstem, “Muhtemelen Rusya’daki şu özerk cumhuriyetlerden birinden geldin, değil mi? Bu delikanlı da öyle.” Tamerlan anlamıyordu, Sardaana’ya yavaşça, “Sadece Rusya ve Türk kelimelerini anlayabildim,” dedi. Sardaana gülümsedi ve Rüstem’e döndü, “Ben aslında Yakut Türküyüm ama burada doğdum büyüdüm. Annem babam Rusça biliyorlar, bana da onlar öğrettiler. Ben de tercümanlık yapıyorum şu an.” Sardaana’nın annesi Nurgusun, “Peki, kızıma çarpan bu çocuğu tanıyalım biraz,” dedi ve güldü. Sardaana’nın babası Kutay sert görünmeye çalıştı, “Sen utanmıyor musun millete çarpmaya,” dedi ve gülümsedi. Rüstem de güldü, “Bilerek çarpmadı ki,” dedi. “Biz de resmen etimize ateş basılmış gibi koştuk.”

Kutay sordu, “Peki oğlum, sen buraya cidden neden geldin? Yani, bir tanıdığın, kimin kimsen var mıydı?” Tamerlan başını salladı, “Benim buraya gelişim çok ani oldu aslında, o yüzden burada tanıdığım kimse yok.” Sardaana çevirdikçe Rüstem şaşırdı, “Oğlum, bu nasıl bir cesaret böyle? Yani ben Antalyalıyım ama ailemin yarısı burada, gelirken bile kırk kere düşünüyorum şu yaşımda gelirken.”

Sardaana atıldı, “İşte, herkesin farklı hikâyeleri var.” Tamerlan düşündü. Herkesin bir ailesi, geçmişi vardı. Onun da kendi geçmişi, gerçekleri vardı. Bunlarla yüzleşme zamanıydı.

Düşündü, “Bir yerden başlamak lazım.”

Bölüm : 20.02.2025 04:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...