43. Bölüm

42.BÖLÜM "Sözleşme"

Kardelen T
k_blackfire

 

Keyifli okumalar...

 

Yazardan...

 

"Bir hafta içinde boşanıyoruz Sena'yla."

 

Aras'ın kurduğu bu cümle, herkesin içinde büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Bunu o kadar net ve ciddi bir ifadeyle söylemişti ki, bunu yapmayacağına dair en ufak bir şüphe yoktu kimsenin içinde.

 

Ve yapacaktı da...

 

Çünkü, bu onun için bir bitiş değil, başlangıçtı. Ona göre Sena eninde sonunda pişman olacak ve ona geri dönecekti. Başka bir ihtimali düşünmek bile istemiyordu o yüzden bu düşünceye tüm benliğiyle inanmıştı. Bunun için elinden ne geliyorsa yapacak ve Sena'nın pişman olmasını sağlayacaktı.1

 

Dicle ise, Aras'ın bu cümlesini duyunca bir an ne yapacağını bilemedi. Bir hafta içinde boşanacağım diyordu Aras. Gözleri aniden sevinçle parladığında, yüzüne yayılan geniş tebessümü elleriyle gizlemeye çalıştı. Biliyordu. Eninde sonunda başaracağını biliyordu. Demek ki Aras'ta anlamıştı bu evliliğin artık bittiğini...

 

Hicran Hanım ve Hasan Ağa birbirlerine baktılar. Hicran Hanım bu duyduğuma ne tepki vereceğini şaşırmış gibiydi. Aras'ın boşanmayı kabul edeceğine ihtimal dahi vermiyordu ama şimdi Atas karşılarına geçmiş, Sena'yla boşanacağını söylüyordu. Anlaşılan o ki, Sena yine bir şey yapmıştı. Bu öyle bir şeydi ki, Aras'ı bile boşanmaya ikna edecek kadar ağırdı.

 

"Ben doğru mu duydum?" diye sordu Dicle, kendine daha fazla hakim olamayarak. "Gerçekten noşanacak mısın o kızdan?"

 

Aras, "Ne duyduysanız o," diye konuştu ifadesiz bir sesle. "Bu konu hakkında daha fazla şey duymak istemiyorum."

 

Dicle sevinçle Gönül'e taraf baktı. Bir an az önce olanları unutup, sevincini paylaşmak istemişti. Lakin Gönül'üm bir kaç dakika önce ettiği lafları anımsayınca yüzündeki gülümseme dondu ve bakışlarını ondan ayırarak tekrar Aras'a doğru çevirdi.

 

Aras'ın ise bakışları babasının üzerine dönmüştü. Gözlerinde şimdi çok daha farklı bir öfke vardı ve bunun sebebi bu sefer Sena değildi. Bir kaç saniye bekledikten sonra, hafifçe gözlerini kıstı ve bir kaç adım ilerleyerek babasının tam karşısında durdu. "Asıl benim sana bir şey sormam lazım baba," diye mırıldandı patlamaya hazır bir şekilde. "O Cihangir denen itin Mardin'e geldiğinden haberin var mıydı senin?"

 

Hasan Ağa, aniden kafasını kaldırıp oğluna baktı. Öfkelendiği bariz bir şekilde belli oluyordu. Bir an duraksadı ve sonra hızlıca ayağa kalktı. "Cihangir'mi?" diye sordu oldukça öfkeli ve şaşkın bir sesle. "O Mardin'e mi gelmiş?"

 

Aras, sinirle güldü. "Bana haberinin olmadığını söylemeyeceksin değil mi?" Gözlerini sinirle babasının üzerine dikti. "Herif sanki hiçbir şey olmamış gibi Mardin'e gelip yerleşmiş ve senin bundan haberin yok öyle mi?"

 

"Cihangir kim ya?" diye araya girdi Gönül.

 

Hasan Ağa ise adeta beyninden vurulmuşa dönmüştü. Olanlardan gerçekten haberi yoktu lakin, o adamın bunca yıl sonra buraya gelmiş olması yeni bir savaşın habercisiydi. Yıllar önce edilen yeminin artık gerçekleşme vakti gelmişti demek. İçinde büyüyen öfke ve kızgınlıkla beraber oğluna baktı. "Emin misin o olduğuna?" diye sordu. "Bunca yıl sonra niye gelsin?"

 

Aras sorarcasına babasına baktı. "Sence neden geldi baba?" Gözleri cevabını bildiği sorunun cevabını babasından isterken, sesi adeta öfke doluydu. "O herifin neden geldiğini ikimizde çok iyi biliyoruz."

 

Hasan Ağa, bakışlarını yere indirdi ve kafasını ağır ağır salladı. "Ne olacak şimdi?" diye sordu, sesinde bu sefer derin bir endişe vardı. "Bu hiç iyi olmadı, hiç..."

 

Aras, sinirle yumruğunu sıktı ve derin bir nefes aldı. Adeta öfkeden delirecek gibiydi. Hele o adamın, Sena'ya baktığı anı aklından bir an olsun çıkaramıyordu ve bunu düşündüğü her an etrafındaki herşeyi yakıp yıkmak istiyordu. İtiraz istemeyen bir tavırla babasına baktı ve burnundan tekrar sert bir nefes aldı. "Olacak iki şey var," dedi sakin tutmaya çalıştığı bir sesle. "Ya o herifi Mardin'den sessiz sedasız göndereceksin," Gözlerine tehlikeli bir ifade yerleşti. "Ya da kan dökülecek. Ve emin ol baba, ben ikimizden biri ölene kadar durmam."

 

Hicran Hanım, hızlıca oğlunun yanına geldi ve korkuyla oğlunun kolunu tuttu. "Kurbanın olayım gidip bir delilik yapma oğlum," diye konuştu, sesi titriyordu. "Ben bir evladımı daha kaybedemem."

 

Aras göz ucuyla annesine baktı. "Eğer o adam burada kalırsa bu iş ancak kanla temizlenir," dedi yemin eder gibi. "Başka yolu yok."

 

Annesi çaresizce, Hasan Ağa'ya baktı ve sonra tekrar oğluna çevirdi bakışlarını. "Bu işin sonu, ya ölüm ya hapis Aras," dedi gözlerinden yaşlar akmaya başlarken. "Ben buna izin vermem. Bir evladımı daha kurban etmem bu kadere..."

 

Hasan Ağa, gerisin geri tekrar yerine oturdu ve bir süre düşündü. Bu hiç iyi olmayacaktı. Ve bildiği bir şey varsa da bu konuyu çözmek hiç kolay olmayacaktı. Eğer Cihangir, eski defterleri açmaya kalkarsa ve en kötüsü intikam almaya girişirse bundan kurtulmanın tek yolu kan dökmek olacaktı. Hasan Ağa içine düşen korkunç sıkıntıyla beraber ağır ağır kafasını salladı. "Ben bulacağım bir çaresini," dedi yorgun düşen bir tavırla. "O zamana kadar en ufak bir tartışma bile istemiyorum Aras. Yüzyüze bile gelmeyeceksin o adamla." Gözleri herkesin üzerinde tek tek gezindi. "Sadece Aras'a değil, hepinize söylüyorum."

 

Orada bulunan herkes tek tek kafasını salladı ama Aras herhangi bir tepki vermemişti. O adam burada oldukça ona rahat yoktu...

 

Hele ki, O adam Sena'nın etrafında dolaşmaya devam ettikçe...

 

***

 

Sena'dan...

 

2 Gün sonra.

 

"Sena emin misin? Avukata verelim o götürsün, biz götürürsk daha fazla olay çıkacak."

 

Aslı'nın kurduğu cümleyi duymazlıktan gelerek, elimdeki avukatıma hazırlattığım sözleşme dosyasını çantama koydum. Ne kadar ciddi olduğumu anlamalarını istiyordum. Aras'ın söylediklerine güvenemezdim. Benimle boşanacağına tamamen emin olmalıydım, bu yüzden kendim imzalatacaktım ona bu sözleşmeyi.

 

İçimde en ufak bir tereddüt yoktu. Başıma artık bundan daha fazlası gelemezdi.

 

Bu gün artık son kez Karaaslan konağına gidecek ve herşeyi tek kalemde silecektim.

 

Bu sondu.

 

Aslı, oldukça endişeli bir ifadeyle yanıma yaklaştı ve elimi tuttu. "İzin ver bende geleyim seninle," diye ısrar etti. "Tek başına gitmene gönlüm hiç razı değil."

 

Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Gerek yok Aslı."

 

"Sena," dedi bakışlarıyla ısrarını sürdürerek. "Güvenmiyorum o aileye. Ya kabul etmezse, ya diretirse boşanmayacağım diye..."

 

Aslı'ya bakıp, "Diretmeyecek," diye mırıldandım. "Sen bana güven, bu işin dönüşü yok artık."

 

Aslı derin bir nefes aldı. Beni tek başına göndermek istemesede daha fazla karşı gelmeden hafifçe kafasını salladı ve beni onayladı. Ona güven vermek istercesine baktım ve ardından çantamı elime alıp çıktım odadan.

 

Güvendiğim tel şey, Aras'ın öfkesiydi. Onun gözlerine bakarak, ondan nefret ettiğimi söylemiştim. İşte an gözlerinde beliren ifade her neyse, bu bana boşanmayı kabul edeceğini hissettirmişti. Belki de yanılıyordum, bilmiyorum ama içimde bu sefer olacağına dair keskin bir inanç vardı. Ama asıl önemli olan, boşandıktan sonra ne olacağıydı. Kimseye istediğini vermek gibi bir niyetim yoktu. Herkes yaptıklarının bedelini tamamen ödemeden bana rahat yoktu.

 

Mutlu olmalarına izin vermeyecektim.

 

Bir kaç dakika sonra, etrafa kısaca göz gezdirdim. Çağırdığım taksi henüz gelmemişti. Kollarımı önümde bağlayıp beklemeye başladığımda, o gün olanlar tekrar zihnime uğramıştı. İçimde hâlâ tamamen bitmeyen değişik bir huzursuzluk vardı ama nedenini anlayamıyordum.

 

"Yine bayılacak mısın yoksa?"

 

Duyguğum bu sesle beraber bakışlarım yavaşça sesin sahibine taraf döndü.

 

Cihangir.

 

Kaşlarım aniden çatılırken anlam veremeyen ifadeyle ona baktım. Ama o sanki hiçbir şey olmamış gibi oldukça rahat görünüyordu.

 

Üzerinde, beyaz bir tişört ve kahverengi bir gömlek vardı. Boynunda gözüme çarpan bir zincir takmıştı ama ucu tişörtün içinde olduğu için ne kolyesi olduğunu göremiyordum ama anlaşılan o ki spor giyimine tekrar geri dönmüştü.

 

Bundan sana ne?

 

Bakışlarımı ondan ayırıp önüme döndüm. "Ne işin var senin burada?"

 

Hafifçe güldüğünü işittim. Bir kaç adım ilerleyip tam yanımda durdu ve benim baktığım yöne baktı. "Her an sinir krizi geçirme ihtimalin olduğu için otelin önünde nöbet tutuyorum," Gözlerim aniden ona döndüğünde gülmeye devam ederek, "Korkma," diye mırıldandı. "Şaka yapıyorum."

 

Gözlerimi devirip huzursuz bir nefes aldım. "O gün bilerek yardım ettin değil mi bana?" Hesap sorarcasına kafamı salladım. "Aklınca Aras'a göz dağı vermek istedin ama kusura bakma, benden sana fayda gelmez."

 

Cihangir'in yüzündeki gülümseme yavaşça silindi ve yerini ciddi bir ifade aldı. "Böyle düşüneceğini biliyordum," diye konuştu sakince. "Belki bana inanmayacaksın, ki inanmıyorsun zaten. Ama ben seni tanımıyordum."

 

Alayla güldüm. "Tabi," dedim kafamı hafifçe sallayarak. "Kesin tanımıyorsundur."

 

Bir kaç saniye boyunca yüzüme baktı. "Aras'ın boşanmak üzere olduğu bir kadını neden kullanayım ki," diye sordu, sesi oldukça ciddiydi. "O aileyle bitmeyen bir davam var, doğru. Ama böyle bir şey yapacak kadar alçak bir adam değilim ben."

 

Kafamı çevirip onun yüzüne baktım tekrar. Yalan söylüyormuş gibi bir hali yoktu, hatta içimden bir ses doğru söylediğini bile söylüyordu ama kimseye güvenmek istemeyen tarafım ona inanmama engel oluyordu. Bunu anlamış olacak ki, "İstediğine inanmakta özgürsün," diye mırıldandı. "Ama ben bir kez daha söylüyorum. Sana yardım etme amacım Aras değildi."

 

Hafifçe kafamı salladım. "Ne olduğunun bir önemi yok artık," diye konuştum. "Sende onların kanını taşıyorsun sonuçta..."

 

Bunu söylediğimde, onun yüzüne öyle bir ifade yerleşti ki, istemsizce ona bakmaktan kendimi alamadım. Gözlerinde hm öfke, hemde çok derin bir acı belirdi. Bunu o kadar net hissetmiştim ki, onların arasında ne olduğuna dair merakım daha çok artmıştı. Burnundan sert bir nefes aldı ve bakışlarını başka tarafa çevirdi. "Senden bir şey isteyebilir miyim?" diye konuştu, yumuşak tutmaya çalıştığı bir sesle, ardından gözlerime baktı. "Beni o aileden biri olarak görme. Bu benim için bir hakaretten farksız."

 

Anlamadım dercesine yüzüne baktım. "Bu kadar öfkelisin yani onlara," diye konuştum sakin bir şekilde. "Ne yaşandı bilmiyorum ama, bunu söyleyecek kadar ağır bir şey olmalı. Yanlış mıyım?"

 

Cihangir'in bakışları yoldan geçen arabalardan ayrılmadı. "Bu öfke değil Sena," dedi durgun ve soğuk bir tınıyla. "Bu bambaşka bir şey. Ben bunu herhangi bir cümleyle anlatamam."

 

Bunu öyl bir ifadeyle söylemişti ki, o an ikna olmuştum nefretinin büyüklüğüne. Daha önce hiç kimse de görmediğim bir şeydi bu. Sanki tek bir cümleyle, tüm Karaaslan ailesini yerle bir edebilecek gibiydi...

 

Kaşlarımı çattım. "Neden bu kadar düşmansın o aileye sen?" diye sordum kendime daha fazla hakim olamayarak. "Eğer araya giren olmasaydı birbirinizi öldürecektiniz. Ne yaşandı da bu hale geldiniz siz?"

 

Cihangir'in bakışları beni buldu. "Şimdi değil," diye konuştu bakışları tekrar beni bulurken. Ardından, gelip önümde duran taksiye baktı ve geriye doğru adımladı. "Belki bir gün anlatırım."

 

Bunu dedikten sonra az ileride duran siyah, büyük jeep arbaya doğru ilerlemeye başladı. O arabasına bindiğinde, arkasından bakmayı kesip taksinin kapısını açtım ve beklemeden bindim arabaya. Onun arabası ise çoktan gözden kaybolmuştu.

 

Taksiciye adresi verdiğimde, araba hareket etmeye başlamıştı. Arkama yaslanıp yolu seyretmeye başladım. Neydi şimdi bu? Bu denli öfkelenmesine sebep olan şey neydi?

 

Karaaslan ailesinin bir çok düşmanı olduğunu zaten biliyordum ama bizzat aileden birinin gözlerinde böyle bir hırsı ve nefreti görmek beklediğim bir şeydi. Lakin onun gözlerinde gördüğüm tek şey öfke değildi. Çok daha farklı bir şey vardı. İntikam gibi bir şey.

 

Cihangir intikam istiyordu.

 

Yaklaşık yarım saat sonra taksi Karaaslan konağının önünde durduğunda, bir kaç saniye öylece konağa baktım. En son bu kapıdan bir daha dönmemek üzere çıkmış ve arkamda bir enkaz bırakmıştım. Şimdi ise o enkazı ateşe vermek için buradaydım. Henüz istediğimi almamıştım ve alana kadar da durmayacaktım.

 

Derin bir nefes aldım ve hazır hissettiğim an taksinin kapısını açtım ve inmeden önce şoföre baktım. "Biraz bekleyebilir misiniz, hemen döneceğim."

 

Şoför beni kafasıyla onayladığında, taksiden inip konağın kapısının önünde durdum ve kapıya üç kez sertçe vurdum. Kapı kısa süre sonra açıldığında, kapıyı açan kadının gözleri faltaşı gibi açılmıştı. "Sena hanım?"

 

Rahat bir tavırla kadını süzdüm ve içeriye baktım. "Aras burada mı?" diye sordum düz bir sesle.

 

Kadın gergin bir ifadeyle içeriye doğru baktı. "Burada ama..."

 

Kadının lafını bitirmesine izin vermeden içeri girdim ve avluya doğru ilerlemeye başladım. Avluda bir kaç kişinin olduğunu gördüğümde onlara taraf döndüm. Hatice Hanım, Dicle ve Nurcan abla beni gördüklerinde aniden ayaklanıp şaşkın bir ifadeyle bana baktılar.

 

"Senin ne işin var burada?" Hatice Hanım'ın yüksek sesi avluda yankılandığında, alayla gülüp onların olduğu tarafa doğru ilerledim ve bakışlarımı hepsinin üzerinde tek tek gezdirdim.

 

"Vay vay vay..." diye konuştum alayla. "Kimler varmış burada. Demek hâlâ umudunuz var."

 

Dicle'nin sinirle bana bakıp derin bir nefes aldığını gördüm. "Niye geldin sen ya?" diye sordu kaşlarını çatarak. "Yoksa?"

 

"Korkma korkma," dedim küçümseyici bir ifadeyle. "Geri dönmedim konağa. Müjdemi isterim sonunda hayallerin gerçek olacak..."

 

Dicle anlam veremeyen bir tavırla bana baktığında başka adım sesleri daha duyuldu tam arkamdan.

 

"Sena?"

 

Duyduğum bu tanıdık sesle beraber alayla gülmeye devam edip, sesin sahibine taraf hafifçe döndüm. Gelen kişi Aras'tan başkası değildi. Yüzünde ki sert ifadenin yanında, buraya neden geldiğimi sorgulayan bir tavır vardı.

 

"Hah," dedim sinir bozucu bir tavırla. "Bende seni bekliyordum."

 

Aras, beni baştan aşağı süzdü ve sonra hafifçe kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Ne oluyor burada?" diye sordu. "Neden geldin?"

 

Dicle'ye taraf bakıp gülümsedim ve sonra bakışlarım tekrar Aras'ı buldu. "Bu işi daha fazla uzatmadan halletmeye geldim," dedim ve çantamı açarak içinden sözleşmeyi çıkardım. Kağıdı ve kalemi Aras'a uzattığımda, bakışlarıma öyle bir nefret yerleştirdim ki, ondan nefret ettiğime dair en ufak bir şüphesi dahi kalmamalıydı. "İmzala," dedim üzerine basarak. "İmzala, bitsin."

 

Aras, bir kaç saniye duraksadı. Bakışları kağıda indiğinde, yüzündeki ifade sertleşmiş ve bakışları ciddileşmişti. Bir süre öylece kağıda baktı. Ne düşündüğünü anlamak güçtü. Kabul etmek gerekirse gizlemeyi çok iyi başarıyordu.

 

Yumruklarını sıktığını farkettiğimde, dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Ne tepki vereceğini bilmiyordum ama sinirlendiğini görmek beni her defasında keyiflendiriyordu. Kaşlarımı hafifçe kaldırdım ve Aras'a baktım. "Ne o, yoksa sözünden dönecek misin?"

 

Gözleri gözlerimi buldu ve saniyeler boyunca gözlerime baktı. Gözlerini benden ayırmadan elimdeki kağıt ve kalemi hızlıca aldı ve bir an bile düşünmeden imzaladı o kağıdı. Bir an bunu yapmasını beklemediğim için şaşı

rsamda, istemsizce gülümsemekten kendimi alamamıştım.

 

"Madem öyle istiyorsun," diye konuştu tehlikeli bir tınıyla. "O zaman bitsin."2

 

Bölüm Sonu.

 

Seviliyorsunuz ❤️

 

Bölüm : 12.01.2025 15:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...