
İzem'den
Konser alanında hep beraber eğlenirken bir anda herkesin birbirinden uzaklaşmasıyla Umut'la yalnız kalmıştık. Bacağı iyileşmişti, hatta maçlar bitmeden sahaya dönecekti ve bunun için fazlasıyla mutluydu.
Şu an tamamen konsere ve bana odaklanmış olsa da birazdan sol çaprazımızdaki manzarayı fark edip oraya yoğunlaşacağını düşünüyordum. Bunun sebebi ise az önce orada Berat'ı Derya'yla sarmaş dolaş halde görmüş olmamdı. Bu beni mutlu ediyordu ama yanımdaki aşırı kıskanç abiyi ne şekilde etkilerdi bilmiyorum.
Çok geçmeden de beklediğim o cümle gelmişti. "Şu kardeşine bir şeyler söyler misin lütfen?"
"Niye ki? Gayet güzel vakit geçiriyorlar. Sen de onları bırak biz de güzel güzel eğlenelim." Onu zor da olsa arkası o tarafa gelecek şekilde sürükledim. "Tamam mı?"
İstediği olmamış küçük bir çocuk gibi oflayıp kollarını bağladı. "Resmen gözüme sokuyor."
"Bu kadar mesele yapacağın bir şey değil, önüne dön ve konserin tadını çıkart." Hâlâ olduğu gibi durduğunu fark ettiğimde ben de ona arkamı döndüm. "Biraz daha böyle yapmaya devam edersen gideceğim, haberin olsun."
Yapmaya çalıştığım şey işe yaramış olacak ki kollarını belime sarıp beni kendine çekti. "Tamam, göz ardı edeceğim bu seferlik. Güzelce eğlenelim hadi."
Bu seferlik bile olsa onu bundan vazgeçirebildiğim için mutlu olmuştum. Ayrıca bu sayede ben Berat'ı çok parmağımda oynatacaktım ama henüz haberi yoktu. Elime çok büyük bir koz geçmişti.
Şarkının hafif ritmiyle beraber olduğumuz yerde sallanırken onun da şarkıya eşlik ettiğini duydum. Sesi çok güzeldi, beni büyülüyordu resmen.
"Sesin çok güzel," dedim yüzümü ona çevirerek.
Yanağıma bir buse kondurdu. "Senin yanında o da sönük kalıyor emin ol."
Yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum. Sözleriyle beni hem iyi hissettirip hem de utandırabiliyordu. Bunun nasıl olduğunu bilmesem de hoşuma gidiyordu.
Başımı göğsüne yaslayıp kendimi ona bıraktım ve konserin tadını çıkartmaya baktım.
***
Derin bir nefes alıp elimdeki topu havaya attım. Hemen sonrasında da olabildiğince hızlı şekilde raketle vurdum topa. Servisten sayı alamamıştım, karşı taraf gayet güzel bir şekilde karşılamıştı topu. Birkaç karşılıklı atıştan sonra sayıyı veren de ben olmuştum hatta.
Bir sayıyı verdin diye tüm seti, tüm maçı verecek değildim. Zaten ilk seti de ben almıştım. Bu yüzden tek yapmam gereken oyunuma odaklanmaktı.
Konserin üzerinden üç gün geçmişti. Artık maçlarımız sıklaşacağı için eğlenceye çok vakit kalmayacaktı. Üstelik sınav dönemi de başlıyordu.
Maçlarda son sekize yükselmiştim. Bizim okuldan benimle beraber yükselen iki kişi daha vardı: Gökçe ve Saliha. Saliha'yı sevmesem de onun çıkması da beni mutlu etmişti.
Eğer bu maçı kazanırsam yarı finaldeydim. Yarı final bile çok iyi bir şeyken bunun aynı zamanda final şansı olması beni daha da heyecanlandırıyordu. Ve sırf bu şansı alabilmek için uğraşacaktım.
Oyun ilerledi, top çok kere iki tarafın arasında gezindi. Çok kere sayı verdim ama bir o kadar da sayı aldım. Şimdi sıra benim için maç sayısındaydı. Servis ondaydı ve eğer sayıyı alırsam ben kazanacaktım.
Gelen topu güçlü bir backhand'le* karşılayıp topun karşıya geçmesini sağladım. Top yine birkaç git gel yaptıktan sonra ona son vuran ben olmuştum. Sayı da maç da bendeydi.
(*: Backhand çoğu raket sporunda kullanılan ve raket sallanırken elin arkasının avuç içinden önce geldiği vuruş)
Sevinçle ufak bir çığlık atıp yerimde zıpladım. İlk defa bu kadar yükselebilmiştim.
Gözlerim tribünlerde olduğunu bildiğim o yüzü aradı. Oradaydı ve yüzündeki eşsiz gülümsemesiyle bana bakıyordu. Göz göze gelmemizle gülümsemesi daha da genişledi. Ben de ona karşı gülümsedim.
Arkamdan gelen sesle beraber oraya döndüm. "İzem!" diye bağırarak yanıma gelen kişi Gökçe'ydi. Kollarını açtığını gördüğümde ben de raketi yavaşça yere bırakıp ona sarıldım. "Tebrik ederim."
"Sen de geçeceksin," dedim güven verircesine. Benden sonra da onun maçı vardı.
"Hadi inşallah."
Daha fazla ortada dikilmemek için birbirimizden uzaklaştık ve kenara, diğerlerinin yanına geçtik. Koçumuz da beni tebrik ettikten sonra su içmek için çantama yöneldim.
Kendi sevincimi yaşarken karşı tarafı tebrik etmeyi unuttuğumu göz ucuyla hemen yanımızdaki kızı görmemle fark etmiştim. Suyumu tekrardan çantama bırakıp yanına ilerledim. "İyi oynadın, tebrik ederim."
Kız benim sesimi duymasıyla gözlerini baktığı yerden çekip bana döndü. "Teşekkür ederim," dedi gülümseyerek. "Ben de seni tebrik ederim."
Uzattığı eli sıktım ve gülümsedim ben de ona karşı. Rakip olmayı çok fazla ciddiye almayan kişilerle karşı karşıya olmak güzeldi. Onu yendiğim için bana sinirli değildi.
Oradan tekrar uzaklaşıp Gökçe'nin yanına döndüm. "Kızı sevdim."
"Buna nasıl karar verdin hemen?" diye sordu bir yandan kendi maçına hazırlanırken.
"Çünkü bana sinirli değildi, aksine gayet güleçti." Anladığını belirtircesine kafa salladı. "Umarım sana da öyle bir rakip çıkar."
"Ben ne olursa olsun yenebileceğim bir rakip istiyorum sadece."
Elimi omzuna koydum ve hafifçe sıktım. "Sen her türlü yenersin, ben sana inanıyorum."
"Ben kendime o kadar da inanamıyorum ama," dedi isyankâr bir sesle. "Sürekli ya yapamazsam, diye düşünüyorum."
Omuzlarından tutup hafifçe sarstım onu. "Yapabilirsin. Çünkü senin inanılmaz bir gücün var, ve sevgin de var."
Söylediğim cümleyle asık olan yüzü gülmüştü. "Şu halde bile beni güldürebiliyorsun ya, helal olsun sana."
"İşim bu aşkım," dedim göz kırparak.
Semih hocanın ona seslenmesiyle hızlıca yanımdan ayrıldı ve onun yanına ilerledi. Birkaç cümle dinledikten sonra oraya çıkıp oynamaya başlayacaktı. Ve ben kazanacağına neredeyse emin gözüyle bakıyordum.
Yine de maç bittiğinde çok ufak bir farkla da olsa Gökçe yenilmişti. Yüzü düşüktü. "Biliyordum böyle olacağını," diye söylendi eşyalarını agresif şekilde çantasına atarken. "Doğru düzgün oynayamadım bile."
"Çok güzel oynadın ama karşı taraf da çok iyiydi. Zaten çok bir farkla kaybetmedin ki." Onu teselli etmeye çalışsam da bir işe yaramadığının farkındaydım.
"Beceriksizin tekiyim işte İzem, ne diye teselliye uğraşıyorsun?" Çantasıbu omzuna aldıktan sonra kortun çıkışına doğru ilerledi. Ben de arkasından gidecektim ki benim yerime başkasının gittiğini gördüğümde durdum. Şu an Gökçe'yi sakinleştirecek en iyi kişi Ege'ydi sanırım. Bu yüzden onun gitmesine izin verecektim.
Ben de çantamı toplayıp çıkışa ilerledim. Zaten okulun bitme saatine kadar burada durmuştuk, o yüzden eve her zamanki saatte gidecektim. Erken gidip gönlümce yatma hayallerim suya düşmüştü.
"Tebrik ederim," diyen sesi duyarak arkamı döndüm. Sesinden de tanıdığım üzere bu Umut'tu. "Çok güzel oynadın." Yanıma gelip kolunu omzuma attı ve yanağıma bir öpücük kondurdu.
"Teşekkür ederim." Ben de parmak uçlarımda yükselip onu yanağından öptüm. "Ama aklım Gökçe'de kaldı. Bayağı üzüldü."
"Ege gitti yanına. O halleder merak etme." Bir yandqn konuşuyor, bir yandan da yürüyordu.
"O konuda benim de şüphem yok." İllerlerken bir şeyi unuttuğumu fark ederk durdum. Berat da maçı izlemeye gelmişti ve şu an büyük ihtimalle beni arıyordu.
"Bir şey mi oldu?" diye sordu Umut birden durduğumu görünce.
"Berat'ı unuttuk." Telaşla konuşurken bir yandan da çantamdan telefonumu arıyordum.
"Boşver ya onu, kendisi gelir."
Telefonumu bulmuşken Umut'tan duyduğum cümleyle ona döndüm. "Kardeşini kıskanıyor olman Berat'ın benim kardeşim olduğu gerçeğini değiştirmez. Bir daha kardeşim hakkında böyle konuşma."
Nasıl söylemiştim bunları bilmiyordum ama Umut'un yüzündeki alaycı ifade yok olmuştu. "Özür dilerim. Bir daha olmaz."
"Olmasın zaten," dedim bir yandan Berat'ın numarasını tuşlarken.
Kardeşini kıskanıyor olması benim kardeşimi yiyebileceği manasına gelmezdi. Buna izin veremezdim elbette.
♡♡♡
Çok fazla şeyden bahsettiğimiz dolu dolu bir bölüm oldu ama biraz geç geldi, kusura bakmayın. Sonraki bölümde görüşürüüüzzzz 🧡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |