
Maç günü gelmişti ve biz yoklama yapılmaya çalışınarak servise bindiriliyorduk. Götürülecek kişi sayısı kırk beşti ve başımızdaki yek kişi olan Tayfun hoca bu kırk beş kanı kaynayan ergeni zapt etmekte fazlasıyla zorlanıyordu.
"Bir yerinizde dursanıza evladım," feryadı yükseldi en sonunda servisinin kapısını kollayan adamdan. Herkes bu bağırışın etkiisyle kısa bir süre de olsa susutuğunda hoca servise binenlerin ismini kontrol etmeye devam etmişti.
Sıra bana geldiğinde hocanın zaten beni bildiği için ismimi söylemeye gerek duymasam da adam yüzüme bakmadığı için söylemek zorunda kalmıştım. "İzem Taşkın."
"Tamam, geç."
Aldığım talimatla otobüse bindiğimde arka dörtlünün boş olduğunu görüp sevindim. Zaten benim hemen arkamdan gelecek üç kişinin de buraya geçeceğini düşünüyordum.
Bulduğum yere geçtikten sonra diğerlerini beklemeye başladım. Onlar da çok geçmeden geldiklerinde tamamdık. Tabii hâlâ servisin dolmasını beklememiz gerekiyordu ama en azından biz tamamdık.
Çok geçmeden servis de harekete geçtiğinde maçın yapılacağı sahaya doğru yola çıkmıştık. Berat ve Kuzey kendi aralarında bir oyundan konuşurken biz de Gökçe ile tiktokta gördüğümüz insanların kombinlerini puanlıyorduk.
"Bak bu kombinde bir potansiyel var, ama şu pantolon üzerine etek mevzusu çok saçma durmuş," dedim ekrandaki kombin videosuna bakarken.
"Bence güzel duruyor."
"Kim ne derse desin pantolon üzerine etek giymeye beni alıştıramaz."
Beni ilgilendirmez, der gibi omuzlarını silkti ve diğer videoya geçti. Ama biz daha kadının yaptığı kombine bakamadan servis durmuş ve biz geleceğimiz yere gelmiştik. Herkes büyük bir curcunayla otobüsten inmeye çalışırken ben sadece kalkmak için kalabalığın dağılmasını bekliyordum.
Nihayet çoğunluk indiğinde biz de ayaklandık ve servisten indik. Servis park alanına ilerlerken hocamız da bizi toplamış yoklama alıyordu. Herkes tam çıkınca sahanın tribünlerine doğru ilerlemeye başladık.
Okulun taraftarları olarak toplu bir yere oturmamız gerkese de ben biraz olsun uzak oturma taraftarıydım. Kalabalık ve özellikle de bağrışan insanlar beni fazlasıyla boğuyordu.
Şimdi derseniz, bütün bunların olacağını bile bile neden futbıl maçına geldin diye, ben de derim ki söz vermiştim. Sözü verdiğim kişiyi umursamasam da her zaman verdiği söze önem veren tutmaya çalışan biriydim.
Çok da uzaklaşmasak da diğerlerindrn kısmen daha önde olacak şekilde oturduk. Sahada yedek klübelerinin önünde ısınıyordu iki takım da. Bizim okulun takımı hemen ön çaprazımızda olduğu için onları daha kolay görebiliyorduk.
Gözlerim buraya gelememe sebep olan şeyi, Umut'u, ararken çok geçmeden sarı saçları gözüme ilişti. Yanında isminin formasından gördüğüm kadarıyla Ege olduğunu anladığım arkadaşıyla beraber konuşuyorlardı. Bir süre sonra ona baktığımı fark etmiş olacak ki bana doğru döndü. Göz göze geldiğimizde gülümsedi.
Tövbe haşa ama şu an biraz fazla mı yakışıklı duruyordu?
Yok be, göz yanımsamasıdır.
Ben de ona yapmacık şekilde gülümsedim ve göz temasımızı sonladırdım. Yanıma döndüğümde Gökçe sırıtarak bana bakıyordu. "Seninkini mi kesiyorsun?"
"Benimki diye bir şey yok," dedim olabildiğince kesin çıkartmaya çalıştığım sesimle. Gerçekten, fazla olmaya başlamıştı.
"Tabii, yiyecekmiş gibi bakan da bendim," dedi alayla.
Öyle mi bakıyordum? Bence gayet normal bakmıştım.
"Ben gayet normal bakıyordum," diye tekrar tersledim onu.
Biz tartışırken hakemin düdüğünün neredeyse balinaları çağıracak sesi duyuldu ve her iki takım da sahadaki yerlerini aldı. Takım kaptanları orta yuvarlağa ilerleyip para atışını yapacaklardı şimdi de.
Umut ve karşısındaki çocuk olduğum yerden duyamadığım bir şeyler söyledikten sonra para atılmış ve top karşı takıma verilmişti. Onların orta saha oyuncuları kendi aralarında paslaşarak oyunu başlattığında bir anda herkes koşmaya başlamıştı.
Futbolla hiç alakası olmayan biri değildim, hatta çoğu zaman babamla oturup izlemişliğim vardı ama arkada konuşan bir spiker olmayınca pozisyonları anlamlandırması zor oluyordu. Mesela bana göre yaptıkları hareketlerin yarısı fauldü ama hakem hiçbirinde düdük çalmamıştı.
Bir süre sonra bizim takımdan biri topu alıp karşı kaleye sürmeye başladığında arkamızdaki taraftar güruhundan bir tezahürat yükselmeye başlamıştı. İlin garip tarafı, futbolu hiç sevmediğini söyleyen Kuzey de bu tezahürata katılıyordu.
Topu süren çocuk kendi pozisyonunda gol atamayacağını anladığı için topu yan tarafında kalan Umut'a atmıştı. Umut topu aldığı gibi direkt kaleye gitmiş ve topu ağlarla buluşturmuştu. Bu sefer tezahürat onun için olurken onun tek yaptığı ufak çaplı bir sevinçti.
Maç normal maçlar gibi kırk beş dakikalık değil de otuz dakikalık oldukça heyecanlı geçen iki devreden oluşmuş ve sonunda bitmişti. Maçın başında atılan golden sonra toplam beş gol daha atılmıştı ve bunların üçü bizim takım tarafındandı. Üstelik bu üç golün biri daha Umut'a aitti.
Yalan söylemeyecektim, iyi oynuyordu. Hatta maçta çoğu zaman çok fazla kritik durumdan takımı çıkartmıştı. Yani hem iyi kaptanlık yapıyordu, hem de iyi bir oyuncuydu.
Ama yine de bu ona ters davranmama engel değildi, çünkü kazanmam gereken bir iddia vardı. İlk başlarda bunu o kadar da ciddiye almasam da Umut'un bu konu hakkındaki rekabetçi tavrı beni de bunu ciddiye almaya itmişti.
"Hadi çocuklar, gidiyoruz," diyen Tayfun hocanın sesiyle ayaklandık ve tribünlerden çıktık.
Herkes servise doğru giderken yan taraftan birinin ismimi seslenmesiyle oraya döndüm.
Umut bana doğru geliyordu. Olduğum yerde durdum ve gelmesini bekledim sadece.
"Ee, benim hakkımdaki yargıların değişti mi biraz?"
"Çok az," dedim işaret ve baş parmağımı birbirine yaklaştırıp gösterirken. "Hem o yargılar ancak iddiayı kazanırsan değişecek, biliyorsun."
Aslında çoğu şimdiden değişmişti ama azıcık yalan söylemekten zarar gelmezdi.
"Aslında ben on numara adamım da sen göremiyorsun işte," dedi forma numarasını göstererek.
Esprisi ile yüzümü buruşturdum. "Arka tarafın ilgimi çekmediği için bakmamışım, kusura bakma," dedim aynı ifadeyle.
"Öyle mi? Ben çekmiştir diye düşünüyordum." Kollarını göğsünde birleştirmiş ve bana doğru bir miktar eğilmişti. Bunun boyu kaçtı da bana doğru eğilmesine rağmen masıl aramızda hâlâ boy farkı oluyordu?
Kararlılıkla gözlerime bakarken bir anda gözleri başka bir yere kayarken yutkunduğunu fark ettim.
"İzem, gel hadi!"
Bana seslenen Kuzey ile bir adım geri çekildim. "Görüşürüz."
"Görüşürüz." Sesi bana meydan okurkenki gibi kararlı değil, aksine her an içine kaçacakmış gibiydi. Çok sorgulamadan arkamı dönüp servise ilerledim.
Servise bindiğimde hoca yoklama alıyordu. Ben de o sırada başımı cama yaslamış dışarıyı izliyordum. Tam görüş açımda olan Umut'un yanına spor magazinlerinde boy gösteren fotoğraflarından kardeşi olduğunu bildiğim bir kızın gelip ona sarılması ve Umut'un da onunla uğraşması da tam olarak bu sırada gerçekleşmişti.
Ve o an, sadece çok küçük ve kendimden bunun için utanabileceğim bir an, Umut gözüme fazlasıyla tatlı gelmişti.
Kendi düşüncelerimi ayıplayarak gözlerimi onlardan ayırdım ve telefonuma bakmaya başladım. Gerçekten, bana neler oluyordu da gıcık olduğum biri hakkında böyle saçma şeyler düşünüyordum?
♡♡♡
Sevmeye başlıyorsun, İzem. Sen de fark edeceksin ama ne zaman...
Yeni kapağımız nasıl olmuş bu arada?
Sonraki bölümü Umut'tan yazma gibi planlarım var ama pek emin de değilim. O zamana kadar görürüz artık. Sonraki bölümde görüşürüüüzzzz 🧡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |