26. Bölüm

Uyan, Lütfen

uranüs
justtbirisii

 

Perdenin Ardındakiler - Bu Şehir Bugün Sensiz

Tamı tamına on gün olmuştu. Onun sıcacık bakan elalarında ısınamadığım, kokusunu doyasıya içime çekemediğim, sıkıca sarılamadığım on gün geçmişti. Bu süre görece kısa da olsa benim için bir asır uzunluğunda gibiydi.

Üç gün önce yoğun bakımdan çıkmış, odaya almışlardı. Bu üç gündür görebiliyordum onu sadece, gördükçe de kahroluyordum. Alnında, tam saç çizgisinin başladığı yerdeki ve çenesinden boynuna uzanan dikiş izleri ne kadar şanslı olduğunu gösteriyordu aslında. Çok kritik yerlerden yaralanmasına rağmen hala yaşaması umut veriyordu bana.

Yine de uyanmadığı için risk hala devam ediyordu. Hatta doktor komada kalabilme durumu olduğunu söylemişti. Doktorun söylediği şeylerin geneli umut verici değildi hatta ilk başta. Ama son bir iki gündür daha olumlu konuşuyordu durumu hakkında.

Bu on günde Süleyman abi izin alabildiği kadar almış ve olabildiğince yanında durmuştu kardeşinin. Ama dün artık gitmesi gerektiğinden onu bana emanet ederek gitmişti. Annesi de gelmişti. Hatta yoğun bakıma yalnızca aileden olanlar girebildiği için ben giremezken yanına girmişti. Kaza olmafan çok kısa süre önce kızını yok saymıştı ve olabildiği her an yanında olarak bunu affettirmeye çalışıyor gibiydi.

Herkes çok fazla göz yaşı dökmüştü. Ben bile, ağlamaktan nefret ettiğim halde saatlerce ağlıyordum her gün. Sanki ağlayınca acım biraz hafifleyecek gibiydi ama en ufak bir değişim olmuyordu.

Annemler buraya gelmiş, kalabildikleri kadar kalmışlardı ama Güneş'in okulu olduğu ve sınav haftasına girdiği için üç gün sonra geri gitmek zorunda kalmışlardı. Yine de annem günde bir iki kez arayıp durumunu soruyordu.

Esin ve Enes de okuldan vakit bulabildikleri neredeyse her an buradalardı, benim gibi. Ben de sınavlar biter bitmez durumu söyleyerek izin almıştım zaten. Ona bir şey olursa veya uyanırsa yanında olmak için hastaneden çok az ayrılmıştım bu sürede. Her gece yalnızca bir kişinin kalmasına izin verdikleri için gittiğim olmuştu ama olabildiğince geç gidip erken geliyordum.

Şu an onun başında yalnızca ben vardım. Annesi bu gece başında kaldığı için birkaç saatliğine gitmişti, Esin ve Enes de okuldaydı. Boş odada yalnızca soluk yüzüyle hastane yatağında yatan Hilal ve ben vardık.

Yanında duran eline uzandı elim. Her zaman sımsıcak olan eli şimdi buz kesmişti. Elini hafifçe sıktım ve kendimce ısıtmaya çalıştım, o uyanmadıkça ısınmayacağını bildiğim halde. Elimin altındaki çizikler yine o berbat kazadan kalmıştı. İyileştirebikecekmiş gibi üzerini okşadım.

Benim tek yaram sol omzumdaydı, tam oradaki hilal dövmesinin üzerinde. Onunsa bir sürü yarası vardı. Arabayı ben kullandığım için istemsizce kendimi suçluyordum bu hali için. Kendim tek çizikle kurtulmuşken onun günlerdir yaşam savaşı vermesi hiç adil gelmiyordu.

"Ne zaman uyanacaksın?" diye sordum kısık çıkan sesimle. Ben fark etmeden göz yaşlarım yanaklarımı sarmaya başlamıştı bile. "Uyan artık, lütfen. Hepimiz seni çok özledik."

Belki de şu an beni duymuyordu ama umrumda değildi. Kafamdaki kötü düşünceler ancak onunla konuşunca geçerdi.

"Normalde hep sen konuşurdun, bem dinlerdim. Ama şimdi sen susuyorsun, ben konuşuyorum. Ağzını açıp tek bir kelime söyle balım, lütfen."

Yalvarmalarımın, sorularımın tek karşılığı koca bir sessizlikti. Yine de konuşmaya devam ettim. "Şu an dışarıda yağmur yağıyor. Uyanık olsan şimdi dışarı çıkardın, ıslanırdın. Hasta olacağını bile bile neden bunu yaptığını anlayamıyordum ama sonra senin yazdığın denemeyi okudum. Hatta son bir haftada onu kaç kere okuduğumu sayamadım bile. Seninle konuşuyormuş gibi geliyor."

Gözüm pencereden gelen güneş ışığına takıldı. Burukça gülmsedim. "Bak, şimdi de güneş açtı. Gökkuşağı çıkacak yani. Keşke uyanık olsaydın da çocuksu sevincini görebilseydim."

Boğazıma düğümlenen hıçkırıklarımla sözlerime daha fazla devam edemedim. Alnımı yatakta duran ellerimizin üzerine dayadım. "Uyan, balım. Lütfen..."

Orada ne kadar öyle kaldığımı, ne kadar ağladığımı bilmiyordum. Tek bildiğim hemşirenin rutin kontrol için geldiğinde odadan çıkıp lavaboya gittiğimdi. Yüzümü yıkadıktan sonra aynada kendime baktım. Gözlerimin altı artık görmeye alıştığım gibi şişmiş ve mosmor olmuştu. Gözlerimdeki aklar irisimin rengine yaklaşak kadar kızarmıştı. Ellerimi saçlarımın arasına geçirip serçe çekiştirdim. Perişan haldeydim.

Babamın ölümünden sonra hiçbir şeyin beni bu kadar vuramayacağını zannederken şimdi daha da batmış haldeydim. Belki de o zamanlar çocuk olduğum ve bir şeylerin farkına varamadığım içindi, bilmiyorum.

Bugün itibariyle yirmi dört yaşımdaydım ve bu yirmi dört sene boyunca hiç bu kadar dibi görmemiştim. Çok parlak bir yaşamım olmasa da en karanlık noktanın burası olacağından neredeyse emindim.

Lavabodan çıkıp geri odaya döndüm ve bıraktığım halden hiç farklı olmayacak şekilde buldum. Beklemediğim bir şey değildi ama yine de onun uyandığımı görmek kesinlikle tercihim olurdu.

Camdan dışarı baktığımda silik şekilde gözüken gökkuşağını gördüm. Dudaklarım istemsizce yukarı kıvrıldı. Her zamanki gibi yatağın yanındaki sandalyeye otururken konuşmaya başladım. "Bak, çıkmış bile gökkuşağı. Ama benim için sen onu parlayan gözlerle izlemediğim sürece bir anlam ifade etmiyor."

Yine elini tuttum. Belki o anlık bir his bile olsa eli bir nebze daha sıcak gelmişti. "Bana hilalde ne bulduğumu sormuştun ya hani, seni buluyorum ben. Annem babamı kaybettikten sonra onu ayda bulduğunu söyler, ben de o yüzden sevdiklerimi onda bulurum. Sen de benim en sevdiğimsin, Hilal. Sen olmadan gökyüzündeki ayın bile manası kalmıyor bende."

Gerçi, son bir haftadır ayın önünü bulutlar kapamıştı hep. Ne zaman gökyüzüne baksam hep puslu görmüştüm. Sanki gök bile farkındaydı Hilal'in uykuda olduğunun.

"Ben hep en kötü doğum günümün sekiz yaşıma girerkenki olduğunu düşünürdüm," dedim bambaşka bir konuya geçerek. "Çünkü babam olmadan kutladığım ilk yaşımdı. Ama galiba bu sefer ondan da kötü oluyor. Sen buradasın, görüyorum. Ama ne doyasıya sarılabiliyorum sana, ne de o güzel gözlerini görebiliyorum. Ya da ağzından tek bir kelime çıkmıyor. Ne olur uyansan? Ne olur uyansan da bana tek kelime olsa bile bir şey desen?"

Artık hem ağlamaktan hem de aynı anda konuşmaktan boğazım acımaya başlamıştı. O yüzden susmak zorunda kaldım. Susmak, ve kafamın içinde beni yiyip bitiren düşüncelerimle baş başa kalmak...

Ne kadar olduğunu bilemediğim bir süre sonra annesi gelmişti. Kızıyla baş başa kalmak isteyeceğini düşünerek her zamanki gibi odadan çıkmaya yeltendim. Ama beni kolumdan tutup durdurmuştu.

"Bu gece sen kal yanında refakatçi olarak."

Bunu duymak beni fazlasıyla mutlu etmişti. Gülümseyerek anladım manasında başımı salladım ve dışarı çıktım.

Akşam olup herkes gidene kadar da tekrar girmemiştim odaya. Zaten gece boyu yanında olacağımı düşündüğüm içindi belki de.

Hava kararana kadar ortadan kaybolmayan gökkuşağını izlemiştim sürekli camdan. Bana onu hatırlatan pek çok şeyden yalnızca biriydi çünkü.

Odadaki açılabilen tekli koltuğu sandalyenin durduğu yere çektim ve yatağın hemen yanına koydum. Hava kararalı çok bir zaman olmasa da uykum gelmişti, son zamanlarda pek uyumamıştım zaten. Şimdi onun yanında olduğum için daha rahat bir uyku çekebileceğimi umuyordum.

Elimi elinin üzerine koyduktan sonra gözlerimi kapattım. Gördüğüm ilk şey, onun yüzüydü. Bu benim için farklı bir şey olmasa da en azından rüyamda onun sesini duyabilmeyi umuyordum bu sefer.

Bilincim kapanıp uykuya dalarken de istediğim olmuş ve rüyamda kısık sesiyle bana seslendiğini duymuştum.

 

🌙

 

​​​​​Önceki bölümlere koyduğum sınırları takmadığınız için artık sınır yok, ama lütfen yorum yapın.

Şimdilik çok çok öpücükk <3

Bölüm : 31.01.2025 16:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş