
Gökçe'den
Bir haftalık tatilimiz bitmiş, okula dönmüştük. Ama ben dönmemiş olmayı istiyordum çünkü maçlar başlamıştı ve hocamız antrenmanlarda annemizin karnından çıktığımıza pişman ediyordu bizi. Üstüne üstlük maça çıkacak ilk kişi de bendim. Yine çiftli maçlarda ilk takım ben ve İzem'dik. Zaten okulun çift olarak iki takımı, tek olarak da altı kişi vardı. Aslında çalışan on kişi vardı ama hoca maçlara yalnızca altı kişiyi almıştı.
Şimdi de maç izliyorduk ama bizim maçımız değildi. İzem sağ olsun hiçbirini kaçırmadığımız futbol maçlarından birindeydik. Futboldan çok anlamasam da gide gele öğrenmiştim. Zaten çok bir zekâ gerektirmiyordu, hepi topu yirmi iki kişi bir topun peşinden koşup o topu kaleye sokmaya çalışıyorlardı.
"Gol!" Yanımdan gelen bağırma sesiyle birlikte olduğum yerde hafifçe sıçradım. Bağıran kişi İzem'di. Kendini bazen fazla kaptırabiliyordu ve ben bunu Umut'a bağlıyordum. Onun için izlemeye değer bir şey vardı bu maçlarda. Benim içinse sahada Ege'yi gördüğüm gibi gelen mide bulantısı vardı.
"Gördün değil mi, çok iyi attı."
"İzlemiyordum ki," dedim onun heyecanına ters olacak şekilde dümdüz.
"Ya insan bari ayıp olmasın diye izler. Ne güzel gol attı."
"Umut mu?" diye sordum başka bir ihtimal olmamasına rağmen.
Hevesle başını salladı. Onun bu hâline gülüp önüme döndüm. Daha birkaç hafta önce ben Umut diyince göz deviriyordu ama sonunda onu sevdiğinin farkına varabilmişti.
İlk devrenin bittiğini haber eden düdük çaldığında topun peşinden koşmayı bırakıp yedek kulübelerine çekilmişlerdi.
"Ben bir tuvalete gidip geliyorum," diyip ayaklandım. Hazır devre arasındayken işimi halletsem iyi olurdu.
"Ben de geleyim mi?"
"Yok ya, hemen gidip gelirim."
İzem başını sallayarak geri oturdu. Ben de tribünlerden çıkarak tesisin içine girdim. Çok büyük bir yer olmasa da soyunma odaları ve tuvaletleri alacak kadar yer vardı.
Yine de büyük olmamasına rağmen uzun koridorlar insanın kafasını karıştırıyordu. Neden hiç yolunu karıştıran insanlar için tabela koymazlardı ki?
Oflayıp koridoru baştan başa ikici gidişimi tamamladım. Neredeydi bu lanet olası tuvalet?
"Yolunu mu kaybettin?" Arkamdan duyduğum sinir bozucu ses sinirlerimi iyice tepeme çıkartmaya yaramıştı sadece.
Arkamı döndüm ve ondan iğrendiğimi belli ederek yüzüne baktım. "Evet de sana ne?"
"Ben burayı biliyorum ya hani, belki yardımcı olabilirim diye sormuştum. Ha, çölde yolunu kaybetmiş bedevi gibi dolaşmaya devam etmek istiyorsan sen bilirsin."
Göz devirdim dediğine. Sanki o olmasa yolumu asla bulamayacaktım.
Aslında bu da gayet büyük bir ihtimaldi ama şu an ona muhtaç kalmamam lazımdı.
"Hem ne işin var senin burada? Kulübede olman gerekmiyor mu?"
Omuz silkti rahat bir tavırla. "Çantam soyunma odasında, içinden almam gerekenler var. Sen niye buradasın?"
"Çünkü tuvalete gitmem lazım."ş Yanında geçip gitmeye çalıştığımda önüme geçmesiyle daha da köpürdüm. "Çekilsene ya!"
Ellerini teslim olurcasına kaldırdı. "Sakin ol şampiyon. Bir şey yapmadım."
"Bok bir şey yapmadın," diye mırıldandım sinirle. Duymadığını düşünüyordum.
"Ne?"
"Boş ver."
"Ne dediğini söyler misin? Sana ne yapmışım merak ediyorum."
Yüzüne sağlam bir tokat geçirmemek için zor duruyordum. Geçmişi öylece unutmuş olmazdı. Daha öncesinde bana yaptıkları için bu tavır ona az bile sayılırdı.
"Cidden ne yaptığını bilmiyor musun?" diye sordum sinirle.
"Bilmiyorum, çünkü sana bir şey yapmadım Gökçe."
Bıkkınlıkla bir nefes verdim dışarı. "Çekil önümden, Ege."
Bu sefer bir şey demeden çekildi ve geçmeme izin verdi. Aynı zamanda arkamdan bağırdığını duymuştum. "Tuvaletler koridorun sonunda, solda. Başka bir koridor açılıyor, oradan girmen lazım."
Ona teşekkür etmeye tenezzül etmeden tarif ettiği yoldan ilerledim.
***
Dünki maçtan sonra Ege sanki gözüme daha bir gözükmeye başlamıştı. Tabii bunda İzem ve Umut'un gittikçe yakınlaşmasının da büyük bir payı vardı.
Bugün de bizim maçımız vardı. Sabahtan benim, benden sonra da yine bizim okuldan biri İzem olmak üzere iki kişinin maçı vardı. Kendime güveniyordum ama bu gerginliğimi üzerimden almıyordu. Her sezon aynısı oluyordu, ilk maçlar benim için fazlasıyla stresli geçiyordu.
Saatimden maça ne kadar kaldığını kontrol ettim. Son on dakikaydı.
Stresten oturduğum yerde bacağımı sallıyordum sürekli. Bir anda bacağımın üzerine koyulan elle kendi dünyamdan çıkıp eşin sahibine baktım. İzem'di.
"Çok geriliyorsun, rahatla. Böyle giderse sırf bu heyecanından yenileceksin."
Haklıydı ama yapabileceğim bir şey de yoktu. Gergince dışarı bir nefes verdim ve ayağa kalktım. Şimdi bizi çağırırlardı ne de olsa.
"Deneyeceğim," dedim sadece.
Semih hocanın pek de işe yaramayacak olan motivasyon konuşmasını da dinledikten sonra maçın başlaması için iki tarafı da çağırmışlardı.
Para atışı yapıldı ve servis karşı tarafa verildi. Servisi bir avantaj olarak görmediğim için üzülmedim. Sakince yerime geçtim.
Düdük çaldı, karşı taraf servis kullandı. Top bana doğru gelirken raketimi doğru savuramadım ve sayıyı karşı taraf aldı.
Ne oluyordu bana?
Topu tekrar verdiler ve kız keyfi yerine gelmiş şekilde kullandı bu sefer servisi.
Bir servis ve karşı tarafa verilen bir sayı daha.
"Kendine gel Gökçe!" Ve Semih hocanın bağırmasıyla daha da alt üst olan moralim.
Derin bir nefes, ve bir tane daha. Bu maçı kazanmam gerekiyordu.
Gözlerim bir anlığına tribünlere döndüğünde Ege'yle göz göze geldim. Gözlerimiz kesiştiği anda ondan beklemeyeceğim şekilde içten gülümsemesi beni de gülümsemeye zorlamıştı.
Yapabilirsin, dedi ağız hareketleriyle. Neden olduğunu bilmediğim bir şekilde o gülümseme ve o sözler bana fazlasıyla güç vermişti.
Derin bir nefes aldım ve hazır pozisyona geçtim.
Tekrar bir düdük, tekrar bir servis. Fakat bu sefer karşılayabilmiştim. Üstelik karşı tarafın dışarıya vurmasıyla da sayıyı almıştım.
***
Maçı kazanmıştım. Hem de hatırı sayılır bir farkla. İlk iki sayıda yaptığum salaklıklar yalnızca o iki sayıyla sınırlı kalmıştı.
Benden sonra olan kızın maçını izlemeyecektim. Hocadan İzem'in maçına kadar dinlenmek için izin almıştım. O da güneşin alnında beklemenin pek de dinlenmek sayılmayacağının farkında olacak, izin vermişti.
Kortun arka tarafında ufak bir yeşil alan vardı, üstelik gölge de düşüyordu. Elimde sabahtan yapıp termosa koyduğum soğuk kahvemle banklardan birinde oturuyordum.
"Tebrik ederim," dedi artık arkamdan gelmeyi âdet edindiğini düşündüğüm sesin sahibi.
"Teşekkürler," dedim düz bir tonda.
"Ne demek, sonuçta ben olmasam maçı kazanamıyordun." Kendini övmesi bittiğinde ellerini ceplerinden çıkartıp yanımdaki boşlupu işaret etti. "Oturabilir miyim?"
"Kendini daha fazla övmeyeceksen, evet."
Hafie güldü ve oturdu. "Şaka yapıyorum. Ben sana bir şey demesem de senin yapacağından eminim."
"Sen bir anda nasıl böyle nazik olmaya karar verdin?" diye sordum. Aklıma takılan tek şey buydu. Liseye başladığımızdan beri doğru düzgün konuşmamıştık ve ondan öncesinde de bana karşı kesinlikle böyle değildi.
"Bir anda değil ki. Biz seninle en son üç sene önce konuştuk hatırlıyorsan."
"Yani?"
"O zaman şimdiki gibi düşünmüyordum, o zamanki benle şimdiki ben aynı değil. Şimdiki aklım olsa yine sana öyle davranmazdım, özür dilerim."
Sözlerinde içten olduğunu gözlerindeki bakıştan anlayabiliyordum. "Özrünü kabul ediyorum."
Gülümsedi ve elini uzattı bana doğru. "Yeniden arkadaş mıyız o zaman?"
Ben de ona gülümseyip elini sıktım. "Evet."
♡♡♡
İki bölümdür yan karakter bölümünden sıkıldınız büyük ihtimalle ama sonraki bölüm kurguyu yazmam için beni motive eden sahneye geliyoruzzzz
Ayrıca neredeyse hiç yorum gelmiyor kitaba, sizi de zorlamak istemiyorum ama benim açımdan düşündüğünüzde de pek de güzel bir durum değil.
Sonraki bölümde görüşürüüüzzzz 🧡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |