4. Bölüm

▪︎4▪︎

uranüs
justtbirisii

Saliha'yla beraber sahaya geçerken etrafımızdaki tüm gözler bizim üzerimizdeydi. Onu yaneceğimden neredeyse emindim ama rehavete de kapılmak istemiyordum.

 

Zaten tek bir oyun oynayacaktık ve üç sayı alan kazanıyordu. Bu da benim çocuk oyuncağıydı.

 

İlk kimin başlayacağına karar vermek için yazı tura atacakken öne atılmış ve "Sen başla," demişti.

 

Egoya gel.

 

Elindeki topu bana doğru fırlattığında direkt yakalamıştım. Ama yakalayamasaydım gözüme gelecekti. Kendince bana atmaya çalışmıştı sanırım.

 

Topu bir iki kez yerde sektirdikten sonra havaya fırlattım ve tüm gücümü raketime vererek filenin karşı tarafına gönderdim. Top bir kez orada sektikten sonra Saliha backhand vurarak topu karşılamış ve benim tarafıma geçmesini sağlamıştı. Ben de topun bir kez sekmesini sağladıktan sonra sağlam bir vuruşla topu olabildiğince ondan uzağa gönderdim.

 

Karşılayamamıştı. Sayıyı ben almıştım.

 

Sevincimi sadece gülümseyerek yaşadıktan sonra kızlar bana doğru bir tane daha top atmıştı. Onu da yakalayıp hazır olup olmadığına bakmak için Saliha'ya baktım. Hazır şekilde benim servis atmamı bekliyordu. Onun hazır olduğunu görünce servisi kullandım. Top onun sahasına sekti ve hemen karşıladı. Ben de onun attığına karşılık verdim ve oyun bir süre böyle sürdü.

 

En sonunda sayıyı benim sahanın dışına vurmamla o kazanmıştı. Oyun boyunca servisi ben kullanacağım için başka bir top bana atıldı bu sefer.

 

Oyun bittiğinde, Saliha benim o hatam fışında hiç puan alamamıştı ve 40 - 15 ben kazanmıştım.

 

(Teniste sayılar 15-30-40 şeklinde arttığı için karşı taraf tek sayı almasına rağmen skor böyle oluyor.)

 

Oyun bittiğinde yüzündeki bozulmuş ifadeyle bana bakan Saliha'ya sinir bozucu şekilde gülümsedim ve diğerlerinin oynaması için sahadan çekildim. Gökçe'nin yanına gittiğimde direkt sevinçle beni tebrik etmişti.

 

"Çok iyiydin!"

 

"Ben iyi değildim, o kötü oynuyor." Gerçekten de öyleydi. Eline sayı alabileceği çok fazla fırsat geçmesine rağmen hiçbirini değerlendirememesinin başka açıklaması olamazdı.

 

"Yine de bu senin iyi oynadığın gerçeğini değiştirmez."

 

Aldığım övgüyle ister istemez utanırken başımı farklı yöne çevirip gözümle çantamı aradım. Yan taraftaki bankta kalmıştı.

 

Saliha çantamın hemen yanında otursa da dikkatinin sahada az önce oyuna başlayan kızlarda olmasını fırsat bilerek oraya doğru adımladım. Tam çantamı koluma takmış ve oradan ayrılıyordum ki kolumdan tutmasıyla beraber olduğum yerde kalakaldım.

 

"Bugün çıkışta, gerçek bir maç yapalım."

 

Ne demiş atalarımız? Yenilen pehlivan güreşe doymazmış.

 

"Olur," dedim tek omzumu silkerek. "Nasıl olsa sonuç belli."

 

Gözlerindeki hırsı görsem de sadece gülümsedim. Omzumdaki çantanın ipini kavrayarak tekrar Gökçe'nin yanına gittim.

 

"Ne dedi yine?"

 

"Akşam yine maç yapalım diyor."

 

"Sen ne dedin?"

 

"Kabul ettim tabii. Meydanı ona burakacak değilim." Aslında onunla aramda bir mesele yoktu ama benimle oynamak isteyeni geri çevirmek gibi bir huyum yoktu.

 

"Umarım hocalardan azar yemezsiniz."

 

"Zannetmiyorum, nasıl olsa okul sonrası antrenman yapabiliyoruz."

 

Gökçe bir şey demeden önümüzde oynayan kızları izlemeye devam etti.

 

***

 

Öğle yemeği için yemekhanenin upuzun sırasına geçmiş bekliyorduk. Bir yandan da Kuzey'in bize son randevusunu nasıl batırdığını yaklaşık onuncu kez dinliyorduk.

 

"Kuzey yeter artık," diye araya girdi Gökçe. "Kaç defa anlattın şu hikayeyi, artık dinlemek istemiyorum."

 

Kuzey küçük bir çocuk gibi kollarını göğsünde birleştirdi ve bize arkasını döndü. Onun yalandan küsmesi bizi hiçbir şekilde etkilememişti.

 

"Beni bu kadar önemsemediğinizi bilseydim sizinle hiç arkadaş olmazdım."

 

"Seni önemsiyoruz, sadece aynı sıçış hikayeni milyonuncu kez dinlemek istemiyoruz."

 

"Yo, İzem. Ben anladım anlayacağımı. Siz beni sevmeyin zaten."

 

Dediği şeyi ciddiye alıp uğraşmak yerine güldüm sesli şekilde. Tam o sırada arkamdan gelip sırtıma abanan biri yüzünden dengem sarsılmış ve ağzımda ufak bir çığlık kaçmıştı.

 

"Mal, ne diye birden geliyorsun?"

 

Gelenin Berat olduğunu anlamak için bakmama gerek olmamıştı. Bu kadar hayvani bir hateketi ancak benim salak kardrşim yapardı çünkü.

 

"Aa, insan kardeşine mal der mi ablacığım?"

 

"O kardeş sensen der tabii Berat." Sırada bizim yanımıza kaynayınca onu geriye doğru ittirdim. "Sırayı kaynatma, arkaya geç."

 

"Niye ki? Canım, en sevdiğim ablam benim için o kadar gelmiş, sıra tutmuş. Ben de onun yanına geldim."

 

"Arkaya, Berat." Gökçe de benim gibi onu tersleyince ofladı ve arkaya geçmek üzere hareketlendi.

 

"Bekle." Kuzey'in ona seslenmesiyle üçümüz de ona döndük. "Gel benim yanıma."

 

Berat ona aslan abim, canım abim, gibi iltifatlarla yaklaşarak yanına geçti. O sırada da Gökçe ikisine imalı bakışlar atıyordu. "Ne o Kuzey? Kızlarda bir şey bulamayınca Berat'a mı yöneldin?"

 

Bir anlığına düşününce çok komik gelse de sonrasında kardeşimin gay olması pek de iç açıcı gelmemişti.

 

Cevap vermek için Kuzey değil Berat atladı. "Benim neyim eksikmiş?"

 

"X kromozomun," diyerek lafı ağzına tıktı Kuzey. "Ne varmış yani? Kardeşime bir ayrıcalık yapasım geldi." Bunu derken de kolunun altına aldığı Berat bana nispet yaparmışcasına bakıyordu.

 

İçimdeki kıskanç abla anında kontrolü eline almıştı. Sadece benim kardeşimdi, her na kadar mal da olsa.

 

Berat'ı kolundan tuttuğum gibi çekmemle bana doğru düşmesi bir oldu. Ben de onun iri cüssesini taşıyamacağım için beraber devrilmiştik. Sırtımın sert zemine düşeceğinden neredeyse emindim ama belime sarılan bir kol beni son anda yere düşmekten kurtarmıştı.

 

Benim aksime Berat yere yapışmaktan son anda kendi çabasıyla kurtuldu.

 

Tam beni kimin kurtadığına bakıp teşekkür edecekken o tanıdık sesi duydum. "Bir dahakine dikkatli ol, az daha yemeğimi döküyordun."

 

Bir koluyla beni, diğer elinde de yemek tepsisini tutan Umut'tan anında kurtuldum.

 

Peter da Mary Jane'i böyle kurtarmıştı ama benim etkilenmemem lazım.

 

Hatta halihazırda ondan zerre kadar hazzetmemem başka biriyle yaşasam ona aşık olacağım bu durumu sıradanlaştırmıştı.

 

"Keşke dökülseymiş yemeğin," diye homurdandım. "Senin tutmandansa yere düşmeyi yeğlerdim, emin ol."

 

Benim onu terslememe rağmen o bana sırıtarak bakıyordu. "Bana düşmüş olman benim işime geliyor."

 

Ağzının ortasına bir tane geçirmek isteyen tarafımı bastırıp tekrar sıraya geçtim. Etraftaki gözlerin üzerimde olduğunu bilsem de aldırmamaya çalıştım.

 

"O neydi öyle?" diye sordu Berat çatılmış kaşlarıyla. Benim ona karşı olduğum kadar o da bana karşı korumacıydı.

 

"Bilmem," dedim omuz silkerek. Çünkü gerçekten de bilmiyordum. "Ona doğru düşünce o da tutmuş."

 

"E ne güzel işte," dedi Gökçe imalı imalı.

 

Göz devirdim. "Yere düşseydim keşke."

 

"Bir şey var ama biz bilmiyoruz gibi bir durum yok, değil mi ablacığım?"

 

"Yok, Berat. Olmasın da zaten. Mümkünse bana uzak Allah'a yakın olsun o kendini beğenmiş herif."

 

Benim Umut hakkındaki düşüncelerim bariz şekilde onu mutlu etmişti. Büyümüş de ablasını kıskanır olmuş beyefendi.

 

Elimi uzatıp yanağını iki patmağımın arasına sıkıştırıp çekiştirdim. Yüz ifadesi anında bozulurken geri çekildi. "Tüm karizmamı yerle bir ediyorsun, yapma."

 

"Karizmanı yesinler. Ne karizmaymış bu?"

 

O cevap verene kadar sıra bize gelmişti. Sırayla yeneklerimizi alıp boş bir yer bulduk ve oraya geçtik.

 

♡♡♡

 

Bölüm bu hafta gecikti gibi oldu, kusuruma bakmayın.

Yemekhane sahnesini yazarken klişeden geberecektim ama kurtulduk kslsjsşhsls

Sonraki bölümde görüşürüüüzzzz 🧡

 

Bölüm : 15.02.2025 14:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...