45. Bölüm

44. BÖLÜM "Aşk ve İntikam"

Kardelen T
k_blackfire

Uzun bir aradan sonra tekrar buradayız, finale az kaldığı için kurguya odaklanmakta sıkıntı çekiyorum. Bilen bilir, ilk yayınlamaya başladığımda haftada en az iki bölüm atıyordum ki o zaman okuyan kişi sayısı çok azdı. 2

 

İki yıldan fazla süredir devam eden bir kurgu olduğu için bir noktadan sonra tıkanmalar oluyor haliyle. Uzun sürdüğünün farkındayım ama buna rağmen yanımda olan ve desteğini esirgemeyen okurlarıma çok teşekkür ediyorum 🤍

 

 

Keyifli okumalar...

 

"Sizin bir bebeğiniz olmayacak," diye konuştum buz gibi bir sesle. "Dicle bebeğini aylar önce kaybetti."

 

Ortaya attığım bu bombayla beraber etraf bir anda buz kesti. Bunun herkes için ne kadar ağır bir şey olduğunun farkındaydım. Başka bir durumda olsa, bunu bir kadının yüzüne karşı söylemezdim. Söyleyemezdim.

 

Ama bazı şeyler vicdan kavramını bile yok saymama neden oluyordu çünkü karşımdaki kişi bu durumu kendi lehine kullandığı için sınırı çoktan aşmıştı. Olmayan bir bebeği varmış gibi gösterip resmen yalan söylüyordu. Aras'ı başka bir şekilde elinde tutamayacağının o da farkındaydı ama maalesef oyunu başarılı olmamıştı.

 

Aras'ın bakışları bir an benim üzerimde donup kaldı. Gözlerindeki öfkenin saniyelik olarak büyüdüğünü gördüğümde, göz ucuyla Dicle'ye baktım. Gözleri saniyeler içinde dolmuş ve suratı bembeyaz kesilmişti.

 

Kabul etmem gerekirse, bu sırrı bu kadar çabuk ortaya çıkaracağımı bende beklemiyordum.

 

Ama sinirlerime ciddi anlamda hakim olamamıştım.

 

Aras'ın bakışları benden ayrılıp hızlıca Dicle'ye döndü. Bakışlarında hem şaşkınlık hemde tarifi mümkün olmayan bir öfke hakimdi. "Doğru__" diye konuştu kesik kesik. "Doğru mu bu?"1

 

Dicle yavaşça Aras'a baktı ama hiçbir şey söylemedi. Gözyaşları yanaklarına doğru süzülürken hıçkırıklar eşliğinde zorlukla tuttu kendini.

 

"Doğru mu dedim Dicle?"

 

Aras'ın sert sesi etrafta yankılandığında Dicle eliyle ağzını kapattı ve kafasını sağa sola salladı hızlıca. Bedeni sarsılmaya başlarken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Aras ise öfkeden delirecek gibiydi.

 

"Bana cevap ver."

 

"Yemin ederim söyleyecektim," kafasını tekrar sağa sola salladı. "Yemin ederim Aras... söyleyecektim," dedi Dicle, sesi çatallıydı.

 

Aras'ın gözleri alev almış gibiydi. Yumruklarını sıktığını gördüm, kendine hakim olmakta zorlanıyordu. Birkaç adım geriledi, sanki duyduklarını zihninde sindirmeye çalışıyor gibiydi.

 

Derin bir nefes aldı. "Sen ne hakla gizlersin böyle bir şeyi benden Dicle?" diye sordu boğuk bir sesle. "Lan benim çocuğum ölmüş..."

 

Dicle çökmüş gibiydi. Elleriyle yüzünü kapadı ve ağlamaya devam etti.

Ben hâlâ oradaydım. Her ne kadar haklı olsam da, bu şekilde ortaya çıkarmamın yarattığı tahribatı açıkça görebiliyordum.

 

Ama bu, Dicle ve Aras'ın tüm bu olanları haketmediği anlamına gelmiyordu.1

 

Aras bir süre daha olduğu yerde kaldı. Sonra birden döndü, gözleri tekrar benimkilere kilitlendi.

 

"Sen nereden öğrendin bunu?" dedi buz gibi bir sesle.

 

İfadesiz tutmaya çalıştığım bir sesle, "Birazcık gözünü açıp etrafa baksaydın sende anlardın," diye konuştum. "Gözünü hırs bürümüş. Gör işte o çok büyük aşkının sizi nasıl ayakta uyutup yalan söylediğini."

 

"Kafayı yiyeceğim lan..."

 

"Emin ol kandırılmanız umurumda bile değil," dedim hızlıca. "Ama daha fazla susup, Dicle'nin ekmeğine yağ süremezdim."

 

Aras gözlerini kıstı. "Bilerek sustun," hafifçe kafasını salladı. "Sırf senden boşanayım diye yaptın her şeyi. Önce o dosya, sonra bu..."

 

Cümlesini yarıda kesip burnundan sert bir nefes aldı. Ciddi anlamda sinirliydi. Göz ucuyla önce Dicle'ye sonra Aras'a baktım. "Eğer sorun çıkarmadan boşanmayı kabul etseydin daha erken öğrenirdin," dedim alaycı bir sesle. "O yüzden hiç kusura bakma. Her şeyin sorumlusu sensin."

 

Tam bu sırada Dicle hafifçe öne atılarak Aras'ın kollarına tutundu ve Aras'ın yüzüne baktı. "Aras lütfen," diye konuştu yalvarırcasına. "Lütfen bu kadının oyununa gelme. Görmüyor musun ne yapmaya çalıştığını?"

 

Aras kolunu sertçe çekti. "Tek kelime daha etmeye kalkma," diye konuştu oldukça yüksek bir sesle. Ardından öfkeyle ona baktı. "Sakın."

 

Sonra hızla arkasını döndü ve büyük adımlarla ortamdan uzaklaştı. Arkasında bıraktığı sessizlik ise, söylediklerim kadar sertti. Dicle hâlâ ağlıyordu, ben ise içimdeki karmaşayla öylece kalakaldım.

 

Bu Dicle için bir yıkımdı.

 

Ve ben yıkımı başlatan kişiydim.

 

Ama bundan zerre pişmanlık duymuyordum.

 

Dicle bir süre Aras'ın arkasından baktı. Gözlerinde bu sefer derin bir çaresizlik vardı, bunu çok net görüyordum. Elinde başka hiçbir şey kalmamıştı. Bana karşı kullanabileceği bir kozu yoktu, yapayalnızdı.

 

Saniyeler sonra gözleri yavaşça beni buldu. Bakışlarındaki yoğun öfkeyle beraber nefretle bana baktığında, gözlerime yerleşen alay eşliğinde ona aynı şekilde karşılık verdim. "Niye yaptın bunu?" diye sordu titreyen bir sesle. "Niye yaptın?" Üzerime yürüyüp öfkeyle elini kaldırdı. "Mahvettin hayatımı!"

 

Hızlıca Dicle'nin havaya kalkan elini tuttum ve onu sertçe geriye doğru ittim. O hafifçe geriye doğru sendelerken, benim bakışlarımda yoğun bir alay vardı hâlâ. "Sakın," kafamı tehditkar bir ifadeyle salladım. "Eğer bir daha böyle bir şeye kalkışırsan bu sefer Aras'la değil, bizzat seninle uğraşırım haberin olsun. Ve emin ol bunu yapmamı istemezsin Dicle."2

 

Dicle nefret dolu bir tavırla bana bakmaya devam ederken, arkamı döndüm ve hızlı adımlarla çıktım çay bahçesinden. Aslı'ya ait olan adım sesleri peşimden ilerlerken, Cihangir'in de hemen onun arkasında olduğunu tahmin edebiliyordum.

 

Adliyenin bahçesinden çıkana kadar hiç kimseden çıt çıkmamıştı. Ben dahil, hiç kimse bu sırrın bu kadar çabuk ortaya çıkacağını beklemiyorduk. Niyetim bunu hemencecik ortaya dökmek değildi, yavaş yavaş soracaktım yapılanların hesabını ama artık dayanacak gücüm kalmamıştı ve bir anda patlatıvermiştim bombayı.

 

Şimdi tek dileğim Aras'ın benden uzak durmasıydı.

 

Tersi olmamalıydı.2

 

***

 

 

Karaaslan konağı...

 

Konakta hüküm süren o yakıcı sessizlik, günlerdir şiddetini bir nebze olsun azaltmamıştı. Herkes o kadar huzursuzdu ki; haftalardır kimsenin yüzü gülmüyor, zorunda olmadıkça kimse birbiriyle tek kelime dahi etmiyordu.

 

Bunun sebebi Aras Karaaslan'dan başkası değildi.

 

Sena gittiğinden beri zaten uçta olan sinirleri, son günlerde epey bozulmuştu. Olan her şeye, herkese karşı kuvvetli bir öfke vardı içinde. Tamamen tahammülsüz ve etrafındaki hiç kimseyi umursamayacak raddedeydi. Son haftalarda konağa doğru dürüst geldiği bile yoktu. Eve gecenin bir yarısı geliyor, sabah erkenden çıkıyordu.

 

Nigar hanım, elinde taşıdığı kahve tepsisiyle mutfaktan çıktığında içini kemirip duran düşünceler bundan farklı değildi. Herkesin üzerine yapışan bu korkunç huzursuzluk en sonunda ona da sıçramıştı. En başından bu evliliğe engel olsaydı bunların hiçbiri olmayacaktı, bunun için yavaş yavaş kendini suçlamaya başlamıştı ama evde birinin düzeni sağlaması gerektiğinide unutmuyordu. Bunu da herzamanki gibi o üstlenmişti.

 

Nigar hanım, elindeki kahve bardağını hafifçe eğerek Hasan Ağa'ya uzattı. Hasan Ağa, kaşlarını çatarak hafifçe elini kaldırdı ve kahveyi reddetti. Nigar, bu sefer annesine doğru yöneldiğinde, Hicran Hanım daha iki adım atmadan durdurdu onu.

 

"Bizde kahve içecek hâl mi kaldı kızım?"

 

Nigar hanım, huzursuz bir nefes vererek elindeki tepsiyi ortadaki ahşap sehpanın üzerine bıraktı. Tam geçip koltuğa oturacağı sırada, büyük bir gürültüyle açılan avlu kapısı adımlarını duraksatmıştı.

 

Avludaki herkesin bakışları o tarafa doğru dönerken, Aras kapıyı sertçe kapatıp onlara doğru ilerlemeye başladı. Adeta öfkeden delirecek gibiydi.

 

"Herkes aşağı insin!"

 

Aras'ın bu yeri göğü inleten sesiyle beraber Hasan Ağa ve Hicran Hanım hızlıca ayağa kalktıp Aras'a doğru yürümeye başladılar. Hicran Hanım bakışlarına inen endişe eşliğinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, Hasan Ağa sorarcasına Aras'a baktı. "Ne oluyor Aras?"

 

Aras babasının sorduğu soruyu görmezden gelerek tekrarladı cümlesini. "Herkes aşağı insin dedim."

 

Konaktaki herkes koşar adımlarla aşağı inmeye başladığında, Hatice Hanım ne olduğunu anlamış gibi adımlarını yavaşlatmıştı. Gözlerindeki korku yavaş yavaş büyürken, Aras'ın yanında Dicle'nin olmaması aklından geçen ihtimali destekliyordu.

 

Öğrenmiş miydi?

 

Hatice Hanım, kocasının hemen arkasından aşağı indi. Olacakları bilse de bu noktadan sonra bir kaçış noktası yoktu. Bunun hesabını kimseye veremezdi. Bu ihtimali hiç düşünmemişti, bir yolunu bulacaklarını düşünüyordu ama Aras'ın bu öfkesine bakılırsa her şey çoktan ortaya çıkmış demekti.1

 

Merve oldukça rahat bir tavırla önce yengesine, sonra da Aras'a doğru baktı. Az önce müjdeli haberi Sena'dan almıştı. Hem Sena boşanmış, hem de Dicle ve Hatice Hanım'ın oyunu ortaya çıkmıştı.

 

Ona ise şimdi olacakları zevkle izlemek kalıyordu.

 

Aras, ateş saçan bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirdi. Onun bu öfkesi avluda bulunan herkesi korkutmaya yetiyordu. Öfkesine hakim olmaya çalışarak, "Kim biliyordu," diye sordu sertçe.

 

Nigar hanım, sorarcasına kaşlarını çattı ve Aras'a baktı. "Neyi kim biliyordu?"

 

Aras'ın yüzü öfkeyle kasılırken, hafifçe gözlerini yumdu ve dudaklarını birbirine bastırdı. "Dicle'nin aylar önce düşük yaptığını," diye konuştu dişlerinin arasından. "Dicle'den başka kim biliyordu?"

 

Aras'ın söylediği bu şeyle beraber Nigar hanım elleriyle ağzını kapattı ve "Ne?" diye bağırdı.

 

Hicran Hanım bir anda bayılacak gibi oldu ve geriye doğru sendeledi. Çalışan kadınlar son anda Hicran Hanım'ı tuttuklarında, Hicran Hanım'ın eli yavaşça kalbine gitti.

 

Hasan Ağa duyduğu şeye inanamıyormuş gibi biraz bekledi ve sonra hızlıca etraftakilere göz gezdirdi. "Doğru mu bu?" diye sordu, sesi oldukça yüksek çıkmıştı. "Cevap verin doğru mu ulan bu?"

 

"Doğru dede," diye konuştu Merve alayla gülüp dedesine taraf bakarak. "O çok değerli Dicle hepimizi ayakta uyutmuş..."

 

Nurcan Hanım, uyarırcasına Merve'ye baktı. "Merve sen karışma."

 

"Son kez soruyorum," diye bağırdı Aras aniden. "Dicle'den başka kim biliyordu?"

 

Nigar hanım olumsuz anlamda kafasını salladı. "Yemin ederim haberimiz yoktu Aras," dedi. "Aklımı kaçıracağım şimdi, nasıl böyle bir yalan söylemeye cesaret eder bu kız?"

 

"Sadece o olsa yine iyi," diye araya girdi Merve, ima dolu bir tavırla Hatice hanıma bakarak. "En başından beri bilen Hatice yengemin ta kendisi. Kendi kulaklarımla duydum," Ağır ağır kafasını salladı ve Hatice Hanım'a bir kaç adım yaklaştı. "Konuşsana yenge. Bir kaç gün önce çok güzel konuşuyordun, dilini mi yuttun?"

 

Aras'ın bakışları yavaşça Hatice Hanım'a tataf döndüğünde Murat Bey, hafifçe kaşlarını çattı ve karısına baktı. "Ne demek bu Hatice?" diye sordu bu kadarını beklemiyormuş gibi.

Hatice Hanım herhangi bir cevap vermedi. Söyleyecek tek bir sözü bile kalmamıştı zira. Murat Bey, bu sessizlikle beraber öfkeyle bağırdı. "Doğru mu Hatice?"

 

Hatice Hanım bakıslarını yere indirdi ve zorlukla yutkundu. Kendini zorlasa bile şuan asla konuşmazdı. Şuan herkes öfkeden delirecek gibiydi.

 

Aras sinir patlaması yaşıyormuş gibi elini yumruk yaptı ve köşedeki sehpaya ayağıyla sertçe vurdu. "Lan siz beni delirtmek mi istiyorsunuz?" diye sordu, sert sesi tüm avluda yankılanırken. "Siz bunun neye mal olduğunun farkında mısınız? Lan kafayı yiyeceğim..."

 

"Aras sakin ol," diye konuştu Nigar hanım, endişe dolu bir sesle. "Bir ne olduğunu anlayalım önce..."

 

Aras göz ucuyla ablasına baktı. "Neyi anlayacağız lan, neyi anlayacağız?" Kafasını sinirle salladı. "Benim çocuğumun öldüğünü saklamışlar benden. Bundan ötesi mi var?"

 

Tam bu sırada biri daha avlu kapısından içeri girdi ve koşarak Aras'a doğru ilerlemeye başladı.

 

Gelen kişi Dicle'den başkası değildi.

 

Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü ve hâlâ ağlamaya devam ediyordu. Adımları Aras'a doğru yaklaşırken, Hicran Hanım bir anda ayaklandı ve Dicle'nin üzerine yürümeye başladı. "Uğursuz," diye bağırıp Dicle'ye saldıracağı sırada, Nigar hanım önüne geçerek onu zorkukla durdurabilmişti. "Uğursuz! Sen hâlâ ne yüzle gelirsin buraya?"

 

Dicle ağlayarak kafasını sağa sola salladı ve Hicran Hanım'a bakmadan Aras'a çevirdi bakışlarını. "Sana yalvarırım bir kez olsun dinle beni," dedi çaresizce. "Bu kadarını çok görme bana Aras..."

 

Aras, Dicle'nin yüzüne dahi bakmadan kapıyı gösterdi. "Daha fazla küçülme karşımda," diye çıkıştı. "Çık dışarı."

 

Dicle, "hayır" dedi reddederek. "Yemin ederim bir sebebi vardı Aras. Seni kaybetmekten korktum..."

 

"Çık dışarı!" diye bağırdı Aras, sesi bu sefer daha sertti.

 

Bu sefer Murat Bey'in bakışları hızlıca Hatice Hanım'a döndü. Bunu söylemek onun için çok zordu ama bu artık onun kabullenebileceği bir şey değildi. Her şeyi göze alarak, "Sende Hatice," diye konuştu kesin bir tavırla. "Böyle yalancı birinin benim yanımda işi yok bundan sonra. Yeğenini de al, git bu konaktan."1

 

Hatice Hanım hızlıca kocasına baktı. Bu kadarını beklemiyordu. Ne yapacağını bilemez bir haldeyken, "Murat..." diye mırıldandı sadece.

 

Murat Bey, Hatice Hanım'dan bakışlarını ayırarak ellerini arkasında birleştirdi. Kararından dönmeye niyeyi yoktu anlaşılan. "Ne dediysem o," diye konuştu tekrar. "Zorluk çıkarmadan gururunla çık git."

 

Gönül hafifçe kaşlarını çatarak ömce annesine, sonra babasına baktı. "Baba saçmalama."

 

Murat Bey, Gönül'e baktı. "Sen hiç konuşma!"

 

Aras, öfkesini zorlukla bastırarak, bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirdi. Avludaki herkes bu işin artık geri dönüşü olmadığını Aras'ın gözlerinden anlıyordu. "Herkes duysun ve aklına soksun," diye konuştu teker teker kelimelerin üzerine basarak. "Hatice yengem ve Dicle bir daha bu konağın önünden dahi geçmeyecek," kesin bir tavırla kafasını salladı. "Eğer tek bir kişinin," diye konuştu özellikle Gönül'e bakarak. "Tek bir kişinin bile onlarla konuştuğunu duyarsam, o kişi her kim olursa olsun kendini kapının önünde bulur. Andım olsun yaparım."

 

Aras'ın bu sözüyle beraber avludaki tüm sesler bir bıçak gibi kesildi. Artık her şey gün gibi ortadaydı.

 

Oyunlar artık tamamen bozulmuştu.2

 

***

 

Sena'dan...

 

Üzerimde hem hoş bir hafiflik, hem de korkunç bir ağırlık vardı. Bir birine amamen zıt bu iki duygu bedenimi sarıp sarmalarken aklımda ki tek soru, bundan sonra ne olacağıydı. Yaklaşık bir saat önce yaşanılan şeylerin ağırlığı bir yük misali üzerime çökerken araba kaldığımız otelin önünde durmuştu.

 

Her şey nasıl gelişip bu noktaya gelmişti Hiçbir fikrim yoktu lakin Aslı'nın ısrarı ve Cihangir'in ricası üzerine şuan onun arabasındaydık.

 

Ona verdiğim akşam yemeği sözü bile yeterince strese girmeme sebep olurken, onun arabasıyla otele dönüyor olmak gerginliğimi kat ve kat arttırıyordu. Aslında yemek için tam olarak söz vermiş sayılmazdım ama içimden bir ses o akşam yemeğine gideceğimi söylüyordu.

 

"Görüşürüz Cihangir abi," Aslı beni beklemeden hızla arabadan indi ve koşar adımlarla otele girdi. Bunu bilerek yaptığını bildiğimden dolayı gözlerimi devirdiğimde Cihangir'in bakışları yavaşça bana döndü. Bakışlarına sorgulayıcı bir ifade yerleşirken sorarcasına hafifçe kaşlarımı çattım. "Ne oldu?"

 

Dudaklarında hafif bir tebessüm peyda olurken bakışları benden ayrılmamıştı. "Farkında mısın bilmiyorum ama, sinirli olduğunda sürekli ellerini kaşıyorsun," Bunu duyduğumda bakışlarım hızlıca ellerime indi, kaşımaktan kıpkırmızı olmuş ellerime.

 

Cihangir de benimle beraber ellerime baktı bir süre. Yüzü düşünceli bir hal almıştı. "Nedense içimden bir ses, bu alışkanlığın o konaktan hatıra kaldığını söylüyor," bakışları gözlerime tırmandı. "Yanlış mıyım?"

 

İstemsizce dudaklarımı ısırdım. Hatırlamak bile sinirlenme sebep oluyordu. Arabanın içinde kısa bir sessizlik olurken, onun gözleri hâlâ benim üzerimdeydi. "Doğru tahmin," diye mırıldandım bir kaç saniye sonra, sesim sakindi. "O konakta sakin geçen tek bir günüm bile yoktu."

 

Cihangir başını hafifçe salladı, "Bu yüzden mi hâlâ geceleri uykusuzsun?" diye sordu sessizce, sanki sorduğu bu sorunun cevabını kendi biliyorda benim söylememi bekliyormuş gibiydi.

 

Ona bakmadım, gözlerim hâlâ ellerimdeydi. Gözlerimi sıkıca kapayıp derin bir nefes aldım. "Bazen…" dedim en sonunda. "Bazen gözümü kapattığımda bile oradaymışım gibi hissediyorum. Sesler, kokular… hepsi hâlâ orada, beynimin bir köşesinde sanki."

 

Sözlerim havada asılı kaldı bir süre, sonra Cihangir ellerinden birini usulca direksiyondan çekip kızaran elime hafifçe dokundu.

 

"Artık o konakta değilsin," diye mırıldandı yumuşak bir sesle. "Eğer unutmak istiyorsan, ben daima yanındayım."

 

Gözlerimi ona çevirdim, yüzümde bastırmaya çalıştığım bir kırgınlık vardı. "Neden yardım ediyorsun bana?"

 

Cihangir'in bakışları benden ayrılmadı. "Çünkü yolumuz aynı seninle," dedi.

 

Bu kez cevap vermedim. Sadece başımı hafifçe eğip pencereye doğru çevirdim bakışlarımı. Dışarısı karanlıktı ama içimde bir duygunun, alev aldığını hissettim.

 

Cihangir’in sesi, derin bir sessizlikten sonra tekrar yankılandı. "Sana baktığımda başkaları tarafından yanlış bir seçime zorlanmış olduğunu görebiliyorum," Sesi oldukça düşünceliydi. "Kendini asla suçlama Sena. Ne olursa olsun."

 

"Ben böyle bir insan değildim Cihangir," dedim, sesimde ki suçluluk duygusu beni bile şaşırtmıştı. "Ama bazen, öyle şeylere maruz kalıyorsun ki, hayat yapmam dediğin her şeyi sana tek tek yaptırıyor..."

 

Cihangir sessiz kaldı, birkaç saniye boyunca sadece beni izledi. Sonra, parmaklarını ellerimden çekerek, gözlerime baktı. "Söylediğin şey bana çok tanıdık geldi."

 

Bir süre daha sustuk. Cihangir’in bakışları, ne düşündüğümü anlamış gibiydi. Ben içimdeki huzursuzlukla, mücadele ederken, onun gözlerinde histerik bir tebessüm vardı.

 

"Üstesinden geleceğim," dedim sonunda, dudaklarıma hafif alaycı bir gülümseme yerleşti. "Hep geldim, yine gelirim."

 

Cihangir, başını hafifçe eğip bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "Yanındayım Sena," diye mırıldandı, ses tonu sıcaktı. "Bunu bil."

 

"Sana güvenmeyi deneyeceğim," dedim, sesim alçaldı. "Ama hemen şimdi bunu benden bekleme."

 

Cihangir başını salladı, bakışları kısa bir an için camdan dışarı kaydı. Sonra tekrar bana döndü. "Biliyorum. Ya da en azından tahmin edebiliyorum."

 

Parmaklarımı birbirine kenetleyip sıktım. Derimde hâlâ o kaşımaların izleri vardı. Sessizce nefes verirken bakışlarımız yeniden buluştu. Onun gözlerinde anlayış vardı. Belki çok şey bilmiyordu ama merak etmiyor da değildi. Sadece bekliyordu.

 

"Seninle konuşmak… garip şekilde iyi hissettiriyor," dedim, bunu söylemeyi kendimde beklemiyordum.

 

Gülümsedi, o tanıdık, hafif ama sıcak gülümsemesiyle. "Aynı şekilde," başını biraz yana eğip, hafifçe gülümsedi. "Sadece bilmeni istedim… konuşmak istersen, ben bur

adayım."

 

"Teşekkür ederim," dedim, bakışlarımı kaçırmadan.

 

Sanırım daha fazla saçmalamadan, arabadan inmem gerekiyordu...1

 

BÖLÜM SONU

 

-Diğer bölümü bir kaç gün içinde atacağım, oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin, seviliyorsunuz❤️

 

Bölüm : 22.04.2025 19:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...