9. Bölüm

SEKİZİNCİ BÖLÜM

Ayşegül
jmgul__

"Gök tepede ve Allah her yerde ise, zalimin saklanacak yeri kalmamıştır."

Sahra Talu ölümün o soğuk hissini ilk defa kalbinde hissetti. Gözlerinde yaşı, sırtında yası, dilinde feryadı her geçen saniye onu acıya sürükledi.

Morg bölümünde iki büklüm olmuş sırtıyla hâlâ ağlarken Mahsun'un dizlerine uzanmak bile yetmemişti. Kaç dakika geçmişti hâlâ aynıydı. Hâlâ yerinde ölümü kabullenemeye çalışıyordu. Soğuk hava tenine değdikçe dudakları titriyor, keşke ölen ben olsaydım diye dualar döndürüyordu.

Arkadaşı Mahsun her zaman olduğu gibi ona önce yetişen olmuştu. Sarılmıştı. Acısını kendi acısıyla çarpmış öyle de göğsüne bastırmıştı. Yavuz el atsa da Mahsun'un olduğu yerde ihtiyacı olmayacağını idrak etmişti. Kuzeni bu yüzden başını eğmiş hâlde morgun kapı önünde beklemeye koyuldu.

Mahsun, Sahra'yı ayağa kaldırmaya çalıştı. Yeter dedi, kalk dedi, ölenlerin ruhunu gözyaşınla sızlatma dedi, hiçbiri çare olmadı. İkiz arkadaşlarının ölümü onu ansızın yakalamıştı, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Öğrenmemişti. Yalnızca bağrında sürekli ağlamaya, feryat etmeye yatkın vesveseler dönüyordu.

İniltileri içinde kafasını kaldırdı. Yoğun bakım acil servisinde çalışan arkadaşı hemen kapıda göründü. "Sahra," dedi, onu böyle görmeyi beklemedi. Hızla bakışlarını topladı. "Lila seni görmek istiyor, onu görebilecek durumda mısın?" diye sorduğunda Sahra, Mahsun'un dizilerinden doğruldu.

Kısılmış sesiyle, "Lila nerede?" dedi.

"Günler önce yoğun bakıma alındı ya hani... Yeni uyandı. Durumu iyiye giderse servise alacağız." Hiçbir şeyden haberi olmayan Sahra bir şok daha yaşadı.

Lila'nın fenalaştığı, hastalığının nüks ettiği gerçeğini Cengiz Çelebi eşi bilsin istememişti. Eşi hamileydi, hastalığı vardı yeni bir üzüntü yaşamasın diye çabalamış, o çaba iki arkadaşının ölüm haberini almasıyla bitmişti.

Şimdi ise çok sevdiği Babil'lerden olma Lila'nın haberini almıştı. Sersem şekilde ayağa kalktı. Mahsun olmasa belki düşüp bayılacaktı. O anda ikizleri bıraktı ve arkadaşı onu yoğun bakıma götürsün diye sıkıca tutundu.

Sahra zemin kattan hastanenin en üst katına sadece dakikalar içinde çıktı. Yoğun bakım ünitesi için özel kıyafetleri üstüne giydi. O sıralarda Mahsun bir saniye olsun kendini yanından ayırmadı.

Lila solunum yetmezliğinden yoğun bakım tedavisine alınmıştı. Oysa durumu günden güne iyiye gidiyordu, Sahra'nın aklında da böyle kalmıştı. Lila'nın o gün Sahra bayılırken onu gördüğünü hatırlamıyordu. Karnında bebeğiyle ablası hastalanınca kendisi de üzüntü içinde kalmıştı. Öyle üzülmüştü ki iyiye giden hastalığı tekrar ortaya çıkmıştı.

Sahra'nın ayakları ufak ufak gitti Lila'sına. Dudaklarını kapatan maske düşen her gözyaşını boynuna gizledi. Kalbi acıyordu. İki ölümden sonra bir hastalığı taşıyacak güç kuvvet için yalnızca dua ediyordu. Belki dua yardım eder, eğer dua olmasa insanoğlu göğsündeki kaygıları başka nasıl ehlileştirebilirdi?

Bu güce, bu kuvvette sığındı ama Lila'nın yanına giremeden geri döndü.

"Yapamam," dedi Mahsun'a doğru. "Onu tekrar yoğun bakımda göremem..." Kelimeler çaresizce dudaklarından çıktı.

Lila'nın tedavisi uzun sürmüştü. O vakitlerde de Sahra'nın eli hep onunlaydı. İyileşti sandı. Durumu daha iyi sandı. Sandığı sürede kendi de iyileşti ama şimdi çaresizlik onu dört taraftan sıkıştırmıştı.

Lila korktuğu yere geri dönmüştü. Tıpkı Sahra ablası gibi.

Mahsun gidemeyeceğini anladığında daha fazla zorlamadan onu bulunduğu yerden geriye çekti. Sıkıca sarıldı arkadaşına. Ben buradayım, kötü şeyler yaşasan da bugün seninleyim der gibiydi her sarılışı. Üç ay yoktu ama geldiğinde kaldığı yerden devam etmesi gerektiği bilincindeydi. Belki böyle karşılanmıyı beklemiyordu, bunca yasın içinde kıvranacağını tahmin etmemişti, sadece şükür diyordu. Râb'den gelsin, ne gelirse. Yasta yara da yalnızca ondan gelsin.

Gram şikayet etmedi Mahsun Semercioğlu. Dili zaten şikayete dönen biri olamazdı.

"Kendini toparla Sahra, bebeğini düşün." Mahsun unuttuğu şeyi hatırlattı. Sahra haklı olduğunu bildiğinden yalnızca kafasını salmakla yetindi.

Boş bir alan geçip oturmak istedi Sahra. Üst üste gelen kötü haberleri sindirmeye çalıştı ama koridorda ayak sesleri bırakan kadın ona izin vermedi. Kuğu Babil, Lila'yı ziyarete geldiği katta Sahra'nın yüzünü gördü. Kuğu, Cengiz'in yakın arkadaşıydı, birlikte büyüdüğüydü ama Sahra onun için hiç kimseydi.

Ağabeyleri hâlâ sağken Sahra'nın nefretini biliyordu. O zamanlar gülüp geçerdi ama şimdi ikisinin ölmüş olması Kuğu'nun kalbine nefreti eklemişti. Zaten ölümün sorumlusu Cengiz Çelebi'ydi Kuğu'nun gözünde, bu yüzden de tehlikenin gerçek adı Kuğu'ydu.

Uykusuz gözleri, şişmiş göz çevresi onu yorgun gösterdi. Adımları sağlam olsa da omuzları artık çöküktü. Yas, geride kalanların ömrünü çürüten betbah bir ıstırap olmuştu. İkili göz göze geldi. Yaraları aynıydı ama acıları değil. Kuğu en yaralı olandı Sahra'ya göre, öfkesi kin güden tarafı da bu yüzden fazlaydı.

"Ölüm haberi almak nasıl hissettiriyor Talu?" diye sordu Kuğu, Sahra'yı burada görmeyi beklemiyordu ama gördüğü üzere boş dönmekte istemiyordu. "İnsanın nefesi bile diken oluyor, batıyor değil mi?" Ona eşlik eden adamlara omuzlarından indirdiği ceketi verdi.

Sahra ölen arkadaşlarından bahsettiğini geç idrak etti. Kalbi olduğundan şüphelendi. Lila için mi geldi, yoksa benim için mi diye düşündü zira planlı bir gelişse Kuğu'nun boğazına çökmeden durmazdı.

"Babil soyunun yol bilmezi!" diye hiddetle ayağa kalktı. "Lafını seç konuş!"

Dişlerini sıka sıka yakınlaştı Kuğu'ya. Mahsun bir eliyle siper olmuş, Kuğu'nun had bilmez tavrına karşı duruyordu. Sahra'nın düşünmeden hareket ettiğini, sonuçların pişmanlık olacağını bildiğinden kendini geride tutmadı.

"Ben kendi yasımdan başka yasla ilgilenmem. Nefret kusuyordun ağabeylerime, ne oldu?" diye sordu. "En sevdiğin iki arkadaşın derede boğuldu. Nasıl oluyormuş Talu! Ölüm haberi almak nasıl oluyormuş!" dedi, akla hayale sığmayan bir nefret baş gösterdi, oysa arkadaşının eşine böyle yaklaşacak biri değildi.

Sahra duydukları karşısında ne tepki vereceğini bilemedi. Belki başka bir gün olsa Kuğu'yu her lafı için pişman edecekken bugün dudakları birbirinden ayrılmayacak kadar yorgundu. İnsanın acısı varken dudakları bile yorgunmuş meğer, bu yaşında anladı.

Hâlâ kurmamış gözyaşları arasında yalnızca Mahsun'un göğsüne sindi.

Sahra kulaklarını kapatsa da Kuğu susmadı.

"Lila bile senin yüzünden yoğun bakıma alındı. Anlamıyorum Talu, hangi yüzle buradasın?" Belki iplerin kopmasına bu konuşmayla vesile olmuştu Kuğu.

Bu kez Mahsun, Sahra'ya bırakmadı. Araya girmekle yetinmedi Kuğu'nun tam karşısına dikildi. Uzun boyu, iri cüsessi düşmanı korkuturken Kuğu'yu bir düşman gibi görmekten çekinmedi.

"Sen kimsin?" dedi Mahsun, hiç olmadığı kadar öfkelenmişti. "Babil soyundansın değil mi," gözü kimseyi görmedi. "Konuşmak ne haddine! Vicdansız."

Sesini yükseltmedi ama gözü dönmüş kadar öfkeyi bağrında ağırladı. Kardeşi dediği kadına yaklaşımı hoşuna gitmemişti, doğrusu Mahsun bu yaklaşımı başkasında da görse sessiz kalmazdı. Şimdi yaptığı gibi.

Kuğu onun dudaklarından çıkan vicdansız kelimesine takılmadı. Aksine öfke taşıyan yeşil gözlerine takılı kaldı. Başı döndü, göz kapakları güçsüzce düştü ama toparladı hızla. Aralarında kalan kısa mesafe günlerdir göğsünü yakan yasa su serpmişti sanki. Parmak uçları titrerken tüm vücudu yenilmiş gibiydi. Belki Sahra'ya daha çok kötü söz söyleyecekti, canını daha yakmak isteyecekti ancak Mahsun'un siper olmuş gövdesi onu devirdi.

Kuğu ilk defa böyle hissetmiyordu. Mahsun'u da ilk kez görmüyordu, sadece bu kadar kısa mesafede yakınında olması tuhaf gelmişti.

Hayran olduğu o adam, şimdi dibindeydi.

Tüm kötü sözleri dağıldı aklından. Beyaz teni kırmızıya döndü. Gözleri onu ele verecek diye telaşlandı hatta.

"Muhatabım sen değilsin," diye bildi Kuğu, toparlamaya çalıştığı aklıyla. "Geride dur." Mahsun geride dur demesine inatla burun buruna geldi.

"Durmuyorum," dedi nefreti nefesinden aktı. "Sen önce haddini bileceksin, başkasının acısından vurmak alçaklıktır. Kerim Babil öğretememiş belli." dediğinde Sahra'ya olan sevgisini gizlemedi.

Birlikte büyüdüğüydü Sahra, bir kız kardeşi olsa da ikincisini Sahra diye kabul eden adamdı. Babil kanından olan kadına ne sabrı olurdu, ne tahammülü.

"Dağ başından gelen adamsın sen," deyi verdi. Sonra hemen pişman oldu ama geç kalmıştı. "Haddi senden mi öğreneceğim?" diye alayla konuşunca Mahsun gözlerinin etrafındaki damarları saydıracak kadar dibindeydi. Kuğu'nun yanındaki adamlar ona yürümeye çalıştı lakin onun tek el hareketi hepsini durdurdu.

Kalbini hızlandıran adama böyle konuşması kalbini acıtmıştı.

"Aptallık bende," diyen Mahsun, kafasını hayal kırıklığıyla salladı. "Babiller insan mı amına koyayım, değiller. İnsan değiller." Acı bir tebessüm vardı yüzünde. "Kalleşsiniz, var ya kalleşin tekisiniz. Ve kalleşçe ölmeye mahkumsunuz."

Mahsun'un Babil nefreti Doğu'dan fazlaydı. Karşısına bir Babil çıkması o nefreti ortaya çıkarmıştı. Pişmanlıkla kıvranan Kuğu duygularını ustalıkla gizledi. Ona sarf edilen cümlelerden sonra Sahra'ya bulaşma derdine bile girmedi. Zaten Sahra'nın per perişan haline kim dokunsa vicdanı zedeleyecek noktadayı.

Sahra, Mahsun'u biraz geriye çekti. Mahsun sarılmaya ihtiyacı olan, gözü yaşlı arkadaşını bağrına basmaktan çekinmedi. Arkasında kalan bir Babil'i de pek umursamadı. Kuğu ayakta dikilmiş, üzüntüsünü, heyecanını, en çok yasını gizlerken hastaneden kaçmak istedi. Hiç bakmadan, koşa koşa.

Düşünmeden konuşması heyecanla baktığı adamın gözlerinde kirli bir iz bırakmıştı.

Dişlerini sıktı Kuğu, yumruk yaptığı elini göğsüne indirmek istedi ama cesaret edemedi.

Mahsun arkadaşını yoğun bakımından götürme telaşına koyuldu. "Lila'yı akşam görürüz, olur mu Deli Düvel?" dedi, oldukça cana yakın bir samimiyetle. "Dışarıda biraz hava alalım." Kolları arasına aldığı Sahra'yı artık bırakmadı.

Babillerden olma Kuğu'yu da düşünmedi. Kuğu tir tir titrse de Mahsun onu görmedi.
Hoş, bugüne dek hiç görmemişti. Kuğu ona karşılıksız sevgiler içinde büyütürken Mahsun daim yüzünü ondan çevirmişti. Bundan ötürü o sevgiyi hiç görmemişti.

•••

Babil Konağı.

12.21

Cengiz Çelebi hiç olmadığı kadar gergindi bu sefer. İki elini önünde birleştirmiş can kulağıyla Seyrani efendiyi dinlerken Babil kardeşlere silahı satan adamın Doğu'ya getirilmesi üzerine aldığı haber canını olduğundan daha fazla sıkmıştı.

Eşini düşünüyordu. Annesi fark ettirmeden onu izlerken o duygularını gizleyecek kadar usta olmadığını hatırlıyordu. Kerim Babil'in bir eli dizindeyken hangi acıya yetişeceğini şaşırmıştı. Kerim de iki kardeş kaybetti, Sahra da. İkisinin de yası derin, yarası ağır. Nerede duracağım diyordu kendine, kimden hesap soracağım? Hadi Kasım ve Serkan kardeşlerin hesabını sorarım diyordu da Defne ve Zelal ne olacak diyordu. Gözlerini yumuyordu Cengiz, içi rahat etmiyordu. Oturduğu yer ateş olmuş bedenini yakıyordu.

"Gençlerinizi tembihleyin Kerim Ağa, şayet kan döküldü diye arkasından başka kanlar dökülmesin. Yoksa bugüne dek yapılan çabalar boşa gider." dedi Seyrani efendi, telaş onunda kalbini sarmıştı. "Yanlışa sürüklenmeleri onların zararınadır bilirsin," demeyi ihmal etmedi.

Konağa gelirken kapıda gençleri görmüştü. Biraz sohbet etme fırsatı bulduğundan deli kanların nasıl aktığını, nasıl intikam istediğini biliyordu. Hepsinin ağzından ezbere, eski kafalı sözler çıkıyordu. Gençler çabuk hata yapardı, düşünmeden iş yapar, sonuçları can yakardı. Uyardı Seyrani efendi, Cengiz'e bırakmadan bizzat kendi tembihledi.

"Benim koyduğum taşı yerinden oynatmak onların haddine değildir." Kerim'in bakışları soyadından olma gençlere kaydı. "İçiniz rahat olsun, kimse yanlışa düşmeyecek. Düşseler de gidecekleri yeri biliyorlar." İki oğlunu kaybetmişti Kerim, onu tanıyan bu sakinliğine şaşırmadı ama tanımayanların aklına türlü türlü senaryolar girdi. Berivan hayra alamet değildir diyordu, zira o iki oğlunu gömerken böyle sakin olmamıştı. Hatta katili bilmelerine rağmen sakin kalmamıştı. Kerim ise katili bilmeden sakindi.

Herkes şerre yordu bu sakinliği. Korku kalplerine usulca yayıldı. Oysa Cengiz hem Kerim'e hem kendine güveniyordu. Katili bulduğunda bugüne dek verilmemiş en büyük cezayı vereceğinden şüphe yoktu. Onu Doğu topraklarında döktüğü her kanın karşılığında insan yüzüne, gökyüzüne muhtaç edecekti. Hasret bırakacaktı. Yalnızca tetiğe basan eller değil, kurşunun satın alındığı parayı sayan eller bile cezasını çekecekti. Ve o kurşunu kim sıktıysa bunu bilerek yapmıştı. Kerim'in rahatlığı bundandı aslında. Rabb zalimliği görmezden gelmezdi. Oğulları zalimdi. Öldüler. Onları öldüren de artık zalimdi Kerim'in gözünde, zalimin cezası bugün ya da yarın kesilecekti. Biliyordu.

Dokuz yıldır cezalar; taciz, tecavüz, hırsızlık, organize suçlar, terörizm, zehir tacirliği yapan kimler varsa gökyüzünden hasret, yeraltında yapılan hapishanede cezalarını çekerlerdi. Sürgün olur, nereye götürüldüklerini kendileri bile bilmezdi. Her suçtan belki iki, belki üç kişi yeraltında tutuluyordu çünkü bu suç herkesi durdurmuştu. Korku derdi Âlim Seyrani, şeytan olmaya razı olanı bile tövbeye zorlar.

Cengiz Çelebi dokuz yıl önce yalnızca tek bir kişiyi cinayetten tutuklamış, yeryüzünden alacağı nefese muhtaç bırakmıştı. İki kardeşini öldüren eller şimdi yerin altındaydı. Mayısın sonlarına doğru duyulan haberle bir kişi daha o gökyüzünün renginden mahrum bırakılacaktı.

Cengiz'in ağabeyi yerine koyduğu adam henüz on sekizine yeni basmış iki kardeşini öldürmüştü. Paşa ve Rüzgar evlerine dost gibi giren, aileden sayılan adam tarafından sabah ezanından bıçakla öldürülmüş, cenazeleri yedi gün boyunca bulunamamıştı. Cengiz ne zaman gözlerini kapatsa o güne gidiyordu, kendi elleriyle toprağa verdiği yüzleri hatırlıyordu. Bir gram kin beslemeden Çelebice yönetimini o gün Âlim Seyrani Efendi yardımıyla kurmuştu.

Doğu'da son cinayet ölümlerin adıydı Paşa ve Rüzgar. Ondan sonra kimse kimseyi öldürme cesaretine sarılmadı. Herkes kendi içindeki katili susturdu, hayat söndüren düzene boyun eğmişti. Ta ki Babil kardeşler katiledimeyene dek.

"Nasıl bir yol çizeceksin Cengiz Ağa," diye kafasındaki tüm düşünceleri sesiyle dağıtan Berivan kış gününü andıran tonlamasıyla aralardan bir rüzgar gibi geçti. "Doğu Anadolu tekrar dokuz yıl önceki haline döndü. Taziye evindeyiz sırası değil elbet ama insanlar zincirleri kırarsa ne olur?"

Annesi onu adeta köşeye sıkıştırdı. Çünkü kendisi bu işin çözümü yok diye düşünüyordu.

"Katil meydanda dolaştığında isyan çıksın. Çıkması mümkünse tabi." dedi kendinden oldukça emindi ama Cengiz zihninde dönen vesveselerin önüne geçemiyordu.

Şeytan değil, şeytan suratlı yüzler,
Vesvese veren onlar,
Cennetten kovulmuş, ateşten yaratılmış şeytanın zihnime bir zararı yok.
Elbiselere bürünen zalimler idi suçlular.

Bu gerçeği kendine hatırlattığı gibi göğsü biraz hafifledi. Ya da annesinin gözlerin vardı karşısında bilemedi.

Tuğrul toplanmış insanlığın içinde saygı nedir pek umursamadan Cengiz'in yanına vardı. Cengiz onu geç fark etti ama bunu saygısızlık gördüğünden kaşlarını çatamadan edemedi.

Tam onu uyaracakken Tuğrul kulağına doğru eğildi. "Temur Efendi'nin kızları defnedilecek Cengiz Ağa, orada bulunmanız icab eder."

Unutmamıştı elbet. Sadece bu kadar çabuk olacağını düşünemedi.

Bir anlığına duruldu Cengiz. Ölüleri yıkayan elleri hatırladı. Doğu'nun tanınan isimleri arasında gizliliğe mahal vermedi. Tuğrul biraz geriye çekildiğinde, "Sahra?" diye sordu yalnızca.

Tuğrul dudaklarını bükerek gözlerini evet anlamında yumdu. Bu Tuğrul içinde zordu. Sahra için düşünemedi.

Sahra'nın işi her ne kadar otopsi yardımcılığı olsa da ne zaman yakınlarda rahmetli olan kadınları yıkamakla görevliydi. Bu işi yapacak insan vardı elbet ama Sahra gocunmuyordu. Korkmuyordu. Hatta çoğu kişi ölmeden evvel beni Sahra'nın elleri yıkasın derdi. Bundan ötürü ölümün olduğu her yerde onun adı olurdu.

Cengiz alışmıştı ama bugün tüm günlerden farklıydı. İki arkadaşını kendi elleriyle yıkayacak olması... Dayanamaz dedi Cengiz, bu sefer dayanamaz. Hiddetle yerinden kalktı.

"İzninle Kerim Ağa," dedi önce, ceketini alan gence işaret verdi. "Temur Efendi'nin yanında bulunmamız gerek." dediğinde annesiyle vedalaşmak için geldi ama Berivan izin vermedi.

"Ne olmuş Temur'a?" diye sordu Berivan.

Cengiz üzüntüyle gözlerini yumdu. "İki kızı nehrin akıntısına kapılmış. Zelal ve Defne," der demez Berivan'ın yüzü buz kesti.

Annesi elini göğsüne götürdü. "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun." dedi. "Şüphesiz ölüm her canlının hakkıdır. O'ndan geldik, yine O'na döneceğiz. Şükürler olsun." Üzüldü elbet, üzüldü de hak yolundan şaşmadı. "Rabb ailesine sabır versin." dediğinde o da ceketini istedi. "Bizde gelelim," masanın etrafındaki yüzleri süzdü. "Değil mi Ağalar?" diye baskın şekilde konuşunca kimse hayır diyemedi.

Masadan kalkan bedenler Kerim Ağa'yı geride bıraktı. Hepsinin adımları neredeyse aynıydı. Yalnızca Âlim Seyrani efendi birkaç santimle önde yürüyor, onlara eşlik ediyordu.

Temur'un evine giden adımlardan kopan Cengiz, Tuğrul'u yamacına doğru çekti. "Hâlâ hastanede mi?" diye sordu, Tuğrul kaşlarını çatmış kimi sorduğunu düşünüyordu. "Sahra diyorum Tuğrul, hâlâ hastanede mi? Kızları orada mı yıkayacaklar?"

Tuğrul yanlış anladığı soru üzerine hızla yüzünü toparladı. "Orada yıkayacaklar evet." dedi aceleyle. "Merhumlara azap vermeden hastaneden çıkışla defnedecekler." Cengiz duydukları karşısında tepkisiz kaldı. Buna kim, nasıl karar verdi diye düşündü kendi içinde. Temur efendinin nasıl bir adam olduğu geldi gözlerinin önüne, çok beklemedi.

Önünde yürüyen annesine değil de Seyrani efendiye seslendi. "Siz Temur Efendi'nin evine gidin. Cenaze hâlâ hastanede, orada bulunmam en doğrusu." der demez Seyrani Efendi elini göğsüne koyarak karşılık verdi.

"Elbet oğlum, haktır."

Cevap üzerine daha da aynı yoldan gitmedi Cengiz. Sağına aldığı Tuğrul ile hastanenin yolunu tuttu.

Adımları öyle güçlü, öyle telaşlı ve hızlıydı ki Tuğrul arkasından koşmak durumunda kalıyordu. Ağa bildiğine sorması gereken onca şey vardı ama asla istediği gibi yetişemedi. Hoş, Cengiz'in aklı şimdi soru cevaplayacak kadar sağlam değildi. Sahra diyordu, dudaklarından onun ismi çıkıyor, yol bitene kadar adını sayıklıyordu.

Güçlü diye biliyordu eşini, bundan ötürü yalnız başına bırakmıştı. O ki tüm Doğu halkının bir araya gelse devirmeyeceği Talu ferdiydi. En yakın arkadaşlarını kaybetmeye de dayanır diyordu. Yol bitme noktasına geldikçe ne denli yanlış düşündüğünü öğrendi.

Nasıl dayansın dedi kendi kendine. Tuğrul hiç bozuntuya vermedi. İnsanın en yakını ölse, dayanır mı? dediğinde bu sefer göz ucuyla Tuğrul'a baktı. "Söylesene koçum, senin en yakınların ölse, dayanır mısın?" Tuğrul sorunun kendinse isabet ettiğini bilmiyordu. Şaşırdı.

"Mümkün değil Ağam," dedi, "Ölüm haberi her vakitte acıyken, yakına sancılıdır."

Tuğrul'un sözüyle sanki Cengiz'in başına ağır bir taş düştü. Geldiği hastanenin girişinde çok da olmayan insanların içinden sıyrıldı.

Ölüm haberi acıdır,
Yakına ise sancılı.

Yanıt vermedi ama aynı lafları zihninin içinde defalarca döndürdü.

Ne zamanki feryat eden bir kadının sesini işitti, o an tüm sözcükleri dağıldı.

İşittiği ses Sahra'nın sesinden başkasına ait değildi. Acılı bir feryattı kulağına çalınan. Kemiklerini sızlatan ağıt yolunu çizdi. Kimseye sormadan, yalnızca sese koştu Cengiz.

Cenaze nakil aracı acil kapısında iki tabutu yüklerken biri dizlerinin üstüne çökmüş, gözyaşları arasında el uzatıyordu. O biri Sahra Talu'ydu.
Ağıtla, acıyla, göğsüne vura vura engel olmak istiyordu. Ölümü kabul etmeyen sancılı yanı kendinin de öleceğini unutmuş haldeydi.

Baştan aşağı titreyen bedenine Mahsun bile el atamaz hale geldi. Cengiz gözü kararmış hâlde yetişti yanına. Düştüğü yerden kaldırmak isterken Sahra'nın onu fark etmesiyle bir hayal kırıklığı kapısını çaldı. Ona doğru uzanan kolu görmezden geldi. Kendi gücüyle doğruldu. Eş dediği, evlendiği adamın gözlerine bakamadı.

Şimdi mi geliyorsun diyordu içinden. Desteğin şimdi mi...

Keder doluydu Sahra'nın içi. Uğruna annesini bile hiçe saydığı adam göğsünün daraldığı, gözünün yaşı durmadığı günde en son gelen kişi olmuştu.

Yanlış seçimlerin cinnette kapı açtığı anlarda daha fazla bulunduğu yerde durmadı. Cenaze aracı hareket etmeye başlamışken Sahra sarsak birkaç adım attı. Neyse ki kuzeni Yavuz, yine olduğu gibi tüm kargaşanın arasından sıyrıldı geldi. Arabasını hemen önünde durdurunca Sahra arkasına bakma gereği duymadı. Öyle ki Cengiz ileriye doğru bir adım dahi atamadı. Öylece gidişini izledi. Uzattığı eli havada kalmışken o eli indiren yalnızca Mahsun oldu.

"Önemli işlerin vardır... Anlarım," dedi eli Cengiz'in kolundaydı. "Ama eşin ve henüz doğmamış çocuğun ilk önceliğin olsun." Aynı Sahra gibi Mahsun'da kızgındı dostuna.

"Dünyanın yükü omuzlarında biliyorum." dediğinde dişlerini sıktı. "Yine de onları ihmal etmen kabul edilemez. İkisinden birine bir şey olsa ömür boyu vicdanını dinlersin. Yapma."

Sahra'nın ne hale düştüğünü bildiğinden öfkelenmişti Mahsun. Uzun süredir büyüdüğü topraklardan ayrı kalması, geldiğinde herkesi dağılmış bulması, kendi dertlerini de unutturmuştu.

"Sahra güçlüdür..." diye bildi Cengiz.

"Güçlü değildir demiyorum." Elini kolundan çekti. "Yanında ol diyorum, ağlasın, ağıt yaksın ama bunu senin göğsünde yapsın. Bu kadın yasında sana yaslanmayacaksa, ne zaman yaslanacak?" Daha çok konuşurdu, daha fazla fırça dizerdi ama vakti kısıtlıydı. "Evlilik sizin neyinize," derken öfkesinin önüne geçemedi.

"Haklısın Mahsun, ne desen haklısın ama çizgini aşma." dedi, yoksa biliyordu kardeşi dediğinin kalbini kırardı. "Gönül kıranın yolu yıkılır. Yolum yıkılmasın." diye kardeşinin omuzlarına dostane şekilde dokundu.

Önünden geçmeye çalışan ve vefat eden kardeşlerin yakını diye bildiği bir aracı eliyle durdurdu. Başka bir şey konuşmadı Cengiz, karısı nereye gidiyorsa aynı yoldan gitme telaşına koyuldu.

Birlikte geldiği Tuğrul'u da görmezden geldi. Mahsun ise artık ona gerek kalmadığını anlar derecede bulunduğu yerden ayrıldı.

Ağrı mezarlığı.

İki kızının toprağa verildiğini gören Temur efendi güç bela ayakta durmayı başarıyordu. Aynı acının kollarında geçen Berivan ise dost bir şekilde omuzlarına dokunuyor, buradayım demek istiyordu. Çok uzun süre değildi, dokuz yıl önceydi, Berivan Alkas iki oğlunu kendi elleriyle gömmüştü. O yasın ardından yaşamıştı. Hayata devam etmişti, bu yüzden herkes yaşar herkes devam eder sanıyordu.

Sahra Talu'nun bir köşede feryadı Temur'un tüm dayanma gücünü de elinden alıyordu. Cengiz bir dizinin üstüne çökmüş onu sakinleştirmek isterken Sahra ona dokunanın Cengiz olduğunu bile bilmeyecek haldeydi.

Seyrani Efendi ağıtların ortasında Fatiha'yı üç kez tekrar etme durumunda kaldı. İnsanlar ağladıkça, Sahra kıvrandıkça Seyrani Efendi ne okuması gerektiğini karıştırıyordu. Ne zaman ki Cengiz Sahra'yı göğsüne çekip sakinleştirdi Seyrani Efendi o an duasını tamamladı.

Mezarlıkta ayak basılacak yer bırakmayan insanlar Temur'a tek tek başsağlığı diledi. Sadece günler öncesiydi aynı yerde Kerim Babil'e başsağlığı dileyen Temur, bugün kızlarının başsağlığını alıyordu.

Başın sağolsun diyenlerin sesinde, iki canım gitti diyordu Temur. Gözyaşlarını gizlemiyordu. Annesiz büyüyen evlatları şimdi annesinin yanında uyuyordu. Yapayalnız kaldığını hissetti Temur, dünya yerinde öyle yalnız hissetti ki şimdi ölse ölümün yokluğunu içinde hissetmezdi.

Diyadin köyünde Muhtar Asım, Temur'un elini sıkarken, "Başın sağolsun kardeşim," dedi gözü etrafı saran kalabalığa kaydı. "Doğu'da selalar bir kez okunmaya başlayınca ardı arkası gelmez." diye cehaletin toprağında büyüdüğünü hızla belli etti. "Allah bizlere sabır versin. Daha geçen iki kardeş öldürdüler failleri bulunmadı. Bugün ise iki gencecik kız intihar etti." der demez Temur elini sıkan adama baka kaldı.

"Muhtar!" dedi tok bir sesle. "Ağzından çıkanı kulağın işitir mi?"

Asım, Temur'un yüzüne acır gibi baktı. "Ne yeri ne zamanı... Haklısın."

Temur sözde başsağlığı dileyen adamın elini bıraktığı gibi yakasına yapışmayı ihmal etmedi. Tüm olanlardan haberdar ikiliyi dinleyen Cengiz, Temur'un öfkesiyle araya girdi.

"Temur Efendi, bırak!" diyordu zor bela, ancak öfke ve acıyı kalbinde hisseden babayı durdurmak sandığı kadar kolay olmadı. "Mezarlıkta yaptığınız iş midir, Allah'tan utanın!" İkisini ayırmadığından araya Albay ve Emniyet müdürü girdi.

Öfkeden küfürler saçan Temur uzaklaştırıldı ancak Asım bu sefer de Cengiz'in elleri arasına düştü.

"Daha toprağı soğumamış canlara iftira atmaya utanmaz mısın sen Muhtar!" Tuttuğu iki yakasından çekiştirdi. "Bu cüreti sana kim verdi?"

Pişkin pişkin güldü muhtar, mezarlığa ortalığı karıştırmak için geldiğini açıkça belli etti. "Yalansa yalan de Cengiz Ağa, kardeşler öldü katil ortada yok... Kızlar sözde akıntıya kapıldı, hangi akıntı, koca kızları hangi akıntı boğacak! Akıl alır gibi değil." Cengiz yumruk yaptığı elini yüzüne indirmemek için büyük mücadele verdi. "Halkından ne saklıyorsun Ağa, senin bildiğin halkın bilmediği ne var, söyle. Acılı iki babaya da gerçekleri söyle!"

Cengiz'e ölenlerin babası bile hesap sormazken, şehrin huzurundan bıkan üç beş yüzü olmayanlar sormayı kendine hak görmüştü.

Yangın bir kıvılcımla yükselirdi ve o kıvılcımı daim içinde huzursuzluk büyüten adamlar çıkarırdı. Tıpkı bunu doğrulayan muhtar gibi.

Sükunetle bekleyen Cengiz gözlerini yumdu. Adli tıp uzmanları boğulduklarını resmen açıklamışken, Sahra bile işin doğrusunu bilmişken muhtarın kibir dolu iftirası mezarın uzağında ağlayan Sahra'yı çığrından çıkarmaya yetmişti.

"Nasıl bir bozguncusun bilmem beni de ilgilendirmez ama iki kardeşe iftirayla uzanan dilini kesmeden başsağlığını dile ve defolup gözüme görünme." Özenle seçtiği her kelimede Cengiz zehir akıttı.

"Ne oldu Cengiz Ağa, haklıyım değil mi? İntihar ettiler işte. Senin yönettiğin düzende insanlar da canına kıyar... Gördün mü, hem de kızlar!"

Temur bağırıyor, mezarlıkta olduğuna aldanmadan en sonda küfürleri ağzından savuruyor. Yakınları Asım'ın yakasına yapışmak için saldırmak isterken araya yine başka ailelerin ferdi giriyor.

Cengiz, "Tuğrul!" diyor. "Şu adamı uzaklaştır, birazdan geliyorum."

Tuğrul hemen arkasından beliriyor. Ortalığı kavga sarmasından endişeleniyor, yaka paça götürmeye çalıyor ancak kalabalığın içinden sıyrılan biri ona engel oluyor.

Sahra. Sahra Talu, Tuğrul'un elinde tuttuğu adama önce bir tekme savurdu. Diz kapağına gelen tekmeyle inleyen adama karşı içi henüz soğumadan suratına tükürdü. Uzamış tırnakları havaya kalktığı gibi Asım'ın suratına inmeden durmadı. Sol şakağından sağ dudak üstüne dek dört tırnak izliyle çizilen yüzü önce kızardı, sonra kanamaya başladı.

"Aşağılık köpek!" diye bağırdı, Cengiz geç yetişti. "Seni parçalara ayırır on bir ile ayrı ayrı gömerim!" dediğinde Cengiz onu tutmuş Asım'a tekrar saldırmasını engellemişti.

"Ne biçim konuşuyorsun Sahra," diye uyardı. Onu öyle sarmıştı ki kıpırdamasına dahi izin vermemişti. "Kendine gel."

Kan çanağına dönen gözleri, dağılmış kahkülleri, kurudukça çatlayan dudakları, bağırdıkça canını yakan boğazı, tırnaklarına tutunmuş kanla debelendikçe Cengiz Çelebi ter içinde kaldı. Cüsseli de olsa acılı birini sakinleştirmek sandığı kadar kolay olmamıştı.

Sahra, Asım'a doğru hamle yapmak için direnmeye devam etti ama farkında olmadan insanları birbirine düşürmüştü.

İnsanlık böyledir çünkü, cesaretleri yoktur. Ta ki gözünü karartan biri insanlığı hiçe sayıp zalimin yakasına yapışana dek... Cengiz Çelebi kendine hakim olmuştu ancak karısı onun kadar sabırlı olamadı. Mezarlıktan çığlıklar yükseldi. Hâlâ Temur Efendi'nin öfkeli sesleri duyuluyordu.

Bir gün Babil ailesi, bir gün Selim ailesinin çığlıkları mezarlıkta duyulmuştu. Kerim Babil iki erkek evladın acısıyla sağa sola kıvranırken Temur Selim'de iki kız evladın yasıyla.

Sahra Talu, Babillerin ölümüne az kalsın şükrederken bugün kendi canından bildiklerinin toprağına çökmüştü.

Hâlâ farkında değildi. Elbet farkına varacağı vakitler gelecekti.

Tuğrul, Asım'ı uzaklaştırdı. Âlim Seyrani efendi kalabalığın arasına girdi. Ona hürmet edenleri böyle durdurma derdine girdi. Albay güvenlik için mezarlığın uzağında tuttuğu tüm jandarma ekiplerine haber etti. Sadece dakikalar içerisinde mezarlık savaşın yurduna döndü.

Berivan Alkas ise hiçbir şey dokunmadan sadece gelinin yanına diz çöktü. Yüzüne düşen saçları güzelce topladı. Gözyaşlarını eliyle sildi.

"Yapma Sahra, toparla kendini Allah için. Bugün ağladığın ölüm, yarın hepimizin evine misafir." dedi, içi yana yana teselli ederken faydasız olduğunu biliyordu.

"Sahra," dedi bu sefer de Cengiz. "Yalvarırım, yalvarırım kendine gel bu sen değilsin." dediğinde ona dokunan elleri ittirdi.

Gözüne gelen saçlara aldırmadan iki dizinin üstüne çökmüş Cengiz'e bakıyordu. "Beni sevmediğin gözlerinden belli Cengiz Çelebi." dedi, yeşil gözlerine toplanan zehri kusmaya hazırlandı. "Ne demeye yalvarıyorsun karşımda. Aciz misin, ne demeye evlendin benimle, söylesene..." Hayal kırıklığıyla başını salladı. "Bugün sana yaslanamadım. Belki hep yaslandım sandım, belki hayaldi, belki hiçti."

Düştüğü topraktan kalkmaya yeltendi de gücü yetmedi. Cengiz işittikleri arasında buz kesti. Öyle ki arkasında kalan kalabalığı duyamadı.

Ne saçmalıyorsun diyecekti diyemedi.

Gerçek düşünceleri mi diye düşündü. Yoksa yasının acısını benden mi çıkarıyor. Bilemedi. Bilemediği yerde dünya üstüne yük oldu bindi.

"Kendinde değilsin Sahra, bu sen hiç değilsin. Yapma kızım, yapma." Doğru kelimeleri aradı Berivan, şaşkınlık içinde tüm cümleyi birbirine kattı. "Göğsündeki derdi biliyorum ama bir başkasına-"

"Bir başkası," diye böldü Berivan'ın lafını. "Cengiz de bir başkası, oğlun da bir başkası. Bana eş değil." derken içi bile sızlamadı.

Oysa,
Cengiz'in içi sızladı.
Varını yoğunu, bugününü yarınını kurban edeceği eşi, gözlerine paha biçemediği Sahra'sı ona eş değil derken sırtına paslı hançeri yaslandı.

İşittiği her söze karşılık elini atmaya çekinmedi. Sahra'yı düştüğü yerden kaldırmadan yalnızca göğsüne bastırdı. Nereyi acıttıysa Sahra'yı oraya yakınlaştırdı. Kızmadı. Kızamadı. Haklı olduğunu bildi, şayet haklı olmasa bile sesini çıkarmazdı.

"Özür dilerim," dedi. "Sana böyle düşündürdüğüm için."

"Yanlış düşünmüyorum," dedi, başını göğsüne yaslamaktan çekinmedi. "Benimle ne için evlendiğini biliyorum... Bircan Talu haklıymış." Gözlerini kapattı, gücü kalmamıştı. "Yine de beni sev isterdim. Belki yaslanacak bir yerim bir evim olurdu. Böylesine omuzlarımdan yoksun sağa sola savurlamazdım."

Nasıl düşündü böyle sevilmediğini,
Aklı almadı.

Göğsüne yaslanan bir kadın değil,
Denizdi sanki.
Boğuldu.

Yapması gerekenleri, sırtına yüklenen yükleri, hepsini bir kenara koydu bu sefer Cengiz. Yanağını Sahra'nın saçlarına doğru yatırdı. Onu boğan, göğsüne dert bindirene kin beslemeden yasına ortak oldu.

Bölüm : 19.08.2024 10:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...