
Başlamadan önce; bu kitap Yağmur'un Uğradığı Toprak kitabımdaki ana karakterlerin çocuğunun başrol olduğu bir kitap. Olabildiğince az spoiler vermeye çalışacağım ama önce o kitabı okursanız daha sağlıklı olabilir.
İyi okumalar, oy ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen.
---
Dersimiz boş olduğu için Gökçe ile beraber uğultudan düşüncelerimizi duyamadığımız sınıftan çıkmış, korta gidiyorduk. Zaten bir sonraki derste de antrenman olacağı için ilk önce soyunma odasına gidip üzerimizi giyinmiş ve raketlerimizi alarak bahçeye çıkmıştık.
Özel bir spor lisesinde okuduğumuz için bahçede futbol ve okçuluk sahası, tenis kortu gibi açık alan sporlarını yapmak için gerekli yerler vardı. Bunun dışında koşu pisti vesaire yerler de bulunuyordu.
Bahçenin en uzak köşesinde kalan korta girdik oynamak için. Omzumdaki çantamı tribünlerin olduğu taraftaki banka koydum.
Köşede topların durduğu sepetten bir tanesini aldım ve yerde bir iki kez sektirdim. "Sen ne tarafa geçiyorsun?"
Gökçe elindeki çantayı kenara bıraktıktan sonra bana döndü. "Senin olduğun tarafa geçeyim bu sefer, zaten sonraki set değiştiririz."
Onu onaylayıp filenin diğer tarafına geçtim. "Ben başlıyorum," dedim elimdeki topu sektirip servise hazırlanırken.
"Başla," diye seslendiğinde topu havaya fırlattım. Geri düştüğünde raketle beraber topa vurdum ve filenin diğer tarafına geçmesini sağladım.
Küçüklükten beri bu sporu yapan birisi olarak etrafımdaki çoğu kişiye karşı yenilmezdim, ama Gökçe gerçekten iyi oynuyordu ve maçlarımız her zaman çekişmeli geçerdi. Hatta çoğu oyunun avantaj sayısına kaldığı olurdu. Bu maçta da aynı durum gerçekleşmiş ve ilk oyun neredeyse yirmi dakika sürmüştü.
İlk set nihayet bittiğinde dört oyuna iki oyun olacak şekilde ben kazanmıştım. Nefes nefese halde olduğum yere çömeldim.
"Ben lavaboya gidiyorum," diye bağırdı Gökçe. Elimi kaldırıp başparmağımla 'tamam' işareti yaptım ve olduğum yerden kalktım. Teneffüs zili çalmıştı ve zaten o geldiğinde zaten antrenmana başlayacaktık.
Çantamı koyduğum banka ilerleyip oraya oturdum bu sefer. Çantamın içinden su şişemi ve telefonumu aldım. Su şişesinin yarıya yakınını içtikten sonra yanıma koydum ve telefonumla uğraşmaya başladım.
Ben otururken kortun kapısından birinin geldiğini fark etsem de aldırmadım. Büyük ihtimalle antrenman için gelenlerden biriydi.
Adım sesleri dibime kadar geldi ve en sonunda tepemde dikildi. Üzerime düşen ve güneşi engelleyerek biraz olsun serinlememi sağlayan gölgesinden bile bu kişinin antrenman için gelecek kızlardan biri olmadığını anlayabilirdim.
Kafamı kaldırıp kimin geldiğine baktım. Baktığım gibi de göz devirmem bir oldu. Gelen kişi Umut'tu. Aynı sınıfta değildik, sadece okulun düzenlediği bir iki etkinlikte rast gelmiştik ama okuldaki kızlar onu dilinden düşürmediği için onu elbette ki biliyordum.
"Ne oldu? Yolunu mu şaşırdın? Bilmiyorsan futbol sahası yan taraf."
Benim dediğimle de o göz devirmişti. "Biliyorum neresi olduğunu, seni ilk defa burada yalnız görünce yanına geleyim dedim. Hem belki oynarız, ha?"
Onun bu ukala tavrı bende gülme isteği uyandırıyordu, ki öyle de yaptım. "Sen topa ayakla vurmaktan başka temas edebiliyor musun ya?" diye sordum alayla.
"Sen daha ne kadar tanıyorsun beni de benim hakkımda bir yargıya varabiliyorsun?" Sinirlenmişti küçük beyimiz. Çatılmış kaşlarından belli oluyordu.
"Ah, okuldaki kızların dilinden düşüyor musun sanki? Okul futbol takımının kaptanı, aşırı yakışıklı, efsane futbolcunun oğlu Umut Kaya," dedim abartarak. "Hâlbuki abartılacak hiçbir şeyin yok. Babanın yarısı kadar bile olamazsın sen."
Babasını çok fazla izlemiş olmasam da kariyerinin son yıllarına şahit olmuştum. Ve adam kırk yaşında emekli olana kadar harika bir oyuncuydu. Ayrıca... Adam fazlasıyla yakışıklıydı.
Umut da babasına benzese de ben onu en başından beri 'okulun katlanılmaz popüler çocuğu' olarak gördüğümden olsa gerek, benim gözümde aynı imajı çizemiyordu.
Moralinin bozulduğunu görsem de aldırmadım. "Şimdi git, çünkü birazdan antrenman için gelecekler."
Bunu dememe rağmen Umut yerinden milim kıpırdamamıştı. "Bana karşı bu nefretin niye senin?"
"Sana ne be? İstediğimden nefret ederim."
Derin bir nefes aldı ve ellerini beline koydu. "Bana bak Gizem."
"İzem," diyerek düzelttim onu. İsmimin yanlış söylenmesinden nefret ediyordum ve o bunu yaparak beni kendisinden iyice soğutmuştu.
"İzem. Daha doğru düzgün tanışmamış olmamıza rağmen beni yargılıyorsun ve iyi olmadığımı söylüyorsun. Emin ol bu hiç hoş bir şey değil."
"Senin de şimdiye kadar başımdan gitmemiş olman hiç hoş bir şey değil."
"Bak hala aynısını yapıyorsun. Sadece bana mı bu tavrın yoksa herkese karşı mı nefret kusuyorsun?"
"Sadece sana," dedim daha fazla tepemde dikilmesine tahammül edemeyerek ayağa kalkarken. Burun buruna gelmememiz için biraz da yana kaymıştım. "Madem seni yanlış değerlendirdiğimi düşünüyorsun, o zaman yanılt beni."
Bu kolay kolay yapabileceği bir şey değildi. Çünkü ben insanlara karşı ilk izlenimlerimi kolay kolay aşamazdım. Bu özelliğin iyi olmadığını bilsem de değiştiremiyordum.
"Nasıl olacakmış o? Sen bana ısınmaya pek gönüllü gözükmüyorsun da çünkü."
"Bir iddiaya girelim," dedim ve serçe parmağımı ona doğru uzattım. "eğer yılsonuna kadar hatırı sayılır bir kulüpten teklif alırsan sen kazanmış olursun. Ama eğer alamazsan, ben kazanırım."
Spor okullarının turnuvalarından bazen büyük kulüplerin altyapısına seçilen kişiler oluyordu, hatta bizim sınıftan biri de olmuştu. Ama ben Umut'ta o ışığı görmüyordum. Bence babası sayesinde abartılan bir balondu.
"Kabul," dedi serçe parmağını benimkine kenetlerken. "Nesine?"
"Bir şeyine olmasına gerek mi var? Sen kazanırsan benim güvenimi kazanmış olacaksın, ben kazanırsam da sana bir şey yapamadığını kanıtlamış olacağım."
"Elbette ki bir ödül olmalı, iddiaya giriyoruz sonuçta."
"İyi, onu da sen bul o zaman," dedim omuz silkerek. Bir de onu bulmaya kafa mesaisi harcayamazdım.
O düşünürken ben de kolumdaki saate baktım. Gökçe neden hala gelmemişti?
Kendi içimde sorduğum soruya yine kendim cevap bulmuştum. Okulun mimarı tuvaletleri ve soyunma odalarını özellikle en kuytu köşelere yaptığı için şimdiye kadar gelmemesi kısmen normaldi. Bir de Gökçe'nin her gördüğümüz kişiyi tanıyıp selam vermesi ve bazılarıyla da ayaküstü sohbet etmesini sayarsak normaldi.
"Kaybeden kazananın istediği bir şeyi yapsın o zaman," dedi Umut en sonunda. Ona garip garip baktığımı fark edince de Sokrates'in savunmasıyla eş değer açıklamasını yapmıştı. "Ne? Aklıma başka bir şey gelmedi."
Dediğiyle göz devirdim. "Tamam, nasıl olsa ben kazanacağım."
Umut kendine güvendiğini belli eden ifadesiyle "Göreceğiz," dedi ve arkasını dönüp korttan çıktı.
Bu iddiayı ben nasıl olsa birkaç güne unutacaktım, o yüzden pek de takmamıştım şartları. Umut'un da benim gibi unutacağını düşünüyordum ki büyük ihtimalle yanılmayacaktım. Unutmasa bile kazanan ben olduğumda zaten unutmuş gibi yapacaktı.
Umut korttan çıkar çıkmaz ardından Gökçe ve iki kız daha onun peşinden gelmişti. Kızlar kendi aralarında konuşarak karşı taraftaki banka ilerlerken Gökçe de benim yanıma gelmişti. "Umut buradan mı çıktı ben mi yanlış gördüm?"
Herkesin, en yakın arkadaşımın dahi, benim nefret ettiğim çocuğa hayranlık duyması gerçekten de çekilmeyecek şeydi. "Evet, Gökçe. Ağzının suyunun akması bittiyse raketini al da başlayalım. Koç da gelir şimdi zaten."
"Ne olduğunu anlatmayacak mısın?"
"Akşam anlatırım," diye geçiştirdim.
Raketimi ve kenara koyduğum topu alıp sahaya geçerken koçumuz da korttan içeri girmişti.
♡♡♡
İlk bölümümüz bu kadardı, umarım beğenmişsinizdir.
Bölümler haftada bir veya iki gün şeklinde gelecek, sonraki bölümde görüşürüüüzzzz 🧡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |