7. Bölüm

6. BÖLÜM

𝘾𝙚𝙮𝙡𝙞𝙣 𝘿𝙖𝙢𝙡𝙖 𝙀
jeiseupojei

Birkaç gün geçti, eve yerleşmiş ve alışmaya başlamıştım. Abim ve Ahu ile bir iki kez telefonlaşmıştık ama Akay ile o günden sonra konuşmadık. Telefonlarımı meşgule atıyor, mesajlarıma geri dönmüyordu. Ne yapmıştım bilmiyordum ama bu şekilde görmezden gelinmeyi hak etmediğimin farkındaydım. Umursamamaya çalıştım. Ofisimin kapısının çalınması ile yukarı baktım, Miran gelmişti. “Psikoloğumuz Lavin hanım müsait midir acaba?” Gülümsedim. “Senin için her zaman.” O an Miran’ı görmek o kadar iyi gelmişti ki. “Barış kahvesi getirdim,” dedi hafif mahcup bir ifadeyle. “Geçen gün biraz fazla ileri gittim.” Uzattığı kahveyi alırken başımı salladım. “Olur öyle.” Dedim kısaca. Birkaç saniye sessiz kaldık. Sonra başını eğdi. “Lavin.. bazen kelimeler ağzımdan çıktığında, ne yaptığımı bende bilmiyorum. Sonra düşünüyorum, pişman oluyorum ama geri sarmak mümkün olmuyor ya, işte en çok o koyuyor.” Sözlerini bölmeden dinledim. Gözleri kahvesinde, sesi içten geliyordu. “Bende kusursuz değilim.” Dedim. “Herkesin içinde bir taşma noktası var. Benimkini sen denk getirdin belki. Ama büyütmek istemiyorum.” Başını kaldırdı, gözleri yumuşaktı. “İnsan bazen çok güçlü gözükmeye çalışıyor. Sonrada en küçük şeye kırılıyor, seni kırmak istemedim. Sen benim ikizimsin, en yakınımsın.” İçimde bir şeyler gevşedi o an. Sanki omuzlarımdan bir yük indi. “Bazen kırıldığını bile fark etmiyor insan,” dedim. “Ta ki bir şey dokunana kadar. Sonra bir bakıyorsun, içten içe ne kadar yıprandığını anlıyorsun.” Bir süre sessiz kaldık. O sessizlikte bile birbirimizi anlayabiliyorduk, kelimesiz bir uzlaşma. Sonra Miran başını eğip güldü. “İki psikolog birbiriyle dertleşiyor. İronik.” Bende gülümsedim. “Bana iyi geliyor.” Dedim. “Sen anlat, ben dinlerim. Bugün böyleyim.” Oturduğu yerde biraz kıpırdandı. “Tamam o zaman.” Dedi. “Bugünlük psikoloğum sensin.” Gülümsedim. O an, ne Akay vardı aklımda ne korkular. Sadece küçük bir an, iki insanın birbirine dürüstçe yaklaştığı sade bir an kalmıştı geriye. “Bugünlük terapist benim diyorsun yani?” dedim hafifçe kaşlarımı kaldırarak. “O zaman sıra sende, Miran Bey. Ne sıkıyor seni bu aralar?” Omzunu silkti, kahvesinden bir yudum aldı. “Bilmiyorum… Bazen ne yaptığımı ben de bilmiyorum. Her sabah kalkıyorum, işe geliyorum, insanlarla konuşuyorum… Ama bir şey eksik gibi.” Kaşlarımı çattım. “Eksik olan ne?” dedim, masaya yaslanarak. “Hiç düşündün mü?” Bir an sessiz kaldı. Sonra başını salladı. “Sanırım… gerçekten yakın olduğum biri yok. Herkesle konuşuyorum ama kimseyle konuşamıyorum gibi. Anlatabiliyor muyum?” Çok iyi anlıyordum. “Evet,” dedim. “Bazen insanlar çok oluyor ama kimse onun için orada olmuyor.” Bakışlarını kaçırdı. “Senin artık öyle olduğunu sanmıyorum ama.” İstemsizce güldüm. “Benim mi?” diye sordum, hafif gülerek. “Ben de öyleyim. Belki de o yüzden bu kadar iyi anlaşıyoruz.” “Yalnızların birliği,” dedi gülümseyerek. “Tam öyle,” diye mırıldandım. “Ama kabul et, yalnızların kahve sohbeti bayağı iyi oluyor.” İkimiz de güldük. O an ofis artık bir iş yeri değil, sanki küçük bir sığınak gibiydi. Dışarının karmaşası, içimizin yorgunluğu birkaç cümleyle, birkaç kahve yudumuyla hafiflemişti. Miran bir an duraksadı, sonra baktı bana. “Bazen... bazı insanların hayatımıza rastgele değil, tam zamanında girdiğine inanıyorum.” Bakışlarını tuttum. “Bazen... bazı insanların bizi sessizce iyileştirdiğine de inanıyorum.” O an söyleyecek daha fazla şey yoktu. Zaten her şey söylenmiş gibiydi. Saatime baktım, günün yavaşça akıp geçtiğini fark ettim. Miran da bir süredir sessizdi, kahvesini bitirmiş, koltuğunda hafifçe geriye yaslanmıştı. “Ben artık kaçayım,” dedi sonunda, sesi yumuşaktı. “Rahatsız ettiysem...” Başımı salladım. “Etmedin,” dedim hemen. “İyi geldi. Sessizlik bile.” Gülümsedi. “O zaman, senin de kalbine biraz sessizlik iyi gelsin bugün.” Başını hafifçe eğip ayağa kalktı. “İyi akşamlar Lavin.” Diye mırıldandı. “İyi akşamlar Miran.” Kapıdan çıkarken bir an durdu, arkasına dönmeden, hafifçe seslendi: “Yarın yine kahveyle uğrarım, olur mu?” hafifçe gülümsedi. “Olur,” dedim, kendim de fark etmeden gülümseyerek.

Kapı kapandı. Ofis sessizliğe gömüldü yeniden. Birkaç saniye, onun bıraktığı o sakinlik içinde kalakaldım. Sonra usulca ayağa kalktım. Bilgisayarımı kapattım, dosyalarımı toparladım. Masamın üzerindeki kalemleri bile düzenledim, o an her şeyin biraz daha derli toplu olmasını istedim sanki. Ceketimi alırken, camdan dışarıya baktım. Hava kararmaya başlamıştı, sokak lambaları tek tek yanıyordu. İçimde hafif bir yorgunluk ama tuhaf bir hafiflik de vardı. Çantamı omzuma taktım, lambaları kapatıp ofisten çıktım. Bugün, bir şey tamir olmamıştı belki, ama bir şey kırılmadan kalmıştı. Ve bazen bu kadarı yeterdi. Sokağa çıktığımda hava serinlemişti. Hafif bir rüzgâr saçlarımı savurdu, ceketimin yakasını kaldırdım. Yolun köşesinde bekleyen taksiyi fark edince elimi uzattım, durdu. Kapıyı açıp bindim. “Miranova, 8. Numara.” dedim yorgun bir sesle. Sürücü başını sallayıp hareket etti. Arka koltuğa yaslandım, gözlerimi kapattım. Şehrin uğultusu camın dışında akıp gidiyordu, içimdeyse o sessiz sohbetin bıraktığı garip bir huzur vardı. Ve biraz da yorgunluk. Kısa sürede eve vardık. Ücretini ödeyip teşekkür ettim, anahtarımı çıkarırken villanın girişinde bir an durup gökyüzüne baktım. Bulutlar ağırdı, yağmur uzak değildi. Eve girer girmez ayakkabılarımı çıkardım, çantamı koltuğun kenarına bıraktım. Üzerimdeki kıyafetler o kadar gündüze aitti ki, bir an önce onlardan kurtulmak istedim. Duşa girdim. Suyun sıcaklığı günün ağırlığını bir nebze aldı üzerimden. Sonra yumuşacık pamuklu pijamalarımı giydim, saçlarımı havluya sardım. Salonda çantamdan çıkardığım birkaç dosyayla oturdum. Önümde danışanlara ait notlar, birkaç makale, işaretlenmiş sayfalar... Ama gözüm satırlarda olsa da zihnim hâlâ başka bir yerdeydi. Sessizlik içimi sararken biraz daha dikkat kesildim çalışmaya. Tam o anda kapı çaldı. Birden başımı kaldırdım ve gözlerim saate kaydı. Saat henüz çok geç değildi ama bu saatte kimseyi beklemiyordum. Bir an olduğum yerde kaldım. Kalbim hafifçe hızlandı. Ayağa kalkarken zihnimde birden fazla ihtimal dolaştı. Komşu olabilir miydi? Bir kargo? Kapıya yaklaştım. Dürbünden baktım. Kimse yoktu. Bir an duraksadım. Yanlış mı duydum? Kapı gerçekten çalmıştı. Sessizlik o kadar yoğunlaştı ki, kalbimin atışlarını duyar gibi oldum. Kilidi usulca açtım, kapıyı araladım. Soğuk bir rüzgar yüzüme çarptı, gece sessizdi. Kapının önüne adım attım, etrafa göz gezdirdim. Ve o anda gördüm. Kapının hemen önünde, paspasın üstünde küçük, kahverengi bir kutu duruyordu. Ne bir not vardı, ne de bir gönderici etiketi. Sadece sade bir karton kutu. Ama özensiz değildi, tam tersine dikkatle yerleştirilmiş gibiydi. Sanki biri özellikle ben görmeden bırakmak istemişti. Kutunun üzerine yazılmış tek bir kelime vardı, ince, siyah harflerle: "Lavin." Adımı görmek bile içimi ürpertti. Hafifçe eğilip kutuyu aldım. Soğuktu. Ne kadar zamandır oradaydı, bilmiyordum. Kapıyı yavaşça kapattım. Ev, dışarının sessizliğine inat, bir anda çok daha yalnız hissettirdi kendimi. Salonun ortasında, kutuyu ellerimin arasında tutarken durdum. Bir yandan hemen açmak istiyordum. Diğer yandan, içimde bir tedirginlik büyüyordu. Kutu, sıradan değildi. Ve bu gece artık sıradan olmaktan çok uzaktı. Kutuyu salon masasının üzerine koydum. Ellerim, nedenini bilmediğim bir ürpertiyle hafifçe titriyordu. Bu sadece bir karton kutuydu. Ama içindeki şeyden istemsizce korkuyordum. Usulca kenarından tuttum, bantlarını çözdüm. Kapak hafifçe açıldığında, içindeki o eski, neredeyse unutulmuş koku yükseldi burnuma: naftalinle karışık soluk bir zamanın kokusu. Kutunun içinden, yıpranmış, solmuş bir peluş oyuncak çıktı. Bir tavşandı. Kulağının biri hafifçe dik, diğeri yana düşmüş. Gözlerinden biri yarı kopmuş ama hâlâ yerindeydi. Küçük mor bir kurdelesi vardı boynunda. Nefesim kesildi. Melek. Ona o ismi ben vermiştim. O soğuk, gri duvarlı yetimhanede en sessiz dostumdu, koruyucumdu. Her gece kucağımda uyur, her ceza sonrası sığınağım olurdu. Sonra bir gün... ortadan kaybolmuştu. Kim aldı, nereye gitti, hiç bilememiştim. O gidişle beraber çocukluğumun son parçalarından biri eksilmişti. Şimdi, yıllar sonra, kapımın önündeydi. Dizlerimin bağı çözüldü, koltuğa oturdum. Oyuncağı ellerimin arasına alıp sıkıca sarıldım. Gözlerim doldu. Bu bir eşya değildi artık; bu bir zaman kapsülüydü. Acının, yalnızlığın ama aynı zamanda küçücük tesellilerin simgesiydi. Kim bırakmıştı? Neden şimdi? Nereden bulunmuştu? Bu sorular zihnimde çığ gibi büyürken, oyuncaktan dökülen küçük bir not parçası dikkatimi çekti. Kıvrılmış, eski bir kâğıt. Üzerinde sadece üç kelime vardı: “Unutmadım. Affettin mi?" Gözlerim kâğıda sabitlenmişti ama zihnim... çoktan uzaklara gitmişti. Birden, yetimhanenin o demir kapıları gözümün önünde belirdi. Soğuk duvarlar, rutubetli yatakhaneler, geceleri yankılanan ağlama sesleri. Küçük bedenimle koca bir dünyanın ağırlığını omuzlarımda taşıyordum o zamanlar. Sığınacak kimsem yoktu. Sadece Melek vardı. Sonra... o gece. Karanlık bir köşe, bastırılmış çığlıklar, ceza diye adlandırılan ama aslında işkenceye dönüşen o anlar. Kimse duymuyordu. Ya da duyuyordu ama bakmıyordu. Ben, o zamanlar sadece küçük bir kız çocuğuydum. Sahipsiz. Sessiz. Görünmeyen. Ve şimdi... Yıllar sonra, o geçmişten bir parça ellerimdeydi. Melek, hem masumiyetimin, hem acımın bir simgesiydi. Ona sarıldığımda, kendime sarılıyordum aslında. Küçük Lavin'e... bir daha hiç kimsenin sarılmadığı o hâlime. İstemeden, hiçbir engel koymadan, ağlamaya başladım. İlk başta sessizce. Sonra boğazımda düğümlenen yılların yüküyle, gözyaşlarımın şiddeti arttı. Hıçkırıklarım dudaklarımdan taştı, sesim salonun duvarlarına çarptı. Kendi içimde kırıldım. Sanki içimde bastırılmış her çığlık, her susturulmuş kelime bir anda boşaldı. Zaman durmuş gibiydi. Sadece ben vardım ve geçmişim. Ve onun bıraktığı izler. Oyuncağı göğsüme bastırdım, dizlerimi karnıma çektim. Gözyaşlarım boynumdan aşağı süzülürken, içimden sadece bir cümle geçiyordu, "Ben bu acıyı unutmadım." Gözyaşlarım zamanla yavaşladı. Ama içimde oluşan o boşluk, o sarsılmışlık... bir türlü geçmiyordu. Salonda, loş ışığın altında yere oturmuş, dizlerime kapanmış bir halde dakikalarca ağladım. Sanki yıllardır içimde sakladığım ne varsa, bu küçük kutunun içinde taşınmış, kucağıma bırakılmıştı. Ve ben, onları artık tutamıyordum. Melek… Yıllarca kayıp olduğunu kabullendiğim, çocukluğumla beraber gömdüğüm tek arkadaşım. Gözümün önüne gelişinin tuhaflığı bir yana, onu yeniden ellerimde tutmak… kelimelere sığmayacak bir histi. Yavaşça başımı kaldırdım. Salona düşen hafif ışık, kutunun içini hâlâ aydınlatıyordu. Oyuncağı ellerimin arasında çevirdim. Her yıpranmış dokusu, her dikişi bana bir şey anlatıyor gibiydi. Bir zamanlar çok sevdiğim, sonra unutmaya çalıştığım o küçük kız çocuğu, birdenbire içimde canlandı. Onun yalnızlığını, korkularını, sevilme çabasını... her şeyi yeniden hissettim. Bir süre sessizce oturdum. Gözlerim kurumuştu ama boğazımdaki düğüm hâlâ duruyordu. “Bende unutmadım. Affettim mi?” diye fısıldadı iç sesim. Kim yazmıştı bunu Yetimhaneden biri mi? Bir bakıcı mı? Yoksa birlikte kaldığım çocuklardan biri mi? Adımı biliyordu. Ve bu oyuncak… kaybolmamıştı. Saklanmıştı. Biri tarafından, yıllarca… korunmuştu. Ayağa kalkarken dizlerim titredi. Bedenim kadar ruhum da yorgundu. Melek’i sıkıca kucakladım. Tıpkı o soğuk kış gecelerinde olduğu gibi. Tıpkı kimsenin kucaklamadığı zamanlarda kendime sarıldığım gibi. Salondaki ışığı kapatıp koridordan geçtim, merdivenlerden çıktım. Ayaklarım yavaş ama kararlıydı. Oda kapımı itip içeri girdiğimde, tanıdık karanlık bana eşlik etti. Yatak kenarına oturdum. İçimde yıllardır giydiğim zırh soyulmuştu sanki. Yorganı kaldırıp ayaklarımı yatağa çektim. Başımı yastığa koyduğumda her şey sustu. Melek’i göğsüme bastırdım. Bir yetişkinin elleriyle değil, bir çocuğun içgüdüsüyle. İçimdeki o küçük Lavin, bu gece ilk defa yalnız değildi. Karanlık duvarlara bakarken gözlerim yavaşça kapanmaya başladı. Aklımda hâlâ sorular vardı, ama ilk defa bu soruların cevapsızlığı beni korkutmuyordu. Belki de, bazı şeyler çözülmeden önce hissedilirdi. Belki de, iyileşmek böyle başlıyordu. Ve o gece, küçük Lavin yıllar sonra ilk kez, geçmişin acısına rağmen... uyuyabildi.

 

Bölüm : 17.04.2025 22:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
𝘾𝙚𝙮𝙡𝙞𝙣 𝘿𝙖𝙢𝙡𝙖 𝙀 / Lotus. / 6. BÖLÜM
𝘾𝙚𝙮𝙡𝙞𝙣 𝘿𝙖𝙢𝙡𝙖 𝙀
Lotus.

46 Okunma

19 Oy

0 Takip
7
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...