
İzem'den
Bazen, hatta daha doğrusu çoğu zaman, verdiğim kararların doğruluğunu ve neden verdiğimi sorguluyordum. Şimdi de o zamanlardan biriydi ve bu seferki konuğumuz Umut'la girdiğim iddiaydı.
Sırf söz konusu iddia yüzünden son zamanlarda daha öncesinde hiç görmediğim kadar Umut'u görmeye başlamıştım. Daha da fazlası, onu bu kadar çok görmek onun hakkındaki düşüncelerim kınusunda da kafamı karıştırıyordu. Mesela, ilk başlardaki tamamen abartılan bit balon olduğu fikri yavaş yavaş siliniyordu.
Oflayarak elimdeki kalemi kitabın arasına sertçe bıraktım. Bütün bu düşünceler zihnime sorudaki çocuğun isminin Umut olması yüzündendi. Ne vardı ki aklıma hemen o gelmişti?
Zaten yeterince çalıştığımı düşünerek kitabı da kapattım ve elime telefonumu aldım. Amacım sosyal medyada gezinip vakit öldürmekti. Uygulamayı açtığım an karşıma çıkan fotoğraf ise beni telefonu da yatağımın üzerine atmaya zorlamıştı.
Karşıma ilk çıkan şey Umut'un paylaştığı bir gönderi olmuştu. Son zamanlarda bu kadar çok karşıma çıkması gerçekten de hiç hoş değildi. Yine de bir noktada bundan bir kaçışım olmadığını biliyordum.
Telefonumu tekrardan elime aldıktan sonra ekrandaki fotoğrafa bir daha baktım. Üzerinde okul takımının formasıyla kameraya poz vermişti. Dünki maçtan önce çekilmişe benziyordu.
Gözüm forma numarasına iliştiğinde aklıma yine dün yaptığımız konuşma geldi. Bana söylediği şey o kadar gülüçtü ki o saçma karşılığı vermeden edememiştim. O diyalog yine aklıma geldiğinde kendi kendime kıkırdadım.
Çok değil, birakç saniye sonra ne yaptığımın farkına vararak uygulmadan çıktım ve telefon ekranını da kapattım. Resmen Umut'un fotoğrafına bakıp dalmıştım. Hem de yeterince uzun bir süre...
"İzem!"
Adımı seslenen annemle masamın başından kalkıp koridora çıktım. "Efendim anne?"
"Gökçe gelmiş, seni bekliyor."
Bugün Gökçe ve Kuzey ile beraber buluşup bir şeyler yapma planlarımız vardı. Ben de zaten hazırlanmıştım ve bir saat önce Gökçe'nin buluşmayı unutup uyuyakaldığını öğrenip fırsattan istifade ders çalılmaya oturmuştum.
Yatağımın üzerinde hazır olan çantamın içine sadece telefonumu ekleyerek omzuma taktım ve merdivenlerden aşağı indim. Yanlarona gittiğimde Gökçe holde annemle konuşuyordu.
"Hadi, çıkalım."
Annemle kısaca vedalaşıp evden çıktık. Kuzey'le otobüs durağında buluşacaktık ve oradan da hep gittiğimiz kafeye gidecektik. Ben de Kuzey'le buluşmadan önce Gökçe'ye daha az önce yaşadığım saçmalıktan bahsetmek istiyordum. Alacağım cevaptan emin olsam da yine de bazı şeyleri içimde tutmayı çoğu zaman beceremiyordum.
"Az önce çok saçma bir şey oldu," diye başladım söze.
"Ne oldu?"
"Ben seni beklerken uslu uslu soru çözüyordum, sonra soruda ne göreyim? Çocuğun adı Umut'muş."
"Sen de odaklanamayıp iki saat daldın, değil mi?" diye sordu alayla.
Utançla ağır ağır başımı salladım.
"Ne?" Kulağımın dibinde cırlamasıyla yarım adım kadar yana kaydım.
"Ne bağırıyorsun ya?"
"Ya hu ben şaka yapmıştım, sen gerçekten âşık oluyorsun galiba."
Dediği şeye göz devirdim. Âşık falan oluyordum.
"Âşık falan olmuyorum," diye homurdandım.
"Ya hiç mi bir şey yok? Bir hoşlantı falan?"
Hiç düşünmeden cıkladım. "Bence sadece ona olan davranışımın yalnış olduğunu fark ettiğim için vicdan azabı çekiyorum, bu kadar."
"Emin misin? Bahsi geçen kişi öyle yoldan geçen alelade birisi değil, senin hayranı olduğun futbolcunun oğlu. Okuldaki çoğu kızın, hatta sadece futbol magazinini takip edenlerin bile felaket etkilendiği birinden bahsediyoruz ve sen ondan hiç etkilenmiyorsun, öyle mi?"
"Öyle," dedim yine düşünmeden. Sonraki birkaç saniye içerisinde düşündüğümdeyse içime bir kuşku düşmüştü.
Siktir.
Yine oluyordu.
"Öyle diyorsan..." Sesi pek de ikna olmuşa benzemiyordu ama daha fazla üstelemeyeceğinden emindim. Ben de bu yüzden konuyu burada kapatmaya karar vermiştim. Zaten durağa da gelmiştik.
Kuzey çoktan gelmiş bizi bekliyordu. Onun yanına gidip selam verdim. "Günaydın."
"Günaydın demek için fazla geç değil mi?"
Benim yerime Gökçe cevap verdi. "Saat daha on ikiyi geçmedi."
"Neyse ne," diye homurdandı Kuzey.
"Paşamız yine tersinden kalmış herhalde, ne bu haller?" diye takıldım ona.
"Tersimden kalkmadım da bu sıcakta bir saat bekledim. Aynı etkiyi yaratıyor, denemek istersen." Kinayeyle kurduğu cümleden sonra haklı olduğu için susmak zorunda kaldım. Zaten çok geçmeden otobüs de gelmiş ve binmiştik.
Çok uzun bir yolumuz olmadığı için oturacak yer bulamamış olmayı çok da dert edinmeden tutunabilecek bir yer bulup ayakta dikilmeye başladım. Bir yandan da çantamdan kulaklığımı çıkartıp takmıştım. Yol boyunca müzik dinleyecek olmamı yadırgayacaklarını düşünmüyordum.
Nihayet ineceğimiz durağa vardığımızda alelacele insan yığınının içinden çıkıp kendimizi dışarı attık.
"Oh be, nefes aldım sonunda." Kuzey'e hak vererek başımı salladım. Halk otobüslerinin en kötü yanı kesinlikle nefessiz olmalarıydı. Tabii daha bir sürü kötü özellik sayılabilirdi ama benim en çok rahatsız olduğum şey buydu en azından.
"Hayatında ilk defa otobüse biniyorsun sanki, daha önceden de alışık olman lazım."
"Aman be Gökçe, başlama sen de sosyal duyarlılık projesi gibi konuşmalarına."
"Ne alaka dediğimle bu?"
İkisinin kavgaya tutuşacağını anladığımda araya girme ihtiyacı duydum. "Tamam, hadi kafeye geçelim."
Yüzlerindeki memnuniyetsizliği görsem de aldırmadan çok da uzak olmayan kafeye doğru ilerlemeye başladım. Onların da arkamdan geldiğinden emin olduğum için bakma ihtiyacı duymamıştım.
Kafenin hemen önüne geldiğimde yoldan geçmeden önce mecburen beklemek zorunda kalmıştım. O sırada Gökçe ve Kuzey de bana yetişerek yanıma gelmişlerdi. "Neden önden uçup gidiyorsun?"
"Çünkü canım öyle istedi," diye cevap verdim Gökçe'ye.
Karşıya geçmek için beklerken kafeye giren tanıdık bir yüzü görmemle donup kaldım. O olduğundan tam emin olamasam bile o olduğunu düşünüyordum. Bir daha baktım emin olabilmek için. Bu sefer yüzü bana doğru döndüğünde kesin emin olmuştum. O kafeye giremezdik.
"Kafeye giremeyiz," dedim arkamdaki ikiliye.
"Niye?"
"Çünkü o içeride. Beni hiçbir şart ve koşulda oraya sokamazsınız."
"Umut mu?" diye sordu Gökçe imayla.
Göz devirdim. "Umut ne alaka şu an?"
"Ne bileyim, utandın sandım bir an," dedi omuz silkerek.
"Hakan."
Tek kelimelik cevabım onlara yeterli gelmiş olacak ki ikisinin kaşları çatılmıştı.
"O İstanbul'dan gitmemiş miydi?" diye sordu Kuzey.
"Ne bileyim Kuzey? Burada işte."
"Yanlış görmüş olmayasın?"
"Eminim, oydu. Yüzünü gördüm."
Kuzey'in sıkıntıyla ofladığını duydum. "Sahile gidelim bari."
Öneri herkes tarafından onayladığında kafenin yanından geçerek sahile ilerledik. Zaten bu kafeye de sahile yakın olduğu için seviyorduk ve şimdi de bu işimize yaramıştı.
"Kahveleri birimiz alsın bari içeriden," diye başka bir öneri sundu Gökçe çok uzaklaşmadan.
"Ben alırım, ne istiyorsunuz siz?"
İkimiz de Kuzey'e ne istediğimizi söyledikten sonra olduğumuz yerde onun kahveleri alıp gelmesini beklmeye başladık.
"Geri mi gelmiş yani?" diye sordu Gökçe.
"Bilemem, ama umarım dönmemiştir. Yüzünü görmek bile istemiyorum," dedim yüzümü buruşturarak.
"Ben de seninle aynı fikirdeyim. O kadar şeyden sonra bence onun da senim yüzüne bakacak yüzü yoktur."
Baş sallayarak ona hak verdiğimi belirttim. Geçmişte bana pek de güzel şeyler yaşatmamıl bu şahısla yüz yüze gelmek isteyeceğim son şeydi.
Nihayetinde Kuzey de geldiğinde kahvelerimizi elimize alıp sahile gittik.
♡♥︎♡
Çok boş bir bölüm oldu gibi oldu ama olay akılını biraz yavaşlatmak için böyle oldu gibi biraz da. Her neyse, kendinize iyi bakın, sonraki bölümde görüşürüüüzzzz 🧡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |