Keyifli okumalar...
🕯️
15. BÖLÜM
"Cayır Cayır"
Şebnem Ferah, Kalbim Mezar.
...
"Sen söyle, ne demek istiyorum Yılanın Yavrusu?"
Sarsılır gibi oldum. Ellerim onun kollarından yavaşça ayrılırken, tüm hiddetim kan olup doldu gözlerime. Deli gibi çarpan kalbim, zihnime bir yıldırım gibi düşen gerçekleri yüzüme çarptı ve ben o an kafama sıkmak istedim.
Yüzünde herhangi bir gerginlik veya pişmanlık aradım ama o yine o kadar umursamaz ve rahat görünüyordu ki, bulunduğumuz durumu idrak etmekte zorlanıyordum.
Nefesim kesilir gibi olduğunda, kalbimdeki o çarpıntıyı ve içinde bir kor gibi yanan o duyguyu anlık olarak görmezden geldim ve onu göğsünden sertçe ittim. Bu hareketimle beraber geriye doğru bir adım uzaklaştı benden ama yüzünde en ufak bir mimik dahi oynamamıştı. "Sakın," Zorlukla yutkunup gözlerinin içine baktım. "Bana..." diye devam ettiğimde sesim buz kırıklarını andırıyordu. "Bana bir daha sakın dokunma."2
Bakışlarımı ondan zorlukla ayırıp, kapıya doğru ilerledim, elim kapı kulpuna baskı uyguladığında, "Dokunmayacağım," diye mırıldandı tam arkamdan. "Çünkü bir gün kendi isteğinle geleceksin bana."2
O an göğsüme öyle bir bıçak saplandı ki, canımı yakan hiçbir şey bu kadar acı vermemişti sanki. Hâlbuki, hayatıma sığdırdığım onca acı bu cümleden daha çok yaralayıcıydı, lakin şuan bu cümleyi kaldıracak gücüm var mıydı onu bile bilmiyordum. Çünkü kalbim acıyordu. Daha önce hiç tatmadığım bir acıydı bu. Yaşamadığım, yarasını hiç sarmadığım, alışık olmadığım bir acı...
Ona dönüp bakmadım, belki de ilk defa buna cesaretim yoktu. "Asla," diye konuştum sadece. Ardından kapıyı açıp kendimi dışarı attım.
Mekânın dışına ne zaman çıktım bilmiyorum ama zihnim hiçbir şeyi algılayamayacak kadar karmaşıktı. Ne yapmıştım ben? Böyle bir şeye nasıl izin verebilmiştim? Bedenime çarpan sert rüzgârla beraber derin bir nefes aldım ve elimle boynumu tuttum.
Gözlerim karşımda uzayıp giden uçsuz bucaksız arazide gezindi. Karanlık beni içine yavaş yavaş hapsederken, girişte bir kaç kişinin konuşma sesleri doluyordu kulağıma. Saçlarımın arasından tenime sızan rüzgarla beraber adeta nefessiz kalmış gibi tekrar derin bir nefes aldım.
"Dilba Hanım," duyduğum sesle beraber rüyadan uyanmışcasına aniden sesin sahibine taraf döndüğümde, karşımda gördüğüm kişi Güven'den başkası değildi. Beni baştan aşağı süzdü ve anlam veremeyen bir ifadeyle kaşlarını çattı. "İyi misiniz?"
Göz ucuyla mekanın kapısına taraf baktım, "İyiyim," diye mırıldandım ve sonra bakışlarım yavaşça Güven'e taraf döndü. "Sıkıldım içeride, konağa dönmek istiyorum. Adamlardan birine söyler misin, çantam içeride kaldı."
Güven hızlıca kafasını salladı, "Tabi, hemen." Gözleri, otopark olduğunu tahmin ettiğim, önü adamlarla dolu tarafa döndü. "Yusuf, bakın buraya."
Yusuf, Azer'in bana sabah bahsettiği adamdı. Zihnimde tekrarlanan varlığı, boğazıma dayanan elin sıkılaşmasına sebep olurken adının Yusuf olduğunu öğrendiğim, esmer izbandut gibi adam, yanımızda bitmişti. Yüzü tabiri caizse beton gibiydi. Duruşu bir askeri andırıyordu. Güven, onun hemen arkasından gelen başka bir adamı çanta için içeri yollarken, Yusuf'ta arabayı getirmek için yanımızdan uzaklaşmıştı.
Kapıdan bir grup insanın daha çıktığını gördüğümde, içlerinden Cenap Ağa'yı seçebilmiştim sadece. Yüzünde o kurnaz gülümseme eşliğinde, adamlarla tokalaşıp yüksek sesle bir şeyler konuşuyordu. Bakışlarımı onlardan ayırıp tekrar diğer tarafa döndüm, Güven'in de gözleri aynı anda bana dönmüştü. "Dilba Hanım sorması ayıp, içeride bir şey falan mı oldu?" diye sordu meraklı bir sesle. "Şimdi siz gidince Büyük Hanım, soracaktır ne oldu diye. Sizde zaten iyi görünmüyorsunuz..."
"Bir şey yok," Sıkıntıyla nefesimi verdim. "Sıkıldım dedim ya, sende böyle söylersin."
"Hah, Güven," Cenap Ağa'nın sesi aramıza girdiğinde, ikimizinde bakışları aynı anda bize doğru yürüyen Cenap Ağa'ya dönmüştü. "Nerede bu Azer Ağa yahu? Adamlar gidiyor, bizimki ortalarda yok."
Güven, "İçerideydi en son," diye cevap verdi.
Cenap Ağa'nın bakışları yavaşça bana döndü. Elinden hiçbir zaman eksik etmediği tespihi sallamaya başlarken, yüzüne yine o geniş gülümsemesini yerleştirdi. "Oo, bizim kızda buradaymış," diye konuştu. "Yahu bende iki gündür konağa uğrayayım diyordum, bir türlü fırsat bulamadım. E sonrada sabahki olayı duyduk, neler olmuş öyle?"
Gülümseme zahmetine giremeyecek kadar sinirlerim bozuk olduğundan sadece hafifçe kafamı salladım. "Evet," diye geçiştirdim düz bir sesle.
"Senin bu ana tarafıyla ilgili bir mevzu herhalde," Ağzımı aradığı açıkça belli olurken, bir tilki gibi kurnaz bakan gözleri önce Güven'e sonra tekrar bana döndü. "Ulan kaç defa dedim, şu heriflerin işi silahla çözülmez diye, ama dinleyen kim. Vereceksin beş on tarlalarını ateşe, bak bakalım ses edebiliyorlar mı... Fırsatını bulsam Adil'e de söyleyeceğim. İlla kan mı dökülmesi gerekiyor, her işin bir usülü var canım."
Güven menuniyetsiz bir ifadeyle, etrafına bakındı. "Hah, geldi Yusuf," diye konuştu hareket halindeki arabaya doğru bakarak. Ardından Cenap Ağa'ya taraf döndü. "Bu konuları böyle ulu orta, heryerde konuşmasak daha iyi Cenap Ağa."
Cenap Ağa umursamazca omuz silkti. "Aman canım, zaten duyan duydu kimse korkusundan ağzını açamıyor," Gözleri kapıdan çıkan bir kaç adama doğru döndü ve onlara taraf hafifçe el kaldırdı. "Gidiyor musunuz," diye bağırdı o tarafa doğru ardından bize döndü. "Ben şunları yolcu edeyim."
Cenap Ağa, tespihini sallaya sallaya yanımızdan uzaklaşırken, araba tam önümüzde durmuştu. İçeriye yollanan adam, koşar adımlarla çantamı getirdiğinde, adamdan çantayı alıp omzuma astım. "Teşekkür ederim."
Buz gibi bir suratla, arabanın arka koltuğuna geçip oturduğumda, Güven şoför koltuğunda oturan Yusuf'a bir şeyler söyledi, ardından araba mekânın önünden ayrıldı. Araba ana yola çıkarken, gözlerim ellerime inmişti. Şuan bambaşka hissediyor olabilirdim. Eğer o bana tamamen yasak olmasaydı...
Seni korkutan sadece yasak olması mı, yoksa annene benzemekten mi korkuyorsun?
Zorlukla yutkundum. Elim kapının üzerindeki ufak düğmeye temas etti ve camı yarıya kadar araladı. Rüzgâr bir tokat gibi yüzüme çarpıp beni sersemletirken, kafamı koltuğun başlığına yasladım ve yolu seyretmeye başladım. Korkuyor musun Dilba?
Beynimin içindeki o canavarın fısıltısı ruhumu delik deşik ederken, gözlerimdeki yanma şiddetini arttırıyordu. Yapmamalıydım, bu duygunun beni alt etmesine izin vermemeliydim. 2
Araba konağın önüne ne zaman geldi bilmiyorum ama arabanın kısık fren sesi daldığım o ölümcül düşüncelerden beni bir anda kurtarmıştı. En ufak bir tepki vermeden, pencereden dışarıya doğru baktım. Taş duvarların o efsunlu görüntüsü her zamankinden çok daha sakin görünüyordu. Kapıyı açıp arabadan indim ve avlu kapısına doğru acele etmeden ilerlemeye başladım.
Yusuf, arabadan inip, avlu kapısına bir kaç defa vurdu. Bir kaç saniye sonra, kapı Ziya tarafından açıldığında, adamın kapının önünden çekilmesine bile izin vermeden içeri girdim. Bu sırada Hatice'de kapının önünde belirmiş şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu. "Bir şey mi oldu? Erken geldiniz?"
Kadının söylediği şeyi duymazlıktan gelerek Adil Bey'in konağına doğru yürümeye başladım ama adımlarım sanki ilerlememe izin vermiyor gibiydi. Elimde tuttuğum çantam, parmak uçlarından kayıp düşmemek için direnirken, yavaşça merdivenlere taraf yürümeye başladım. Başım korkunç derecede ağırıyordu. Şu an ağlamaya hiç olmadığım kadar çok yakındım ama gözümden tek bir damla yaş akmasına iradem izin vermiyordu.
Merdivenleri ağır ağır, çıkmaya başladım. Zihnimde tekrarlanan o görüntüyle beraber ruhuma kor alevler damlıyordu. Sakin değildim. Delirecek gibiydim.
Odama girip, kapıyı kapattım ve lambayı açarak odanın aydınlanmasını sağladım. Üzerimdeki kıyafetten kurtulup banyoya girdiğimde, tenime değen su tüm algılarımı uyuşturacak kadar soğuktu. Orada, o buz gibi suyun altında ne kadar kaldım bilmiyorum ama en son, soğuktan saç diplerime kadar titremeye başladığımı hissettiğimde çıkabilmiştim o suyun altından. Odanın içinde vuku bulan, o korkunç sessizlik, bedenime saplanan bıçakların sayısını arttırırken, dolaptan rahat bir gecelik çıkarıp acele etmeden giyindim. Saçlarımı kurutma gereği duymadan, salık bıraktığımda başım o kadar şiddetli ağrıyordu ki, bir an düşüp bayılacak kadar sersemlediğimi düşündüm.
Kapıya doğru ilerleyip, odadan çıktım. Yine ve yine, ilaç almam gerekiyordu. Ve ben, bedenimin neden bu kadar şiddetli bir tepki verdiğine anlam veremiyordum. Daha önce hayatıma giren hiç kimse, üzerimde bu denli büyük bir etki bırakmamıştı. Bana bu kadar yaklaşan ilk erkek o değildi ama sanki kalbim, bunu ilk kez yaşıyormuş kadar hızlı atıyordu.
Aşağı inip, mutfağa girdiğimde mutfak masasına kurulmuş, kahvesini yudumlayan Hatice'nin bakışları aniden bana dönmüştü. Hatun ve Yasemin ise tezgaha dizdikleri bakır tepsileri siliyorlardı. Hatun, elindeki bezi tezgahın üzerine bırakarak beni baştan aşağı süzdü ve sonra içten bir şekilde gülümsedi. "Bir şey mi istediydin, kızım?"
Bakışları hâlâ benim üzerimden ayrılmayan Hatice'ye tip tip bakıp Hatun'a taraf döndüm ve hafifçe kafamı salladım. "Ağrı kesici var mı burada?"
Hatun, "Olmaz mı?" diye konuşup Yasemin'e taraf baktı. "Kızım şu yukarıda ki dolaptan ilaçları çıkar bakayım."
Ortadaki büyük masanın üzerinde ki sürahiden büyük bir bardağa, su doldurdum. Yasemin ise çoktan bir kutu ağrı kesiciyle yanıma gelmişti. "Sağol," diye mırıldanıp, bardağı ve ağrı kesici kutusunu elime aldım. Tam mutfaktan çıkacağım sırada, Hatice'nin, "Dilba Hanım," diye seslendiğini işittiğimde, duraksayıp Hatice'ye taraf baktım.
Kadın, yüzünde o herzamanki imâ dolu ifadesiyle beni baştan aşağı süzdü ve sonra elindeki kahve fincanını masaya bırakıp tekrar bana baktı. "Pek halsiz görünüyorsunuz," Kaşları yapmacık bir ifade eşliğinde hafifçe havalandı. "Yoksa davette canınızı sıkacak bir şey mi oldu? Malum, konaktakilerle pek iyi anlaşamıyorsunuz."
Gözlerim, karşımda ki kadının üzerinde alayla gezindi ve buz gibi bir ifadeyle dik dik ona baktım. "Her şeyi de bilmeyiver," diye konuştum hafiften sinirli bir tınıyla. "Ne kadar meraklı bir kadınsın sen ya?"
Hatun ve Yasemin birbirlerine baktıklarında, Hatice bir şey söylemeden gözlerini benden kaçırdı ve bozulmuş bir ifadeyle tekrar önüne döndü. Nemli saçlarım, rüzgârın etkisiyle tenime çarpmaya başladığında, mutfaktan çıkıp, ağır ağır merdivenlere taraf ilerlemeye başladım. Hafif bir esintiyle beraber avlunun belirli yerlerinde boy gösteren küçük ağaçların çıkardığı hışırtı, Midyat'ın en koyu karanlığa karışıp kaybolurken, bedenimi esir alan ağır yorgunluk, adımlarımı sekteye uğratıyordu.
Ben daha merdivenlere ulaşmamıştım ki, avlu kapısının açıldığını işittim. Sonra bir takım sesler duyuldu. Gelmiş olmalıydılar. Omuzumun üzerinden hafifçe arkama baktım. Kahyanın açtığı kapıdan içeri ilk giren kişi Lebriz Hanım olmuştu. Kimseyle karşılaşmak istemediğimden, merdivenlere doğru acele etmeden yürüdüm ve yukarı, odamın olduğu kata çıktım. Lakin, adımlarım yine istemsizce duraksamıştı. Taş parmaklıklara yaklaşarak, avluya doğru baktım. Lebriz Hanım, Hatice ve Ziya kahyaya bir şeyler söylüyordu. Sonra Adil Bey ve Arzu, Lebriz Hanım'a taraf bakıp bir şeyler söylediler. Diğerleri ise, öbür taraftaki merdivenlere doğru ilerliyorlardı.
Gözlerim istemsizce Azer'i aradı. Ama yoktu. Bulunduğum noktadan, arabaların olduğu tarafa göz gezdirdim ama onun arabasını yine göremedim. İfadesiz bir suratla, geriye doğru adımlayıp odama doğru yürüdüm. Onu görmemek benim için çok daha iyiydi. Çünkü son olan şeyden sonra, artık bir şeyleri görmezden gelemezdim. Uzak durmamız gerekiyordu, her anlamda.
Odama girip kapıyı kapattım. Elimde ki ağrı kesici kutusunu makyaj masasının üzerine fırlatırcasına atıp, yatağa doğru ilerledim ve yavaşça oturdum. Yaratıklardan birini elime alıp, kollarım arasında ezdiğimde yüzümde tek bir mimik bile kıpırdamadı ama yastığı o kadar çok sıkmıştım ki, neredeyse yastığın üzerindeki kumaş yırtılacaktı.
Komidinin üzerinde duran telefonumun titrediğini duydum ama yerimden bile kıpırdamak gelmiyordu içimden. Telefon en az dört kez çaldı ve art arda bir kaç mesaj bildirimi yankılandı odanın içinde ama ben kalkıp kimin aradığına bakmak yerine, yastığı kollarımın arasına alarak yatağa uzandım ve boş gözlerle saatlerce karşımdaki duvarı izledim.
Uyku, gözlerime bir ufuk çizgisi kadar uzaktı. Uyursam kabuslar, gecenin bedduasını okuyacaktı kulağıma.
Uyanık kalsam, gerçeklerin o soğuk cesetleri, uzanacaktı yatağımın soğuk tarafına.
Zihnim cehennem kadar doluydu. Başım ağrıyordu. Odanın taş duvarları, içimdeki o kötü kızın kahlahalarını susturuyordu. Sonra o kız, daha bu denli kirlenmemişken ruhu, annesinin o uyurken mırıldandığı o şarkının sözlerinde kayboluyordu. Ve gece bitmiyordu.
...
Yine tek bir damla uykunun uğramadığı gözlerimi açtığımda, penceremden içeri sızan gün ışığı, zihnimdeki o karanlığa oldukça tezattı. Zira ne uyuyabilmiş, ne de dün geceki o korkunç ruh halinden arınabilmiştim.
Saat dokuzu çoktan geçmişti ama ben yataktan bile kalmayacak kadar yorgun hissediyordum. Telefonumun ekranına düşen onlarca bildirimi yok sayıp yataktan çıktım. Gecenin bir vakti yataktan kalkıp, içtiğim o ilaçlar yüzünden yeterince sersemlemiştim ve bu yüzden az kalsın gerisin geri tekrar yatağa düşecektim.
Dün gece o soğuk suyun altında dakikalarca kalmamış gibi, tekrar uzun bir duş almış ve giyinmiştim. Ne kadar uykusuz olursam olayım, bunu kimseye göstermek gibi bir niyetim yoktu. O yüzden ilk işim göz altlarımdaki yorgunluğu kapatıcı yardımıyla gizlemek olmuştu.
Dışarıdan gelen seslerin, herzamankinden biraz daha gürültülü gelmesinin sebebini başımda ki maskelenmiş ağrıya yorsamda bir müddet sonra bir kapı çarpma sesi tüm konakta yankılandı.
Duyduğum ses, kaşlarımın çatılmasına sebep olurken, elimdeki kapatıcı kutusunu masaya bıraktım ve kapıya doğru bir kaç adım yaklaştım. Ses dışarıdan geliyordu.
Ses uzaktan gelsede, bu bağıran sesin, bir kadına ait olduğunu anlayabilmiştim. Komidinin üzerinde duran telefonumu pantolonumun arka cebine koyup kapıya doğru ilerledim ve odadan çıkarak taş parmaklıkların olduğu taraftan aşağıya doğru baktım. Neredeyse herkes kapının önünde toplanmıştı. Bas bas bağıran kişi ise, Şilan'dan başkası değildi. Onu görmemle beraber yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirdim ve merdivenlere taraf yürüdüm.
Anlaşılan bomba patlamıştı. Şilan'a oynadığım o küçük oyunun asıl finali biraz sonra oynanacaktı. Asla bozuntuya vermeden ağır ağır, merdivenlerden indim ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. "Ne bağırıyorsun sabah sabah be?"
Herkesin bakışları anlık olarak bana döndü. Lebriz Hanım'ın yüzündeki öfkeli ifade Şilan'la benim aramda gidip gelirken, Şilan kalabalığın arasından sıyrılıp bir kaç adım ilerledi ve öfkeyle yüzüme baktı. "Sen kim oluyorsun ya?" diye bağırdı. "Kim oluyorsun da bana böyle bir oyun kuruyorsun?"
Dün davette giydiği beyaz elbise hâlâ üzerinde berbat bir halde duruyordu. Saçları dağılmış, tüm makyajı akmıştı. Arkasında ise dedesi ve babaanesi, onların hemen yanında ise annesi olduğunu tahmin ettiğim başka bir kadın vardı. Hepsi oldukça öfkeli görünüyordu. Onları zerre kadar umursamadan, Şilan'ı baştan aşağı süzdüm ve kendimi tutamayarak sesli bir kahkaha attım.
Bu sırada Rasim denen adam bir adım ileri çıktı. "Sen ne arsız bir şeysin böyle? diye çıkıştığında, eliyle Şilan'ı gösterdi. "Bu kız dün geceden beri, o tuvalette kilitli kaldı. Hiç mi utanmıyorsun bu yaptığından?"
Lebriz Hanım, elinde ki bastonu sertçe yere vurarak tüm bakışların ona taraf dönmesini sağladı. "Önce bir işin aslını anlat Rasim Ağa," Yüzünde ki sinirli ifade eşliğinde Rasim Ağa'ya dikti gözlerini. "Bilip bilmeden, bizim konağımızda, bizim kızımıza bağırmak kimin haddine?"
Rasim Ağa, anlam veremeyen bir tavırla ellerini kaldırdı ve Şilan'ı gösterdi. "İşin aslı karşınızda işte, şu kızın haline bakın. Bu kaçıncı?"
Adil Bey'in, bulunduğumuz tarafa doğru ilerlediğini gördüğümde, gözlerimdeki alaycı ifade eşliğinde ona taraf bakmaya devam ettim. Adil Bey, Lebriz Hanım ve Rasim Ağa'nın arasına girip Rasim Ağa'nın tam karşısında durdu. "Dilerseniz bu mevzuyu sakince konuşalım, böyle bağırıp çağırmak bir şeyi çözmeyecek."
Şilan denen kızın gözleri önce bana sonra Adil Bey'e taraf döndü. Gözlerini siyaha boyayan akmış makyajı ve öfkeden kızaran yüzüyle cezasını çekmiş gibi görünüyordu. Onu baştan aşağı alayla süzdüm ve dudaklarımın kenarına aynı alaycılıkta bir tebessüm yerleşti. "Bence konuşulacak hiçbir şey yok," diye mırıldandım ardından göz ucuyla Rasim denen adama baktım. "Eğer insanların önünde daha fazla küçülmek istemiyorsanız, torununuzu alıp bu konağı terkedin. Yoksa karışmam."
Şilan, "Şaka gibi ya?" diye çıkıştı. "Kızım sen manyak mısın?"
Bu sefer Şilan'ın babası olduğunu tahmin ettiğim başka bir adamın bakışları Adil Bey'e döndü ve sinirli bir nefes verdi. "Neyi konuşacağız Adil Bey? Senin bu kızın resmen bizi tehdit ediyor?" Adamın bakışları tekrar bana döndü ve sonra bir kaç adım üzerime doğru yürüdü. "Demek ki boşuna demiyorlar anasının kızı diye... Ulan sen ne utanmaz, ne arlanmaz..."
"Kes lan sesini," Duyduğum bu sert sesle beraber, bakışlarım avlu kapısına taraf dönerken, herkesin bakışları birbiri ardına o tarafa dönmüştü.
Gelen kişi Azer'den başkası değildi. Üzerinde hâlâ dünkü gömleği vardı ama ceketini çıkarmıştı. Bu da demek oluyordu ki konağa yeni geliyordu. Azer'in oldukça öfkeli bir suratla, hızla yürüyüp adamın yakasından yakaladığını farkettiğimde, istemsizce bir adım geriledim ama o bir saniye bile geçmeden yumruğunu adamın yüzüne geçirmişti. Bu sert yumrukla beraber adam geriye doğru savrulup yere yığılırken, bir kaç kişinin çığlığı yankılandı avluda.
Bunu beklemediğim için kaşlarım hafifçe havalanırken, Lebriz Hanım bir kaç adım ilerledi ve Azer'e taraf baktı. "Ali," diye bağırdığında Azer onu duymamıştı bile.
Azer, yere sürüklenen adamın üzerine tekrar yürüyeceği sırada Güven, Harun ve Adil Bey, Azer'in önüne geçerek onu durdurdular ama onu gözleri adeta öfke saçıyordu. "O lafı yedirteceğim lan sana," diye konuştu dişlerinin arasından. Ardından geriye doğru adımlayıp onu tutan Adil Bey ve Güven'i itti ve Rasim Ağa'ya taraf döndü. "Al götür oğlunu bu konaktan, yoksa aile maile demem sıkarım kafasına."
Rasim Ağa, ne yapacağını bilemez bir şekilde Azer'e baktı ve sonra Lebriz Hanım'a döndü bakışları. Bu sırada bir çok koruma bellerindeki silahları ellerine almış tetikte bekliyorlardı. Azer'in yumruk attığı adam hafifçe doğrulurken, Şilan hemen adamın yanına koşmuş kalkmasına yardım ediyordu. Rasim Ağa, oğluna taraf bakıp yüzünü buruşturdu ve sonra Azer'e baktı. "Baran'ı yaka paça mekanından attırdın sesimi çıkarmadım Azer Ağa, ama bu kadarı artık benim şahsıma hakarettir," dedi sakin tutmaya çalıştığı bir sesle. "Sen bu kızın benim torunuma ne yaptığını biliyor musun? Şilan'ı dün davette tuvalete kitlemiş, bir de üstüne bizi tehdit ediyor..."
Lebriz Hanım, Rasim Ağa'ya uyarırcasına baktı. "Daha fazla uzatma işte Rasim Ağa," dedi ciddi bir sesle. "Sen şimdi al git aileni, daha fazla tatsızlık çıkmasın."
"Rasim Ağa!" Azer'in bu sert çıkışı Rasim Ağa'nın lafını yarıda keserken, Azer bir kaç adım ilerledi ve Rasim Ağa'nın karşısında durdu. Gözlerindeki öfkenin şiddeti buradan bile hissedilirken, onun bakışları önce yumruk attığı adama sonra da Rasim Ağa'ya değdi. "Senin ailenden herhangi birini, bir kez daha Dilba'nın etrafında görürsem," Tehlikeli ve oldukça tehditkar bir şekilde baş parmağını kaldırdı. "Seni de aileni de Midyat'a barındırmam haberin olsun."
Rasim Ağa tek bir kelime bile etmeden Azer'in yüzüne baktı. Şilan'ın yanındaki başka bir kadın Rasim Ağa'nın yanına ilerledi ve hafifçe omuzuna dokundu. "Kurban olayım, gidelim Rasim," dedi temkinli bir sesle. "Daha fazla uzatmanın manası yoktur."
Rasim Ağa, sinirle derin bir nefes aldı ve bir saniye bile beklemeden kapıya doğru ilerlemeye başladı.Yaptığı bir el hareketiyle diğerleri de onun peşine takılırken, Şilan denen kızın bakışları kapıdan çıkana kadar benim üzerimden ayrılmamıştı. Kısa süre içerisinde, kapı onların arkasından sertçe kapandığında Azer'in bakışları Lebriz Hanım'a taraf döndü. "Bu Rasim denen herif bir daha bu konağa adımını atmayacak," diye konuştu itiraz istemeyen bir sesle. "Eğer görürsem olacaklardan ben sorumlu değilim."
"Sana kalsa, en ufak hatada herkesi süreceksin bu şehirden," diye araya girdi Adil Bey. "Tamam, gelip bu şekilde konuşması hiç hoş değil lakin sende kaç yaşında ki adamı kovmaktan beter ettin, çok ayıp oldu, çok."
Azer'in bakışları yavaşça Adil Bey'in üzerine çevrildi. "Sen ne zamana kadar, düşmanlarımızın çıkarlarını düşünmeye devam edeceksin Adil Bey?" diye sordu, sesi dün yaşanan gerginliğin izlerini taşıyordu hâlâ.
Adil Bey, sorarcasına kafasını salladı. "Benim kimsenin çıkarını falan düşündüğüm yok," dedi sakin bir sesle. "Boranlı'ların bu şekilde anılmasını istemiyorum o kadar. Ben sadece Boranlı'ların çıkarını düşünürüm."
Azer'in yüzü, Adil Bey'in bu söylediğiyle beraber daha çok sertleşirken, gözleri bu cümleye zerre kadar inanmadığını gösterircesine Adil Bey'in üzerine dikildi. "Boranlı'ların çıkarını düşünürsün, öyle mi?" Bir adım ilerledi ve ellerini arlasında birleştirdi. "O yüzden mi, dün Çibran'ları çağırdın o davete?"
Lebriz Hanım'ın huzursuz bir nefes verdiğini işittim. Adil Bey ise duyduğu bu cümleyle beraber bir kaç saniye duraksadı ama yaptığı şeyi gizlemek veya reddetmek gibi bir niyeti yok gibi görünüyordu. Kabulenircesine kaşlarını kaldırdı. "Evet, ben çağırdım."
"Bir dakika, bir dakika," dedi Ruken inanamıyormuş gibi Adil Bey'in yüzüne bakarak. "Amca o Azat denen adam beni aldattı, sen bunun farkında mısın? Bir de ben davet ettim diyorsun, niye yaptın ya bunu?"
"Ruken haklı," diye ekledi Harun, önce kardeşine, sonra Adil Bey'e taraf bakarak. "O heriflerin ne işi vardı davette?"
Adil Bey, bakışlarını Ruken'e taraf çevirdi ama herhangi bir suçluluk duymuyor gibiydi. En son, bakışları tekrar Azer'e çevrildiğinde, Azer'in gözlerindeki öfke hâlâ taptazeydi. "Kötü niyetli bir şey değildi," Adil Bey, hafifçe kafasını salladı. "Sadece kimlere rakip olduklarını daha iyi görsünler istedim. Biz bu ihaleyi kazanırken, onlar aynı zamanda kaybetmişti, hatırlatırım."
Azer, sabrı taşıyormuş gibi burnundan sert bir nefes aldı ve gece karası gözlerini Adil Bey'e çevirdi. "Bu herifler sırf dünürümüz diye ihaleden çekilmemizi isteyen sen değil miydin Adil Bey?" diye sordu, beton gibi bir sesle. "Ben o herifleri neden davet ettiğini çok iyi biliyorum. Boşuna kolpa sıkma benim karşımda."
Adil Bey'in kaşları çatıldı. "İnat olsun diye çağırdığımı mı düşünüyorsunuz?"
"Başka bir açıklaması var mı?" Orkun'un sesi ikisinin arasına girdiğinde, Adil Bey bunu beklemiyormuş gibi hafifçe Orkun'a taraf döndü. Orkun ise, güvensizliğin hüküm sürdüğü gözlerini buz gibi bir ifadeyle babasına çevirmişti. "Burada nasıl konuştuğunu hepimiz gördük. Çibran'ları davet etmenin sebebi başka ne olabilir?"
Arzu, uyarırcasına oğluna baktı. Ama Orkun gayet rahat bir ifadeyle babasına bakmaya devam ediyordu.
Adil Bey, Orkun'u baştan aşağı süzdü. Şaşkınlığı yüzünden belli oluyordu. Oğlunun ona böyle bir ithamda bulunmasını gerçekten beklemiyor gibiydi. Bir kaç saniye boyunca bir şey söylemeden Orkun'a bakmaya devam ettiğinde, belli etmemeye çalışsada bozulduğunu anlayabilmiştim. Gözleri Orkun'dan ayrılıp herkesin üzerinde tek tek gezindi. "Anlaşılan herkes kötü niyetle yaptığımı düşünüyor," dedi en sonunda, ardından tekrar Orkun'a baktı. "Öz oğlum bile."
Dudaklarıma alaycı bir tebessüm yerleşti ve bakışlarım Orkun ve Adil Bey arasında gidip geldi. "Sana çekmiş," Ses tonumda ki ciddiyet, dudaklarımdaki gülümsemeye oldukça tezattı. "Malum, sizinde aile bağlarınız hiç kuvvetli değil. Hele son yaptığınızdan sonra."
Adil Bey'in bakışları başka bir yöne çevrildiğinde Arzu yanıma doğru ilerleyip kollarını önünde bağladı. "Konu niye Adil'e döndü şimdi?" diye sordu. "Sen önce kendi yaptıklarının hesabını ver."
"Yeter bu kadar," diye araya girdi Lebriz Hanım, oldukça sert bir sesle. Ardından önce Azer'e, sonra Adil Bey'e baktı. "Bunca sene oldu, hâlâ bu konakta kavga gürültü bitmedi. Neyi alıp veremiyorsunuz?" Lebriz Hanım'ın bakışları hızlıca benim üzerime döndü. "Derhal büyük salona çıkıp bizi bekliyorsun küçük hanım," diye konuştu oldukça sinirli bir şekilde ardından Adil Bey'e ve Azer'e taraf baktı, tekrar. "Sizde."
Lebriz Hanım, bunu dedikten sonra elindeki bastonu yere vura vura yanımızdan uzaklaştı. Azer'in ise bakışları bir kez olsun bana değmemişti. Dik duruşundan ödün vermeden, Adil Bey'e taraf göz ucuyla baktı. Bakışlarında ki o tehditkarlığı ben bile görebiliyordum. Fazla beklemeden, bulunduğum tarafa doğru döndü ve yanımdan geçerek kendi odasına çıkan büyük merdivenlere doğru yürümeye başladı.
"Vay be," Orkun gözlerini üzerimde gezdirdi ve sonra göz ucuyla Adil Bey'e baktı. "Benim bu kardeşim, dün gecede rahat durmamış demek. Buna neden hiç şaşırmadım acaba."
"Orkun," Adil Bey sinirlendiğini belli eden bir sesle bunu söylediğinde, benim bakışlarım istemsizce Adil Bey'e taraf dönmüştü. "Bu olayı daha fazla uzatma, zaten sinirliyim, sana patlamayayım."
Orkun hafifçe kaşlarını kaldırdı ve sonra alayla gülümseyerek babasına taraf baktı. "Ne oldu?" diye sordu sinir bozucu bir tavırla. "Yoksa senelerdir ismini ağzına almadığın kızına karşı, bir anda babalık duyguların mı depreşti?"
"Orkun!" diye çıkıştı Adil Bey, bu sefer sesi daha sertti. Gözlerinde beliren öfkeyle beraber yumruğunu sıktığını görebiliyordum. Orkun'un üzerine iki adım yürüdü. Bu hareketiyle beraber Arzu, Orkun'un kolunu tutmuştu. Orkun'un bakışları herhangi bir duygu barındırmadan babasının üzerine dikilirken, Adil Bey tam Orkun'un gözlerine bakıyordu. "Seni son kez uyarıyorum," diye konuştu, sinirle. "Sus, yoksa..."
Cümlesinin devamını getiremedi. Aslında son cümleyi söylememek için kendini zorladığını görebiliyordum. Bir kaç saniye boyunca Orkun'a baktı ve ardından, hızlı adımlarla merdivenlere taraf yöneldi. Arzu, Adil Bey'in arkasından bakarken, Orkun tek bir kelime dahi etmeden öylece bekliyordu.
Adil Bey'le hem yedi yabancı kadar zıt, hemde baba oğul kadar benzer özellikleri vardı. Orkun, bazen o kadar aşağılayıcı bakabiliyordu ki, bazen Adil Bey'in bile onun kadar kibirli ve egoist olmadığını düşünüyordum. Dik duruşunun üzerine yapıştırdığı o duygusuz, buz gibi gözleri yavaşça bana döndüğünde en az onun kadar ifadesiz bir tavırla onun yüzüne baktım. "Bazen gerçekten çok aptal oluyorsun," diye mırıldandım gözlerime yerleşen alaycılıkla. "Şimdi gidip biricik babana kendini afettir, yoksa o lüks hayatın birazcık sekteye uğrayacak."
Orkun, iki adım ilerledi ve beni üstten bir tavırla süzdü. "En azından benim kendimi affettirebileceğim bir babam var," Gözlerine yerleşen alay ve hâlâ şiddetini koruyan o bastırılmış öfkeyle, hafifçe kulağıma doğru eğildi. "Senin gibi, Adil Boranlı'nın yıllar önce yaptığı bir hatadan ibaret değilim."
Orkun, bunu söyleyip geriye doğru çekildiğinde, tırnaklarımı avuç içlerime öyle bir batırdım ki, tüm öfkem kan olup damarlarımdan akacaktı. Yaren'in daha toprağı soğumamışken, böyle bir cümleyi onun yerine duyuyor olmam, tenime binlerce iğnenin saplanmasına neden oluyordu sanki. Bu hakaretin ifademe yüklediği öfke, benim gözlerimden yavaşça Orkun'un o acımasız bakışlarına akarken, "Bazen çok merak ediyorum Orkun," diye mırıldandım, demir kadar sert ve duygusuz bir sesle. "Acaba bu adamın istemediği, nefret ettiği kızı olmak mı daha kötü," Kaşlarımı hafifçe çattım ve sorarcasına onun yüzüne baktım. "Yoksa en sevdiği oğlu olmak mı?"
Bir an duraksadı. Gözlerinde ki nefret haddinden fazla artıp benim üzerime yığıldığında, geriye doğru bir adım sendeledi. Bir saniye bile beklemeden, onu arkamda bırakıp merdivenlere doğru yürümeye başladım. Anlaşılan o ki, baba ve oğlu arasında zannettiğim kadar kuvvetli bağlar yoktu.
Orkun, herkes gibi babasına güvenmiyordu.
Lebriz Hanım'ın konağında bulunan büyük oturma odasına çıktığımda, odada benden başka kimse yoktu. Lebriz Hanım, bana derhal yukarı çıkmamı söylemiş ama tam yarım saat beni odada tek başıma bekletmişti. Bu durum sinirlerimin gerilmesine neden olurken, en sonunda kapı açıldı ve Adil Bey, oldukça asık bir suratla içeri girdi. Lebriz Hanım ise onun hemen yanındaydı. Gözleri benim üzerime bir ok gibi çevrilirken o sarsılmaz duruşundan bir an bile ödün vermeden geçip baş köşedeki yerine kuruldu.
Lebriz Hanım'dan hemen sonra, Azer girdi odaya. Ama gözleri bir an bile bana değmedi, kafamı hafifçe kaldırıp onu yerine oturuncaya kadar takip etti gözlerim. Belkide onunla göz göze gelmemen çok daha iyiydi çünkü şuan hemen çaprazımda oturuyor olması bile dün gecenin gözlerimin önünde canlanmasına sebep olmuştu. Ve benim odağım bir kez daha konudan çok uzağa sapmıştı ve sanki odada başka kimse yokmuş gibi sadece Azer'in varlığını hissediyordum.
Orkun'un benim yanımda ki boş yere gelip oturmasıyla, bakışlarım Azer'den ayrılıp Orkun'a döndü. Onun da bakışları, hemen beni bulmuş ve yüzüne yine o alaycı ifadesini yerleştirmişti. "Bekle," diye mırıldandığında, bunu sadece benim duyabileceğim kadar kısık bir sesle söylemişti. "O aşağıda ettiğin lafları yedireceğim sana."
İfadesiz bir şekilde Orkun'a baktım. "Denesene."
Lebriz Hanım'ın yapmacık bir şekilde öksürmesiyle, ikimizinde bakışları Lebriz Hanım'a taraf dönerken, o önce Orkun'a sonra da bana baktı. "Bırakın şimdi birbirinizle atışmayı," Kaşları hafifçe çatıldı ve çenesiyle beni gösterdi. "Anlat bakalım küçük hanım."
Aptala yatarak, sorarcasına kafamı salladım. "Neyi anlatayım, Lebriz Hanım?"
Lebriz Hanım, sabır dilercesine derin bir nefes alırken, aynı anda Azer'in bakışları beni bulmuştu. Gözleri, gözlerime saniyelik olarak uğradığında, yüzünde en ufak bir ifadenin dahi barınmadığını görebiliyordum. Bakışlarımı kaçırmak istedim ama bunu yapamadım.
"Neyi olacak, o Şilan denen kızı niye kilitledin o tuvalete?" Lebriz Hanım'ın sesini duyduğumda, bir saniyeden daha kısa bir süre, Lebriz Hanım'a değdi bakışlarım ama sanki bir güç aramızda görünmez bir zincir varmışcasına gözlerimi tekrar Azer'e çevirmeme neden oldu.
Acele etmeden arka cebimden telefonumu çıkardım ve ses kayıt uygulamasına girip, dün gece Şilan ve arkadaşları konuşurken kaydettiğim ses kaydını açtım. Telefonu hemen önümde duran sehpanın üzerine koyduğumda, yapılan o konuşmalar tek tek akmaya başladı.
"Kız sende az değilsin, Lebriz Hanım, sağda solda böyle konuştuğunu duyarsa seni mahveder."
"Nereden duyacak? Ben bir kişiye söyledim, millet önüne gelene anlatmış. Benden çıktığını duyana kadar oho..."
"Sırf bir olay çıktı diye, gidip resmen metres diye iftira atıyorsun, sana bir abla tavsiyesi, gözünle görmediğin şeyleri öyle her yerde konuşma."
"...Azer Ağa az kalsın öldürecekti Baran'ı, valla doğru olsun olmasın ben o kızdan herşeyi beklerim. Sizde ağzınızı sıkı tutun ha, kimse duymasın benden çıktığını."
"Yok kız, kime söyleyeceğiz..."
Ses kaydı kesildiğinde telefonu masanın üzerinden aldım ve rahat bir şekilde geriye doğru yaslandım.
"Herkesin arkasından alçakça konuşmamayı öğrenmesi gerekiyordu," diye konuştum buz gibi bir sesle. "Bende öğrettim."
"Bir dakika küçük hanım," Lebriz Hanım'ın gözleri dikkatle bana yöneldi. "O dedikodu..."
"Evet," diye yanıtladım Lebriz Hanım'ı. "O asılsız lafları çıkaran bizzat Şilan'mış, kendi kulaklarımla duydum."
Adil Bey, hafifçe kaşlarını çattı. "Bunun çözümü bu muydu yani? Kızı tuvalette kilitlemek mi?"
En ufak bir ifadenin, bakışlarıma uğramasına izin vermeden Adil Bey'e baktım. "Kusura bakmayın Adil Bey," diye konuştum imalı bir sesle. "Senin gibi her dedikoduya kulaklarımı tıkayıp hayatıma devam edemiyorum ben," Duruşumu dikleştirdim ve gayet rahat bir şekilde bakışlarımı hepsinin üzerinde tek tek gezdirdim. "Öyle iftira atmak herkesin haddine değil."
Azer'in dudaklarında ufak bir tebessüm görür gibi oldum ama bu o kadar kısa ve belirsizdi ki, hemen kaybolmuştu. Eliyle gömleğinin yakasını düzeltti ve arkasına yaslanarak kollarını koltuğun iki yanına koydu. Elinde yine o günkü gibi o altın renkli zippoyu tuttuğunu farkettiğimde, bakışlarım bir kaç saniye orada takılı kaldı. Şimdi daha iyi farkediyordum, o zipponun üzerindeki yılan işlemesi, sırtımda varlığını hissettiğim o yılan dövmesine çok benziyordu. Hatta aynısı bile denilebilirdi. Yutkunma ihtiyacı hissettiğimde, bakışlarım çakmaktan ayrıldı ve tekrar Azer'in o gece karanlığı gözlerine değdi. Bana böyle bakmayı bıraksındı artık.
Gözleri bir şeyi anlamak istiyor gibi inatla benden ayrılmadı. "Ne diyorsun Adil Bey?" diye konuştu, elindeki zippoyu parmakları arasında profesyonelce çevirirken. "Kızın tam bir Boranlı gibi davranmıyor mu?"
Ona anlam veremeyen bir ifadeyle bakmaya başladığımda, onun gözleri tüm düşüncelerimi zihnimden çekip alırcasına yoğun bakıyordu. Göğüs kafesimdeki hareketlilik işimi yeterince zorlaştırırken, en azından bir kaç saniye hiçbir tepki verememiştim.
En sonunda bakışlarım zorlukla Lebriz Hanım'a taraf döndü. Şaşkın görünüyordu ama ona baktığımı farkettiğinde bunu hızlıca ifadesinden sildi. Ama ne yazık ki dudaklarında yer edinen o hafif ve belirsiz tebessümü gizleyememişti. "Bunun cezasını vermeyi bize bırakabilirdin belki..." Bakışları bir anlığına Azer'e kaydı, sonra yeniden bana döndü. "Ama bir Boranlı gibi davrandığın konusunda, Azer'e katılıyorum."
Eğer Lebriz Hanım'ı yeterince tanımıyor olsaydım, bu yaptığımın onun gözlerinde bir parça gurur uyandırdığını zannedebilirdim. Çünkü az önce ki kadar sinirli bakmıyordu, en azından alışkın olduğumdan biraz daha yumuşak bir bakıştı bu.
"Hiçbir şey bu kızın yaptığı şeyi aklamaz Lebriz Hanım," Adil Bey'in sesini duyduğumda, bakışlarım yavaşça ona döndü. Bana değmeyen bakışlarına rağmen, gözlerinin yeterince suçlayıcı baktığına emindim.
Lebriz Hanım, oturduğu yerden hafifçe doğruldu. "Bu kız dediğin senin öz kızın Adil. Orkun'dan hiçbir farkı yok," diye karşılık verdi, diri bir sesle. "Yaptığı şeyi onaylamıyorum ama senin de o Şilan denen kızın yaptıklarını duyduğunda, kızını korumak adına herhangi bir tepki vereceğini zannetmiyorum. Başkalarını düşüneceğine biraz olsun kendi kızını savunmanı beklerdim."
"Sende Azer gibi düşünüyorsun, öyle mi Büyük Hanım? Zaten güvenilmez bir adamım, herşeyi batırırım, düşmanlarımızın çıkarını düşünürüm öyle değil mi? Yıllardır hep böyle şeylerle itham edilip durdum," Gözleri bir bombanın pimini çekercesine Azer'e değdi. "Sırf Ali'nin yerine beni yakıştıramadığınız için hep günah keçisi ben oldum ama artık gerçekleri görmeniz gerekiyor. Ali öldü. Siz ne kadar kabul etmek istemeseniz de, bu ailenin geleceği için onun yerinin dolması gerekiyor."
Adil Bey'in bu cümlesiyle beraber, Azer'in bakışları Adil Bey'e çevrildi. Patlamaya hazır gibi görünüyodu.
Elinde ritmik olarak çevirdiği çakmağı avucunun içine hapsetti ve gözlerinin içindeki öfke bir alev gibi büyüdü. Kollarında ki ve boynunda ki damarlar belirginleştiğinde, gözleri bir ok gibi Adil Bey'in üzerinden ayrılmamıştı. Her hareketi kontrollü, ama gözle görülür şekilde gergindi; gözlerinde ki öfke, yavaş yavaş sanki her an bir kıvılcımla tutuşabilecek bir ateşe dönüşüyordu. Bakışları oldukça küçümseyici bir şekilde Adil Bey'in üzerinde gezindi. "Sen mi dolduracaksın yerini?" diye sordu, sesi buzullar kadar soğuktu. "Kendini gerçekten bu kadar büyük mü görüyorsun?"
Adil Bey, hafifçe kafasını salladı. "Ali kadar büyük değilim belki," Eliyle Azer'i gösterdi. "Ama sen beni fazla küçük görüyorsun Azer."
Azer, elindeki çakmağı biraz daha sıktı. Yüzü ifadesiz görünüyordu, fakat bakışları giderek daha çok sertleşiyor, göz bebeklerinin çevresi karanlık bir yoğunluk kazanıyordu. "Eğer seni hakettiğin kadar küçük görseydim Adil Bey," diye konuştuğunda gözlerindeki küçümseyici ifade daha da arttı. "Emin ol, karşıma geçip kendini babamla kıyaslayacak cüreti kendinde bulamazdın."
Azer'in kurduğu bu cümlenin ağırlığı, kaşlarımın hafifçe havalanmasına sebep olurken, Adil Bey bir kaç saniye boyunca sadece sustu. Lebriz Hanım ise bu konuşulanlara en ufak bir tepki vermemişti. Bu tartışmadan rahatsız olduğu aşikardı lakin, araya girmek yerine sadece izlemesi beni şaşırtmıştı.
Adil Bey, "Böyle düşündüğünü söylemesen bile, hareketlerinden her şey anlaşılıyor zaten," dediğinde, bozulmuş bir şekilde arkasına yaslandı. "Ama en azından, saygını bozmazsın diye düşünüyordum ama yanılmışım anlaşılan."
Azer ayağa kalktı ve Adil Bey'e baktı. "Eğer mevzu saygıysa," diye konuştu, öfkesi bir dağ gibi gözlerinde dikilirken. "Bana saygıdan bahsedecek son insan bile değilsin sen, Adil Bey."
Azer, bakışlarını Adil Bey'den ayırıp, kapıya doğru ilerledi. Orkun ise hemen Azer'in peşine takılmıştı. Azer dışarı çıkarken kapıyı öyle bir çarpmıştı ki, pencereler bile titremişti. Onun hemen arkasından Lebriz Hanım kalktı ayağa, tek bir kelime dahi etmeden Azer'in peşinden o da dışarı çıktığında benim bakışlarım bu sefer ağır ağır Adil Bey'e taraf döndü. Onun ise, gözleri tek bir noktaya sabitlenmişti. Az önce söylenenlerin onun üzerinde herhangi bir tesiri olmuş muydu veya biraz olsun ağrına gitmiş miydi bilmiyorum ama en azından bu sefer umursamaz davranmıyordu.
Derin bir nefes aldığını işittim, ardından bana doğru bakmadan ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Daha fazla görmezden gelemeyeceğim o gerçekler önüme taştan duvarlar örerken, aynı şekilde bende ayağa kalktım. "Hiç pişman oldun mu?"
Aniden sorduğum bu soru onun adımlarını duraksattığında bir kaç saniye öylece bekledi. Zihnimin orta yerinde pusu kurmuş onlarca cevapsız sorunun çığlıkları kulağıma dolarken, Adil Bey'in bedeni yavaşça bana döndü ama yine bakışları bana bir saniye bile dokunmadı. "Annemi karnında bebeğiyle ölüme terkederken," Suçlayıcı bakışlarım onun üzerine bir ok gibi saplandı. "Yıllardır kendi öz kızından saklanırken," diye devam ettim, sesim acımasızdı. "Bir an olsun, pişman oldun mu?"
Gözlerini yerden kaldırıp yüzüme bakmaya cesaret edemediği her saniye, bakışlarının üzerine aldığı o her vebalin ağırlığı altında ezildiğini hissediyordum. Ona bu soruyu benim değil, Yaren'in sorması gerekiyordu. Karşımda tüm duygusuzluğuyla duran bu adamın yüzüne senin kızın öldü, diye bağırmak istiyordum.
Senin kızın, senin yüzünden öldü.
Kısacık bir an bana bakacak gibi oldu, sonra kafasını başka tarafa çevirdi. "Sana ne anlatıldı," dedi ve sonra derin bir nefes alma ihtiyacı hissetti. "Sana ne anlatıldı bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Ama bilmediğin şeyler hakkında sadece beni suçlamaktan vazgeç."
Alayla güldüm. "Ben seni suçlamıyorum Adil Bey," diye konuştum. "Ben senin nasıl bir insan olduğunun bilincinde olarak söylüyorum bunları." Adil Bey'den herhangi bir cevap gelmezken, bir adım ilerledim ve yüzüme yerleşen küçümseyici ifadeyle Adil Bey'e baktım. "Senin ömrün, günahlarının bedelini ödemeye yetmez."
Adil Bey, söylediğim bu cümleyle beraber hafifçe kaşlarını kaldırdı. Sanki bir gerçekle yüzleşiyormuş gibi bir kaç saniye boyunca derin bir sükunet misafir etti dudaklarına. "Dilin en az annen kadar zehirli," diye konuştu, bu cümleyi söylerken ne kadar zorlandığını görebilmiştim. "Ona benzediğini söylediklerinde, bu kadarını beklememiştim," Kurduğu cümle nefesimin kesilmesine sebep olurken o acele etmeden tamamladı cümlesini. "Ama şimdi, neden herkesin böyle düşündüğünü anlıyorum."
Bacaklarım beni taşıyamayacak kadar güçsüzleştiğinde, Adil Bey bir saniye bile beklemeden arkasını döndü ve odadan çıktı. Bileklerime dolanan o paslı zincirler algılarımı alaşağı ederken, arkamdaki koltuğun üzerine çöktüm yavaşça. Odanın içindeki sessizlik bir yağmur olup üzerime yağdı ve ben yüzüme vurulan o korkunç gerçekle bir kez daha yüzleştim.
Elimi saçlarıma daldırdım. Ruhumun izbe mezarlığına gömülen çığlıklarım dudaklarımın ördüğü prangalara çarparken, diğer elimle koltuğun köşesine sertçe vurdum. Bilerek yapıyordu.
Oturduğum yerden hızlıca kalkıp odadan çıktım ve kendimi en üst kattaki büyük terasa attım. Adeta nefesim kesiliyordu. Taş parmaklıklara yaklaşarak derin bir nefesi ciğerlerime çektiğimde, gözlerim otomatikmen kapanmıştı.
Her zerremde hissettiğim, yüzüme defalarca vurulan o gerçekle bir kez daha yüzleşmenin bünyeme yüklediği korkunç ağırlık, soluklarımın ciğerlerime ulaşmasını engelliyordu. Zihnimde yine o küçük kız çocuğunun kahkahası yankılanırken, bedenime yüklenen gerginlik, sinirlerimi hatsafaya çıkarmıştı.
Koltuğun başlığına kafamı yaslayıp, bakışlarımı gökyüzüne diktim. Saat on ikiye geliyordu ve çoğu kişi avludaydı ama ben onların yanına inmek yerine yaklaşık yarım saattir, büyük terasta hiçbir şey yapmadan oturuyordum. Gözlerim, Midyat'ın göğünde tek tek belirmeye başlayan soluk beyazlıklardan ayrılmazken, iki kişinin yaklaşan adım sesleri beni dalgınlığımdan koparmış ve hafifçe doğrulmamı sağlamıştı.
Yasemin'in hemen arkasından olduğum tarafa doğru yürüyen Helin'i farkettiğimde, bunu beklemediğim için sorarcasına Helin'e baktım. "Helo?"
"Helo ya, Helo..." diye söylenerek önümde durdu ve kollarını göğsünde birleştirdi. "Acaba seni merak eden bir arkadaşın olduğunu hatırlasan mı artık? Hayır yani dünden beri bin defa aradım da."
Göz ucuyla Yasemin'e bakıp, "Sen gidebilirsin," diye mırıldandım. Yasemin hafifçe kafasını sallayıp aşağı inerken benim bakışlarım tekrar Helin'e taraf dönmüştü. "Önemli bir şey mi oldu?"
"Dünya umurunda değil resmen."
"Of, tamam," diye konuştu ve gelip yanıma oturdu. Gözleri merakla benim üzerimde gezinirken, gerçekten endişelenmiş gibi görünüyordu. "Niye açmıyorsun telefonlarını, başına bir şey geldi zannettim."
Umursamaz bir ifadeyle omuz silktim ve tekrar arkama yaslandım. "Aradığını görmemişim," diye bir yalan attım ortaya. "Sabah zaten bir ton olay oldu, geri dönmeye fırsat bulamadım."
Helin'in kaşları çatıldı. "Ne oldu?"
Huzursuz bir nefes verdim ve "Ben ve... Azer hakkında çıkan dedikoduyu kimin çıkardığını buldum," dedim sakince. "Ufak bir ceza vermek istedim, kız sabah konağa gelip ortalığı birbirine kattı."
"Şilan," Bakışlarım Helin'den ayrılıp Midyat'ın manzarasına döndü. "Dün davette konuşurlarken duydum, sonra da tuvalete kilitledim onu. Sabaha kadar orada kaldı," diye konuştum sanki çok normal bir şey söylüyormuş gibi. Helin'in bakışları şaşkınca bana dönerken ona baktım tekrar. "Bakma öyle, haketti."
Helin hafifçe gülümsedi ve aynen benim gibi arkasına yaslandı. "Bunu niye yaptığını sormayacağım, tam senlik hareket." dedi ifadesiz bir sesle ardından gizli bir şey söylüyormuş gibi hafifçe bana yaklaştı. "Aşağıdakiler o yüzden mi bu kadar gergin? Valla içeri bir girdim, kadının biri gözlerini belerte belerte baktı bana. Yanlız şu Berşan Hanım çok asil kadın, o nasıl bir zerafet öyle... Azer Boranlı'nın annesiydi değil mi o kadın?"
"İyi akşamlar," Tam Helin'in sorusuna cevap vereceğim sırada birinin bana seslenmesiyle aniden duraksayıp kafamı hafifçe sesin geldiği tarafa doğru çevirdim.
Hatırladığım şeyle beraber bedenime ufak bir gerginlik yüklenirken, Ruken yüzünde hafif bir tebessüm eşliğinde yanımıza yaklaştı. Gözleri önce benim sonra Helin'in üzerinde gezinirken, bozuntuya vermemeye çalışarak aynı şekilde gülümsedim. "Sana da, Ruken."
Bu kurduğum cümleyle beraber bakışlarım anlık olarak Helin'e kaydı. Yüzünde ki o yumuşak gülümseme, telaffuz ettiğim isimle beraber aniden donduğunda, bir kaç saniye boyunca öylece Ruken'e baktı. İkisinin aynı ortamda bulunuyor olması hazırda bekleyen bir bomba misali ortamı geriyordu. Özellikle Helin, şuan hiçbir şekilde saklayamıyordu tepkisini.
Ama o an daha çok şaşırdığım bir şey oldu. Ruken, Helin'in yüzüne bir müddet baktıktan sonra sanki bir şeyi hatırlamış gibi aniden geriye doğru adımladı. Gözlerinde derin bir öfkenin büyüdüğünü farkettim. Yaklaşık on saniye boyunca Helin'e baktı ve sonra bana döndü bakışları. "Bir dakika," diye konuştu öfkeden titreyen bir sesle. "Bu kız senin arkadaşın mı Dilba?"
Ayağa kalkıp bozuntuya vermeden Ruken'e baktım. "Evet," diye mırıldandım buz gibi bir sesle. "Bir sorun mu var?"
Ruken ellerini saçlarına daldırdı ve anlam veremez bir şekilde yüzünü buruşturdu. "İnanamıyorum ya," diye konuştu oldukça yüksek bir sesle. "Gerçekten inanamıyorum. Gelmiş karşıma, nişanlımın beni aldattığı kıza arkadaşım diyorsun! Şaka mı bu?"
Helin oturduğu yerden kalktı ve Ruken'e taraf baktı. "Bu işin tadı kaçacak anlaşılan," Gözleri benim üzerime çevrildi. "Gidiyorum ben."
"Nereye gidiyorsun?" Ruken, sinirle gülerek önce Helin'e sonra bana baktı. "Tabi kaç böyle... Verecek cevabın yok nasıl olsa," diye bağırdı sesi tüm konakta yankılanmıştı. "Hiç utanman yok mu senin? Ya gerçekten, Azat'ın elini tutarken birazcık bile utanmadın mı?"
"Sen ne konuşuyorsun ya?" diye çıkıştı Helin, bir kaç adım ilerleyip Ruken'in önünde durarak. "Benim haberim yoktu senden. Ama hiç kusura bakma kalkıp sana açıklama falan yapmayacağım!"
Ruken burnundan sert bir nefes aldı. "Tabi, kesin yoktur. Birde buna inanmamı bekliyorsun öyle mi?" Gözleri bana döndü bu sefer. Kızaran gözleri, sinirini ve öfkesini gözler önüne sererken gözlerini hafifçe kıstı ve beni baştan aşağı süzdü. "Babası Azat'ın ailesini davet eder, kızı nişanlımın sevgilisiyle arkadaşlık kurar... Bravo sana ya. Valla bravo. Sen zannetiğimden de kötü bir insansın Dilba."
"Ne oluyor burada?" Orkun'un hızla yürüyüp yanımıza geldiğini gördüğümde, bakışlarım tekrar Ruken'e döndü.
"Ruken'i al götür," diye konuştum hafiften sinirli bir sesle. "Yeterince saçmaladı çünkü."
Ruken, kafasını hafifçe salladı ve sonra akan gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. "Saçmalayan benim öyle mi?" diye konuştu hafiften alçak bir sesle. "Senin bu kızla arkadaş olman çok normal ama saçmalayan benim..."
Orkun bir şeyleri çözmüş gibi hafifçe kaşlarını kaldırdı ve bakışlarını Helin'in üzerinde bir kaç saniye gezdirdi. "Bu muymuş Azat'ın metresi?" diye konuştuğunda, buz gibi bakan gözleri Helin'den ayrılmamıştı.
Helin, Orkun'un üzerine doğru yürüdü. "Düzgün konuş," diye tısladı, gözleri adeta öfke saçıyordu.
Orkun ağzını açıp konuşacağı sırada, "Orkun," diye bağırıp lafını ağzına tıktım. "Defol git şuradan."
Orkun'un bakışları hâlâ Helin'in üzerindeydi. Bir kaç saniyenin sonunda gözleri bana döndü ve sonra Ruken'i kolundan hafifçe çekiştirdi. "Sen niye şaşırıyorsun ki?" diye sordu Ruken'e hitaben. "Tam bu kızdan beklenilecek hareketler... Kanında var."
Bu cümle, içimde korkunç bir öfke patlamasına neden olurken, bir anda dün gece ki o sahne gözlerimin önüne bir perde gibi indi. Gözlerime dolan öfkeyle beraber arkamı döndüm ve ileride ki sehpaya doğru ilerledim.
Sinirlerime daha fazla hakim olamayıp sehpanın üzerinde ki ufak cam vazoyu elime aldım ve Orkun'un ayaklarına doğru fırlattım. Vazo, Orkun'un bir kaç adım önünde yere düşüp tuzla buz olduğunda Orkun, "Manyak," diye bağırıp geriye doğru çekildi. "Delirdin mi kızım sen?"
"Defol," diye bağırdığımda, Orkun ne halin varsa gör dercesine ellerini savurdu ve Ruken'i kolundan tutarak yanımızdan uzaklaştılar.
"Allah'ın belası," diye fısıldadım titreyen ellerimle saçlarımı geriye doğru iterken. Ardından yere eğilip, kırılan cam parçalarına uzattım elimi.
"Hayır, bırak şunları," Helin, bileğimden tutarak beni engellediğinde, cam kırıklarını ayağıyla itişini sinirle izledim. Ardından yüzüme bakıp bir süre beni inceledi. "Neyin var senin Dilba?"
Delirmiş gibi göründüğümün farkındaydım ama bedenime hücum eden öfke çok daha ağır basıyordu. Sinirle dudaklarımı ısırdım ve boynumu hafifçe yana eğerek gözlerimi kapattım.
Helin'e taraf dönüp, "Duymadın mı ne söylediğini?" diye çıkıştığımda, yanıma yaklaşıp anlam veremeyen bir ifadeyle yüzüme baktı.
"Anlaşılan o ki, senin bu öfken yeni çıkmadı ortaya, içinde bir şeyler birikmiş belli," Gözleri şüpheyle üzerimde gezindi. "Sen böyle her söylenilen lafa öfkelenecek bir kız değilsin, neden sinirlendin bu kadar?"
Buz gibi bir ifadeyle Helin'e baktım. "Bilmem farkında mısın ama Orkun sana metres dedi," diye konuştum soğuk bir sesle. "Hem sen niye bu kadar sakinsin ya? Duymadın mı o lafları?"
"Duydum," diye konuştu ardından derin bir nefes aldı. "Duydum ve söyledikleri zerre kadar umurumda değil. Benim kendimi kimseye ıspatlamam gerekmiyor. Ben kendimi biliyorum, bu bana yeter," Konuyu kapatmak istiyormuş gibi lafı tekrar bana getirdi. "Asıl sen niye öfkelendin bu kadar, onu söyle bana. Dünden beri telefonlara bakmıyorsun, anlamadım sanma. Bir haller var sende."
"Üzerime gelip durmasan mı acaba?" diye konuştum soğuk bir sesle. "Bir şey yok diyorum."
Helin kaşlarını kaldırdı ve beni baştan aşağı süzdü. Gözlerindeki ifade, bu söylediğime inanmadığını gayet net gösteriyordu. "Bana pek öyle gelmedi," dediğinde, sesini hafifçe kıstı. "Azer Boranlı'yla ilgili olmasın sakın?"
"Sen iyice saçmalamaya başladın," Geriye doğru adımladım ve sonra tekrar Helin'e taraf döndüm. "Ayrıca sana ne ya? Senin benden başka işin yok mu?"
Helin kollarını önünde bağladı ve yüzünü buruştudu. "Senin yine yakıp yıkma seansın başladı anlaşılan," dedi ardından parmağıyla beni gösterdi. "Dua et alışkınım bu tavırlarına, yoksa ne halin varsa gör derdim." Kafasını hafifçe salladı ve sanki zihnimi okuyormuş gibi gözlerime baktı. "Ama diyemiyorum çünkü görüyorum Dilba, uçuruma doğru adım adım yürüdüğünü görüyorum," Eliyle, koluma hafifçe dokundu. "Yapma."2
....
BÖLÜM SONU3
Ee ne diyelim, dost acı söylermiş Dilba'm...1
Gelecek bölümlerde öyle Azer / Dilba sahneleri var ki, yazarken bile heyecanlanıyorum. Artık bir şeyler gizlenemeyecek kadar açık bir şekilde hissediliyor ve Dilba'da bunun farkında...
Ay neyse, nasıl buldunuz?1
Günlerdir yaşadığım VPN sorunu yüzünden bir türlü yayınlayamadığım bölümü sonunda verdim. Oy verip yorumlarda düşüncelerinizi belirtmeyi unutmayın lütfen, ne kadar çok yorum ve oy, o kadar çok motivasyon demek.
Çok çok çok... Seviliyorsunuz ❤️1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.82k Okunma |
1.5k Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |