
Sabahın köründe kalkıp okula gitmek en nefret ettiğim şeylerden biriydi kesinlikle. Neden daha kargalar dışkıları yemeden derse girmemiz gerekiyordu ki? Gerçi, kargaların neden kahvaltı için böyle bir tercih yaptığı da sorgulanacak bir tercihti.
Bugün gitmek için bir motivasyonum vardı gerçi, Umut’un maçına gidecektik izlemeye. Onunla alakalı çoğu şeyi kaçırmak istemesem de asla kaçıramayacağım belki de tek şey futbol oynayan Umut’tu.
Sabah sabah servisi beklerken kafama üşüşen düşünceler servisin gelmesiyle son buldu. Yanımda kaldırım taşının üzerine oturmuş uyuklayan Berat’ı da nazik olmayacak şekilde dürterek uyandırdım ve servise bindim.
İlk binenlerden olduğumuz için daha servisin yarısı boştu. Arkalarda bir yerlere yan yana oturduğumuzda servis de hareket etmeye başladı. Yolda giderken yapmayı en sevdiğim şey müzik dinlemek olduğu için kulaklığımı ve telefonumu çıkarttım çantamdan.
Daha istediğim şarkıyı açmadan gördüğüm bildirim yüzümde kocaman bir sırıtışa sebep olmuştu. Umut “Günaydın” diye mesaj atmıştı.
Bir haftadır her gün yaptığı bir şey olsa da her seferinde aynı tepkiyi verdiriyordu bana. Cevap olarak bol n’li bir günaydın mesajı gönderdikten sonra beraber hazırladığımız çalma listesinden bir şarkı açtım.
Genel olarak yol boyu camdan dışarıyı izlesem de bu sefer Berat’ın hâli dikkatimi çekmişti. Telefona bakıyor ve sırıtarak biriyle mesajlaşıyordu. Kim olduğunu bakmadan bile tahmin edebilirdim bu kişinin.
Ona takılma fırsatını kaçırmayarak omzumla dürttüm. “Kiminle konuşuyorsun öyle pişmiş kelle gibi sırıtarak?”
Bana bakmadı bile, sadece ofladı. “Sana ne?”
“Kardeşim değil misin? Bileceğim tabii.”
“Ben sizin sevgili olduğunuzu bile tüm okulla beraber öğrendim, ona ne diyorsun peki?”
Tamam, bu konuda haklı olabilirdi ama ben daha eve gelip konuyu anneme bile anlatamadan Hakan sağ olsun okulun itiraf sayfası boy boy resimlerimizi paylaşmıştı
“Orada suçlu ben değilim yalnız.”
“Başta Hakan’la sevgili olup onu başımıza saran sen olduğun için yine suçlu sensin.”
“Bu kadar açık sözlü olmak zorunda mısın?”
“Dost acı söyler ablacığım,” dedi omuz silkerek ve tekrar telefonuna döndü.
O benimle uğraşırken ben de geri durmazdım elbette. “Yalnız sen çok çekersin haberin olsun.”
“Ne çekiyormuşum?”
“Umut Derya’nın bir sevgilisi olma ihtimaline bile güzel yaklaşmıyor, gerisini sen düşün.”
Umursamaz tavrını korumaya devam ediyordu. “O da benim ablam sevgili ama ben ona bir şey yapmıyorum, ona sayar artık.”
Bu çocuğun umursamazlığı beni artık öldürecekti ama bir tepki vermek yerine kendi işime bakmayı tercih ettim. Zamanı geldiğinde görecektik artık.
***
Her zaman olduğu gibi yine gidecek öğrencileri ağıla koyun doluşturur gibi otobüse doluşturuyorlardı. Nihayet sıkış tepiş binebildiğimizde oturacak bir yer kalmamıştı. Neden otobüs olmadığını bile bile fazla öğrenci alıyorlardı ki? Böyle olduğunda ben de kızların sevgilime ağızlarının suyunu akıta akıta bakmalarına şahit olmak zorunda kalıyordum.
Pek de konforlu olmayan bir yolculuğun sonunda maçın yapılacağı sahaya gelmiştik. Olabildiğince önden yer tutmak için hızlıca otobüsten inip koşar adım bizim takımın yedek kulübesinin arkasından bir yere oturdum. Diğerleri de gelip benim yanıma kurulmuştu.
“Sevgilim kaçmıyor, bu kadar hızlı gelmene gerek yoktu,” diye söylendi Kuzey otururken.
“Konu senin sevgilin olsa sen de aynısını yapacaksın, bilmiyoruz sanki.”
Kuzey bu sefer hiçbir şey demeden omuz silkti ve önüne döndü.
Kübra’yla nasıl olduğunu bizim de bilmediğimiz bir şekilde sevgili olmuşlardı. Detaylarını sorduğumuzda ise sadece eski bir tanışıklıkları olduğunu söylüyorlardı, gerisi yoktu. Sanırım ikisinin bu her şeyi gizli tutma merakını asla anlayamayacaktım. Onların aksine ben en ufak bir şey olduğunda anlatmadan duramıyordum.
Biz kendi aramızda konuşurken iki takım da sahaya çıktı ve para atışından sonra maç başladı. Başlayan taraf karşı takım olmuştu. Hızlı bir başlangıç yapıp direkt kaleye doğru ilerleseler de bizim takımın defansından biri topu alıp orta sahaya geri göndermişti.
İlk yarı boyunca top iki takımın da ceza sahasına girmemişti neredeyse. Sadece bir keresinde bizim takım Ege ile gol şansı yakalamış ama onda da kaleci sayesinde başarısız olmuşlardı.
İlk yarının sona erdiğini haber veren düdük çaldığında herkes topla ilgilenmeyi bırakmış ve yedek kulübelerine doğru ilerlemeye başlamıştı.
Ben gözümü hiç ayırmadan Umut’a bakarken o da yürürken gözleriyle tribünleri arıyordu. En sonunda gözleri beni bulduğunda gülümsedi ve ağız hareketleriyle anlayamadığım bir şey söyledi. Dudak okuyamamam bir kez daha yüzüme vurulmuştu. Bir an önce öğrenmem gerekiyordu.
On dakikalık bir moladan sonra takımlar tekrar, bu sefer farklı taraflarda olacak şekilde, sahada yerlerini almıştı. Hakemin düdüğüyle maç başlarken bu sefer bizim takım hiç taviz vermeden hızlıca başlamıştı. Top olabildiğince tek kişinin ayağında kalıyor, topu kaptıracak gibi olduğunda en güvenli şekilde pası veriyordu. Topu kaybetmeye tahammülleri yoktu.
Top Umut’un ayağına geldiğinde artık kalenin dibindeydi. Oradan gol atacağına sahadaki herkes emindi.
Umut gerilip topa tüm gücüyle vurmaya kalmadan karşı takımdan biri kayarak bacağına vurduğunda Umut da yere yığılmıştı. Acıyla bağırarak bacağına sarıldı ve yerde öylece kaldı bir süre.
Hakem oyunu durdurmuş, herkes onun başına toplanmıştı. Ne olduğunu ben de çok merak ediyordum. Acaba ciddi bir şeyi var mıydı?
Orada başına toplananlarla olan konuşmasını duymak isterdim. Canı ne kadar acımıştı, sakatlık durumu var mıydı bilmek istiyordum.
Toplanan kalabalık dağıldığında Umut’u ve yürümesi için ona destek olan Ege’yi gördüm. Yürüyemediğine göre kesin bir şey olmuştu.
Ege onu yedek kulübesindeki oyunculardan birine teslim edip tekrar oyuna döndüğünde Umut ve yanındaki çocuk soyunma odalarının olduğu yere doğru ilerlemeye başladılar.
“Ben gidiyorum,” dedim ayaklanırken.
“Umut’a mı bakacaksın?” diye sordu Gökçe.
Ona başımı sallayarak cevap verdim. “Merak ettim ne olduğunu.”
Gökçe’nin bir şey demesine kalmadan tribünlerden çıkıp içeri girdim. Buraya az çok hakim olduğum için soyunma odalarını rahatça bulabilmiştim.
Kapı açıktı ve içeriden Umut'un canının acıdığını belli eden sesini duyabiliyordum.
"Aileni aramamı ister misin?" diye sordu yanındaki çocuk.
"Telefonum çantamda, bana ver ben ararım."
Daha fazla kapıyı dinlemeden kapı açık olmasına rağmen tıklatarak varlığımı belli ettim. İkisinin de gözleri bana dönmüştü böyle.
"İzem? Ne işin var burada?" diye sordu Umut sesindeki acıyı bastırmaya çalışarak.
"Sana bakmaya geldim." İçeri girip Umut'un yanına oturdum. "Nasılsın?"
"Çok bir şeyim yok."
Çantadan telefonu bulup veren çocuk güldü Umut'un dediğine. "Yenge sen buna bakma, hoca hastaneye gitsin mutlaka dedi. Ciddi bir şey olmasa bırakmaz normalde."
"Yok bir şeyim benim."
Umut hakkında o an öğrendiğim şey ise böyle anlarda fazlasıyla nazluiı olduğuydu. "Bana da hiç öyle gelmiyor nedense."
"Ben gideyim, sen bakarsın Umut'a." Çocuk gmrevini bana devredip soyunma odasından çıktı.
Umut elindeki telefonu açmak yerine sadece siyah ekranla bakışıyordu. "Niye aramıyorsun?"
"Sakatlanmış olma fikri benim için pek de iç açıcı değil çünkü."
"Sakatlandığını sen de kabul ediyorsun yani?"
Başını salladı. "Bu acının başk açıklaması pek mümkün değil."
Elimi hafifçe bacağının üzerine koyup okşadım. Kramponun geldiği yerlerde kurumuş kan izleri vardı. "Çok mu acıyor?"
"Yani, çivili krampon ile bacağıma girdi resmen." Olayı hâlâ ciddiye almayışı sinirimi bozuyordu. "Ama sen öpersen geçer belki."
"Hâlâ yavşaklık peşindesin ya, bir şey diyemiyorum."
"Ama bu tibbi olarak kanıtlanmış bir şey. Psikolojik olarak acıyı azaltıyor."
Güldüm dediğine. Bu çocukta gerçekten bir şeyler vardı çünkü durumu hiç de böyle konuşabileceği bir şey değildi.
"Öpmeyecek misin?" diye sordu şansını bir kez daha deneyerek.
"Bacağını mı öpeyim?"
"Tercihen burayı," dedi dudaklarını göstererek.
Gözlerim kocaman açıldı dediği şeyle. "Sen iyice arsızlaştın he, dilinin kemiği yok resmen."
"Ne yani, istemiyor musun?"
Bir cevap vermek yerine gözlemi kaçırdım. İstiyordum ama şu durumda olmazdı. Önce ailesine haber vermemiz gerekiyordu.
"Ailene haber vermemiz lazım." Diğer tarafında tuttuğu telefonuna ulaşmak için uzandığımda diğer eliyle beni engelledi.
Bunu neden yaptığını anlamak için gözlerine bakıyordum ama hiçbir şey anlayamıyordum.
En sonunda bakışmamızı bölen şey Umut'un eğilip dudaklarıma kapanması oldu.
♡♡♡
Koyun can derdinde, kasap et derdinde... Orada öyle mi yapılır yani
Bölüm geciktiği için üzgünüm, kusura bakmayın arayı açtım bu sefer. Umarım bir dahakine öyle olmaz, sonraki bölümde görüşürüüüzzzz 🧡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |