2. Bölüm

BİRİNCİ BÖLÜM

Ayşegül
jmgul__

Yirmi Beş Mayıs;

Gündüz vakitleri içerisinde harıl harıl çalışan otopsi ekibi gecenin yarısını getirmişti. Uzman doktorlar ve çalışanları gündüz teslim edilen cenaze üzerinde detaylar henüz bitirmemişken uyku denen illet kadının bedenini ele geçirmek üzereydi.

Karanlık çökmüştü ama hastanenin otopsi merkezi ışıklar içerisindeyken dışarıdaki karartı görülmüyordu.

Otopsi yardımcılığı yapan kadının parmakları yorgunluktan titriyordu, tutmuyordu. Derinin üstünde yeni bir kesim yapmaya çalışırken uzman hocası elindeki makası aldı kenara bıraktı.

"Raporunu tamamla, çık." dedi hocası, yorgunluğu görebiliyordu ve bu yorgunlukla devam ederse işleri çıkmaz bir yola sokabilirdi. Bunun olmasını istemedi.

"Sorun yok, devam edebilirim." dedi güçlü olmaya çalıştığı sesiyle.

"Sana devam edebilecek misin diye sormadım Deli Düvel," dedi hocasının otopsideki lakabıyla konuşmasına şaşırmadı. "Raporunu yaz, çık." dedi, lafı üstüne başka laf söylensin istemedi.

Otopsi yardımcısı elindeki aletleri bıraktı, bir adım geriye çekildi. Çırılçıplak, belirli bölgelerin kesildiği, incelendiği sedye üstündeki adama baktı. Şehri kargaşa içine sokacak, huzuru bozmuş bile olacak adamın cesedine tükürmemek için kendisine zor tuttu.

Yaşayan bedenlere gücü ağır gelsin isterdi, ölmüş olanlara şeytanın ipini kestiği bedenlere sabrı sonsuz, nefsi terbiyeliydi.

Sedyede yatan Ağrı'nın köklü, geniş tanınmış soyu Babil ailesinin bir ferdiydi. Serkan Babil mayısın yirmi beşinci gününde kardeşi Kasım Babil ile birlikte öldürülen adamdı ve otopsisi bugün yapılan kişiydi. Kasım Babil'in otopsisi sabah saatlerinde yapılmış raporu tamamlanmıştı. Öğleden sonra ise kardeşi Serkan'ın otopsi incelemesi yapılıyor, bitmek nedir bilmiyordu.

İkisinin ölüm nedeni de birebir aynıydı. Aynı gün öldürmüş olmaları aynı ölüm şeklini de kazandırmıştı.

Soluk borusuna isabet eden bir Kalaşnikof kurşunu, o kurşunun bıraktığı çukura eklenen nitrik asit bedenleri çürümeye terk etmişti. İki kardeşin ölüm nedeni aynıydı, saatleri tarihleri neredeyse aralarında hiç fark bırakmamıştı. Teslim edilen cesede kimin gözü rast geliyorsa yüzleri buruşmadan ilk halini almıyordu. Vahşice bir ölüm denirdi, ölen iki kişinin vahşi birer insan olduğu gerçeği atlanmazsa tabii.

Yardımcı, dün Kasım Babil raporuna neleri not tutmuş, altını çizmişse bugün Serkan Babil içinde aynısını yaptı. Kalemi yerine koymadan evvel sedyeye uzatılmış, boyu 1.87 adamın bedenine baktı. Midesinden boğazına dek bir bulantı kendini belli eder etmez odadan ayrılmaya koyuldu. Ölülerine dahi tahammülü kalmamıştı.

Ölü cesetlere karşı değildi bu hali, bedene gelen zayiatlar ise hiç değil. Yalnızca ölmeden evvel zulüm ve vahşeti aynı anda yürüten Babillerin düştüğü noktaydı.

Üç gün önce duruşmaları vardı diye geçirdi içinden, tutuksuz yargılanma talepleri cevap buldu, cezaevinden salıverildi ama üç gün bile gökyüzüne bakmadan ölümü gördüler... Adalet bazen kimden, nasıl ve ne şekilde gelir hiç bilinmezdi. Bu bilinmezliğin içinde var olacak dehşetin kapıları çoktan aralanmıştı. Yine de yüreği bir gram üzülmedi, acımadı.

Üç gün, mahkemenin ardından yalnızca üç gün yaşamışlardı.

"Hayasız beşameller..." dedi dudakları arasından. "Cehennemde yanın." deyip ölmüş bedenleri gözünün önünden atmaya çalıştı.

Üstünü değiştirmek için otopsi ekibine ayrı açılan soyunma odasına ilerledi. Ölüm kokan her parçadan kurtuldu ve sabahın beşinde çıkarıp dolabına astığı temiz elbiselerini giydi. Çantasını, telefonunu, ona ait olan her şeyi aldı ve hastanenin çıkışına doğru, kimseyle karşı karşıya gelmeden ilerledi.

Saatlerdir kapalı olan telefonunu açtığında birçok mesaj ve aramanın sesiyle irkildi. Yalnızca en son atılan mesaja baktı, yanıt vermek için zamanın epey geç olduğunu anlamasıyla telefonu çantasına sıkıştırıp bulunduğu yerin kapısına vardı.

İki veya üç adım atmadan hastanenin önünden duyduğu korna sesiyle durup bekledi.

"Yavrum, saat geç olmadı mı?" diye soran polis aracının içindeki kuzenine sinirle baktı. "Atla da eve atayım seni." dedi kuzeni ama bir defa sinirlenmesine yol açmıştı, gerisi gelmezdi.

Onu duymazdan geldi ve yoluna devam etti.

O gitti, araç onu takip etti. "Şşşttt Deli Düvel!" diye bağırdı, onları duyacak olanları hesaba katmadan başını camdan çıkarmış kızı ikna etmeye çalışıyordu.

"İlerle Yavuz, ilerle." dedi hiç pas vermeden.

"Gel şuraya Sahra!" dedi, adının üstüne bastı. Kuzeninin sinirine eşlik etmeye can atıyordu Yavuz, bahane bildi, sinirlerini su üstüne çıkardı.

Sahra yorgunluktan artık tüm gücünü yitirmiş, laf dalaşına bile girecek mecali kendinde bulamamıştı. Başka gün olsa kuzenine taviz vermeyeceğini, adamlık taslayan yanına kin kusacağını iyi biliyordu.

Kapısı açık arabanın önünden dolandı Sahra, başını eğip içeriye geçecek iken morg tarafında kargaşa sesini işitti.

Birileri hesap aramaya başlamış bile, diye düşündü, dudağının kenarında alaycı ifade beliren Sahra keyfî yerine gelmiş vaziyette arabaya bindi.

"Teyzemin öz evladı," dedi Yavuz, neşesi tavanken kadının gözlerine baktı. "Deli misin, yoksa akılsız mı?" diye sordu hayretler içerisinde. "Otopsiden çıkıp gelmişsin, Doğu Anadolu'nun düzenini bozacak adamların cenazesini görmüşsün, insanlık birbirine girecek, sen bön bön sırıtıyorsun. Utanmasan göbek atacaksın!" dedi, Yavuz kuzeninin aksine olanlardan çok etkilenmişti.

"İnanır mısın..." diye fısıldadı Sahra, "Bu işin sonu nereye varır bilmemiş bir insan olsam kalkar göbek atardım." dedi. Dürüstlüğünden hiç şaşmayan kadının tavrına hayretle bakakaldı Yavuz.

"Üzülmedin mi?" diye sordu, arabayı çalışır duruma getirdi.

"O, Serkan ve Kasım şerefsiz kardeşlerin neyine üzüleceğim Yavuz?" dedi, öfkesini gizleme gereği duymadı. "Tamam, bu coğrafyayı bölecek bir ölüm ama o iki adamın ne olduğu ortadaydı." dediğinde gözünün önünde film şeridi gibi aktı geçti yaşanılanlar.

Yirmi İki Mayıs günü mahkemeye çıkarılmış iki kardeş, Hâkim Bircan Talu'nun kararıyla salıverilmişti. Ölümlere neden olmayan ama büyük ölümleri planlayan kardeşler mahkemeden yalnızca üç gün sonra ıssız bir tarlanın toprağında ölü bulunmuştu. Düşüncelerle, yaşamla, hatta hürriyeti yoksun bırakmakla adı anılan kardeşler, Doğu'nun huzursuzluğuna kelepçe vurmaya hazırlandığı günün sonunda cesetleriyle bir devri kapatmış, başka bir devri açmıştı.

Sahra, arabanın arka camından hastanenin bahçesine toplanan topluluğa baktı. Hâlâ bu adamların hakkını arayanlar var mı, diye sordu içindeki dehşet yanı doğuran kadına. Bu ölümün bir kutlanmayı hak ettiğini düşünen biriydi Sahra, düşünceleri onu canilerden farksız bırakmazdı ama buna bile razıydı tavrı.

"Sen ve içindeki o nefret." dedi Yavuz, kuzenine karşı yüzünü ekşitti ama haksız bir konuya değindiği söylenemezdi. Haklı buluyordu, kızmanın yersiz olacağını dahi bilen biriydi Yavuz, sadece düşüncelerini ulu ortaya sererse alacağı zararları tahmin ediyordu.

Yavuz, kuzeni için korkuyordu. Babiller nasıl bir zihniyetin kölesi herkes bilirdi, dokuz yıl önce yaptıkları zulüm hâlâ kulaktan kulağa duyulmaya devam ediyordu. Dokuz yıldır belki kan dökmeye cesaret edememişlerdi ama gizliden gizliye yaptıkları iş, kana hasret bırakırdı. Herkesin her şeyi bildiği, ama susmayı tercih ettiği yerde biri çıkmış, kurşunu patlamıştı. Olacakları hesaba katmadan hem de.

Bu işin ucu kime dokunur orası zamanın göstereceği bir şeydi ama Yavuz akla kara belli olmadan kuzeni konuşsun istemedi.

"Cenazeler erken teslim edilse bari..." dedi Yavuz, aracı çalıştırdı, hastane önünü görmeye tahammülü yoktu.

Kargaşanın sesi yükseldi. "Katil bulunmadan teslim etmeleri zor. Bulgular, deliller her an yetersiz kalabilir. Şimdi leşleri gömseler bile yeniden çıkarmaları mümkün," dedi Sahra, gözü bir saniye olsun kalabalıktan ayrılmıyordu. "Yok mu imanlı biri, şunları tarasa." derken buldu kendini. "Doğu Anadolu Babillerden direkt kurtulsa. Baksana tiplere, çakal sürüleri leş arıyorlar."

Yavuz derin bir nefes aldı, bu defa gaza basmaması için hiçbir nedeni yoktu. "Nasıl öldürülmüşler, anlatsana." dedi, yarın dosya önüne düşerdi ama o şimdiden duymak istiyordu. "Eve gidene kadar..."

"Yarın öğrenirsin," dedi Sahra, oldukça katı bir mesafeyle. "Hem eve gitmiyorum, diğer evime bırak beni." dedi, Yavuz şaşkın şaşkın baktı.

"Hâlâ mı?" diye sordu, kuzeninin aklını kaçırdığını düşündü. "Sence de teyzeme fazla haksızlık yapmıyor musun?" dediğinde belki de gelmemesi konulara gelmişti.

"O aldığı kararla tüm Doğu halkına haksızlık yaptı!" dedi, bitmek bilmeyen yangının feryadı yankılandı. "Binlerin ahını sırtına aldı, yaptığı yanlışla yüzü bile kızarmadı." dediğinde konuşmamak için çok yemin etmişti. "Kız çocuklarına yapılan okulu kızlar içindeyken ateşe veren adamlardı Babiller, kadınları başka adamlar görmesin diye eve kilitleyen, aç susuz bırakan da aynı kişiler." dedi Sahra, gözü döndü. "Annem her şeyi biliyordu, bildiği her şeye rağmen korkusundan salıverilmesi kararı aldı. Annem ya, annem! Benim annem haysiyetsiz adamları suçsuz buldu." dediğinde bin cinnet taşıyan gözleri Ağrı'nın yollarını izledi.

Gözleri dolmuştu, öfkesi bambaşka kini toplamıştı ama en çok annesine karşı olduğu için canı yanıyordu. En değer verdiğinin en büyük hatayı yapması onu öldürmüştü. Düşünüyordu Sahra, annesinin affetmenin imkânsız olduğunu bildiği hâlde, onu nasıl affeder düşünüyordu.

"Teyzem hayatında düşman istemiyor," diye açıkladı Yavuz. "Kararı bundan ötürü olabilir. Anlamaya çalış."

"Kes sesini!" dedi, aracın önüne sertçe vurdu. "O sesini kes! Annemin düşmanı olmayacak diye hayatı çalınan insanların failleri gökyüzüne bakamaz! Ki bakamadılar zaten. Allah büyük, mazlumun hakkı yerde kalmadı." dediğinde gözlerini yumdu. "Kimsenin düşmanı da olmadı, rahat uyuyun."

"Bu topraklarda yıllardır yaşıyoruz Sahra, o soyun ne olduğunu da iyi biliyoruz. Annen çıktı işin içinden ama katil her kimse bulunduğunda ortalık karışacak. Babil'ler durmaz, kimse durduramaz." dedi Yavuz, kuzeni buna yalnızca güldü.

Kahkahanın ortasında başını iki yana sallayan Sahra aracın direksiyonuna dokundu. "İki ya da üç gün, katil bulunur, Doğu Anadolu yeni kararların uygulanmasını sağlar. Bir devir kapanır, yenisi dirilir." Eliyle arabayı yavaşlatmasını istedi. "O günleri zevkle bekliyor olacağım ve en önden izleyeceğim. Kim o gözü kara adam tanışmak isterim."

Yavuz arabayı sakince kenara çekti. "Babil kardeşler nasıl ölmüş Sahra?" diye sordu, kuzeninin tüm tavrını görmezden geldi.

Aracı durduğu gibi kuzeni indi.

"Kalaşnikof ile." dedi Sahra, elini camın kenarına yasladı. "Kurşun ikisinin boğazına isabet etmiş ve gırtlaklarını parçalamış." dediğinde yüzünü buruşturdu. "Kusursuz bir atış yani, oldukça eğitim isteyen bir isabet." Kaşları çatık ciddiyeti sağlamdı. "Ense tarafından açılmış kurşun deliğine nitrik asit dökülmüş, ne kadarlık bir miktar bilmiyorum ama tahmini oldukça az." dedi, Yavuz şoke olmuş vaziyette dinliyordu ama Sahra'nın umurunda değildi. "Olay yeri inceleme Kalaşnikof'un boş kovanı bulamamış. Çekirdekte saplandığı yerden çıkarılmış, o da bulunmamış." dediğinde neredeyse otopsi raporunda yer alan tüm detayları ortaya dökmüştü.

"Feci bir ölüm..." diye sızlandı Yavuz.

"Bu bir katil-kurban döngüsü değil, biliyorsun galiba?" Sahra göz kırptı. "Cinayetin nasıl işlendiği açık, fail bulunmak istiyor ama biraz da uğraştırmak istediği aşikâr."

"Farkındaydım farkındayım," dedi Yavuz, dalmış hâlde. "Gerçekten böyle bir işe kalkışmak yürek yedim demek." dediğinde küçük dilini yutmuştu.

"Ya da aptal." diye tamamladı lafı Sahra. "Aklı başında birinin yapacağı iş değil, arkası sağlam olmalı."

"Bilemiyorum," diyen Yavuz, bu dosyanın uzun süreceğini düşünmüyordu. İki kandan, iki adamın aynı saat içerisinde öldürmüş olması basit karşılanamazdı. "Yarın daha detaylı bilgileri öğrenirim de işin ucu bölgeyi yönetene değiyor, canım sıkılıyor." dedi, derin bir nefes verdi.

"O durum benim de canımı sıkıyor," diye itirafta bulundu. "Ama kılına zarar vermezler, eminim. Üstüne yürüyecek adam daha doğmadı." derken güldü. Bahsi geçen adamı çekiştirmek gecenin ortasında yapılacak iş değildi.

"Doğru söylüyorsun," sessiz bir rüzgâr esti aralarında.

Saat geçti, yanlış yerde duruyorlardı, ikisi geç fark etti.

"Tek başına mı devam edeceksin?" diye sordu kuzeni, eve gitmesine epey bir yol vardı ama araçtan inmesi en başta her şeyi açıklamıştı.

"Öyle görünüyor," Sahra elini selametle dercesine havaya kaldırdı ve arabadan kendini çekti. "Yarın konuşuruz."

"Dikkat et kendine."

"Olur."

"Dikkatsizlik sezersen ara mutlaka." diye tembih etti. Kuzeninin bu saatte tek başına, böyle bir günde hem de eve dönmesi onu huzursuz etmişti. Fakat bildiği bir şey vardı ki kuzeni kimseye boyun eğecek yapıda biri değildi, gözü karaydı, korkuların üstüne yürümeyi sever, zarar görse bile keyif alırdı.

"Emredersiniz Polis Bey!" dedi, zerre ciddiye almadan.

"Bas git Deli Düvel!" dedi, hiç üstüne varmadan.

Sahra selamını verdi yolun ortasına atıldı. Dümdüz otobanda araçlar durmadan geçiyordu ama bana çarpar mı, diye düşünmüyordu. Ters şeride girmesi, yolun diğer tarafına atılması kuzeni daha arabayı çalıştırmadan olmuştu. Ağrı'nın yolları onundu, nereden ve nasıl en kısa sürede gideceğini iyi bilirdi.

Arabayı durdurması, ıssız yolda inmesi hepsi isteği üzerine olmuştu. Kuzeni çok konuşuyordu, Sahra kafasının fazla düşünceleri kabul etmediğini bildiğinden konumun neresi olduğu düşünmeden yola inmişti. Şimdi gitmesi gereken bir ev vardı ve o eve arabayla gitse on dakikasını alırdı. Ormanlık arazi bölgesinde gitmesi ise yalnızca iki dakikasını alacaktı.

Sahra elini geniş cepleri olan pantolona sıkıştırdı. Ormanın içine daldığı gibi tüm ışıklardan oldu. İlkbahar mevsiminde ormanda ayılar, kurtlar, çakallar, tilkiler, yabani domuzlar dolaşırdı. Öyle ki geçeceği yolda karşılaşacağı hayvanlar olurdu. Sahra gözünü kararttı, her zaman yaptığı gibi aynı yolu yeniden yürüdü.

Orman büsbütün karanlığa gömüldü ama neyse ki Sahra gözünü dahi kapatsa gideceği evin yolunu bulurdu. Genç kadının kendine olan güveni indiği yokuştan bile dimdik durmasını sağladı.

"Tüm gün ölülerin içini aç, sonra da gel ormanda senin için açsın." dedi kendi kendine, yolları kaplayan taşlara aldırmadı, elini cebinden bile çıkarmadı.

Yürüdü.

Ormanın içinde göğe yükselen dallar tomurcukları yeni yeni açmış, rüzgârın ters tarafına doğru durmadan sallanıp duruyordu. Büyümeye başlayan yeşil otlar ayağının altında ezildi, ses çıkmadı.

Yola devam etti. Varacağı yerin huzuru ayaklarını hızlandırdı.

Evlerin ışığı Sahra patika yola iniş yaptığında gözüktü. Ormanın içine çok dalmadan yolunu bitirmek istemişti.

"Eve ihtiyacım var..." diyordu ışıklara gözleri dolu bakarken. "Evine, senin evine." dediğinde nefesi soğuğa karşı koydu.

Umutla, hevesle heyecanla ve en çok korkuyla gitmek istediği evin yanına vardığında tüm duyguları gördükleriyle tepe taklak olmuştu.

Sayısız insanın evin etrafını kuşattığını gördü, bazılarının elinde bıçak, bazılarının ise taş vardı. Sahra gördüklerine inanamadı. Yakına varır varmaz yavaşça elini cebinde çıkardı. Ağrı'nın belki bir kısım insanı buraya, bu evin önüne toplanmıştı. Ve neden toplandıkları belliydi.

Sahra kalabalığın içini delmek için hırsla öne atıldı ama cebinde titreyen mesajın sesi onu sadece saniye ile durdurdu.

Telefonu çıkardı gelen mesaja baktı. Tahmin ettiğinden, tahmin ettiği gibi bir mesaj almıştı.

Ç.
"Eve sakın uğrama Sahra, tehlike altında kalabilirsin. Yapma." (21:49)

Sahra gelen mesaja hafif gülümsedi ve yanıt vermeyi ihmal etmedi.

Sahra.
"Asıl tehlikenin seni sevmek olduğunu unutmuşsun." (21:49)

Sahra.
"Öpüyorum canım, sevgiler saygılar." (21:50)

Telefonu kapattığı gibi cebine yerleştirdi Sahra. Adımları artık ondan bağımsız ilerledi topluluğun içine vardı. Sesler, ateşli meşaleler hepsi iç içe girmişti. Gözü dönen adamlar, eli bıçak tutan gençler hepsi örgütlenmiş evin etrafını kuşatmıştı. Bu görüntü sadece saniye ile genç kadının afallamasına neden oldu ama onu durdurmaya yetmedi.

"Kan döküldü!" diye bağırdı herkes bir ağızdan, Sahra'nın yüzünü görenler bastırmış öfkeleri tutmadı, saldı. "Bu topraklara kan döküldü!" dediler, hepsinin gözü Sahra'ya dikildi.

Sahra sakinliğini hiç bozmadan yalnızca onlara bakıyordu. Dehşetin ortasına düştüğünün farkındaydı ama kendisi dehşeti yaşamadı. Çantasının bir gözünü açıp evin anahtarını aramaya koyuldu.

"Anadolu'yu yöneten adam nerede?" diye sordular, kan kustular, ölüm taşıdılar. "Nerede lan! Nerede!" diyen bir adamın sesi herkesten öte geldi.

Evin bahçesinde bir milim açıklık bırakmayan adamların tam arasından geçen Sahra, kapıya vardı. "Vallahi cemaat, kendisi evde değil." dedi, çok rahat şekilde. "Zaten böyle bir durumda evde olması zor." dediğinde alevle kavrulan adamların öfkesi harlandı.

Herkesten önde duran bir adam Sahra'nın yanına yaklaştı ve Sahra bu adamı hemen tanıdı. Dindar soyunun bir ferdi diye hatırladı; yüzleri iyi ezberler, bir gördüğünü ikinci sefere asla unutmazdı.

"Güvendiğimiz, canımızı emanet ettiğimiz adam neden ortalıkta yok?" dedi, gözünü karartmış, eline bıçağı almış, Sahra'nın yanına yetişmeye çalışıyordu. Başın eğik gözleri kan dolmuştu. "Yerini söyle!"

Sahra aynı onun gibi başını eğdi, gözlerini adamın gözlerine dikti. "Hatırladım seni..." diye fısıldadı. "Nesim Dindar, Çelebice yönetimi olmadan evvel cinnet geçirip dört oğlunu öldüren adam. O'sun değil mi?" diye sorduğunda adam bıçağın sapını daha sağlam tuttu. Sanki birazdan karnına saplayacakmış gibi... "Ulan hayasız beşamel, senin ne götüne de gelip konuşuyorsun." dediğinde gözü dahi seğirmedi. İçi acımadı. "Geri bas, ikinci cinnet benden gelmesin."

Evin bahçesine bağlı on iki köpeğin havlaması, topluluğun üstüne çöktü. Adamlar ve köpeklerin sesi aynı seviyede çıkıyor, iki tarafta parçalamak adına deliriyordu.

Sahra, Nesim Dindar'ı geriye püskürttü ama diğerleri geri çekilmedi. Öyle ki delirme noktasına geldiler, onlar yalnızca bir adamı istiyordu, onu görmek onun dudaklarından çıkacak kelimeleri işitmek idi asıl niyetleri ama hepsinin bildiği üzere adam burada, bu evde olamazdı. Onu bulmak çocuk oyuncağı olurdu ama gövde gösterisi yapmak isteyen cengâverler bu işi zora sokmuştu.

Hepsi birbirlerini kandırıyordu, çünkü aradıkları burada olsa, onlar buraya adım dahi atamazdı, değil adım atmak hayalet rolüne bürünmek için birbirlerini ezerlerdi. Sahra herkesi tanıdığı için içi rahattı, kimin hangi amaçla burada durduğunu da iyi bilirdi.

"Hesap sorulacak!"

"Hak konuşacak!"

"Babillerin kanı yerde kalmayacak!"

Hep bir ağzından yükselen ses toprağın altında kalanları bile rahatsız etti. Diri bedenler tahmin edilmezdi...

Sahra Talu iki elini havaya kaldırdı ve sakin, der gibi elini oynattı. "Bu koreografiyi ev sahibi geldiğinde deneyin, lütfen?" diye sordu, göz bebeklerini bir deliden farksız şekilde açtı. "Çok güzelmiş, çalıştınız mı?"

"Delinin zoruna bakın hele!" diyen topluluğun içinde kendini vasıflı sanan bir adamdı. "Yapılanı alay diye diline alıyor! Hadsiz!" der demez, Sahra son tahammül seviyesine ulaştı. "Eli kanlı katil zanlısı topraklarda dolaşıyor, senin dinin imanın nerede?" diye bağırdı.

"İt uşağı." dedi Sahra dümdüz. "Elinde meşale, dilinde bıçakla ev basacağına katili ara." dedi akıl verir gibi. "Üç beş kereste isyancıları arkana toplamış ev basıyorsunuz, utanmanız olmasa üstüme yürüyeceksiniz. Burada asıl hadsiz kim sence?"

Kimseden çıt çıkmadı.

Köpeklerin havlaması tüm şehrin üstüne düştü. Boyunlarını saran ip olmasa ayakta dikilen her bedeni parçalayacakları kesin köpekler, ortamının daha şiddetli bir korkuyu sarmasına neden olmuştu.

Sahra'nın bedeni uykusuzluktan artık güçsüz düşmüş, göz kapakları son direnişleri veriyordu.

"Sen çeneni kapat."

"Merak etmeyin zaten sizinle uğraşacak halim yok." Gözlerinin altını indirdi. "Bakın uykusuzluktan ölüyorum ve şimdi eve geçiyorum." Der demez anahtarı çıkardı gösterdi. "Uyuyacağım, dışarıdan içeriye tek bir ses düşsün, ayağa kalkar gelirim..." dediğinde havlayan köpekleri gösterdi. "... iplerini keserim üstünüze salar, parçalara ayrılmanızı zevkle izlerim." dedi, herkes duraksadı. "Kan döküldü zaten, sırayı siz alırsınız benden söylemesi."

Anahtarı kilit kısmına yerleştirip kapıyı açtı.

"Hadi, sıkıysa sesiniz çıksın." Arkasına bakmadan içeri geçti.

Elleri bıçaklara sarılmış,
Avuçları taşları toplamış,
Dilleri hakkı terbiye diye ezbere bilmiş,
Ama ne yazık, cehaletin toprağında aklı bulamamış adamların sesini işitmek zorundayım, diyordu Sahra.

Evin ışığını açmadı. Salona uğramadan dümdüz odaya ilerledi. Çantasını bir tarafa, üstünü bir tarafa attı. Gücü yoktu, uykusuzluğa direnmeye çalışıyordu ama bitmişti, gözlerinden yaş düşüyordu.

Sahra Talu uyumak istiyordu, yarınların vahşetine dayanacak gücü toplayıp yeniden ayağa dikilmeyi, yanıtları vermeyi deli gibi istiyordu.

Ölüyordu.

Yatağa vardı ama hâlâ ölü hissediyordu. Üstündeki tüm giysileri çıkardı attı. Yalnızca bir parça kaldı onu çıkarmaya gücü yetmediğinden yer yatağının içine girdi yorganı yüzüne dek çekti.

Hastane kokusu üstüne sinmiş, en çok ölülerin kokusuyla yatağa girmişti. Her nefesinde bu tatsız kokuyu alması midesini bulandırdı ama başını koyduğu yastıkta kalan koku ferahlamasını sağladı.

İçi açıldı.

Gözleri usulca kapanmaya başladı, dışarıdan tek ses duyulmadı.

Uykunun kollarına teslim olmadan evvel dudağının kenarında alaycı, ezici bir gülümsemeyle, "Bize boşuna Deli Düvel dememişler, sıkıysa sesiniz çıksın." dedi ve gözlerini tamamen kapattı.

•••

Bu kurgu yalnızca bir bölümden ibaret değil, lütfen ona göre okuyup devam edin.

Sevgiyle kalın.

Bölüm : 15.08.2024 15:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...