
Bruno Mars - Locked Out Heaven
Bugün tatilimizin son günüydü, yarın öğlene doğru yola çıkacaktık. Bir hafta nasıl bir solukta geçmişti bilmiyordum ama çok eğlenmiştim. Ayrıca kendime bir şeyleri itiraf etmem de bu bir haftada olmuştu. Ama bu kabulleniş beni iyi mi yoksa kötü mü etkilemişti emin değildim. Onu her gördüğümde sıkışan kalbimin farkında olmak bana pek de iyi gelmiyordu aslında. Yine de içimde bir savaş vermeyi bırakmıştım ve bundan dolayı mutluydum.
"Sence bu nasıl oldu?" Deneme kabininden çıkmış, denediği giysiyi gösteren Gökçe'ye baktım. Bence ona ne giyse gayet yakışıyordu ama kendisi kabul etmiyordu.
"Güzel oldu aşkım." Deneme kabinlerinin önündeki yatım saatimi bitirmiştim ve bu yüzden de oldukça sıkılmıştım. "Alacak mısın?"
"Evet, ben de beğendim bunu."
"O zaman hadi çıkalım. Otele dönmemiz lazım daha." Her akşam benim yalandan söyledikleri bir şey olduğunu düşünmeme rağmen belirli bir saatte yoklama alıyorlardı.
"Bu akşam hocalar yok ki," dedi aynadan kendini süzerken. "Son geceyi değerlendirmek istemişler, başımızda da Serdar abiyi koymuşlar."
"O adam gözünün önünü göremiyor, bize mi göz kulak olacakmış?"
Gökçe de güldü dediklerime. Bahsi geçen kişi okulda ne iş yaptığını hiçbirimizin tam olarak bilmediği biriydi. Giriş kattaki nöbetçi masasında hep o oturur, gelen gideni o yazardı. Ayrıca okulun evrak işlerine de bakarken görmüştüm onu. En fazla otuz yaşında olması ve bazı kızların onu yakışıklı bulmasına rağmen gözünden çıkaramadığı kavanoz dibi gözlükleri yüzünden ona 'gözünün önünü bile göremiyor' diyorduk. Okulun çoğu gezisine gelmesindeki sebep de şimdi olduğu gibi öğretmenlerin uğraşmak istemediği zamanlarda bizimle uğraşmaktı.
"Ne güzel işte." Aynada kendini izlemeyi bırakıp bana döndü. "Hem akşam otelde parti gibi bir şey veriyorlarmış, her cuma oluyor demişti görevli."
"Gideriz o zaman, eğlenceli olur."
"Tamam. Ben üzerimi değiştirip geliyorum, sonra gideriz."
O kabine girdiğinde ben de oyalanmak için telefonumu elime aldım. Bir süre internette öylece gezindiktem sonra Gökçe elinde almaya karar verdiği şeylere beraber kabinden çıkmıştı. "Ben kadata geçiyorum, sen istersen dışarısa bekle."
"Ben hemen kapının önündeyim o zaman." Onu orada bırakıp poşetimi de alarak mağazanın çıkışına geçtim. Ben zaten alacaklarımı girdiğimiz bir önceki mağazadan almıştım, buraya da Gökçe için gelmiştik.
Çok geçmeden Gökçe geldiğinde zaten çok uzaklaşmadığımız otele döndük.
***
Otelin giriş katındaki büyük salonda yapılan partiye girdiğimizde etrafta bizim okuldan çok fazla kişiyi görmüştüm. Gözüme ilk takılan kişi ise etrafındaki kızlı erkekli grupla konuşan ve gülen Umut'tu. İtiraf edeyim, oradaki kızları kıskanmamış değildim.
"Nereye geçelim?" diye sorduğunu duydum Gökçe'nin gürültünün arasından. Etrafta çok yüksek sesli olmasa da müzik çalıyordu, üstelik insanların konuşması da uğultuya sebebiyet veriyordu.
"Şu tarafa," diyerek Umut'un olduğu tarafı gösterdim.
"Tabii git hemen sevdiceğinin yanına." İmayla kurduğu cümleye hiçbir tepki vermedim. Bunu fark ettiğinde ifadesi şoka dönüşmüştü. "Sen niye zıtlaşmadın benimle? Hoşlanıyor musun gerçekten?"
Usulca başımı salladım sorduğu soruya. Seslendirmek istemiyordum, utanıyordum çünkü.
Onların grubunun olduğu masanın hemen yanındaki masaya geçtik ve zaten göğüs hizasındaki masanın yanında dikilmeye başladık. Partiye gelmiştik gelmesine de, ne yapacağımıza dair bir fikrimiz yoktu.
Etrafta gezinip içecek servisi yapan garson gözüme ilişti. "Alkollüler midir sence?" diye sordum Gökçe'ye hitaben. Ama cevap ondan değil, arkamdan bir yerden gelmişti.
"Alkollü, hatta Ege malı sarhoş oldu olacak." Bu ses, Umut'undu. Başımı çevirip ona baktım burada ne işi olduğunu sorgularcasına. Ben sormadan cevap verdi. "Seni görünce bir selam vereyim dedim, sorunu duyunca da cevapladım. Rahatsızlık verdiysem gidebilirim."
"Hayır, rahatsızlık vermedin," diye atladım hemen. "Ben sadece birden görünce şaşırdım."
"Size katılabilir miyim o zaman?"
Masada tek olmadığım için Gökçe'ye döndüm. Bana mimikleriyle olur dediğinde ben de Umut'a döndüm tekrar. "Katılabilirsin tabii."
"Ama lütfen o arkadaşını bizden uzak tut," diye bir ekleme yaptı Gökçe. "Ayık hâli çekilmiyor, bir de sarhoşuyla uğraşmayalım şimdi."
"Neyi varmış ayık hâlinin?" diye sordu Umut ona.
"Sevmiyorum işte, illa sebep mi lazım."
Bu bilgiden benim de haberim olmadığı için sorgular bakışlarımı Gökçe'ye çevirdim. Sonra anlatıeım dercesine elini havada salladığında hâlâ aynı şekilde bakmaya devam ediyordum.
"Bence lazım," diye cevap verdi Umut. Az önce mal dese de savunuyordu arkasından.
Ortamdaki soğukluğu alan şey müziğin kesilip sahne gibi olan platformun üzerine çıkan biri oldu. Daha sonra ise projeksiyon ile duvara şarkı sözleri yansıdığında karaoke yapacağını anladım. Şarkıyı bilmiyordum ama melodisi güzel duruyordu.
Sahnedeki çocuk söylemeye başladığında ben de pür dikkat onu izliyordum. Çok fena rezil olacakmış gibi geliyordu.
"Ben gidiyorum." Umut'un sesiyle ona doğru döndüm ama o çoktan gitmişti bile. Nerey gitmişti, madem bu kadar erken gidecekti o zaman niye gelmişti en ufak bir fikrim olmasa da sadece arkasından bakakalmıştım. Yüzümün düştüğünden emindim ama umursamamaya çalışıyordum.
Yanıma gelmesi benim için çok büyük bir umut olmuşken birden gitmesi moralimi bozmuştu. Ne güzel oturuyorduk, değil mi?
Onu boş vermeye çalışıp Gökçe'ye döndüm. "Ege ne iş?"
"Ortaokulda biri vardı diye anlatmıştım ya sana, o Ege bu Ege işte."
Tüm taşlar şimdi yerine oturmuştu işte. Gökçe öncesinde ortaokulda hoşlandığı ama sürekli kendisiyle uğraşan bir çocuktan bahsetmişti. Hatta çocuğun hareketleri o kadar ileri gitmişti ki ondan nefret etmeye zorlamıştı kendini. Üstelik anlattığına göre ondan hoşlanmasına sebep olan şey de bunun tam tersi davranmasıyken olmuştu tüm bunlar. Ama Gökçe'nin anlatmadığı kısım Ege'nin Umut'un yakın arkadaşı olan Ege olduğuydu.
"E niye söylemedin şimdiye kadar?"
"Ne bileyim, şimdiye kadar bu kadar dibimizde değildi çünkü. Ben de görmezden geliyordum."
Haklıydı aslında. Benim de birden yanıma gelen ve sonrasonda yine birden giden Umut'u görmezden gelmem lazımdı.
Sahnedeki çocuk şarkıyı söyleyip inerken ben de bize doğru gelen garsondan bir bardak içki aldım. Çocuk rezil olmamıştı, Umut da yanımda değildi.
İçkiyi alıp masaya koydum ve ne olduğunu anlayabilcekmiş gibi incelemeye başladım. Ne olduğunu bilmiyordum ama rengi güzel duruyordu.
"İçecek misin gerçketen?"
"Evet, denemiş olurum hem." Daha önce hiç içmemiştim ve bu ilk olacaktı. Nasıl bir şey olduğunı merak ediyordum.
"Bence içme."
"İçeceğim. Beni engeleyemezsin."
"Engellerim." Elini elimdeki bardağa götürse de geriye doğru bir adım atıp bardağı tepeme diktim. Yarısnı içmiştim bile. Boğazımı yakar gibi olsa da tadı güzel gelmişti. Sakince bir yudum daha aldım.
"Ne hâlin varsa gör, İzem. Ben uyardım seni."
Müzik sesi değişirken sahneye başka ve tanıdık biri çıktı, Umut. Bunun için mi ayrılmıştı yanımızdan?
Şarkıyı melodisinden tanımıştım. Locked Out Heaven söyleyecekti. Şarkı zevklerimizin bu kadar benzemesi beni her seferinde şaşırtsa da sadece onu dinlemeye koyuldum. Bana bir şeyler söylemeye çalışan Gökçe'nin sesi arka planda kalmıştı artık.
Şarkıyı söylemeye başladığında resmen büyülenmiştim. Onu ilk defa şarkı söylerken duyuyordum ve buna pişman olmuştum. Sesi çok güzledi.
Şarkıyı söylerken gözleri anlık olarak bana değiyor, çok oyalanmadan başka bir noktaya gidiyordu ardından. O noktanın neresi olduğunu çözmeye çalışsam da ilk defa ve birden aldığım alkol yavaş yavaş etkisini göstermeye başladığından olsa gerek, etrafı çok net seçemiyordum. Ama yine de içmeye devam ediyordum bir yandan.
"'Cause you make me feel like
I've been locked out of heaven
For too long, for too long
Yeah, you make me feel like
I've been locked out of heaven
For too long, for too long, oh-oh, oh-oh-oh"
Şarkı kendi ana dilinde olmamasına rağmen öyle bir söylüyordu ki bilmesem ana dili İngilizce zannederdim. Nasıl bu kadar iyi bir aksanı olduğunu bilmesem de çok sorgulamadım. Sesi de onda kaybolunacak başka bir şey olmuştu benim için ve ben de öyle yapıyordum.
Umut söylemeyi bitirdiğinde ben me ara aldığımı hatırşamadığım ikinci bardağın yarısına gelmiştim. Akşam yemeğinide çok az yememin de etkisiyle alkol midemi bulandırmaya başlamıştı. Bu kadat kısa sürede böyle bir etki yaratabilir miydi bilmiyordum, belki de benimki psikolojikti.
"Ben gidiyorum," dedim az ileride beni kendi hâlime bırakmayı tercih ederek başka bir arkadaşıyla konuşan Gökçe'ye.
"Nereye?"
Ona bir cevap vermedim çünkü ben de nereye gittiğimi bilmiyordum. Canım sadece gitmek istemişti, o kadar. Gökçe'nin arkaödan birkaç şey daha dediğini duysam da aldırmadan ilerlemeye devam ettim.
♡♡♡
Bu bölüm pek içime sinmedi ama daha da olmazdı, o yüzden böyle atıyorum. Zaten bence soraki bölümlerde telafi ederim. Sonraki bölümde görüşürüüüzzzz 🧡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |