3. Bölüm

İKİNCİ BÖLÜM

Ayşegül
jmgul__

Yirmi Beş Mayıs.

Yirmi beş mayısın daha ilk dakikaları içerisine giren ev halkının gözleri yalnızca bir adamın üzerine dikilmişti.

On iki kişilik ailenin babası evin baş köşesine oturmuş saatlerdir süren konuşmanın bir yere varmasını bekliyordu. En büyükleri dedeleri konuşsun diye bekleyen adam lafı oğluna vermiş olması hem canını sıkmış, hem tahammülünü zorlamıştı.

Cengiz Çelebi Alkas, bugün bir evin akşam yemeğine davet edilmişti. Fakat kendi tarafından davetin icabet etmesi yemek değil, evin kızları olmuştu.

Sırasıyla 16, 14, 13 yaşında olan kızlar hakkında kulağına çalınan haber daveti kabul etmesine sebep olmuştu. Ve haberi kulağına bizzat evin büyük kızı Meryem ulaştırmıştı.

Cengiz kendisine gelen aramanın şokunu saatler boyu aşamamış hâlâ toprağında böylesi zorlanmaların olmasıyla yalnızca kendisinden utanmıştı. Meryem'in babası Tahir hâlâ konuşuyor, günlük konuların sıkıntısından bahsediyordu. Adam Cengiz Çelebi Alkas'ın yalnızca yemek daveti için geldiğini düşünüyordu, eğer aptal değilse tabi diye içinden geçiren Cengiz, yalnızca bunun için burada olmadığını bilirdi.

Konuşmalar bir yere varmayacak anladı Cengiz, bağdaş kurduğu yerden biraz hareketlendi. "Meryem," dedi dinç bir sesle. Tahir'in lafını böldüğü için üzülmedi. "Yanıma otur kızım." dediğinde önce Cengiz'in kardeşi Celep, sonra da Tahir kaşları çatmış ona bakıyordu.

"Hayrolsun Cengiz Bey," dedi Tahir. Anlam veremedi, Doğu'nun emri altında olduğu adam ne demeye on altı yaşındaki bir kızı yanına oturmasını istiyordu.

Doğu'nun toprağından sorumlu adam sinirlenmedi. Böylesi adamlara az rast gelmemişti, Tahir ilk değildi elbette ve ilk olmayan şeylere sinirlenmek gibi huyları yoktu. Onu bugün evine çağıran Meryem'di, korkulu gözlerle kapı eşiğinde saatlerdir dikilmiş Cengiz'i izliyordu.

"Meryem gel." dedi, Meryem salonda bekleyen her insanın ferdinden çekindi. Adımları ileriye gitse öleceğini sandı. "Sana güzel bir haberim var. Gel sen de duy babanda duysun." diye ısrar etti.

Tahir'in gel der gibi bakan gözlerinden sonra anca adım attı Cengiz'in yanına vardı.

Meryem örgülü saçlarını iki taraftan bırakmış, yaşına göre upuzun boyu, yanağında iki derin çukur vardı. Gözleri biraz kaygılı bakıyordu ama güvenin kalbine sindiği de belliydi. Dizinin üstüne bıraktı kendini Meryem, ellerini kucağında toparladı bekledi.

"Teğmen Asmin Babil'i tanır mısın?" diye sordu, muhatabı yalnızca Meryem'di.

Aniden gelen soru karşısında Meryem anlamaya çalıştı. "Teğmen?" dedi, sorar gibi. Hatırlayamadı.

"Jandarmadaki Teğmen Asmin?" dedi Tahir, konuşmaya atladı. "Tanırız." dedi, kendine bile sıra vermeyen adama Cengiz yüzünde ifade değiştirmeden baktı. "Buralarda epey iz bırakmış, unutulmaz."

Cengiz bu cümleyi duyacağını en başından beri biliyordu. Başını salladı. "Güzel, unutmamışsınız." dedi.

"Niye sordun?"

Cengiz konuşan adamdan çok yanına oturmuş kıza baktı. "Diyadin ilçesinde yeni bir iş merkezi açmış." dedi, en başta tepkileri çözmeye çalışıyordu. "Hem eğitim, hem iş gücü içinde bulunan bir merkez. Bugün beni aradı, ricada bulundu." dediğinde Meryem'in solgun teni açıldı. "Doğubayazıt'tan güvenilir bir ekip toplayıp onun yanına göndermem gerekiyordu, ekibin yarısı hazır birkaç kişi eksik vardı benim de aklıma sen geldin." demesiyle gözlerinin içi açıldı.

Aslında baştan sona dediklerinde bir yalan yoktu. Ortada gerçekten de böyle bir durum vardı. Sadece işin seyri biraz farklıydı.

"Bu nereden çıktı?" diye sordu Tahir, sesinde merak gizliydi.

"Meryem'i gördüm aklıma geldi." dedi, doğru bir detayı atladı. Meryem onu aradığında aklına gelmişti. "Okuldan atılmış galiba, güzel denk geldi." demesi Cengiz'in incinmesine yol açtı. "Dedim madem öyle şehirden uzak bir işi olursa toparlar, size de yardımcı olur."

Başta Meryem'in ağabeyi, babası, amcası salonun ortasında kullanılan sözleri dinlerken öfkelenmemek için kendilerini zor tuttu. Karşılarında olan adam Cengiz Çelebi Alkas'dı, konuşmayı da yapan. Ne derlerse sebebin sonucu yine o adamda biterdi, biliyorlardı.

Hepsi yanıt vermek için öne atıldı ama Tahir'in işareti onları durdurdu. "Sen en iyisini bilirsin," dedi Cengiz'e karşı, "Elbet istediğin olur." demesi üzerine salonda yer eden adamlar birer birer ayağa kalktı salonu terk etti. Meryem kaldı, babası.

Tahir Meryem'in dışarı çıkmasını sadece eliyle işaret vererek anlattı. Büyük salonun içi sadece bir kaç dakika içinde boşaltıldı. Geriye üç kişi kaldı.

Boşluktan faydalanan Tahir salonun ortasına geldi. "Niyetin bellidir." diye yükseltti sesini. "Kulağına haber tez çalınmış ama bilmezsin, burada işler nasıl yürür unutmuşsun." dediğinde sanki Cengiz'in boğazına çökecekti.

Celep ağabeyin yamacında kalkmak için hareketlendi ama Cengiz kolundan tuttu, ileriye atılmasına engel oldu.

"Cehaletin köpeği." dedi, adamın gözlerine gözlerini dikti. "Bu Anadolu'nun yetimi, kadını, çocuğu benim hazinemdir. Gelecekte, yarınlar da onların sayesinde ışık dolu. Kendini bilmez, şerefi namusu ezberden ibaret bilen adamların ayağının altına paspas ettirmem." dedi, sesi bir dağı devirmeye yeterdi. "Sizin gibileri yeryüzünden silmeyeceğim, aksine kafanıza dank edene kadar çaba vereceğim. Anlayacaksınız, bugün ya da yarın, başkasının üstünde hükmünüzün olmayacağını anlayacaksınız." demesiyle Tahir geriye çekildi.

Cengiz neden buraya geldiğini anlamıştı. Cengiz'in haberi olmuştu, Tahir'in asla olmaz dediğini bugün olmuştu...

"Meryem benim kızım." dedi, üstünde hakkı olduğunu iddia etmeye çalıştı.

"Ah siz adamlar!" dedi, "Aşağılık, bir baltaya pinç olmamış adamlar." diye ekledi. "Kızlara baba değil, düşman olan adamlar." dediğinde güldü. "Meryem onun kızıymış." dedi Celep'e bakarak.

"Öyleymiş ağabey." dedi ama ikisi ciddi bile değildi.

"Meryem bundan sonra Asmin Babil'e emanet." dedi, öfkenin kollarına düşmeden kendini kurtardı. "İşi hazır, istediği zaman çantasını hazırlasın." dediğinde diğer küçük iki kız kardeş aklına gelmişti. "Şüheda ve Leyla içinde başka bir gün konuşuruz." Göz kırptı. "Umarım konuşmayı gerektirecek bir durum yaşanmaz ama, aklımda." diye uyarıda bulundu.

Köyün mezra tarafına gelmesi elbette ki hâl hatır için değildi. Üç kızı, bir oğlu olan Tahir eşini yıllar önce kalp krizinden kaybetmişti. Tarım işiyle ilgilenen evin babası çok az miktarda kazanç elde ediyordu. Kendi emeğiyle kazandığı az paranın onu sürüklediği nokta kızlarını gözden çıkarmak olmuştu. Hâlâ bile bu yanlış düşünceye düşen adamları durduracak bir engel yoktu. Dokuz yıldır Doğu Anadolu'nun Âlimleri, Ağaları ile oturup bu sorunu çözmeye çalışan Cengiz Çelebi her seferinde düz duvarla karşılaşıyordu. Adaletin kaleminde yanlış, yanlış diye yazılmıştı ama cehalet kokan topraklarda adalet kalemi daim kırıktı. Cengiz adaletin yanında neyse, bu topraklarda da aynısı olsun istedi. İstenmeyen evlilikler Doğu'nun en büyük problemiydi. Korkuyla evlenenler, kadın erkek fark etmeksizin zoraki yapılan evlilikleri bitsin istiyordu.

Herkesin aklı, herkesin seçimleri kendine yeterdi. Kimsenin vebalini boynuna almaya lüzum yoktu diye düşünürdü, zira insanoğlunun vebali yalnızca kendine olmalıydı.

Bugün bir olayın daha önüne geçmeyi başarmıştı. Sadece eve gelip oturması bile yetmişti. Keşke bunu yapan her eve oturabilseydim diye düşündü, yalnızca bir misafirlik gençliğin baharında olanları ipten kurtarıyordu zira bu da bir ölüm sayılırdı. İnsanın sevmediği yanında uyandığı her sabah ölümün ta kendisiydi. Bu fikre karşı çıkanlar ise kabullenmiş olanlardan başkası değildi biliyordu.

Hepsinden de öte Meryem sadece on altı yaşındaydı.

"Çayları getireyim," dedi Tahir ayağa kalktığı gibi salondan ayrıldı. Bunu fırsat bilen Celep, ağabeyin koluna dostane şekilde vurdu.

"Çayı içelim, kalkalım. Gece yarısı oldu." diye hatırlattı Celep, ama ağabeyin aklından geçenler aynı değildi.

Kalbine giren bir sızı eşliğinde eli göğsüne yetişti. Ağrısını belli etmedi. "Doğu'da sözü geçen adamları toplayalım, konuşalım. Böyle olmaz kardeşim, bu devran böyle dönmez, kanı durdurduk sapkın zihniyetleri de durdurmamız lazım." Düşünüyordu, sürekli düşünüyordu. Kardeşi başka şeyler söylese de aklında sadece çözümler üretmek için düşünceler dönüyordu.

"İmamı, Âlimi, Muhtarı, Ağası Paşası kim varsa ulaş; Cengiz toplanalım istiyor de." dedi, dizginlediği nefesi arasında düşüncelere boğuldu. "Bizim evde toplanalım, konuşalım." dedi, yıllardır içinde süren meseleyi artık ertelemek istemiyordu.

Yeniden denemek istiyordu, yeniden bir çare arayıp çözümle rahat nefes almayı planlıyordu.

"İki gün içinde hallederim," dedi Celep, onun için zor bir istek değildi. Bir gün boyunca Doğu'nun her şehrini gezer, aradığı her adamın kapısını çalardı. Kimse elbette hayır demezdi, bu memlekette ret kararı kolay kolay çıkmazdı.

Cengiz gülümsedi, Tahir çayları içeriye taşıdı ama kafasını kurcalayan diğer düşünceler diline fark etmeden döküldü.

"Sahra eve gelmiş midir?" diye sordu, kendi içinde sordu ama Celep duydu.

"Hangi ev olduğu önemli değilse-" dediğinde ağabeyin gözlerine rast geldi.

"Annesinin evine tabi ki Celep," seviyesini bozmadan. Ama kalbi kendi evine gelsin diye deli gibi bir çırpınış içinde duruyordu. "Bugünde eve gelmez her halde." dediğinde önüne bırakılan çay için teşekkür babında elini göğsüne koydu.

"Gelmiştir ama sen sabah görebilirsin." dedi, ama Cengiz neden böyle dediğini anlayamadı. Çünkü çay bittikten sonra evine gidecekti, Sahra gelmişse yanına kıvrılıp uyuyacaktı... Biricik sevgilisi gece yarılarına kadar uyanık kalmazdı, üçüncü gündür onun evine geliyor, onun yanında kalıyordu. Bugünde öyle yapmıştı ve onu göreceği kesindi.

"Niye sabah göreceğim Celep?" diye sordu, bir yanıt almak için bekledi, o bekleyişin ortasında az önce salonu terk eden adamlar geri döndü. Aynı şekilde ailenin fertleri etrafına oturdu, hepsi yerini seçti.

Celep yanıt vermek yerine çayına şeker atıp karıştırmaya başladı. Herkes yerine kuruldu. Dakikalar öncesinde boş salon şimdi taşmış oturacak yer bırakmamıştı.

Huzurun mesken edildiği yerde bazı adamlar kan toplanan yüzlerle ayağa kalktı... O an bir kıyamet başladı.

Beşinci ayın yirmi beşinci gününde Doğu Anadolu'nun göbeğinde tüm düzeni alaşağı eden haber kapıdan içeriye girdi.

"Ahali!" diyen yabancı ses, kurulu sofrada yankılandı. "İki ölüm haberi var. İki kurşun sesi, iki ölüm!" demesiyle kan kustu. "İki kardeş, öldü."

Sofranın kenarına oturmuş aile dehşetle baktı haberi getiren adama. Ölüm Allah'ın emri idi onlar için, ama kuldan gelen ölüme karşı yürekleri kabul nedir bilmezdi.

Haberi getiren adam aklını kaçırmış olmalı diye düşündüler, bu memlekette kurşun patlamazdı. Gelen ya deli, ya hasımdı.

"Öldürülenler sıradan adamlarda değil!" dedi, nefretini gizlemeyen biri. "Babil kardeşler, üç gün önce salıverilen Babil kardeşler." demesiyle Cengiz Çelebi birden sarsıldı.

Celep duydukları karşısında başka bir adamın suretine büründü. Ağabeyi yanında üstüne vazife sözler yoktu elbette ama dayanamadı. Göğsü bir taşı taşırcasına indi, kalktı.

Adam deli değildi.

Gözlerinin ta içine baktıkları gibi bunu anladılar.

Kurşun patlamıştı. İki ölüm olmuştu.
Gerçeklik salonun ortasına acılı bir haberin en ansızın vaktiyle yaralar açtı.

Celep yumruğunu sıktı. Abisinin önünde durmak istemedi ama kendine hâkim olamadı.

"Kim kendi adaletini dikti..." dedi sessizce, gözleri açıldı. "Kim kabul etmedi, kim yazılan kaderin kalemiyle oynadı, kim kim..." diye fısıldadı Celep, kardeşinin gözlerine baktı, öyle ki kendi sesini unutmak istedi.

Dedikleri başka adamların kulağına da uzandı. Harlanmaya hazır öfkenin altını ilk karıştıran Celep oldu.

Haberi duyan adam dehşetin yamacında oturduğu yerde kalakaldı. Benim düzenimde benim memleketimde kurşun sesi... dedi kendi içinde. Kurşunu bırak, ölüm sesi, diyen o içerideki ses felaketi fısıldadı.

Hangi cüret kan döker, hangi yürek düzeni bozardı ?

Gecenin ortasında önüne bırakılmış taze çayın kokusu zehir gibi ciğerlerine doldu. Aklı denilene ermedi ama bastırdığı her duygunun firarisine şahitlik etti.

"Bunu yapanı bulun!" dedi Cengiz Çelebi, kalbi kendisine ağır geldi. "Adaletin terazisine kan damlatan o insanoğlunu bulun! Evi, adresi ne varsa bulun, önüme koyun!" dedi, yumruk yaptığı elleri bembeyaz kesildi.

Ağrı Doğubayazıt'ta bugün bir haber aldı adam, kalbine kinin ilişmediği, öfkenin yanına bile yaklaşmasına izin vermediği o adam sonunda kaçtığı tüm duyguları kalbine hüküm sürerken gördü.

Çelebi Alkas.

Cengiz Çelebi Alkas, Doğu Anadolu'nun asıl hükümdarı olarak anılan adam. Dervişlerin, bilgelerin, aklı selimlerin önünde saygıdan ceket iliklediği adam, kurduğu düzenin taşlarıyla oynayan adı sanı henüz bilinmeyen kişiyi bulmak için oturduğu sofradan kalktı.

Ağrı'da ısrar üzerine bir misafirliğe gelmişti ama kulağına çalınan haber dilinde tat, sofrasında huzuru kaçırmıştı.

Geldiği yaş boyunca öfkeyle kalkmamıştı yerinden, çünkü zararla oturacağını bilirdi. Yirmi beş mayıs gününde her şeyi gözetleyerek sofradan öfkeyle kalktı. Saat diğer güne geçmişti. Yirmi beş mayıs yeni gelmişti.

Cinnetin eşiğinde Doğu'yu kurtaran adam, kendi cinnetine doğru düştü.

"Bu memlekette dokuz yıldır kurşun sesi patlamadı Çelebi!" dedi, misafir geldiği evin adamı. "Allah'ın kaleminden öte kan dökülmedi!" dediğinde Cengiz'in gözleri kanla doldu. "Senin izinde, senin yurdunda bugün ne demeye silah patlar, kan dökülür!? Ne oldu Çelebi, ne oldu? Yanlışın nerede?" diye soran yaşı büyük adama karşı nefesini yitirdi.

Cengiz Çelebi içinden, adam haklı, diye geçirdi. Sulh gezen toprakları adaletin yolundan şaşmadan yürüten kendisi, bugün o topraklara kanın düştüğünü duymuştu.

Yanı başında duran, öz kardeşi Celep olarak adı anılmış adamın koluna dokundu destek aldı. "Babil'ler kardeşleri kim öldürmüş bulalım Celep, adaletin saldığı adamlara bu toprak üstünde kim silah doğrultmuş öğrenelim..." dediğinde yaşadığı şoku henüz atlatmış değildi. "Her kim böyle bir gaflete düşmüşse bulalım. İkinci bir kurşun patlamasın, halk cesaret almasın. Bulalım, bahsi kapatalım." dedi.

Celep aldığı emirle başını rahatlıkla salladı.

"Buluruz kardeşim, buluruz." dedi.

Yapan bulunur ama yıkılacak düzen yeniden kurulur mu, dedi Cengiz kendine, Çelebi gibi yaşayanlar, onun izinden gidenler, o izi bir daha takip eder mi, diye diye figanları göğsünün üstüne topladı.

Çelebice yaşayanlar, bundan sonra Çelebi'ye yol tanır mı?

Düşündü, düşündükçe deliye döndü. Askıya astığı uzun kabanı getiren Meryem'in elinden aldı kollarından geçirdi. "Sağlam dur Meryem," dedi duyduğu tüm olayları bir kenara koydu. "Sana bir yol açtım, gerisi sende... Yürümek istersen yolun açık," diye ekledi. Onu buraya misafir eden, el uzatsın diye bekleyen kişiydi Meryem.

İki elini önünde toparladı. Başını mahçup olmuş hâlde önüne eğdi ama Cengiz bu hareketten hoşlanmadı.

"Elimden geleni yapacağım."

"Hayal bile edemeyeceğim yerlerde ol." dedi, tebessüm etti. Evin içinde bir kargaşa hâkimdi ama araya girmedi.

Bir umut dikildi diye düşündü Meryem, bir kapı açıldı, hayır uğradı ona uzandı. Çaresiz geçirdiği gecenin bir ortasında bir çare geldi evine oturdu. Belki hiçbir şey yapmış sayılmazdı, belki bu yardım eli bile değildi, zaten Meryem'de hayatında kahramanlar değil, ona cesur olmaya hak tanıyacak birilerini istemişti. O biri Doğu'nun hükümdarı Çelebi Alkas'dı.

O adamın işi bu evde tamamen bitmişti. Büyük bir sorun kapısına an itibariyle dayanmıştı bile.

Kapının önünde onu bekleyen kardeşi, "Ağabey, geç olmadan..." dedi ama cümlesini tamamlanmadı. Salondaki herkes dışarı dökülmüş ağır uğultuyu toprağın üstüne bırakmıştı.

Ağızları içinde gevelenen ne laf varsa Cengiz dinlemedi. Ağrı'nın ilkbaharı soğuk olurdu, gece yarıları ise daha beter. Evine geldiği adamın elini sıkmak istedi, teşekkürü borç bildi. Allah'a emanet olun demeyi düşündü ama hepsi getirilen haber yüzünden meşgul sayılırdı. Cengiz kimseyi meşgul etmedi. Evin önüne park ettiği arabasına yürüdü.

Bir yandan arabaya binmeye çalışan Cengiz, diğer yandan çalan telefonunu açtı aracın ön kısmına bıraktı.
Arama kısmına düşen isim onu şaşırtmadı zira bu kişiden bu aramayı bekliyordu.

Ağrı Jandarma İlçe Komutanlığında görevli Albay Melih Koç'un gelen aramasını açtı. "Çelebi." dedi, oldukça katı bir sesle. "Haberi aldın mı?" diye sordu, kaç dakika gecikmiş bir arama olması şimdilik onun için dert edilmezdi.

"Evet," dedi aynı soğuk karşılığı gösterdi.

"Olay yeri Sağdıç, oraya geçiyoruz." diye bildiri geçti. Albay, Cengiz Alkas'da gelsin istiyordu, dökülen bir damla kanın hesabı Cengiz ile sorulsun, birlikte harekete geçilsin diye bekliyordu. "Çabuk ol." demeyi ihmal etmedi. "Ortalık karışacak kesin, sen orada ol." dediğinde çoktan ayaklanan Babil halkının kötü yanından ötürü telaşı hissetti.

Bu Anadolu'nun aklı yanlışa çabuk çalışır biliyordu Albay, hepsini yanlıştan çeviren ise yalnızca Çelebi Alkas olurdu, onun olduğu yerde ses normalin üstüne çıkmazdı.

"Aynı anda varırız." dedi güvenle, Albayın telaşı hissetmesini istemedi. Karşı tarafın konuşması kalmadı anladı, anladığı gibi aramayı kapattı. Sağdıç tarafına rotayı oluşturdu. Bulunduğu yerden uzak sayılmazdı Sağdıç, belki kurşun patlamış olsa sesi gelirdi, eğer gerçekten kurşunla ölmüşlerse.

Doğu Anadolu'da polisten ve askerlerden başkasının silah kullanması, bulundurması yasaktı. Ruhsatlı, ruhsatsız hiçbir silahın kullanımına izin verilmemişti. Bu karar Doğu'nun büyükleri arasında tam dokuz yıl önce hayata geçmiş, kusursuz şekilde uygulanmıştı.

Ölümler hâlâ vardı ama insanoğlunun elinden gelen ölümler en az olandı. Kimse kimseyi öldürmeye teşebbüs dahi edemezdi, eğer biri yapmışsa muhakkak altında güçlü bir sebep vardı. Herkes bunun farkındaydı.

Cengiz şoför koltuğunda gaza bastığı gibi olay yerine yöneldi.

"Kasım ve Serkan'a bunun olacağını biliyorduk," dedi Celep, ağabeyin gözüne bakmadan. "Sabıka kayıtları dolmuş taşımıştı." dediğinde bu sefer Cengiz onun tarafına döndü.

"Bunun içinde kanları döküldü, öyle mi?" dedi, konuştuğu kişinin kardeşi olduğuna utandı.

"Öyle değil de... Çok hak yediler ağabey, masumun canını az yakmadılar, yanlışın yoluna az ışık tutmadılar." dedi, sanki ağabeyi unutmuştu yaşadıklarını. "Bu şehrin adaleti vardı, insanlığı insanca yaşamayı öğrendi, ama mahkeme kararından sonra adalet sekteye uğradı." diye açıkladı kendini Celep.

"Bircan Talu'nun ön göreceği bir karar değildi salıverilme. Tehdit aldığı bariz, tabi öyle bir durum söz konusu olmuş olsa haberimiz olurdu ama hâlâ bile tehditten başka bir şey değil diyorum." dedi, Ağır Ceza Mahkemesinde Hakim olan Talu yanlışa mahal verebilecek bir kadın değildi. Cengiz sonsuz güveni içinde besliyordu ama güveni yıkılacak gibiydi. "Talu Hanım kararı açıkladı, kan döküleceğini bile bile karar açıkladı." dediğinde kafasında dönen duran sorular canını sıkıyordu.

"Yanlış anlama ağabey ama Bircan Hanım seninle çok iyi geçinen biri değil, hatta nişan günü neler yaşadık... Hatırlıyorsun. Sana karşı az parmak sallamadı, sürekli bu Doğu'da adını silmekle tehdit ediyordu. Kısaca senden ve senin gibi yaşayanlardan nefret ediyor." diyen Celep cümleleri kurmakta zorlanıyordu, yine de Cengiz'in gözünden bir şeyler kaçsın istemiyordu. "Salıverilme kararını bilerek verdi. Zarar gör istedi, sanırım başardı da."

Bugünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Cengiz'in yanında duracak kadar karşısında duracaklarda olacaktı. Gördüğü saygı kadar saygısızlık da kapıya dayanacak hesap soracaktı. Salıverilme gününden beri böyle bir şey yaşanacağı kesindi. Nasip bugüne olmuş.

"İnsan böylesi cani olmamalı." dedi Çelebi, kardeşinden işittiği cümleler onu sarstı. "Nefreti uğruna başkasını yaralamamalı. Anlamıyorum yemin ederim ki, bu kibri bu nefreti anlamıyorum." Düşündükleri kardeşi ile aynı değildi. İnsan yapmaz derdi Cengiz, insan her şeyi yapar diyen ise kardeşiydi.

"Güneş ilk buradan doğar ama ışığı herkese yetişmez. Eksik kalır. Ve güneşe değmeyen her kalp cinnetin eşiğinde yaşar, yaşatır." dedi Celep.

Ağabeyi yanıtlayacak gücü kendinde bulamadı. Başta haksız sandı, sonra anladı. Yapılmaz denen ne varsa yapılırdı, bununla daha sonra uğraşacaktı.

Direksiyonu tutan ellerin sahibi Cengiz, Sağdıç tarafına ulaştı.

Olay yerine ilk ulaşan Jandarma ekiplerini gördüğü gibi nefes aldı. Babil tarafında yer alan ve Babil'lerin babası olarak bilinen Kerim Babil'de gecikmemiş gelmişti. Cengiz arabadan sakin adımlarla indi. Arkasına bakma gereği durmadan feryat eden adamın yanına vardı.

Kerim Babil.

Ellili yaşların üstünde olan adam Babil soyunun önünde yer alan isimdi. Cengiz onu gördüğü normal günlerde kusursuz bir insanın varlığını görürdü. İmajı, varlığı... Daim Cengiz'in yanında duran güçlü kişiliğini. Şimdi ise yalnızca perişan olmuş bir babayı görüyordu.

Babil soyu iyi olsun, iyiliğin peşinden koşsun diye canını verecek o adamın canı değil, canından parçaları alınmıştı.

"Rabbim benim cezamı veriyor!" diye bağırdı Kerim Babil, toprağı avuçlarıyla ezdi. "Evlatlarım alındı! Zalimiz biz, zalim!" dediğinde Cengiz yanına varmıştı.

Ak düşmüş saçların sahibi Kerim, tüm güçsüzlüğü ile düşmüş yan yana yatırılmış cesetlerin önünde duruyordu. Gecenin karanlığında belli olmayan gözyaşları sesine eklenmişti. Yanına gelen adam omuzlarına dokundu ama bunu bile geç fark etti.

"Serkan!" diyordu Kerim, aldığı toprağı üstüne döktü. "Kasım!" dedi, durmak bilmedi. Feryadı yürek yakıyordu ama Cengiz metanetini korudu.

"Kerim..." dedi, durmasını istedi. Aynı onun gibi dizleri üstüne çöktü. Acısını kendi acısı gibi görmeye çalıştı. "Kerim dur." dedi, geldiğini görsün istedi, istediği uzun sürmedi ve Kerim duyduğu sesin üçüncü saniyesinde toprak bulaşmış ellerini Cengiz'in koluna yasladı.

Araçların üst üste yığıldığı Sağdıç bölgesinde farların ışığı aralarına sızdırdı. Görmediği yüzü ikisi de şimdi görmüştü.

Başını dik tutmayı başaramayan Kerim, "Cengiz." diye bildi. "Cansız bedenleri görüyor musun?" diye sordu, sorusuyla birlikte gözyaşlarına hakim olamadı. "Yere dökülen kanı peki?" dediğinde jandarma ekipleri dört taraflarını sardı. "Oğullarım Cengiz, onların cansız bedeni, kanı..."

Jandarma ekibi daha çok yaklaşmaya çalıştı. Cengiz sorun olmadığını gösteren hâlde durmalarını sağladı. Kerim, Cengiz'in kolunu sıkmış, tüm acısını çıkarmaya çalışıyordu. Cengiz tepki vermedi, şu an öldürse sesini çıkarmadan ölmeyi kabul ederdi. Gördüğü acı yüzünden kendini yeterince suçlu hissediyordu zaten acılı bir babaya ne yapabilirdi ki? Yine de Kerim Babil ona zarar vermezdi. Herkes zarar verebileceğini düşünürdü ama Cengiz emindi, Kerim'i ve Babil halkını bugün tanımıyordu. Kimin ne yapacağını yalnızca dakika geçirmesi yeterdi.

"Üzgünüm..." dedi Cengiz, ne diyeceğini bilmez hâlde. "Affet Kerim Ağa," dediğinde af edilecek bir durum olmadığını Kerim Babil bilse de gözyaşları içinde konuşacak takati bulamadı.

Cengiz kendini suçlu buluyordu. Dokuz yıl evvel kanın dökülmesini durduran, aileler arası ne husumet varsa bitiren kendisiydi. Ve şimdi kan akmış ise sebep benim diyordu. Yanlışım var diye düşünüyordu, yanlışı vardı ki iki kardeş aynı gece öldürülüyordu.

Issız tarlanın bahçesinde siren sesleri ağıt yakan babanın çaresizliği ile eşit derecede yükseldi. Ekipler incelemeyi bitirdiği gibi mevta kardeşleri götürecekti. Kerim Babil bununla nasıl başa çıkardı görmek istemedi.

"Benim oğullarım Doğu'nun zalimleriydi. Gafleti yaşayanlar, korkuyu yaşatanlardı... Dursunlar istedim Cengiz, Allah şahit çok istedim, düzgün adamlar olsunlar, doğru yanlış- helal haram nedir öğretmeye çalıştım. Başa çıkamadım Cengiz, yapamadım." dediğinde daha çok ağladı. "Son çarem adalete teslim etmekti, yaptım, onu da yaptım... Adaletin önüne attım." Üç gün evvel verilen kararı hatırladı. "Terazisi sağlamdır hak olanı yaşatır diye bekledim, yapmadı. Adalet beni bile yanılttı." Karardan sonra ölüm fermanları kesilmişti biliyordu. "Göz göre göre infaz bu, oğullarım kurban edildi. Bile bile yaptılar."

Beyaz gömleğinin üstüne vura vura çamura bulandı.

"Ben cezalarını çeksinler istedim, ıssız tarlanın içinde ölü bedenleri kalsın istemedim. Adalet bu değildi, hak bu değildi." dediğinde dudaklarında kalan son derman da düştü.

"Faili kimse bulacağım," dedi Cengiz.

"Ben faili istemiyorum," dedi ayağa kalkmak için destek istedi. "Tetiğe basan bir kişi değil, binlerce kişi."

Bir kişi dediği cesaret alıp kardeşleri öldürün kişiydi. Binlerce kişi dediği ise o cesareti verenlerdi. Salıverilme kararına tepki gösteren herkes katildi. Bunun için Kerim Babil fail istemedi. Ölüm haberine üzülen kadar sevinen insanlar vardı ve hepsine karşı kin besleyemezdi.

"İzin verme Cengiz, Allah için yeni bir isyan çıkmasın, kan dökülmesin izin verme." dediğinde sesi adeta yalvarıyordu. Gözyaşları içinde ayağa kalktığı gibi etrafına baktı. "Benim içim yandı başkasının yanmasın."

Acısı içinde düşündüğü yalnızca başkaları olmuştu. Kerim Babil biliyordu ki oğulları düzgün insanlar değildi. Yanlışları, günahları öyle artmıştı ki bir yerde patlak vereceği kesinleşmişti. Bir umut demişti Kerim Babil, adaletin kılıcı altına gönderdiği evlatların bir umut günahlarından arınır da zararın sonundan döner diye beklemişti. O umut yerden kaldırılan ölü bedenlerle toprağa gözü önünde düşmüştü. Umudu çürümüştü. Çürüyen umuduna ağladı Kerim, kendine kızdı, kurşun sıkan ellere değilde babalığına kızdı.

Babil'lerden başka bir adam Kerim'in yanına vardığı gibi Cengiz yerini değiştirdi.

Albay Melih Koç, Cengiz ile aynı yolda bir araya geldi. Rüzgar batıdan şiddetli bir şekilde eserken soğuk hava iliği kemiği zorluyordu. Jandarma ekibi olay yerini dört taraftan sarmış yabancı şahısların bölgeye girmesini engellemek için bekliyorlardı. Cengiz bölgenin dışında nefret saçan halkı gördü ama onlar onu henüz görmemişti.

"Ne dersin bu işe Cengiz Efendi?" diye sordu Albay, kemerine sıkıştırdığı elini çıkardı kalabalığı gösterdi. "Sesler ne zaman kesilir?"

"Kerim Babil aklı selim biridir. Sesin artmasına izin vermez." dedi, var olan telaşın üstüne su serpti. "Babil'lerin dışında kalanlarla da bizzat ilgilenirim, şüphen olmasın." dediğinde kardeşinin bedenine rast geldi.

Celep eski bir asker pozisyonunda, iki bacağını genişçe açmış saldırıya hazır halde duruyordu herkesin önünde. Saldırı olmazdı evvela ama kendilerini göstermekten çekinmemişti. Öyle ki Celep'i gören bir grup sakince yerinden dağılmıştı.

Jandarmanın tam ortasında elini arkasına yerleştirmiş Celep başını olabildiğince dik tutuyordu.

"Evelallah kasabamız burada," demeyi de ihmal etmedi.

Albay az biraz gülümsedi. "Var olun." dedi, "Burada şimdilik işimiz kalmadı. Çocuklar gerekli incelemeyi tamamladı. İlk izlenime göre kullanılan silah türü; Kalaşnikof." Düşünür vaziyette kaldırılan cesetlere baktı. "Yakın mesafeden atış, yara izi Kalaşnikof'un bırakacağı bir iz ama etrafta ne kovan var ne çekirdeği... Ayak izi görünüyor ama yapan her kimse ayakkabı bile giymemiş, poşet ya da başka bir şey anlamadım. Detaylı inceleme için sabahı beklememiz lazım." dediğinde Cengiz onu pür dikkat dinliyordu. "Otopsi raporuna da ihtiyacımız var."

"Yani işimiz çok yok." dedi, kusursuz bir cinayet olamazdı. Bulgular katili ele vermese bile etrafta dikkat çekici bilgiler mutlaka olurdu. "Bizim ne çekirdeğe ne kovana ihtiyacımız yok, tetiğe basan kimse- kimler ise kendini çoktan ele vermiştir." Bu konuda hiç olmadığı kadar emindi. "Yapan bulunur-"

"Neden yaptığı önemli." diye tamamladı Albay.

"Kesinlikle."

"Biz bu gece sorguya başlıyoruz, ne dersin?" dedi yeniden. "Senin çocukları ararsın, bize dikkatlerini çeken kişilerin isimlerini verirler."

"İletirim." dedi, Albay'dan gelen rica ret yemezdi. "Onlardan önce konuşmanız gereken biri var?" dediğinde asıl ismi Albay'dan duymak istedi.

"Hakim Bircan Talu'yu mu diyorsun?" Cengiz değil, bizzat Albay söylemişti... Belki de söyletmişti.

"Olayın başı olduğu için, sanırım evet."

"Koskoca Hâkimi mi sorgulayacağız Cengiz Efendi, iyi misin?" diye sordu Albay, anladığı şeyler akıl işi değildi.

Cengiz iç çekti. "Sorgulamak ayrıdır, sormak ayrı." dedi, "Yalnız evine şimdi gitmeyin, Deli Düvel evdedir, jandarma demez bir sakatlık çıkarır mazallah." dediğinde Melih Albay, Cengiz'in omuzlarına dokundu.

"Biliyorum biliyorum, Deli Düvel'i bugün tanımıyorum." dedi, yer ve zamanın yanlış vakti olmasa ikisi bu konuşmaya gülerdi. "Neyse, sen galiba Kerim Babil'in yanında kalacaksın, Celep burada dursa sıkıntı olmaz sanırım?" diye sorduğunda kalabalığın dağılacağı hâlâ bile kesin değildi.

"Tabi olmaz, ben de hastaneye geçiyorum." dedi, olay yerinin dışına en önce çıktı.

Cesetleri kaldırılmış iki kardeşe Cengiz bakmak yerine babalarının yakınına gitti. Olay yerinden hareket eden ambulansın gideceği hastane belliydi.

"Kerim Ağa, benimle gelin." dedi anahtarı üstünde duran arabasına binmek üzere adımlarını hızlı hızlı attı. Kerim Babil'in geri çevirme lüksü yoktu. Bundan ötürü kolunun altında onu ayakta tutan adamlara geriye çekilmesini işaret etti.

Cengiz'in arabasına binen Kerim Ağa, kendinde değildi. Ortalığı mahşer yerine çeviren hiçbir yüzü görmedi. Uğultular ıssız tarlada acısına acı katarken dudaklarında konuşacak derman kalmamıştı. Dümdüz Cengiz'in yüzüne bakıyor, buradan gitmek için yalvarıyordu.

İnsanların bedeni karanlıkla birlikte kayboldu. Geride kalanlar bir cehennem yaratır mı korkusuna kapılmadan bölgeden çıktılar.

Ambulans aracının peşine takılan Cengiz Çelebi çok geçmeden hastanenin önünde durmuştu.

Saat gecenin ikisini geçiyordu... İnsanlar sanki yüz yıllardır bu anı beklemiş gibi hastanenin önüne yığılmıştı. Kerim Babil saatler ileri sarmasıyla ağrıları da peşinden getirmişti. Acil servise alınması, müdahale edilmesi dışarıda bekleyenleri gerçek öfkenin önüne tekrardan atmıştı.

Cengiz bulunduğu yerden hiç ayrılmadı. Telefonu sürekli çalıyor, biriyle konuşuyor, bilgi alıyor tekrar yerine geçiyordu. Buradan ayrılmaya pek niyetli değildi. Etrafta onun ayrılması için pusuda bekleyenler vardı ve onlar kadar polis jandarma ekipleri de aynı şekilde bekliyordu.

İnsanlar arttı. En çok da Babil halkı arttı. Ağrı'dan sonra Erzincan ve Van'da yaşayan Babil Halkı sadece saatler içerisinde hastanenin önünü doldurdu. Ayak basılacak nokta bırakmayan Babil halkı, Cengiz'in hastane bahçesinde oturduğundan bihaber ayağa dikilmiş hastaneyi cehennem alanına çevirmek için bekliyorlardı.

Sabah ezanı okundu.

Namaz için bir kısım dağıldı.

Diğerleri yerlerinden hiç ayrılmadı.

Güneş daha hiçbir şehrin üstüne düşmeden ilk Doğubayazıt'ta rengini açtı. Etraf aydınlığa çevrildi. Sadece dakika ile hastanenin önünden ayrılan Cengiz yerine geri dönene kadar kapılarını açan morg kısmına insanlar dayandı.

Ellerinden cop bulunan bir grup hastaneyi kuşattı. O an Cengiz gördükleri karşısında şoke olmadı, aksine beklediğini belli eden tavrı takındı. Kargaşa sürerken Cengiz cebinden tütün tabağını çıkardı. İnce kağıda tütünü koydu, filtre ile birlikte sardı. Diliyle ıslattığı ince kağıt birbirine yapıştırdı. Hiç acele etmedi. Sigarasını tamamladığı gibi dudaklarına bıraktı. Ateşe verdiği sigaranın ucu kendi hâlinde yandı. Tam o sırada herkesin arkasına sessiz adımlarla geçti.

"Hayrola beyler?" dedi, alçak bir sesle. "Toplanma sebebiniz nedir?" dediğinde coplu grup arkasına döndü. Kimseden çıt çıkmadı. Oysa konuşsunlar istedi. Öfkeyi anlıyordu, bu öfkeye bir çaresi olamazdı ama nefreti çözmüş değildi. "Evvela tahmin ediyorum ama bu coğrafyada sorunlar ne zamandan beri copla çözülür oldu?" diye sordu, "Haberim yok çünkü, başka bir yönetim varsa söyleyin haberim olsun." dediğinde sigarasını içmeye devam etti.

Bekledi.

Yine kimse konuşmadı.

"Kimsenin acısı kendisine değil, unutmuşsunuz besbelli." diye hatırlattı çok sonra. "Babil halkının değil tüm Doğu'nun meselesi benim meselem, hatırlatmak istedim." demesiyle dakikalarca kalabalığın ayrılması için bekledi.

Sigarası bitmeden dağılmaları gerekiyordu. Sigarası biterse ve hepsi hâlâ gruplar hâlinde beklerse Doğu'nun dışına sürgün edilmeleri başlatılırdı.

Onu izleyen gözler bunu çok iyi bildiği için sigaranın ateşi izmarite yaklaşmadan birbirlerinden ayrıldı. Ellerindeki cop teker teker yere düştüğü gibi hastanenin önü açıldı.
ꪸꪸꪷꪸꪸꪳCengiz uyku sızan gözlerini yumdu sonra geri açtı. Biten sigarasını bir çöp kovası bulunca içine attı. Morg tarafına gitmek için ilerledi ama kapıdan çıkan kadın attığı adımları durdurdu.

Perişan olmuş yüzü gördüğü gibi tanıyan Cengiz derin bir yası içine ekledi. Ziynet Babil, Serkan ve Kasım'ın annesi Ziynet Babil'di ona doğru yürüyen. Kızıl saçları iki yana açılmış, aceleye geldiği belli olan hırkası üstüne ters geçirilmişti. Kara gözleri Cengiz'i gördüğü gibi yakına vardı. Çatlamış dudakları, yaşların taze olduğu yanakları göz çevresindeki kırışıkları unutturmuştu. Eşi Kerim Babil'e göre daha sıkı ayakta duran, başını dimdik tutmuştu. Sanki bu ölüm haberini önceden bekliyormuş gibi...

Cengiz Ziynet Hanım diyemeden Ziynet, "Cengiz Çelebi." dedi. "Sende mi buradasın?" diye sordu, beklemediğini açıkça gösterdi. Sonra dağılmış Babil'in çocuklarına baktı. "Tabii ya, bu kan emici yaratıklar başka türlü nasıl dağılırdı?" diye sormayı sürdürdü. Paramparça gözüküyordu yüzü ama sesi dinçti. Yaşına yaşadığına, belki de morg kısmında gördüklerine rağmen dinç tutabilmişti.

"Üzgünüm..." dedi, yalan değildi gerçekten üzgündü ama Babil ailesinin üzgün bir adama ihtiyacı yoktu bunu da biliyordu.

"Sakın." dedi Ziynet Babil, elini havaya kaldırdı. "Senin suçun yok."

Cengiz boynunu eğdi. "En büyük suç benim..." dedi ama sesi fısıltı gibi çıkmıştı.

Ziynet Babil karşısında boynunu bükmüş adamın koluna dokundu. Acısına, gözünden akan yaşa rağmen tebessüm etti. "Günahsız Bektaşi kanını taşıyan can Cengiz," dedi kuru dudakları gözyaşları ile ıslandı. "Günahkâr oğullarım yüzünden kendini suçlu hissetme." dediğinde yanına yaklaşan Kerim Babil'i görmezden geldi. "Başımıza gelen her musibet bizim eserimiz, yanlışımızın izi..." dedi, günahsız bir halk olmadıklarını açıkça belirtti. "Senin ne haddine üzülmek?" diye bağırdı bu defa. "Üzülmek bizim hakkımız. Vicdanımızın hakkı!"

Ağladı Ziynet.
Çok ağladı.

Kerim Babil'in yas tutan yanı sessiz ve kimsesiz hâlde çaresizce onları dinledi köşede.

Cengiz yaşları durmayan kadının ellerine uzandı. Elli yaşın üstünde kadını annesi yerine koydu. Önce ellerini öptü, sonra o elleri yanağına yasladı. Bir af dileme biçimiydi sanki, çaresiz bir adamın çırpınışı. "Başınız sağ olsun." dediğinde nasıl konuşması gerektiğini o an unutmuştu. İki oğlunun ölüsüne bakıp da gelen kadına ne diyebilirdi?

"Katili bul," dedi Ziynet, ellerini yüzünden çekti avuçlarına bıraktı. "Bul ve asla açıklama. Öğren ama unut. Adalete teslim etme, adını kimseye verme." Nefes nefese söyledi isteğini.

Böyle bir şey imkansız der gibi baktı Cengiz.

"Yapamam," dedi acıyla. "Böyle bir şeyi istemeyin benden-"

"Dokuz yıl sonra ilk kan döküldü, o kan Serkan ve Kasım'a ait. Allah şahit Cengiz'im, katilleri olmasaydı katil olurlardı. Tüm Doğu insanı biliyor bunu gizleme." dediğinde aslında olup biten her şeyden haberdar olduğunu gösterdi.

"Ziynet Hanım-"

"Rab'bin kaleminden öte kalem yoktur benim gözümde. Madem bize bir acı verdi oturacağız o acıyı yaşayacağız. Yas tutacağız ama kanı kanla temizlemelerine izin vermeyeceğiz." dedi, sesine yeni bir güç geldi. "Sır gibi sakla katili Cengiz, cezasını kendi yanında kes ama bir ölümü daha bu coğrafya üstüne koyma."

Cengiz duydukları karşısında sersemledi. İki oğlunu aynı saat içerisinde kaybeden bir anneye göre çok farklı konuşuyordu, fark etti.

"Bu düzeni kurmak için sende, babanda sayısız çaba verdiniz biliyorum. Yapma Cengiz, düzen bozulursa yenisi olmaz."

Doğu'nun ağzından çıkacak kelimelerine baktığı adam gitgide dipsiz bir kuyuya düştüğünü hissetti. Sessizlik üstüne çöktü koluna dokunan el kendine getirdi.

"Ant iç Cengiz, katilin adını Babil'lere vermeyeceğine dair ant iç." dediğinde kolunu sıkmıştı.

"Bizim için değil, Doğu Anadolu halkı için..." diyen ise Kerim Babil'di. "İki kurşun patladı, üçüncüsü olmasın. Söz ver."

"Size söz verirsem hak yolundan şaşarım." Bir çıkmaza girmişti Cengiz, acılı anne baba onu çıkmazın noktasına bırakmış debelenmesine sebebiyet vermişti. İstekleri mümkün değil diye içinden geçirdi, hak olan bu değil diye ciğerini çürüttü.

"Ya söz ver, ya da Çelebice Yönetimini coğrafyadan sil." diye tehditte bulundu Ziynet Babil.

Yutkundu Cengiz. İki ucu sivri okların hedefindeydi sanki, ne tarafa giderse ok saplanmaya hazırdı.

"Âlim Seyrani hatırına..." dedi son çare Ziynet, o an başını kaldıran Cengiz başka çıkış bulamadı. "Katili meydana çıkarma, Âlim Seyrani hatırına." dedi tekrar. "Ve Şehit Çelebi Alkas hatırına."

Cengiz'in eli kolu o anda bağlandı. Başka bir söze hacet bırakmadı. Onlardan uzağa çekildi. Ne Ziynet, ne Kerim'in yüzüne dahi bakmadı hastanenin morg kısmını terk etmeye koyuldu.

Son kez baktı ama başka birini görme ümidiyle. Gördü de.
Baktığı yerde kalbinin içinde yaşayan kadını gördü. Göğe kaldırdığı başı bir nefes almışçasına şükür etti. Kalbinin sesini artıran kadın onu görmedi ama Cengiz onu gördü yeniden yaşadı.

Kadın hastanenin giriş kısmına sarsak, kendinde olmayan adımlar atmaya çalışırken Cengiz kendini gösterme niyetinde değildi zira genç kadının işi bugün oldukça fazla olacaktı. İki ölü bedeni otopsi incelemesi ellerinden geçecekti. Ölüm haberi onu mutlu etmiştir biliyordu, bu düşünce aklına geldi ve kendinden nefret etti. Yine de sevdiği kadının kendi içinde olsa üzüntü yaşadığını biliyordu. Hastanenin dışına bakmadı, acılı ailenin tarafına dahi dönmedi. Sesleri hâlâ şehri inletecek derecede geliyordu.

Kerim Babil en merhametsiz insanları bile oturup ağlatacak ağıdı diline dolamış, gücünü, servetini, şah görünen yanını bir öğlen ortası ayakları altına almıştı. Dağlar bağırıyordu o adama, şöhretin nerede? Seni yücelten ismin nerede?

Acısı her şeyin üstüne gelmişti. Dudaklarından çıkacak sözler bir coğrafyanın kaderini alaşağı edecek o adam şimdi oturmuş kendi düşüşüne ışık tutuyordu.

Dünya işte bu kadar diyordu Cengiz, dünya sevdiklerini kaybettiğin kadar.

Hakikati bugün öğrenmemişti pekâlâ başkasının günahını taşımayı öğrenmişti. Yanlışa giden birini döndürmeyi başaramazsan o yanlış seni de yutar görmüştü.

Cengiz'in adımları hızlandı. Hatır niyetine verdiği yemin, belki dudaklarına düşmemişti ama geri çevirmemiş olması kabul sayılırdı. O yeminin doğuracağı günahın zulmü sırtını kambur edecek derece boynuna kaldı.

Ziynet-Kerim Babil çifti arkasında kaldı. Üstüne hastaneyi de bıraktı, hastanenin dış kısmında elini arkada birleştirmiş tur üstüne, tur attı. Kimsenin varlığına dokunmadan kendini dizginlemeye çalışıyordu. En önemlisi burayı bırakamıyordu... Uzağa doğru adım atsa cehennem ateşini harlandıran kim varsa ortaya çıkmak için vakit kolluyordu biliyordu.

İpin ucu kaçmıştı evvela, insanlığın ucu kaçmasın diye bekliyordu.

Telaşı katil bulunana dek devam edecekti. Hatta bulunsa bile belki bitmeyecekti.

Kurtuluşun olmadığını bildiği noktada sırtını çevirdi. Ve o an aslında görünmek istemediği kadınının yüzüne rast geldi.

"Alkas efendi," dedi gözlerini Cengiz'in üstüne dikti. "Beni görmeye gelmediniz anlaşılan?" diye bir soru yöneltti. Ancak gözleri kana bulanan kadının bitap hali sorulara sağır kesilmesine neden oldu.

Ona doğru bir adım attı. "Dünyaya gelme sebebim bile sen olabilirsin," dedi önce, sonra daha yakına vardı. "Tabi bu kesin, ama anlamadım Talu'ların gözbebeği, bu kan dolu gözlerinizin hali nedir?" diye sordu, hayretle bakıyordu çehresine.

"Deccal'i gördüm."

"En azından bugün ciddi olabilirsin," dedi Cengiz.
Daim ciddiyetsiz davranan hatta buna bile alışan kadından minik isteği cevap bulmazdı ama şansını denedi.

Kan çanağına dönen gözleri, göz kapağını zorlayan şişkinliği ile, "Şaşıracaksın ama harbi ciddiyim." dedi, otopsi kıyafetini üstüne geçirmiş yüzünü buruşturmuş hâlde Cengiz'e bakıyordu. "O Allah'ın bile yüzünü çevirdiği iki adamın otopsi incelemesi yapılacak, gece yarısı getirilen hani. Hocam beni öldür dedim, bu otopsiye alma, yok dedi ölsen de geleceksin."

"Ailesi dışarıda feryat ediyor..." dedi Cengiz, bu duygusuzluğun sebebini bilse bile içi rahat etmiyordu. "Saygı paha biçilmez bir nimettir." dediğinde Sahra'nın daha yakınına sokuldu. "En önemlisi de ölülere olan saygı, kaybetme."

Kahveden yeşile doğru uzanan gözlerini tahammülsüzce kıstı. "Ayaküstü hadis."

"Hadis değil, minik bir bilgi." Omuzlarına düşen saçların ucunu geriye itti.

"Akşam evde devam et," dedi vaktinin olmadığını hatırlatmak ister gibi hastanenin morg kısmını gösterdi.

Cengiz ceketinin önünü düzeltti. "Dün gece neredeydin?" diye de sormayı ihmal etmedi. Hâlâ bu gözlerinin yorgunluğunu merak ediyordu.

"Konum olarak mı?" dedi, hiç ciddi değildi.

"Neredeydin Sahra?"

Cengiz'in gerilmiş yüz hatlarına doğru, "Gecenin yarısına kadar annemin evindeydim sonra ezbere olaylar, tabaklar çanaklar havada uçuştu." dedi hızla. "Tam bir kaos ortamı..." dediğinde dediklerine güldü. "Neyse zaten orada duracak gibi değildim sadece yapabilir miyim diye merak ettim." İki elin parmakları birbirine geçti. "Yapamadım, konuşmasına, yüzüne hiçbir şeyine tahammül edemeden evden çıktım."

"Gecenin bir yarısı?"

"Aynen öyle." Sınır tanımadığını bir kez daha ortaya çıkardı. "Seni aramayı düşündüm ama bir köye gideceğini söylemiştin arayamadım. Evine gittim, uyudum." Oysa gözleri uykuyu tam alamadığını kesin şekilde gösteriyordu. "Uyumadan evvel ağzıma haram şeyler almış olabilirim." dediğinde ise acılarını bastıran hali hatırladı.

"Talu'ların Deli Düveli," dedi çok yakında olduğunu fark etti. "Neden böylesin?" Nedenini asla bilmiyordu, bilmediği nedene başını iki yana salladı.

Sahra güldü.

"Bilmiyorum," dedi, adamın gözlerine hayranlıkla bakarken. "Keşke bilsem."

"Daha yakından..." dedi Cengiz, aynı hayranlıkla ona bakarken. "Gözlerine baksam keşke, arıza yanına bile hasret haldeyim." dedi açıkça, hastanenin önündeki kalabalık ağır gelmişti. Şehrin üstüne öldürülme haberinin düşmesi onu asıl istediği ellere itiyordu.

Yalnız.

Zaman ve mekan onlardan yana değildi.

"Ellerini Sahra, tutmalıyım." dedi, ama biliyordu ki tutamazdı. Şu an içinde asla yapamazdı.

"Evine yeniden gelebilirim," diye fısıldadı Sahra, şehre ölüm düşmesi aklına bile gelmiyordu. Başkasının acısını görmezden gelen biri değildi, yalnızca gözü Babil Halkına asla açılmıyordu. "Biliyorsun bizim için kurallar belirlendi."

Kargaşa, kıyamet, ağlayanlar... Sahra bunları unuttu. Cengiz unutmadı. Gözlerini kahvenin asil tonundan yeşile doğru giden gözlerden almak yerine birkaç saniyeliğine yumdu.

"İşinin başına dön." dedi, bu derece kendini kaybetmeye sıra veremezdi. "Akşamda eve değil, annenin evine geç, güvende olduğunu bilmeye ihtiyacım var."

"Demek öyle," söylenene az biraz kırıldığını gizlemedi. "Bir çatıya ihtiyacım olursa son adres bile değilsiniz," dedi yalnızca niyeti can sıkmaktı.

"Sahra-"

Ona doğru uzattığı elinden kendini geriye çekti. "İşimin başına dönüyorum," dedi konuşmasına fırsat vermedi. Kırgınlığı akşama kadar geçerdi ama şimdilik yakın durmak istemiyordu. "Görüşürüz."

"Görüşeceğiz Sahra, görüşeceğiz." diye mırıldandı. "O dilinin ayarıyla da ayrı görüşeceğiz."

"Memleket elden gider," dedi Sahra, Cengiz'in yüzüne minik bir tebessümü çok gördü. Bunca derdin, yeni belaların, yıkılmış kararların ortasında bir darbe de sevdiğinden yedi Cengiz. "Benimle uğraşma, işinin başına dön." diye de eklediğinde sırtını çoktan dönmüştü.

Adımları hastanenin tarafına, ait olduğu alana döndü. Otopsi incelemesi başlamadan nefes almak için gelmişti Sahra, Cengiz'in yanına bundan yaklaşmıştı. Nefessiz bırakacak bedenlerinden önce nefes almaktı gayesi ama istediğine ulaşamadı.

İnsanlığın içinde ikisine biçilmiş sınır bugünde onları durdurdu.

Cengiz arkasından baktı.

Sahra ise işinin başına döndü.

Sonuç olarak bu coğrafyada büyük bir günah işlenmişti. Fail ise henüz bilinmiyordu. İplerin ucu kaçtı, kaçacaktı.
Yeminler, önüne geçilmeyen nefsi istekler, hepsi bir dünyanın üstünde parçalı coğrafyanın içinde dönüyordu.
Cengiz işinin zor olduğunu arkasına bakmadan giden kadın sayesinde yeniden hatırladı.

•••

 

Bu kurgu bize iyi gelecek inanıyorum.

 

Fikirler, düzen ve devam eden yaşam biçimi hepimize iyi gelecek, hayatı daha anlamlı kılacak.

 

Unutmayın, iyi düşüncelere denk gelirsek dünya cennettir.

 

Hâlâ iyi olmak için bir şansınız var, kaybetmeyin.

 

•Bölüm hakkında düşünceleriniz nedir?

 

•Bol karakterleri bir kitap Çelebice, şimdiden kimseye gönlünüzü kaydırmayın.

 

Sevgiyle, sağlıkla kalın.

 

-Gül

 

Bölüm : 15.08.2024 15:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...