

Nihayet o an gelmişti. Saat gece üç buçukta İlşad, Tamerlan’ın oturduğu apartmana Volkswagen arabasıyla gelmişti. Kuzenini yeni geleceğine, umutlarına götürecekti. Kuzenini telefonla aradı, gecenin üçünde kapıyı çalmak çok iyi bir fikir olmayacaktı. Sonuçta apartmanı ayağa kaldırmaya gerek yoktu. Ayrıca Tamerlan, Kristina yüzünden gidiyordu. Kapıyı çalması durumunda belki Kristina da uyanabilir ve aralarında giderayak bir ağız dalaşı çıkabilirdi. Buna ne gerek vardı? “Tamerlan buradan huzurla ayrılmalı,” diye düşündü.
Tamerlan uyuyordu, İlşad’ın aramasına uyandı. Uykudan yeni uyanmış olmanın mahmurluğuyla bir anlık her şeyi unutmuştu. Düşündü, “Ama daha namaz vakti değil ki, ben neden uyandım?” Aradan birkaç saniye geçti ve kafasını kaldırdığında telefonunun ateşböceğine benzer ışığını gördü. Yine anlayamamıştı.
“Ben alarm kurmamıştım ki. Hay Alla (Tatar Türkçesinde “Allah Allah”), namaz saatleri ne ara bu kadar erkene çekildi?” Telefon ekranına doğru yavaşça eğildi. Kuzeninin adının yazdığını görünce önce bir şok geçirdi, korkarak telefonu açtı.
“Alo? İlşad, iyi misin?”
Telefonun diğer ucundan İlşad’ın kahkahası duyuldu. “Oğlum, haydi kalk. Geldim.”
O anda Tamerlan her şeyi hatırladı. “Ah, tamam, geliyorum.” Işık hızıyla hazırlandı ve İlşad’ı içeri aldı. Neyse ki Tamerlan düzenli bir insandı. Yatmadan önce giyeceği kıyafetleri ayarlamış, dolaptaki bozulabilecek yiyecekleri ise komşularına dağıtmıştı.
“Sen tekrar kontrol et her yeri. Böyle yolculuklarda illa bir şey unutulur.” Tamerlan başını salladı. Bu olay çok tanıdıktı. Ailesi hayattayken ailesiyle seyahate giderlerdi ve genellike hep bir şeyi unuturlardı. Bu olayı yaşamaması gerekiyordu çünkü bu yolculuğun belki de dönüşü yoktu. Evi kontrol ettikten sonra valizlerini bir bir dışarı çıkarmaya başladılar.
Valizleri arabaya koyarken, üst katlardan bir ışık yandı ve bir kadın silüeti göründü. Perde açıldı ve bu kadın silüeti, beline kadar gelen fındık rengi saçları, uykudan şişmiş dudaklar ve çekilmiş gözlerle ortaya çıktı. Bu, Kristina’dan başkası değildi.
İlşad bunu görmüştü ve kararsız kalmıştı; acaba kuzenine söylese miydi? Sonuçta kuzeni bu kız yüzünden ülkeyi terk ediyordu. Belki ona bu gerçeği söylemek, onun yoluna taş koymak olacaktı. Çok zor bir vicdan muhasebesiydi. Tam söyleyecekti ki, Kristina ona susmasını işaret etti ve içeri girdi. Işığı söndü.
İlşad başını salladı, “Biliyordum.” Tamerlan şaşırdı, “Neyi biliyordun?” İlşad başını yana eğdi. “Bunun olacağını biliyordum. Sen zaten maceracı bir insandın. Şimdi yepyeni bir maceraya atılıyorsun.” Tamerlan gülümsedi ve çok hafif bir sesle cevapladı, “Alla üyatka qaldırmasın (Tatar Türkçesinde "Allah utandırmasın".” Tam arabaya bindikleri sırada apartmanın kapısından Kristina çıktı. İlşad, Tamerlan’ın onu görmemesi için çok dua etti fakat geç kalmıştı. Tamerlan, Kristina’yı fark etmişti. Ne var ki hiçbir şey yapmadı, arabadan inmedi bile. Yapmayacaktı. Kesin kararlıydı.
Kristina donmuş gibiydi. Hiçbir şey yapamıyordu. Aslında kendi de biliyordu ki her şeyi mahvetmişti. Şimdi ise karşısında ülkeden gitmekte olan biri vardı. Nihayet cesaret etti ve İlşad’a yaklaştı. Sordu, “Nereye götürüyorsun onu?” İlşad ona alaycı bir gülümsemeyle, “Sen gönderdin,” dedi. “Ne o, kendi yarattığın esere bakmak zor geldi sanırım?”
Kristina titremeye başladı. Az önce uykusuzluktan açılmayan gözleri, Rusya soğuğunda açılmıştı. Bunu beklemiyordu. “Ne zaman gelecek?” İlşad gülümsemesini hiç bozmadı, “Gelmeyecek.” Kristina’nın okyanus mavisi gözleri daha da açıldı, “Nasıl gelmeyecek?” İlşad sinirlendi, “Dediğim gibi, gelmeyecek.” Sonra arabaya doğru hamle yaptı, “Şimdi izin verirsen, gitmemiz gerekiyor. Sen hayatına aynen devam et. Tamerlan’a ağır sözler etmişsin, çocuk da her gururlu insan gibi kaldıramadı bu sözleri.”
O sırada beklenmeyen bir şey oldu ve Kristina’nın penceresinden sarışın bir Rus adam dışarı bakmaya başladı. Hareketleri sarhoş gibiydi, bağırıyordu. “Kristina, maya devuşka (Rusça "kızım"), neden gelmiyorsun?” Yukarı baktılar. Kristina iyice kızarmıştı. Bunun olmasını hiç beklemiyordu. İlşad ona anlamış bir bakış attı. “Sen zaten yeni hayatına çoktan başlamışsın bile, bizim bir şey yapmamıza gerek yokmuş. Umarım Tamerlan görmemiştir bunu. Çocuk giderayak kriz geçirecek.”
Tamerlan’ın çatallaşmış sesi duyuldu, “Maalesef gördüm.”
Kristina, Tamerlan’ın yanına gitti, “Bak, ben çok pişman oldum…” diyecek oldu. Tamerlan, beklenenin aksine, hiç tepki vermedi. İlşad ise biliyordu ki Tamerlan aslında ağlamak üzereydi ama gururuna yediremiyordu. “Yok, pişman olma,” dedi. “Sen haklıydın. Senin hayatın gerçekten zormuş. Tek insana sadık kalamayan herkesin hayatı gibi zor. Halbuki ne var tek insanı sevseniz, her şeyi ona saklasanız, değil mi?” Kristina’nın cevabını beklemeden arabaya bindi. “Gidelim, dus.”
Kristina neye uğradığını şaşırmış bir şekilde bakarken küçük Volkswagen araba, Tamerlan’ın hayatını değiştirmek üzere Kazan’ın dar sokaklarında gözden kayboldu. Kristina, kaldırıma oturup ağlamaya başladı. Geç kalmıştı. Her şey için geç kalmıştı. Hayatına birini hızlıca alırsa Tamerlan’ı unutabileceğini zannediyordu. Olmamıştı. Tamerlan’ın gitmesi bile onun için çok büyük bir olaydı. “Zaman,” dedi sadece ve istemediği hayatını yaşamak üzere yukarı çıktı.
İlşad ve Tamerlan, Kazan sokaklarında arabayla gidiyorlardı. Neyse ki havalimanına çok uzak değillerdi. Hemen varacaklardı. Uçağı kaçırmasını, geleceğine gidememesini istemiyordu İlşad.
Yolda ikisi de konuşmuyordu. Konuşmaları durumunda konuşacakları konu belliydi çünkü. Aynı konuyu da tekrar tekrar tartışmanın bir anlamı yoktu.
Ne var ki İlşad dayanamadı ve sordu, “Nasılsın?” Tamerlan çok sakin bir sesle, “İyiyim,” dedi. “Ne kadar doğru bir seçim yaptığımı daha iyi gördüm.” Birkaç saniyelik bir sessizlikten sonra ağlamaya başladı. “Ama bu yapılmaz,” dedi sadece. “Bu kadarını hak edecek hiçbir şey yapmadım ben.” İlşad bu duruma çok üzülmüştü, Kristina’ya ise çok sinirlenmişti. Onun bu kadar kötü olabileceğini tahmin etmemişti. Tamam, insanlar yanılabilirdi ama bir insan nasıl bu kadar kötü olabilirdi ki? Tamerlan gözlerini sildikten sonra sözlerine zorlukla devam etti, “Bu arada Aydana abla bana ikinizin hediyesini verdi. Allah aşkına ne gerek vardı?” İlşad gülümsedi, konunun değişmesine sevinmişti. “Hiç öyle olur mu, dünyanın binbir türlü hâli var. Sonuçta Rusya’nın başka bir yerine gitmiyorsun ki, ülke değiştiriyorsun. Bir şey olursa hemen yetişemeyiz. Böyle yardım edelim, dedik.” Tamerlan başıyla teşekkür etti.
İlşad çekinerek sordu, “Peki, dus, buradan gitmendeki tek sebep bu olaylar mı? Yoksa başka bir şey de oldu mu?” Tamerlan bu soruyu beklemiyordu ve o da sordu, “Mesela?” İlşad sakince anlatmaya başladı, “Mesela, istemeden bir suça karışmış olabilirsin…” İlşad bunu biliyordu çünkü Tamerlan mülayim bir insan da olsa bazen kavgacı olabiliyordu. Özellikle hakkını alamadığı zamanlar daha da sinirli bir insan oluyordu. Bundan korkmuştu.
“Hayır, kavga yok. Hiçbir şey yok.” İlşad’ın içi rahatlamıştı.
“Bak, ne olursa olsun beni arıyorsun. İstediğin zaman dönebilirsin, seni alırım.” Tamerlan gülümsedi. “Sen de olmasan. Ben orada düzenimi kurayım, seni de bekliyorum mutlaka.”
İlşad’ın içi rahatlamıştı. Az önce yaşanan olay korkunçtu ama Tamerlan o kadar etkilenmemişti bile. Belki de sadece belli etmiyordu.
Nihayet Kazan Havalimanı’na gelmişlerdi. Bu havalimanı hem Rus kültürünü hem de Tatar kültürünü yansıtan çok güzel bir yapıya sahipti. Dışarıda bir sürü çiçek çeşidini bulmak mümkündü. İçerisi ise çok rahattı, sanki bir havalimanından ziyade bir Tatar evi gibi tasarlanmıştı. İçeri girdiler, güvenlik kontrolünden geçtiler. Tamerlan çok heyecanlıydı ve meraklıydı, acaba onu bu yolda neler bekliyordu?
Saate baktıklarında saatin dördü yirmi geçtiğini gördüler. “Eh, valizlerini verelim,” dedi İlşad. “Sen belki içeriyi gezmek istersin.” Tamerlan başını salladı, “Hemen gitme,” dedi. “Seni bir daha kim bilir ne zaman göreceğim.” Aslında Tamerlan’ın içine gitmek konusunda bir şüphe düşmüştü. Ailesini özleyecekti. Bir de İlşad biliyordu ki Tamerlan daha önce bu kadar yalnız kalmamıştı. Acaba yapabilecek miydi?
Valizlerini verip bagaj için çıkan ücret farkını ödedikten sonra Tamerlan birden telefonunu çıkarttı. Madem ki buradan gidiyor ve izini kaybettiriyordu, o zaman her şeyi tam yapmalıydı. İlşad’ın şaşkın bakışları arasında telefonunun sim kartını çıkarttı ve kırdı. İlşad dehşetle sordu, “Sin närsä eşliseñ (Tatar Türkçesinde “ne yapıyorsun?”)?!”
Tamerlan çok sakin bir biçimde, “Ne mi yapıyorum,” dedi. “Madem buradan kayıplara karışıyorum, o zaman bana hiçbiriniz ulaşamayın.” İlşad artık bu kadarına da dayanamadı, “Tamerlan, bak, ülkeden kaçtın, bir şey demedim ama bu kadarı da fazla. Sana bir şey olursa nasıl ulaşacağız biz?” Sonra devam etti, “Derdin Kristina ise onu engellemen daha mantıklı olmaz mı?” Tamerlan güldü, “Sen gerçekten onu engellemekle biteceğini mi zannettin, saf kuzenim benim.” Kristina, Tamerlan’ı bu kadar kolay gözden çıkarmış gibi görünse bile aslında çok inat bir insandı. Mutlaka bir arkadaşından arardı onu.
“Türkiye’ye gider gitmez kendime telefon numarası alacağım. Halledeceğim.”
İlşad bir şey demedi, sonuçta kuzeni bir Koç burcu erkeği olarak son derece inatçıydı.
Artık zaman geçiyordu. Bu sohbetle bir buçuk saat geçmişti bile. “Haydi bakalım, yulçıga yulında alğa barırğa kiräk ("Yolcu yolunda gerek" deyiminin Tatar Türkçesindeki eşdeğeri).” Tamerlan çok heyecanlanmıştı. Kuzenine sarılırken gözleri dolmuştu. “Her şey çok güzel olacak.” Kuzeniyle vedalaştıktan sonra pasaport kontrolündeki kuyruğa girdi. Sabahın erken saatleri olduğu için çok fazla kuyruk yoktu. İşlemlerini hızlıca halletti.
Arkasına baktığında İlşad’ı ona el sallarken gördü. Çok garip bir duyguydu. Bütün hayatını orada bırakmıştı ve şimdi yepyeni bir sayfa açılıyordu. Yavaş yavaş yürüdü ve nihayet İlşad’ın görüş alanından çıktı.
Etrafı gezmeye başladı ama şu an hiçbir şey onun umrunda değildi. Gidiyordu işte. Bu, bir günde verilmiş bir karardı ama sonuçlarının çok güzel olacağına emindi. Uçuşlara baktığında kendi uçağının kapı numarasını gördü ve uçağın yolcu almaya başladığını fark etti. Neyse ki vaktinde yetişebilmişti. Arkasını döndü ve çok kısık bir sesle, “Saubul, matür ilem. (Tatar Türkçesinde “hoşça kal, güzel ülkem.”)” dedi. Kimse onu duyamamıştı.
İstanbul’a gitmek üzere olan kalabalığın arasına karıştı, biletini ve pasaportunu görevlilere gösterdi. Uçağa bindiğinde son kez baktı Kazan’a. Fena bir hayatı olduğu söylenemezdi burada ama İstanbul’da onu nelerin beklediğini çok merak ediyordu.
O sırada anonslar başladı. “İstanbul uçuşumuza hoş geldiniz. Yolculuk süremiz yaklaşık dört buçuk saat olarak belirlenmiştir…” Tamerlan bunları dinlemiyordu bile. Onun artık tek isteği buradan gitmekti. Beklediği de gerçekleşti. Uçak artık yavaş yavaş hareket ediyordu. Artık onun hayatında yeni bir sayfa açılacaktı.
Bu sayfaya neler yazacaktı acaba? Sayfadaki karakterlerden kaçı iyi, kaçı kötü olacaktı? Bütün bunları düşünürken uçak hızlandı, hızlandı ve nihayet havalandı.
Tamerlan’ın yeni hayatının ilk sayfası açılıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
